BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmâil
محمد بن إسماعيل البخاري
Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî
el-Buhârî (ö. 256/870)
Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en güvenilir kitap kabul
edilen el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ adlı eseriyle tanınmış büyük
muhaddis.
13 Şevval 194 (20
Temmuz 810) Cuma günü Buhara’da doğdu. Dedesinin dedesi olan Berdizbeh Mecûsî
idi. Onun oğlu Mugīre, Buhara Valisi Cu‘feli Yemân vasıtasıyla müslüman oldu.
Buhârî bundan dolayı Cu‘fî nisbesiyle de anılmıştır. Dedesi İbrâhim hakkında
fazla bilgi bulunmamakla beraber babası İsmâil’in Mâlik b. Enes ve Abdullah b.
Mübârek gibi âlimlerden hadis öğrenen bir kişi olduğu bilinmekte ve Buhârî
henüz çocukken vefat ettiği, hadise dair bazı kitaplarının oğluna intikal
ettiği anlaşılmaktadır. Annesinin ise duası makbul dindar bir kadın olduğu
zikredilmektedir.
Buhârî on yaşına doğru
Muhammed b. Selâm el-Bîkendî, Abdullah b. Muhammed el-Müsnedî gibi Buharalı
muhaddislerden hadis öğrenmeye başladı. On bir yaşlarında iken hocası
Dâhilî’nin rivayet sırasında yaptığı bazı hataları tashih etmesiyle dikkatleri
çekti. On altı yaşına geldiği zaman İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ b. Cerrâh’ın kitaplarını
tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed ile birlikte hacca
gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde Buhârî Mekke’de kaldı
ve Hallâd b. Yahyâ, Humeydî gibi âlimlerden hadis tahsil etti. Daha sonra bu
maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Bu merkezler alfabetik olarak
şöyle sıralanabilir: Bağdat’a sekiz defadan fazla gitti ve her seferinde Ahmed
b. Hanbel ile görüşüp ondan faydalandı. Basra’ya dört veya beş defa gitti;
orada Ebû Âsım en-Nebîl, Ensârî diye tanınan Basra kadısı Muhammed b. Abdullah
ve Haccâc b. Minhâl gibi muhaddislerden istifade etti. Mekkî b. İbrâhim,
Kuteybe b. Saîd vb. âlimlerden hadis dinlemek için Belh’e birkaç defa gitti ve
Belhliler’in isteği üzerine onlara kendilerinden ilim tahsil ettiği 1000
hocadan birer hadis yazdırdı. Dımaşk’ta Ebû Müshir’den hadis öğrendi. Hicaz’da
altı yıl kaldı. Humus’a gitti. Kûfe’ye birçok defa seyahat ederek Âdem b. Ebû
İyâs, Ubeydullah b. Mûsâ, Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn gibi muhaddislerden hadis
dinledi. Medine’de İsmâil b. Ebû Üveys, Merv’de Abdân b. Osman, iki defa
gittiği Mısır’da Saîd b. Ebû Meryem, Abdullah b. Yûsuf ve Asbağ b. Ferec gibi
hocalardan hadis tahsil etti. İlk defa 209’da (824), son olarak da 250’de (864)
gittiği ve beş yıl süreyle hadis okuttuğu Nîşâbur’da Yahyâ b. Yahyâ el-Minkarî
gibi hadis hâfızlarından faydalandı. Buhârî kendilerinden hadis yazdığı
muhaddislerin sayısının 1080 olduğunu söyler (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ,
XII, 395). Tek nüshası İrlanda’da bulunan (Chester Beatty, nr. 5165/1, 11 varak)
İbn Mende’ye (ö. 395/1005) ait Tesmiyetü’l-meşâyiḫ elleẕîne yervî
ʿanhüm el-İmâm Ebû ʿAbdillâh Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî adlı
eserde, Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te rivayette bulunduğu
hocalarından 309 muhaddisin adı, yaşadıkları şehirler ve ölüm tarihleri
verilmektedir (A. J. Arberry bu risâleyi tanıttıktan sonra söz konusu
muhaddislere ait listeyi İngilizce olarak yayımlamıştır [bk. bibl.]).
Ancak el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’teki rivayetlerin Buhârî’nin derlediği yüz
binlerce hadisin pek az bir bölümünü teşkil ettiğini de gözden uzak
tutmamalıdır. Meşhur talebesi Firebrî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i
Buhârî’den 90.000 talebenin dinlediğini söylemektedir. En tanınmış diğer
talebeleri ise İmam Müslim, Tirmizî, Ebû Hâtim, Ebû Zür‘a er-Râzî, Muhammed b.
Nasr el-Mervezî, Sâlih Cezere, İbn Huzeyme gibi muhaddislerdir.
Yazdığı
hadislerin kitaplarda kalmayıp onları hâfızasına nakşettiğini gösteren en iyi
örneklerden biri Bağdat’ta verdiği imtihandır. İbn Adî’nin rivayetine göre,
Buhârî’nin Bağdat’a geldiğini duyan muhaddisler 100 hadisin sened ve
metinlerini birbirine karıştırarak bunları on kişiye verdiler ve onlara Buhârî
toplantı yerine gelince bu hadisleri sırayla sormalarını söylediler. Bu on kişi
tesbit edilen hadisleri çeşitli İslâm ülkelerinden gelmiş olan muhaddislerin
huzurunda okuyarak bunların mahiyeti hakkında bilgi istediler. Buhârî onlara bu
hadislerin hiçbirini okunduğu şekliyle bilmediğini belirttikten sonra, ilk
soruyu yönelten kimseden başlayarak, sordukları hadislerin sened ve
metinlerinin doğrusunu her birine ayrı ayrı söyledi. Buhârî hakkında tereddüdü
olanlar onun nasıl bir hâfıza gücüne ve ne kadar geniş bir hadis kültürüne
sahip olduğunu gördüler. Buhârî ve Mihne Olayı. Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk oluşuyla ilgili
olarak Mu‘tezile tarafından ileri sürülen görüş (bk. HALKU’l-KUR’ÂN),
devletin de destek vermesiyle İslâm âlemini zor durumda bırakmıştır. İslâm
âleminde sürüp giden bu tartışmalardan Buhârî de zarar görmüştür. Buhârî bu
konuda fikrini soran kişiye cevap vermek istememiş, fakat onun üç defa ısrarla
sormasından sonra, “Kur’an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir; ancak kulların
fiilleri (Kur’an’ı okuyuşları) mahlûktur; bu konuda soru sormak ise bid‘attır”
diye cevap vermiş, bunun üzerine ortalık karışmıştır. bu
konuda Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd adıyla bir de müstakil eser
kaleme almış olan Buhârî bu ve benzeri itikadî konuları gerektiğinde
konuşulacak meseleler olarak kabul etmektedir. Buhârî Nîşâbur’dan sonra
Merv’e gitti. Kendisini yolda karşılayan şehrin tanınmış muhaddis ve fakihi
Ahmed b. Seyyâr görüşlerinin isabetli olduğunu, fakat halkın anlayamayacağı
konulara girmemesi gerektiğini söyledi. Buhârî de kendisine iyi bildiği bir mesele
sorulduğu zaman susmasının mümkün olmadığını ifade etti. Buhârî kendisinden ilim tahsil etmek isteyen herkese bildiğini
esirgemeden vermesine rağmen devlet adamlarından uzak durur, onların
saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabul eder ve bu
uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı. Buhârî kendisinden ilim tahsil etmek isteyen
herkese bildiğini esirgemeden vermesine rağmen devlet adamlarından uzak durur,
onların saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabul eder
ve bu uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı. Horasan Valisi Hâlid b. Ahmed
ez-Zühlî ona bir adamını göndererek el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, et-Târîḫu’l-kebîr ve
diğer eserlerini kendisinden dinlemeyi arzu ettiğini bildirince bu talebi
reddetti. İlmi küçük düşüremeyeceğini, onu başkalarının ayağına
götüremeyeceğini, gerçekten arzu ediyorsa hadis okuttuğu mescide -veya evine-
gelmesini, bunu da istemiyorsa hadis okutmasını yasaklayabileceğini söyledi.
Hz. Peygamber’in, “Kendisine sorulan şeyi öğretmekten kaçınan kimsenin ağzına
ateşten gem vurulacağını” ifade eden hadisi sebebiyle ilmi kimseden
esirgemediğini de haber verdi. Buhara valisinin sadece kendi çocuklarına ders
vermesi yolundaki isteğini de ilmi belli insanlara tahsis edemeyeceği
gerekçesiyle reddetti. Bunun üzerine vali, yakın adamlarından bazılarının
Buhârî’nin Ehl-i sünnet görüşüyle bağdaşmayan fikirlere sahip olduğunu iddia
etmelerini sağladı. Sonra da bu iddiaya dayanarak onu kendi memleketinden
sürdü. Buhârî oradan Semerkant’a gitmek üzere yola çıktı. Semerkant’a 3 mil
mesafede bulunan Hartenk kasabasındaki akrabalarını ziyaret etti. Fakat orada
hastalandı ve Semerkant’a gidemedi. 256 yılının ramazan bayramı gecesi vefat
etti, ertesi gün (1 Eylül 870 Cuma) orada toprağa verildi. Buhârî’nin
ahlâkî faziletleri, tenkit ettiği râviler hakkındaki son derece mutedil ve
insaflı sözlerinde de görülür. Buhârî’yi yakından tanıyan âlimlerin takdirkâr ifadeleri, onun ilmî
şahsiyeti ve otoritesi hakkında fikir vermektedir. Hocası Nuaym b. Hammâd ile
muhaddis Ya‘kūb b. İbrâhim ed-Devrakī, “Buhârî bu ümmetin fakihidir” derlerdi. Yine Basralı
hocalarından “emîrü’l-mü’minîn fi’l-hadîs” lakabını ona vermiş. İmam
Müslim Buhârî’ye hitaben, “Sana ancak seni çekemeyenler kızabilir. Dünyada
senin bir benzerinin bulunmadığına şahadet ederim” diyerek ona duyduğu derin
sevgiyi dile getirmiştir. İbn Huzeyme ise, “Şu gök kubbenin altında
Resûlullah’ın hadislerini Buhârî’den daha iyi bilen ve daha iyi ezberlemiş olan
birini görmedim” derdi. Hocalarından Muhammed b. Selâm el-Bîkendî ile Abdullah b.
Yûsuf et-Tinnîsî hadis kitaplarını ona tashih ettirmişlerdi. Humeydî de hadise
dair bir meselede muhaddislerden biriyle anlaşmazlığa düşünce henüz on sekiz
yaşında bulunan talebesi Buhârî’yi hakem tayin etmişti. Hadisçiliği. Hicrî
ilk üç asırda hadise hizmetleriyle tanınan önemli şahsiyetler arasında
Buhârî’nin ön planda gelmesinin sebebi, sahih hadisleri ilk defa bir araya
getirmesinin yanında hadis ilmindeki tartışmasız otoritesidir. Bizzat
Buhârî’nin bütün kitaplarını üçer defa yazdığını söylemesi (İbn Hacer, Taġlîḳu’t-taʿlîḳ,
V, 418), onun eserlerini yazdıktan sonra talebelerine okuttuğunu, bu sırada
bazı konuları ilâve edip bazılarını çıkardığını, daha sonra eserini ikinci ve
üçüncü defa aynı şekilde okutup tashih ettiğini göstermektedir. Eserleri. 1. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ.
Buhârî, halk arasında Ṣaḥîḥ-i Buḫârî diye şöhret bulan bu
eseri 600.000 kadar hadis arasından seçerek on altı yılda meydana getirdiğini,
her bir hadisi (veya babı) yazmadan önce mutlaka boy abdesti alarak iki rek‘at
namaz kıldığını söylemiştir. Eserini Buhara’da yazmaya başlamış, çalışmasına
Mekke, Medine ve Basra’da devam etmiştir. Yeryüzünde hiçbir esere gösterilmeyen
bir ihtimama mazhar olan ve İslâm dünyasında üzerine yüzlerce inceleme ve şerh
kaleme alınmış bulunan el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, İstanbul, Mısır,
Hindistan ve Avrupa’da birçok defa basılmıştır.
