Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


Tülün Kaya 14070126 D şubesi 

Güz dönemi tefsir 2 dersini Halis Albayrak hocamız ile nihayetlendirdik. Çok verimli ve dolu dolu bir dönem oldu. Birkaç surenin tefsirini farklı müfessirler ile gerçekleştirdik. Erken dönem müfessirleri ile devam ettik. Farklı yorumlar ile karşılaştık nasıl tefsir yapıldığını müfessirlerin nasıl bir yol izlediğini benimsedik. Oldukça verimli bi ders dönemi geçirdik. Diğer şubeler de ise Kur'an Nedir ve Kur'an'ın Bütünlüğü Üzerine kitapları okutulmuş ve ders bu kitaplar çerçevesinde devam etmiştir. Bu kitapların içeriği ve birbirisi ile olan bağlantısı da derse konu olmuştur. İbn Abbas Razi Taberi gibi müfessirlerin tefsir örnekleri ve bu kişilerin hayatı da dersin konularından olmuştur.  


0 Yorum - Yorum Yaz

GÜZ DÖNEMİ MÜTALAASI    14.03.2017

Tülün Kaya 14070126 2d

Güz dönemi tefsir 2 dersini Halis Albayrak hocamız ile nihayetlendirdik. Çok verimli ve dolu bir dönem oldu. Birkaç surenintefsirini farklı müfessirler ile gerçekleştirdik.Erken dönem müfessirleriile devam ettik. Farklı yorumlar ile karşılaştık nasıl tefsir yapıldığını müfessirlerin nasıl bir yol izlediğini benimsedik. oldukça verimli bir ders dönemi geçirdik. Diğer şubelerde ise KUR'AN NEDİR ve KUR'AN'IN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE kitapları okutulmuş ve ders bu kitaplar çerçevesinde devam etmiştir.Bu kitapların içeriği ve birbiri ile olan bağlantısı da derse konu olmuştur. İbn Abbas Taberi Razi gibi müfessirlerin tefsir örnekleri ve bu kişilerin hayatı da dersin konularından olmuştur. 


0 Yorum - Yorum Yaz


RUKİYE AYYILDIZ -14070030 2.SINIF C ŞUBESİ

Öncelikle belirtmek istediğim daha önceki tefsir derslerini sizden almadım . Sitedeki ödevlere bakarak fikir sahibi olmaya çalıştım.

-On web sayfası önerisi  ödevi  verilmiş. Öğrenciler bu ödevde kişisel düşüncelerine göre faydalı buldukları sitelerin (http://www.suleymaniyevakfi.org/  -http:// www.isam.org.tr/ -http://www.islamansiklopedisi.info/-www.nurpenceresi.com -http://mektebisuffa.com/-http://www.aljazeera.com.tr-http://www.mustafaarmagan.com.tr/ vb.) adreslerini yazmışlar.

-Kur’an-Ahlak ilişkisi  içerikli üç makale bağlantısı(url) istenmiş.

-Bu derste ne oldu  başlığı altındaki ödevde de aşağıdaki gibi bilgiler verilmiş:

-Dersimizde İnsan nedir ? Kuran nedir ? İnsanın Kuran -ı Kerim ile nasıl bir bağlantısı vardır , bu bağlantı içerisinde Peygamberin görevi nedir gibi konularına değinildi.

- Müfessir Kimdir? Müfessirin yaşadığı dönem, etkilendiği alimler,çevresi vb.konular doğrultusunda Süfyan es Sevri,Taberi,Ebu Ubeyde bin cerrah,el Ferra gibi müfessirlerin tefsir özellikleri ve onların hayatı anlatılmış Kur‘an-ı Kerim’in bir bütün olarak incelenmesi ve tefsir yaparken ayetleri siyak sibak çerçevesinde anlamamız gerektiği vurgulanmıştır.

- Bakmak, görmek, anlamak, anlam küreye girebilmek ifadelerinin hangi anlamlara geldiği beyan edilmiş bunların arasındaki farklar mütalaa edilmiştir.

- KUR’AN NEDİR?, KUR’AN’IN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE kitapları okunmuştur. Kuran'ın insan hayatındaki ve anlam arayışındaki yeri belirlenmiştir. Kuran'ın insandan neler beklediği ve Kuran'ın bir bütün olarak insana neler kattığı öğretilmiştir.

-Son derste de Süleyman Çelebinin Mevlid-i Şerif’i üzerinde kısaca durulmuştur.Mevlid kandili olması hasebiyle Ahzab suresi 56.ayet çerçevesinde ‘Hz.Peygamber’e Salat ve Selam Getirmenin Anlamı’ makalesine değinilmiştir.

-Dersler birtakım video ve fotoğraflarla desteklenmiştir.

 Anladığım kadarı ile on web sayfası ödevi ve Kur’an-Ahlak ilişkisi ödevlerinde  öğrencinin düşünceleri  hakkında bir fikir sahibi olma yönünde bir yol izlenmiş ; çünkü öğrenciler orada kendi düşüncelerine göre faydalı buldukları sitelerin isimlerini vermişler. Aynı zamanda bu konu hakkında araştırma yapmak isteyenler içinde kaynaklık etmesi bakımından faydalı olmuş. Dersimizde   ne oldu ödevinden anladığım üzere genel olarak baktığımızda öğrenciye bir bakış açısı kazandırılmaya çalışılmış. Ayrıca dersi alan öğrencilerin bu dersten kazanımlarının ne olduğunu görmesi açısından ve dersi daha önce almamış olanlara bilgi vermesi açısından faydalı olmuş. Ödevlerin sitede yayınlanması ise yine öğrencilere kaynaklık etmesi açısından  güzel olmuş.   


0 Yorum - Yorum Yaz


RUKİYE AYYILDIZ -14070030 2.SINIF C ŞUBESİ

Öncelikle belirtmek istediğim daha önceki tefsir derslerini sizden almadım . Sitedeki ödevlere bakarak fikir sahibi olmaya çalıştım.

-On web sayfası önerisi  ödevi  verilmiş. Öğrenciler bu ödevde kişisel düşüncelerine göre faydalı buldukları sitelerin (http://www.suleymaniyevakfi.org/  -http:// www.isam.org.tr/ -http://www.islamansiklopedisi.info/-www.nurpenceresi.com -http://mektebisuffa.com/-http://www.aljazeera.com.tr-http://www.mustafaarmagan.com.tr/ vb.) adreslerini yazmışlar.

-Kur’an-Ahlak ilişkisi  içerikli üç makale bağlantısı(url) istenmiş.

-Bu derste ne oldu  başlığı altındaki ödevde de aşağıdaki gibi bilgiler verilmiş:

-Dersimizde İnsan nedir ? Kuran nedir ? İnsanın Kuran -ı Kerim ile nasıl bir bağlantısı vardır , bu bağlantı içerisinde Peygamberin görevi nedir gibi konularına değinildi.

- Müfessir Kimdir? Müfessirin yaşadığı dönem, etkilendiği alimler,çevresi vb.konular doğrultusunda Süfyan es Sevri,Taberi,Ebu Ubeyde bin cerrah,el Ferra gibi müfessirlerin tefsir özellikleri ve onların hayatı anlatılmış Kur‘an-ı Kerim’in bir bütün olarak incelenmesi ve tefsir yaparken ayetleri siyak sibak çerçevesinde anlamamız gerektiği vurgulanmıştır.

- Bakmak, görmek, anlamak, anlam küreye girebilmek ifadelerinin hangi anlamlara geldiği beyan edilmiş bunların arasındaki farklar mütalaa edilmiştir.

- KUR’AN NEDİR?, KUR’AN’IN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE kitapları okunmuştur. Kuran'ın insan hayatındaki ve anlam arayışındaki yeri belirlenmiştir. Kuran'ın insandan neler beklediği ve Kuran'ın bir bütün olarak insana neler kattığı öğretilmiştir.

-Son derste de Süleyman Çelebinin Mevlid-i Şerif’i üzerinde kısaca durulmuştur.Mevlid kandili olması hasebiyle Ahzab suresi 56.ayet çerçevesinde ‘Hz.Peygamber’e Salat ve Selam Getirmenin Anlamı’ makalesine değinilmiştir.

-Dersler birtakım video ve fotoğraflarla desteklenmiştir.

 Anladığım kadarı ile on web sayfası ödevi ve Kur’an-Ahlak ilişkisi ödevlerinde  öğrencinin düşünceleri  hakkında bir fikir sahibi olma yönünde bir yol izlenmiş ; çünkü öğrenciler orada kendi düşüncelerine göre faydalı buldukları sitelerin isimlerini vermişler. Aynı zamanda bu konu hakkında araştırma yapmak isteyenler içinde kaynaklık etmesi bakımından faydalı olmuş. Dersimizde   ne oldu ödevinden anladığım üzere genel olarak baktığımızda öğrenciye bir bakış açısı kazandırılmaya çalışılmış. Ayrıca dersi alan öğrencilerin bu dersten kazanımlarının ne olduğunu görmesi açısından ve dersi daha önce almamış olanlara bilgi vermesi açısından faydalı olmuş. Ödevlerin sitede yayınlanması ise yine öğrencilere kaynaklık etmesi açısından  güzel olmuş.   


0 Yorum - Yorum Yaz

GÜZ DÖNEMİ MÜTALAA    18.03.2017

Fatmanur Topçu 14070217  2.C

Arkadaşlarımın yazdıklarından anladığım kadarıyla Kur’an ilminin ilk aşamasını, insanın Kur2an la tanışması teşkil eder .Bu sebeple Kur’an nedir?  Tefsir nedir? Müfessir kimdir? Sorularını sorarak kafalarda soru işareti oluşturup daha sonra bu paralelde derslere yön verilmiş. Her insanın bir anlam arayışında olduğunu bu arayışta anlam küreye girebilmesi ve kendine yer edinebilmesi için  bu arayışın tamamlanması gerektiği ve bunun da Kur’an nedir? Sorusuna mantıklı bir cevap bulabilmesiyle gerçekleşebileceği vurgulanmış.  Farklı müfessirlerin hayatları,  tefsir yöntemleri ve tefsirleri işlenerek geniş eksenli bir ders geçirilme sağlanmış. Aynı zamandane şekilde ve hangi özell,ikleriyle tefsir çalışmalarına bakmamız gerektiği bunun yanında arap dili ve belagatının tefsir ve Kur’an açısından önemi üzerinde durulmuş.    


0 Yorum - Yorum Yaz


Zeynep Erdal - 13070786 - 2. Sınıf - C Şubesi

Öncelikle güz döneminde Tefsir dersini sizden almamıştım. Dersinizi bu dönem ilk kez alıyorum. Değerlendirmemi buradaki ödevler ve güz döneminde sizden ders alan arkadaşlarımın anlattıklarıyla yapacağım.

Tefsir dersinin başlangıcında insanın sahip olduğu anlam arayışının ve bu anlamı nerede bulması gerektiği üzerinde durulmuştur. Cevap olarak Kur’an-ı Kerim’in insanın hayatına anlam kattığı ve bu anlam için öncelikle Ku’an-ın ne olduğu, nasıl anlaşılması gerektiği, nasıl okuması gerektiği, insanın hayatına neler katacağı gibi meselelerin anlaşılması gerektiği vurgulanmıştır. Oku, düşün, anla, yaşa zinciri çerçevesinde bu meseleler tartışılmıştır.

Dönem içerisinde Kuran Nedir?, Kuran'ın Bütünlüğü Üzerine kitapları okunmuştur. Bu kitapları okumaktaki amaç ise yine hayatımıza anlam katan  vahyin ne olduğunu anlamak ve onun ne olduğunu öğrenmek, Kuran’ın tefsirinde Kur’an ayetlerinin bütünlüğünü göz önünde bulundurmak gerektiğini görmektir.

Ayrıca İbn Abbas, Mukatil bin Süleyman, Süfyan es Sevri, el Ferra, Ebu Ubeyde, Taberi ve Maturidi gibi müfessirlerin tefsirleri açıklamalı ve karşılaştırmalı olarak işlenmiştir.

Genel olarak Tefsir dersi çeşitli içeriklerle zenginleştirilmiş ve öğrencinin en iyi şekilde istifadesi hedeflenmiştir. Bu hedefe ulaşıldığı kanaatindeyim.


0 Yorum - Yorum Yaz


İlk olarak geçmiş yıllar ve genel olarak dersin işleyişi hakkında  bilgi verildikten sonra Kuran Nedir? Ve Kuran'ın anlam bütünlüğü kitaplarını okuyup değerlendirdik. Tarih seyri içerisinde değerlendirdiğimizde Peygamber efendimizin döneminden başlayarak günümüze kadar tefsir de kullanılan yöntem ve kaynaklar hakkında bilgi verildikten sonra aynı konu Hakkı'nda farklı müfessirlerin tefsirlerini karşılaştırmalı olarak okuyararak Kuran'ı Nasıl yaşayacağız? Sorusuna cevap bulmaya çalıştık. Ayrıca okuduğumuz müfessirlerin Nasıl bir yöntem izlediklerini, temel olarak tefsirde nelere dikkat ettiklerini anlamaya çalıştık. Yalnızca bilgi açısından değil ahlaki olarak da gelişmemizi sağlayan dersler geçirdiğimizi düşünüyorum.

Saygılarımla. 


0 Yorum - Yorum Yaz


Ömer Faruk ARSLAN

Doktora 2016-2017 Bahar Dönemi

Öğrenci No: 16922731

 

TEFSİR, HADİS VE FIKIH TARİHLERİNİN BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN MÜTALAASI

Bilgi, sözlükte “bir iş, konu, olay ve herhangi bir şey konusunda bilinen, malûmat” olarak tanımlanır. İnsanoğlu, Hz. Adem’den bu güne daima bir arayış içerisinde olmuş, zaman zaman batıla yönelmesine rağmen gerçek bilginin, hakikatin peşinden koşmuştur. Bilgi, bu yönü ile insanı, hayatı ve evreni anlamlandırmada önemli bir işleve sahiptir. İfade edilme şekilleri, yaklaşım ve metot farklılıkları varolmakla birlikte hakikat birdir. Bilgi bir bütündür.  

