Ö. No: 15912784
Yüksek Lisans
Abdullah DOĞAN
Esbâb-ı Nüzul ilmi Kur'ân-ı Kerîm’in soyut düşünce veya düşünce biçimi
değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat hidayet rehberi olduğunun
delilidir. Esbâb-ı Nüzul bilgisi Kur’ân-ı Kerîmin nüzul ortamının asli
unsurudur ilk zamanlarda tefsir ilmi Esbab-ı Nüzulü bilmekten ibaret olduğu
belirtilmiştir. Hz. Ali, İbn Mesut ve İbn Abbas gibi bazı sahabiler; Kur'an'dan
inen her ayetin ne hakkında, kim hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerini
söylemişlerdir. Onun için Esbâb-ı Nüzul hakkında tek kaynak sahabedir. Hocamız
birinci bölümde Esbâb-ı Nüzul rivayetlerinde olgusal bir yaklaşımda bulunmuş,
ikinci bölümde rivayetlerin olgusallığını eleştirmiş, son bölümde terkibi bir
yaklaşımla Esbâb-ı Nüzul rivayetlerini nasıl kullanılmamız gerektiği ile ilgili
sonuçları belirlemiştir.
Kur'an ilimlerinin kaynağı Kur'an-ı Kerim'dir. Hz. peygamber onu tebliğ ve
tebyin etmekle görevlendirilmiştir. Hz. peygamber ve sahabe Ulumu’l Kur'an’a
vakfı idiler. Sahabe ve Tabiin bu ilimleri amel etmekle birlikte
öğreniyorlardı. Hicri birinci asırdan itibaren Kur'an ilimlerini öncelikle
musafın çoğaltılması ile kıraat ilmi ve resmü’l Kur'an ilmi önceliklidir.
Kur'an’ın lugavi yönden ele alınması Ebu’l Esved Ed-Düeli (69/688) ile Kur’an'ın
noktalanması, harekelenmesi başlamıştır. Böylece i’rabu’l Kur'an ilmi doğmuş
oldu. Ayrıca Kur'an ilimlerinin ilklerinden, mekki- medeni, nasih- mensuh ve
garibul Kur'an’ı sayabiliriz. Tedvin dönemi ile bunlar kitaplaşmıştır. Zerkeşi,
el- Burhan fi ulumi’l Kur'an isimli eserinde 74 Kur'an ilmini ele almış,
incelemiştir.
Kur'an ilimleri kavramı hicri 2. asırda müstakil eserler halinde
görmekteyiz. Çünkü bu ilimler sahabeden tâbiuna sözlü(müşafehe) ve nakil
yoluyla aktarılmıştır. Ulumi’l Kur'an kavramının günümüzdeki kullanım şekli
Zerkeşi (794/1391) sayesinde vuku bulmuştur.
Kur'an ilimleri konusu her yönüyle Kur’ân-ı Kerîm olan, Kur’ân’la ilgili
veya Kur’ân’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'an'ın en doğru
şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.
Tefsir ilmi Kur'ân I Kerîm'in sözcüklerini, anlamlarını Kur’ân’la ilgili
ilimleri gereğince araştıran bir ilimdir. Tefsir ilmi ile meşgul olan Kur'an
ilimlerinden yararlanmak zorundadır. Zekeşi bunu üç noktada toplar.
1. Kitabulah'ı anlamak
2. Kitabulah'ın manalarını açıklamak
3. Kitabulah'ın hükümlerini tespit edip çıkarmak
Kur'an ilimleri arasında Esbâb-ı Nüzul ilmini Dihlevi en
zorları arasında saymıştır. Esbâb-ı Nüzul semadan gelen vahy-i ilahinin
yeryüzünde istikbal ediliş çerçevesidir. Vahyin geldiği ortamdır. Prof. Dr.
Suat Yıldırım şöyle tarif ediyor. “Bir veya daha fazla ayetin tazammun etmek,
cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden hadiseye
denir.” Şatibi ise Esbâb-ı Nüzul bilgisine:” muktezayı hale bilmektir
“demiştir.
Sahabeden gelen Esbâb-ı Nüzul rivayetleri hadis ilminde merfu hükmündedir.
Tabiun da Esbâb-ı Nüzul rivayetlerini nakletmişlerdir. Bunlara da mürsel denir.
Sahabenin tesir rivayetleri rey ve içtihada imkan olmayan alana Sebeb-i
Nüzul,eğer rey ve içtihat varsa gramer belagat şer-i hüküm bilgisi denir.
Esbâb-ı Nüzul rivayetlerinin kalıpları vardır. Ayrıca bu rivayetlerin tasnifi
de yapılmıştır. Örneğin vürudu itibariyle tasnif etmek gibi... Esbâb-ı Nüzul
ile ilgili meselelerden, örneğin taaddüt meselesi, rivayetler arasında te’lif
edemeyen veya tercih edecek sebep bulamayan âlimler bunun ayetleri için taaddüt
ettiği tezini ileri sürerler.
Birçok nüzul sebebi ile bir ayet nazil olmuş ise buna sebebin taaddüdü, tam
tersine birkaç ayet tek sebep için inmişse buna nüzulün taaddüdü denir. Hükmün
veya nuzülün taahhürü meselesi, bu konuda bir iki misal verecek olursak; zekât
Medine'de farz olduğu halde Allah Teâla zekatı Mekke'de ima ile zikretmiştir.
Medine'de abdest hakkındaki ayete icma vardır. Hâlbuki abdestin farz oluşu
Mekke'de vuku bulmuştur.
Esbâb-ı Nüzul’e yeni bir yaklaşımla
değerlendirilmesi, Kur’an'ın anlamlandırılması (tefsiri) noktasında hocamızın
yaptığı tespitlere katılmamak mümkün değil. Elimizdeki Kur'an Ve Bağlam
kitabının bize yön gösteren, yolumuzu aydınlatan bir deniz feneri gibi olduğunu
düşünüyorum. Bu eser Esbâb-ı Nüzul’ün Kur’an'ı bütünsel olarak anlamadaki
önemini gözler önüne seriyor. Hocamız bizlere üzerinde çalışmamız gereken bazı
hedef ve projeleri tavsiye ediyor. Ansiklopedik çalışmalar, rivayetleri yeni
bir yaklaşımla tasnifi, hadis metodolojisi kriterleri ile tefsir rivayetlerinin
elden geçirilmesi hedefleri diyebiliriz.