2. et-Târîḫu’l-kebîr.
Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ten önce yazdığı bu kitap sahasının
ilk eserlerinden biri olup burada ashaptan kendi şeyhlerine gelinceye kadar 13.000’e
yakın râvinin güvenilirlik derecesini tesbit etmiştir. et-Târîḫu’l-kebîr Haydarâbâd’da
Dârü’l-maârifi’l-Osmâniyye tarafından dört büyük cilt (sekiz cüz) halinde
basılmıştır (1361-1364). Ayrıca Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye ve
Müessesetü’l-kütübi’s-sekāfiyye tarafından eserde geçen şahısların ve
hadislerin fihristi hazırlatılarak Beyrut’ta iki cilt halinde yayımlanmıştır
(1407/1987).
3. et-Târîḫu’l-evsaṭ. et-Târîḫu’l-kebîr’in
bir muhtasarı olduğu anlaşılmakla beraber eserin tam olarak günümüze geldiği
bilinmemektedir. Çok eksik bir nüshası Hindistan’da mevcuttur (Bankipûr 12/32,
nr. 687, 56 varak).
4. et-Târîḫu’ṣ-ṣagīr. et-Târîḫu’l-kebîr’in
bir hulâsası olup râvileri et-Târîḫu’l-kebîr’deki gibi alfabetik
olarak değil vefat tarihlerine göre ele almakta ve onlar hakkında diğer
eserlerinde rastlanmayan bilgiler vermektedir. Eser Muhammed el-Ca‘ferî
tarafından Allahâbâd’da (1324, taşbaskı) ve Ahmedâbâd’da (1325), Mahmûd İbrâhim
Zâyed tarafından da Kahire’de (1396-1397/1976-1977) iki cilt halinde
yayımlanmıştır. Bu çalışma, Yûsuf el-Mar‘aşlî tarafından içindeki hadislerin
fihristi yapılarak Beyrut’ta yeniden basılmıştır (1986).
5. Kitâbü’ḍ-Ḍuʿafâʾi’ṣ-ṣaġīr.
İbrâhim ismiyle başlamakta ve 418 râviyi ihtiva etmektedir. Buhârî’nin daha
önce zikredilen kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup alfabetiktir.
Eser Agra’da (1323), Allahâbâd’da (1325), Bûrân ed-Dannâvî’nin tahkikiyle
Beyrut’ta (1404/1984), Abdülazîz İzzeddin es-Seyrevân tarafından el-Mecmûʿ
fi’ḍ-ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn adıyla ve Nesâî ile Dârekutnî’nin eḍ-Ḍuʿafâʾ
ve’l-metrûkîn adlı eserleriyle birlikte Beyrut’ta (1405/1985) ve
Mahmûd İbrâhim Zâyed’in tahkikiyle Nesâî’nin Kitâbü’ḍ-Ḍuʿafâʾ
ve’l-metrûkîn’i ile birlikte yine Beyrut’ta (1406/1986) yayımlanmıştır.
6. Kitâbü’l-Künâ. et-Târîḫu’l-kebîr’i
tamamlayıcı mahiyette olan bu eser, isimlerinden çok künyeleriyle tanınan 1000
kadar râvi hakkında kısa bilgiler vermektedir. Kitabın sonunda Abdurrahman b.
Yahyâ el-Muallimî el-Yemânî’nin eseri tanıtan bir yazısı bulunmaktadır. İbn Ebû
Hâtim er-Râzî’nin Beyânü ḫaṭaʾi Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî fî Târîḫih adlı
eseriyle birlikte Haydarâbâd’da basılmıştır (1360).
7. et-Târîḫ fî
maʿrifeti ruvâti’l-ḥadîs̱ ve naḳaleti’l-âs̱âr ve temyîzi s̱iḳātihim min ḍuʿafâʾihim
ve târîḫi vefâtihim. Bu eser de Buhârî’nin diğer tarih kitaplarına nisbetle
oldukça küçük hacimli olup Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası
bulunmaktadır (Medine, nr. 524, 18 varak).
8. et-Tevârîḫ
ve’l-ensâb. Bazı önemli şahsiyetler hakkında bilgiler ihtiva eden eserin
diğer kitaplarda olduğu gibi belli bir metodu yoktur. Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi’nde bir nüshası mevcuttur (III. Ahmed, nr. 2969, vr. 382a-399b).
9. el-Edebü’l-müfred. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te
bulunmayan güzel ahlâka dair bazı hadisleri de ihtiva eden ve 644 bab içinde
1322 hadisi toplayan eser Hindistan’da (1304), Agra’da (1306), İstanbul’da
(1306, 1309), Kahire’de (1346, 1349) ve Muhammed Fuâd Abdülbâkī’nin tahkikiyle
yine Kahire’de (1375/1955) yayımlanmıştır.
10. Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd.
Kulların diğer fiilleri gibi Kur’an’ı telaffuz edişlerinin de mahlûk olduğunu
ortaya koymak maksadıyla yazılan eser Muhammed Şemsülhak el-Azîmâbâdî
tarafından Delhi’de (1306), Ali Sâmî en-Neşşâr ile Ammâr et-Tâlibî
tarafından ʿAḳāʾidü’s-selef adlı eser içinde (1970), daha
sonra müstakil olarak Beyrut’ta (1404/1984) yayımlanmıştır.
11. Refʿu’l-yedeyn
fi’ṣ-ṣalât. Namazda rükûa varırken ve rükûdan kalkarken tekbir almanın
sünnet olduğuna dair olan eser, Urduca tercümesiyle birlikte Kalküta’da
(1256), Tenvîrü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla
Delhi’de (1299), Ḫayrü’l-kelâm fi’l-ḳırâʾati ḫalfe’l-imâm ile
birlikte Kahire’de (1320) ve Ahmed eş-Şerîf tarafından Ḳurretü’l-ʿayneyn
bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Küveyt’te (1983) basılmıştır.
12. Kitâbü’l-Ḳırâʾati
ḫalfe’l-imâm. Ehl-i
re’yin görüşlerinin aksine farz namazlarda imamla beraber cemaatin de
Kur’an okumasının gerekli olduğunu ileri süren eser, Ḫayrü’l-kelâm
fi’l-ḳırâʾati ḫalfe’l-imâm adıyla ve Urduca tercümesiyle birlikte
Delhi’de (1256), Kahire’de (1320) ve Beyrut’ta (1985) yayımlanmıştır.
Buhârî’nin bunlardan
başka el-ʿAḳīde (et-Tevḥîd) (Sezgin, I, 259), Aḫbârü’ṣ-ṣıfât (Sezgin,
a.y.), Ḳażâya’ṣ-ṣaḥâbe ve’t-tâbiʿîn, et-Tefsîrü’l-kebîr (et-Târîḫu’l-kebîr,
VIII, 232, 265; Brockelmann, III, 179), Kitâbü’l-ʿAtîḳ (et-Târîḫu’l-kebîr,
II, 95, 169), el-Eşribe, el-Hibe, el-Vuḥdân (sadece
bir hadis rivayet eden sahâbîlere dair), el-Mebsûṭ, el-ʿİlel, el-Fevâʾid, el-İʿtiṣâm, Kitâbü
Aṣḥâbi’n-nebî (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 60), Esmâʾü’ṣ-ṣaḥâbe, Kitâbü’l-Îmân (et-Târîḫu’l-kebîr,
II, 158), Birrü’l-vâlideyn, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr, el-Câmiʿu’l-kebîr (el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i
bu eserden meydana getirdiği düşünülebilir) gibi eserleri bulunmaktadır. Fıkıh
İlmindeki Yeri
Büyük bir hadis imamı
olarak şöhret bulan Buhârî aynı zamanda bir fakihtir. Ancak hadis ilmindeki
yüksek seviyesi sebebiyle bu yönü ikinci planda kalmıştır. Hayatı ve ilmî
şahsiyetinden bahseden tabakat kitaplarında kendisinin “fakihlerin efendisi”,
“bu ümmetin fakihi” ve “Allah’ın yarattığı kullar içerisinde en fakih olanı”
diye nitelendirildiği nakledilir. Bazı müellifler ise mukayese yolu ile bir
değerlendirme yaparak Buhârî’yi, hocaları Ahmed b. Hanbel ve İshak b.
Râhûye’den daha fakih sayarlar (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, II, 237).
İbn Kuteybe de kendisine fetva soran bir adamı Buhârî’ye gönderirken ona, “İşte
Ahmed b. Hanbel, İbnü’l-Medînî ve İshak b. Râhûye, Allah bu üçünü de sana
gönderdi” diyerek Buhârî’ye danışmakla bu üç âlime danışmış sayılacağına işaret
etmiş, onun fıkıh ilmindeki bilgi ve kabiliyetinin seviyesini dile getirmiştir
(Sübkî, II, 222; İbn Hacer, a.g.e., II, 236). Buhârî fıkıh ilmindeki bu
üstün mevkii sebebiyle dört mezhebin mensupları tarafından sahiplenilmiştir.
Hanbelî fakihlerinden İbn Ebû Ya‘lâ onu Hanbelî fakihlerin birinci
tabakasından, Tâceddin es-Sübkî ise Şâfiî fakihlerin ikinci tabakasından
saymaktadır. Abdullah b. Yûsuf, Saîd b. Anber ve İbn Bükeyr’den el-Muvaṭṭaʾı
rivayet ettiği için Buhârî Mâlikîler’ce kendi mezheplerine mensup kabul
edildiği gibi, Hanefî fakihi İshak b. Râhûye’den ders almış olması sebebiyle de
Hanefîler tarafından kendi mezheplerine bağlı olduğu ileri sürülmüştür. Ancak
onun birçok meselede İmam Şâfiî’ye muvafakat etmesi, Şâfiî mezhebine mensup
olarak şöhret bulmasına sebep olmuştur. Fakat Keşmîrî ile bir grup hadis ve
fıkıh âlimine göre Buhârî ne belli bir mezhebe intisap eden mukallid, ne de
herhangi bir mezhebin sınırları içinde ictihadda bulunan “mezhepte
müctehid”dir. Eğer fıkıh “şer‘î-amelî hükümleri tafsilî delillerinden istinbat
ederek bilmek” ise Buhârî bu tarife göre tam bir fakih ve bir “mutlak
müctehid”dir. Zira Kitap ve Sünnet’e en geniş çerçevede vâkıf olmuş ve
hükümleri doğrudan o kaynaklardan elde etmiştir. Sahâbe, tâbiîn ve daha sonra
gelen müctehid imamların görüşlerine vâkıf olması da onu bu hususta daha güçlü
kılmıştır. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’indeki bab başlıklarını tesbit ederken
herhangi bir mezhebe bağlı kalmamış, yalnızca naklettiği nasları dikkate alarak
hüküm çıkarmıştır. Ayrıca Ebû Hanîfe’ye muvafakat ettiği yerler, Şâfiî’ye
muvafakat ettiklerinden daha az değildir (Keşmîrî, I, 58). Meselâ Buhârî,
abdesti sadece iki çıkış mahallinden çıkan şeylerin bozduğunu kabul ederek tenasül
organına veya kadına dokunmak sebebiyle abdest almanın vâcip olmadığını
söylemiş (Buhârî, “Vuḍûʾ”, 36), böylece Ebû Hanîfe’ye muvafakat ederken
Şâfiî’den ayrılmıştır. Buna karşılık başkasının câriyesini gasbedenle ilgili
olarak verdiği hükümle Ebû Hanîfe’nin kanaatine ters düşmüştür (Buhârî, “Ḥiyel”
9; krş. Kâsânî, VII, 152). Öte yandan İbrâhim en-Nehaî’den hayızlı kadının, İbn
Abbas’tan da cünüp kimsenin Kur’an okumasında bir mahzur olmadığını naklederken
cünübün kıraatine cevaz vermekte ve bu fetvasıyla da fakihlerin büyük
çoğunluğuna muhalefet etmektedir (Buhârî, “Ḥayıż”, 7; İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî,
II, 220) Bütün âlimler,
Buhârî’nin telif ettiği eserler ve verdiği fetvalar yoluyla büyük bir fıkhî
miras bıraktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Söz konusu eserleri içinde en
önde gelenin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ olduğu bilinmektedir. Bu eser
başlı başına bir fıkıh ve fetva hazinesi olarak nitelendirilmektedir. Özellikle
Buhârî tarafından konulan bab başlıkları fıkhî görüşlerini yansıtması
bakımından apayrı bir önem taşır. Bu sebeple, “Buhârî’nin fıkhı bab
başlıklarındadır” denilmiştir.
