KUR’AN’DA MUCİZE “KORONA VİRÜSÜ” VE “VEBA”, “AIDS”
KELİMELERİ
Haberlerde Çin’i saran Korona virüsünün hızla yayıldığına
ilişkin haberleri izliyorduk. Kur’an’da Allah’ın her şeyi açıkladığı hatırıma
getirildi ve Kur’an’da bu kelimeyi aratmak istedim. Gördüğüm ayetlerin hikmetli
mesajları karşısında ellerimi defalarca hayretle dizime vurdum ve Allah’ı
yücelttim. O geleceği ve her şeyi bilen, çok adil ve hikmetli olandır.
…Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda
hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler. (Kuran 6:38)
Allah’u Teala, Kur’an’ın mucizevi ve her şeyden bahseden
yüce bir kitap olduğunu ilan etmiştir. Allah böyle derken; dünyayı ve tüm
insanlığı eşi görülmemiş şekilde evlerine hapseden ve şimdiden ekonomileri
çökerten KORONA / KOVİD isimli virüsün, “Kur’an’da işaret edilerek yada üstü
kapalı halde bile yoktur” demek, Allah’a ve Kur’an’a atılmış bir iftira olsa
gerektir.
Sizler de COVID ( Kaf, Vav, Nun) yada “KAF, RA, NUN “(Arapça
KORONA yazılışı) harflerinin Kur’an’da yan yana geldiği yerleri arayın.
Meallerde elbette “KORONA” yazmamaktadır ve yazması da beklenemez. Çünkü bu hem
yeni bir kelimedir hem de belki açıkça yazsa, küffar ona bu ismi vermeyecekti.
Ayetlerin asıl ve bilinen manalarını temel olarak kabul ediyoruz ve bu manalar
değişsin demiyoruz. Ancak bu harflerin içinde yer aldığı ayetlerin;
virüsü ve bu günümüzü adeta bir mucize gibi anlattığını görünce aşağıda
ayetleri sıralamak istedik. Bir tane bile cennetliklerden bahseden ayette geçse
idi, bu çalışmamızı yok sayardık. Ama tümü, bağlanmış, ateş içinde, engellere
hapsedilmiş, kimsenin kurtaramayacağı insanlardan bahsedilmektedir. Gördüğümüz
bu bilgiyi gizlemek Kur’an’a ihanetti.
Yeni eklendi: Kur’an’da ayrıca “KOVİD” kelimesini de
araştırdım ve aynı muhteşem mucizeyi gördüm. Lütfen bu linkten inceleyiniz.
https://www.erdemcetinkaya.com/kuranda-kovid-kelimesi-mucize/
KUR’AN’DA “KORONA (KAF, RA, NUN )” HARFLERİNİN YAN YANA
GELDİĞİ YERLERİ İNCELEYELİM
Arapça’da KORONA; kaf, ra ve nun ile yazılır.
قرن
Bu kelimeyi Kur’an’da aratınca şu 15 ayete ulaşırız.
HELAK EDİLENLER
En’âm 6/6
الم يروا كم اهلكنا من قبلهم من قرن مكناهم في…
Görmediler mi helak ettik nice kabileyi korona’dan…
Kur’an, dünyanın tüm milletlerine ve tüm dillere hitap eden
bir harf sistemi ile yazılmıştır. Onda sesli harfler bulunmaz. Böylece farklı
anlamlarda yorumlanarak bir ayet, birden çok anlama ulaşılabilir.
Not: Bazıları ahmakça bir yaklaşımla “ayetleri yanlış
okuyorsunuz” demektedir. Onlar, Kur’an’ın orjinalinde hareke ve noktalar
olmadığını bilmiyorlar. Ayrıca elbette biz de klasik okunuşunu da kabul
ediyoruz. Yaptığımız iş, Kur’an’ın asıl manasını kabul ederek; bu harflerin
anlamlı şekilde bir araya gelişinin başka bir mucizeyi ortaya çıkarışını
göstermektedir.
En’âm 6/6 Görmediler mi onlardan önce
nice nesilleri helak ettik ki onlara, yeryüzünde size vermediğimiz imkanları,
kudretleri vermiş, onları yeryüzüne yerleştirmiştik, üstlerine bol bol yağmur
yağdırmıştık, ayaklarını bastıkları yerlerden ırmaklar akıtmıştık, fakat sonra
suçları yüzünden helak ettik onları ve onlardan sonra da başka başka nesiller
meydana getirdik.
Bu ayetin ilk cümlesindeki “karn” yani “nesil” kelimesi
içinde geçmektedir. İlk cümle helak edilen insanları anlatmaktadır ve bunun
onların suçları yüzünden yapıldığı anlatılır.