İslami ilimler içerisinde tefsir, hadis ve fıkıh tarihine dair eserler mütalaa edildiğinde bilginin bir bütün olduğu gözlemlenebilmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’in 610 yılında Mekke’de başlayan inzâli yirmi üç yıl sürmüş ve nüzul ortamında bilgi bir bütün olarak muhataplarına ulaşmıştır. İnen her ayet, Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından sahabeye tebliğ edilmiş ve vahiy katiplerine yazdırılmıştır. Ayetler bazen sorulan bir soru veya meydana gelen bir hadise üzerine inmiş, bazen bir sebebe müstenit olmadan inzal edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) kendisine indirilen bu ayetleri, mücmelini tebyin, müphemini tafsil, mutlakını takyit ve müşkilini tavzih etmek suretiyle açıklamıştır. Sözlü izahlarının yanı sıra “Beni nasıl namaz kılarken görürseniz siz de öylece namaz kılınız.” hadisinde görüldüğü gibi Kur’ân’da geçen ilahi buyrukları hayatına tatbik etmesi ile fiili bir örneklik ortaya koymuştur. Böylece Kur’ân’ın nüzul sürecinde hadis ilminin temelleri de tefsir ile bir bütünlük içerisinde atılmıştır.

İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim ve sünnet saadet asrında gün be gün ikmal edilmiştir. Hadis tarihi incelendiğinde Hz. Peygamber tarafından hadislerin bir dönem yazılmasının yasakladığı görülmektedir. Bu yasak Kur’ân ayetleri ile hadislerin karışması ihtimalini bertaraf etmek içindir. Zira o dönemin şartlarında yazı yazılacak malzeme az ve temini meşakkatlidir. Hadislerin zaman zaman ayetlerle aynı malzemeye yazılması, Hz. Peygamber (s.a.s)’in bu konuda bir tedbir almasını gerekli kılar. Bu durum endişe giderilinceye kadar devam eder. Hadis tarihinden hadislerin yazılması ile ilgili bu aldığımız bu anektot, tefsir yani Kur’ân ayetlerinden kastedilen manaların açıklanmasının hadislerin vürudu ile iç içe olduğuna işaret etmektedir. Zaten tefsire dair beyanlar ilk dönemde hadis kitaplarının önemli konuları arasında yer almış, hadis olarak nakledilmiştir.

Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi şeklinde tarif edilen fıkıh ilmi ise Kur’ân-ı Kerim ve sünnetten çıkartılacak hükümleri ele alır. Bu yönü ile nüzul ortamından bağımsız düşünülemez. Zira Hz. Peygamber (s.a.s) tebliğ vazifesinin bir gereği olarak İslam’ı iman-amel bütünlüğü içerisinde anlatmış ve hayatında bizzat tatbik ederek öğretmiştir. Fıkıh tarihinin ilk dönemi, tefsir ve hadiste olduğu gibi Hz. Peygamber dönemidir. İnen ayet-i kerimeler ve bu ayetleri izah eden Hz. Peygamber’in söz fiil ve takrirleri fıkhın iki temel kaynağıdır. Bu nedenle sadet asrında tefsir, hadis ve fıkıh iç içe oluşmuş ve gelişmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s)’in vefatından sonra sahabe ve tabiin dönemlerinde nüzul ortamında edinilen bilginin muhafazası üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Kur’ân-ı Kerimin Mushaf haline getirilmesi ve sonrasında istinsah edilmesi bu gayretin ilk göstergesidir. Hadisler, kayıt altına alınmaya başlanmış, rivayet için usuller oluşmuş ve sened ile nakledilmesi ilmi bir disiplin olarak kullanılmıştır. Kur’ân ve sünnetten nasıl hüküm çıkarılacağı fıkıh medreseleri ile ortaya konulmuş, bu süreçte ulema arasında ehl-i hadis ve ehl-i rey ayrımı belirginleşmeye başlamıştır.

Tefsire dair ilk tedvin örnekleri, hadis mecmualarında “kitabu’t-tefâsîr”, başlığı altında yer almıştır. Fıhkın tedvini için de benzer bir durum söz konusudur. Tedvin dönemine kadar daha sözlü olarak nakledilen ve sened zinciri ile güvenilirliği test edilen pek çok bilgi, tedvinin başlaması ile birlikte yazılı hale getirilmeye başlanmıştır. İlk dönemde birlikte cem edilen bilgiler, sonraki dönemlerde müstakil eserlere konu olmuştur.


0 Yorum - Yorum Yaz


DÖNE ERGÖREN DOKTORA TEFSİR ÖZEL ÖĞRENCİ
 
TEFSİR, HADİS VE FIKIH TARİHLERİNİN KISA BİR MÜTALAASI
 
Temel İslami İlimler kökü Kur’an vahyine dayanan bir ağacın dalları gibidir. Bu ilimlerin hepsi birbirine muhtaç olmakla birlikte temelde Kur’an’a muhtaçtır. Allah kelamı olan Kur’an’ın anlaşılabilmesi için hem Kur’an vahyinin ilk muhatabı hem de ilk müfessiri olan Hz. Peygamber’e ihtiyaç vardır. Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takririnden müteşekkil olan hadis ilmine vakıf olmadan da vahyin anlaşılması, yorumlanarak ondan hüküm istinbat edilmesi olanaksızdır.

İlahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ın, müslümanlar hatta bütün insanlık tarafından anlaşılıp, insanlığın ona intisap edebilmesi için mutlak surette Kur’an’ın tefsir ve izah edilmesi gerekiyordu. Bütün insanlık için prensipler ihtiva eden bir kitabın, ayrı ayrı zamanlar ve mekanlar içinde insanlığın bütün ihtiyaçlarını madde madde sıralayıp, muhtevasında derc etmesi mümkün değildi. Ondaki umumi esasların, sarih olarak anlaşılmayan ayetlerin, yüksek edebi sanatların anlaşılabilmesi, O’nu en iyi bilenlerin izahına muhtaçtır.
 
Kur’an’ın araplarda yıllardan beri kökleşmiş olan cahili adetlerin fena olanlarının sökülüp atılması ve ilerideki sosyal hayat kanunlarının ortaya konulabilmesi için Hz. Peygamber’in O’nu tefsir etmesi gerekiyordu. Bu ihtiyaca binaen Hz. Peygamber, Kur’an’ın mücmel aytlerini tafsil, umumi hükümlerini tahsis ve müşkilini tavzih ederek Allah’ın maksadını insanlığa bildirmiş ve Kur’an’ı açıklamıştır.
 
Hz. Peygamber döneminde Kur’an ayetleri hafızalarda tutulmuş ve o dönem yazı malzemesi olabilecek şeyler üzerine yazılmıştır. Bu dönemde hadisler, Kur’an’la meşguliyetten alıkoymaması ve ayetlerle karıştırılmaması gayesiyle bizzat Hz. Peygamber tarafından yazdırılmamıştır. Rasulullah(sav) hayatta olduğu için ilimler arasında ihtilaf yoktur.
 
Sahabe devri ise sahabenin vahye ve sebeb-i nüzule bizzat şahit olmaları dolayısıyla, Kur’an’ı anlama, yorumlama ve yaşama noktasında önemli bir konum teşkil etmektedir. Sahabe Kur’an’ı tefsir ederken, Kur’an ayetlerine, Hz. Peygamber’den işittikleri veya gördükleri bir şey olup olmadığına bakıyor ve bir konuda nass varsa konuşmuyorlardı. Geri kalan ayetleri de re’y ve ictihatla tefsir ediyorlardı. Sahabe döneminde,kendilerine manası kapalı ayetler tefsir edilirken Tabiun döneminde Kur’an’ın tamamı tefsir edilmiştir. İlk asırda hadis ilminin bir kolu gibi görülen tefsir ilmi, sadece rivayete dayanıp kalmamış, dirayet tefsirinin de gelişmesiyle müstakil bir ilim haline gelmiştir. Mesela Ali b. Ebi Talha, Mukatil b. Süleyman, Süfyan es-Sevri, Süfyan b. Uyeyne gibi zatların tefsirleri örnek olarak zikredilebilir.
 
Hz. Peygamber döneminde hafızalarda tutulan hadisler, Hz. Peygamber’in vefatından sonra pek çok sahabe tarafından yazılmaya başlanmıştır. Bu faaliyet bazı sahabilerin Hz. Peygamber’den işittikleri hadisleri yazma şeklindedir. Hadis tarihinde bu faaliyete kitabetü’l hadis denilmiştir. Muhtelif sahabiler tarafından yazılmış olan, yahut yazılmasa bile hafızalarda tutulan hadisleri toplayarak bir kitap meydana getirme manasındaki tedvin faaliyetlerinin ise hicri birinci asrın sonları ile ikinci asrın başlarında başladığı anlaşılmaktadır. Hadisi ilk tedvin eden kimse ise İbn Şihab ez-Zühri’dir.
 
Hicri birinci asrın sonu ve ikinci asrın başlangıcına tekabül eden zaman dilimi tedvin devri kabul edilmekle beraber, asıl hadis eserlerinin ortaya çıkışı ikinci asrın ilk yarısından sonraki devreye rastlar. Basit bir sıraya göre dizilmiş eserlerde konularına göre hadislerin bulunup kullanılmasının güç olması dolayısıyla, hadislerin konularına göre bir araya getirildiği eserler tertip ve tasnif edilmeye başlanmıştır. Bu döneme hadis tarihinde tasnif dönemi denilmiştir. İkinci asırda telif ve tasnif edilmeye başlanan hadis eserleri başlıca şu beş gurupta toplanmaktadır: 1) Siyer ve Mağazi kitapları; 2) Sunen kitapları; 3) Cami’ler; 4) Musannaflar; 5) Belirli bir konuya tahsis edilmiş kitaplar.
 
Tabiun devrinde İslam devletinin sınırları arap yarımadasını aşmış, bünyesine yeni ülkelerle beraber ayrı ayrı kültür ve dinlere müntesip cemiyetleri de katmaya başlamıştı. İslam’a yeni giren veya müslüman olmayan unsurları birarada toplu olarak idare etmek için başvuru mercii ilk olarak Kur’an oluyor, yeni nizamlar ihdas etmek için fakihler ve müfessirler Kur’an’a sarılıyorlardı. Dinin menşei olan Hicaz’dan genişleyen ülkenin heryerine haber ulaşamadığından, şahsi görüşler rol oynamaya başlıyordu. Bu şahsi görüş sahipleri aynı ırk, kültür, örf ve adeti ihtiva eden toplumlar içinde yetişmediğinden görüşleri değişik oluyor, bu da beraberinde farklı fıkıh ekollerinin doğması neticesini getiriyordu. Müctehitlerin çoğalması, herbirinin kendine göre doğru olan yolu takip etmeleri, ictihat faaliyetlerinin disipline edilmesi ve keyfi hüküm verme ihtimaline karşı tatmin edici bir tedbir alınması gibi maksatlarla hicri ikinci asrın sonlarında Fıkıh Usulü İlmi ortaya çıkmıştır. Bu ilmin kurallarını müstakil bir eser halinde ilk defa biraraya getiren kimse Hicri 204 yılında vefat eden İmam Muhammed b. İdris eş-Şafii’dir.
 
Netice olarak, Hz. Peygamber’e ilk vahyin gelmesiyle başlayan İslami ilimlerin gelişip büyümesi zamana, coğrafyaya ve bu dinin müntesiplerinin çeşitli ihtiyaçlarına göre farklılık arzetmiştir. Bugünün ihtiyacına göre ilimlerin gelişimini sağlayıp müslümanların istifadesine sunmak ve değişen problemlere cevap aramak da günümüz ilim adamlarına ve araştırmacılarına düşmektedir.
 
KAYNAKLAR
 
Tefsir Usulü, İsmail Cerrahoğlu, TDV Yayınları, Ankara, 1998
Hadis Usulü, Talat Koçyiğit, TDV Yayınları, Ankara, 1998
İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l Fıkh), Zekiyyüddin Şa’ban,TDV Yayınları, Ankara, 2000

0 Yorum - Yorum Yaz

VAHİT DEMİRAL    23.04.2017

Vahit DEMİRAL    Öğrenci No: 16922716

2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılı Tefsir Doktora Öğrencisi

 

KARŞILAŞTIRMALI TARİH MÜTAALASI

         Bir ilim dalının yol kat etmesi için diğer ilim dallarıyla ilişki içinde olması zaruridir. Mesela tefsir ilmi, tek başına bir ilim dalı olarak düşünülemez. Nitekim Kur’ân kelimelerinin anlamını ortaya koymayı gaye edinen tefsir, başta Arap diline muhtaçtır. Bununla beraber en büyük müfessir olan Hz. Peygamber’in sünneti yani hadis ilmi bilinmeden, ahkâm ayetlerinden nasıl hüküm istinbat edileceği anlaşılmadan yani fıkıh ilmine vakıf olunmadan ve genel olarak Kur’ân ilimlerinden bihaber bir şekilde yapılacak tefsirin eksik bazen de hatalı olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla Allah’ın kelamını anlamak ve onun üzerinde yorum yapmak isteyen kimsenin (müfessir) bilginin bütünlüğü prensibini gözeterek hareket etmesi, Kur’ân’la ilişki içinde olan diğer ilim dallarına da vakıf olması gerekir.

 

         Müslümanlar her devirde Kur’ân-ı Kerim’e dünya ve ahiret saadetlerini sağlayan bir esas, bir anayasa gözüyle bakmışlar, nüzulünün başlangıcından itibaren muhtevasını iyi anlamak için çeşitli yönlerden onu araştırmışlardır. Başlangıçtan beri Arap Dili, Kelam, Hadis, Tefsir ve İslam Hukuku ile ilgili özgün eserler meydana getirilmiş, Temel İslam Bilimleri böylece ortaya çıkmıştır. Kur’ân’dan neşet eden ilimler tarihine bakıldığı zaman bu ilimlerin ne kadar iç içe olduğu hatta bazılarının varlığının diğerlerinin varlığına bağlı olduğu görülür. Kendi alanımızdan örnek verecek olursak tefsirin ilk başta hadis ilmi içerisinde yeşerdiği daha sonraları başlı başına bir ilim dalı olarak ortaya çıktığı görülür.

 

         Önceki dönemlerde telif edilen eserlere bakıldığında müelliflerin bilginin bütünlüğü prensibine bağlı bir şekilde bu işi yaptıkları görülür. Ancak modern çağla birlikte ihtisaslaşmanın baş göstermesi ve eğitimin buna göre yapılması, bu prensibe olan bağlılığın azalmasına hatta son zamanlarda kaybolmasına neden olmuştur. Aynı damardan beslenen Temel İslam Bilimleri’ni keskin çizgilerle ayırarak ve bu alandaki diğer bilim dallarından bihaber olarak ortaya konan çalışmalar ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla bu alanda çalışma yapacak olanların bilginin bütünlüğü prensibine sadık kalması ve eserlerine bu sadakati yansıtması beklenen ve özlenen bir tablodur.