İbn Hacer’in tesbit ve
değerlendirmesine göre Buhârî, Ṣaḥîḥ’inde fıkhî bilgi ve
inceliklerin bulunmasına özen göstermiş, bundan dolayı rivayet ettiği naslardan
birçok hüküm çıkarmış ve bu hükümleri ilgili kitâbın (ana bölümün) muhtelif
babları arasına uygun bir şekilde serpiştirmiştir. Bunu yaparken gerekli
yerlerde ahkâm âyetlerini zikretmeyi de ihmal etmemiştir. Aslında el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i
telif ederken Buhârî’nin takip ettiği hedef, koyduğu prensipler çerçevesinde
hadis nakletmenin yanında bunlardan ve ilgili âyetlerden hükümler çıkarmak
olmuştu. Bu sebepledir ki birçok babda rivayet ettiği hadislerin isnadını başka
yerde vermiş olduğundan tekrar kaydetmeyerek yalnızca Hz. Peygamber’den nakilde
bulunan kimsenin adını ve hadisin ilgili kısmını zikretmekle yetinmiştir. Bu ve
benzeri durumlarda Buhârî’nin esas amacı, bab başlığı olarak ele aldığı mesele
için bir delil getirmek olmuş ve zaten mâlum olan bu hadislere yalnızca
işarette bulunmakla yetinmiştir. Bazan bir babda sadece bir hadis
kaydedilmesinin, bazan da konu ile ilgili olarak hadis bulunmayıp onun yerine
bir Kur’an âyeti zikredilmesinin sebebi budur (meselâ bk. Buhârî, “Meẓâlim” 6,
7). Böyle durumlarda Buhârî’nin, bab başlığı şeklinde ortaya koyduğu hükmün
delilinin hadis değil Kur’an olduğunu belirtmek istediği anlaşılmaktadır. İbn Hacer’e
göre Buhârî’nin fıkıh alanındaki kudreti sadece bab başlıklarında değil aynı
zamanda babların düzenlenmesinde de görülmektedir. Buhârî, diğer
imamların hüküm çıkardığı şer‘î kaynaklardan faydalanmakla birlikte onun
genelde takip ettiği metot, hadisleri ihtiva ettikleri fıkhî hükümleri esas
almak suretiyle bablara ayırmak, bu bablarda yer alan meseleleri Kur’an, hadis
ve sahâbe fetvalarına dayandırmaktır. Bazı araştırmacılara göre bu metodun
belli başlı üç özelliği vardır. 1. Fıkhî hükme temel teşkil
eden esas kaynağın sıhhatine güven duymak; 2. Sahâbe ve tâbiîn
tarafından varılan ya da onlar tarafından teyit edilen hükmün doğruluğuna
inanmak; 3. Ehliyetli bir fakihin önüne bir hükmün âyet ve
hadisle ilgisi hususunda yeni ufuklar açmak.
Buhârî sadece kendi
görüşünü zikretmekle yetinmemiş, bazı durumlarda muhalif görüşleri de kaydetmiş
ve onlarla tartışmaya girmekten çekinmemiştir. Bu durumlarda karşı görüşü
savunan kişi veya mezhebin adını anmak yerine “bazı insanlar, insanlardan biri”
tabirini kullanmıştır. Bu şekilde vârit olan itirazların birçoğu Ebû Hanîfe’ye
yönelik olduğu için Hanefî mezhebi mensupları bu tabiri, imamlarının lâyık
olduğu makama yakışmayan bir ifade olarak değerlendirmişler, hatta bu konuyu
ciddi bir mesele gibi ele alan bir grup Hintli Hanefî âlimi Baʿżu’n-nâs
fî defʿi’l-vesvâs (Hind 1892) adıyla bir kitap telif etmiştir. Söz
konusu eser, Buhârî’nin Ebû Hanîfe’ye yönelttiği itirazlara verilmiş cevaplar
mahiyetindedir. Bu konuda kaleme alınan diğer bir kitap da Keşfü’l-iltibâs
ʿammâ evredehü’l-Buḫârî ʿalâ baʿżi’n-nâs’tır. Daha sonra Mevlânâ Muhammed
Nezîr Hüseyin ed-Dihlevî bu kitaba cevap vermek ve dolayısıyla Buhârî’yi
savunmak maksadıyla Refʿu’l-iltibâs ʿan baʿżi’n-nâs adını
verdiği bir eser kaleme almıştır (Hind 1311). Hüseynî Abdülmecid Hâşim de
kaynaklarda son derece nâzik ve saygılı bir kişi olduğu kaydedilen Buhârî’nin
söz konusu tabirinin Hanefî âlimlerin zannettiği gibi bir anlam taşımayıp tam
aksine Ebû Hanîfe’ye saygıyı ifade ettiğini ileri sürmektedir (el-İmâmü’l-Buḫârî:
muḥaddis̱en ve faḳīhen, s. 192-193).
BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmâil
محمد بن إسماعيل البخاري
Teşekkür ederim. Derste müzakere edeceğiz.
Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî el-Buhârî (ö. 256/870)
Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en güvenilir kitap kabul edilen el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ adlı eseriyle tanınmış büyük muhaddis.
13 Şevval 194 (20 Temmuz 810) Cuma günü Buhara’da doğdu. Dedesinin dedesi olan Berdizbeh Mecûsî idi. Onun oğlu Mugīre, Buhara Valisi Cu‘feli Yemân vasıtasıyla müslüman oldu. Buhârî bundan dolayı Cu‘fî nisbesiyle de anılmıştır. Dedesi İbrâhim hakkında fazla bilgi bulunmamakla beraber babası İsmâil’in Mâlik b. Enes ve Abdullah b. Mübârek gibi âlimlerden hadis öğrenen bir kişi olduğu bilinmekte ve Buhârî henüz çocukken vefat ettiği, hadise dair bazı kitaplarının oğluna intikal ettiği anlaşılmaktadır. Annesinin ise duası makbul dindar bir kadın olduğu zikredilmektedir.
Buhârî on yaşına doğru Muhammed b. Selâm el-Bîkendî, Abdullah b. Muhammed el-Müsnedî gibi Buharalı muhaddislerden hadis öğrenmeye başladı. On bir yaşlarında iken hocası Dâhilî’nin rivayet sırasında yaptığı bazı hataları tashih etmesiyle dikkatleri çekti. On altı yaşına geldiği zaman İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ b. Cerrâh’ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed ile birlikte hacca gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde Buhârî Mekke’de kaldı ve Hallâd b. Yahyâ, Humeydî gibi âlimlerden hadis tahsil etti. Daha sonra bu maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Bu merkezler alfabetik olarak şöyle sıralanabilir: Bağdat’a sekiz defadan fazla gitti ve her seferinde Ahmed b. Hanbel ile görüşüp ondan faydalandı. Basra’ya dört veya beş defa gitti; orada Ebû Âsım en-Nebîl, Ensârî diye tanınan Basra kadısı Muhammed b. Abdullah ve Haccâc b. Minhâl gibi muhaddislerden istifade etti. Mekkî b. İbrâhim, Kuteybe b. Saîd vb. âlimlerden hadis dinlemek için Belh’e birkaç defa gitti ve Belhliler’in isteği üzerine onlara kendilerinden ilim tahsil ettiği 1000 hocadan birer hadis yazdırdı. Dımaşk’ta Ebû Müshir’den hadis öğrendi. Hicaz’da altı yıl kaldı. Humus’a gitti. Kûfe’ye birçok defa seyahat ederek Âdem b. Ebû İyâs, Ubeydullah b. Mûsâ, Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn gibi muhaddislerden hadis dinledi. Medine’de İsmâil b. Ebû Üveys, Merv’de Abdân b. Osman, iki defa gittiği Mısır’da Saîd b. Ebû Meryem, Abdullah b. Yûsuf ve Asbağ b. Ferec gibi hocalardan hadis tahsil etti. İlk defa 209’da (824), son olarak da 250’de (864) gittiği ve beş yıl süreyle hadis okuttuğu Nîşâbur’da Yahyâ b. Yahyâ el-Minkarî gibi hadis hâfızlarından faydalandı. Buhârî kendilerinden hadis yazdığı muhaddislerin sayısının 1080 olduğunu söyler (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XII, 395). Tek nüshası İrlanda’da bulunan (Chester Beatty, nr. 5165/1, 11 varak) İbn Mende’ye (ö. 395/1005) ait Tesmiyetü’l-meşâyiḫ elleẕîne yervî ʿanhüm el-İmâm Ebû ʿAbdillâh Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî adlı eserde, Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te rivayette bulunduğu hocalarından 309 muhaddisin adı, yaşadıkları şehirler ve ölüm tarihleri verilmektedir (A. J. Arberry bu risâleyi tanıttıktan sonra söz konusu muhaddislere ait listeyi İngilizce olarak yayımlamıştır [bk. bibl.]). Ancak el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’teki rivayetlerin Buhârî’nin derlediği yüz binlerce hadisin pek az bir bölümünü teşkil ettiğini de gözden uzak tutmamalıdır. Meşhur talebesi Firebrî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i Buhârî’den 90.000 talebenin dinlediğini söylemektedir. En tanınmış diğer talebeleri ise İmam Müslim, Tirmizî, Ebû Hâtim, Ebû Zür‘a er-Râzî, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Sâlih Cezere, İbn Huzeyme gibi muhaddislerdir.
