Allah’ın en Kiymetli ve Sevilen Yaratik İnsandir
Giriş
Her zaman Allah’ten uzaklaştı, insan kendisine bu sorular soruyor: Neden biz bu dünyaya geldik ? Ne ister bizden bu evren? Ben neden bu gezegendeyim? Nerden Nereye! Bu Hayatta, insanlar farklı yollara gider bunların cevabı aramak icin. Her kişi kendi yoluna çikiyor ve bu geziye insanın özel hayatı denir. Şaşırtıcı bir ortamda yaşıyoruz ve çevremizdeki evren düzenlendiği ve organize olduğu için, bizim gibi kendisinden gelmedi. Çünkü en küçük ve doğru kısımlarında, kapsamlı ve eksiksiz doğasında örgütlendi. Kendisine bakan bir organizatör veya yaratıcıya sahip olmalı ve bu organizatör bizi yapan ilahi kaynak olmalıdır. Burası tanrı kelimesi, görmediğimiz enerji anlamına gelir, ancak her şeyi inanılmaz bir güçle yönetir ve çalıştırır.
Bu makala, Allah’ın ınsanı sevgisi ve yükseletmesi ve onun karşısı insanın yaşadığı evreninde varlıkları etkisi ve sorumluğudığını bahsediyor. Nasıl bu evren başladı ve nasıl gelişiyor hatta içindeki insanın rölü nedir. Allah, dünyamızı yaratmış ve onda İnsan varlıkların en üstü mekamını vermış. Allah insanları sever ve onlarından olumlu ve doğru davranla dünyayı adalet ve iyilikle inşa etmesini istiyor. Bu nedenle Kuran indirilmiş ve Hz. Peygamber model olarak gönderilmiş. Kuran insanın yol harıtasıdır ve Hz. Pegamberimiz tüm insanlığına rehberdir.
“ İnsan, geçmişten kendine uzanan çizgiyi her şeyden önce kendisini
tanımak, bugün bulunduğu yeri, araya tam olarak nasıl geldiğini anlamak için
bilmek ister. Bu amaçla, “Ben kimim?” Sorusunu sorar.kimliğini, geçmişini,
bugününü oluşturan koşulları bilerek bu soruya cevap verebileceğini var sayar.
Öte yandan bugünü kavrayabilmeyi amaçlayan her caba, kendini yalnızca bugünle
sinirlayamaz. Çünkü bütün bugünler, bir sebep-sonuç ilişkisi içinde, dünler,n
tamamının sonucudur. Bu hem bireylerin hem de toplumların bugünler ve dünleri
için geçerli olan bir kuraldır.”[1]
İnsan, bir toplumda yaşayan sosyal bir varlıktır, yalnız yaşayamaz. Eski çağdan günümüze, insan çevresine uyum sağlamaya ve faydalarını kullanmaya çalışır. Tanrı ona mantık ve irade verdi ve onu bu gezegende hayvanlar, bitkiler ve cansız nesneler de dahil olmak üzere yaratıklardan daha iyi yaptı ve yeryüzüne iyilik ve adalet yaymak için alay etti. Hatta onu yalnız bırakmadı bılaksı ona doğru yolu Kuran’da gösterdi ve Hz. Muhammad Sünneti iyi eylemleri ve Kuranın maksadı açıkladı.
Kuran’ın ilk indirlmiş Ayeti Al-Alaq Süresinde “oku” emretti ve o tüm ınsanlık için bır mesaj ve ilim ve hakıkat arama bir çağrıdır. Hz. Peygamber, Sahabılara Kuran okuma yöntem öğretmiş. Sahabalar on ayet kadar okudu, düşündü ve anladılar sonra bu ayettlerıla yaşadılar sonraki yeni ayetler geçtiler. Bu Kuranın yaşamak terzi gibi öğrendiler Bu yüzden güçlü bir mümin nesillerdi ve dünyaya adalet ve iyilik yaydılar. Günümüzdeki insanlar, Kuran okumuyorlar yada doğru yöntemile onu tefekkür etmiyorlar ve onları medeniyet yaşam dinden uzaklaştırdı ve maalasaf yollarınıda kayboldu ve kendilerine “ Kimim? ” yeniden soru soruyorlar.
“ Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır.” Yuce Allah buyuyorki Tin Süresinde dördüncü ayettir. Evrende Allah, varlıkların türlerinden İnsan en yükseklendir. Allah, diğer varlık türlerini, insanın yararına sunmuştur (Câsiye suresi, 13. ayet). Biçimsel anlamdaki güzelliği yanında Allah, insanı anlama, idrak etme, yorumlama, konuşma ve bilgi üretme güçleriyle donatmıştır. Sonuç olarak insan, evrenin en onurlu varlığıdır (İsra suresi, 70. ayet).
Evrenin en yüce varlığı olan insan, dünyanın gidişatından sorumludur. Onu temiz maddı ve manavı olarak güzel ve sağlıklı bir makan sağlanacak. Bu sorumluluğu aştında kalkmaz o zaman varlıkların en alt maddeler seviyesine düşmüş olur ve Kur’an buna “esfel-i sâfilîn” der. Üstün varlık olan insanın bulunduğu yüce konumdan düşmesini Yüce Allah istemez. Bu sebeple Kur’an, insana iç ve dış hasımlarını insana tanıtmıştır. İnsanı , kötü tutkular, arkadaşlar, her türden günahlar, şeytan, kötü çevre ve cehalet nefret eder. Tüm bunlara karşı nasıl duracak, onu Kuran öğretiyor. Müslümanlar insanlığın ortak amaçları uğruna çalışmalıdırlar. Bilime, sanata, düşünceye yeterince katkı sağlamalıdırlar. Onlar da insan olarak evrenin en üstün varlığı olduklarının bilincini hiçbir şekilde kaybetmemelidirler.