0 Yorum - Yorum Yaz


 

MIZANUR RAHMAN    16922722

TEFSIR, HADIS VE FIKIH TARIHI: BIR BÜTÜNLÜĞÜ 

TEFSIR TARIHI

Tefsir kelimesi: fesera veya sefera kökünden gelen tefilün vezninden mastardır ve her iki kök fiilin sözlük anlamı; keşfetmek, ortaya çıkarmak, üzerindeki örtüyü açmak, beyan etmek, açıklamak, anlaşılır hale getirmek gibi manalara gelir.

Peygamber  dönemi (Tefsir’in Doğuşu):

Tefsir’in ortaya çıkışı  Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile başlamaktadır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bazen ayeti okuyarak, Ashaba soru sorarak, Sözünü delillendirmek maksadıyla  veya Sahabilerin soru sorması üzerine tefsir ediyordu .

Allah Rasülü’nün Tefsir Yönemi:

     Mücmelin teybini,  Mübhem’in tafsili,  Mutlak’ın takyidi,  Müşkil’in tavzihi

 Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Kur’an’ın tamamını veya bir kısmını tefsir etti diye islam âlimleri arasında ihtilaf olmuştur.

Pey­gamberimiz, vahyin ilk muhatabıdır. Kur’an’ın ilk muhatapları olan sa­habiler onun ruhuna vakıf oldukları hâlde, ayetleri iyice anlamak ve doğru amel etmek konusunda zaman zaman Hz. Peygamber’in tefsirine ihtiyaç duymuşlardır. Peygambe­rimiz de lüzum gördükçe ayetleri tefsir et­miştir. Yaptığı açıklamalarla Kur’an’ın an­laşılmasını ve yaşanmasını sağlamış, amelî konulardaki davranışlarıyla da ayetlerin uygulanışını göstermiştir. Yani sadece sözle değil, aynı za­manda davranışlarıyla da fiilî bir tefsir yapmıştır. Örneğin: Kur’an-ı Kerim’de namaz ve hac sadece emredilmiş;­ nasıl yapılacaklarına dair detayları Peygamberimiz tarafından açıklanmıştır.

Sahabe Dönemi:

Kur’an, Peygamberimize sahabenin yaşadığı ortamda ve onların konuştukları dilde  nazil oluyordu. Bu nedenle sahabenin büyük çoğunluğu hangi ayetin nerede, nasıl, ne hakkında ve hangi sebeple nazil olduğunu biliyordu. Hatta ayetlerin indirilmesine neden olan olayların içinde yaşıyorlardı. Kur’an’ın ilk muhatapları olarak Kur’an’ın okunması, ezberlenmesi, yazılması, açıklanması, anlaşılması ve uygulanmasında Peygamberimiz ‘in yürüttüğü tüm faaliyetlere bizzat katılmışlardı. Anlayamadıkları bir ayeti doğrudan Peygamberimize sorup dinliyorlar. Böylece ayetlerde kastedilen anlamları bilginin asıl kaynağından öğreniyorlardı. Onlar da ayetlerin indirilme sebebini ve Peygamberimiz’in onlara öğrettiği her türlü bilgiyi sonraki nesillere naklederek tefsir ilminin temelini atmışlardır. Sahabe içerisinde aralarında Ali b. Ebi Talip, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas, Ubey b. Kâ’b, Ömer b. Hattab ve Hz. Aişe’nin de bulunduğu kişiler Kur’an tefsiri konusunda ön plana çıkmışlardır.“Tercümanü’l-Kur’an” adıyla da anılan Abdullah b. Abbas tefsirle ilgili rivayetleri oldukça fazla olan sahabilerden biridir.

Tabiin Dönemi:

Peygamberimiz’le bizzat karşılaşmamış ve ayetlerin indirilişine tanıklık etmemiş olduklarından tabiin dönemi müfessirleri, ayetleri yorumlarken daha fazla açıklama yapma gereği duymuşlardır. Sahabe döneminde sınırlı sayıdaki ayetlerin tefsiri yapılmışken tabiîn döneminde Kur’an tamamen tefsir edilmeye başlanmıştır. Sahabe Dönemi’nde sözlü olarak devam eden tefsir hareketi, Tabiin Dönemi’nde de bazen sahifelere yazılmış olmakla birlikte, çoğunlukla sözlü olarak devam etmiştir. Tabiin müfessirleri ayetlerin yorumunda naklin yanında rey ve içtihadı da kullanılmaya başlamıştır. Bu da farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Farklı kültürlerle karşılaşmalar sonunda farklı görüşlere zemin teşkil eden tefsir anlayışları yaygınlaşmıştır. Arap olmayanlar (mevâlî), tefsir hareketinde daha fazla rol almaya başlamıştır. Mekke ve Kûfe gibi tefsir okulları oluşmaya başlamıştır. İbn Abbas’ın öğrencileri Said b. Cübeyr, Mücahid ve İkrime gibi tabiînin önde gelen müfessirleri nakle(hadise) dayalı rivayet yöntemini esas alan “Mekke ekolü”nü, Ubey b. Ka’b’ın öğrencileri, Zeyd. b. Eslem ve Muhammed b. Ka’b el Kurazî gibi tabiîler ise “Medine ekolü”nü oluşturdular. İbn Mesud’un öğrencileri İbrahim en Nehaî, Muhammed b. Sirin ve Hasan el-Basrî gibi tabiinin önde gelen müfessirleri ise nakil yanında reye dayalı dirayet yöntemini kullanan “Kûfe ekolü”nü oluşturdular.

Tefsirin Tedvin Dönemi

Tefsirin tedvini denilince Kur’an tefsiriyle ilgili rivayetlerin düzenli bir şekilde kitaplarda toplanması anlaşılır. Tefsir faaliyeti çeşitli aşamalardan geçmiştir. Sözlü Rivayet Dönemi: Peygamberimiz ve sahabenin dönemindedir. Sözlü kültürün daha yaygın olduğu Peygamberimiz Dönemi’nde Kur’an’la karışması ihtimali nedeniyle Kur’an dışında genellikle başka bir şey yazılmamıştır.

Tefsirin Kitabeti Dönemi: Peygamberimiz Dönemi’nde yazılmış az sayıdaki hadis sahifeleri ve muhaddislerce ezberlenen hadisler çeşitli mecmualarda toplanılmaya başlandı. Bu hadis mecmualarının bazı bölümleri ayetlerin tefsirleriyle ilgili olduğundan hadis kitaplarında “kitabu’t-tefsir” olarak adlandırıldı. Böylece tefsir rivayetleri, hadis kitapları içerisinde de olsa bağımsız bölümler oluşturmaya başladı. Yine bu dönemde Kur’an’daki kelimeler, başka dillerden Kur’an’a giren kelimeler, eş sesli ve eş anlamlı kelimeler üzerine araştırmalar yoğunlaştı. Bunların bir kısmı da yazıldı. Bu döneme tefsirin kitabeti adı verilmiştir.

Tedvin Dönemi: Tabiin dönemde tefsir rivayetleri, hadis kitaplarının birer bölümü olmaktan çıktı. Kur’an’ı baştan sona tefsir eden bağımsız tefsir çalışmaları kitaplarda toplanmaya başlandı. Kur’an-ı Kerim’i baştan sona tefsir eden ilk yazılı kitap, Mukâtil b. Süleyman (öl. 150/767)’ın “Kitabu’t-Tefsiri’l- Kebir”idir. Mukâtil’in tefsirinde kelimelerin farklı anlamları, ilk dönem kıraat farklılıkları verilmiş, sebeb-i nüzul, tarihî haberler ve şahıs isimleri çokça nakledilmiştir.

HADIS TARIHI

 

Lügat ve ıstılah yönünden hadîs kelimesinin arzettiği manâlar arasında bir hayli farklılıklar mevcuttur. Lügat yönünden eskinin zıddı yeni manâsına gelen hadîs, aynı zamanda haber manâsına da gelir ve bu kelimeden müştak bazı fiiller, haber vermek, tebliğ ve nakletmek gibi manâlarda kullanılır.

Hazrate peygamberden hadisi bizzat alan sahabiler, kendi devirlerinde hadisi genel olarak yazılı hale getirmemişlerdir. Tabii istisnai olaraka kendi hadislerini yazan sahabiler de yok değildir. Daha sonraki yıllarda Hadis Tarihi ve Hadis  İlimlerini aynı eserde toplayan birkaç kitap ile bir müstakil kitap daha yazılmıştır. Diğer İslam ülkelerinde de hadis tarihine dair kitaplar bin dokuz yüzlerin sonlarında yazılmaya başlanmıştır. Hadis ilmi Üçüncü Hicri asrın sonunda bütün konuları ile teşekkül etmiştir. Her ne kadar bu konuları içine alan kitapların telifi bir müddet daha gecikmiş olsa bile usul ve kaidelerin tabir ve tariflerin birinci asrın sonundan itibaren hadis imamları arasında kullanılması ikinci asırda ise hiç bir kayda tabi olunmaksızın münakaşa edilmesi bu ilmin bir hayli erken bir devirde teşekkül ettiğini gösterir. Zaten en mükemmel hadis mecmualarının bu eserde altın çağ olarak tasvif ettiğimiz üçüncu asırda tasnıf edilmesi de bunun bir başka delilini teşkil eder . Hazreti peygamber vefat ettikten sonra arap yarımadasından İslam toprakları genişlemiş ve Sahabiler çeşitli görevlerle bu islam topraklarında görevlendirilmişlerdir. Bu sahabilerin gittikleri yerlerin birbirinden farklıydı. İslam ülkesinin genişlemesi ile muhtelif şehirlerde farklı itikadî mezheplerin ortaya çıktığı, Müslümanların fırkalara ayrıldığı ve hadîste vaz (uydurma) hareketinin başladı. Bu sebeple hadîsçiler cerh ve ta’dil faaliyetini başlatarak, eşi rastlanmaz bir tehlike olan hadîs uydurmacılığını önlemek adına, râvileri sıkı bir tenkit süzgecinden geçirmeye, güvenilir olanları olmayanlardan ayırmaya ve her birinin rivayet ettiği hadîsleri sıhhat-zafiyet yönünden derecelendirmeye yönelmektedir.

Tedvîn, çeşitli Sahâbilerin yazdığı eserleri bir araya getirmeleri veya Sahâbilerin rivayetleri bira araya getirmeleri yani toplamaları manasına gelmektedir. Hadîs tedvîninin başlangıcı, tam olarak belirlenemese de yaklaşık birinci asrın sonlarıyla ikinci asrın başlarına kabül etmektedir. İbn Şihâb ez-Zuhri (50-124) ise “hadîsleri ilk tedvîn eden kimse” olarak kabul edilmektedir. Kendisinin hadîsleri toplama ve yazma hususunda büyük gayretler sarfettiğini gösteren çeşitli haberler bulunmaktadır.

FIKIH TARIHI

Fıkhın manası:

Sözlükte fıkıh kelimesi çeşitli bablara göre; “mutlak olarak anlamak, konuşan kimsenin dediğini anlamak, bir şeyi bilmek iyi ve tam olarak anlamak, derinlemesine kavramak anlamına gelmektedir” yanısıra “fakihin bir karakteri”ni ifade edebilmek için de kullanılmıştır.

Fıkhın Doğuşu    Peygamberimizin Dönemi:

Rasûlullâhın zamanında fıkıh doğmuş ve ana şeklini almıştır. Bu devrede fıkhın kaynağı Kur’ân ve Sünnet’tir. Bununla birlikte uzak beldelere gönderilen sahâbîlere ictihâd yetkisi verildiğini de görmekteyiz.

 

Islam hukukunun teşekkül tarihinde en önemli devir Asr-I Nevebı de denilen vahy devirdir. Çünkü bu devir islam hukukunun asıl kaynakları olan kuran-I kerimin nazil olduğu ve hazreti peygamberin sünnetini izah ederek bir takım emir ve nehyler getirdiği bir devirdir.

Teşri usulleri

Bu devirde teşri usulleri şöyledi: bir hadise vuku bulur bunun hükümü Hz.peygamberden sorulurdu. Böyle bir soruya muhatab olan Hz.peygamber önce vahy beklerdi. Bu meselenin hükmü kendisine açıkça veya mana olarak vahyedilince o da bunun eshabına bildirdi. Eğer bu bekleme neticesinde bir hüküm gelmezse bu takdirde Hz. Peygamber ictihad ederdi. Bir hata varsa vahy yoluyla bildirilirdi. çünkü islam inancina göre peygamberler masumdur onlardan yanlışlık sadır olması peygamberliğin mahiyetine aykırıdır.

Hz. Peygamberin hanımları keskin zekaları derin firasetleri ile Hz. Peygamberin ibadetleri ve en içindeki hareketlerini haver vermenin yanında bilhassa aile ve miras hukukunun teşekkülünde çok mühim bir rol oynamışlardır.

Sahabenin hukukı mesaisi

Takriben bir asır kadar devam eden sahabe-I kiram devri iki safhaya ayrılır: Hülefa-ya raşidin ve sonraki emeviler devri. Sahabe-I kiramın çoğu islamiyetin hükümleri yaymak için yeryüzünde dağılmışlar başka memleketlere yerleşmişlerdir.

Tabiin ve tebe-I tabiin devri : tabiin devri fakihlerinden her birinin müstakil mezhebi yani hukuk ekolü vardi. Bu fakihlerin hukukı görüşlerinin bir kısmı başka mezhaplarin kitapalrında zaman zaman zikredilir.

Taklid devri Abbası imparatorluğnun parlak günlerinden başlar ve xııı-xıx asır başlarına kadar sürer.

Taknin devri umumiyetle zamanın en güçlü islam devleti sayılan osmanlı devletinde tanzimat fermanının ilan edildiği 1839 yılından başlar ve xıx  ve xx. Asırları ifade eder. Bu devirde de taklid devrinin hususiyetleri aynen devam etmekle beraber islam hukukuna dair hükümlerin eski devirlere nazaran daha yaygin bir biçimde kanunlaştırıldığı görülür.

Islam hukukunun bugünün ve geleceği: xx.Asrın ortalarına gelindiğinde islam hukuku artık dünyanın hemen hiçbir yerine bütünüyle uygulanır olmaktan çıkmıştır. Bu da islam hukukunun noksanlığı veya zamanın ihtiyaçlarına cevap vermemesinden ziyade tamamen cemiyetlerin sosyal tercih ve hayat görüşünün değişmesinden kaynaklanmaktaydı.