1449 yılına işaretle
“YAKINLAŞTIRILIRLAR” VE “ZİNCİRLENİRLER”
İbrahim 14/49
وترى المجرمين يومئذ مقرنين في الاصفاد
Veterâ-lmucrimîne yevme-iżin (mukarranîne) mu-korana -ne
fî-l-asfâd(i)
Görürsün suçluları o gün korona’lı ve bezler içinde.
Burada ise “KORONA” kelimesinin harfleri “yakınlaşmış; mukarranîne”
kelimesinin içine gizlenmiştir. “Al asfad” yani “bezler” kelimesini
sözlüklerden incelediğimizde “bağ”, “bezler”, “kelepçeler” kelimelerine
ulaşırız. “Tutsak etmek, bağlamak” anlamları da vardır. Google Translate en
yakın “bezler” kelimesini önermektedir. “Tutsak” olarak da çevrilse, “bezler”
olarak da çevrilse muazzam bir anlama sahiptir. Tüm Çin, evlerinde tutsak ve
ağızlarına virüsü engellemeye çalışan bezler bağlamış halde
beklemektedir. Adeta bir hapis içinde sonlarına dair korku içindedirler.
Ayetin sayı nosu 1449 yılını verir. İslami takvime
göre 1441 yılındayız. Bu yıldan 7-8 yıl sonrasına kadar uzanan bir kargaşa ve
helak döneminde miyiz? Yorum sizin.
ZULKARNEYN ZULMEDENLERE AZAP EDİYOR
Kehf 18/83
ويسٔلونك عن ذي القرنين قل ساتلوا عليكم منه ذكرا
Veyes-elûneke ‘an żî-lkarneyn(i)(s) kul
seetlû ‘aleykum minhu żikrâ(n)
Bu ayette korona Zülkarneyn (AS.) kelimesi içinde
geçiyor. Bakalım Allah ona ne diyor?
Kehf 18/86
لقرنين اما ان تعذب واما ان تتخذ فيهم حسنا
Hattâ iżâ beleġa maġribe-şşemsi vecedehâ taġrubu fî
‘aynin hami-etin vevecede ‘indehâ kavmâ(en)(k) kulnâ
yâżâ-lkarneyni immâ en tu’ażżibe ve-immâ en tetteḣiże fîhim husnâ(n)
Dedik ki: Ey Zülkarneyn, istersen azaplandırırsın
bunları, istersen iyilik edersin onlara…Dedi ki: Zulmedeni azaplandırırız,
sonra da Rabbinin tapısına götürülür de Rabbi, onu şiddetli bir azaba uğratır.
Kehf 18/94 Dediler ki: “Ey Zu’l-Karneyn,
gerçekten Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar
arasında bir sed inşa etmen için sana vergi ödeyelim mi?”
Yine “KORONA” geçen bu ayette Çinlileri seddin
arkasında tutup, onların dışarı çıkmasını engelleyecek bir engel yapılmasından
bahsedilmesi şaşırtıcıdır.
Meryem 19/74
وكم اهلكنا قبلهم من قرن هم احسن اثاثا ورءيا
Onlardan önce nice nesiller helak ettik ki mal bakımından da
daha güzel mallara sahipti onlar, gösteriş bakımından da.
Mü’minûn 23/31
Sonra onların ardından, başka bir nesil meydana getirdik.
ثم انشأنا من بعدهم قرنا اخرين
SIKIŞIK -KORONALI BİR YERDE ÖLMEYİ DİLERLER
Furkân 25/13
واذا القوا منها مكانا ضيقا مقرنين دعوا هنالك ثبورا
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık (KORONALI) bir
yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar.
Ve-iżâ ulkû minhâ mekânen dayyikan
mu-korona-ne de’av hunâlike śubûrâ(n)
EVLERİNİZDE OTURUN
Ahzâb 33/33
وقرن في بيوتكن ولا تبرجن تبرج الجاهلية الاولى…
Ve KORANA fî buyûtikunne velâ teberracne
teberruce-lcâhiliyyeti-l-ûlâ
KORONA içinde oturun evlerinizde, burçlar içinde
ilk cahiller gibi…
Sâd 38/3
كم اهلكنا من قبلهم من قرن فنادوا ولات حين مناص
Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Feryat ettiler
ama kurtuluş vakti değildi.
BAĞLARLA BAĞLANMIŞLAR
Sâd 38/38
واخرين مقرنين في الاصفاد
Ve âḣarîne mu-korana-ne fî-l-asfâd(i)
Ve bir başka kısmı da bukağılarla bağlanmıştı.
Fil asfad; “Bağlar-bukağılar” manasına gelmektedir.
Mu korana: Koranalanmış, demektir. (Klasik okunuşta mukarranîne
diye okunur ve birbirine bağlanmış demektir)
Fussilet 41/25
وقيضنا لهم قرناء فزينوا لهم ما
بين ايديهم وما خلفهم و
Ve kayyadnâ lehum KORONA-E fezeyyenû
lehum mâ beyne eydîhim vemâ
Biz onlara birtakım yakınlar (KORONA) musallat
ettik. Onlar, kendilerine önlerindekini ve arkalarındakini süslü gösterdiler.