İnsan, hayatını diğer insanlar ve varlıklarla paylaşarak birlikte yaşar ve insanlarla ilişkilerinde hem eğitir hem de eğitilir. Bu durumun insanın öğrenme etkinliğinde çok önemli yeri vardır. İnsan eğiten ve eğitilen bir varlık olarak bu kabiliyetini bir de “model alma” yönünde kullanır. İlk modellerimiz anne ve babamızdır. Aslında modeller, hayatta karşılaşacağımız problemler karşısında nasıl cevap vereceğimizi, problemleri nasıl çözeceğimizi, güzel ve uygun olan şeylerin hayata nasıl katılacağını bizlere öğretirler. Kur’an, peygamberleri model almamızı öğütler ve bu olguyu “üsve” terimiyle ifade eder (Mümtehine suresi, 4. ayet). Hz. Muhammed de insanlara model olarak gönderilen son elçidir. Kur’an-ı Kerim, onun model oluşunu şöyle belirtmektedir: “And olsun Allah’ın elçisinde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek / model vardır.” (Ahzab suresi, 21. ayet) Peygamberimiz Hz. Muhammed, mükemmel bir baba, iyi bir eş, iyi bir komşudur. O, en güzel eğitici ve en güzel arkadaştır.
İnsan en üstün varlıklarınden olduğunu göre, tabıat ve güzellikleri kurmak sorumludır. Bu nimetler Allah’tan lütfudur ve insanın görevi tüm varlıkların hayatını kolaylaştırmaktadır. Çünkü o bu evrende Tanrının halefıdır ve dünyayı iyi , adalet ve barşla doldurmak onun roldur. Bu sayısız nimet karşılığında bunları karşılıksız olarak bize veren Yüce Allaha şükretmek gerekiyor ve nimetlere teşekkür etmek, güzelliklerin artmasının da sebebidir. “Allah odur ki yerküreyi size kalacağınız yer, göğü de bina yaptı; sizi şekillendirdi, şekillerinizi de güzel yaptı ve sizi güzel rızklarla besledi. İşte Rabb’iniz Allah budur. Bütün âlemleri yaratan Allah, ne yücedir.” (Mü’min suresi, 64. ayet). Kur’an, canlı-cansız bütün varlıkların bir dilinin ve bilincinin olduğunu belirtmektedir: “Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, onu tesbih ederler. Onu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O hâlimdir, çok bağışlayandır”(İsrâ suresi, 44. ayet)
Allah insanlarından yakındır ve onu Kur’an’da belirtmektedir. Allah şöyle buyurur: “Kullarım sana beni sorduklarında bilin ki ben onlara çok yakınım...” (Bakara 2:186); “...Bilin ki Allah, insanla kalbi arasına girer...” (Enfâl 8:24) ; “...Ve biz insana şah damarından daha yakınız...” (Kâf 50:16). Bu, Allah’ın insanı yaratmayla başlayan bir yakınlıktır. Çünkü Allah, insanı yaratmış ve ona ruhundan üflemiştir. Bu sebeble Allah’la insan arasında kopmaz bir bağ oluşmuştur.
Allah, yarattığı insanı sahipsiz bırakmaz. Onun büyüyüp yetişmesi için her türlü imkânları verir. Onu çok yakın ve yaratıcını oldunduğu onun ne düşündüğünü ve ne yaptığını bilir. Allah’ın bize karşı bu yakın ilgisi karşısında biz de onun yakınlığına ibadetlerimizle, dualarımızla ve güzel eylemlerimizle karşılık vermeye çalışırız. Sıkıntılarımızı, dertlerimizi ve çaresizliklerimizi hep onunla paylaşırız. Dualarımız ve yakarışlarımız onadır. Bizi seven ve sevgisi her şeyi kuşatan Allah’ı severiz. Yakınlığından korkmak yerine dinginliğe ve huzura erişiriz. Nitekim müminin kendini Allah’a en yakın hissettiği anlardan biri secde anıdır. Bizler o anda onun sevgisi ve feyziyle dolarız. Böyle yakın bir Allah anlayışıyla yetişen insan, hayatı daha merhametli ve sevecen olarak anlamlandırır. Hiçbir varlığın hukukuna saldırmaz. Dünyayı cennetleştirmek ister. Allah’ın sevgisini kazanmak için, biz de işlerimizle, eylemlerimizle, sevgimizle, dua ve ibadetlerimizle ona yakın olmayı başarabiliriz.
"Allah Bizi Seviyor" ne güzel ve huzurlu duyguları veren sözcüklerdir. “sevgi” İslamda anahtar kelimedir.Allah, sevgisini hak kazanan insanları şu sıfatlarla ifade etmiştir; Ruh ve beden olarak temiz olanlar, bilinçli bir şekilde kulluk edenler, adaletli davrananlar, davranışları güzel olup itici davranmayanlar, sabırlı olanlar, yalnızca Allah’a güvenip dayananlar, kendi yolunda çok yönlü çalışıp değer üretenler ve Hz. Muhammed’e uyanlar. Sevgi olgusunu daha iyi anlayabilmek için konuyu bir de karşıt yönden ele alırsak Allah’ın; yalan söyleyenleri, ihanet edenleri, zalimleri, hakikati inkâr edenleri, kibirlenenleri, başkalarına karşı övünenleri, şımarıkları ve iki yüzlüleri sevmediğini görürüz. Allah’ın insanlara olan sevgisini ve şefkatini Kur’an; “er-Rahman”, “er-Rahîm” ve “Vedûd” sıfat isimleriyle ifade eder. Her olumlu işe başlarken bu iki sıfat ismin geçtiği “Besmele” ile başlamak bizim de Allah’ın sıfatlarıyla donanarak sevgi temelli bir dünya kurmaya karar vermemiz demektir.
