Kur'ân ve Bağlam kitabıyla ilgili birkaç şey anlatır mısın?
“Kur’an ve Bağlam” kitabı, Kur'ân’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzul ilminin rolünü ve önemini incelemekte aynı zamanda esbâb-ı nüzul rivayetlerini değerlendirme konusunda yeni bir yaklaşım sunmaktadır. Kitap üç ana bölümden oluşmaktadır:
Arlinda ISMANI
Doktora- 23922725
Kur’an ve Bağlam kitabı Prof. Dr. Ahmet Nedim
Serinsu Hocamız tarafından kaleme alınmıştır. Eser; “Kur’an’ın Anlaşılmasında
Esbab-ı Nüzul’ün Rolü”, “Sa’lebe Kıssası, Esbab-ı Nüzul’e Yeni Bir Yaklaşım”, “Tarihsellik
ve Esbab-ı Nüzul” olmak üzere 3 kitap bölümlerinden oluşmaktadır. Kitap eklerle
birlikte 383 sayfalık bir eserdir. Kitap, sebeb-i nüzulu bilmek, anlamak
isteyen biri için başvurulması gereken ilk eserlerdendir. Bu konu çok dikkatli
ve bütün detaylarıyla incelenmiştir. Kitapta belki de en çok ihmal ettiğimiz
başka önemli bir konu da bilgi bütünlüğü konusuna da dikkat çekmektedir. Bu
çalışmada beğendiğim ve faydalı gördüğüm kısım, bölüme ya da ana konuya
geçmeden önce genel mülahazalar kısmı idi. Çünkü okuyucu için az çok bir tür
hazırlık, alt temel veya ne okuyacağı ile ilgili haberdar olmuş olur. Bununla
birlikte kavramların açıklanmasına da dikkat edilmiştir. Kitapta dikkatimi
çeken başka bir nokta da tasarımdır. Tablolar, semboller, bazı önemli kısımların
farklı koyu renkle yazılması konunun, okuyucu için daha kalıcı olması
bakımından faydalı bulduğumu ifade etmek istiyorum.
KUR’ÂN VE BAĞLAM adlı eser “Kurân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün Rolu”, “Sa’lebe Kıssası, Esbāb-ı Nüzûl’e Yeni Bir Yaklaşım” ve “Tarihsellik ve Esbāb-ı Nüzûl” olmak üzere üç ana başlıktan oluşmaktadır. Birinci bölümde yazar, Kur'ân ilimlerini teferruatlı bir biçimde incelemektedir. Sonrasında bu başlıkta büyük bir yekûn tutan Esbāb-ı Nüzûl konusuna girmektedir. Müellif kavramın doğuşundan başlayarak Hadis ilmi ile alakasına, tasniflenmesine ve konuyla bağlantılı diğer meseleleri ele almaktadır. Devamında yazar ayetlerin anlaşılması bakımından Sebeb-i Nuzûl rivayetleri hakkında edindiği sonuçları işlemektedir. Bu ana bölümün son başlığı ise Esbāb-ı Nüzûl’e yeni bir yaklaşımdır. Burada Serinsu, Esbāb-ı Nüzûl rivayetlerini yeniden değerlendirirken öncelikle onlara duyulan ihtiyacın sınırlarını belirlemektedir. Akabinde hadis usûlü açısından ele almakta ve rivayetleri bir tasniflemeye tabi tutmaktadır. Son olarak yazar ayetlerin anlaşılması bakımından Kur’an bütünlüğü, Siyak-Sibak’ın önemi ve Tarihsellik konularını ele almaktadır.
İkinci ana başlıkta ise yazar, birinci başlığın son bölümü olan Esbāb-ı Nüzûl’e Yeni Bir Yaklaşım başlığında ortaya koyduğu teorik yöntemi Sa’lebe kıssası üzerinde pratik olarak göstermektedir.