KAYNAKÇALAR                                                                   

1.  Tefsir Tarihi,  İsmail CERRAHOĞLU

 

 2. Hadis Tarihi ile Alakalı Çalışmalar-Prof. Dr. Selahattin POLAT.

3.  Hadis Tarihi - Talat KOÇYİĞİT.

4.   Mebahis fi Ulumi'l-Kur'an - Menna el-Kattan.

5.  Tarih-ul fıkıh el-islami – Ömer el Aşker.

     6.  Sünnt tedvin etmeden önce-Muhammed el hatib. 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Tefsir tarihi:-
1. Hz. Peygamberin Yaşadığı Dönemde Tefsir :-
Arapça olarak indirilen Kur’an-ı Kerim, Peygamberimi tarafından anlaşılmış ve sahabeye aktarılmıştır. Peygamberimiz indirilen ayetler hakkında zaman zaman açıklamalar da yapmıştır. Ayetlerin anlaşılmasına yardımcı olan bu açıklamaların nedenleri arasında Kur’an’ın eskiden de kullanılan bazı kelimelere yeni anlamlar yüklemesi, bazı ayetlerde kıssaların özlü bir şekilde anlatılması, bazı emir ve yasakların kapalılığı sayılabilir.Hz. Muhammed’in peygamberlikle ilgili iki temel görevi kendisine indirilen vahyi insanlara iletmek (tebliğ) ve açıklamaktır (tebyin). Bu nedenle Kur’an’ın tefsiri Peygamberimizle başlamıştır.Çünkü Peygamberimiz, vahyin ilk muhatabıdır. Kur’an, Peygamberimize indirildiğinden en iyi ve en doğru açıklamasını da o bilmektedir.Kur’an’ın ilk muhatapları olan sahabiler onun ruhuna vakıf oldukları hâlde, ayetleri iyice anlamak ve doğru amel etmek konusunda zaman zaman Hz. Peygamberin tefsirine ihtiyaç duymuşlardır. Peygamberimiz de lüzum gördükçe ayetleri tefsir etmiştir. Yaptığı açıklamalarla Kur’an’ın anlaşılmasını ve yaşanmasını sağlamış, amelî konulardaki davranışlarıyla da ayetlerin uygulanışını göstermiştir.
Kur’an-ı Kerim’de namazın emredilmiş olduğunu, ancak namazın vakitleri, rekât sayıları ve diğer detaylarının Peygamberimiz tarafından açıklandığını bu duruma örnek olarak gösterebiliriz.Yine Kur’an’da hacemredilmiş, ancak haccın nasıl uygulanacağı peygamberimiz tarafından uygulamalı olarak gösterilmiştir. Buna göre Peygamberimizin Kur’an’ı tefsiri, sadece sözle değil, aynı zamanda davranışlarıyla da fiilî bir tefsirdir.
    2. Sahabe Döneminde Tefsir:-
Kur’an, Peygamberimize sahabenin yaşadığı ortamda ve onların konuştukları dilde peyderpey nazil oluyordu. Bu nedenle sahabenin büyük çoğunluğu hangi ayetin nerede, nasıl, ne hakkında ve hangi sebeple nazil olduğunu biliyordu. Hatta ayetlerin indirilmesine neden olan olayların içinde yaşıyorlardı. Örneğin; sahabe, içkinin yasaklanması sürecindeki ayetlerin indirilmesine şahitlik etmiş ve birebir uygulamıştı. Kur’an’ın ilk muhatapları olarak Kur’an’ın okunması, ezberlenmesi, yazılması, açıklanması, anlaşılması ve uygulanmasında Peygamberimizin yürüttüğü tüm faaliyetlere bizzat katılmışlardı. Anlayamadıkları bir ayeti doğrudan Peygamberimize sorup dinliyorlar. Böylece ayetlerde kastedilen anlamları bilginin asıl kaynağından öğreniyorlardı.Sahabe, ayetlerin yorumlanmasında Kur’an’ın bütünlüğünü ve konuyla ilgili di-ğer ayetleri dikkate almanın yanında, Peygamberimizin söz ve uygulamalarından da faydalanmıştır. Böylece ayetlerin indirilme sebebini ve Peygamberimizin onlara öğrettiği her türlü bilgiyi naklederek tefsir ilminin temelini atmışlardır. Kur’an, sahabenin konuştuğu dilde indirildiğinden, Peygamberimizden doğrudan duymamış olsalar bile,onların ayetlerin kelime ve terkiplerindeki manalarını açıklamaları önemlidir. Yeterli açıklamanın bulunmadığı durumlarda sahabenin kendi görüş ve düşüncelerini esas alarak yaptıkları içtihat da Kur’an’ın ilk muhataplarının onu nasıl anladığını göstermesi bakımından önem arz eder.
Sahabe arasında özellikle Ali b. Ebi Talip, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas ve Ubeyy
b. Kâ’b gibi bazı kişiler tefsir konusunda öne çıkmışlardır. Kur’an ve tefsir bilgisi en fazla olan sahabilerden biri de Abdullah b. Mesud (öl. 32/652)’dur.Kûfe tefsir ekolünün kurucusu sayılan İbn Mesud, müteşabih ayetleri daha çok rey ve içtihatla te'vil yoluna gitmiştir. Onun rey ve içtihada dayanan tefsir ekolü daha sonra Hanefî mezhebinin doğmasında etkili olmuştur. 
Sahabe Tefsirinin bazi özellikleri:
1. Sahabe döneminde Kur’an baştan sona tefsir edilmemiştir
2. Sahabeler, ayetlerin genel manasını vermekle yetinmişlerdir.
3. Sahabe döneminde ahkâm ayetlerinden az sayıda fıkhî hükümler çıkarılmıştır
4. Sahabe döneminde yapılan tefsirler kendi dönemlerinde tedvin edilmemiştir.


3. Tabiîn Döneminde Tefsir:
 Hz. Peygamber zamanında Arap Yarımadası’nın en uzak sınırlarına kadar ulaşan İslamiyet, onun vefatından sonra da hızlı bir biçimde yayılmaya devam etti. Mısır, Suriye, Irak ve İran topraklarının fethi bu ülkelerde vali, kadı ve muallimlere ihtiyacı gündeme getirdi. Gittikleri ülkelerde Kur’an’ı ve Peygamberin uygulamalarını öğreten sahabe Medine ve Mekke dışında Kûfe ve Şam gibi şehirlerde de ilmî faaliyetlerin başlamasına ve gelişmesine katkıda bulundular. Böylece İbn Abbas’ın öğrencileri Said b. Cübeyr, Mücahid ve İkrime gibi tabiînin önde gelen müfessirleri nakle dayalı rivayet yöntemini esas alan “Mekke ekolü”nü, Ubey b. Ka’b’ın öğrencileri, Zeyd. b. Eslem ve Muhammed b. Ka’b el Kurazî gibi tabiîler ise “Medine ekolü”nü oluşturdular. İbn Mesud’un öğrencileri İbrahim en Nehaî, Muhammed b. Sirin ve Hasan el-Basrî gibi tabiinin önde gelen müfessirleri ise nakil yanında reye dayalı dirayet yöntemini kullanan “Kûfe ekolü”nü oluşturdular. 
Sahabe döneminde sözlü olarak devam eden tefsir hareketi, tabiin dö- neminde de bazen sahifelere yazılmış olmakla birlikte, çoğunlukla sözlü olarak devam etmiştir. Tabiin, içtihatlarında bir yandan Kur’an lafızlarının ilk kullanılışını esas alırken diğer yandan da lügat, sarf, nahiv ve belagat gibi dil bilimi ve anlam biliminden faydalanmışlardır. Müslümanların farklı kültürlerle karşılaşması da bu anlayış farklılıklarının doğmasına neden olmuştur. Arap olmayan milletlerden Müslüman olanların (mevâlî) tefsirle daha çok uğraşmaya başlamaları onların kültürlerinin Müslü- manlar arasında yaygınlaşmasına imkân vermiştir. Bazı Müslümanlar da kıssaların tefsirinde ehl-i kitap denilen Yahudi ve Hristiyan kültürünü kullanmışlar. Böylece İsrailiyyat adı verilen haberler tefsirde yer almaya başlamıştır. Bu tür haberler özellikle Tevrat, İncil ve Kur’an’da ortak geçen peygamberlerin hayatlarıyla ilgili olarak tabiin döneminden itibaren sıkça kullanılmıştır. Tabiin dönemi tefsir faaliyetleri sonucunda bütün Kur’an ayetleri çeşitli bilimlerden faydalanılarak açıklanmış ve böylece tefsir bir ilim olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Ayrıca bazı sahabilerin tefsir yöntemlerini takip eden tabiiler, rivayet ya da dirayet yöntemlerini kullanan Mekke, Medine ve Kûfe tefsir ekollerini oluşturmuşlardır.
Rıvayet Tefsirleri:-
1. Kaynakları: Hadis, sahabe ve tabiîn sözleri, diğer tarihî haberler
2. Yöntemi: Konuyla ilgili haberleri nakletmek
3. Verilen İsimler: Menkul Tefsir Me’sur Tefsir Naklî Tefsir
4. Örnekleri: Taberî Tefsiri Suyutî Tefsiri
Dirayet Tefsirleri:-
1. Kaynakları: Kur’an ve sünnete dayanan içtihat Pozitif ve sosyal bilimler
2. Türleri: Dil bilimsel Tefsir Fıkhî Tefsir Kelamî Tefsir Tasavvufî Tefsi
3. İsimleri: Ma‘kul Tefsir Re’y ile Tefsir
4. Örnekler: Zemahşerî Tefsiri Râzî Tefsiri

Hadıs Tarıhı
Peygamberin zamanında:-
Başlangıçta hadislerin yazılmasına karşı çıkılmış,birkaç yüzyıl devam eden sözlü dönemden sonra bu tutum değişerek, neredeyse bütün duyumların ve rivayetlerin kaydedildiği, sonra da tasniflerinin yapıldığı zengin bir yazılı döneme geçilmiştir.
Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadis ise şöyledir: "Biz hadis ya¬zarken Hazreti Peygamber yanımıza geldi ve: "Yazdığınız şey nedir?" dedi. "Senden işittiğimiz hadisler", dedik. Hazreti Peygamber: "Allah'ın Kitabı'ndan başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah'ın Kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için dalalete düştüler", dedi."
Ancak Muhammed hadis yazması için bâzı sahabiye hususi izin vermiştir. Abdullah bin 'Amr' bunlardan birisidir. Yine Yemen'li Ebû Şâh'ın hadisi de İslâm Peygamberi'nin hayatının son yıllarında hadislerin yazılmasına izin verdiğini göstermektedir. Sonraki dönemlerde Kur'an ayetlerinin başka sözlerle karışması endişesinin ortadan kalkmasıyla İslâm Peygamberi'nin, "İlmi (hadisi) yazı ile tespit ediniz" şeklinde hadislerin yazılmasına müsaade ettiğine inanılır..
Muhammed zamanında yazılan sahîfeler:-
Sa'd b. Ub'ade el-Ensârînin sahîfesi.Ancak Buhârî, bu sahîfenin Abdullah b. Ebî Evfa'nın sahîfesinin bir nüshası olduğunu söylemektedir.
Semure b. Cündüb'ün sahîfesi.
Câbir b. Abdullâh'ın sahîfesi.
Abdullah b. 'Amr b. 'Âs'ın sahîfesi: Sahîfe-i sâdıka. İbnu'l Esîr'in söylediğine göre bu sahifede bin hadis bulunmaktadır.
Hicretin birinci yılında İslâm Peygamberi'nin kendisinin yazılmasını emrettiği sahîfe. Medinede'ki Yahudilerle yapılan antlaşmanın tedvîn edildiği sahîfedir.
Abdullah b. Abbas'ın sahîfesi.
Tabiîn  ve sonrakı zamanında:
 Hadislerin sistematik olarak yazılıp-toplanmasına tabiîn zamanında başlandı. Muhammad ibn-i Muslim ibn-i Ubeydullah, hadisleri verimli bir şekilde anlatmıştır.İbn-i Hacer'e göre İbn Şihab Zuhrî, ilk hadis toplayan kişidir ve Miladi 719 yılında Ömer bin Abdülaziz'in emriyle hadisleri toplamaya başlamıştır.”
Hadisleri ilk olarak büyük ölçüde toplayarak bir araya getiren İmam Mâlik, bunları Muvattâ adlı eserinde toplamıştır.
İmam Buhârî (810-869) ve diğer hadis imamları İslâm Peygamberi'nin ölümünden yaklaşık iki yüzyıl sonra, o zamana kadar rivayetlerle aktarılan bu "sözlü kültür ürünleri"ni toplayıp yazarak hadis külliyatlarını oluşturdular.
Sünnî ekol arasında güvenilen ünlü olmuş altı adet (Kütüb-i sitte) hadis külliyatı bulunur. Bunlardan Buhârî ve Müslim'in kitaplarına sahiheyn de denilir. Buhârî ve Müslim'in kitaplarında ortak olarak bulunan hadislere müttefekun aleyh denilir. 
Başlıca râvîler:-
Ehl-i Sünnet'in hadis kitaplarında kendilerinden en çok hadis rivayet edilen sahabeler ve rivayet edilen hadislerin sayıları;
Ebu Hüreyre: 5.374,
Abdullah bin Ömer: 2.630,
Enes bin Mâlik: 2.286,
Aişe: 2.210,
Abdullah bin Abbas: 1.660,
Câbir bin Abdullah: 1.540,
Ebû Said el-Hudrî: 1.170.
Fıkıh tarıhı:-
İslâm fıkhı, tarih içinde çeşitli aşamalar geçirmiş, iniş ve çıkışlar yaşamıştır. Yakın zamanda yazılmış fıkıh tarihi kitaplarında fıkhın geçirdiği aşamaların genelde 7 bölümde ele alındığını görmekteyiz. Şöyle ki:
1) Rasûlullâh (s.a.v.) Dönemi (H. Ö. 13-H. S. 10):-
Fıkıh, Rasûlullâh (s.a.v.) zamanında doğmuş ve ana şeklini almıştır. Bu devrede fıkhın kaynağı Kur’ân ve Sünnet’tir. Bununla birlikte uzak beldelere gönderilen sahâbîlere ictihâd yetkisi verildiğini de görmekteyiz.
2) Dört Halife Dönemi (H. S. 10-40):-
Bu dönemde de fıkıh faaliyetleri, Kur’ân ve Sünnet ana çerçevesinde yapılmıştır. Bu dönemde bazı hükümlerin amaç ve maslahat gözetilerek farklı olarak uygulandığını da görmekteyiz. Mesela, Ömer (R.A.)’ın fethedilen arazileri askerlere dağıtmaması, müellefe-i kulûb’a hisse vermemesi, bir defada yapılan üç boşamayı üç boşama olarak geçerli sayması, kıtlık zamanında hırsızlık yapanlara el kesme cezası uygulamaması bu tür uygulamalardandır.
3) Emeviler Dönemi (H. S. 40-100):-
Emeviler dönemi, fıkıhta ekolleşmenin yaşandığı devredir. Bilindiği üzere Rasûlullâh (s.a.v.)’in zamanından itibaren bazı sahâbiler Hicaz’da kalmaya devam etmiş, bazı sahâbîler ise başka yerlere gitmişlerdir. Bunun sonucunda merkezde kalanların öğrencileri Hicaz, gidenlerin öğrencileri de Irak ekolünü oluşturmuşlardır. Aralarında büyük fark bulunmayan bu iki ekolün belirgin özellikleri, Hicaz ekolünün Medine örfüne özel bir değer vermesi, Irak ekolünün ise bulunduğu çevre nedeniyle hadis tenkidinde daha titiz olmasıdır.
4) Abbâsîlerin Birinci Dönemi-Gelişme Dönemi (H. 100-350):-
Bu dönem fıkhın olgunlaşma dönemidir. Bu devrede Hicaz ve Irak ekollerinin daha belirgin hale gelerek Hadis ve Rey okullarına dönüştüklerini ve mezheplerin oluştuğunu görmekteyiz. Bu okullar üstat, malzeme ve çevre farkına bağlı olarak oluşmuştur.
Ebû Hanîfe, rey okuluna, Ahmed b. Hanbel ise hadis okuluna mensuptur. Mâlik ve Şâfiî ise, kısmen reyci kısmen hadisçi sayılabilir.
Bu devrede özgürce ictihâd yapıldığını ve birçok müçtehidin yetiştiğini ve çok değerli fıkıh kitaplarının yazıldığını görmekteyiz.
5) Abbâsîlerin İkinci Dönemi-Duraklama Dönemi (H. S. 350-656):-
Bu dönem siyasi sıkıntıların hayatın her alanını olumsuz etkilediği bir dönemdir. Bu devrede ictihâd bir kenara bırakılmış ve taklîde yönelinmiştir. Önceki müctehidlerin sözlerine kıyasla yeni konularda hüküm verilmeye (tahrîc) çalışılmıştır. 
6) Moğol İstilasından Mecelle’ye-Gerileme Dönemi (H. S. 656-M. S. 1876):-
Bu devre, sadece taklîdin olduğu bir devredir. Bu devrede, tahrîc bile yapılmaz olmuş, hatta bir mezhebe bağlı olan bir müslümanın bir başka mezhepten istifade etmesi ve bir başka mezhebe bağlı imamın arkasında namaz kılmanın cevazı gibi konular tartışma konusu edilmiştir.
7) Mecelle’den Günümüze-Yeniden Uyanış Dönemi (M. S. 1876-...):-
Bu devrede, ictihâd ruhu yeniden uyanmaya başlamış ve ictihâd ürünü eserler ilgi görmeye başlamıştır. İbn Teymiyye, İbn Kayyım, İbn Hazm, Şah Veliyyullâh, Şevkânî ve Şâtıbî gibi alimlerin, mezhep imamlarının ve onların öğrencilerinin eserleri çokça okunur olmuştur.
Bütün müctehidlerin görüşlerinden faydalanmak, delillerine ve ihtiyaçlara bakılarak bunlardan seçmelerde bulunmak ve bunun yeterli olmadığı durumlarda şura içtihadıyla boşlukları doldurmak metot olarak benimsenmiştir.