Yazdığı hadislerin kitaplarda kalmayıp onları hâfızasına nakşettiğini gösteren en iyi örneklerden biri Bağdat’ta verdiği imtihandır. İbn Adî’nin rivayetine göre, Buhârî’nin Bağdat’a geldiğini duyan muhaddisler 100 hadisin sened ve metinlerini birbirine karıştırarak bunları on kişiye verdiler ve onlara Buhârî toplantı yerine gelince bu hadisleri sırayla sormalarını söylediler. Bu on kişi tesbit edilen hadisleri çeşitli İslâm ülkelerinden gelmiş olan muhaddislerin huzurunda okuyarak bunların mahiyeti hakkında bilgi istediler. Buhârî onlara bu hadislerin hiçbirini okunduğu şekliyle bilmediğini belirttikten sonra, ilk soruyu yönelten kimseden başlayarak, sordukları hadislerin sened ve metinlerinin doğrusunu her birine ayrı ayrı söyledi. Buhârî hakkında tereddüdü olanlar onun nasıl bir hâfıza gücüne ve ne kadar geniş bir hadis kültürüne sahip olduğunu gördüler. Buhârî ve Mihne Olayı. Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk oluşuyla ilgili olarak Mu‘tezile tarafından ileri sürülen görüş (bk. HALKU’l-KUR’ÂN), devletin de destek vermesiyle İslâm âlemini zor durumda bırakmıştır. İslâm âleminde sürüp giden bu tartışmalardan Buhârî de zarar görmüştür. Buhârî bu konuda fikrini soran kişiye cevap vermek istememiş, fakat onun üç defa ısrarla sormasından sonra, “Kur’an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir; ancak kulların fiilleri (Kur’an’ı okuyuşları) mahlûktur; bu konuda soru sormak ise bid‘attır” diye cevap vermiş, bunun üzerine ortalık karışmıştır. bu konuda Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd adıyla bir de müstakil eser kaleme almış olan Buhârî bu ve benzeri itikadî konuları gerektiğinde konuşulacak meseleler olarak kabul etmektedir. Buhârî Nîşâbur’dan sonra Merv’e gitti. Kendisini yolda karşılayan şehrin tanınmış muhaddis ve fakihi Ahmed b. Seyyâr görüşlerinin isabetli olduğunu, fakat halkın anlayamayacağı konulara girmemesi gerektiğini söyledi. Buhârî de kendisine iyi bildiği bir mesele sorulduğu zaman susmasının mümkün olmadığını ifade etti. Buhârî kendisinden ilim tahsil etmek isteyen herkese bildiğini esirgemeden vermesine rağmen devlet adamlarından uzak durur, onların saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabul eder ve bu uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı. Buhârî kendisinden ilim tahsil etmek isteyen herkese bildiğini esirgemeden vermesine rağmen devlet adamlarından uzak durur, onların saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabul eder ve bu uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı. Horasan Valisi Hâlid b. Ahmed ez-Zühlî ona bir adamını göndererek el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, et-Târîḫu’l-kebîr ve diğer eserlerini kendisinden dinlemeyi arzu ettiğini bildirince bu talebi reddetti. İlmi küçük düşüremeyeceğini, onu başkalarının ayağına götüremeyeceğini, gerçekten arzu ediyorsa hadis okuttuğu mescide -veya evine- gelmesini, bunu da istemiyorsa hadis okutmasını yasaklayabileceğini söyledi. Hz. Peygamber’in, “Kendisine sorulan şeyi öğretmekten kaçınan kimsenin ağzına ateşten gem vurulacağını” ifade eden hadisi sebebiyle ilmi kimseden esirgemediğini de haber verdi. Buhara valisinin sadece kendi çocuklarına ders vermesi yolundaki isteğini de ilmi belli insanlara tahsis edemeyeceği gerekçesiyle reddetti. Bunun üzerine vali, yakın adamlarından bazılarının Buhârî’nin Ehl-i sünnet görüşüyle bağdaşmayan fikirlere sahip olduğunu iddia etmelerini sağladı. Sonra da bu iddiaya dayanarak onu kendi memleketinden sürdü. Buhârî oradan Semerkant’a gitmek üzere yola çıktı. Semerkant’a 3 mil mesafede bulunan Hartenk kasabasındaki akrabalarını ziyaret etti. Fakat orada hastalandı ve Semerkant’a gidemedi. 256 yılının ramazan bayramı gecesi vefat etti, ertesi gün (1 Eylül 870 Cuma) orada toprağa verildi. Buhârî’nin ahlâkî faziletleri, tenkit ettiği râviler hakkındaki son derece mutedil ve insaflı sözlerinde de görülür. Buhârî’yi yakından tanıyan âlimlerin takdirkâr ifadeleri, onun ilmî şahsiyeti ve otoritesi hakkında fikir vermektedir. Hocası Nuaym b. Hammâd ile muhaddis Ya‘kūb b. İbrâhim ed-Devrakī, “Buhârî bu ümmetin fakihidir” derlerdi. Yine Basralı hocalarından “emîrü’l-mü’minîn fi’l-hadîs” lakabını ona vermiş. İmam Müslim Buhârî’ye hitaben, “Sana ancak seni çekemeyenler kızabilir. Dünyada senin bir benzerinin bulunmadığına şahadet ederim” diyerek ona duyduğu derin sevgiyi dile getirmiştir. İbn Huzeyme ise, “Şu gök kubbenin altında Resûlullah’ın hadislerini Buhârî’den daha iyi bilen ve daha iyi ezberlemiş olan birini görmedim” derdi. Hocalarından Muhammed b. Selâm el-Bîkendî ile Abdullah b. Yûsuf et-Tinnîsî hadis kitaplarını ona tashih ettirmişlerdi. Humeydî de hadise dair bir meselede muhaddislerden biriyle anlaşmazlığa düşünce henüz on sekiz yaşında bulunan talebesi Buhârî’yi hakem tayin etmişti. Hadisçiliği. Hicrî ilk üç asırda hadise hizmetleriyle tanınan önemli şahsiyetler arasında Buhârî’nin ön planda gelmesinin sebebi, sahih hadisleri ilk defa bir araya getirmesinin yanında hadis ilmindeki tartışmasız otoritesidir. Bizzat Buhârî’nin bütün kitaplarını üçer defa yazdığını söylemesi (İbn Hacer, Taġlîḳu’t-taʿlîḳ, V, 418), onun eserlerini yazdıktan sonra talebelerine okuttuğunu, bu sırada bazı konuları ilâve edip bazılarını çıkardığını, daha sonra eserini ikinci ve üçüncü defa aynı şekilde okutup tashih ettiğini göstermektedir. Eserleri. 1. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. Buhârî, halk arasında Ṣaḥîḥ-i Buḫârî diye şöhret bulan bu eseri 600.000 kadar hadis arasından seçerek on altı yılda meydana getirdiğini, her bir hadisi (veya babı) yazmadan önce mutlaka boy abdesti alarak iki rek‘at namaz kıldığını söylemiştir. Eserini Buhara’da yazmaya başlamış, çalışmasına Mekke, Medine ve Basra’da devam etmiştir. Yeryüzünde hiçbir esere gösterilmeyen bir ihtimama mazhar olan ve İslâm dünyasında üzerine yüzlerce inceleme ve şerh kaleme alınmış bulunan el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, İstanbul, Mısır, Hindistan ve Avrupa’da birçok defa basılmıştır.
2. et-Târîḫu’l-kebîr. Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ten önce yazdığı bu kitap sahasının ilk eserlerinden biri olup burada ashaptan kendi şeyhlerine gelinceye kadar 13.000’e yakın râvinin güvenilirlik derecesini tesbit etmiştir. et-Târîḫu’l-kebîr Haydarâbâd’da Dârü’l-maârifi’l-Osmâniyye tarafından dört büyük cilt (sekiz cüz) halinde basılmıştır (1361-1364). Ayrıca Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye ve Müessesetü’l-kütübi’s-sekāfiyye tarafından eserde geçen şahısların ve hadislerin fihristi hazırlatılarak Beyrut’ta iki cilt halinde yayımlanmıştır (1407/1987).
3. et-Târîḫu’l-evsaṭ. et-Târîḫu’l-kebîr’in bir muhtasarı olduğu anlaşılmakla beraber eserin tam olarak günümüze geldiği bilinmemektedir. Çok eksik bir nüshası Hindistan’da mevcuttur (Bankipûr 12/32, nr. 687, 56 varak).
4. et-Târîḫu’ṣ-ṣagīr. et-Târîḫu’l-kebîr’in bir hulâsası olup râvileri et-Târîḫu’l-kebîr’deki gibi alfabetik olarak değil vefat tarihlerine göre ele almakta ve onlar hakkında diğer eserlerinde rastlanmayan bilgiler vermektedir. Eser Muhammed el-Ca‘ferî tarafından Allahâbâd’da (1324, taşbaskı) ve Ahmedâbâd’da (1325), Mahmûd İbrâhim Zâyed tarafından da Kahire’de (1396-1397/1976-1977) iki cilt halinde yayımlanmıştır. Bu çalışma, Yûsuf el-Mar‘aşlî tarafından içindeki hadislerin fihristi yapılarak Beyrut’ta yeniden basılmıştır (1986).
5. Kitâbü’ḍ-Ḍuʿafâʾi’ṣ-ṣaġīr. İbrâhim ismiyle başlamakta ve 418 râviyi ihtiva etmektedir. Buhârî’nin daha önce zikredilen kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup alfabetiktir. Eser Agra’da (1323), Allahâbâd’da (1325), Bûrân ed-Dannâvî’nin tahkikiyle Beyrut’ta (1404/1984), Abdülazîz İzzeddin es-Seyrevân tarafından el-Mecmûʿ fi’ḍ-ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn adıyla ve Nesâî ile Dârekutnî’nin eḍ-Ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn adlı eserleriyle birlikte Beyrut’ta (1405/1985) ve Mahmûd İbrâhim Zâyed’in tahkikiyle Nesâî’nin Kitâbü’ḍ-Ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn’i ile birlikte yine Beyrut’ta (1406/1986) yayımlanmıştır.
6. Kitâbü’l-Künâ. et-Târîḫu’l-kebîr’i tamamlayıcı mahiyette olan bu eser, isimlerinden çok künyeleriyle tanınan 1000 kadar râvi hakkında kısa bilgiler vermektedir. Kitabın sonunda Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî el-Yemânî’nin eseri tanıtan bir yazısı bulunmaktadır. İbn Ebû Hâtim er-Râzî’nin Beyânü ḫaṭaʾi Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî fî Târîḫih adlı eseriyle birlikte Haydarâbâd’da basılmıştır (1360).
7. et-Târîḫ fî maʿrifeti ruvâti’l-ḥadîs̱ ve naḳaleti’l-âs̱âr ve temyîzi s̱iḳātihim min ḍuʿafâʾihim ve târîḫi vefâtihim. Bu eser de Buhârî’nin diğer tarih kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunmaktadır (Medine, nr. 524, 18 varak).
8. et-Tevârîḫ ve’l-ensâb. Bazı önemli şahsiyetler hakkında bilgiler ihtiva eden eserin diğer kitaplarda olduğu gibi belli bir metodu yoktur. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası mevcuttur (III. Ahmed, nr. 2969, vr. 382a-399b).
9. el-Edebü’l-müfred. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te bulunmayan güzel ahlâka dair bazı hadisleri de ihtiva eden ve 644 bab içinde 1322 hadisi toplayan eser Hindistan’da (1304), Agra’da (1306), İstanbul’da (1306, 1309), Kahire’de (1346, 1349) ve Muhammed Fuâd Abdülbâkī’nin tahkikiyle yine Kahire’de (1375/1955) yayımlanmıştır.
10. Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd. Kulların diğer fiilleri gibi Kur’an’ı telaffuz edişlerinin de mahlûk olduğunu ortaya koymak maksadıyla yazılan eser Muhammed Şemsülhak el-Azîmâbâdî tarafından Delhi’de (1306), Ali Sâmî en-Neşşâr ile Ammâr et-Tâlibî tarafından ʿAḳāʾidü’s-selef adlı eser içinde (1970), daha sonra müstakil olarak Beyrut’ta (1404/1984) yayımlanmıştır.
11. Refʿu’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât. Namazda rükûa varırken ve rükûdan kalkarken tekbir almanın sünnet olduğuna dair olan eser, Urduca tercümesiyle birlikte Kalküta’da (1256), Tenvîrü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Delhi’de (1299), Ḫayrü’l-kelâm fi’l-ḳırâʾati ḫalfe’l-imâm ile birlikte Kahire’de (1320) ve Ahmed eş-Şerîf tarafından Ḳurretü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Küveyt’te (1983) basılmıştır.
12. Kitâbü’l-Ḳırâʾati ḫalfe’l-imâm. Ehl-i re’yin görüşlerinin aksine farz namazlarda imamla beraber cemaatin de Kur’an okumasının gerekli olduğunu ileri süren eser, Ḫayrü’l-kelâm fi’l-ḳırâʾati ḫalfe’l-imâm adıyla ve Urduca tercümesiyle birlikte Delhi’de (1256), Kahire’de (1320) ve Beyrut’ta (1985) yayımlanmıştır.