SA’LEBE KISSASI
Esbab-ı Nüzul’e Yeni Bir Yaklaşım
Tefsir rivayetlerinde, esbab-ı nüzul rivayetleride
dâhil ilmi yeterlilikleride olması rağmen müfessirlerimiz zayıf, garib, münker
ve israiliyatı içeren bir çok hadis rivayet etmişlerdir. Şöyle diyebiliriz
kültür hazinemiz olması cihetiyle ulaşan her haberi kabul etmekle
kendilerini sorumlu tutmuşlardır. Onlar senedi zikretmekle kurtulacaklarını
zannediyorlardı . İmam Ahmet bin Hanbel senedi olmayan rivayete itibar
edilmemeli diyerek “şu üç şeyin aslı yoktur: Melahim, Megazi ve tefsirin”
diyerek durumu tesbit etmiştir. Esbab-ı Nüzul yeni bir uslub belirlenmeli
derken hocamız bunu bize Sa’lebe kıssası ile ortaya koymuştur. Tevbe 9/75.
âyetin anlaşılması adına sebebi nüzul olarak zikredilen Sa’lebe
b. Hatıb’tir. Tevbe 75. Âyeti meali ; “ Yine onlardan kimi de Allah’a: Eğer
bize lutfünden ihsan ederse muhakkak tasaddukta bulunuruz. Ve
muhakkak salih kimselerden oluruz diye söz vermişlerdi.” Kıssa özetle şöyle:
Sa’lebe Rasulullah’ın huzuruna gelmiş: “Ya Rasulallah, Allah’a dua
et de bana çok mal versin” demiş. Hz. Peygamber de Ya Sa’lebe, hakkını eda
ettiğin az mal çoktan hayırlıdır” diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini yinelemiş.
Demiş ki: seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki muhakkak
bana çok verirse her hak sahibine hakkını veririm. Bunun üzere Rasulullah dua
buyurmuş. O da bir davar edinmiş, Derken çoğalmış Medine vadisi dar gelmeye
başlamış. Derken bir vadiye yerleşmiş namazlara gitmemeye başlamış derken
cumaya gitmez olmuş. Hz, Peygamber sual buyurmuş, demişler ki malı çoğaldı,
vadi almaz oldu. O sebeble namazlara gelmiyor. Hz. Peygamber; Vay
Sa’lebe’ye! buyurmuş ve sadakaları toplamak üzere gönderdiği iki
tahsildara, Bu cizyeler ne? İstediğiniz cizyenin kardeşi diyerek zekâtları
vermemiştir. İki tahsildar durumdan haberdar edince Hz. Peygamber
iki defa Vay Sa’lebe’ye! buyurmuştur. Bu olay üzerine bu âyetler nazil olmuş.
Sonra Sa’lebe sadakayı getirmiş. Hz. Peygamber: Hz Allah beni
senin sadakanı almaktan men etti. Diyerek hükmünü açıklamış. O zaman
Sa’lebe başına toprak saçmağa başlamış. Hz. Peygamber de “ Bu senin amelindir.
Emrettim itaat etmedin. Şeklinde cevab vermiştir.
Sa’lebe, Hz.Peygamberin irtihalinden sonra
Hz. Ebu Bekir’e getirmiş o da Allahın rasulünden kıskandığın bir
oğlağı almam demiş, ondan sonra Hz. Ömer’de aynısını yapmış taki Hz. Osman döneminde
helak olmuştur.
İbn Esir, Bu rivayetteki şahıs başkadır
diyor. İbn Hacer iki tane Sa’lebe var diyor. İbn Esiri gerekçesi ne bu kıssa
doğru değildir diyor, çünkü H.3.yılında cerayan eden bir harpte ölen kimsenin
H. 9. Yılda olan bir olayın kahramanı nasıl olabilir demiştir. İbn Hacer. Hz.
Peygamberin Salebenin zekâtını kabul etmemesini, Ebu bekr ve Ömer’in de kabul
etmemeleri ile ilgili haberleri sahih değildir demektedir. İbn Hazm meseleye
hadis usul tekniği açısından konuya yaklaşmış; Bu âyetin kişi hakkında ne bir
delil ne de bir nas vardır diyerek bu Sa’lebe hakkındaki rivayet
sahih değildir diyor.
Sa’lebe kıssası, sebeb-i nüzul rivayet
kalıplarının ikinci türü diyebileceğimiz bir tarzdadır.Sonuç olarak bu kıssadan
yola çıkarsak yeni yaklaşım için: a- Hadis usulü açısından tenkid olmalıdır. b-
Rivayetler tasnif edilmelidir. C- Tarih ilminden yararlanılmalıdır. D- Kur’an i
bütünlük ve siyak- sibak bağlamında geğerlendirilmelidir.
TARİHSELLİK
Tarihsellik;
insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleri ile bizzat
yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ile ilgilidir. Dolayısıyla
filozoflar, tarih üzerine zihinsel faliyette bulunurken, insanın reel olarak
yaşadığı tarih üzerine tasarımlarından bir fikri, bir ideyi, bir bilgiyi dilsel
bir simge olarak tarihsellik kelimesiyle ifade etmişlerdir.
Esbab-ı
nüzul, Kur'an-ı insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp
etmelerdir. Dolayısıyla her mekân -zaman'da benzeri insani yapıp etmelerle
temelde benzerlik gösterir. Aslolan bu tarihsel yapıp etmelerden bugünün insan
meselelerine yönelik ilkeleri tesbit edebilmektir. Bundan daha önemlisi bunları
eylem haline getirebilmektir.
Konfüçyüs'e
sordular: “Bir memleketi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu ?”
Konfüçyüs şöyle cevap verdi: “Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe
başlardım.” Ve dinleyicilerin hayret dolu bakışları arasında sözlerine şöyle
devam etti: ”Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi
anlatılmaz ise, yapılması gereken şeyler doğru yapılmaz. Ödev gereği gibi
yapılmaz ise töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, şaşkınlık içine
düşen halk neyapacağını, işin nereye gideceğini bilemez. İşde bunun içindir ki hiçbir
şey dil kadar önemli değildir.” (Kur'an ve Bağlam)
YAKUP
KILIÇ YÜKSEK LİSANS / 15912787
KUR'AN VE BAĞLAM (HÜLASA)
Bu kitap, Kur'an'ın anlaşılmasında Esbab-ı Nuzul İlminin rolünü anlamak
için bazı kavramları açıklığa kavuşturmakla konuya başlıyor,Bunun için konuyu
ilgilendiren Kur'an İlimleri(ulumu'l- Kur'an) ve Esbab-ı Nuzul kavramlarına
öncelik vererek giriş yapıyor. Kur'an ilimleri kavramının doğuşu ve gelişimi
üzerinde durulmuş.