                        Kaynakça
-TEFSİR (DERS KİTABI) Dr. Ramazan YILDIRIM
-https://tr.wikipedia.org/wiki/Hadis
Abdulkerîm Zeydân, el-Medhal, s. 91


0 Yorum - Yorum Yaz


TEFSİR-FIKIH-HADİS TARİHİ BAĞLAMINDA
İLİMLERİN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Mustafa Murat Batman- Doktora
16922730

 

• Cenab-ı Hak:
"...اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬ا..." "Şüphesiz ki Allah'ın kulları içerisinde O'ndan en çok sakınan âlimlerdir" buyurmuş, Rasulullah da: "مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْمًا سَهَّلَ اللَّهُ لَهُ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ" "Kim kendisini ilme ulaştıracak bir yol tutarsa, Allah-ü Teâlâ o kişiye cennete götüren yolu kolaylaştırır" buyurmuştur. Bu ayet ve hadisleri ve daha nicelerini kendisine şiar edinen geçmişteki âlimlerimiz, kendilerini yalnızca bir alanda yetiştirmek ile kalmamış, ihtisas yaptıkları alan haricinde birçok alanda ilim elde etmeye devam etmiş, liyakatlerini artırmış ve bilgi aldıkları alanların hemen hemen hepsinde söz sahibi olmuşlardır. Bu durum Ulumu'l İslamiyye'nin geçmişte bir bütün olarak ele alındığını göstermektedir.
• Bilim tarihine genel hatlarıyla baktığımızda, geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca bir tek alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin olmadığını müşahede ederiz. Bu bilginler günümüzdekilerin aksine, birçok alanda söz sahibi olacak derecede bilgi sahibi idiler.
• Günümüz tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin bir diğerinden tamamen ayrı, tamamen bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Bilhassa alanımız olan İslam ilimlerine bir göz atacak olursak kelam, hadis, fıkıh, tefsir ve tarih adeta iç içe geçmiştir. Aralarında keskin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi birbirleriyle etkileşim içerisindedir. Örneğin; erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bilindiği gibi Klasik İslami İlimler Terminolojisinde Hz. Peygamber'in sözüne "merfu' hadis", sahabi sözüne "mevkuf hadis", tabii sözüne "maktu hadis" denmekte ve tefsir rivayetleri de büyük çoğunluğu itibarıyla bu üç gruptan birine girmektedirler. Bu durumda tefsir rivayetleri, içerikleri bakımından diğer rivayetlerden ayrılsa bile menşe'leri itibariyle aslında birer hadis rivayetidir. Çünkü onlar sonuçta rivayettirler ve unutulmamalıdır ki, ilk hicri asırlarda ‘rivayet' ile ‘hadis' kelimeleri eş anlamlı olarak da kullanılmıştır.
• Fakat zamanla bu birliktelik, yavaş yavaş ortadan kalkmış ve Tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya başlamıştır.
• Cabiri bu hususta şunları söylemektedir:
• "Hicri 136-150. yıllar arasında Mekke, Medine, Şam, Basra, Kufe ve Yemen tedvin hareketinin başladığı belli başlı merkezi şehirlerdir. Bu şehirler, ellerinde yazılı belgeler ve "sinelerindekilerle" giderek büyüyen ve dallanan İslam mirasını taşıyan âlimlerin odaklandıkları büyük merkezlerdi. Dönemin âlimlerinin taşıdıkları miras; bablara ayrılmamış, sınıflandırılmamış ve ayıklanmamış bilgi, haber ve te'villerin karışımından oluşmaktaydı. Tedvin işlemi temelde bu bilgi birikiminin ayıklanarak bablara ayrılmasını hedefliyordu. Bablara ayrılan bu bilgiler bilahare tefsir, hadis, fıkıh, lügat ve tarih ilimleri olarak tasnif edileceklerdi."
• Tedvin döneminden sonra artık ilim dalları yavaş yavaş muhtelif bir dal olarak belirmeye başlamıştır. Ancak her ilim dalının (ilimler her ne kadar tasnife tabi tutulsa da kaynaklarının aynı olmasından ötürü) diğer bir ilim dalı ile arasında çeşitli ilişkiler husule gelmiştir. Bu tasniflere göre; İslamî İlimler arasındaki irtibatı, tefsir merkezli olarak ele aldığımızda dil ve tarih bilimleri adı altında 2 ana akım görürüz.
a) Dil bilimleri: Dil bilimlerinden Kur'an'ın kelimelerine ve ayetlerine açıklamak getirmek için yararlanılır. Bunun için tefsir yapılırken, önce Arapça bilinmelidir. Ayrıca cümle yapısı ile ilgili nahiv ilmi, kelimelerin türetilmesi ile ilgili olan sarf ve iştikak ilmi, Kur'an'ın edebî inceliklerini ele almak için Ma'ani, beyan ve bedii ilimlerinin bilinmesi gerekir.
b) Tarih Karakterli Bilgiler: Tefsirde Peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaları ve ayetlerin indiği koşulları öğrenmek için hadisten büyük oranda yararlanılır. Hadis rivayetleri ayetlerin sebeb-i nüzul bilgilerini ve doğrudan ayetlere açıklama getiren rivayetleri ve kıraat bilgilerini bize sağlamaktadır. Tefsir, tarih kaynaklarından da benzeri amaçlar için faydalanır.
• Yukarıda bahsettiklerimizden de anlaşılacağı üzere tefsir ilminin kendisinden faydalandığı birçok bilim dalı bulunmaktadır. Ancak tefsir ilminin diğer bilim dalları ile olan ilişkisi yalnızca bunlarla sınırlı değildir. Bu bilimler haricinde tefsirin kendilerine kaynaklık ettiği, malzeme sunduğu bilimler de yer almaktadır. Örneğin tefsir disiplinin Kur'an ayetlerini açıklaması, fıkıh, kelam ve daha birçok bilim dalına materyal sağlamaktadır. Çünkü bilindiği üzere İslamî İlimlerin temel kaynağı Kur'an-ı Azîmü'ş-Şan'dır.
• Tefsir sadece ayetlerin indiği anda ne kastettiklerini ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Tefsirin ortaya çıkardığı bu anlamların yorumlanması ve Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması fıkıh ve kelam disiplinleri tarafından yapılmıştır. Kur'an'ın içeriğinde yer alan ahlak, siyaset, itikat, hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin ayetlerin yorumlanıp sistemli hale getirilmesi bu disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kur'an'da yer alan ahlak, siyaset ve itikat konularının yorumlanması ve değişik zamanlarda yaşama taşınması işlemi kelam disiplini tarafından; genel anlamıyla hukuk ve ibadet konuları ve bu alanlara ilişkin ayetlerin sistemli bir şekilde yorumlanması fıkıh disiplini tarafından; tefsir de dâhil olmak üzere bütün disiplinlerin izleyeceği yöntem, Kur'an ibarelerinin anlamlarını ve değerlerini belirleme, ortaya koyma ve bunları hayata yansıtmanın önemi ise fıkıh usulü tarafından geliştirilmiştir.
• İlimler her ne kadar tasnif edilseler de aralarındaki ilişki hiçbir zaman kesintiye uğramamaktadır. Çünkü yapısı gereği fıkıh, tefsir ve hadisten ayrılamaz çünkü ana materyalleri bu iki kaynaktır. Bir ayetin maksadı anlaşılmadan, nüzul sebebi bilinmeden ayetten hüküm çıkarmak mümkün değildir. Hadis, Kur'an ile çelişemez, çünkü böyle bir iddianın doğrulanması Rasulullah'ı (haşa) yalancı konumuna düşürür. Kelam da fıkhı geliştirmekle yükümlüdür, fıkıh da kelam için bir konu alanı teşkil eder, yani tabiri caizse bir hammaddedir. Kısacası her ilim dalı birbiri ile yakın bir ilişki halindedir. Keza İslami İlimlerin ilk dönemlerinde ilk dört halife, İbn Ömer, İbn Abbas, İbn Mesud, H.z. Aişe, Zeyd b. Sabit.. ve daha nice güzide insanların bu ilim dallarının bidayetinde anılan şahıs olmaları bu durumu teyit eder niteliktedir.
• Yaptığımız bu çalışmadan anlıyoruz ki; gerek Ulumu'l İslamiyye'nin bidayetinde gerekse klasik İslam eğitiminde ilim, bir bütün olarak algılanmış ve okutulmuştur.
• Bu ilimlerin tedvin asrına kadarki olan süreçleri ve birbirleriyle aralarındaki ilişki bunu gerekli kılmaktadır. Mezkur ilimler, yöntem ve ilgi alanı olarak farklıymış gibi dursalar da aslında hepsi dinin bir cihetini temsil etmektedirler. Günümüzde bu mühim ve temel ilkeyi göz önünde bulundurmak, İslami ilimlerde yapılan çalışmaları daha kaliteli kılacağını düşünmekteyiz.
________________________________________
KAYNAKÇA
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Fecr Yay, Ankara 2012.
Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, Tdv Yay, Ankara 2008.
Karaman, Hayreddin, İslam Hukuk Tarihi, İz Yay, İstanbul 2008.

 


0 Yorum - Yorum Yaz



TEFSİR, HADİS VE FIKIH TARİHLERİNİN BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ                  
Tefsir

İslâm bilginlerinin çoğunluğu neshi tefsir ilminde bir çözüm olarak kabul edip savunurken, bir kısmı da Kur’an’daki mevcût âyetlerin hepsinin bir işlevi olduğunu ileri sürüp neshi reddetmektedir. Bize (Muhsin Demirci vs...) göre burada isabetli olan görüş, neshe kapılamayan aralamayan görüştür. Çünkü Kur’an başlı başına bir hukuk sistemi değil, İslâm hukuk sisteminin öncelikli temel kaynağıdır. Böyle olunca Kur’an’ın içerdiği bütün naslar hukuk için malzeme niteliğindedir. Tabii ki bu durumda da bir nassın bir başka nasla teâruzu (:çatışması) söz konusu değildir. Naslar arasında herhangi bir çelişki olmadığı sürece de nesihten söz etmenin bir anlamı yoktur. Zira nesih, naslar arasında meydana gelebilecek teâruzu ortadan kaldırmak, böylece Kur’an’da anlam yönünden bir bütünlük oluşturmak için öngörülen bir yoldur. Kaldı ki bir çözüm yolu olarak başvurulan nesih, problemleri halletme uğruna bazen yeni problemler de ortaya çıkmaktadır.  
                     