Kendilerinden önce geçmiş olan cin ve insan toplulukları içinde (uygulanan)
söz, onlar için de hak oldu. Çünkü onlar hüsrana uğrayanlardı.
Zuhruf 43/13
لتستوا على ظهوره ثم تذكروا نعمة ربكم اذا استويتم عليه وتقولوا سبحان
الذي سخر لنا هذا وما كنا له مقرنين
O, bütün çiftleri yaratan ve gemilerden ve hayvanlardan
bineceğiniz şeyleri var edendir. Ki sırtlarına binesiniz, sonra onlara
bindiğiniz zaman, Rabbinizin verdiği nimeti anasınız ve şöyle diyesiniz:
“Emrimiz altına almaya gücümüz yetmediği halde, bunları bize musahhar eden
Allah, münezzeh ve yücedir.”
ÜLKELERİ DOLAŞIP SARMIŞLAR
Kâf 50/36
Onlardan önce nice nesilleri helak ettik ki onlar
bunlardan daha güçlüydüler. Ülkeleri dolaşmışlardı. (Ama) kaçacak bir yer var
mı?
وكم اهلكنا قبلهم من قرن هم اشد منهم بطشا فنقبوا في البلاد هل من محيص
(Dipnot: Erdem Çetinkıyameta’nın binlerce kişiyi İslam dinine
çeken, tüm dünyada milyonlarca kez izlenen mucizeler belgeseni)
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ve âlemlere rahmet olarak
gönderilen peygambere, ailesine ve ashabına salât ve selâm olsun, daha sonra;
BİRİNCİSİ:
Bu bulaşıcı vebalar ve virüsler Allah'u Teala'nın takdirinden ve kudretini,
istediği kişileri en zayıf ordusuyla helak etmesini gösteren kesin
delillerdendir, (Allah'ın ordularını ancak O bilir) (Müddesir 31).
O vebalar Allah'ın Müslüman ve gayrimüslimlerden istediği kişiye isabet
ettirdiği ve istediği kişileri de onunla edeplendirdiği vebalardır. Fakat o
vebaya yakalan mümin ve ona sabreden kişiye şehid sevabı vardır.
İmam Buhari sahihinde rivayet etti:
Âişe radıyallahu anhâ'dan rivâyet edildiğine göre, kendisi Resûlullah'a (s.a.v)
tâun hastalığını sormuş, o da şöyle haber vermiştir: “Tâun hastalığı, Allah
Teâlâ'nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah
onu mü'minler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına
gelene sabrederek ve ecrini Allah'tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam
eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine
şehit sevabı verilir” rivayet etti.
İKİNCİSİ:
Şüphesiz İslam dini bize iki şeyi vacip ediyor:
1) Allah'a hakkıyla tevekkül etmek, her şeyin Allah'ın takdiri ve kudreti
atında olduğuna (inanmak) ve (Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize
kesinlikle hiçbir şey isabet etmeyecektir.) (Tevbe:51)
2) İkinci durum ise, sebeplere tutunmak/dayanmak, o sebeplerden korunma,
tedavi, karantina ve tüm yetkili sağlık otoritelerinin gerekli kıldığı önlemlerdir.
Bu da Hz Ömer'in Şam'a veba hastalığının girdiğini bildikten sonra Şam'a
girmeyi yasaklama duruşunu açıklıyor. Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a.), ona “Allah'ın
kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorduğunda Hz. Ömer (r.a.) “Evet,
Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz” dedi.
İşte bu "Terazi Fıkhı"nın gerçeğidir. (Terazinin) bir kefesi
(sağ kanat) Allah'a olan güçlü iman üzere kurulur. Terazinin ikinci kefesi (sol
kanat) ise bütün meşru sebeplere tutunma üzere kurulur, çünkü bunu emreden
Allah-u Teâlâ'dır.
ÜÇÜNCÜSÜ:
Şüphesiz Ta'un bilinen bir hastalıktır. Dilcilerin de anlattığı gibi (Ta'un)
genel olan salgınlardandır. (Dilcilerin) başında gelen Halil b. Ahmed “Veba,
Ta'un'dur” der.
Veba, genel olan bütün hastalıklara (denilir). Ne zaman (bir yerin) hastalığı
çok olursa "Salgın yeri/ülkesi" denilir.
DÖRDÜNCÜSÜ:
Bu vebaların azap olduğundan hiçbir şüphe yoktur. Daha doğrusu Allah onu gökten
inen bir azap olarak isimlendirmiştir. Zira "Ricz" lafzı
Kur'an'ı Kerim'de on defa tekrarlanmıştır. Bu yerlerden biri, Sebe süresinin
5'inci ayetinde Allah mealen şöyle buyurmaktadır: "Ayetlerimizi
hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de en kötüsünden elem
verici bir azap vardır."