KUR'AN
İLİMLERİ
Kur'an İlimleri, başlangıçta Kur'an tefsir edilirken, onu anlama
gayretleri sürecinde bir ihtiyaca dayalı olarak ortaya çıkmış ve Kur'an-ı
Kerim ile ilgili özel araştırmalardı.Bu İlimler İslamiyet'in ilk yıllarından itibaren
alimlerin özel ilgi alanı olmuş ve dikkatlerini üzerine çekmiştir.İlk
müfessirler bu kavramı,Kur'an'ın anlaşılması ve yorumlanmasına imkan hazırlayan
ilmi araç olarak bakarken, Tedvin döneminin başlarında alimler bu
kavramı,sözlük anlamında ele almış ve Kur'an ile ilgili bütün bilgilere delalet
eden bir anlam yüklemişler. Böylece Kur'an ilimleri tek tek ele alınmış
ve belirli bir alanda uzmanlaşmış özel bilgi alanı olarak görülmüştür.
Ulumu'l-Kur'an tabirinin kavram olarak ilk defa hangi alimin
ıstılahatında(terminolojisinde) yer aldığını tespit etmek zordur.Çünkü ilk
devir alimleri bu tabiri “Ulumu't-Tefsir “ anlamında da kullanmışlar.Bu
alimlerin zihninde Kur'an ilimleri cem olunmuştu ama Kur'an ilimleri kavramı
teşekkül etmemişti.
Ulumu'l-Kur'an tabirinin bugünkü araştırmalarda kullanıldığı şekilde
billurlaşması, kavramlaşması Zerkeşi(794/1391) ile h. 8. asırda vuku
bulmuştur.Bu çağa gelinceye kadar selef alimlerinin Kur'an ilimleri kavramından
anladığı, Kur'an'ın muhtevasında bulunan bilgilerin sistemleştirilmesi ve
bu usulün Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılmasıdır. Tüm bunlar göz önünde
bulundurulduğunda sonuç olarak Kur'an İlimleri tabirini şöyle tanımlamak
mümkündür:Konusu her yönüyle Kur'an-ı Kerim olan,Kur'an'la ilgili veya
Kur'an'ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'an'ın en doğru şekilde
anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bilgi alanıdır.
Ulumu'l-Kur'an ve Ulumu't-Tefsir kavramları birbiriyle ilişkili ve iç içe olan
kavramlardır.Ancak kaynaklarımızda bu ilişki üzerine yeterince açık
ifadeler yoktur. Tedvin döneminin başlarından itibaren aynı manada kullanılan
bu kavramların, Zerkeşi'nin “el-Burhan“ı telif etmesiyle
ayırdedile-bildiğini söyleyebiliriz.Tefsir ilmi daha özel bir alanda ve daha
özel bir gaye ile Kur'an'a yönelir.Kur'an İlimleri ise daha genel bir alanda ve
daha genel bir gaye ile Kur'an'ı anlamak isteyen ihtisas sahibi ise sade
okuyucuya fikri zemin-altyapı hazırlar.
ESBAB-I NÜZUL İLMİ
Esbab-ı Nuzul İlmi ilk dönemlerden itibaren Kur'an İlimleri
arasında önem verilen bir alandı, hatta bu ilmi bilmek Kur'an'ı anlamakla ve
bilmekle neredeyse eş tutulmuştur.Bu ilim, Kur'an ilimleri arasında ilk
incelenen konu olmuştur.Esbab-ı Nuzul İlmi, ortaya çıktığından beri bir çok
tarifi yapılmıştır.Bu ilmi sınırlayan, belirleyen ve içeriğini oluşturan
belirtilerini içeren tanımı ise şöyledir: Nüzul ortamında meydana gelen bir
hadise veya Hz. Peygamber'e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir
veya daha fazla ayetin, hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri
içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden
ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.
Esbab-ı Nuzul rivayetlerinin kayda geçirildiği ilk eserler tefsir kitapları
değil,hadis mecmualarıdır.Bu eserlerin tefsire ait kitap veya bab'larında
nakledilen rivayetlerin ekseriyeti Esbab-ı Nuzul rivayetleridir.Esbab-ı Nuzule
dair eserler, nüzul çağı ve nüzul ortamını sonraki nesillere anlatmak,
nakletmek amacıyla telif edilmişlerdir.Böylece o dönemin sosyal, ekonomik ve
siyasi yapısı, o dönem insanının zihniyeti ve zihnini dolduran, oluşturan
kavramları tespit edilmiş, kayda geçirilmiş olmaktadır.Esbab-ı nüzule dair
eserler içerisinde, bu çalişmada esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım olarak
zikredilen ilkeleri büyük ölçüde uygulamış olanı Mukatil b. Hadi el-Vahidi'nin
es-Sahihu'l-müsned min esbab-ı nuzul adlı eseridir.
Sahabenin
musned-merfu olmayan esbab-ı nuzul rivayetleri, tefsir için yapmiş oldukları
esbab-ı nuzul değerlendirmeleridir.çünkü bu, onların rey ve içtihadlarına bağlı
olarak hadise ve ayet arasında kurdukları ilişkiden kaynaklanan
değerlendirmelerdir.Sahabenin üzerinde icma ettikleri esbab-ı nüzul yorumları nüzul
ortamına ait suretler taşıdığı ve nüzul ortamını yansıttığı için hüccettir.
Tabiundan gelen esbab-ı nüzul rivayetlerinin hükmüne gelince, hadis usulünde bu
kabil haberlere mürsel denilmektedir. Nüzul ortamına ait rey ve içtihatla
bilinemeyecek bir suret, sahabinin ismi anılmaksızın rivayet edilmişse bu da
ref'dir.Ancak onların ref etmeleri mürsel hükmünü almaktadır.
Hadis mecmualarında, tefsirlerde, tarih kitaplarında sebeb-i nüzul
rivayetleri zikredilirken kullanılan rivayet cümlesi(siygası,kalıbı)çok
önemlidir.Fakat bu konu Kur'an İlimleri , tefsir usulü, Kur'an veya tefsir
tarihi gibi eserlerde sistemetik bir şekilde ele alınmamıştır. Bunun üzerinde
durulmadığı zaman zihin karmaşasını beraberinde getirmesi kuvvetle muhtemeldir.
Esbab-ı nüzulün kavramsal tanımı ile rivayet sigaları arasında kurulması gerkli
bir bağ vardır.Bu sebeple esbab-ı nüzul rivayetlerinin
kalıplarının(siygalarının)tespit edilmesi pek çok açıdan önem arzediyor.
Esbab-ı nüzul
rivayetlerinin siygalarını iki gruba ayırabiliriz:
1-)Sebep ifade etmede nass
olan kalıplar(rivayetler): Böyle bir haber, sebeb-i nüzul ifadesi terim olarak
ele alındığında kavramın sınırları içinde kalır, buna göre sebeb-i nüzul
rivayetinin nüzul ortamına ait olduğu, başka bir unsura ihtiyaç olmadan
rivayetin lafızlarından ve siygalarından anlaşılabilir.