Buhârî’nin bunlardan başka el-ʿAḳīde (et-Tevḥîd) (Sezgin, I, 259), Aḫbârü’ṣ-ṣıfât (Sezgin, a.y.), Ḳażâya’ṣ-ṣaḥâbe ve’t-tâbiʿîn, et-Tefsîrü’l-kebîr (et-Târîḫu’l-kebîr, VIII, 232, 265; Brockelmann, III, 179), Kitâbü’l-ʿAtîḳ (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 95, 169), el-Eşribe, el-Hibe, el-Vuḥdân (sadece bir hadis rivayet eden sahâbîlere dair), el-Mebsûṭ, el-ʿİlel, el-Fevâʾid, el-İʿtiṣâm, Kitâbü Aṣḥâbi’n-nebî (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 60), Esmâʾü’ṣ-ṣaḥâbe, Kitâbü’l-Îmân (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 158), Birrü’l-vâlideyn, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr, el-Câmiʿu’l-kebîr (el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i bu eserden meydana getirdiği düşünülebilir) gibi eserleri bulunmaktadır. Fıkıh İlmindeki Yeri
Büyük bir hadis imamı olarak şöhret bulan Buhârî aynı zamanda bir fakihtir. Ancak hadis ilmindeki yüksek seviyesi sebebiyle bu yönü ikinci planda kalmıştır. Hayatı ve ilmî şahsiyetinden bahseden tabakat kitaplarında kendisinin “fakihlerin efendisi”, “bu ümmetin fakihi” ve “Allah’ın yarattığı kullar içerisinde en fakih olanı” diye nitelendirildiği nakledilir. Bazı müellifler ise mukayese yolu ile bir değerlendirme yaparak Buhârî’yi, hocaları Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye’den daha fakih sayarlar (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, II, 237). İbn Kuteybe de kendisine fetva soran bir adamı Buhârî’ye gönderirken ona, “İşte Ahmed b. Hanbel, İbnü’l-Medînî ve İshak b. Râhûye, Allah bu üçünü de sana gönderdi” diyerek Buhârî’ye danışmakla bu üç âlime danışmış sayılacağına işaret etmiş, onun fıkıh ilmindeki bilgi ve kabiliyetinin seviyesini dile getirmiştir (Sübkî, II, 222; İbn Hacer, a.g.e., II, 236). Buhârî fıkıh ilmindeki bu üstün mevkii sebebiyle dört mezhebin mensupları tarafından sahiplenilmiştir. Hanbelî fakihlerinden İbn Ebû Ya‘lâ onu Hanbelî fakihlerin birinci tabakasından, Tâceddin es-Sübkî ise Şâfiî fakihlerin ikinci tabakasından saymaktadır. Abdullah b. Yûsuf, Saîd b. Anber ve İbn Bükeyr’den el-Muvaṭṭaʾı rivayet ettiği için Buhârî Mâlikîler’ce kendi mezheplerine mensup kabul edildiği gibi, Hanefî fakihi İshak b. Râhûye’den ders almış olması sebebiyle de Hanefîler tarafından kendi mezheplerine bağlı olduğu ileri sürülmüştür. Ancak onun birçok meselede İmam Şâfiî’ye muvafakat etmesi, Şâfiî mezhebine mensup olarak şöhret bulmasına sebep olmuştur. Fakat Keşmîrî ile bir grup hadis ve fıkıh âlimine göre Buhârî ne belli bir mezhebe intisap eden mukallid, ne de herhangi bir mezhebin sınırları içinde ictihadda bulunan “mezhepte müctehid”dir. Eğer fıkıh “şer‘î-amelî hükümleri tafsilî delillerinden istinbat ederek bilmek” ise Buhârî bu tarife göre tam bir fakih ve bir “mutlak müctehid”dir. Zira Kitap ve Sünnet’e en geniş çerçevede vâkıf olmuş ve hükümleri doğrudan o kaynaklardan elde etmiştir. Sahâbe, tâbiîn ve daha sonra gelen müctehid imamların görüşlerine vâkıf olması da onu bu hususta daha güçlü kılmıştır. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’indeki bab başlıklarını tesbit ederken herhangi bir mezhebe bağlı kalmamış, yalnızca naklettiği nasları dikkate alarak hüküm çıkarmıştır. Ayrıca Ebû Hanîfe’ye muvafakat ettiği yerler, Şâfiî’ye muvafakat ettiklerinden daha az değildir (Keşmîrî, I, 58). Meselâ Buhârî, abdesti sadece iki çıkış mahallinden çıkan şeylerin bozduğunu kabul ederek tenasül organına veya kadına dokunmak sebebiyle abdest almanın vâcip olmadığını söylemiş (Buhârî, “Vuḍûʾ”, 36), böylece Ebû Hanîfe’ye muvafakat ederken Şâfiî’den ayrılmıştır. Buna karşılık başkasının câriyesini gasbedenle ilgili olarak verdiği hükümle Ebû Hanîfe’nin kanaatine ters düşmüştür (Buhârî, “Ḥiyel” 9; krş. Kâsânî, VII, 152). Öte yandan İbrâhim en-Nehaî’den hayızlı kadının, İbn Abbas’tan da cünüp kimsenin Kur’an okumasında bir mahzur olmadığını naklederken cünübün kıraatine cevaz vermekte ve bu fetvasıyla da fakihlerin büyük çoğunluğuna muhalefet etmektedir (Buhârî, “Ḥayıż”, 7; İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, II, 220) Bütün âlimler, Buhârî’nin telif ettiği eserler ve verdiği fetvalar yoluyla büyük bir fıkhî miras bıraktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Söz konusu eserleri içinde en önde gelenin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ olduğu bilinmektedir. Bu eser başlı başına bir fıkıh ve fetva hazinesi olarak nitelendirilmektedir. Özellikle Buhârî tarafından konulan bab başlıkları fıkhî görüşlerini yansıtması bakımından apayrı bir önem taşır. Bu sebeple, “Buhârî’nin fıkhı bab başlıklarındadır” denilmiştir.
İbn Hacer’in tesbit ve değerlendirmesine göre Buhârî, Ṣaḥîḥ’inde fıkhî bilgi ve inceliklerin bulunmasına özen göstermiş, bundan dolayı rivayet ettiği naslardan birçok hüküm çıkarmış ve bu hükümleri ilgili kitâbın (ana bölümün) muhtelif babları arasına uygun bir şekilde serpiştirmiştir. Bunu yaparken gerekli yerlerde ahkâm âyetlerini zikretmeyi de ihmal etmemiştir. Aslında el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i telif ederken Buhârî’nin takip ettiği hedef, koyduğu prensipler çerçevesinde hadis nakletmenin yanında bunlardan ve ilgili âyetlerden hükümler çıkarmak olmuştu. Bu sebepledir ki birçok babda rivayet ettiği hadislerin isnadını başka yerde vermiş olduğundan tekrar kaydetmeyerek yalnızca Hz. Peygamber’den nakilde bulunan kimsenin adını ve hadisin ilgili kısmını zikretmekle yetinmiştir. Bu ve benzeri durumlarda Buhârî’nin esas amacı, bab başlığı olarak ele aldığı mesele için bir delil getirmek olmuş ve zaten mâlum olan bu hadislere yalnızca işarette bulunmakla yetinmiştir. Bazan bir babda sadece bir hadis kaydedilmesinin, bazan da konu ile ilgili olarak hadis bulunmayıp onun yerine bir Kur’an âyeti zikredilmesinin sebebi budur (meselâ bk. Buhârî, “Meẓâlim” 6, 7). Böyle durumlarda Buhârî’nin, bab başlığı şeklinde ortaya koyduğu hükmün delilinin hadis değil Kur’an olduğunu belirtmek istediği anlaşılmaktadır. İbn Hacer’e göre Buhârî’nin fıkıh alanındaki kudreti sadece bab başlıklarında değil aynı zamanda babların düzenlenmesinde de görülmektedir. Buhârî, diğer imamların hüküm çıkardığı şer‘î kaynaklardan faydalanmakla birlikte onun genelde takip ettiği metot, hadisleri ihtiva ettikleri fıkhî hükümleri esas almak suretiyle bablara ayırmak, bu bablarda yer alan meseleleri Kur’an, hadis ve sahâbe fetvalarına dayandırmaktır. Bazı araştırmacılara göre bu metodun belli başlı üç özelliği vardır. 1. Fıkhî hükme temel teşkil eden esas kaynağın sıhhatine güven duymak; 2. Sahâbe ve tâbiîn tarafından varılan ya da onlar tarafından teyit edilen hükmün doğruluğuna inanmak; 3. Ehliyetli bir fakihin önüne bir hükmün âyet ve hadisle ilgisi hususunda yeni ufuklar açmak.
Buhârî sadece kendi görüşünü zikretmekle yetinmemiş, bazı durumlarda muhalif görüşleri de kaydetmiş ve onlarla tartışmaya girmekten çekinmemiştir. Bu durumlarda karşı görüşü savunan kişi veya mezhebin adını anmak yerine “bazı insanlar, insanlardan biri” tabirini kullanmıştır. Bu şekilde vârit olan itirazların birçoğu Ebû Hanîfe’ye yönelik olduğu için Hanefî mezhebi mensupları bu tabiri, imamlarının lâyık olduğu makama yakışmayan bir ifade olarak değerlendirmişler, hatta bu konuyu ciddi bir mesele gibi ele alan bir grup Hintli Hanefî âlimi Baʿżu’n-nâs fî defʿi’l-vesvâs (Hind 1892) adıyla bir kitap telif etmiştir. Söz konusu eser, Buhârî’nin Ebû Hanîfe’ye yönelttiği itirazlara verilmiş cevaplar mahiyetindedir. Bu konuda kaleme alınan diğer bir kitap da Keşfü’l-iltibâs ʿammâ evredehü’l-Buḫârî ʿalâ baʿżi’n-nâs’tır. Daha sonra Mevlânâ Muhammed Nezîr Hüseyin ed-Dihlevî bu kitaba cevap vermek ve dolayısıyla Buhârî’yi savunmak maksadıyla Refʿu’l-iltibâs ʿan baʿżi’n-nâs adını verdiği bir eser kaleme almıştır (Hind 1311). Hüseynî Abdülmecid Hâşim de kaynaklarda son derece nâzik ve saygılı bir kişi olduğu kaydedilen Buhârî’nin söz konusu tabirinin Hanefî âlimlerin zannettiği gibi bir anlam taşımayıp tam aksine Ebû Hanîfe’ye saygıyı ifade ettiğini ileri sürmektedir (el-İmâmü’l-Buḫârî: muḥaddis̱en ve faḳīhen, s. 192-193).
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ, İLAHİYET FAKÜLTESİ
YÜKSEK LİSANS
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ
TEFSİR BÖLÜMÜ
İMAM BUHARİ VE FIKIH HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME
HAZIRLAYAN
SAJAD ETTONNIL JAMLUDEEN
ÖĞRENCİ NUMERSİ 18912755
DANIŞMAN
PRÖF.DR. AHMET NEDİM SERİNSU
BAHAR DÖNEMİ
ANKARA 2020
v İMAM BUHARİNİN MEVALID
13 Şevval 194 (20 Temmuz 810) Cuma
günü Buhara’da doğdu. Dedesinin dedesi olan Berdizbeh
Mecûsî idi. Onun oğlu Mugīre, Buhara Valisi Cu‘feli Yemân vasıtasıyla müslüman
oldu. Buhârî bundan dolayı Cu‘fî nisbesiyle de anılmıştır. Dedesi İbrâhim
hakkında fazla bilgi bulunmamakla beraber babası İsmâil’in Mâlik b. Enes ve
Abdullah b. Mübârek gibi âlimlerden hadis öğrenen bir kişi olduğu bilinmekte ve
Buhârî henüz çocukken vefat ettiği, hadise dair bazı kitaplarının oğluna
intikal ettiği anlaşılmaktadır. Annesinin ise duası makbul dindar bir kadın
olduğu zikredilmektedir.
v
İMAM BUHARİ'NİN HADİS ÖĞRENMEYE BAŞLAMASI
Buhârî on yaşına doğru Muhammed b. Selâm el-Bîkendî,
Abdullah b. Muhammed el-Müsnedî gibi Buharalı muhaddislerden hadis öğrenmeye
başladı. On bir yaşlarında iken hocası Dâhilî’nin rivayet sırasında yaptığı
bazı hataları tashih etmesiyle dikkatleri çekti.On altı yaşına
geldiği zaman İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ b. Cerrâh’ın kitaplarını tamamen
ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed ile birlikte hacca gitti. Hac
sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde Buhârî Mekke’de kaldı ve Hallâd
b. Yahyâ, Humeydî gibi âlimlerden hadis tahsil etti. Daha sonra bu maksatla
ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Bu merkezler alfabetik olarak şöyle
sıralanabilir: Bağdat’a sekiz defadan fazla gitti ve her seferinde Ahmed b. Hanbel ile görüşüp ondan faydalandı.