Yani, Allah'ın ayetlerini iptal etmek için bütün çabalarıyla
çalışan bu inatçı zalimler, ayetleri aciz bırakabilmeye güç yetireceklerini,
onların üzerine galip olacaklarını zannediyorlar ve Allah'ın kudretini geçmeyi
istiyorlar. İşte onlara acı verici bir azap vardır. Bazıları, 'ricz' lafzını
dünya ve ahiretteki acı verici genel vebalar ile açıklamışlardır.
“AZAP İNDİĞİNDE ZALİMLERİN DIŞINDAKİLERİ DE KAPSAR”
Bununla birlikte azap, indiği zaman zalimlerin dışındakileri de kapsaması
sünnettüllahtandır (Allah'ın kanunu). Çünkü Allah Teâlâ, Enfal Suresi'nin
25'inci ayetinde mealen şöyle buyurmaktadır: "Öyle bir azaptan sakının
ki sizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz."
Aynı zamanda vebalar da yayıldığı zaman; zalim, kâfir ve
mümin arasında fark bırakmaması da sünettüllahtandır. Hatta müminlerin şer'i,
tıbbi ve akli tüm sebeplere tutunmaları gerekir. Bu yüzden mümin her halelerde
Allaha itaat etmeli, çünkü azap Müslümanların asiliklerden inebilmektedir.
BEŞİNCİSİ:
İslam dini, salgın hastalığı (öldürücü virüsler) ortaya çıktığında bir takım
önemli talimatları vacip kılmıştır.
Karantina: Yani, Ta'un veya salgın hastalığının girdiği
ülkeden/şehirden çıkmanın ve girmenin caiz olmadığıdır. İmam Müslim'in sahihine
göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Ta'un (bulaşıcı
hastalık) Allah'u Teâla'nın kullarından bazı insanları müptela kıldığı azap
işaretidir, o halde bir yere bulaştığını/girdiğini duyduğunuzda oraya girmeyin
ve ne zaman olduğunuz yere girmişse/bulaşmışsa ondan kaçmayın."
Selef âlimlerimiz bu karantina hakkında bazı hikmetler zikretmiştir, o
(hikmetler):
Hastalığın yayılmaması için dışarı çıkmanın önlenmesi gerekir. Aksi halde
başkalarına eziyet etmeye sebep olur ve başkalarına eziyet ettiği için günahkâr
olur. Peygamber (sav) buyuruyor ki: "Zarar vermek ve zarara
zararla karşılık vermek yoktur." (İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta, Akdıye,
31.)
İnsanların başkalarına ne dininde, ne bedeninde, ne aklında, ne malında, ne de
hiçbir şeyde zarar vermeye sebep olması caiz değildir. Başkalarına verilen
zarar, ister maddi olsun isterse manevi. Selef âlimleri enfeksiyonun
yayılmasına neden olan kişilerin yasaklanmasını vurguladılar. Kendisini
tehlikeye veya helaka/ölüme neden olan şeye atmanın haram olduğu için bulaşıcı
hastalığın olduğu bölgeye girişin önlenmesi gerekir. Çünkü bedeni, sağlığı ve
zihni koruma şeriatın en önemli amaçlarındandır.
O vebayı (virüsü) taşıyan kişilerin soluğunu koklamamak, tüm tıbbi koruma
araçları ile tedavi olan kişiler dışında enfeksiyon korkusundan dolayı
hastalara yakın olmamak, zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurdu: "Aslandan kaçar gibi de cüzamlıdan kaç.”
(Yukarıda belirtilen hadis) "Hastalığın (kendiliğinden) bulaşması da
yoktur" hadisiyle çelişmiyor. Çünkü o hadisle kastedilen şudur: “Cahiliye
halkının düşündüğü şekilde bulaşıcı hastalığın fiilini Allah'ın dışına nisbet
etmesi değildir.”
Bu durumlar kendiliğinden ve doğası gereğiyle bulaşır. Bu, inanç, Allah'a iman
ve ortak koşmama terazisindendir. Bulaşıcı hastalıklardan kaçmaya gelince; o,
Allah-u Teala'nın takdiri ile etkili olan sebepler terazisindendir, bu manayı
vurgulayan başka sahih bir hadis ise şöyledir: "Hasta
eden/hastalık bulaştıran kimse sağlıklı/hasta olmayan kimsenin yanına hazır
olmasın/gelmesin."
Endişe ve telaş etmeksizin durumu Allah'a havale ederek ve hakkıyla Allah'a
tevekkül ederek, dikkat, tedbir ve helak eden sebeplere maruz kalmamak
zorunluluğunu (elden bırakmamak gerekir.)