 HADİS USULÜ: hadisin asılları dayanakları kökleri kaynakları ve kuralları anlamına gelir.
· Usul kelimesi yer alan ilk kitap 544/1149 yılında vefat eden Kadı iyad ın el ilma ila ma’rifeti usuli’r-rivaye ve takyidi’s-sema isimli eseridir. Buradada görüldüğü gibi Usulül hadis değil Usulü r rivaye şeklindedir.
· İbn Hacer Hadis usulü ‘’kabul ve ret açısından ravi ve mervinin durumlarından bahseden ilimdir’’ der.
· Hadis usulü= hadisleri nakledenlerin güvenilir, naklettikleri hadislerin de sahih olup olmadıklarını tespit etme amacıyla geliştirilmiş kurallardan bahseden ilimdir.
· Hadis ilmi hadis usulünden çok daha geniş bir bilimsel faaliyet alanıdır.
· Hadis ilmi hadisle ilgili bütün problemleri ele alırken. Hadis uslü sadece hadis tenkidinin temel kurallarını özetler ve temel kavramlarını tanımlar.
· Klasik tabiriyle Ulumü’l hadis günümüzdeki tabiriyle hadis usulü alanında günümüze ulaşmış olan en eski eser İmam Şafii nini er-Risale isimli eseridir.
· Hadis alimleri tarafından yazılan ilk müstakil hadis usulü kitapları hicri üçüncü asra aittir. Bunlardan Ali b. Abdülhakem’in Ma’rifetü ulumi’l hadis ve kemmiyyeti ecnasiha isimli eserleri günümüze ulaşmamıştır.
· Günümüze ulaşan ilk hadis usulü kitabı Ramhürmüzi nin el muhaddisü’l fasıl ıdır.
· Hadis usulü kitapları Mütekaddimun ve Müteahhirun dönemleri denilen iki dönemde ele alırlar. Mütekaddimun kelimesi öncekiler öncüler gibi anlamlara gelir.Hadis tarihinde klasik kitapların yazıldığı Mütekaddimun dönemi hicri dördüncü asrın başına hatta bazılarına göre sonlarına kadar devam eder. Bundan sonrasına Müteahhirun dönemi denir.Bunun anlamı da sonrakiler demektir.
· Mütekaddimun dönemi hadis usulü kitapları:
· 1- Er-Ramhürmüzi diye tanınan ebu Muhammed el-hasen b. Abdurrahman nin el-muhaddisü’l – fasıl beye’r-ravi ve l-vai isimli eseri günümüze ulaşan hadis alimlerince yazılmış ilk müstakil hadis usulü kitabı kabul edilir.
· 2- Hakim diye tanınan Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah el-hakim en-Nisaburi nin Marufetü ulumi l hadis isimli eseri
· Hadib el-Bağdadi diye tanınan büyük hadis aliminin el-Kifaye fi imi’r-rivaye isimli eseri
· Müteahhirun dönemi hadis usulü kitapları:
· 1-Kadı İyad diye tanınan Endülüs lü Ebul’l-fadl İyad b. Musa el-Yahsubi nin el-ilma ila marifeti usul’r-rivaye ve takyidi s-sema isimli eseri. Bu kitap Mağrip ve Endülüs te yazılmış ilk hadis kitabıdır..
· 2- Meyancı diye tanınan Ebu’l Has Ömer b Abdulmecid el Kuraşi el Meyancı nın Ma la yese ‘u’l-muhaddise cehlüh isimli kitabı on sayfalık küçük bir risale şeklindedir.
· 3-İbnü’s – Salah diye tanınan Ebu Amr Takiyüddin Osman b. Abdürrahman eş –Şehrizüri nin Ulumil hadis i Mukaddimetü İbni’S Salah ismiyle meşhur olmuştur. İbnü’s-Salah Şam daki Eşrefiyye Darul hadisi denilen hadis medresesinde hocalık yapmıştır. Konuların sonunda ben derim ki ifadesiyle konu hakkındaki kendi görüşlerini yansıtır. Konuları .Hz. ALLAH (c.c.).’ ü Alem yani .Hz. ALLAH (c.c.). en iyi bilendir sözüyle noktalar.
· İbnü’s Salah ın Ulum ül hadis ine dayanılarak yazılan kitaplar:
· A-) Nevevi önce el-irşad adıyla ihtisar etmiş yani kısaltmış, sonra bunu da tekrar kıslatarak et-takrib ismini vermiştir.
· B-) İbn Kesir Ulumi l hadis adıyla özetlemiş.
· C-)İbn Haver el-Askalani – Nuhbetü’l – fiker adıyla kısaltmıştır.
· D-)Zeynüddin el-Iraki Ulumü’l hadis kolay ezberlensin diye Elfiyyetarzında bin iki beyitte şiir halinde özetlemiştir.
· E-)Celalüddin es-Suyuti de Elfiye şeklinde bin beyitlik şiire çevirmiştir.
· RİCAL İLMİ : Bu ilme rical ilmi denmesinin sebebi hadisi nakleden kişileri, yani ravileri kendisine konu edinmesi sebebiyledir. Rical ilmi, hadis ravileri hakkında , hadis rivayetine ehil olup olmadıklarını belirlemeye yönelik gerekli her türlü bilgiyi derlemek, korumak ve değerlendirmek amacıyla ortaya çıkmıştır.
· Rical ilminin bir diğer adı da Cerh ve Ta’dil ilmi’dir. Hadis ilminde cerh, raviler hakkında olumsuz kanaat belirtme, ta’dil iste raviler hakkında olumlu kanaat getirme anlamında kullanılır.
· Cer edene carih, cerh edilmiş olana yani kusurlu bulunmuş raviye mecruh denir.
· Ta’dil edene muadil veya müzekki= ta’dil edinele adil,adl veya sika denir
· Cerh-ta’dil faaliyetine nakd veya tenkid, bu faaliyeti yapanada münekkid denir.
· Hadisin sened ve metin şeklindeki iki temel öğesinden senedle ilgilidir.
· Ali b. El-Medini ‘’ hadislerin manalarının anlaşılması ilmin yarısıdır.Diğer yarısı da rical ilmidir demiştir. ‘’
· Raviler hakkında hocalara sorarak sözlü olarak aktarılan bilgiler hicri ikinci asrın ortalarından itibaren kitap haline getirildi. İlk kitaplar Tarih ve Tabakat ismiyle kaleme alındı.
· Velid b. Müslim ve Yahya b. Said el-kattan da ilk rical kitabı yazarlarındandır.Vakidi ve heysem b. Adi ise sahabe biyografisine dair tabakat kitabı yazmışlardır. Fakat bu kitaplar günümüze ulaşmamıştır.
· Üçüncü yüzyılda rical ilmi zirveye ulaştı. Günümüze ulaşan en eski rical kitapları bu yüzyıla aittir. Bunlar ibn sa ve halife b. Hayat ın tabakat isimli kitapları ile Yahya b. Mail in Tarih idir.
· Cerhe ve ta’dil kuralları önceleri ulumu’l hadis sonraları ise usulu’l hadis isimli kitaplarda ele alınmıştır.
· İLELÜ’L HADİS İLMİ:
· Hadis ilminde illet ilk bakışta sahih görünen hadislerde ancak derin bilgi ve tecrübe sahibi hadis uzmanlarının görebileceği gizli kusur anlamına gelir. Bu tür izli kusur taşıyan hadislere Muallel veya Ma’lul Hadis denir. İlelü’l-hadis ilmi hadislerdeki bu tür gizli ve fark edilmesi zor kusurlarla ilgilenen bunları bulmayı ve düzeltmeyi amaçlayan bir ilim dalıdır.
· Günümüze ulaşan ilel kitapları en eskisinden itibaren sırasıyla şunlardır:
· Ali b el-medini : ilelü l hadis.
· Yahya b main in et-tarih ve’l ilel’i
· Ahmet b. Hanbel in el-ilel ve ma’rifetü’r- rical’i
· Muhammed b. İsa et-tirmizi nin ilelü’s sağir’i
· İbn ebi hatim er-razi nin ilelül hadis i
· Ali b. Ömer ed-Darakutni nin el-ilelü-l varide fi’l ehadisi’n-nebeviyye si
· Ebu’l Ferec İbnü’l Cevzi nin el ilelü’l-mütenahiye fi’l ehadisi’l vahiye si.
· ĞARİBUL HADİS İLMİ: hadis ilminde ğaribul hadis dendiğinde az kullanıldığı yaygın olmadığı ya da manası kapalı olduğu için anlaşılması zor olan kelimeler ve bunları konu edinen ilim dalı anlaşılır. Ğaribü’l hadis başlığı taşıyan eserlerde, hadislerde bulunan yaygın kullanılmayan kelimelerin öncelikle sözlük anlamı verilmekte bunun yanında kelimelerle ilgili Arap dilcilerin ifadelerinden, eski Arap şairlerinin şiirlerinden Arap atasözlerinden örnekler verilerek sözü edilen kelimenin hadislerdeki anlamı ve edebi incelikleri ortaya konulmaktadır.
· Çok zaman raviler hadisi metnine sadık kalmaksızın kendi ifadeleriyle nakletmişlerdir. Buna hadis ilminde mana ile rivayet denir.
· Bu konuda kitapları hadisciler değil dilbilimciler üstlenmiştir.
· Hadisdeki ğarib kelimelere dair yazılmış olup günümüze ulaşan ilk kitap Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam ın Ğaribuü’l hadis isimli kırk senede hazırladığı mükemmel kitabıdır.
· İbn kuteybe , Ebu Ubeyd enin yukarıdaki kitabına almadığı ğarib kelimeleri konularına göre Ğaribul hadis isimli bir kitapta toplamıştır.
· Bu konuda hicri dördüncü asırda yazılıp günümüze ulaşan en mühim eser Hattabi nin Ğaribü’l hadis idir.
· Ğaribul hadis konusunda yazılan en mükemmel kitap Mecdüddin İbnü’l Esir in en- Nihaye fi ğaribi’l hadis idir. Kendinden önceki bütün kitaplardan yararlandığı için bütün yazılanların hülasası niteliğindedir. Çok özlü yazılmış bir kitaptır. Kelimeler alfabetiktir. Hadislerin senetleri verilmediğinden dolayı okunması kolaydır.                        
 “Fıkıh usulü” terim olarak kullanıldığında “müçtehidin şer􀀀î-amelî hükümleri
tafsîlî delillerinden çıkarmasına yarayan kurallar ve bu kuralları inceleyen ilmî disiplin”
kastedilir.
· Fıkıh usulünün konuları temelde iki tanedir: İslâm Fıkhının Kaynakları (el-Edille
eş-Şer􀀀iyye) ve Hüküm Çıkarma Metotları (Turuku İstınbâti'l-Ahkâm)
· İslâm fıkhının kaynaklarının merkezinde Kur’an ve onun etrafında da sünnet yer
alır. İcma, kıyas, istihsan gibi diğer deliller ise onların etrafındaki diğer halkaları teşkil
eder ve her biri nassların daha iyi anlaşılıp yorumlanmasına katkı sağlar. Ayrıca Fıkıh
usulünde, nasslardan hüküm çıkarma metotları da ele alınır ve lafızların anlamları ifade
etme şekilleri incelenir.
· Bir ilmî disiplin olarak Hz. Peygamber ve Sahabe dönemlerinde açıkça
karşılaşılmayan ve fıkhın içerisinde (mündemiç olarak) yer alan fıkıh usulü, mezheplerin
teşekkül evresiyle paralel olarak oluşmaya başlamış ve zamanla müstakil bir ilim dalı
haline gelmiştir. · Fıkıh usulü, müçtehitlerin içtihat ederken dikkat etmeleri gereken kuralları
incelemek suretiyle, içtihatların belli bir seviyeyi tutturmasını sağlamış ve fıkhî
meselelerde ortak bir terminoloji temin edilmesine katkıda bulunmuştur.
· Usulcünün görevi, icmalî delilleri yani topluca kaynakları incelemek ve tafsîlî
(herbir olayla ilgili) delillerden cüz'î hükümler çıkaracak olan müctehid için küllî nitelikte
kurallar tespit etmek ve bu kuralları şer'î delillerle ispatlayıp sağlam temellere
oturtmaktır. Fakîhin görevi ise tafsîlî delilleri incelemek ve usûl kurallarını uygulayarak
bu delillerden cüz'î hükümler çıkarmaktır.
· Fıkıh usulü tahsil eden kişi, eğer müçtehit ise bu ilim sayesinde, içtihat ederken
nelere dikkat etmesi gerektiğini öğrenir. Bu seviyede olmayan kişi ise bu sayede,
müçtehitlerin ne kadar hassas davrandıklarını görür, onların görüşlerini daha iyi anlar ve
benimser, onların arasındaki ihtilaflarda daha isabetli olan görüşleri daha kolay tercih
edebilir ve onlardan görüş gelmeyen meselelerde onların nasıl bir görüş ortaya
koyabileceklerini tasavvur edebilir.
· Hanefîler tarafından geliştirilen ve Meslekü'l-Fukahâ ya da “Meslekü'l-Hanefiyye
olarak adlandırılan metodu kullanan fakihler, bir tür “tümevarım”la önce furû’a dair
hükümleri tespit edip, usul kurallarını bu hükümler üzerine bina etmişlerdir.
· Çoğunlukla Şâfiîler tarafından kullanılan ve “Meslekü'l-Mütekellimîn”ya da
“meslekü'ş-Şâfiiyye” olarak isimlendirilen metodu kullanan fakihler, bir tür
“tümdengelim”le önce usul kurallarını tespit edip furû􀀀a dair hükümleri bu kurallar
çerçevesinde tanzim etmişlerdir.
· Daha sonra bu iki metodu mezceden eserler de telif edilmiştir. Bu metoda da
“memzûc meslek” adı verilir. Bu metodu benimseyen alimler, önceki iki gruptan seçtikleri
birer ya da daha fazla sayıda eseri “cem etmek” suretiyle kitaplarını oluşturmuşlardır.
· İslâm hukukçuları hem şer'î hükmün çıkarıldığı asılları, hem de şer'î hüküm elde
etmede kullanılan yöntem ve prensipleri “delil” olarak adlandırırlar.
· Edille-i Şer’iyye “aslî deliller” ve “fer’î deliller” olmak üzere iki kısımda ele
alınır.
“Müttefekun Aleyh Deliller” olarak da isimlendirilen aslî delillerin delil olarak kabul
edilip kullanılması hususunda genel bir ittifak oluşmuştur ki, bunlar Kitap, Sünnet, İcmâ ve
Kıyas’tır.
· “Muhtelefun fîh Deliller” olarak da isimlendirilen Fer’î delillerin delil olarak
kabul edilip kullanılması hususunda ihtilaf edilmiş olup bunlar İstihsan, Mesâlih-i
Mürsele, Örf, Şer’u men kablenâ, Sahâbî Kavli, Sedd-i Zerîa, ve İstıshâb delilleridir.

0 Yorum - Yorum Yaz

güz dönemi mütaalası    29.05.2017

Merve YILDIRIM 14070249

Tefsir dersini güz döneminde de Ahmet Nedim SERİNSU dan alma şansına sahiptim. Güz döneminde üzerinde durduğumuz en önemli mevzu 'oku,düşün,anla,yaşa' prensibiydi. Bu prensip bize kendi hayatımızda farklı bir bakış açısı kazandırdı. Bunun dışında okumuş olduğumuz Kuran Nedir kitabında dikkatimi çeken yine hocamızın da üzerinde durduğu diğer önemli bir husus insanın anlam arayışıydı. İnsanın neden var olduğuna dair ne yapması gerektiğine dair farklı bir kazanım elde etmiş olduk. 