Basra’ya dört veya beş defa gitti; orada Ebû Âsım en-Nebîl, Ensârî diye tanınan
Basra kadısı Muhammed b. Abdullah ve Haccâc b. Minhâl gibi muhaddislerden
istifade etti.
Mekkî b. İbrâhim,
Kuteybe b. Saîd vb. âlimlerden hadis dinlemek için Belh’e birkaç defa gitti ve
Belhliler’in isteği üzerine onlara kendilerinden ilim tahsil ettiği 1000 hocadan birer hadis yazdırdı. Dımaşk’ta Ebû
Müshir’den hadis öğrendi. Hicaz’da altı yıl kaldı.
Humus’a gitti. Kûfe’ye birçok defa seyahat ederek Âdem b. Ebû İyâs, Ubeydullah
b. Mûsâ, Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn gibi muhaddislerden hadis dinledi. Medine’de
İsmâil b. Ebû Üveys, Merv’de Abdân b. Osman, iki defa gittiği Mısır’da Saîd b.
Ebû Meryem, Abdullah b. Yûsuf ve Asbağ b. Ferec gibi hocalardan hadis tahsil
etti. İlk defa 209’da (824), son olarak da 250’de (864) gittiği ve beş yıl
süreyle hadis okuttuğu Nîşâbur’da Yahyâ b. Yahyâ el-Minkarî gibi hadis
hâfızlarından faydalandı.
v HADİS YAZDIĞI MUHADDİSLERİN SAYISI BİNDEN FAZLAYDI
Buhârî kendilerinden hadis yazdığı muhaddislerin sayısının 1080 olduğunu söyler (Zehebî,
Aʿlâmü’n-nübelâ, XII, 395). Tek nüshası İrlanda’da bulunan (Chester Beatty, nr.
5165/1, 11 varak) İbn Mende’ye (ö. 395/1005) ait Tesmiyetü’l-meşâyih ellezîne
yervî ʿanhüm el-İmâm Ebû ʿAbdillâh Muhammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî adlı eserde,
Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te rivayette bulunduğu hocalarından 309 muhaddisin adı, yaşadıkları şehirler ve
ölüm tarihleri verilmektedir (A. J. Arberry bu risâleyi tanıttıktan sonra söz
konusu muhaddislere ait listeyi İngilizce olarak yayımlamıştır [bk. bibl.]).
Ancak el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’teki rivayetlerin Buhârî’nin derlediği yüz binlerce
hadisin pek az bir bölümünü teşkil ettiğini de gözden uzak tutmamalıdır. Meşhur
talebesi Firebrî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i Buhârî’den 90.000 talebenin dinlediğini söylemektedir. En
tanınmış diğer talebeleri ise İmam Müslim, Tirmizî, Ebû Hâtim, Ebû Zür‘a er-Râzî, Muhammed b. Nasr
el-Mervezî, Sâlih Cezere, İbn Huzeyme gibi muhaddislerdir.
Buhârî’nin uzun seyahatleri sonunda derlediği hadislerle geniş bir
kütüphane meydana getirdiği ve seyahatleri esnasında kitaplarını imkân
nisbetinde yanında taşıdığı anlaşılmaktadır. Câriyesinin, odasında adım atacak
yer bulunmadığından şikâyet etmesi, bir gece uyumayıp o güne kadar yazdığı
hadisleri hesapladığını ve senedleri muttasıl 200.000 hadis kaydetmiş olduğunu söylemesi de bunu göstermektedir (Zehebî,
Aʿlâmü’n-nübelâ, XII, 411, 412, 452). Yazdığı hadislerin kitaplarda kalmayıp
onları hâfızasına nakşettiğini gösteren en iyi örneklerden biri Bağdat’ta verdiği imtihandır.
v BUHARİ VE MİHNE OLAYI
Kur’ân-ı Kerîm’in
mahlûk oluşuyla ilgili olarak Mu‘tezile tarafından ileri
sürülen görüş (bk. HALKU’l-KUR’ÂN), devletin de destek vermesiyle İslâm âlemini
zor durumda bırakmıştır. Ahmed b. Hanbel, muhafazakâr âlimler için bir
imtihan vesilesi (fitne) olan bu olay karşısında büyük bir
azim ve sebatla direnmiş, sonunda devletin desteğini çekmesi üzerine Mu‘tezile
davayı kaybetmiştir. Buna rağmen konu büsbütün kapanmamış, İslâm âleminde sürüp
giden bu tartışmalardan Buhârî de zarar görmüştür.
İmam Müslim’in
belirttiğine göre Buhârî Nîşâbur’a gittiğinde halk kendisine çok itibar etmiş,
onu iki üç günlük mesafede karşılamıştır. Nîşâbur’un tanınmış muhaddisi
Muhammed b. Yahyâ ez-Zühlî halka Buhârî’yi karşılamasını tavsiye etmiş, ileri
gelen âlimlerle birlikte kendisi de bizzat karşılamaya gitmiş ve talebelerine
ona hiçbir kelâm meselesini sormamalarını tenbih etmiştir. Buna gerekçe olarak
da Buhârî kendi görüşlerinin aksine bir fikir beyan edecek olursa aralarında
ihtilâf çıkacağını, o takdirde Horasan’daki bütün Hâricî, Râfizî, Cehmî ve
Mürciî grupların kendilerine düşman olacağını söylemiştir.
Yine Müslim’in
belirttiğine göre Buhârî’nin kaldığı ev ziyaretçilerle dolup taşmış, şehre
gelişinin ikinci veya üçüncü günü bu ziyaretçilerden biri ona Kur’an’ın mahlûk
olup olmadığını sormuş, onun da, “Fiillerimiz mahlûktur; bir sözü ifade edişimiz
de (Kur’an metnini okuyuşumuz) fiillerimizdendir” demesi
üzerine orada bulunanlar arasında büyük bir ihtilâf çıkmıştır. Buhârî’nin
Kur’an okumayı mahlûk saydığını iddia edenlerle bu iddiaya katılmayanlar
kavgaya tutuşmuş, bunun üzerine ziyaretçiler ev halkı tarafından dışarı
çıkarılmıştır.
Bu konuda kendisine
anlatılanları nakleden İbn Adî’ye göre ise Buhârî’yi kıskanan bir muhaddis onun
Kur’an mahlûktur görüşünü benimsediğini iddia ederek hadis talebelerini
hocalarının kanaatini öğrenmeye teşvik etmiş, ancak Buhârî bu konuda fikrini
soran kişiye cevap vermek istememiş, fakat onun üç defa ısrarla sormasından
sonra, “Kur’an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir; ancak kulların
fiilleri (Kur’an’ı okuyuşları) mahlûktur; bu konuda soru sormak ise bid‘attır” diye
cevap vermiş, bunun üzerine ortalık karışmıştır.
Sübkî’nin kanaatine
göre muhaddis Zühlî, Kur’an metnini telaffuz etmenin mahlûk olduğunu
söyleyenlerin kendileriyle konuşulmaması gereken birer bid‘atçı, bizzat metnin
mahlûk olduğunu söyleyenlerin ise kâfir sayılacaklarını belirtirken Buhârî’ye
muhalefet etmeyi düşünmemiştir. Eğer Zühlî Buhârî’ye muhalefet etmiş ve mahlûk
olan dudaklardan çıkan sözün kadîm olduğunu ileri sürmüşse büyük bir günah
işlemiştir. Zira gerek Zühlî ve Ahmed b. Hanbel, gerekse diğer büyük imamlar bu
kabil münakaşalara dalmanın doğru olmayacağını ifade etmek istemişlerdir.
Anlaşılan odur ki,
bu konuda Halku efʿâli’l-ʿibâd adıyla bir de müstakil eser kaleme almış olan
Buhârî bu ve benzeri itikadî konuları gerektiğinde konuşulacak meseleler olarak
kabul etmektedir. Bu olaylardan sonra muhaddis Ahmed b. Seleme Buhârî’yi
ziyaret ederek Zühlî’nin Nîşâbur’da belli bir yeri olduğunu, onun görüşlerine
kimsenin karşı çıkamadığını söyledi ve bu durumda ne tavsiye edeceğini sordu.
Buhârî de, “Ben işimi Allah’a havale ediyorum; şüphesiz Allah kullarının her
halini görür” (el-Mü’min 40/44) meâlindeki âyeti okuyarak Nîşâbur’a bir menfaat
elde etmek için gelmediğini, kendisini kıskanan Zühlî’nin dedikodularına son
vermek için hemen ertesi gün şehri terkedeceğini bildirdi (Buhârî’nin
halku’l-Kur’ân meselesiyle ilgili görüşleri için bu maddenin “Akaide Dair
Görüşleri” bölümüne bakınız).
Buhârî Nîşâbur’dan
sonra Merv’e gitti. Kendisini yolda karşılayan şehrin tanınmış muhaddis ve
fakihi Ahmed b. Seyyâr görüşlerinin isabetli olduğunu, fakat halkın
anlayamayacağı konulara girmemesi gerektiğini söyledi. Buhârî de kendisine iyi
bildiği bir mesele sorulduğu zaman susmasının mümkün olmadığını ifade etti.
Daha sonra Merv’den Buhara’ya geçti.
v .HADİS VE FIKIH İLİMLERİNDE DERİN BİLGİSİ
Buhârî’yi yakından
tanıyan âlimlerin takdirkâr ifadeleri, onun ilmî şahsiyeti ve otoritesi
hakkında fikir vermektedir. Hocası Nuaym b. Hammâd ile muhaddis Ya‘kūb b.
İbrâhim ed-Devrakī, “Buhârî bu ümmetin fakihidir” derlerdi. Basralı hocalarından Bündâr diye tanınan
Muhammed b. Beşşâr Buhârî gibi bir âlim görmediğini ifade eder ve Buhârî
Basra’ya gelince onunla iftihar ettiğini söylerdi. Hadis ve fıkıh ilimlerindeki
derin bilgisiyle tanınan hocası İshak b. Râhûye muhaddislere, “Bu gençten hadis yazınız” diye tavsiyede bulunduktan sonra eğer Buhârî Hasan-ı Basrî
zamanında gelmiş olsaydı hadis ve fıkhı çok iyi bildiği için herkesin ona
başvurmak zorunda kalacağını söylerdi. Yine Basralı hocalarından ve “emîrü’l-mü’minîn fi’l-hadîs” lakabını almış nâdir muhaddislerden biri olan Ali b.
Medînî’ye, “Buhârî sadece senin yanında tevazu gösteriyor” dediler.
İbnü’l-Medînî de, “Siz ona bakmayın, onun gözleri kendi gibi birini daha
görmemiştir” karşılığını verdi. Diğer bir hocası olan Amr b. Ali el-Fellâs ise
onun bilmediği hadise hadis denilemeyeceğini söylerdi. İmam Müslim Buhârî’ye
hitaben, “Sana ancak seni çekemeyenler kızabilir. Dünyada senin bir benzerinin
bulunmadığına şahadet ederim” diyerek ona duyduğu derin sevgiyi dile getirmiştir. İbn Huzeyme ise, “Şu gök kubbenin altında Resûlullah’ın hadislerini
Buhârî’den daha iyi bilen ve daha iyi ezberlemiş olan birini görmedim” derdi. Hocalarından Muhammed b. Selâm el-Bîkendî ile Abdullah b.