2-)Sebep ifade etmede nass
olmayan kalıplar(rivayetler): Böyle rivayet edilmişbir haber, sebeb-i nüzul
ifadesi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları dışında kalır.
Rivayette kelamın gelişinden ve siygadan nüzul sebebi rivayeti olduğu
anlaşılmaz.Sadece ayetin tazammun ettiği mana veya manalardan birini beyan
ettiği anlaşılır.Bu rivayetlerde siyga, sebebin ihtimal dahilinde olduğunu
ifade eder.Yani rivayette geçen sebep nüzul ortamına ait değildir.Bu rivayetler
tefsir için zikredilmiştir.
Burdan anlaşılıyor ki
sebeb-i nüzul rivayetlerinin buraya kadar ifade edilen niteliklerini ön plana
çıkaracak sistematik bir tasnife ihtiyacı vardır. Aksi takdirde Kur'an'ı anlama
sürecinde sebeb-i nüzulden yararlanan araştırmacı veya okuyucu bir tasnif
karmaşasına düşecektir.Çünkü kaynaklarda bu anlamda ihtiyaca cevap veren
kapsamlı tasniflere yer verilmemiş , dolayısıyla bu konuda sistemsiz bir
anlatım söz konusudur.
Esbab-ı nüzul rivayetlerini bir çok açıdan tasnife tabi tutmak
mümkündür,Ulumu'l-Kur'an ve esbab-ı nüzul ilminden bahseden bütün
eserlerde bunun örnekleri görülebilir.Tahir b. Aşur'un ve özellikle
Dihlevi'nin tasnifleri geleneksel bir yaklaşımı aşan çabalardır.Dolayısıyla yeni
bir tasnife ihtiyaç var.Bu da esbab-ı nüzul rivayetlerini nevileri açısından
tasnif etmekle mümkündür:
1.Nüzul ortamına ait ve o
ortamın özelliklerini yansıtan musned-merfu hadislerden oluşan esbab-ı nüzul
rivayetleri.
2.Ayet ve ayetlerin
manasının kapsamına giren, nüzul asrında vuku bulmuş veya bilahare meydana
gelmiş bir hadisenin rey ve içtihad ile misal getirildiği haberlerden oluşan
(tefsir için) esbab-ı nüzul rivayetleri.
Buna göre nüzul ortamına ait rivayet ile ayetin manasını beyan
etmeyi murat edinen tefsir rivayeti kesin hatlarla birbirinden ayrılmış
olacaktır.Bu da Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nuzülden yararlanırken
en sağlıklı yaklaşıma götürecek önemli bir ilkedir. Çünkü esbab-ı nüzul
rivayetleri ile şekillenen insani yapıp etmelere verilen ilahi cevapları
Kur'an'ın bütünlüğü, evrenselliği çerçevesinde değerlendirmek mümkün olacaktır.
Esbab-ı nüzul rivayetleri
arasında ihtilaf olduğu bir vakıadır.Bunu iki sebepte toplayabiliriz:
1.Her ayete bir sebep
arayanların tutumlar sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebediliştirilmesi,
israili haberler ve uydurma rivayetlerin esbab-ı nüzul alanına dahil edilmesi.
2.Esbab-ı nüzulün
yukarıdaki gibi tasnif edilmesi.(Nüzul ortamında cereyan etmediği halde bir
hadise o döneme mal edilince problem çıkması.)
Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesi sonucu bazı problemler ortaya
çıkmıştır. Bunlar taaddüt(sebeb-i nüzulün taaddüdü,nüzulün taaddüdü),
taahhür(hükmün veya nüzulün taahhürü), nassın umum mu yoksa husus mu
ifade ettiği meseleleridir.Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı
nüzulün değerlendirilmesi esnasında bu meselelerin de rolü olmuştur.
Esbab-ı nüzulden bahseden eserlerde görülen bir diğer husus ise bu ilmin
hikmet-i teşriiye, mübhematü'l-Kur'an ve tenasüb-insicam gibi bazı
disiplinlerin konusu veya malzemesi olması-dır.Aslında bu tabii bir
olgudur.Çünkü Kur'an ilimleri kavramını oluşturan belirli alanlardaki bilgiler
bütünü olan bu altbilimler, birbirleriyle içiçe geçmiş haldedirler.
Tefsir rivayetlerini esbab-ı nüzul rivayetleri dahil eserlerinde nakleden
müfessirlerimizin birçoğu ilmi yeterliliklerine, salah ve takva ehli oluşlarına
rağmen zayıf, garib, münker ve israili birçok hadis zikretmişlerdir.Hatta mevzu
hadis dahi naklettikleri vakidir. O halde alimlerimizin bir tefsir haberini
eserlerinde rivayet etmiş olmaları, o rivayetin sıhhatine delil teşkil
etmemelidir.Bu konuda önemle vurgulanması gereken bir husus da
şudur.Müfessirlerin(muhaddislerin) kendilerine ulaşan her haberi yazıya aktarmalarından
amaçları, toplamaya imkan buldukları her şeyin yok olup gitmesinden
endişe etmeleridir.Bu alimler kendilerinden sonra gelenleri bu haberleri kabul
etmekle yükümlü de tutmamışlardır.onlar senedi zikretmekle sorumluluktan
kurtulacaklarını ümit etmişlerdir.Bu alimleri düşünmeye sevk eden etken ise
isnad ilminin tam anlamıyla ve mükemmel bir şekilde hayatlarına girmiş
olmasıdır.Dolayısıyla tefsir kitaplarındaki tefsir rivayetleri, hadis
tenkitçileri-nin rivayetlerin tenkidinde kullandıkları sened ve metin tenkidi
kurallarının sıkı eleğinden geçirilme-lidir.
Kur'an-ı Kerim'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin
değerlendirilmesinde alimlerimiz bazı ilkeler edinmişlerdi ama bu tavırlarında
genel bir ilkesizlik, metodsuzluk vardı.İşte bu durum es-bab-ı nüzul
rivayetlerinin değerlendirilmesinde bazı olumsuzluklara sebep olmuştur:
1.Kur'an-ı Kerim'in
anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kalması,
2. Kur'an'ın anlaşılmasında
esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlardır.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında bir çok bakımdan esbab-ı nüzul rivayetlerinin
yetersiz kalma sebepleri söz konusudur.Rivayetlerden kaynaklanan
problemler(merfuluk-musnedlik-mürsellik duru-mu,senedlerin
hazfedilmesi,rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme ve rivayetleri
karıştırmak,rivayet siygalarına dikkat etmeme),umumu hususileştirme,
taaaddüt-taahhür meselesi,tarih ilminden yararlanıp yararlanmadığı
meselesi gibi sebepler sayılabilir.