İbn-i Esir "El-Kamil fi-Tarih" adlı eserinde şunu zikretmiştir: "Âmvas
şehrinde Müslümanlara Ta'un hastalığı isabet ettiğinde Âmr bin el-Âs onlarla
dağlara çıkardı. Onları gruplara ayırdı ve birbirine karışmalarını yasakladı.
Ta'un hastalığı bulaşan kişiler şehid olana kadar, o gruplarla dağlarda kaldı.
Sonra geri kalan kimselerle şehire döndü." İşte bu da, o zaman
mevcut olan karantinadır.
KİŞİ TEDBİRİNİ ALMALI, TOPLUM ve DEVELT ÇABALAMALIDIR
Bu alanda İslam dininin en önemli talimatları; kişinin kendisini tedavi etmesi
(tedbirini alması anlamında) ve toplum ile devletin bu hastalıkların tedavisi
için bütün imkânlarını kullanması ve çabalamasıdır. Kendisini o hastalıklardan
tedavi etmeyen kimseler "Çağdaş Tıbbi Meseleler Fıkhı" adlı
eserimizde zikrettiğimiz birçok açık delile göre günahkârdır.
İslam'ın talimatlarından biri de bu virüse yakalan kişilerin, hastalığa
yakalandıklarını açıklamalarıdır. Öyle ki; bu vebanın kendisine isabet ettiğini
hisseden ya da salgın hastalığın olduğu çevrede olup sonra mecburi olarak çıkan
herkesin yetkili idarelere içinde olduğu durumu söylemesi gerekir. Bunu
gizlediğinde iki günah işlemiş olur:
1-Yalan, gizleme, aldatma günahı
2-Başkalarına zarar verme ve bulaşıcı hastalığı yayma günahı
O hastalığı gizleyen kişiden dolayı her kime bu hastalık
isabet ederse onun günah ve düşmanlık miktarı katlanır. Peygamber (s.a.v)
buyuruyor ki: "Müslüman o dur ki; Müslümanların onun dilinden ve
elinden sağlam kaldığı (emin olduğu) kişidir" Gerçek Müslüman, kendisi
için istediğini kardeşi için de isteyen ve kendisi için istemediğini kardeşi
için de istemeyendir.
HASTALIKTAN KORKMANIN HÜKMÜ
ALTINCISI:
Bulaşmaktan ve bu hastalıklardan korkmak;
İslam fıtrat dinidir. Bunun için İslam dini, kişi Allah'ın yegane yaratıcı
olduğuna inandığı sürece bu ve benzeri hastalıklardan korkması yasaklamaz. Her
bir şey için bir sebep kılınmıştır.
Hafız Münavi buyuruyor ki: "Vücudumuz için hastalık ve illetlerden
dolayı cüzamlı kişiden korkmak da bunlardandır."
Hadiste de belirtildiği gibi "Aslandan kaçar gibi
cüzamlıdan kaç." هذا على سبيل أخذ الحيطة
, الخوف الذي يجعلني
آخذ بالاحتياط الذي يبعد المرض عني
فالنبي صلى الله عليه وآله وسلم كان يتعوذ بالله تعالى من المرض
والبرص والجنون والجذام وسيئ الاسقام
وهذا لا حرج فيه.... ولا
أظن ذلك يعد خوفا من النبي صلى الله عليه وآله وسلم وإنما لتعليم الأمة
وكان إذا خاف قوما قال اللهم إنا ندرأ بك في
نحورهم ونعوذ بك من شرورهم
: فالخوف الذي لا يخرجنا عن دائرة الإيمان
بالله تعالى وعن حدود الشرع فلا حرج فيه.....
وقد قال النبي صلى الله عليه وآله وسلم لا طيرة ولا عدوى
الطيرة هي التشاؤم
والعدوى يعني أن يعتقد المرء أن العدوى ليست بقدر الله.... بل
ينبغي أن يعتقد أن كل شيئ مقدر وبإذن الله وهذا لا ينافي أخذه بالأسباب فيما يتوقع
ضرره في العادة
Nefisleri, cisimleri, azaları, malları ve ırzları
bozgunculuğa yol açan sebeplerden korumak ve tedbirler almak, Allah’a hakkıyla
tevekkül etmek, her şeyin Allah'ın takdiri ve kudreti atında olduğuna (inanmak)
ve Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet
etmeyeceğine inanmak vaciptir.
TEDBİRİN VACİPLİĞİNE DELİL
İbn-i Mace'nin Sünen'inde rivayet ettiği hadis, bu hastalıklardan korkmanın
meşruluğuna belki de vacipliğine delalet eden sebeplerdendir: “Sekif
heyetinde cüzamlı bir adam vardı. Peygamber (s.a.v) ona elçi göndererek ‘Dön,
seninle biatlaştık' dedi."