Allah, insanları en değerli ve seven varlığı ve insan onu ne kadar teşek eder yetmez. Aynı zamanda Allah’ı biz de ne kadar çok tanırsak o kadar çok severiz. Güzel eylemleri içtenlikle çoğaltırsak o bizi sevdiği gibi başkalarına da sevdirir. Çünkü biz sevmeyi, sevginin kaynağı olan Allah’tan alıyoruz. Bu sevgiyi ne kadar diri tutar ve hayata yansıtabilirsek, iç dünyamızda büyütebilirsek yaratılış amacımıza da hizmet etmiş oluruz. Onun için Peygamberimiz; “Sevmeyende ve sevilmeyende hayır yoktur.” buyurmuştur. Ayrıca sevgi paylaşıldıkça büyür. Hz. Peygamber bunun için; “İnsan kendisi için sevdiğini mü’min kardeşi için sevmedikçe mükemmel bir şekilde iman etmiş olmaz.” buyurmuştur.
[1] Serinsu, Ahmet Nedim. Pro. Dr. , Tefsir Tarihi Atlası ve Uygulama Haritaları,1. Baskı. Ocak 2019,Grafiker Yayınları, Ankara, 058.
Kaynaklar
Kuran el-Karimi
Tefsir Tarihi Atlası ve Uygulama Haritaları, Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu
Karakter E[itim Adab Talimi, ünite 8
HATİCE KAYA
19922729
TEFSİR DOKTORA
KUR’AN’LA KARAKTER İNŞASI
Sevinç, hüzün, umut, yeis, merhamet, öfke, heyecan, korku,
memnuniyet, gurur, utanç, hoşnutluk gibi onlarca farklı duygunun çeşitli
tonlarında gezinip duran insan, insanlık tarihinin ilk gününden itibaren,
içinde bulunduğu hayat denilen bu akışı anlamlandırma çabası içinde olmuştur. İnsanoğlu;
düşünce dünyası, hayatın içinde şahit olduğu birbirinden bağımsız gibi görünen
yaşam örüntüleri ve birçok farklı kaynaktan edindiği bilgi birikimi ile,
yaşadığı bu hayatın boş ve rastgele olmadığını fark etmiş, onun anlamını
yakalama çabasını hep sürdürmüştür.
“İnsan çeşitli durumlar içinde yaşar. Bu durumlar, insanı
hayatın gerçekleri ile karşı karşıya getirir, hatta sürükler. İnsan yaşamını
sürdürmek için bu durumlara bir anlam vermek, onlarda bir değer görmek zorundadır.
İnsan içinde yaşadığı durumlara bir anlam veremediği, onlarda bir değer
göremediği zaman, onun yapıp etmeleri sona erer. O artık yaşayamaz. İnsanın bu
durumlardan sıyrılabilmesi, onlarla başa çıkması, ancak insanda kendisini yapıp
etmelerine verebilecek bir gücün bulunmasına bağlıdır. Bu güç imandır.”(Takiyyuddin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi,
s.168)
İnsan için hayatı anlamlı kılan onun imanıdır. Müslüman insan
özelinde ele aldığımızda onun hayatını anlamlandıran, iman ettiği Allah
tarafından gönderilen Kur’an’dır. Kur’an insanoğluna, insan davranışlarını
yöneten değerleriyle ışık tutar ve yol gösterir. Müslüman, kutsal kitabından
çıkardığı ilkelerle hayatını düzenler ve ona yön verir. Hayat kitabı Kur’an’dan
eşref-i mahlukat olduğunu öğrenen ve en güzel yaratılışla yaratıldığını fark
eden insan, bu farkındalığıyla üzerine düşen sorumlulukların da bilincine
varır. Çünkü o Allah’ın yeryüzündeki halifesidir, dünyanın gidişatından
sorumludur. Din olarak İslam’ı seçmenin, aynı zamanda insanlığın ortak değerleri
olan bilim, sanat ve düşünceye katkı sağlamak olduğunu idrakinde olan müslüman
iki gününün denk olmaması için çaba gösterir ve daima gelişir. Kendi yapıp
etmelerinin neticesinde bozulan düzenin yeniden inşasından da yine o
sorumludur. Aksi taktirde ‘ahsen-i takvim’ mertebesinden ‘esfel-i safilin’ e doğru
bir düşüş yaşayacaktır.
Kur’an ile hayatını anlamlandıran insan; onun yaşayan, hayata
aksettirilmiş hali olan Hz. Peygamberi kendine kılavuz edinir. Çünkü Yüce Yaratıcı
insanoğluna sözleriyle hitap etmekle kalmamış, rahmetinin bir tecellisi olarak
insanlığa rol modelini de sunmuştur. Yaşayan Kur’an Hz. Peygamber ve yine Kur’an’da
ibret verici hikayelerine yer verilen nice Peygamberler insanoğlunun hayat
serüvenine ışık tutmuş; insanın insana, hayvana, bitkiye, tabiata, evrene karşı
alacağı konum, takınacağı tutum konusunda örnek olmuştur. Bu örnekler kılavuzluğunda hayatını tanzim
eden insan, Kur’an’ın övdüğü güzel davranışlar ve bunları güzelleştiren hikmetleri;
Kur’an’ın yerdiği çirkin davranışlar ve onları çirkin yapan hususları kavrayarak
içselleştirir.
Peygamber hayatlarından dersler çıkaran Müslüman,
davranışlardaki değer ölçüsünün, davranışın yaygınlığıyla doğru orantılı
olmadığını fark eder. Nitekim Peygamberler çoğu zaman, toplumlarında yaygın
olan fakat esasında çirkinlik ihtiva eden inanç ve eylemlerle mücadele
etmiştir. O halde Kur’an’ı ve buna bağlı olarak peygamberi rehber edinen insan,
değerlerini oluştururken sağlam bilgi kaynaklarına ihtiyacı olduğunun
bilincindedir. Bu sağlam bilgi kaynakları; insanoğlunun dış donanımlarından Kur’an
ve sünnet, iç donanımlarından akıl ve vicdandır denebilir. Bu kaynakları
yerinde ve doğru kullanabilen insan ahsen-i takvim’e yaraşır doğru değerler
üretmede başarılı olacaktır.