 


0 Yorum - Yorum Yaz




Abdulrahim almohamad almahmoud

Doktora 2016-2017 Bahar Dönemi

Öğrenci No: 15922728

 

 

 

 

الحمد الله رب العالمين والصلاة والسلامٌ على عباده الذين اصطفى وعلى نبينا محمد وآله وصحبه وسلم تسليمًا كثيرًا، أما بعد..

إن موضوع علوم القرآن هو القرآن الكريم ذاته، من هذه النواحي التي تتعلق بآياته، وسوره، وأسباب نزوله، ومكيه ومدنيه .

و يمكن تقسيمها إلى قسمين :
القسم الأول : العلوم الناشئةُ منه ، وهي ما كانت متعلقةً به تعلقًا مباشرًا ، ولا تخرج إلا منه كعلم التفسير و علم أسباب النزول.

 القسم الثاني : العلوم المشتركة مع علم الفرآن، و المرتبطة به كنصِّ شرعيٍّ كعلم الحديث النبويُّ ؛ وينبثق عن دراسة علم القرآن وعلم الحديث ، علم الفقه وعلم أصول الفقه .

وتعد هذه العلوم أساس العلوم الشرعية .           

علــم التفسيــر
علم التفسير أحد العلوم الشرعية الأساسية المتعلقة بالقرآن الكريم من حيث أنه يهدف إلى تحصيل القدرة على استنباط الأحكام الشرعية على وجه الصحة من كلام الحق سبحانه إضافة إلى تذكير المخلوق بحق الخالق، وتنبيه العابد للاستعداد إلى يوم المعاد، وتحذير الإنسان من مكائد الهوى والشيطان وغير ذلك، مما يحصله المؤمن نتيجة معرفته بتفسير كلام الله وإطلاعه على أسراره وخفاياه.
تعريف التفسير وموضوعه:
ولقد عّرف الإمام الزركشي في كتابه البرهان علم التفسير بقوله: علم يبحث فيه عن أحوال القرآن المجيد من حيث دلالتُه على مراد الله تعالى، بقدر الطاقة البشرية.
والتفسير في اللغة إنما هو الإيضاح والتبيين، وقد جاءت كلمة التفسير في هذا المعنى في الآية الكريمة: (ولا يأتونك بمثل إلا جئناك بالحق وأحسن تفسيراً)الفرقان/33) أي بياناً وتفصيلاً(.
ومادام موضوع علم التفسير كلام الله سبحانه وتعالى الذي هو منبع كل حكمة ومعدن كل فضيلة، فإن غايته التوصل إلى فهم معاني كلام الله سبحانه واستنباط أحكامه ومعرفة مراده ليصار بذلك إلى السعادة الدنيوية والأخروية ،، لذلك يعد علم التفسير في نظر كافة المسلمين من أشرف العلوم وأرفعها.
ولما لكلام الله من قدسية، ولما يتوقف على تفسيره من نتائج هامة وأحكام تتعلق بأحوال الخلق، لم يكن علم التفسير بالعلم الذي يقوم دون اعتماد على دعائم أو استناد إلى علوم ومبادئ .
ومن هنا بيّن العلماء أن التفسير يتوقف في معرفته على عدد من العلوم هي: علم اللغة والنحو والصرف والاشتقاق والمعاني والبيان والبديع والقراءات وأصول الدين وأصول الفقه وأسباب النزول والقصص والناسخ والمنسوخ والفقه والأحاديث المبينة لتفسير المجمل والمبهم، إضافة إلى علم الموهبة الذي يورثه الله تعالى لمن يعمل بما يعلم من إخلاص النية وصحة الاعتقاد ولزوم سنن الدين... وبدون تلك العلوم أو بعضها يخشى على من يتعرض للتفسير أن يَضل ويُضل.
منشأ علم التفسير:
وأول من أظهر تفسير القرآن وبين للناس معانيه رسول الله صلى الله عليه وسلم وكان هو أعلم الناس بمعاني كتاب الله وإدراك أسراره ومعرفة مقاصده. بل هو الذي وجه إليه الله كلامه حيث قال: (لتبين للناس ما نزل إليهم)النحل/44
يقول ابن خلدون في مقدمته: فكان النبي صلى الله عليه وسلم يبين المجمل ويميز الناسخ من المنسوخ، ويعرفه أصحابه فعرفوه، وعرفوا سبب نزول الآيات ومقتضى الحال منها منقولاً عنه ،ولم يزل ذلك متناقلاً بين الصدر الأول والسلف حتى صارت المعارف علوماً ودونت الكتب فَكُتب الكثير من ذلك، ونقلت الآثار الواردة فيه عن الصحابة والتابعين، وانتهى ذلك إلى الطبري والواقدي والثعالبي وأمثالهم من المفسرين، فكتبوا ما شاء الله أن يكتبوه من الآثار.
أشهر المفسرين:
وأجمع العلماء على أن أبرز المفسرين للقرآن من الصحابة الخلفاء الأربعة: أبو بكر وعمر وعثمان وعلي رضي الله عنهم، وأكثرهم تصدياً وتفسيراً هو علي كرم الله وجه الذي كان يقول: سلوني عن كتاب الله. فوالله ما من آية إلا وأنا أعلم أبليل نزلت أم نهار. أم في سهل أم في جبل.
ومن مفسري الصحابة المشهورين: عبد الله بن مسعود، وعبد الله بن عباس ـ رضي الله عنهم ـ الذي عرف بأنه ترجمان القرآن ورئيس المفسرين وحبر الأمة.
وأما التابعون فأبرز من روى التفسير منهم مجاهد وسعيد بن جبير وعكرمة مولى ابن عباس وطاووس وعطاء بن أبي رباح، وهؤلاء أكثر ما رووه عن ابن عباس ـ رضي الله عنهما ـ وقد روي التفسير عن ابن مسعود رضي الله عنه علقمة والأسود بن يزيد النخعي وعبيدة بن عمرو السلماني وعمرو بن شرحبيل.
ثم جاءت الطبقة التالية من صغار التابعين ومن تابعي التابعين‘ فدونوا الروايات وميزوها عن علم الحديث، وظهرت في طبقتهم لأول مرة الكتب المتعلقة بالتفسير. يقال: إن عبد الملك بن جريج المتوفى عام 149هـ أول من جمع الأخبار المتعقلة بالتفسير في كتاب مستقل.
وقد تطور تصنيف علم التفسير بعد ذلك فحذفت الأسانيد من جهة وضمت الروايات المتعددة من جهة أخرى إلى بعضها البعض وبدأ العلماء المفسرون باتخاذ منهج النقد للروايات. والتمييز بينها لقبول الصحيح ورد الضعيف ويعتبر تفسير الإمام محمد بن جرير الطبري المتوفى عام 310 هـ . والمسمى (جامع البيان في تفسير القرآن) أعظم وأقدم تفسير وصل إلينا كاملاً. وهو بحسب شهادات العلماء المتخصصين من أعظم التفاسير وأجودها. ويقع في ثلاثين مجلداً من الحجم الكبير.
أنواع التفسير:
ولقد تنوعت وتعددت كثيراً كتب التفسير حتى إنها لتكاد لا تقع تحت حصر، وذلك دليل على اهتمام وانشغال الأمة الإسلامية بكتاب ربها وبذلها لجهود كثيرة وحثيثة لشرحه من جوانب عديدة.

ولقد حصر بعض العلماء كتب التفسير المعروفة في مجموعات بحسب تقسيمات علمية على النحو التالي:
_1
التفسير بالمأثور: أي تفسير القرآن الكريم بالقرآن نفسه أو بالسنة النبوية أو بما نقل عن الصحابة الكرام، ثم بما نقل عن التابعين.
ومن هذا القبيل تفسير الطبري، وتفسير بحر العلوم للسمرقندي، ومعالم التنزيل للبغوي، والدر المنثور للسيوطي، وتفسير ابن كثير.
_2
التفسير بالرأي:وهو تفسير القرآن باجتهاد المفسر معتمداً على أسباب النزول ودلالة كلمات الآيات والناسخ والمنسوخ وغير ذلك من أدوات التفسير.
ولا شك أن التفسير بالرأي إن لم يتقيد بشروط المفسر وضوابط التفسير كان مزلقاً خطراً وباباً مفتوحاً للتعصب، بل للخروج بكلام الله عن مراده.
ولكن من الكتب المشهورة بالتفسير بالرأي، والمعروفة باستقامة أهلها وبتقيدهم العلمي وعدم خروجهم عن مستحسن الأقوال وسديد النهج تفسير مفاتيح الغيب للرازي، وأنوار التنزيل للبيضاوي، وروح المعاني للألوسي، ولباب التأويل للخازن.
_3
وهناك كتب اعتنت بتفسير ألفاظ القرآن الكريم وبيان معنى مفرداته، ككتاب مفردات القرآن للراغب الأصفهاني، وغريب القرآن للسجستاني.
4
_وهناك كتب توجهت باهتمامها نحو الآيات المتعلقة بالأحكام الشرعية، مثل تفسير أحكام القرآن للشافعي، وأحكام القرآن لابن العربي، وأحكام القرآن للقرطبي.
_5
وهناك تفاسير اعتنت بالاصطلاحات العلمية في عبارات القرآن، وهو ما يسمى بالتفسير العلمي الذي يربط بين القرآن وعلم الكون ، مثل تفسير طنطاوي جوهري المعاصر، ومثل ما كتبه في ذلك الغزالي أو السيوطي أو أبو الفضل المرسي في كتب شتى.
_6
وهناك أخيراً التفاسير التي انصب اهتمامها على ما يتعلق بالعلوم العربية من نحو وبيان وبديع، أو ما في القرآن من إعجاز لغوي.
وقد أفرد بعض المصنفين ذلك بالتأليف، مثل الشيخ مكي بن أبي طالب والعكبري والصرخدي، ومثل مصنفات الباقلاني والرماني والرافعي.
أخرج ابن جرير رحمه الله عن عبد الله بن مسعود رضي الله عنه قال: أنزل في هذا القرآن كل علم، وميزّ لنا فيه كل شيء ولكنّ علمنا يقصْر عما بين لنا في القرآن.
وصدق الله سبحانه  }ما فرطنا في الكتاب من شيء{ الأنعام/38

ثانياً: علم الحديث .

علم الحديث أحد العلوم التي تفردت بها الأمة الإسلامية. وهو دراسة شاملة للحديث النبوي من حيث السند والمتن، ويشمل أنواعا متعددة من أنواع علم الحديث مثل: علم مصطلح الحديث ويسمى علم أصول الحديث ويدرس موضوع إسناد الحديث وروايته، ومتن الأحاديث، والآثار المروية. ومن أنواع علم الحديث دراسة أحكام الحديث الفقهية، وشرح الحديث، وفهم مدارك السنة النبوية، ومعرفة الناسخ والمنسوخ وغير ذلك، كما أن علم الحديث ليس مقصورا على النقل والرواية بل يشمل فهم كل ما جاء به الرسول من عند الله، فمعرفة أحكام الشرع الإسلامي تأتي من خلال فهم الحديث النبوي.

نشأة علم الحديث

علم الحديث نوعان هما: علم الرواية وعلم الدراية، وقد نشأ علم الرواية زمن النبي لأن الصحابة كانوا يسألونه ويبلغون ما يسمعون، ولم تكن معرفة علم الحديث دراية ذات إشكالية في زمن النبي، لأن الصحابة كانوا يسألونه عن أي حديث يشكون في نسبته إليه، وقد بدأت المشكلة بعد وفاته.

المرحلة الأولى: عصر الصحابة

بحث الصحابة في القرآن والسنة عن القواعد التي يعرف بها الحديث الصحيح من غيره، فوجدوا توجيهات تدل على ذلك منها:

الأمر باتباع السنة، وطاعة الرسول  وهذا لا يتم إلا بحفظ السنة النبوية.

التحذير من الكذب في الحديث النبوي قال طلب التثبت من الأخبار قبل قبولها، واشتراط التقوى فيمن تقبل روايته.

التحذير من نقل ما لا يعرف الراوي صحته.

ولذلك بدأ الصحابة يبنون على هذه الأسس علم الحديث، وكلما تعرضت السنة لخطر جديد وضعوا القواعد التي تكفل بقاءها نقية صافية. ولقد كان الخطر يتمثل في احتمال الخطأ في الرواية، أما الكذب فلم يثبت أن أحداً من الرواة كذب على الرسول، ولقد عالج العلماء احتمال وقوع الخطأ في هذه المرحلة من خلال استخدام أساليب وطرق عديدة، من أهمها:

- اقتصار الراوي على رواية الأحاديث التي يطمئن إلى حفظها وضبطها، وعدم روايته لما يشك في حفظه من الأحاديث، فكل راو معرض للنسيان، وهذا الأسلوب يعالج الخطأ والنسيان بشكل وقائي، أي قبل أن يقع، وقد قلل من وقوع الخطأ في الرواية إلى حد كبير.

-عرض رواية الراوي على القرآن، والثابت من السنة، فإن وجدوه يعارض شيئاً من القرآن أو الحديث، عرفوا أن الراوي قد أخطأ في الرواية. قال الإمام فخر الدين الرازي في تفسيره (التفسير الكبير): "من الأحاديث المشهورة قوله عليه الصلاة والسلام: "إذا روي لكم عني حديث فاعرضوه على كتاب الله فان وافقه فاقبلوه وإلا فردوه" فهذا الخبر يقتضي أن لا يقبل خبر الواحد إلا عند موافقة الكتاب".

-التثبت بشاهد أو يمين: فإن شهد مع الراوي شاهد آخر، أو طلبوا من الراوي اليمين فأقسم، تبين أنه متأكد من صحة ما روى، فيقبل حديثه.

المرحلة الثانية: عصر ما بعد الصحابة

في هذه المرحلة ظهر الكذب في الحديث، فاستحدث العلماء أساليب جديدة لحفظ الحديث منها:

-السؤال عن أسماء رواة الحديث للتأكد من مدى صدقهم ودقتهم، فنشأ علم الجرح والتعديل، وعلم الرجال

-الرِّحلة إلى الراوي الذي سمع الحديث من النبي  للتأكد من صحة الحديث.

-المقارنة بين رواية الراوي ورواية غيره للحديث، لاكتشاف الكذب أو الخطأ. واستمرت هذه الأساليب وتوسعت على مرور الزمن إلى أن جُمعت وكتبت، كما ستعرف في تدوين علوم الحديث.