Ayrıca de yemeklerin ve içeceklerin onları bozan her şeyden
korunmasına, kapların kapatılmasına, üstü açık yemeklerin üstünün kapatılmasına
ve korunmasına, maskegiyilmesi, tedavinin vacipliğine, elleri ve ağızları
yıkamaya ve yollarda, ağaçların altında, etkisi başka kişilere ulaşan yerlere
işemenin ve dışkılamanın haramlığına delalet eden birçok hadis tedbir ve dikkat
etmenin vacipliğine delalet eder.
Bu din, iç ve dış temizliğin dinidir, ayette belirtildiği gibi: "Elbiseni
temiz tut."
Allah'u Teâla buyuruyor ki: "Şüphesiz Allah tövbe
edenleri ve temizlenenleri seviyor” İşte bunun için İslam dini abdeste, boy
abdestine, evlerin, avluların ve dışındakilerin temizliğine önem veriyor.
Bunlardan biri de Müslim'in Ebû Zerr'den rivayet ettiği hadistir. Ebû Zerr'in
dediğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin iyi ve kötü
amelleri bana gösterildi. (Gelip geçenleri rahatsız eden) eziyetlerin yollardan
kaldırılmasını iyi ameller arasında, mescitlerde temizlenmeden bırakılan balgamın
da kötü ameller arasında olduğunu gördüm."
BAZI FARZLARI ve VACİPLERİ TERK ETMEK
YEDİNCİSİ:
Bu veba hastalığından dolayı terk etmesi caiz olan şeyler:
Hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ dinin, canın ve diğerlerinin korunmasını (akıl,
mal ve nesil) ve gelişmesini kendi yasasının en önemli amaçlarından kılmıştır.
Bu yüzden asıl olan, her iki meseleyi birlikte ve uyumlu bir şekilde ihtilaf
olmadan sürdürmektir. Bedenimiz, aklımız ve diğerlerini koruma ihtiyacının
üzerimize zorunlu olmasının yanı sıra, dini görevlerimizi de yerine getirmemiz
gerekir. Bununla birlikte bazen görevleri tam yapmada sorun meydana
gelebilir. İşte tamda burada Allah'ın lütfu, kullarına olan merhameti,
zayıf oldukları için onun yardımı gelir. Bundan dolayı ya bazı
ibadetlerin bırakılmasında müsamaha eder ya da farz veya vacip olanlardan
vazgeçer. Zorlama anında küfürle telaffuz etme ruhsatı bu kısımdandır.
Allah-u Teâlâ bununla ilgili Nahl süresinin 106'ncı ayetinde mealen şöyle
buyurmaktadır: "Kalbi imanla dolu olduğu halde dinden dönmeye zorlanan
hariç."
Bu ve diğer ayeti kerimelerden ve peygamber efendimizin hayatından çıkarılır
ki, korku; şartlar yerinde olduğunda bazı farzları ve vacipleri terk
etmede makbul bir özür olur.
Bizim konumuzla alakalı olan aşağıda belirtilenlerdir:
CUMA ve CEMAAT NAMAZI TERK ETMEK İÇİN KORKU MAKUL BİR
SEBEPTİR, SÖZ KONUSU KORKU 3 ŞEKİLDE İFADE EDİLEBİLİR
Namaz kılan kişilerin arasında bu vebanın yayılma korkusu için Cuma ve
cemaatin terki; Fıkıhçılarımız, Cuma ve cemaat namazlarını terk etmek için korkunun
makbul özürlerden olduğunu zikretmişler. Korku üç kısımdır:
a) Kişi, kendisinin helak olmasına, bedenin bazısının yok olmasına,
kendisine saldırılmasına, kendisine eziyet edici bir darbe vurulmasına,
kaçırılmasına, esir olmasına veya yırtıcı hayvanların saldırısına maruz
kalmasına yönelik korku duyması. Bu halde, bu gibi durumlara maruz kaldığı
camilere gitmeyi terk edebilir.
b) Cuma veya cemaat namazını eda etmeye gittiğinde malını
kaybetmesinden korkması, hatta fıkıhçılar, kişinin yırtıcı hayvanlarının onun
bineğini yemesinden veya ona benzer şeylerden dolayı cumayı terk edebileceğini
söylemişler.
c) Kişinin ailesi ve çocukları üzerine korkmasıdır, evinde çocuk olup da
bakacak kimsenin bulunmaması, o da çocuğuna eziyet veren şeye maruz kalmasından
korkması veya şayet ki cuma namazını kıldığında o bulunmadığı vakitte
akrabasına yardım etmeksizin şehadet kelimesini telkin etmeksizin akrabasının
ölmesi ve buna benzer durumlar gibi...
CUMA NAMAZI HANGİ DURUMDA VACİPTİR?
Muteber deliller, cuma namazının vacipliğini insanların nefislerine,
ailelerine ve mallarına zarar olmamasına bağlı olduğunu sağlamıştır.
Allah'u Teâlâ'nın şu sözü: "(Allah), dinde sizin üzerinize hiçbir
zorluk kılmamıştır" ve şu sözü de: "Allah size kolaylığı ister, size
zorluğu istemez" bu kısımdandır.