Her türlü olumlu çabasına karşın insan, zaman zaman hatalar
yapacak, çeşitli yanılgılara düşecektir. Bu ise her şeyin sonu olmayıp belki de
eksikliklerini görüp kendini tanımada bir fırsat, daha iyi işler yapabilmek adına
bir adım olabilecektir. Bunun gerçekleşmesi için ilk şart ise hatasının
bilincinde olup, kibre ve gurura kapılmadan eksiğini itiraf ve bu eksikten
kurtulmak için göstereceği çabadır. Hata sahibi, hatasını düzelme çabası içinde
olup, aynı yanlışa düşmeyeceğine dair taahhüt verir ve sonrasında Salih Amellerle
yapıp etmelerini düzenlerse onun kötülüklerinin örtüleceği müjdelenmektedir. O halde
Müslümana yakışan hatalarından ötürü ümitsizliğe kapılmaksızın, yanlışının
farkındalığıyla; Allah’a, ailesine, topluma, insanlığa, tabiata ve kendine
karşı olumlu davranışlar geliştirip üretmeye çalışmaktır. Bu çabanın sonucunda insan,
kendisine şah damarından dahi yakın olan ve her türlü nimetleriyle kendini
kuşatarak sevgisini hissettiren yaratıcısının affına nail olacaktır.
Fiziksel varlığı ve biyolojik yapısının yanı sıra,
insanoğlunun kalbinin birçok farklı hissiyata ev sahipliği yaptığından
bahsetmiştik. Bu hislerin en kuvvetli olanlarından biri de muhakkak ki sevgi
duygusudur. Hayatını Kur’an ile aydınlatan insan Kur’an’da yaratıcısının
sevgisi, şefkati, merhameti ile karşılaşır. Saymakla bitiremeyeceği nimetlerin
içine gark olmuşken kendine şükrü yakıştırır. Sevildiğini hisseder, sevmeyi
öğrenir. Yaratılanların her birinin bir sevgi mahsulü olduğunu görüp insana,
hayvana, tabiata ve hatta cansız varlılara karşı duruşunu sevgi üzerine inşa
eder. Sevme, sevilme, sevildiğini hissetme gerçekten de paha biçilmez
nimetlerdendir. O halde insan sevgi temelli bir dünya inşa etme çabasında
olmalı, kendini diri tutan bu duyguyu hayatına yansıtarak yaratılışının amacına
hizmet etmelidir. Ancak bu şekilde kişiliğini Kur’an’a göre inşa etmiş ve insan
olmanın hakkını vermiş olur.
KURANLA ADAB TALİMİ
Tuncay ALTINIŞIK
19952701
Bütünleşik Doktora
Kuran-ı Kerimde insanın
yaratılışı, insana verilen değer, onun diğer varlıklardan üstünlüğü, var olan
diğer şeylerin insanın hizmetine sunulması, insanın sorumlu bir varlık olarak
başıboş bırakılmadığı ve verilen nimetlerden hesaba çekileceği gibi insanla ilgili
çok yönlü hususlara ışık tutan ayetler vardır. Bu ve benzeri ayetlerden
çıkarılacak temel mesaj ve ilkenin, yaratıcı ile insan arasında daimi bir
iletişim halinin varlığı olduğunu düşünmekteyiz. İnsanın hayr, şer, mal, evlat,
açlık, ölüm vb. birçok şey ile imtihana tabi tutulması, insana iyiliğin
emredilmesi ve kötülüklerin yasaklanması, günlük hayata dair helaller ve
haramların olması gibi hususlar da aynı şekilde bu iletişim halinin varlığını
göstermektedir. Bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde, insandan beklenen,
istenen/beklenmeyen, istenmeyen davranış biçimleri olduğu anlaşılmaktadır.
Dinimizin temel mesaj ve
prensipleri dikkate alındığında bunların, –gücü nispetinde-insanı her durum ve
şartta beklenen davranışları ortaya koyan; beklenmeyen davranışlardan da uzak
kalan bireyler olarak inşa etme amacında olduğunu söyleyebiliriz. Peygamberlerin
tüm insanlığa örnek gösterilmeleri de beklenen davranış biçimlerinin ne olduğunun
insanlara somut olarak gösterilmesidir. En güzel surette yaratılmış olduğu
belirtilen insana, en güzel surete uygun davranış kalıpları, adap veya karakter
denilebilecek formlar, üsve-i hasene olarak nitelendirilen peygamberlerin
şahsında ete kemiğe büründürülmüştür. Kendisine peygamberleri örnek alan insan
Kuranın övdüğü güzel ahlakı elde etme imkânına kavuşacaktır. Böylece insan,
Allah ile olan iletişiminde, insanlar ve diğer varlıklarla olan
münasebetlerinde beklenen/istenen tutum ve davranışları geliştirebilecektir.
Allah’ın yakınlığını bilen insan,
bu yakınlığı inancı ile sürekli hissedecek; hal, tutum ve davranışlarına da
bunu yansıtacaktır. Yaptığı işlerden sorumlu olduğu, Allah’ın kendisini
gördüğü, duyduğu, yaptığı her şeyi bildiği anlayışıyla hareket edecektir.
Böylece insan, iyi işlere kendisini sevk eden ve kötü işlerden alıkoyan bir
karakteri inşa etme sürecinde olduğunu ortaya koyacaktır. Yakınlık hissini
yüksek düzeyde bir farkındalıkları korumaya devam ettiğinde insan, kendisi,
anne-babası, eşi, çocukları, komşuları, içinde yaşadığı yakın veya uzak sosyal
çevreye karşı iyi, güzel ve hukuku koruyan hal, tutum ve davranışlar ortaya
koyacaktır. Bu durumda insan, hayatı güzelleştirecek, içinde yaşanılan dünyayı
cennet haline dönüştürmeye dair adımlar atmış olacaktır. Örneğin; yaşlılık
döneminin zorluklarını yaşayan anne-babasına, “öf” dahi demez. Bunu Allah’ın
yakınlığını bilerek ve hissederek gerçekleştirir. Allah’ın sevgisine karşılık
vermesinin bir gereği olarak da yapacaktır aynı zamanda.