Yûsuf et-Tinnîsî hadis kitaplarını ona tashih ettirmişlerdi. Humeydî de hadise
dair bir meselede muhaddislerden biriyle anlaşmazlığa düşünce henüz on sekiz
yaşında bulunan talebesi Buhârî’yi hakem tayin etmişti.
v İMAM BUHARİ'NİN HADİSÇİLİĞİ
Hicrî ilk üç asırda hadise hizmetleriyle tanınan önemli şahsiyetler
arasında Buhârî’nin ön planda gelmesinin sebebi, sahih hadisleri ilk defa bir araya getirmesinin yanında hadis
ilmindeki tartışmasız otoritesidir. Yüz binlerce rivayet arasından en sahih olanları seçmedeki metodunu Müslim’in aynı adlı çalışmasındaki farklı metoduyla
mukayese ederek onu Buhârî’ye tercih etmek isteyenler fazla taraftar
bulamamışlardır.
Rivayetlerde her âlimin göremediği ince kusurları (ilel) farketme
hususunda Müslim’den de ileride olduğu, senedleri meydana getiren şahısların
hem aynı zamanda yaşama, hem de birbiriyle uzun müddet görüşme şartını uygulama
hususunda hiçbir muhaddisin onunla boy ölçüşemediği kabul edilmiştir.
Bunlardan başka hadislerden elde ettiği fıkhî görüşlerini bab
başlıklarında göstermeye çalışması, bir hadisin ihtiva ettiği birkaç hükmü
ilgili yerlerde zikretmek için onu tekrardan kaçınmaması gibi ilmî özellikleri
sebebiyle el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, diğer hadis kitaplarına tercih edilmiştir. Bütün muhaddisler gibi
Buhârî de eserlerine aldığı hadisleri hangi prensiplere göre seçtiğini
kaydetmemiştir. Onun bu prensipleri (şartlar) daha sonra eserleri incelenmek
suretiyle tesbit edilmiştir. Bununla beraber Buhârî bazı râviler hakkında
tenkitte bulunurken bir kısım prensiplerinden söz etmiştir. Meselâ İbn Ebû Leylâ’dan
söz ederken, sadûk* olmakla beraber hadisin sağlamı ile çürüğünü birbirinden
ayıramadığı için ondan ve onun gibilerden hadis rivayet etmediğini belirtmiştir
(Tirmizî, “Ṣalât”, 152).
v HADİS YAZARKEN DİKKAT ETTİĞİ HUSUSLAR
Birinden hadis yazarken onun ismini, künyesini, nisbesini ve hadisi nasıl
öğrendiğini mutlaka sorduğunu, aldığı cevaplar sonunda
eğer o kişiyi yeterli bulursa ondan hadis rivayet ettiğini, aksi halde onun
şeyhinden yazdığı asl*ı gördükten sonra hadislerini yazdığını ifade etmekte,
fakat bazı hadis talebelerinin ne yazdıklarına ne de nasıl yazdıklarına dikkat
etmediklerinden yakınmaktadır (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâ, XII, 406). Buhârî’nin
rivayetteki titizliğine rağmen çoğu kendi hocası olan bazı zayıf râvilerden
hadis almasının sebebini anlamak kolay değildir. Kendilerinden Müslim’in
rivayette bulunmayıp sadece Buhârî’nin hadis aldığı muhaddislerin sayısı
435’tir. Bunlardan zayıf olmaları sebebiyle tenkit
edilenler seksen kadardır. Şüphesiz Buhârî bu muhaddislerin her biriyle bizzat
görüşmüş, rivayetlerini gözden geçirmiş ve onların hadislerini çok defa bir
konuyu desteklemek üzere kullanmıştır (ayrıca bk. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ).
v İMAM BUHARİ'NİN AHLAK VE FAZİLETİ
Buhârî
orta boylu olup zayıf ve ince bir yapıya sahipti. Birçok güzel huyu yanında az
konuşması, başkalarının sahip olduğu imkânlara özenmemesi gibi özellikleri de
vardı. Yiyip içmeye önem vermezdi. Onun cömertliğini, dünya
malına değer vermediğini ve yardım severliğini gösteren davranışları pek
çoktur. 25.000 dirhem alacaklı olduğu birine karşı gösterdiği müsamaha dikkat
çekicidir. Uzun zamandan beri borcunu ödemeyen bu şahıstan bazı idareciler
vasıtasıyla alacağını tahsil etmesini tavsiye edenlere, “Ben onlardan yardım
istersem onlar da benden işlerine geldiği gibi fetva vermemi isterler; dünya için dinimi satamam” demiştir. Fakat bazı
dostları ona rağmen bu konuyu yöneticilere söylediler. Buhârî bunu haber alınca
ilgililere mektup yazarak borçluya bir kötülük yapılmamasını istedi ve onunla
her yıl kendisine 10 dirhem ödemek üzere anlaşma yaptı. Buhârî’nin dünya
işleriyle ilgilenmediği, şahsî işlerini bir adamının yürüttüğü kendi
ifadelerinden anlaşılmakta
v İMAM BUHARİ'NİN ESERLERİ
1. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ*. Buhârî, halk arasında Ṣaḥîh-i Buḫârî diye şöhret bulan bu
eseri 600.000 kadar hadis arasından seçerek on altı yılda meydana getirdiğini,
her bir hadisi (veya babı) yazmadan önce mutlaka boy abdesti alarak iki rek‘at
namaz kıldığını söylemiştir.Eserini Buhara’da yazmaya başlamış, çalışmasına
Mekke, Medine ve Basra’da devam etmiştir. Yeryüzünde hiçbir esere gösterilmeyen
bir ihtimama mazhar olan ve İslâm dünyasında üzerine yüzlerce inceleme ve şerh
kaleme alınmış bulunan el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, İstanbul, Mısır, Hindistan ve
Avrupa’da birçok defa basılmıştır.
2. et-Târîḫu’l-kebîr*. Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ten önce yazdığı bu kitap
sahasının ilk eserlerinden biri olup burada ashaptan kendi şeyhlerine gelinceye
kadar 13.000’e yakın râvinin güvenilirlik derecesini tesbit etmiştir.
et-Târîḫu’l-kebîr Haydarâbâd’da Dârü’l-maârifi’l-Osmâniyye tarafından dört büyük cilt (sekiz cüz) halinde basılmıştır (1361-1364). Ayrıca
Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye ve Müessesetü’l-kütübi’s-sekāfiyye tarafından eserde
geçen şahısların ve hadislerin fihristi hazırlatılarak Beyrut’ta iki cilt
halinde yayımlanmıştır (1407/1987).
3. et-Târîḫu’l-evsaṭ. et-Târîḫu’l-kebîr’in
bir muhtasarı olduğu anlaşılmakla beraber eserin tam olarak günümüze
geldiği bilinmemektedir. Çok eksik bir nüshası Hindistan’da
mevcuttur (Bankipûr 12/32, nr. 687, 56 varak).
4. et-Târîḫu’ṣ-ṣagīr. et-Târîḫu’l-kebîr’in
bir hulâsası olup râvileri et-Târîḫu’l-kebîr’deki gibi alfabetik olarak değil vefat tarihlerine göre ele
almakta ve onlar hakkında diğer eserlerinde rastlanmayan bilgiler vermektedir.
Eser Muhammed el-Ca‘ferî tarafından Allahâbâd’da (1324, taşbaskı) ve
Ahmedâbâd’da (1325), Mahmud İbrâhim Zâyed tarafından da Kahire’de
(1396-1397/1976-1977) iki cilt halinde yayımlanmıştır. Bu çalışma, Yûsuf
el-Mar‘aşlî tarafından içindeki hadislerin fihristi yapılarak Beyrut’ta yeniden
basılmıştır (1986).
5. Kitâbü’d-Duʿafâʾi’s-sagīr. İbrâhim
ismiyle başlamakta ve 418 râviyi ihtiva etmektedir.
Buhârî’nin daha önce zikredilen kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup
alfabetiktir. Eser Agra’da (1323), Allahâbâd’da (1325), Bûrân ed-Danâvî’nin
tahkikiyle Beyrut’ta (1404/1984), Abdülazîz İzzeddin es-Seyrevân tarafından
el-Mecmûʾ fi’d-duʿafâʾ ve’l-metrûkîn adıyla ve Nesâî ile Dârekutnî’nin
ed-Duʿafâʾ ve’l-metrûkîn adlı eserleriyle birlikte Beyrut’ta (1405/1985) ve
Mahmûd İbrâhim Zâyed’in tahkikiyle Nesâî’nin Kitâbü’d-Duʿafâʾ ve’l-metrûkîn’i
ile birlikte yine Beyrut’ta (1406/1986) yayımlanmıştır.
6. Kitâbü’l-Künâ. et-Târîḫu’l-kebîr’i
tamamlayıcı mahiyette olan bu eser, isimlerinden çok künyeleriyle tanınan 1000 kadar râvi hakkında kısa bilgiler vermektedir.
Kitabın sonunda Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî el-Yemânî’nin eseri tanıtan
bir yazısı bulunmaktadır. İbn Ebû Hâtim er-Râzî’nin Beyânü ḫaṭaʾi Muhammed b.
İsmâʿîl el-Buḫârî fî Târîḫih adlı eseriyle birlikte Haydarâbâd’da basılmıştır
(1360).
7. et-Târîḫ fî maʿrifeti
ruvâti’l-hadîs ve nakaleti’l-âsâr ve temyîzi sikātihim min duʿafâʾihim ve
târîḫi vefâtihim. Bu eser de Buhârî’nin diğer tarih kitaplarına nisbetle
oldukça küçük hacimli olup Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunmaktadır
(Medine, nr. 524, 18 varak).
8. et-Tevârîḫ ve’l-ensâb. Bazı önemli
şahsiyetler hakkında bilgiler ihtiva eden eserin diğer kitaplarda olduğu gibi
belli bir metodu yoktur. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde
bir nüshası mevcuttur (III. Ahmed, nr. 2969, vr. 382a-399b).
9. el-Edebü’l-müfred*. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te bulunmayan güzel ahlâka dair bazı
hadisleri de ihtiva eden ve 644 bab içinde 1322 hadisi toplayan eser
Hindistan’da (1304), Agra’da (1306), İstanbul’da (1306, 1309), Kahire’de (1346,
1349) ve Muhammed Fuâd Abdülbâkī’nin tahkikiyle yine Kahire’de (1375/1955)
yayımlanmıştır.
10. Ḫalku efʿâli’l-ʿibâd*. Kulların diğer fiilleri gibi Kur’an’ı telaffuz edişlerinin
de mahlûk olduğunu ortaya koymak maksadıyla yazılan eser Muhammed Şemsülhak
el-Azîmâbâdî tarafından Delhi’de (1306), Ali Sâmî en-Neşşâr ile Ammâr et-Tâlibî
tarafından ʿAkāʾidü’s-selef adlı eser içinde (1970), daha sonra müstakil olarak
Beyrut’ta (1404/1984) yayımlanmıştır.
11. Refʿu’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât. Namazda rükûa
varırken ve rükûdan kalkarken tekbir almanın sünnet olduğuna dair olan eser,
Urduca tercümesiyle birlikte Kalküta’da (1256), Tenvîrü’l-ʿayneyn
bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Delhi’de (1299), Ḫayrü’l-kelâm
fi’l-kırâʾati ḫalfe’l-imâm ile birlikte Kahire’de (1320) ve Ahmed eş-Şerîf
tarafından Ḳurretü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Küveyt’te
(1983) basılmıştır.
12. Kitâbü’l-Kırâʾati ḫalfe’l-imâm. Ehl-i re’y*in
görüşlerinin aksine farz namazlarda imamla beraber cemaatin de Kur’an
okumasının gerekli olduğunu ileri süren eser, Hayrü’l-kelâm fi’l-kırâʾati
ḫalfe’l-imâm adıyla ve Urduca tercümesiyle birlikte Delhi’de (1256), Kahire’de
(1320) ve Beyrut’ta (1985) yayımlanmıştır.Buhârî’nin üç râvi ile Hz.
Peygamber’e ulaşan rivayetlerini ihtiva eden es-Sülâsiyyât daha sonraları
tertip edilmiştir. Onun el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’teki bazı “kitâb”ları önce müstakil
olarak yazdığını, bunları daha sonra yeniden gözden çirerekeserine birer bölüm
olarak aldığını tahmin etmek güç değildir. Daha çok et-Târîḫu’l-kebîr’de
görülen es-Sahîh, el-Müsned, el-Müsnedü’l-kebîr, el-Muḫtasar gibi kitap
isimleriyle de el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i kastetmiş olmalıdır.
v BUHARİ HAZRETLERİ'NİN VEFATI
Buhârî
oradan Semerkant’a gitmek üzere yola çıktı. Semerkant’a 3 mil mesafede
bulunan Hartenk kasabasındaki akrabalarını
ziyaret etti. Fakat orada hastalandı ve Semerkant’a gidemedi. 256 yılının ramazan bayramı gecesi vefat
etti, ertesi gün (1 Eylül 870 Cuma)
orada toprağa verildi. Ailesi hakkında bütün bilinenler, Ahmed adında bir oğlu
olduğu, evinde birkaç câriyesi bulunduğundan ibarettir.
FIKIH HAKIINDA BİR DEĞERLENDİRME
Fıkıh
nedir? kısaca ceveplarsak eğer temelin üçüncü
kayanığdır. Fıkıh kelimesi sözlükte "bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, içyüzünü ve inceliklerini
kavramak" anlamına gelir. Terim olarak fıkıh hicrî
ilk asırlarda zihnî çaba ile elde edilen dinî bilgilerin tamamını ifade
etmişken, iman ve itikad konularının ayrı bir ilim dalı olarak teşekkül
etmesine paralel olarak, ileri dönemlerde İslâm'ın fert ve toplum hayatının
değişik yönleriyle ilgili şer‘î-amelî hükümlerini bilmenin ve bu konuyu
inceleyen ilim dalının özel adı olmuştur. Fıkıh ilminde uzman olan kimselere de fakih (çoğulu fukahâ)
denir. Bir bakıma müslümanın davranış bilgisi demek olan fıkhın iki ana
kaynağı, Kur'an ve Sünnet’tir.
Fık h İlınindeki Yeri. Büyük bir hadis imamı olarak şöhret bulan Buhar! aynı zamanda bir fakihtir. Ancak hadis ilmindeki yüksek seviyesi sebebiyle bu yönü ikinci planda kalmıştır. Hayatı ve ilmi şahsiyetinden bahseden tabakat kitaplarında kendisinin "fakihlerin efendisi", "bu ümmetin fakihi" ve "AIIah'ın yarattığı kullar içerisinde en fakih olanı" diye nitelendirildiği nakledilir. Bazı müellifler ise mukayese yolu ile bir değerlendirme yaparak Buhari'yi. hocaları Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Rahuye'den daha fakih sayarlar (İbn Hacer. Hedyü's· sarf, ll, 237). İbn Kuteybe de kendisine fetva soran bir adamı Buharl'ye gönderirken ona, "İşte Ahmed b. Hanbel. İbnü'I-Medlni ve İshak b. Rahuye. Allah bu üçünü de sana gönderdi" diyerek Buhari'ye danışmakla bu üç alime danışmış sayıtaeağına işaret etmiş, onun fıkıh ilmindeki bilgi ve kabiliyetinin seviyesini dile getirmiştir
Buhari fıkıh ilmindeki bu üstün mevkii sebebiyle dört mezhebin mensupları tarafından sahiplenilmiştir . Hanbeli fakihlerinden İbn Ebu Ya'la onu Hanbeli fakihlerin birinci tabakasından . Taeeddin es -Sübkf ise Şafif . fakihlerin ikinci tabakasından saymaktadır. Abdullah b. Yusuf. Said b. Anber ve İbn Bükeyr'den el-Mu atta,ı rivayet ettiği için Buharf Malikller'ce kendi mezheplerine mensup kabul edildiği gibi, Hanefi fakihi İshak b. Rahuye'den ders almış olması sebebiyle de Hanefiler tarafından kendi mezheplerine bağlı olduğu ileri sürülmüştür. Ancak onun birçok meselede İmam Şafil'ye muvafakat etmesi, Şafii mezhebine mensup olarak şöhret bulmasına sebep olmuştu . Fakat Keşmlrf ile bir grup hadis ve kıh alimine göre Buhar! ne belli bir mezhebe intisap eden mukallid, ne de herhangi bir mezhebin sınırları içinde ictihadda bulunan "mezhepte müctehid"dir. Eğer fıkıh "şer'l-ameli hükümleri tafsill delillerinden istinbat ederek bilmek" ise Buhar! bu tarife göre tam bir fakih ve bir ,;mutlak müctehid "dir. Zira Kitap ve Sünnet'e en geniş çerçevede va ıf olmuş ve hükümleri doğrudan o kaynaklardan elde etmiştir. Sahabe. tabiln ve daha sonra gelen müctehid imamların görüşlerine vakıf olması da onu bu hususta daha güçlü kılmıştır. el-Cami 'u·s-saN~ 'indeki bab başlıklarını tesbit ederken herhangi bir mezhebe bağlı kalmamış , yalnızca naklettiği nasları dikkate alarak hüküm çıkarmıştır. Ayrıca Ebu Hanife'ye muvafakat ettiği yerler, Şafii'ye muvafakat ettiklerinden daha az değildir . İbn Abbas'tan da cünüp kimsenin Kur'an okumasında bir mahzur olmadığını naklederken cünübün kıraatine cevaz vermekte ve bu fetvasıyla da fak.ihlerin büyük çoğunluğuna muhalefet etmektedir. Şu kadar varki Şafii de görüldüğü üzere delillerden ahkam çı armak için esas teşkil edecek herhangi bir usul kaidesi Buhari' den nakledilmemiştir. Bu noktadan hareketle onun mutlak müctehid değil ancak mezhepte riıücteh d olduğunu söylemek ilk bakışta mümkün gibi görünürse de aslında doğru değildir. Çünkü bu ölçü doğru kabul edilecek olursa, Takıyyüddin Abdülganl'nin de belirttiği gibi. İmam Malik ile Ebu Hanife'nin de mutlak müctehid sayılmaması gerekir (Hüseynl Abdülmecld aşim , s. 169). Bütün alimler, Buhari'nin telif ettiği eserler ve verdiği fetvalar yoluyla büyük bir fı hl miras bıraktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Söz konusu eserleri içinde en önde gelenin el-Cami 'u'ş-ş ~i~ old uğu bilinmektedir. Bu eser balı başına bir ıh ve fetva hazinesi olarak nitelendirilmektedir. Özellikle Buhar! tarafından konulan bab başlıkları fıkhl görüşlerini yansıtması bakımından apayrı bir önem taşır. Bu sebeple, "Buhari'nin fıkhı bab başlıklarındadır" denilmiştir. İbn Hacer'in tesbit ve değerlendirmesine göre Buhar!, ŞaNh 'inde fıkhl bilgi ve incelikierin bulunmasına özen göstermiş , bundan dol yı rivayet ettiği naslardan birçok hüküm çıkarmış ve bu hükümleri ilgili kitabın (ana bölümün) muhtelif babları arasına uygun bir şekilde serpiştirmiştir. Bunu yaparken gerekli yerlerde ahkam ayetlerini zikretBUHAR[, Muhammed b. İsmail meyi de ihmal etmemiştir. Aslında elCami şa~fh'i telif ederken Buhari'nin takip ettiği hedef. koyduğu prensipler çerçevesinde hadis nakletmenin yanında bunlardan ve ilgili ayetlerden hükümler çıkarmak olmuştu. Bu sebepledir ki birçok babda rivayet ettiği hadislerin isnadını başka yerde verm ş olduğundan tekrar kaydetmeyerek yalnızca Hz. Peygamber'den nakilde bulunan kimsenin adını ve hadisin ilgili kısmını zikretmekle yetinmiştir. Bu ve benzeri durumlarda Buhari'nin esas amacı. bab başlığı olarak ele aldığı mesele için bir delil getirmek olmuş ve zaten malum olan bu hadisiere yalnızca işarette bulunmakla yetinmiştir. Bazan bir babda sadece bir hadis kaydedilmesinin, bazan da konu ile ilgili olarak hadis bulunmayıp onun yerine bir Kur'an ayeti zikredilmesinin sebebi budur (mesela bk. Buhari, "Mezdlim" 6, 7). Böyle durumlarda Buhari'nin, bab başlığı şeklinde ortaya koyduğu hükmün delilinin hadis değil Kur'an olduğunu belirtmek istediği anlaşılmaktadır. Hatta bazan da bab başlığının altında hiçbir şey. Buhari'nin l-Cami'u ş- aN}ı'ine koyduğu bab başlıklarının hem muhaddisler hem de fakihler için taşıdığı önem dolayısıyla bu eser üzerine yapılan şerhlerde konu itina ile işlendiği gibi aynı mevzuda müstakil eserler de kaleme alınmıştır..
İbn Hacer'e göre Buharl'nin fıkıh alanındaki kudreti sadece bab başlıklarında değil aynı zamanda babların düzenlenmesinde de görülmektedir. Hacası Ebu Hafs ömer b. Raslan el-Bulkfnl'nin bu konudaki görüşlerini nakleden İbn Hacer (Hedyü's -sarf, II, 224 -227), bu üslup ve metottan etkitenmiş olarak Buhari Muhammed b. ismail hu'1- bdrf' de benzeri değerlendirmeleri ihmal etmemiştir. Mesela "Kitabü ~-salat"ın başlangıcında sözü edilen tertip ve tanzirnin fıkhi cephesi hakkında ileri sürdüğü mütalaalar dikkate değer Buhari, diğer imamların hüküm çıkardığı şert kaynaklardan faydalanmakla birlikte onun genelde takip ettiği metot, hadisleri ihtiva ettikleri fıkhi hükümleri esas almak suretiyle bablara ayırmak, bu bablarda yer alan meseleleri Kur'an, hadis ve sahabe fetvaianna dayandırmaktır. Bazı araştırmacılara göre bu metodun belli başlı üç özelliği vardır.
1. Fıkhi hükme temel teşkil eden esas kaynağın sıhhatine güven duymak;
2. Sahabe ve tabiin tarafından varılan ya da onlar tarafından teyit edilen hükmün doğruluğuna ınanmak ;
3. Ehliyetli bir fakihin önüne bir
hükmün ayet ve hadisle ilgisi hususunda yeni ufuklar açmak. Buhari sadece kendi
görüşünü zikretmekle yetinmemiş, bazı durumlarda muhalif görüşleri de kaydetmiş
ve onlarla tartışmaya girmekten çekinmemiştir. Bu durumlarda karşı görüşü
savunan kişi veya mezhebin adını anmak yerine "bazı insanlar, insanlardan
biri" tabirini kullanmıştır. Bu şekilde varit olan itirazların birçoğu Ebu
Hanife'ye yönelik olduğu için Hanefi mezhebi mensupları bu tabiri, imamlarının
layık olduğu makama yakışmayan bir ifade olarak değerlendirmişler, hatta bu
konuyu ciddi bir mesele gibi ele alan bir grup Hintli Hanefi alimi Ba
c:iu'n-nds if det ci'l-vesvds (Hind 1892) adıyla bir kitap telif etmiştir.