İbn-i Kudame diyor ki “Peygamber'in (s.a.v) ‘Kim müezzini duyup da ona
tabi olmaktan bir özür alıkoymazsa…” sözü üzerine sahabe dedi ki: “Özür nedir?”
Peygamber (sav) buyurdu: "Korku veya hastalıktır.” Korkan kimse Cuma
namazını ve cemaati terk etmede mazur görülür.
Geçen bilgilere binaen, "Corona hastalığı veya Covid-19" gibi
bulaşıcı hastalıklar yayıldığında cuma ve cemaat namazını terk etmek
caizdir. Çünkü o korkutucudur. Fakat bu da kuru bir vehim olmamakla
korkunun bulunmasına bağlıdır. Çünkü vacibin terki ancak zannın
üstün gelmesiyle, yetki sahipleri ve uzman kişilerin talebiyle caizdir.
CAMİLERİ KİLİTLEMEK CAİZ MİDİR ya da HANGİ DURUMDA CAİZ OLUR?
Camileri kilitlemeye gelince; bana göre vebanın yayılması ve
yetkili makamlardan bunun hakkında bir emir yayınlamanın dışında caiz değildir.
Fakat kapatılması için buradaki ölçü, hükümet veya sağlık yetkililerin okulları
veya camileri kapatma emirlerinin yayınlamasıyladır. O zaman, kendisinde
vebanın yayılma korkusu olan şehirlerin ve bölgelerin camileri ve o şehirlerde
kapatma emri yayınlanan camileri de kapatılması caizdir. Okulları ve camileri
kapatılmayan geri kalan bölgelere gelince, camileri ve okulları açık olması
vaciptir.
HAC ve UMRENİN YASAKLANMASI
Bu vebadan dolayı Hac ve umreyi yasaklamak:
Bildiğim kadarıyla tarih, hac farizasını mutlak bir şekilde Ta'un ve benzeri
vebalardan dolayı durdurduğunu kaydetmemiştir. Fakat bazı ülkelerde bazı zamanlarda
Ta'un ve vebadan dolayı Hac farizasına ara verilebilmektedir
Hatta İbn-i Kesir "El-Bidaye ve El-Nihaye" eserinde Hicri 357
yılının olaylarını şöyle ifade ediyor: "Mekke'de ukde hastalığı (Ta'un)
yayıldı. Birçok kimse o hastalıktan dolayı öldü. Ayrıca Mekke'de olan hacıların
develeri de yolda susuzluktan öldü. Onlardan az kişi dışında Mekke'ye
varmadılar hatta hacdan sonra onlardan Mekke'ye ulaşan çoğu kişi de vefat etti."
AĞIR BASAN GÖRÜŞ YASALAMANIN CAİZ OLDUĞU YÖNÜNDEDİR
Fakat ağır basan görüş; izdihamdan dolayı hacılara veya bazılarına bu vebanın
isabet edip (yetkili uzman kişilerin aracılığıyla) kesin olarak veya şüphe
üstünlüğünün mevcut olmasıyla veba yayıldığında geçici olarak bozgunculuğu def
edecek miktarda hac ve umreyi yasaklamak caizdir. Fıkıhçılar, yol
korkusu olduğunda Haccı terk etmenin caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Hatta
(Haccı) yapabilme gücü ancak güvenlik ve emniyet sağlandığında olur.
Bundan dolayı, bulaşıcı hastalıklar; hastalığın bulunması, hac ve umreden
dolayı yayılmasından oluşan korku, şüphenin ağır basmasına kaim
olmasıyla hac ve umreyi terk etmek için mubah özürlerden sayılır.
Bu da yasaklamaya nispeten, doktorlardan uzman kişilerin takdir ettiği ve onun
hakkında Suudi Arabistan krallığının yayınladığı karardır. Takdir, Hac ve
Umreyi yasaklama, her ülkedeki uzman kişilerdedir.
SEKİZİNCİ:
Dualar ve Allah'a Yalvarma:
Müslüman kişilerin, bulaşıcı hastalıklar bulunduğunda istenilen tıbbi tedaviyi
almakla altta gelen duaları çok yapması müstehaptır:
• (De ki: Allah'ın bize yazdığı şeyin dışında hiçbir şey bize isabet etmez, O
bizim mevlamızdır, müminler Allah'a tevekkül etsinler).
• (İsmi anıldığında, yerde ve gökteki hiçbir şeyin zarar vermeyeceği, her şeyi
işiten ve bilen Allah'ın adıyla (derse, ona hiçbir şey zarar veremez), bu duayı
üç kere veya daha fazla söylemek, hadiste de geldiği gibi: "Kim geçen
duayı akşam üç defa okursa sabahlayana kadar ansızın olan hiçbir musibet ona
isabet etmez ve her kim sabah bu duayı üç kere okursa akşamlayana kadar ansızın
olan hiçbir musibet ona isabet etmez."