Kuranla karakter inşa sürecinde
insanın motivasyon unsurlarından biri de insanın üstün varlık olarak
yaratılmasıdır. Şekildeki güzelliği yanında Allah’ın, insana anlama, idrak
etme, yorumlama, konuşma ve bilgi üretme güçlerini vermiş olması, insana
olumlu, güzel değerler üretme ve bunları gelecek nesillere aktarma gibi
misyonlar da yüklemektedir. Genelde insanı özelde Müslümanı değerli kılan şey
de budur.
Kuranla karakter inşa sürecinde
insan için engelleyici durumlar da söz konusu olacaktır. İçinde yaşadığı
toplumun değerlerinin, sağlam bilgi kaynaklarına dayanmaması, İslam’ın değerlerinden
uzak değerlerin yaygınlık kazanması gibi olumsuzluklar, insanı ümitsizliğe,
kimlik bunalımlarına sürükleyebilir. Burada da insana düşen görev, yaygın
olanın iyi, güzel veya doğru olduğuna dair algıyı kırabilmesidir. Bu noktada
kendisine üsve olan peygamberleri hatırlaması, sağlam bilgi kaynağı olan vahyin
mesaj ve prensiplerini kendine rehber edinmesi olacaktır.
İnsan genellikle olumlu ve doğru
davransa da bazen hata da yapabilir. Bu da insanın Kuranla karakter inşa
sürecini olumsuz etkileyebilir. Kur’an’ın talim ettiği adaba göre hatalı
davranmak, günah işlemek dünyanın sonu değildir. Kişi yaratıcısına itirafta
bulunup tövbeye yöneldiğinde bireysel bağışlanmaya talip olmaktadır. Kuran bu
durumda da başkalarına iyilik yapılmasını teşvik ederek bireysel bağışlanmaya
giden yolda, sosyal iyiliği ihmal etmemiştir.
Hülasa insan değerli olarak
yaratılmıştır. Üstün kılınmış, nimetler emrine verilmiştir. Sahipsiz
bırakılmamış, sorumlu tutulmuştur. Değer üretmesi ve yaşadığı dünyayı
cennetleştirmesi kendisinden beklenmiştir. Bunun için vahyin sağlam bilgilerine
dayanan davranış kalıplarının örnekliği peygamberler aracılığı ile kendisine
sunulmuştur. Kendisinden beklenenleri gerçekleştirmesi Kuranla adab talimi veya
karakter inşası ile mümkün olabilecektir. İnsanın bunu yapması, Allah’a olan
yakınlığının ve O’na olan sevgisinin yansıması olacaktır.
Bayram Maraşlı
19922777
Dokrora
ESBAB-I NÜZUL
Kur’ân’la Karakter İnşaası
1.
Allah Bize Bizden de Yakındır…
Allah Teâlâ yüce kitabında kuluna
yakınlığını ifade etmek suretiyle kulun her daim murakabe altında olduğu ve
yalnız olmadığı hissini diri tutar. Bu sayede insan kendisini Allah Teâlâ’ya
yakın hisseder; sıkıntı, buhran, bunalım, inhibat, endişe, korku vb. her halde
kendisine yakın olan Allah Teâlâ’dan destek alır. Yeise kapılmaz hayata
tutunur. Diğer taraftan şeytânî bir dürtü kendisine hâkim olacak olursa
kendisine yakın olan Allah Teâlâ’ya sığınır ve her türlü kötülükten uzak durur.
2.
Allah Teâlâ bizi Seviyor…
Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Hakim’inde
sevdiği kullarından ve sevmediği eylemlerden bahsetmiştir. Kul yüce Allah’ın
sevmiş olduğu eylemleri hayatına taşımak suretiyle Allah’ın sevdiği bir kul
olur. İçi huzur dolar ve etrafına huzur saçar. Kimseyi kırmaz ve herkes
tarafından sevilir. Allah’ın kendisini sevdiğini düşünen bir insanın, her daim
morali yüksek yüksek olduğu gibi etrafına da pozitif enerji saçar. Allah
tarafından sevilen insan Allah’ı sever, onun yarattıklarını sever, onlara
merhametle yaklaşır. Hatta sadece insanlara değil doğaya ve cemadata dahi sevgi
nazarıyla bakar.
3.
İnsan Varlıkların En Üstünüdür…
Esasında şu koca kâinatta en
çelimsiz varlık insanoğludur. Zira ne bir aslan gibi koşabilir ne de bir kuş
gibi uçabilir. Ne bir kartal kadar iyi görebilir ne de bir tazı kadar hızlı
koşabilir. Tırnaklı hayvanların tırnakları kadar mükemmel değildir. Bir ot
kadar esnek olmadığı gibi bir çiçek kadar güzel de kokmaz. Bir ağaç kadar uzun
yaşayamadığı gibi bir taş kadar da dayanıklı değildir. Tüm bunlara rağmen o
Allah Teâlâ’nı kendisine bahşetmiş olduğu birtakım nimetler ile tüm kâinatın
efendisi mesabesindedir. Kendisinden kat be kat büyük güneş, ay, bulutlar, hava
ve toprak ona hizmet etmektedir. Kendisinden çok daha güçlü hayvanlar emrine
amade kılınmış. Allah tüm mahlukatı ona musahhar kılmış. Tüm bunlar Allah’ın
ona verdiği akıl/irade gibi onu diğer varlıklara üstün kılıcı hassalar ve
Allah’ın, mahlukatı onun önünde diz çöktürmesiyle mümkün olmuştur. İşte bunun bilincinde olan bir Müslüman
kâinatı imar noktasında elinden geleni yapar ve kendisine verilmiş bu
emaneti/ağır yükü hakkıyla taşıma gayretine girer. İnsanlığın ortak faydası
için insanlık onuru için gayret eder.