Üçüncü ana başlık, Tarihsellik ile Esbāb-ı Nüzûl arasındaki iletişime dairdir. Burada Serinsu, tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının Batı’ya ait kavramlar olduğunu, kendi yaşadıkları toplumsal tecrübeler etrafında bu kavramları oluşturduklarını ifade etmektedir. Esbāb-ı Nüzûl ise kendi dünyamızın ürettiği bir kavram olup Kur’an’ın yaşanmış, yaşabilir ve yaşanacak bir kitap olduğunu,onun soyut bir düşünce olmadığını göstermektedir.
KURAN
VE BAĞLAM KİTABI
Ali
Muradasilov
Öğr.
No: 23922724
Esbab-ı
Nüzul II - Doktora Dersi
“Kur'ân ve Bağlam” kitabında Kur'ân’ın anlaşılmasında Esbâb-ı
nüzule ilişkin bilgilerinizi etkileyen anlamların, düşüncelerin, ön kabullerin,
yargıların ve bakış açılarının toplamını yani bağlamını mütalaa edilmektedir. İslâmî
ilimlerde ihtisas sahibi olsun ya da olmasın, Kur'ân-ı Kerîm'i anlama gayreti
içerisindeki araştırmacıların Esbâb-ı Nüzul'den nasıl faydalanacakları, rivayetleri
hangi ilkeler doğrultusunda değerlendirecekleri hususunda örnekler
getirmektedir. Bu ana kitap üç kitaptan oluşmaktadır:
Birinci kitap: “Kur'ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul'ün Rolü”dur.
Bu kitabının giriş kısmında başlangıçta tefsir ilmi, esbâb-ı nüzulü bilmekten
ibaret olduğunu anlatılmaktadır. Ali,
İbn-i Mes'ud ve İbn-i Abbas gibi bazı sahabiler, "Kur'ân'dan inen her
ayetin ne hakkında, kim hakkında ve nerede nâzil olduğunu bildiklerine"
dair sözler söylemişlerdir. Onların bu ifadelerini Kur'ân Kerîm'e verdikleri önemi,
Kur’ân’a dair her şeyi öğrendiklerini ve bu bilgilerin kendilerinden öğrenilip
sonraki nesillere aktarılmasını ne kadar arzuladıklarını göstermektedir.
Birinci kitap üç bölümden ibarettir. İlk bölümü: ”Kur’an İlimleri
ve Esbâb-ı Nüzul İlmi”dir. Bu bölümünde Kur’an ilimleri kavramları, doğuşu ve
gelişmesi ile incelenmektedir. Ulümu’l-Kur’an denildiği zaman ne kasdolduğu ve
tarih boyunca bu kavramdan ne anlaşıldığı ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber Kur'ân'ı ve onunla amel etmeyi birlikte öğrettiği, O(s.a.v.)
ve sahabe (r.anhum) Kur'ân-ı Kerîm'i hem sözleriyle hem de eylemleriyle tefsir
etmişler yani yaşanan hayata uyarlamışlar, onun ahkâmını elle tutulur, gözle
görülür bir hale koymuşlardır. Bu durum elbette gelecek nesillerin de yapması
ve gerçekleştirmesi gereken bir görevdir. Hz.
Peygamber döneminde hem de ashab döneminde Kur'ân ilimlerinin telifine gerek
duyulmamıştır. Çünkü nüzulü müşahede edenler, bizzat İlk Muallimin (s.a.v.) tedrisinden
geçenler o sıralar hayattadır ve lisân selîkası dediğimiz düzgün konuşma
alışkanlıklarını henüz muhafaza etmektedirler. Mesajı anlayabilmekte veya
anlayamadıklarını soracak kimseleri bulabilmektedirler. Kur'ân-ı Kerîm'le
karıştırılabilir endişesiyle telif hareketine sıcak bakmamaktadırlar. Tâbiûn, sahabenin yetiştirdiği âlimleri ve diğerleri Kur'ân
ilimlerinin esaslarını koyan bilginlerimiz olarak anılmaktadırlar. Dolayısıyla Kur'ân ilimleri İslâmiyet'in ilk
döneminden itibaren âlimlerimizin bazı hususlarını celbetmiştir. Bu sahada
müstakil eserler vermemiş olsalar dahi Ulûmu'l-Kur'ân'a ve meselelerine ait
olup oldukları kanaatlerini sistemlerinde kaydetmişlerdir. Birinci asrin sonları ile ikinci asrın tesadüfleri tesadüf olmayan
bu tanımlama İslâm kültür tarihinde "Tedvîn asrı"nın başlangıcı
olarak kabul edilmektedir. Kur'an
ilimleri, yukarıda ele alındığı üzere kapsamı çok geniş olan bir kavramdır. Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili ilimlerden ve
araştırmalardan oluşur. Dolayısıyla
konusu her yönüyle Kur'ân-ı Kerîm'dir. Tefsir ilmi ise, Kur'ân-ı Kerîm'in
izahını amaçlayan bir ilimdir. Yani İlmu't-Tefsir veya İlmu Tefsîri'l-Kur'ân,
Kur'ân-ı Kerîm'i her yerde (gramer, belagat, tarih vs.) tedavi edip etmediğini
ve bildirmeye yarayan ilimdir.
Aynı zamanda bu bölümde sebeb-i
nüzulün kavramsal tanımı ile rivâyet sıygaları arasında bir bağ olduğu ve bu
bağ mutlaka kurulu olduğu hakkında izah edilmektedir. Tanımın sınırlarına girmeyen rivâyetler
sebeb-i nüzul rivâyeti olarak ele alınmamalı ve bunun için rivâyet sıygalarında
bu hususun gidişatındaki noktalar iyi test edilmelidir. Bunun için bu bölümünde
rivayetler sebep ifade etmede "nass" olan rivayetler ve sebep ifade
etmede "nass olmayan" rivâyetler tarafından incelenmektedir. Esbâb-ı nüzulden yapılacak gerekli olmayan rivâyetlere gelince
bunlar ilk devir müfessirleri ile başlayan ve devam eden bir geleneğe ait
rivâyetlerdir. Âyetin manâsı umumun
ifade ettiği ve nüzul sebebi bilinmeden anlaşılması mümkün olduğu halde âyetin
manâsına uygun düşen veya âyetle ilgili görülen rivâyetlerin zikredilmesi
olayıdır. Aslında hüküm lafzının umum
ifadesi ile sabit tutulmaktadır. Sebebin
hususiyeti ile değildir. Âlimlerin
ekseriyeti hükmün, sebebinin hususîliği değil, lâfzın umûmîliğine göre
olduğunda icmâ vardır demektedirler. Hz.
Peygamber zamanından beri sahabe ve müctehit imamların anlayışı ve tatbikatı bu
olmuş ve buna karşı hiçbir zaman ortaya çıkmamıştır. Çünkü hüccet nassların kendisidir, sebepleri
değildir. Sebep bir şeyi ortaya çıkarmaz. Bir şey ortaya koyan lâfız ve ifadelerdir.
Kur'ân-ı Kerim'in genel mesajı bütünlük içerisinde
kavranmalıdır. Zaman - mekanı - şahıs unsurlarının
ötesinde insanî örnek oluşturan, insanın hayatının canlı, somut yönü, bu genel
mesaj çerçevesi ele alınmalı ve üzerinde düşünmelidir.
Birinci kitabının ikinci bölümü: ”Kur’an Kerim’in Anlaşılmasında Esbab-ı
Nüzul Rivayeterinin Değerlendirilmesinin Sonuçları”dır. Bu bölümünde önce Kur’an-ı
Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüznün yetersiz kalma sebepleri hakkında
anlatılmaktadır. Kur'ân-ı
Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden yararlanırken bu alanla ilgili
ilkeleri gözardı eden tutumlar, bazı problemlere sebep olmuşlardır. Bu olguyu
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebepleri olarak
adlandırılmaktadır. Bu sebeplerin birincisi Rivayetler Açısındandır.
Bunun kapsamına: Merfu-Musned Esbab-ı Nüzul Rivayetleri, Mursel Esbâb-ı Nüzul
Rivâyetleri, Senedlerin Hazfedilmesi, Rivâyetlerin Tasnifine Dikkat Etmeme, Rivâyet Sıygalarına (Kalıplarına) Dikkat Göstermemedir. Bu
sebeplerin ikincisi Umumu Hususileştirme Açısındandır: Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kaldığı
bir husus da sebebiyet ifade eden sebeb-i nüzülün (nass) olarak umum değil de
husus ifade ettiği şeklinde anlaşılması çabalarıdır. Üçüncüsü Taaddüt-Taahhür
açısından Kur'ân-ı Kerîm'de nüzulü tekerrür
(taaddüt) eden âyet bulunmadığını söyleyenlerin görüşü.
Birinci kitabının üçüncü bölümü: “Esbab-ı Nüzulüne Yeni Bir
Yaklaşım”dır. Bu bölümde Kur'ân-ı
Kerim'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün daha doğru bir şekilde kullanılmasına
imkân verecek ve işlenen hataları önleyecek gerçeğinden hareketle yeni bir
yaklaşıma ihtiyaç olduğu hakkında bahsedilmektedir. Bunu gerçekleştirebilmek için esbâb-ı nüzule ihtiyaç duyulan
noktaları göstermektedir. Bu yöndeki çabalar nüzul ve yeni asırlarının sosyal
şartları, fikrî şartları, iktisadî şartları, siyasî şartları ve insanını
inceleyen araştırmalar (özellikle antropolojik araştırmalar) esbâb-ı nüzulden
Kur'ân'ı anlama yolunda daha çok istifade etmemizi ve bunun gerçekleşmesinde
imkân sağlayacak yeni bir yaklaşım ve ayrıca genel ve özel ilkeleri ele alınıyor.
Genel ilkelerden birincisi: Esbâb-ı
nüzul rivayetlerinin sahih olanlarının ve olmayanlarının tamamını bir araya
getirmek ve Kur'ân-ı Kerîm'i yorumlamada, anlamada bütün rivayetleri senet - metin
tenkidine tâbi tutmaktır. Genel ilkelerden ikincisi: Kur'ân-ı Kerîm'i bütünlüğü içinde okumak ve zâhirinden gücümüzün
yettiğini anlamaya gayret ederek çözümü Kur’ân’da, onun manâlarında bulabilmektir.
Özel ilkelerden birincisi: Arap
dilinde kelâmın anlaşılması, birçok unsurun bir arada veya tek tek düşünülmesine
bağlı bulunmaktadır. Hitap eden, hitap edilen ve hitabın durumuna, keyfiyetine
( niteliğine ) veya hepsinin birden mütalaa edilmesine göre kelâmın anlamı
farklılık göstermektedir. İkincisi: Sebeb-i
nüzulü bilmemenin Kur'ân'ın zâhir nasslarını ve mücmel nasslar konumuna getirme
şüphesi ve güçlüğü bulunduğu halleri hakkındadır. Üçüncüsü: Önceki iki
ilkeyi kapsayan bir niteliktedir. Buna göre: Kur’ân-ı Kerim'in anlaşılmasında
esbâb-ı nüzule ihtiyacı ilk planda Kur'ân belirlemelidir. Kur'ân-ı Kerîm'i
okuyan veya dinleyen kimse bu eylemi sırasında âyet ve âyetlerde bulunan üstü
kapalı bir ifade (ima, telmih) hakkında manâyı yakalamak için bir bekleyişe,
arayışa giriyorsa o zaman sebeb-i nüzulü nakletmeye, olayı ayrıntılarıyla
anlatmaya ihtiyaç var demektir.
Bana göre bu bölümlerin içeriklerinden en önemlisi: Kur'ân'ın nüzul
asrı için geçerli olan bakış tarzı günümüz için de geçerlidir. Hayat
tezahürleri değişse dahi insan ve onun ana karakteri, dolayısıyla ondan zuhur
eden hâdiseler, meseleler, sorular devam ediyor. Kur'ân-ı Kerîm'i hidayet
rehberi edinen insan esbâb-ı nüzulleri bu bağlamda değerlendirirse onu anlamada
yeni boyutlar keşfedebilir. Kur'ân'ı kendi vakıasına aktarabilir. Esbâb-ı nüzul tarihîlik kavramı münasebetine insanın tarihî bir varlık
olması bağlamında bakabiliriz. O zaman görülecektir ki esbâb-ı nüzul, Kur’ân -
insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insanî yapıp-etmelerdir. Dolayısıyla
her mekân - zaman'da benzeri insanı yapıp etmelerle temelde aynılık gösterir.
Aslolan bu tarihî yapıp - etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik
ilkeleri tespit edebilmektir. Bundan daha önemlisi ise onları amel ( eylem )
haline getirebilme meselesidir. Esbâb-ı nüzul, Kur’ân-ı Kerîm'in soyut bir
düşünce veya düşünce biçimi olarak kalmadığının, aksine yaşanmış, yaşanabilir
ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir.
Esbâb-ı nüzulün Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında tespit edilen ilkeler çerçevesinde
ve onlara uyarak değerlendirilmesi birçok faydalar temin edecektir: 1. Kur'ân-ı
Kerîm'in anlaşılmasında insanın bakış ufkuna henüz girmemiş insanın dikkatine
açılmamış sınırsız sayıda olgu olduğu göz önünde tutulacaktır, 2. Konulu tefsir
çalışmalarında esbâb-ı nüzulün, nüzul ortamının ve şartlarıni aksettiren
yönünden sağlıklı bir şekilde istifade olunacaktır, 3. Esbâb-ı nüzul bilgisi
ile oluşan nedensel halkaları nüzul asrına doğru izleme imkânı doğacaktı.
Bundan da insanî davranışların tarihini tespit etmede, yazmada yararlanılabilecektir,
4. Müfessirler üzerine yapılan monografik çalışmalarda esbâb-ı nüzulle ilgili
zikredilen ilkelerin uygulanması çok isabetli olacaktır. Bir kere müfessirin esbâb-ı
nüzul alanındaki ilkelerini ortaya koymak mümkün olacaktır. Bu da Kur'ân-ı
Kerîm'in anlaşılması sürecinde bu malzemenin nasıl değerlendirildiğini tespit
etme imkânı verecektir.
İkinci kitap: “Sa'lebe Kıssası Esbâb-ı Nüzul'e Yeni Bir Yaklaşım”dır.
Bu kitapta Tevbe sûresi 75. âyet-i kerîmesini
anlama çabasında "doğru"yu bulma maksadıyla nakledilen Sa'lebe
kissası, âyetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hâdisenin sınırları
içerisinde bırakmıştır. Esbāb-ı Nüzûl’e Yeni Bir Yaklaşım başlığında ortaya
koyduğu teorik yöntemi Sa’lebe kıssası üzerinde pratik olarak
göstermektedir. Müfessirlerin Sa'lebe kıssası hakkında yaptıkları
değerlendirmeleri ise kıssayı doğru kabul edenler ve etmeyenler olarak iki
grupta mütalaa edebilir. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki " yorumları
" birbirine zıt olmuş ve Kuran'ın yorum zenginliğini tahdit etmiştir. Hâlbuki
Tevbe sûresi 75. âyetine ve sebeb-i nüzulü olarak nakledilen Sa'lebe kissasına,
önerdiğimiz ilkeler ışığında bakılmış olsaydı Kurân-ı Kerîm'in mâna zenginliği anlaşılacaktı.
Çünkü Kurân-ı Kerîm'le aydınlanacak hayatımızın zenginliği, onun zengin bir
biçimde yorumlanmasıyla, pratiğe taşınmasıyla mümkündür.
Üçüncü kitap: “Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzul”dür. Bu kitapta kavramlar hakkında anlatılmakta ve onların insanî bir yapıp etme
olarak düşünme faaliyetinin temel araclardan olduğu izah edilmektedir. Kavram
her türlü tecrübenin ve varolanların durumunun hepsinin üzerinde cereyan eden
bir olayın düşüncesinin oluşması ve ondan başka fikirlerin doğmasını sağlar. Kavram
bir fikirdir, bir bilgidir. İnsan bir fikri, bir bilgiyi dille ifade eder. Kavram
dille ifade edildiğinde terim adını alır. Düşünme
faaliyetinin sağlıklı yürümesi için hem kavramların hem de terimlerin bir dilde
iyi ifade edilmiş olması ve anlam çerçevesinin iyi belirlenmesi çok önemli bir
husustur. Çünkü insanın bütün iradî eylemleri, kazandığı kavramlara bağlıdır.
Tarihsellik de tarih yapan bir varlık olarak insanın, tarih
hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün durumların üzerinde cereyan
eden zihnî faaliyetinin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret
eden bir kavramdır. Yani tarihsellik, geçmişte olup biten her şeyin geçmişte
kalmasına rağmen etkisini devam ettirmesi halidir. Burada öncelikle tarihsellik
kavramını esbâb-ı nüzul çerçevesinde ele alıp inceleyerek bu kavramın doğuşunu
ve gelişimini özet bir şekilde ortaya koyulmaktadır. Bu Batı kökenli bir
kavramın kendi kültür alanımıza nasıl nakledeceği ve kullanılabileceği dair
ipuçlarını verilmektedir. Aynı zamanda burada tarihsellik yanında tarihselcilik kavramının da
Batı’ya ait olduğu, bunların kendi yaşadıkları toplumsal tecrübeler etrafında
bu kavramları oluşturduklarını ifade edilmektedir. Bu kavramlar Batı düşüncesinde ilimlerin tasnifi ile ilgili olarak,
beşerî ilimler - tabiat ilimleri ayırımı epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde
ortaya çıkmış kavramlardır. Bu asrın ortalarından itibaren tabiat ilimlerindeki
yeni keşifler, yeni teknolojilerin doğmasına sebep olunca beşerî ilimlerin
statüsü üzerindeki tartışmalar da felsefenin ana meselesi olma imtiyazını kaybetmişti.
Artık çağdaş ilim, bilim ve teknolojinin peşinden koşmakta, bilim ve teknolojinin
ortaya çıkardığı meselelere çözüm aramaktadır. Bu durum insan-tabiat
ilişkilerinde bugün bizzat yaşadığımız problemlerin ortaya çıkmasına ve devam
etmesine sebep olmuştur. Oysa İslâm,
beşerî ilimler ile tabiat ilimleri arasında organik bir ilişki görür. İnsanla
tabiatı birbirinden ayırmaz. Kâinattaki düzenin, ilâhî lütfun ve bereketin
ihsanı olduğuna dikkat çeker. İnsan bu düzende, bu sistem içerisinde diğer
varlık kategorileri arasında çok özel bir yere sahiptir. Çünkü o diğer varlık kategorilerini
(hayvan, bitki, cemadat) de fıtratında bulunduran ve kâinatta ilâhî ihsan olarak
ne bahşedilmişse kendine musahhar kılınan fiilî ve kavlî vahye muhatap olan bir
varlıktır. Yani o, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. İnsanla tabiat arasındaki
bu bütünlüğün ve köklü ilişkinin temelinde ise her iki varlığın da fıtratlarına
uygun hareket etme metodunun vahiy kaynaklı olması vardır. Kur'ân-ı Kerîm insanın sadece tarihsel varlık koşulu ile değil
bütün varlık koşulları ile uyumlu koşullara cevap veren bir ilâhî mesajdır.
Yani o fıtrata hitap eden, insanın fıtrî ihtiyaçlarını en mükemmel şekilde göz
önünde bulunduran bir kitaptır. Bu son derece olağan durumun asıl nedeni insanı
yaratan ve Kur'ân-ı Kerim'i inzâl eden varlığın tek ve bir Yüce Allah olmasıdır.
İnsanı insan yapan olgular bize, Kur'ân'ın Hz.Âdem'le başladığını
bildirdiği insanın varlığının hep aynı olduğunu gösteriyor. İşte bu insan somut
varlık bütününde temelini bulan, birbirine dayanan ve birbirini gerektiren
varlık koşullarından, olgulardan hareket etmektedir. İnsanın görevi, yaratılış
ile gelen bu kabiliyetlerinin imkânlarının farkında olmak, şuurunda olmak ve
onları vahyin gösterdiği doğrultuda geliştirmeye tüm hayatı boyunca çaba
harcamak noktasında tezahür eder. Nüzul asrı insanı da şüphesiz aktif olan yani
yapıp eden ve ne yapıp ettiğini de bilen insandı. Ayrıca duraklama tanımayan
hayatı ve onun getirdiği soruları, meseleleri ve yapılması gerekli birçok şeyi
çözmeye veya yapacaklarını sıraya koymaya çabalıyordu ve buna göre tavır
takınıyordu. Bunu ona sağlayan muhakkak ki insanın yapıp etmelerini
yöneten değer duygusudur. İnsanın yapıp etmeleri
onun tarihselliğini oluşturur. Yapıp etmeleri amaçlar, hedefler, değerler,
insanın hak ve haksızlık, dünya, doğa ve kendisi hakkındaki görüşleri, dinsel inançlar,
bilgi gibi faktörler tarafından yönetilirler. Bütün bu faktörler, insanın somut
bütünlüğünü oluşturur ve bunun için de insan, tarihsel oluşa bütün olarak, yani
bütün varlık koşulları ile katılır. O
halde sebeb-i nüzul ve nazil olan âyet dolayısıyla oluşan tarihsellik, insanın
tarihsel bir varlık oluşu bağlamında değerlendirilmelidir. Önemli olan, bu
tarihsel icraatlardan bugünün insan meselelerine çözüm bulmaya imkân verecek
ebedi ilkeleri yakalayabilmek ve onları hayata aktarıp, uygulayabilmek ve
onları amel haline getirebilmektir. Esbâb-ı
nüzulün tarihsel bir gerçek olması ile onun tarihe bağımlı olması da
birbirinden farklı şeylerdir. Çünkü esbâb-ı nüzul dinî bir fenomen olarak, hakikati,
tarihsellikten bağımsız olan bir gerçek olarak da düşünülmelidir. Çünkü esbâb-ı
nüzul orijinal yorum-orijinal tarihtir. Dolayısıyla Kur'ân daima yaşanan hayatla
iç içe ve insan sorularına cevap veren bir kutsal kitap olma özelliğini sürdürür.
Kur'ân, ilâhî iradenin meşîetiyle (Allah'ın buyurmasıyla,
isteğiyle) inzâl olunmuştur. Dış etkenlerin ortaya çıkışı (nüzul sebepleri gibi)
onun indirilişinin gerçek sebebi değildir. Çünkü benzer insanî yapıp etmelerin
o dönemde dünyanın başka yerlerinde de cereyan ettiği bir gerçektir. Hâlbuki
Kur'ân, ilm-i ilâhinin murad ettiği hikmete binaen bilinen ortamda nazil
olmuştur. Hayat şekilleri değişse dahi insan
ve onun karakteri (fıtratı), bu sebeple meydana gelen hâdiseler, meseleler,
sorular devam ediyor. Kur'ân-ı Kerîm'i kendisine hidayet rehberi edinen insan,
nüzul sebeplerini ve onun tarihselliğini bu bağlamda değerlendirirse onu
anlamada yeni boyutlar keşfedebilir. İnsan, Kur’ân-ı Kerîm'i kendi gerçekliğine
aktarıp onu amel (eylem-üretim ) haline getirebilir.