•(Ben, yarattıklarının şerrinden bütün (mükemmel) kelimeleriyle Allah'a
sığınıyorum.) Sahih bir hadiste gelmiştir ki bu duayı okuduğun da "O şey
sana zarar vermezdi" (Yani, yarattıkların şerleri sana zarar vermezdi)
buyurdu.
• İhlas ve Muavvizzeteyn sürelerini sabah ve akşam vakitlerinde üç kere okumak,
onların müstehap olmasında sabit hadisler gelmiştir.
• (Allah'ım! Dünyada ve ahirette senden afiyet/sıhhat istiyorum, Allah'ım!
Dinimde, dünyamda, ailemde ve malımda senden bağışlanma ve afiyet istiyorum.
Allah'ım! Ayıplarımı ört, güzelliğimi/korkaklığımı emin kıl. Allah'ım! Önümden,
arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden beni koru ve altımdan suikast ile
öldürülmekten azametine sığınırım.)
• (Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan
uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum.) Bu dua hakkında varid
olan hadis: "Herhangi bir şeyde Müslüman kimse bu duayla dua ederse duası
kabul olunur."
• (Allah'ım, verdiğin nimetlerin gitmesinden, verdiğin sağlığın değişmesinden,
ansızın cezalandırmandan ve gazabını gerektirecek her şeyden sana sığınırım.)
• (Allah'ım! Alaca hastalığından, aklımı yitirmekten, cüzzamdan ve (diğer) kötü
hastalıklardan sana sığınırım.)
Kur'an'ı Kerim'in okumasını, zikir, tesbih ve peygamber efendimiz ve onun aile
ve ashabına salavatları çok yapmak. Durum bundan ibaret Allah daha iyi bilir.
* Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ali
Muhyiddin el-Karadaği'nin Hicri 1441 yılı Recep ayında (Şubat 2020) kaleme
aldığı salgın hastalıklara ilişkin makaleyi Yakup Uçar, Arapçasından tercüme etti.
'Müslüman sadece kendisi için değil, çevresi için de hassas davranandır…”
Korona virüs salgını sebebiyle çevremizdeki insanların yaşam hakkına
saygılı olmalıyız. Müslüman kendi canını nasıl koruyorsa çevresindeki
insanların da canını öyle koruması gerekir. Müslümanlar sadece kendisi için
değil çevresi için de hassas davranmalıdır. Müslüman bu duyarlılığa sahip olan
insandır. Müslüman diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kişidir.
Müslümanlar olarak çevremize karşı sorumluluklarımız var. Salgın ortamında daha
duyarlı yaklaşmamız gerekir. Ailemizin ve çevremizin korunması hususunda
üzerimize düşen sorumluluğu üstlenmek bir Müslüman olarak vazifemizdir.
“Asıl dindarlık, salgının baş
gösterdiği bu ortamda kul hakkına girmemek için cemaate gelmemektir…”
Toplumsal olarak herkesin iştirak ettiği tedbirlere uymamak kul
hakkına girmektir. Salgının bertaraf edilmesi için alınan tedbirlere en fazla
riayet etmesi gereken Müslümanlar olmalıdır. Mümin kişi bu tedbirlere, en fazla
uyan olmalıdır. Gençlere ve çocuklara örnek olmalıdır. Bu örnek davranışı ben
Mümin kardeşlerimizden bekliyorum.
Öte yandan, cenaze namazının kılınması için vakit namazlarını beklemenin de
şart olmadığını ifade eden Keleş, cenaze namazının korona virüs salgını devam
ettiği süre boyunca tedbirli bir şekilde kılınması gerektiği uyarısında
bulundu.
“Salgın zamanında ürünlerin olduğundan yüksek fiyata satılması Müslüman
şuuruna yakışmaz…”
Korona virüs salgınının yaşandığı günlerde, fırsatçıların dezenfektan
ürünlerini ve birtakım gıdaları fahiş fiyatlarla satmak Mümin şuuruna yakışmaz.
Müslüman bencil olamaz. Bırakın karaborsacılık, fırsatçılık yapmayı, Müminin
tam hayır yapma zamanıdır. Başkalarına yardım etme, yardımlaşma, kendisi kadar
başkalarını da düşünme zamanıdır. Müslüman, her şeyden önce güzel ahlak sahibi
olan insandır. Güzel ahlak da en az kendisi kadar başkasını düşünmeyi
gerektiren bir tutum ve davranıştır.
Zor zamanda ihtiyaç duyulan malzemeleri insanlarla paylaşmak, paylaşma
bilincine sahip olmak önemlidir ve 'Müslüman şuuru' budur. Bu anlayış İslam'ın
sadaka olarak nitelendirdiği, kulun imanındaki sadakatini gösteren
anlayıştır.