4.
Peygamberler En Güzel Modellerdir…
Allah’ın kendisine yakın olduğunu
bilen, kendisini sevdiğini bilen ve kendisinin diğer mahlukattan daha üstün
olduğunu ve sorumluluklarının olduğunu bilen insan harekete geçer. Fakat
nereden başlamalı, ne yapmalı, nasıl yapmalı, niçin yapmalı vb. sorunlarla
karşılaşabilir. Fakat Yüce Mevla onu burada da yalnız bırakmış değildir. Zira
kendisine en güzel örnekler olan peygamberler göndermek suretiyle insana
misyonun nasıl tamamlaması gerektiğini göstermiştir. Yüce Allah insanoğluna
“Üsve’sini” göstermiş ve onu öndersiz lidersiz bırakmamıştır.
5.
Her Yaygın Olan Doğru ve Güzel Olmayabilir…
Misyonunu tamamlamakla/hilafetle
memur olan insan şu dünya hayatında kendisini zaman zaman yalnız hissedebilir.
Zira insanların ekseri yanlışın peşinde olacaktır. Bu yanlışların tesirinde
kalmak, “İnsanlar ne der/ Herkes böyle diyor/yapıyor” şeklinde çıkarımlarda
bulunmak suretiyle yaygın olan eylemleri yapmak insan oğlunun aklını dumura
uğrattığı gibi onun üretkenliğini de baltalar.
6.
Güzel İşler Yapıyorsak Hatalarımız Bağışlanır…
İnsan toplumun baskısı sonucu veya
kendi kişisel sorunlar sebebiyle hatalara düşebilir. Fakat yüce Mevla’mız “İnanıp
iyi işler yapanların mutlaka kötülüklerini örteceğiz ve onları, yaptıklarının
en güzeliyle mükâfatlandıracağız.” (29/Ankebut 7) buyurarak suretiyle yeisi
bertaraf etmiş ve bizleri hayra teşvik etmiştir. “O hâlde bizi ve çevremizi
rahatsız eden hatalı tutum ve davranışlara olumlu ve yapıcı tutum ve
davranışlarla çözüm öner¬meliyiz. Bu amaçla öyle güzel eylemler yapmalıyız ki yeniden
topluma faydalı bir insan olabilelim. Ayrıca edindiğimiz bu de¬neyim sonucunda
aynı hatayı işlemekten de uzak kalabilelim (8. Ünite s.174.”
7.
Yeteneklerimizin ve Güzelliklerimizin Kaynağında Allah Vardır…
Yüce Rabbimiz “…şekillerinizi de
güzel yaptı ve sizi güzel rızklarla besledi…” (Mü’min suresi, 64. ayet)
buyurarak insanoğluna bahşettiği nimetleri hatırlatmaktadır. İnsan herhangi bir
şeyi başardığında, bu başarıyı Allah Teâlâ’nın kendisine bahşettiği organlardan
ve yeteneklerden bağımsız olmadığı fark etmeli ve şükran duygusu içerisinde
olmalıdır.
“Biz bu duyu organlarımız
sayesinde hayata uyum sağlarız. Aklımızı iyi kullanarak ve geliştirerek
kendimiz ve tüm varlıklar için yeryüzünü daha yaşanılır bir hâle getiririz.
Yine Yüce Allah’ın bize bağışladığı gözlerimizle hayran kaldığımız bir
manzarayı fırça tutan ellerimizle bir tablo hâlinde resimleyebiliriz. Aynı
manzarayı aklımızla elimizin ortak ürünü olan fotoğraf makinesi veya video
kamera ile görüntüleyebiliyoruz. Bu yeteneklerin hiçbiri, yaratılışımızdaki
yetilerimiz olmaksızın sadece bireysel kazanımlarımızla elde edilemez. (8.
Ünite s.175)”
8.
Tabiat Canlıdır, Onu İncitmemek Gerekir…
İnsanların elleriyle işledikleri
yüzünden karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının
bir kısmını böylece kendilerine tattırır. (Rum Sûresi, 41. âyet)
Efendimiz savaşta dahi olsa doğaya
zarar vermemeyi emretmiştir. Göl kenarında dahi abdest alınsa, gölün suyunun
israf edilmesini, kıyamet kopsa dahi elimizdeki fidanın dikilmesi gereğini
nasihat etmiştir. Ancak ne yazık ki her geçen gün biraz daha betonlaşan dünya,
insan oğlunun tahribatı neticesinde değişip dönüşüyor. Fakat bu olumsuz yöndeki
dönüşümün faturası insanoğluna çıkıyor.
“Eğer insan tabiatı severek
geliştirme yerine, ona egemen olmayı ister ve bu yönde çalışırsa tabiatta denge
bozulur. Nitekim tabiata karşı acımasız ve saygısız tutumların sonucu olarak
yeryüzünün çeşitli bölgelerinde çevre felâketleri yaşanmıştır. Bu yüzden
insanlık, artık tabiatla daha dengeli bir ilişki kurmaya çalışıyor. (8. Ünite
s.176”
ESMA UYSAL Doktora. 19922779[i]
Kuranla Karakter İnşası- Adab Talimi
Allah bize bizden de yakındır
BİLİYORUM RABBİM,
BANA BENDEN YAKINSIN
Aslında çok uzun cümlelerle, ayet ve hadislerden deliller getirilip pek çok şey söylenebilir. Bu cümlenin anlamı üzerine çok yazılar yazılabilir. Allah bize bizden yakındır ne demek? Nasıl bir yakınlık bu? Ben bu yakınlığı tam manasıyla hissedebilir miyim? Ben den bile yakın olması ne anlama geliyor? İşte ilk bu sorular geliyor zihnime.