علم الفقه

 إنَّ موضوع علم الفقه ومداره هو أفعال المسلمين المُكلّفين، والمسلم المُكلّف هو كلّ مسلم بالغ عاقل؛ فمجال البحث في أفعال المكلّفين هو الأحكام الشرعية العملية المتعلقة بجميع أفعالهم في جميع مجالات الحياة العملية، وقد فصَّل العلماء في الأحكام الشرعية وتقسيمها، فقسّمها جمهور العلماء إلى خمسة أقسام، بينما قسَّمها الحنفية إلى سبعة أقسام، فما هو الحكم الشرعي؟ وما هي أقسام الحكم الشرعي عند الفقهاء؟

تعريف علم الفقه

 الفقهُ لغةً: هو الفهم، ويأتي بمعنى: فهم المقصود والمراد من الكلام.

 الفقه اصطلاحاً: هو العلم بالأحكام الشرعية العملية المستنبطة أي المُستخرجة من أدلّتها التفصيلية.

 أمّا علم الفقه: هو علمٌ يكون مَدار البحث فيه مُختصّ بالأحكام الشرعية، فالأحكام الشرعية عدّة أنواع بناءً على مبناها؛ فبعض الأحكام تدل على الطلب والأمر الجازم، وبعض الأحكام تَدل على طلبِ فِعل تَخييراً لا أمراً، وبعض الأحكام ليست اقتضاءً ولا تخييراً بل وضعاً، وهذه الأحكام مصدرها الأدلة التفصيلية التي تصلح أن تكون دليلاً شرعياً مقبولاً في الشريعة الإسلامية.

 الحكم الشرعي

 الحُكْم لُغةً: هو إثباتُ شيءٍ لشيء. أمّا الحُكْم اصطلاحاً: هو خطاب الشارع المُتعلّق بأفعال المُكلّفين اقتضاءً، وتخييراً، ووضعاً، فالحُكْمُ هو خطاب الشرع الذي لا مجال فيه للأهواء والأمزجة الشخصية، وهذا الخطاب يتعلّق بأفعال المكلّفين الذين ينصبُّ عليهم التكليف الشرعي ويملكون الأهليّة لتحمُّل التكليف الشرعيّ، وهذه الأهليّة منها ما يتعلق بالقدرة العقلية فلا يَخضع فاقد الأهلية للتكليف؛ كالمجنون الذي لا يعقل ما يدور حولهُ، ولا الصبي الصغير، ومن الأهلية ما يتعلّق بالدين والعقيدة، فالأحكام الشرعية والتكليف مُوجّه للمسلمين دون غيرهم، وخطاب الشرع فيما يتعلق بالتكليف قد يكون اقتضاءً يُوجب الفعل إلزاماً، وقد يكون طلب الفعل تخييراً بين الفعل وعدمه، وقد يكون وَضعاً. هنالك مدرستين فقهيتين بالنسبة لأقسام الحكم الشرعي؛ المدرسة الأولى هي مدرسة جمهور العلماء، والمدرسة الثانية هي مدرسة الحنفيّة.

أقسام الحكم الشرعي عند الجمهور

 قسّم جمهور العلماء الحكم الشرعي إلى خمسة أقسام رئيسية، على النحو التالي:

 الواجب: وهو نفس الفرض عند جمهور العلماء، والواجب عند الجمهور هو خطاب الشارع المتعلق بطلب الفعل من المُكلّفين على وجه الإلزام.

الحرام: وهو خطاب الشارع المتعلّق بطلب ترك فعلٍ وأمرٍ ما على وجه الإلزام.

المندوب: وهو خطاب الشارع المتعلّق بالتخيير بين الفعل والترك مع استحباب الفعل دون إلزام.

المباح: وهو ما يستوي فيه الفعل والترك كأنواع الطعام المختلفة التي أحلها الله؛ حيث يُباح للمسلم أن يختار ما يشاء ويترك ما يشاء من أنواع المباحات.

المكروه: وهو فعلٌ مباحٌ في أصله ولكن الأفضل الابتعاد عنه ما أمكن، كالطلاق مثلاً الذي يُعتبر من أبغض الحلال إلى الله، فقد ورد في الحديث:  (  أبغضُ الحلالِ إلى اللهِ الطلاقُ)

 أقسام الحكم الشرعي عند الحنفية

 قسَّم الحنفية الحكم الشرعي إلى سبعة أقسام على النحو التالي:

الفرض وهو ما ثَبَتَ بدليل قطعيّ. الواجب. الحرام. المندوب. المباح. المكروه كُرهاً تحريميّاً. المكروه كُرهاً تنزيهيّاً.

مصادر الفقه

 وهي الأدلّة الشرعية، فالأدلّة جمع دليل، والدليل لغةً: الهادي إلى الشيء؛ سواء أكان حسِّياً أو معنوياً، واصطلاحاً: الدليل هو ما يُستدلّ ويُهتدى بالنظر الصحيح فيه بالوصول إلى حكمٍ شرعيٍ عملي دلالةً قطعيةً أو ظنيّة، والأدلة الشرعية التي اتفق عليها العلماء أربع أدلة؛ بحيث يرجع لها الباحث عن الحكم الشرعي بالترتيب، وهذه الأدلّة هي:

 القرآن الكريم: وهو المصدر الأول للتشريع، وبعض آياته قطعية الدلالة وبعضها ظنّيّ الدلالة .

السنة النبوية: والسنّة بأقسامها تُعتبر المصدر الثاني للتشريع؛ إذ يُمكن أن تُضيف السنة النبوية حكماً جديداً لم يكن موجوداً قبل، ويمكن أن تُفصِّل حكماً ورد في القرآن بدون تفصيل، كالصلاة مثلاً فُرضت بنص القرآن الكريم؛ أمّا أحكامها التفصيلية فقد بينتها ووضحتها السنة النبوية.

الإجماع: وهو إجماع العلماء في عصر من العصور على حكم مسألة لم يرد فيها نصٌ في الكتاب أو السنّة.

القياس: وهو إلحاق مسألة فرعية مجهولة الحكم بأصل معلوم الحكم، ومبرّر إلحاق الفرع بالأصل وجود الوصف الجامع بينهما، ويكون هذا الوصف هو سبب الحكم الثابت بالأصل، مع انتفاء وعدم وجود الفارق بين الأصل والفرع، ومثالهُ إلحاق النبيذ بالخمر في التحريم للإسكار الجامع بين كلّ من النبيذ والخمر ويُسمى علّة التحريم. هناك أدلّة اختلف العلماء في الأخذ بها وهي:

 المصالح المرسلة. الاستحسان. الاستصحاب. سدّ الذرائع. العُرف. عمل أهل المدينة. قول الصحابي.

أبواب الفقه

تتعدّد أبواب الفقه التي يتم معالجتها في الفقه الإسلامي وعرض أحكامها، بل إنّ الفقه يشمل ويتناول جميع مجالات الحياة، وفيما يلي عرض لأهم أبواب الفقه الإسلامي:

 العبادات: وتشمل أحكام الطهارة والوضوء والصلاة، وتضمّ كذلك الصيام والزكاة والحج.

المعاملات: وفي المعاملات يتم تناول العقود المتعددة التي يتعامل بها الإنسان في شؤون حياته العملية جميعها، كعقد البيع، والإجارة والوكالة، والكفالة، والقرض، والرهن، والاستصناع، والسَّلَم، والشركات، والمقاولات، والمُضاربة، والمزارعة، والمساقاة، وأحكام التملُّك والحقوق المتعلقة فيها كالشفعة، والارتفاق، وغيرها.

الأحوال الشخصية: وتتناول أحكام الزواج، والطلاق، والفسخ، والخُلع، بالإضافة إلى أحكام الميراث، وطريقة الشريعة الإسلامية في تقسيمه، كما تتناول مسائل الحضانة، والرَّضاع، والنفقة، وما إلى ذلك من أحكام ومسائل. العقوبات: وتتناول عقوبات الحدود، والقصاص، والتعزير، وتفصيلاتهم الدقيقة، وأحكام الشريعة الإسلامية فيها.

وخلاصه القول في هذا البحث أن أصول العلوم الثلاثة تنهل من منهل واحد ألا وهو كتاب الله وسنه نبيه عليه الصلاة والسلام وتعتمد على فهم أحكام هذه المصادر وأعلى مصادر هذه الأصول الثلاثة هو علم أصول التفسير الذي يعتمد ببنيانه على آيات القرآن الكريم ويبحث في أسباب نزول تلك الآيات ويسلط الضوء على تطبيق أحكام كتاب الله في المجتمع الإسلامي ابتداءً من عصر الصحابة وامتداداً بين العصور والأجيال .

وعند تعمقنا في علم أصول التفسير نجد أنه يعتمد في تفسير أسباب النزول على علم أصول الحديث الذي يقص علينا حياة النبي صلى الله عليه وسلم وصحابته الكرام الذين نزل فيهم القرآن الكريم وأسقطت عليهم أحكام الأمر والنهي في نصوص آياته .

وإذا دخلنا في تفاصيل أصول عم التفسير نجد أنه يحوي بين طياته الجزء الأكبر من علم أصول الفقه لما يحويه من أحكام شرعيه نص عليها صريح القرآن الكريم وآياته.

ولدا استعراضنا لعلم أصول الحديث نجد أنه يتكامل مع علم التفسير بما يذكر من آيات القرآن وكيف أن النبي صلى الله عليه وسلم فسرها وطبق أحكامها فعلاً ومضموناً وكيف أن السنه النبوية الشريفة كانت مكملة في التشريع لما نزل به وحي السماء.

ولا يفوتنا أن نذكر الصلة الوثيقة بين علم أصول الحديث وعلم أصول الفقه لما نجد من أفعال وأقوال للنبي صلى الله عليه وسلم تصنف كأساس لعلم أصول الفقه وتكون جوهره لما فيها من أحكام جوهرية.

أما إذا أردنا أن نربط بين علم أصول الفقه والاصلين السابقين نجد أن علم أصول الفقه هو الوعاء الذي يصب فيه المعينان السابقان ليشكلا وحدة متكاملة تبرز فيها عظمة التشريع الإسلامي وتجعل منه أساساً متجدداً على مر العصور

وكم أعجبني ذلك التشبيه لأحد الصالحين حيث وصف علم التفسير بأنه روح الشرع والحديث الشريف جسده والفقه لباسه الجميل الذي به يكمل هذا الصرح العظيم.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


TEFSİR, FIKIH VE HADİS USÛLLERİNİN BÜTÜNLÜK AÇISINDAN BİRBİRLERİYLE İLİŞKİSİ

 

Muhammed Şerif KAHRAMAN

Doktora-16922720

 

Müstakil olarak ele alındığında üç usûlün tarifi şöyledir:

Tefsîr usûlü; Kur’ân’ı anlamak, yorumlamak, açıklamak ve îzah etmek için takip edilmesi gereken esas ve yöntemleri konu edinen bir metodoloji bilim dalıdır. Tefsîr usûlü; Kur’ân tarihi, Kur’ân'ın inişi, vahiy ve çeşitleri, âyet, sûre, Kur'ân'ın yazılışı, toplanması, çoğaltılması, tefsîri, tefsîrle ilgili ilimler, tefsîr, te'vil, meal, tercüme kelimeleri tefsîr çeşitleri, tefsîr tarihi... vb. konuları işler. (Karagöz)

Fıkıh usûlü; şer’î hükümlerin, tafsili delillerden çıkarılmasını (istinbatını) mümkün kılan kâideleri ve icmâlî delilleri öğreten ilimdir. Kitab, Sünnet, icmâ, kıyas gibi icmâlî delillerin hüccetlikleri, kendileriyle istidlal ederken mertebelerinin ne olduğu ve bu delilleri ilgilendiren her türlü husus, bu ilimle öğrenilebilir. (Atar)

Hadis usûlü; hadisleri sonraki nesillere aslına uygun olarak nakledebilmek ve sahihi ile zayıfını birbirinden ayırmak için ihtiyaç duyulan kurallar ve bunlarla ilgili ıstılahlardan bahseden ilimdir. Hadis usûlü, hem hadislerin nakli hem de Hz. Peygamber’e âidiyetinin tespiti için gerekli kuralları belirlemektedir. (Yücel)

Istılah olarak her biri bağımsız gibi görülse de İslâmî ilimlerin birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini unutmamak gerekir.

Beyin, kalp, dâhiliye, hariciye, kulak, burun, boğaz… mütehassıslarının insan organizması üzerine bir toplantı yaptıklarını farz edelim. Bütün bu branşların ortak konularının “insan” olduğunu, dolayısıyla, insan vücudundaki her organın birbirine bağlı olduğunu; beyinden bağımsız kalbin, kalpten bağımsız beynin veya diğer organların düşünülemeyeceğini ve bu sebeple de insan organizması üzerine çalışan bütün disiplinlerin birbirini tanıması, bilmesi ve birbirine olan ihtiyaçlarını unutmamaları gerektiğini, birbirinden bağımsız olarak verdikleri kararların veya yaptıkları teşhis ya da tespitlerin isabetli olamayacağını ifade etmek gerekir. İşte Temel İslâm Bilimleri de aynen bir organizma gibidir. Bu organizmanın bütün parça ve unsurlarının birbiriyle ilişkisi ve birbirine karşı birtakım görev ve sorumlulukları vardır. Sonuç olarak Temel İslâm Bilimleri bir bütünün parçalarıdır ve bu parçalar olmadan bütün olamayacağı gibi, her bir parçanın varlığı da diğer bir parçanın varlığına bağlıdır. (Koca)

Günümüze kadar, Kur’ân’ın anlaşılması ve yorumlanması faaliyeti, sadece Tefsir ilmi ile ilgilenenlerin deği, İslamî ilimler ile iştigal edenlerin tümünün meselesi olagelmiştir. Kur’ân’ın anlaşılmasında yöntem meselesi, fıkıh ve usûlü, hadis, tefsir, kelam, tasavvuf ve felsefe mirasında önemli bir yer tutmuştur. Bugün insanlığın kullandığı bütün ilimler, birbirine yardımcı mahiyettedir. Her ilim, diğer ilimlerin yardımına muhtaçtır. İlimler ilerledikçe, insanlığın aklî melekesi kemale erdikçe, Allah’ın kitabını anlamak daha kolaylaşacaktır. (Cerrahoğlu)

 

Kaynakça

Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü, İFAV, İstanbul 1988.

Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, AÜİF Yayınları, Ankara 1971.

Karagöz, İsmail, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB, Ankara 2005.

Koca, Ferhat, İslâmî İlimlerde Metodoloji– IV -Temel İslâm İlimlerinin Ortaya Çıkışı ve Birbirleriyle İlişkileri-, ed. İlyas Çelebi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2014. (Değerlendirme Oturumu)

Yücel, Ahmet, Hadis Usûlü, İFAV, İstanbul 2011.


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi