Muharrem Metin Özbek
23912711
Tefsir Yüksek Lisans, Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri II Dersi
Bilginin bütünlüğü ile Tefsir Tarihi-Hadis Tarihi-Fıkıh Tarihi okumanıza ilişkin değerlendirmenizi “bilginin bütünlüğü” ile disiplinler arası iş birliği bakışıyla yazınız.
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerimi; insanlığı dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırmak maksadıyla resulünün diliyle Arapça olarak indirerek, ilk muhataplarının aracısız anlamalarını amaçlamıştır. Sahabe anlamakta zorlandıkları konuları Hz. Peygamber’e (s.a.v) sormuştur. Hz. Peygamberin (s.a.v) iki esas görevi; gelen ayetleri topluma tebliğ etmek (oku, okut, ezberle, ezberlet, yazdır) ve tebyîn etmek, diğer bir deyişle; açıklamak, anlatmak, uygulatmak yani bilinçli bir eyleme dönüştürmektir. Allah Teâlâ’nın emrettiği esaslar çerçevesinde, Kur’an-ı Kerim’in rehberliğinde ve Hz. Peygamberin örnek kişiliğinde salih insanların oluşturduğu bir toplum inşası amaçlanmıştır. Hz. Peygambere ilk gelen ve insanı anlatan, insanla ilgili olanı ortaya koyan ayetler insana, “yaşam boyu eğitimi” zorunlu kılmaktadır. Hz. Peygamber bütün hayatı boyunca bu ilkeyi tatbik etmiş, Kur’an ahlakı ile ahlaklanmış ve ümmetini kadın-erkek ilim tahsiline, Kur’an’ı yaşamaya yönlendirmiştir. Başlangıçta Kur’an’ın dili ile muhatap toplumun dili aynı olduğundan anlaşılmasında büyük bir problem çıkmamıştı.
Hz. Peygamberin vefatını müteakip, devletin topraklarının gelişmesi, farklı dinler ve etnik kökenlere mensup insanların İslamiyet’i kabul etmeleri sonucunda ortaya çıkan ihtiyaçlar, sorunlar ve problemlere cevap olabilmesi amacıyla; Kur’an’ın farklı dillere tercümesi, tefsiri veya o insanların Arapça öğrenmeye teşebbüsleri, erken dönemde Me’ani’l Kur’an, Mecazi’l Kur’an, Garibu’l Kur’an ve lügavî tefsirlerin telif edilmesi sonucunu doğurmuştur.
Tarihsel süreç içerisinde nüzul döneminden/ortamından uzaklaşılması sonucunda Kur’an ilimlerinin gelişmesine ve kullandığı kaynakların genişlemesine yol açmıştır. Ayetlerde Allah Teâlâ’nın maksadının ne olduğunu ortaya çıkarmak için; vahiy ortamını, sebeb-i nüzulü ile siyak-sibakını yani sözün bağlamını bilme gereği hissedilmeye başlanmıştır. İslam dininin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Diğer taraftan ayetlerin nüzul sebeplerini, nüzul ortamını (siyak-sibakını, bağlamını), ibadet ve muamelata dair hususların detaylarını ve uygulama usullerini, toplumsal yaşamı düzenleyen kuralları vazeden hadisler de Kur’an’da belirtildiği gibi büyük önemi haiz olup İslam dininin ikinci derecede kaynağı olarak kabul edilmiştir. Bu aşamada Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerini içeren hadisleri Kur’an’ın anlaşılmasında temel vasıta, Kur’an’da bulunmayan hususlarda da temel kaynak olarak kabul edilmiştir.
Gelişen toplumlarda hayatın ihtiyaçlarına Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamberin sünneti esas alınarak üretilen çözümler fıkıh ilminin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Fıkıh terimi; başlangıçta ayet ve hadislerin derin bir şekilde anlaşılması, inceliklerinin kavranması anlamında kullanılırken, zamanla yaşamın gereklerine hitap eden, hayatın ihtiyaçlarına cevap veren hükümleri içeren, gerektiğinde üreten birikimsel bir ilim haline gelmiştir. Fıkıh ilmi insanların yaşamına dokunan, toplumsal yaşamı düzenleyen normatif bir anlayış kazanmıştır. Yani vahyin pratik olarak ne anlama geldiğini, nasıl anlaşılması ve nasıl uygulanması gerektiğini ortaya koymuştur. Hz. Peygamber’e inen ilk vahiyden günümüze kadar hayatın her alanında ihtiyaç duyulan, etkisi hissedilen ve düzenleyici rolü ile toplumsal hayatın önemli bir aktörü olmuştur.
Tefsir ilmi Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin anlaşılmasında; Hz. Peygamber ve sahabelerinden gelen rivayetlerle birlikte bazı diğer ilimlerden de istifade eder. Bu ilimlerin birçoğu dil ile doğrudan ilişkilidir. Çünkü dil kültürün ürünü ve düşüncenin ifadesi olarak birbirinden ayrı düşünülmez. Allah Teâlâ’nın kitabının birçok yerinde Kur’an-ı Kerimin apaçık Arapça indirildiğini vurgulaması; o dönemin anlayışına ve toplumun yaşamına onların lisanı ve düşünüş şekliyle hitapta ve müdahalede bulunduğu anlamına gelmektedir. Bu durum tefsir ilminin ilişki içinde olduğu ilimlerin birçoğunun toplumun dili, tarihi, psikolojisi ve sosyolojisi ile münasebetini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bir metnin anlaşılması için öncelikle metnin dilinin anlaşılması gereklidir. Bu gereklilik varlıkla dil arasındaki ilişkinin doğal sonucudur. Kur’an-ı Kerim’de her kelime, bağlamıyla ve ayet bütünlüğü içerisinde bir anlam kazanır. Kelimeleri bağlamından ayrı düşünerek ve cümle bütünlüğünden koparılarak anlamlandırmaya çalışmak ifade ettiği hüküm ve anlamdan çok farklı sonuçlara götürür. Gerçek anlamıyla irtibatları kopar ve içeriklerini kaybeder. Bağlamdan bağımsız ve bütünden uzak anlam arayışlarıyla başarı ihtimali yoktur. Tefsir, Fıkıh ve Hadis ilimlerinin bağlantıları ve birbirinden ayrılamayışları bu ilmi bütünlüğün doğal sonucudur.
Bütünlük teriminin felsefi tanımını şöyle yapmak mümkündür; bir nesnenin tüm temel özelliklerini, yanlarını ve ilişkilerini kucaklayan, bu nesnenin hususi (kendine özgü), benzersiz karakterini belirleyen, ona organize bir yapı kazandıran ve bu unsurların bir araya gelmesiyle varlık kazanan (tastamamlık, nesnenin kendi iç kesinliği) şeydir. Bir “bütün olarak Kur’an-ı Kerim” kavramı, Kur’an’ın tüm özelliklerini, yanlarını ve bütünlüğüne ait veçheleri ve bunlar arasındaki ilişkileri kucaklayan, kendisinin hususi, mu’ciz vahiy mahsulü karakterini belirleyen tastamamlık, kendi iç kesinliği ve bunların tümünün oluşturduğu sistem anlamındadır.
Bilginin bütünlüğü ifadesiyle kastedilen şey; bir konu anlamdırılırken ilgili bütün disiplinlerin katkılarıyla konunun bütün yönleriyle araştırılması, aralarındaki irtibatlarla birlikte organize yapının kendi iç kesinliği içerisinde ortaya konulmasıdır. Burada parçaları tesadüfen bir araya gelmiş veya birleşmiş bir yapıdan ziyade, ‘bütünün’ içsel kurallarıyla belirlenmiş, sistemli ve uyumlu bir bütün, (Gestalt) bir yapı kastedilmektedir.
Kur’an-ı Kerimi anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için farklı disiplinler aracılığıyla onun bütün veçheleriyle incelenmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’e bütüncül bakmak, onun doğru anlaşılması için zaruridir ve yanlış anlamaların önüne geçer. Tefsir ilmi vasıtasıyla Kur’an-ı Kerimin nüzul döneminde ilk muhatapların nasıl anladığını ortaya çıkarmak, onların zihinlerinde beliren manayı anlayabilmek için hadis ilmine müracaat etmek gereklidir. Aynı şekilde tefsir ilminin ortaya koyduğu manadan hüküm istinbâtı (içtihat ve kavrayış yoluyla naslardan hüküm çıkarmak) için de fıkıh ilmine başvurmak gerekmektedir.
Bu değerlendirmeler ışığında; bilgi parçalanamayan (Gestalt) bir bütünlüğe sahiptir, denilebilir. Doğru anlam, ancak uygun usullerle, disiplinler arası çalışma sonucunda elde edilebilir. Bütün ilimler birbiri ile ilişki halindedir ve hepsi ilahî ilmi bir önüyle kavramaya çalışma gayreti içerisindedir. Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimleri Allah Teâlâ’nın yüce kitabında zikrettiği muradının tam ve doğru bir şekilde anlaşılması için koordineli ve bir bütünlük içerisinde hareket ederler. Her ilimi disiplin kendine has usullerle elde ettiği bilgi parçalarını, bütünün elde edilmesi amacıyla, diğer disiplinleri kullanımına sunar ve bu şekilde vahyin ürünü bir “bütün olarak Kur’an-ı Kerim” eksiksiz ve doğru olarak anlaşılmış olur. Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması için bilginin bütünlüğü prensibi yadsınmaz bir gerekliliktir.
Zülal KAYA
23912713
Tefsir Yüksek
Lisans, Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri II Dersi
Kur’ân-ı Kerim Hicri 610 yılında Mekke’de Hz.
Muhammed’e (a.s.) inmeye başlamıştır. Bu iniş 23 yıl boyunca devam etmiştir.
Vahiy meleği olan Cebrail Hz. Muhammed’e doğrudan Allah’tan aldığı vahiyleri
iletmiştir. Kur’ân-ı Kerim doğrudan Allah’tan gelmesi hasebiyle ilah merkezli
bir kitaptır. İndirdiği kitabın içerisinde tek ve sonsuz yaratıcının o olduğu,
her şeyden uzak ezeli ve ebedi olduğunu, görünen görünmeyen her türlü canlının
Rabbi olduğunu sayısız ayette buyurmuştur. Yüce Allah bu çok yönlü kitabını bir
tek şey için indirmiştir; o da insanın ta kendisidir. Allah’ı Teâlâ kutsal
kitabında insanın hem dünya hem de ahiret mutluğunu istemiş, bunun içinde
yapılması gereken her şeyi kitabında açıklamıştır. İnsana indirdiği bu kitabı
onları en iyi anlayacak bir insana yani Resul’e açıklatmıştır.
Günümüzde
son şeklini almış Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimleri içerisinde çok yönlü unsurlar
barındırmaktadır. Her ilim, oluşum safhasına kadar arkasında birer tarih bırakmıştır.
Peygamber ve sahabe sonrası anlayış şekilleri yaşayış şekillerine paralel
olarak değişim göstermiştir. Kur’ân-ı
Kerim’in neredeyse her ayet yahut her konusunda farklı ve çeşitli görüşler
ortaya atılmış, yüzlerce kitapların telif edilmesine sebep olmuştur. Bu
kitaplar İslam ümmeti için büyük bir kaynak haline gelmiştir. Başta Kur’ân-ı
Kerim esas alınarak bu kitaplar okunmalı ve Kur’ân ışığında ilkeler
çıkartılmalıdır.
Tefsir
Tarihi kendi içerisinde peygamber ve sahabe döneminden sonra tabiîn devrinde
zirvesine ulaşmış, artık müfessirler kendilerine ulaşan bilgileri en sahih olgu
olan peygambere ulaştırma adına isnâdla ile aktarmaya başlamıştır. Bu uğraş sonucunda
tabiîn devrinde onlarca eser oluşmuştur. Bu bilgi birikimi hadisin de temelini
oluşturan tarîk ve isnâd atıflarıyla aktarılmıştır. Sonrasında yazılan büyük
hadis eserleri Buhârî ve Müslim gibi alimler hadis kitaplarında tefsir bahsini
ayrı vererek, ellerine ulaşan bilgiyi en önemli yol olan isnâd ile bir sonraki
devre aktarmıştır.
Fıkıh
ilmi de kendi içerisinde bir tarihi barındırmaktadır. Yaşam şekilleri,
sınırların genişlemesi, anlayış ve kavrayışların değişmesi gibi daha birçok
unsur fıkhî izahların artmasına sebep olmuştur. Kur’ân’ın temel kaideleri ve peygamberimizin
sahih hadisleri ışığında Müslüman tebaanın birçok sorununa çözüm olmuşlardır.
Bütün bu
ilimler ve dahası, birbirinden beslenmekte hatta birbiri için vazgeçilmez birer
kaynak konumunda olmaktadır. O yüzden hangi ilim, hangi tarih olursa olsun bir
konuda sahih isnâdlarla peygambere ulaşma ve Kur’ân’ı en doğru şekilde açıklama
düsturu sahabeden kalan bir miras konumundadır. Her ilmin tarihine bakıldığında
o ana kadar gelen bir bağlam ve arka plan olduğu unutulmamalıdır. Bu anlayış
ile yaklaşıldığında her ilmin birbirine bağımlı ve birbirini etkileyen bir etkisi
olduğu açıkça görülmektedir.
Kübra ÇELİK
23912709
Tefsir Yüksek Lisans, Hadis Eserlerinde Tefsir
Rivayetleri II Dersi
Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in
nazil olduğu dönemde, İslâmî ilimler olarak adlandırdığımız bilgi alanları
henüz teşekkül etmiş değildi. Disiplin anlamında tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh
gibi ilimler yoktu. Ancak bunların her birine konu teşkil eden hayatın
kesitleri mevcuttu ve insanlar bu kesitlerdeki ihtiyaçlarını yerli kültür ve
mevcut geleneğe göre bir şekilde karşılıyorlardı. İslâm’ın önerileri pratikten
hareket etmekte, insanların evde, çarşıda, pazarda, iş hayatında cereyan eden
tutum ve davranışlarını değiştirmekte idi. Günlük hayatın değişmesine paralel
olarak da itikat, ibadet, muamelat ve ahlâk alanında önce fertlerin, arkasından
da toplumun tutum ve davranışları değişiyordu. Hayatı olumlu yönde dönüştürmeyi
amaç edinen Kur’ân’da fert ve cemiyet hayatının tüm alanlarına ilişkin kural ve
esaslar getirmiş, pratik yöntemler önermiştir. İslâmî ilimler de bu kural ve
esaslardan hareketle düzenlemeler yapma yoluna gitmiştir. Başlangıçta bu
hususlar birbirleri ile iç içe idi ve tümü birden bir bütünü oluşturuyordu. Bu
nedenle söz konusu ilimlere konu olan hususlar, Hz. Peygamber’in hadislerinde
“İslâm binası” olarak ifade edilmiştir. Bu ifade dinî hayatın bütüncül yapısını
ifade etme bakımından önemlidir.
Fütûhatla
İslâm coğrafyası genişleyip Müslümanlar farklı kültür ve geleneklerle karşı
karşıya gelince, sözkonusu kültürü ve gelenekleri dönüştürmek ve bu
coğrafyalarda yaşayan insanları İslâm’la buluşturmak için yeni metot ve yeni
disiplinlere ihtiyaç hâsıl oldu. Hayat teorik ve pratik alanlar olarak
ayrılıyordu. İslâm’da da buna paralel olarak teorik ve pratik konulara cevap
vermek üzere akāid ve fıkıh ilimlerinin inşasına ihtiyaç duyuldu. Problem
bağlamında bu ilimler oluşunca, bu defa söz konusu problemlerin
temellendirilmesi yeni yöntemlere gereksinim duyuldu. Bunun sonucu olan kelâm
ve usûl-i fıkıh ilimleri ihdas edildi. Hem akāid ve fıkıh, hem de kelâm ve
usûl-i fıkıh kendilerini dine bağlı olarak ifade edebilmek için kaynak ve
malzemeye ihtiyaç duydular. Dinin kaynağını Allah’ın kelâmı ve Resülünün
hadisleri oluşturuyordu. Bu defa bunların tespit ve tevili ile meşgul olan
tefsir ve hadis ilimleri ihdas edildi. Böylece İslâm binası ikisi malzeme ile,
ikisi de problemlerle ilgili olmak üzere dört asıldan oluşan bir yapı şekline büründü.
Akāid / Kelâm ve fıkıh / usul-i fıkıh temelinden çatısına binanın iskelet ve
ünitelerini oluşturan yapısını; tefsir ve hadis ise bu yapının oluşturulmasını
sağlayan demir, kum, çakıl, çimento gibi malzemelerini teşkil etti. Dolayısıyla
“İslâm binası”nın oluşturulmasında söz konusu disiplinlerden hiç biri ihmal
edilemez, dışarıda bırakılamaz, gereksiz ve lüzumsuz görülemez. Aralarında tam
bir telâzüm (karşılıklı bağımlılık) ilişkisi söz konusudur. Sözkonusu ilimler
İslâm’ın teori ve pratiğinin kurucu disiplinleridir.
Zamanla bu ilimlerde onları
oluşturan kurucu düşünce ve ruhta gevşemeler, esnemeler, hatta kısmen sapmalar
oldu. Bunun sonucunda İslâmî ilimler arasındaki geçişlilik bağları ihmal
edildi. Bu ilişkiyi insan bedeni üzerinden temellendirecek olursak esasında
vücudun organları arasında tam bir uyum sözkonusu ve birindeki rahatsızlığın
diğenlerini de etkilediği kabul edilirken, zamanla bir uzuvda hissedilen
rahatsızlığın diğer uzuvlarla irtibatının olabileceği göz ardı edildi. Bunun
sonunda problemlerin teşhisinde zorlanılmaya başlandı.
Günümüzde İslâmî ilimlerin
önemli sorunlarından biri ortaya çıkış sürecinde hayatın değişik alanlarını
paylaşarak inşa ettikleri modüler yapıyı, hiyerarşiyi ve ortak dili koruyamamış
olmalarıdır. Bu durum aslında sadece İslam ilimleri için değil , beşeri ilimler
için de söz konusudur. Hangi alanı veya konuyu çalışırsak çalışalım İslâm’ın
birlik, bütünlük ve evrensellik ilkesini göz önüne almamızın bizleri daha doğru
sonuçlara götüreceği muhakkaktır. İçinde bulunduğumuz bilgi çağındaki yeni
gelişme ve değişmeler ışığında, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlarla birlikte mahiyetlerini,
amaçlarını, mebde ve meselelerini yeniden ele alarak İslâmî ilimlerin tamamında
sistematik ve içeriklerinde gerekli düzenlemeler, ıslah ve geliştirmeler yapılmalı.
Temel İslâm Bilimleri ,bir bütün haline getirilmelidir.
Selçuk Doğru
23912731
Tefsir Yüksek Lisans, Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri II Dersi
Hz. Peygamber müslümanlara İslam dinini bırakmıştır. Müslümanlar ise hz. Peygamberden sonra büyük bir ilim geleneği inşaa etmiştir. Bu ilimler birbirinden bağımsız değil hepsi birbiri ile ilişkilidir. Örnek vermek gerekirse pratik hayata dair uygulamarımızı fıkıh belirler. Fıkhın en temel kaynağı ise yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an'ı ise bize hz. Peygamber açıklar. Bu açıklama ve izahları ise bize hadis ilmi nakleder. Fıkıh bunları bir bütün halinde değerlerndirip ortaya bir hüküm koyar. Dolayısıyla hiçbir ilmi disiplin birbirinden bağımsız değerledirilemez. Ayrıca bu ilimlerin tarihi gelişimleri de kaçınılmaz olarak birbiri ile yakından ilgilidir.
İnsanlığın hayat kitabı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı
Kerim’in yaşanılırlığını mümkün kılan ise Kur’an'ı inzal eden zâtın son elçisi
olan Hz. Muhammed’ dir(sav). Kur’an’ın hayata uygulanması demek; ondan ilkeler
çıkarmak ve bu ilkeleri uygulanabilecek tarza kavuşturmak demektir. Bütün
İslamî ilimler Kur’an’dan, Kur’an’ın mübeyyini olan Peygamber Efendimizin(sav)
sünnetinden neş’et etmektedir. Zira dinimizin temel kaynakları Allah’ın kitabı
ve peygamberinin sünnetidir. Bir ayetin doğru anlaşılabilmesi için, bu kitabı
bize ders vermek için tavzif edilen zâtın(sav) sözlerine, ilk muhatapların
anlayışlarına, ayetin sebeb-i nüzulüne, ayetin indirildiği tarihin sosyal
yapısına, o tarihteki dilin yapısına vb. bütün hususlara dikkat etmek gerekir.
Bu saydığımız hususların her biri de zaten bir İslamî ilmin konusudur. Yani Tefsir; Kur’an’ı doğru anlamak, Hadis;
Kur’an’ı en doğru anlayanın anladıklarını tespit etmek, Fıkıh; Kur’an ve Sünnet’
i pratiğe geçirmek için yapılan faaliyetin adıdır. Sadece bu ilimler değil,
nüzul sürecindeki insanın ve toplumun psikolojisi, gelenek görenekleri, içinde
yaşadıkları bölgenin coğrafi koşulları vb. bütün disiplinler ayetlerin doğru
anlaşılıp yorumlanmasında etkisi olan alanlardır. Dolayısıyla Kur’an’ın doğru
anlaşılması hususunda ilgili bütün disiplinlerden istifade etmek gerekir.