Ve cevaplarını ararken şu ayetler bana yol gösteriyor: “Kullarım sana beni sorduklarında bilin ki ben onlara çok yakınım” ( Bakara 186) “Bilin ki Allah, insanla kalbi arasına girer.( Enfal 24) bu yakınlık Allahın insanı yaratmasıyla başlayan bir yakınlıktır. Çünkü Allah insanı yaratmış e ona ruhundan üflemiştir. Bu bakımdan Allah ile kul arasında kopma bir bağ oluşmuştur.[ii]
Bu ayetleri okuyunca rabbimin Mücadele suresinde kadının şikayetini işittiği ayet beni o günlere götürüyor.ve kendi kendime keşke o günlerde yaşasaydım acaba böyle doğrudan bir iletişim nasip olur muydu diye düşünmeden edemiyorum.
Ancak Kur‘an’ın kıyamete kadar geçerli oluşu ve bu ayetlerin mesajının canlılığı bir vakıadır. Hem de öyle bir vakıa ki tecrübe ile elde edilen ve hiçbir bilgini onun kesinliğine ulaşamadığı bir vakıa. Ne mi demek istiyorum. Gelin sizi benim için eşiz ve ölümsüz bir hatıraya tanık olarak götüreyim.
Evet, insan yaratıcısının kendisin yakınlığını zaten kendisini yaratmasıyla keşfetmiştir aslında. Bir çiçeğe bir ağaca bakınca da bunu yakınen hissedebilir. Ancak öyle anlar var ki kişi rabbinin yakınlığını yakınen hisseder. İlmel yakin değil, aynel yakin değil kastettiğim… hakkal yakin. Yani öyle bir hissetmedir ki bu kişi iliklerine kadar, bütün benliğiyle..
Bu her zaman tecrübe edilemez ancak bir kez tecrübe edilince de asla unutulmaz bir hissiyat oluşturur. Ben hayatımda bunu birkaç kez tecrübe ettim elhamdülillah. Burada beni en çok etkileyenin paylaşacağım sizinle.
Elbette biliyordum rabbim bana benden yakındı, rahmetiyle her an yanımdaydı.
2015 yılında Diyanetin umre için görevli seçme sınavına başvurmak istiyordum. Çok heyecanlı ve stresliydim. Hem bu görevi çok istiyor hem de çok korkuyordum. Vazifenin sorumluluğu bir yandan çocuklarımı bırakıp gitmenin – ki en küçüğü iki yaşında idi-vicdan azabı bir yandan beni çok bunaltıyordu.
Eşimin teşviki ile sınava başvurdum. Ancak yatılı bir kursta görev yaptığım için sınava yönelik fazla çalışamadım. Ama en başından beri “rabbim, razı olacağın bir iş ise bana nasip et değilse etme “ diye dua ediyordum.
Sınav günü geldi, heyecanla sıramı bekliyordu. Benden önce sınav olanlara sorulan sorular
kah bildiğim kah bilmediğim sorulardı. Derken sıram geldi, sınava girdim. Bana sorulan soru tavafın vacipleriyle ilgiliydi.soru sorulur sorulmaz adeta gözümün önüne kitaptaki sayfa açılmıştı. Cevapladım. O an rabbimin duamı kabul ettiğini hissetim. Umreye gideceğim güne kadar gerekli çalışmaları yaptım rabbime hamdederek.
Bu süre zarfında kendime hep şunu soruyordum “ Ben rabbimin bu ikramını hak ettim mi?”
Sonunda ilk olarak Medine’ye indik.Mescid-i Nebevi de ilk sabah namazı için imama uyduk. İçim içime sığmıyor “rabbim ben bu ikramı hak ettim mi? Bu günahkar kuluna bu nimeti nasip ettin, günahlarım için estağfirullah mı desem bu nimet için elhamdülillah mı desem diye bir duygu harbindeydim ki imamın kıratıyla adeta dünya durmuştu”gulilhamdülillah…” Adeta içimde kopan sessiz fırtınaya rabbim cevap vermişti. Hem de ne cevap.. Kaf suresi 16. ayet hiç bu kadar anlamlı olmamıştı”Andolsun ki insani biz yarattık ve nefsini ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından yakınız.”
Gözyaşarım sel olmuştu. Sevinç gözyaşlarım… Hiç bu denli benliğimle hissetmemiştim rabbimin yakınlığını o ana dek.. hakkal yakin bildim ki rabbim bana benden yakın. Hem de lutfuyla merhametiyle, hem de bütün günahkarlığıma ve kulluk görevimdeki eksi notlatıma rağmen. Rabbim.. sonsuz hamde layık ancak sensin.. Rabbim yakınlığını yakinen hissettirdiğin için sonsuz hamdü senalar olsun.Elhamdülüllah…Elhamdülillah…Elhamdülillah.
Bütün bu ayet ve tecrübelerim bana şunları işaret ediyor; bir şey isteyeceğin zaman rabbinden başka kapıyı çalma, o dilerse her kapıyı açar.
Bu kadar yakınlığı olan rabbine yaklaşmak için salih amellere sarıl.
Secde ona en yakın olduğun andır kıymetini bil…
Saygılarımla.
Mustafa Yılmaz; 19922780; Doktora
Her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah'a daha yakın olma düşüncesi her müminin istediği ve arzuladığı/talip olduğu şeydir. Rabbine yaklaşmak isteyen kişi kainattaki hiç bir şeye benzemeyen sonsuz ve sınırsız olan yaratıcısını bilip tanımak, kulluk gereksinimlerini yerine getirirken nasıl bir iletişim dili benimseyeceğini bilmek ister. Tanımadan anlamanın, anlamadan yaklaşmanın ve sevmenin imkânı olmadığı için Rabbini tanımak, anlamak, Ona yaklaşmak ve Onu sevmek ister.
Allah insanlara şah damarlarından daha yakın olduğunu beyan etmiştir. Fakat Allah'ın kuluna çok yakın oluşu kulların da aynı oranda Allah'a yakın olduğu anlamına gelmez. Kullar, rabbe yakınlık açısından farklıdırlar. Allah’a yaklaşmak O'na karşı sevgi, saygı ve bağlılığı gösteren duygu, düşünce ve davranış biçimleriyle ve ilahî emir ve yasakların gereğini yerine getirmek suretiyle gerçekleşir.
Kur'an-ı Kerîm'de Allah'a yaklaşmak için çeşitli vesîleler aramak gerektiğine delalet eden âyetler vardır. Söz konusu vesileler arasında namaz, oruç, kurban, zekat, hac, zikir, sabır, rıza, şükür, dua ve takva zikredilebilir. Bütün bu kavramların içerisi bizler tarafından doldurulması gerekiyor. Allah ile olan bağını güçlendirmek isteyen kişi öncelikle samimi bir şekilde bu kararı vermeli ve buna niyet etmelidir. Bu bir irade beyanıdır ve Allah'a yaklaşmayı isteyen kişinin öncelikle iradesini bu yönde harekete geçirmesi gerekir.
Allah insanı en güzel surette yaratmıştır, kendi ruhundan üflemiştir ve halifesi olarak yeryüzüne indirmiştir. Bununla birlikte insanı başıboş bırakmamış, kullarına olan sevgisinin bir nişanesi olarak elçileriyle ve elçilerine ilettiği mesajlarla birlikte insanı eğitmiştir ve ona yaratıcısını tanıma fırsatı vermiştir. İnsan yapısı gereği eğitilen ve eğiten bir varlıktır. Bu bağlamda Allah'a yaklaşma vesileleri içinde Resûl-i Ekrem'e tabi olmak baş sıralarda yer alır. Çünkü Allah Kur'an'da elçisine uymayı "Bana uyun ki Allah da sizi sevsin" kendi sevgisine ulaştıracak bir vesile olarak sunmaktadır.
"Kendini bilen/tanıyan Rabbini bilir" ifadesi gereğince insanın kendini tanımaya da ihtiyacı vardır. Kendini tanıma kişinin kendisiyle buluşması, kendisiyle tanışması, kendisini keşfetmesi, varoluş sırrına nüfuz etmesi demektir. Kendini tanıyan kimse eksikliklerinin, acizliklerinin farkına varacak, bütün bu özelliklerin haricinde sonsuz ilim, kudret ve irade sahibi bir varlığın karşısında ne denli aciz ve muhtaç olduğunu anlayacaktır. Neticesinde hata, kusur ve günahlarının bağışlanması için Rabbine iltica edecek ve "Bir kötülük yaptığınızda ardından hemen bir iyilik yapın ki ona kefaret olsun" manasındaki hadis-i şerif gereğince insanlığa fayda sağlayacak salih amellerin peşinden koşacaktır. "İnsanların en hayırlısı insanlara faydası dokunandır" ilkesi gereğince gece gündüz, Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu özellik ve nimetler doğrultusunda, Allah'ın kullarına hizmet edecek, Kulları Allah'a sevdirmek, Allah'ı da kullarına sevdirmek için (Allah'ı da buna şahit tutarak) gayret sarfedecektir.
Çünkü biliyoruz ki Eger biz Allah'a yardım edersek, Allah da bizlere yardım edecektir. Vaktimizi ve ömrümüzü bereketlendirecektir. Savaşta kollarını kaybeden sahabiye kanat taktığı gibi, iyiliği/güzelliği/sevgiyi/barışı/huzuru vb. hakim kılmak için sarf ettiğimiz gayret ve fedakarlıkları asla karşılıksız bırakmayacaktır. Bizleri ummadığımız yerlerden rızıklandıracaktır. Buna hepimiz hayatımızda şahit olmuşuzdur.
Allah'ın sevgi ve rızasına nail olmak bedel ister. Bizler iradeli olduğumuz ölçüde, Rabbimizin bizlere bahşettiği türlü nimetlerin farkında olup onu insanlığa hizmete dönüştürdüğümüz ölçüde, benliğimizi ve hayatımızı Kur'an ile anlamlandırdığımız ölçüde, muamelatımızda Rabbimizin rızasına uygun hareket ettiğimiz ölçüde, kırmadığımız, incitmediğimiz, tabiata ve bütün canlılara sahip çıktığımız ölçüde dünyaya gönderiliş misyonumuzu (kulluk) yerine getirmiş olacağız. Bunun neticesinde Rabbimizi hakikaten sevebileceğiz, yakınlığını hissedebileceğiz, mutasavvufların tabiriyle iki nefes arasında Allah'tan kopmadan yaşayabileceğiz diye ümit ve dua ediyorum.
Rabbimizin kullarını ne kadar çok sevdiği ile ilgili olarak örnek teşkil etmesi açısından yakın zamanda yaşadığım bir olayı paylaşmak istiyorum. Öncesinde şunu ifade etmek istiyorum. Peygamberimiz (as) bir gün ashabıyla birlikteyken, “Bu anne sevgiyle öpüp kokladığı yavrusunu ateşe atar mı hiç?" diye soruyor. Ardından da "hiç şüphe yok ki Allah Teâlâ kullarına karşı annenin yavrusuna olan şefkatinden çok daha şefkatli ve merhametlidir” diye buyurdu. Annem bir gün oruç tutmak istedi ve istirahat etmeden önce sahur niyetiyle kalan bir parça ekmeği, tere yağı ve incir reçelini sofraya koydu. Ben de yalnız kalmasın diye annemle sofraya oturdum. Oruç tutmaya niyetlenmediğim halde kendi yediğinden daha fazla zorla bana yedirdi. Bütün annelerde olduğu gibi (şefkat ve merhametinden dolayı) kendinden daha fazla evladını düşündü. Annelerimizdeki bu duygu hiç şüphesiz Rabbimizden geliyor ve hadiste de ifade edildiği gibi Allah Teâlâ kullarına karşı annenin yavrusuna olan şefkatinden çok daha şefkatli ve merhametlidir. Hülasa Rabbimiz bizleri çok seviyor...