Kur'an-ı Kerim'in
anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlar:
1.Yorum zenginliğine engel
olması,
2.Kur'an-ı Kerim'in
evrensel hedefi olan Kur'an-İnsan-Hayat bütünleşmesini önlemesi,
3.Konunun istismar
edilmesi(Şahısların ebedileştirilmesi,mezhep hareketlerine etkisi),
Esbab-ı nüzulden
yararlanmada ihtiyacın sınırlarını belirleyen iki grup ilke söz konusudur:
a)Genel
İlkeler
1. Esbab-ı nüzulün tamamını
ihata etmek mümkün değildir.
2.Esbab-ı nüzulü bilmeden
de Kur'an-ı Kerim'i anlamak mümkündür.
b)Özel İlkeler
1.Sebeb-i nuzülü bilmenin
muktezay-ı hali bilmek gibi olduğu hallerde esbab-ı nüzul bilinmelidir.
2.Sebeb-i nüzulü bilmemenin
Kur'an'ın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü
bulunduğu hallerde esbab-ı nüzul bilinmelidir.
3.Bu ilke önceki iki ilkeyi
kapsayan bir niteliktir.Buna göre : Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzule
olan ihtiyacı ilk planda Kur'an belirlemelidir.
Bunları belirledikten sonraki aşama rivayetlerin hadis usulü açısında tenkide
tabi tutulmasıdır.Bu açıdan bir değerlendirme son derece önemlidir.Çünkü bu
alandaki pek çok problemin hadis usulü kriterlerinin esbab-ı nüzul
rivayetlerine uygulanması ile aşılacağı kanaatindeyiz.Bu konudaki ilkeleri şu
şekilde özetlemek mümkündür:
1. Bir rivayetin sebep
ifade etmede nass ve nüzul ortamına ait olabilmesi için müsned-merfu olması
gereklidir.
2.Sahabenin esbab-ı nüzul
değerlendirmeleri sebep ifade etmede nass olmayan rivayetlerdir.Bu kabil
haberlerin hükmünün mevkuf olduğu bilinmelidir.
3.Tabiunun esbab-ı nüzul
değerlendirmeleri aynen sahabeninkiler gibi sebep ifade etmede nass
değildirler.Bu kabil haberlerin hükmü ise mürseldir.
4.Rivayetlerin tenkidi
senet-metin bütünlüğü içinde yapılmalıdır.Çünkü senet-metin ikilisi bu ilmin
bütün meselelerini ilgilendirmektedir.Bu ilkelerin pratiğe aktarılmasında
bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerden yararlanmamız gerekir
Esbab-ı nüzul rivayetleri hadis usulü açısından tenkide tabi tutulduktan sonra
bu rivayetleri tasnif etmek gerekiyor.Temelde bu ilkelerin hepsi
içiçedir.Mesela rivayetler tenkid edilirken tasnifin kendiliğinden ortaya
çıkması gibi.
Esbab-ı nüzul rivayetlerini
iki ana gruba ayırabiliriz:
1.Esbab-ı nüzul
rivayetleri,
2.Tefsir için olan esbab-ı
nüzul rivayetleri, değerlendirmeleri.Bu, Hz. Peygamber, sahabe, tabiun ve
müfessir alimlerin yapmış oldukları değerlendirmelerdir.
BÜTÜNLÜK -SİYAK-SİBAK -TARİHİLİK
Kur'an'ın bütünlüğü yönü, diğer yönleri de kapsayan bir niteliğe
sahiptir.Kavrama dahil olan bütün yönleri (Kur'ani cümleler ile oluşan
bütünlük,sürelerin dahili bütünlüğü,Kur'ani cümleler ve sure arasındaki
bütünlük, teşrii bütünlük, tarihi bütünlük,siyak-sibak bütünlüğü)
kapsıyor.Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manada varlık kazanır.Kur'anın
bu yönüne göre o,salt parçalarının toplamına indirgenmek yerine birleşik bir
bütün, topyekün bir gestalt olarak kavranmalıdır.Çünkü Kur'an, parçalarının
inişinden önce, hatta onların vesilelerinin(nüzul sebeplerinin) meydana
gelme-sinden hayli önce, bu parçalarının yerlerinin belirlenmiş olduğu
kapsamlı, ayrıntılı bir plana göre tertip edilmiştir.Bu tertibin nüzul
sebeplerine, nüzul sırasına göre yapılmamış olması son derece önemli bir
husustur.Çünkü Kur'an-ı Kerim tamamen insanı hedef alan bir kitaptır.Nitekim
kendisini de insanlara hidayet rehberi olarak tanımlamaktadır.Bunun anlamı,
Kur'an'la beraber yaşamak veya onu anlamak isteyen insanı, yaşadığı dönemin
olayları içinde yüzerken Kur'an'ın o anda iniyormuş gibi olduğuna yöneltmesidir.
Kur'an'ın bütünlük içerisinde esbab-ı nüzulün yeri de bu bağlamda
anlaşılmalıdır,insan ,kainatın bir dinamik unsuru olarak, Kur'an'ın değişen
dünyaya hakim olan değişmez değerler getirdiğini anlamalıdır.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması sürecinde esbab-ı nüzulün değerlendirilmesine
yeni bir yaklaşımda bulunurken zikredilen ilkeleri tamamlayan önemli ikinci
ilke, siyak-sibak'ın göz önünde bulundurulmasıdır.Çünkü esbab-ı nüzul
rivayetleri Kur'an'ın bütünlüğü kavramı çerçevesinde değerlendirilirken
Kur'an'daki siyak-sibak'ı(konteksti) görebilme imkanı sağlayan
unsurlardandır.Surenin veya ayetlerin nazil olmasındaki sebeplerin bilinmesi,
siyak-sibak'ın idrak edilmesini mümkün kılıyor.
Esbab-ı nüzul tarihilik kavramı ilişkisine insanın tarihi bir varlık olması
bağlamında bakabiliriz.Bu durumda farkedilecektir ki esbab-ı nüzul,
Kur'an-İnsan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp
etmelerdir.Dolayısıyla her mekan-zamanda benzeri insani yapıp etmelerle temelde
aynilik gösterir.Aslolan bu tarihi yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine
yönelik ilkeleri tespit edebilmektir.Dolayısıyla esbab-ı nüzul, Kur'an'ın
anlaşılmasında insani suretleri sonraki benzer insani suretlere taşımakta temel
unsur olması sebebi ile orijinal yorum-orijinal tarihtir.Nüzul ortamına ait
olmayan tefsir için yapılmış esbab-ı nüzul rivayetleri ise düşünülmüş yorum
-düşünülmüş tarihtir.
Nayyef Al-Bayati - Öğrenci NO; 15912768
Tefsir - Yüksek lisans-Birinci Dönem
KUR'AN VE BAĞLAM
Bu kitap aslında üç kitap bir araya getirmiş,
Birincisi; Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul'ün rolü. İkiincisi; Sa'lebe
kıssası. Üçüncüsüde; Tarihsellik ve esbab-ı nüzul
Bizde Allah'ın izniyle bu kitapların özet bir şekilde
yazmaya çalışacağız
BİRİNCİ KİTAP
KUR'AN'IN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZUL'ÜN ROLÜ
Esbâb-ı nüzul, Kur'ân-ı Kerîm'in
anlaşılması için gerekli bir unsurudur. Sahabe, tâbiûn ve tebiuttâbiîn'den olan
müfessirler Kur'ân'ı esbâb-ı nüzul ile tefsir etmişlerdir.
Peyderpey inen
Kur’an’ı öğrenen ashab, anlayamadıkları yeri efendimize sorarak öğreniyorlardı.
Öğrendiklerini yaşadıktan sonra ezberliyorlar, diğer ayetlere de öylece geçiş
yapıyorlardı.
Hz. Ali, Abdullah
b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas gibi sahabiler, ‘’Kur’an’da inen her ayetin kim
hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerine dair rivayetler de vardır.
Peygamberimiz
sahabiler arasında varken Kur’an ilimlerinin tedvini ihtiyac olmamıştır. Bu ilimler Arap dili ve meydana gelen hadiseler
binaen Resulullah’ın tefsiridir.
Şimdi, Kur’an anlaşılmasında sebeb-i nuzülun rolünü belirleyebilmek için bazı kavramların belirlenmesi lazımdır; Ulumul Kur’anTefsir İlimleri ve esbab-ı nuzüldür.
1. Ulumul Kur’an kavramı;
Ulumul Kur’an Kur’anı anlamak için bir araç
olarak değerlendirilmiştir. İlk asırdan beri bütün alimlerin dikkatini
çekmiştir. Ancak Ulumul Kur’an ibaresinin kavram olarak ortaya çıkışı ilik kez beyan eden
Zerkani’dir. Ancak Ulûmu'l-Kur'ân
kavramının bugünkü araştırmalarımızda kullanıldığı şekilde billûrlaşması Zerkeşî
(794/1391) sayesinde h. VIII. asırda vuku bulmuştur.
Ulumul Kur’an;
Kur’anı kerim’in muhtevasında bulunan bilgilerin sistemleştirilmesi ve bu
usulun Kur’anı kerim’in anlaşılmasında kullanılmıştır.
Ulûmu'l-Kur'ân
kavramının çağdaş âlimlerimiz tarafından nasıl algılandığına gelince, söze
Zerkânî 1367/1948 ile başlamak istiyoruz.
Zerkânî, Kur'ân ilimleri
tamlamasının, Kur'ân-ı Kerîm ile yakından alakâlı bütün bilgilere işaret
etmekte olduğunu söyler. Tam
söylediği
bu;
( فكل علم يتصل بالقرآن من ناحية قرآنيته أو يتصل به من ناحية
هدايته وإعجازه فذلك من علوم القرآن ) .
"Kuran olması,
hidayetrehberi oluşu, veya i'caz açılarından Kur'ân-ı Kerîm'le
alakalı olan bütün ilimler Ulûmu'l-Kur'ân'bandır.
O halde Kur'ân
ilimleri, konusu her yönüyle Kur'ân-ı Kerîm olan,Kur'ân'la ilgili veya
Kur'ân'ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'ân'ın en doğru şekilde
anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.
2.
Tefsir İlimleri Kavramı;
Bu ilim, Zerkeşî'nin dediği gibi üç ana noktada
toplanır:
1.
Kitâbullah'ı anlamak
2.
Kitâbullah'ın manâlarını açıklamak
3.
Kitâbullah'ın hükümlerini tesbit edip çıkarmak.
Kur'ân ilimleri ve tefsir ilimleri kavramları tedvin döneminin başlarından itibaren aynı manâda kullanılmışlardır. ez-Zerkeşî'nin Kur'ân ilimlerini tek bir kitapta bütün ilimlerini toplaması ile bu iki kavram arasında bir farkın ortaya çıktığını söylenebilir. Tefsir ilimleri artık müfessirin Kur'ân tefsirine yöneldiğinde bilmesi gereken ilimleri kavram olarak ifade ederken, Kur'ân ilimleri daha kapsamlı bir mefhum olarak Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili bütün ilimleri ve bu ilimlerle ilgili umumî kaideleri içeren bir kavramı ifade etmektedir.
2.
KUR'ÂN İLİMLERİ ARASINDA ESBÂB-I NÜZUL İLMİNİN
YERİ
Nüzul ortamında meydana gelen bir hâdiseye veya
Hz.Peygamber'e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha
fazla ayetin, tazammun etmek (hâdiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellileri
içermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden
ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hâdiseye sebeb-i nüzul denir.
Esbâb-ı nüzul ilmi Kur'ân ilimlerinden biridir, bu ilim
ilk asrından beri Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması için bu ilme başvurumak gerekmektedir.
Tabiûn döneminde de esbâb-ı nüzul rivâyetleri
toplanmaya devam edilmiştir. İslâmiyet'e yeni giren kavimler ve ehl-i kitapla
olan münasebetler sebebiyle rivâyetlerde artış olmuştur.
Tedvin dönemine böyle gelinmiş ve ilk tefsirler
yazılmaya başlanmıştır. Bu tefsirlerin ekseriyetinin rivâyet tefsiri olduğu
malumdur. İşte esbâb-ı nüzul rivayetleri de bu kitaplardaki âsâr-ı
merviyedendir.
Esbâb-ı nüzul eserlerinin telif sebeplerden
bazıları şunlar olabilir:
1.
Sahâbenin nüzul sebeplerini bilmekle övünmeleri, yani önemi vurgulanmış
bir ilim olması.
2.
Bu bilgiyi sonraki nesillere ve onların da sonrakilere nakletmelerini
sağlama
3.
Tedvin dönemi ve hadîs mecmualarına, tefsir eserlerine girmesi,
dolayısıyla yazılı olarak kaydedilmiş bulunması.
Esbab-ı nuzül ancak sahih nakille bilinebilir.
Bu anlamda içtihat veya imal-i fikir burada yeri yoktur. Çünkü bir ayetin nüzul
sebebini, "ancak o âyetin nüzulünü bizzat müşahede edenlerden
öğrenmektedir.
Esbab-ı nuzül rivâyet sıygalarını iki ana
başlık altında inceleyebilir.
1.
Sebep ifade etmede "nass" olan rivâyetler.
2. Sebep ifade etmede "nass olmayan" rivâyetler.
A.KUR'ÂN-I
KERİM'İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZULÜN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ
Esbâb-ı Nüzul Kur’an’ın anlaşılmasında çoğu
zaman ise yetersiz kalmıştır. Bunlar; Rivayetler açısından, Umumu
hususileştirme açısından, Taaddüt-Taahhür açısından ve Tarih ilminden
yararlanma açısındandır.
1.
RİVÂYETLER AÇISINDAN
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin yetersiz kalma
sebepleri birçok bakımdan söz konusudur. Bunların başında bu rivâyetler hadîs
usûlü açışından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur. Şimdi bu açıdan esbâb-ı nüzul
rivayetlerine bakalım.
A.Merfû-Musned Esbâb-ı Nüzul
Rivâyetleri Üzerine;
Esbâb-ı nüzulün
rivâyet ve sema (سماع) yoluyla nakl ve izah edildiği malumdur. Bu keyfiyeti icra
edenler ise sahabîler olmuştur. Onların bu husustaki haberlerinin hükmü
meselesi konunun odak noktasını teşkil eder.
Usulcu hadis
alimleri sahabenin hazreti Peygamber'e ref' ettikleri ve ayetin nüzulünü
yakından muşahedelerine veya sebeplerini bilip nüzul keyfiyetinden
bahsettikleri haberlere al-Hadisu'l-Musned demişlerdir. Ancak musnsd hadis ilmi esbâb-ı nüzul açısından ele alınınca
bir çok husus izaha muhtac kalmaktadır.
B.Mursel Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri
Üzerine;
Kur'ân'ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzul
rivâyetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri de tâbiîlerden yapılan
ve onların Hz.Peygamber'e veya dönemine izafe ettikleri esbâb-ı nüzullerdir.
"Mursel" olan rivâyette tâbiî, sahabînin ismini anmaz.
Musned hadis konusu onun hüccet olup olmayacağı bakımından alimler arasında tartışılmıştır.
C.Senedlerin Hazfedilmesi;
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı
nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi de senetsiz
rivâyetlerin bir dönem mevcut olmasıdır.Suyuti bu tür rivayetlere - لايُلتفت إليه -“bakılması gerekmeyen” demiş.
D.Rivâyetlerin Tasnifine Dikkat
Etmeme;
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı
nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi ise
rivâyetlerin tasnifine dikkat etmeme ve rivâyetleri karıştırmadır.
E.Rivâyet Sıygalarına (Kalıplarına)
Dikkat Göstermeme;
Başka sebebi
ise -rivâyetleri tasnifine dikkat etmeme hatasını tanımlayan- rivâyetlerin
sıygalarına dikkat göstermeme yanlışlığıdır.
Sebeb ifade
etmede nass olan – نص في السببية – rivayetler ile ihtimal ifade eden, yani nass olmayan – ليس نصا في السببية – rivayetler elbette
aynı derecede mütalaa edilemezler.
Kısaca; rivayetin
sahih olması şartı yanında bir de sebebiyet fade etmesi gerekmektedir.
1.
UMUMU HUSUSÎLEŞTİRME AÇISINDAN
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı
nüzulün yetersiz kaldığı bir husus da sebebiyet ifade eden sebeb-i nüzulün
(nass) olarak umum değil de husus ifade ettiği şeklinde anlaşılması çabalarıdır.
Âlimlerin çoğunluğu “muteber olan, lafzın umumudur, sebebin hususu değildir” kuralına tabi olmuşlardır.
1.
TAADDÜT-TAAHHÜR AÇISINDAN
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı
nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de nüzul sebebi olarak bir âyet için
birçok rivâyet bulunması sebebiyle ortaya çıkan nüzulün taaddütü veya taahhürü
meselesidir. Taaddüt ve taahhür meselesi de işi
zorlaştıran durumlardan birisidir. Bu konuda farklı görüşlerin olmuş olması,
ayetin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Taahhür meselesinin taaddüt meselesi ile benzer
yanları bulunmaktadır. Bu nedenle taaddüt'e yöneltilen eleştiriler taahhür için
de bazı bakımlardan doğrudur. Mesela rivâyetlerin tasnifi ve rivâyet
sıygalarına dikkat etme zarureti, nüzulün taahhür ettiği ileri sürülen rivâyetlerde
de geçerli bir ilkedir.
2.
TARİH İLMİNDEN YARARLANMA
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı
nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de bu rivâyetlerin bir kısmında
görülen tarihî gerçeklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur.
Burada önemli olan; geçmiş ümmetler ile ilgili olaylar ile esbâb-ı nüzul konusu bağlamında Kur'ân-I nüzul ortamını doğrudan ilgilendiren olaylar değildir.
B.KUR'ÂN-I KERİM'İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I
NÜZUL RİVÂYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR
1. YORUM ZENGİNLİĞİNE ENGEL OLMASI;
Esbabı nüzul
rivayetleri yorum zenginliğini şu şekillerde engeller;
a. Her ayete nüzul sebebi arama çabalar.
b. Ayetin mana bakımından bir çok vechesi olabilir diye düşünmek varken
nüzul sebebi ile sınırlı kalma ihtimali.
c. Ayet'n sebeb' nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalmak.
İmam şatibi diyor
ki;
( كل عاقل يعلم أن مقصود الخطاب ليس هو التفقه في العبارة, بل
التفقه في المعبَر عنه والمراد به, هذا لايرتاب فيه العاقل ).
"Aklı
başında herkes bilir ki, hitapla murad olunan, ibareyi bilmek değildir. Bilaks
hitap ile anlatılmak isteneni ve onunla murat olunanı bilmek demektir ".
Bu söze göre;
Kur’an hakkında araştırma yapabilmek için Arap olmak veya Arapçayı çok iyi
bilmek gerekli değildir
2.
KUR'ÂN-I KERİM'İN EVRENSEL HEDEFİ OLAN KUR'ÂN-İNSAN-HAYAT BÜTÜNLEŞMESİNİ
ÖNLEMESİ;
Kur'ân-ı Kerim'in birçok mümeyyiz sıfatlarından biri evrenselliktir. Kur'ân-ı Kerîm, ferde ve topluma, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde, insan hayatının bütününe maddî olduğu kadar manevî bir hidayet rehberi olduğunu söyler.
1.
KONUNUN İSTİSMAR EDİLMESİ;
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul
rivayetlerinin değerlendirilmesi sırasında istismara tevessül edilebildiği bir
vakıadır. İstismardan murad olunan ise esbâb-ı nüzul rivâyetlerini eserlerinde
çokça nakleden;
a.
Tarihçiler.
b.
Rivâyet tefsiri yazarları.
c.
kıssacılar (kussâs).
Esbabi nüzul rivayetlerinin istismara açık olduğu
noktalar üzerine bu genel ifadelerden sonra istismarın en belirgin olduğu iki
noktada;
a.
Şahısların Edebîleştirilmesi.
b. Mezhep Hareketlerine Etkisi.
ESBÂB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
A. ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN YENİDEN
DEĞERLENDİRİLMESİ
1.
ESBÂB-I NÜZULE OLAN İHTİYACIN SINIRLARINI BELİRLEYEN İLKELER; Bunlar iki grupa ayıra biliriz; Birinci gruptaki genel ilkeler ve ikinci
gruptaki de özel ilkeler.
2.
ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN HADÎS USÛLÜ AÇISINDAN TENKİDİ.
3.
RİVÂYETLERİ TASNİF ETME.
B. KUR'ÂN-I KERÎM'İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE
ALINMASI.
C. SİYAK-SİBAK'IN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI.
D. ESBÂB-I NÜZUL VE TARİHÎLİK KAVRAMI.
İKİNCİ KİTAP
SA'LEBE KISSASI
I.
SA'LEBE HADİSİ; Sa'lebe, Hz.Peygamberimize gelmiş; "Ya Rasûlullah, Allah'a dua et de
bana çok mal versin" demiş.
Hz.Peygamberimiz de:Ya Sa'lebe, hakkını eda ettiğin az,
takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır." diyerek cevap vermiş. Sa'lebe
dileğini tekrarlamış ve demişki:
Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her
hak sahibinin hakkını veririm.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz dua etmiş, o da bir davar edinmiş.
Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye
yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyuruş, denilmiş ki : Malı çoğaldı, vadi
almaz oldu.
Hz. Peygamber: "Vay Sa’lebe ’ye! " buyurmuş ve sadakaları
toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara sadakalarını
vermişler. Ancak Sa’lebe ‘ye Hz.
Peygamber’in farzlarını açıklayan fermanını okuyup sadakayı istediklerinde : ‘’Bu
cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi ,hele siz gidin de düşüneyim’’ demiş.
Tahsildarlar dönüp Resulullah’a geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden üç kere "vay Sa’lebe’ ye" buyurmuş. Bu sebeple bu ayet ve
sonraki üç ayetler de nazil olmuş. Sonra Sa’lebe bu ayetler üzerine
indiğini duyar duymaz sadakayı alıp kendisi getirmiş, fakat Hz. Peygamber: "Allah Teala beni senin sadakanı
kabulden men eyledi". Demiş. O zaman Sa’lebe başına toprak saçmağa başlamış, Hz.
Peygamber de: "Bu senin amelindir. Sana emrettim de itaat etmedin". şeklinde cevap buyurmuş.
Sa’lebe, zekatını Hz. Peygamberimiz vefatettikten sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr’e, Hz.
Ömer’e, Hz.
Osman’a getirmiş onlar da kabul etmemişler. Daha sonra Hz. Osman zamanında
helak olmuş.
Müfessirler hemen bu hadisi 9/Tevbe suresi 75. Ayetinin nüzul sebebi
olarak zikretmektedir.
وَمِنْهُمْ مَنْ عَاهَدَ اللَّهَ لَئِنْ آتَانَا مِنْ فَضْلِهِ لَنَصَّدَّقَنَّ
وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِحِين))
التوبة/75
((
"İçlerinden kimi de:
Eğer bize lutf ve kereminden ihsan ederse; andolsun ki, zekâtını vereceğiz ye
muhakkak sâlihlerden olacağız, diye Allah'a ahdetmişlerdi".
II.
SÎRE, RİCÂL VE TARİH KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI;
Sa'lebe kıssası sîre,
ricâl ve tarih kitaplarında farklı tarîklerle ve hicrî 9. yıl hâdiseleri
arasında rivayet edilmektedir. Ulemânın kıssa üzerine yaptıkları
değerlendirmeler incelediğinde iki husus ortaya çıkmaktadır:
a. Sa'lebe'nin
vasıfları.
b. Hâdisenin
sıhhat derecesi.
c. Mescid-i
Dırâr kuranlardandır.
d. Tebûk
Gazvesi'ne katılan münafıklardandır.
e. Dumetu'l-Cendel'de
yapılan Ukeydir b. Abdilmelik gazvesine katılan Mescid-i Dırar ashabındandır.
Sire, rical ve tarih kitaplarında
Sa'lebe kıssasının sıhhat derecesi üzerine üç grup mutalaa edebiliriz;
a. Sıhhatine
kâil olanlar veya bunu îmâ edenler.
b. Nüzul
asrında böyle bir hâdise cereyan etmiştir. Ancak kıssanın kahramanı başka bir
şahıstır.
c. Kıssanın
sıhhatinden şüphe edenler ve bu yönde fikir beyan edenler.
III.
HADİS KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI; Hadis kitaplarında
bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. Çünkü
ilk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edilmekteydi .
El-Halimî bu mesele üzerinde düşünmüş, akıl yürütmüş ve iki izahla çıkış
yolu bulduğunu zannetmiştir:
1. Sa'lebe'nin
zekât toplama memurunu eli boş çevirmesi kalbine nifak konulmasına sebep
olmuştur.
2. Sa'lebe'nin
çok mal arzusu münafıklığının muhtemel sebebidir.
IV.
TEFSİR KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI; Tefsirlerinde
Sa'lebe kıssasını zikreden müfessirlerin hadîsi naklederken iki yol takip
ettiğini görmekteyiz. Onların ekseriyeti, kıssayı, Taberî'nin (310/922)
"tefsir rivâyetleri ansiklopedisi" olarak tanımlanan Câmiu'l-Beyân an
Tefsîri Âyi'l-Kurân'ından nakletmiştir. Diğer müfessirler ise Sa'lebe kıssasını
muhtelif tarîklerle farklı kaynaklardan
almışlardır.
Müfessirlerin Sa'lebe kıssası hakkında yaptıkları değerlendirmeleri ise kıssayı doğru kabul edenler ve etmeyenler olarak iki grupta mütalaa edebiliriz.
I. ESBÂB-I NÜZUL'E YENİ BİR YAKLAŞIM IŞIĞINDA SA'LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ; yukarıdaki malûmat Kur'ân'ın anlaşılmasında değerlendirilmesi için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. İlk olarak Sa'lebe kıssası rivâyetleri hadis usûlü açısından tenkid edilmelidir. Sonra rivâyetler tasnif edilmelidir. Tarih İlminden Faydalanılmalıdır. Ve Kur’anî bütünlük ve siyak sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
SONUÇ
İslâm kültür tarihinde esbâb-ı
nüzul rivâyetleri Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması sürecinde ve çabalarında
izlenen bir yol olmuştur. Ancak bu yolda kullanılan metodun, ilkeleriyle
birlikte ortaya konulmadığı da bir gerçektir. Usûl açısından vâki olan bu
eksiklik, esbâb-ı nüzul rivâyetleri, genel olarak da tefsir rivâyetleri
üzerinde tereddütlerin zuhuruna sebep olmuştur.
Tefsir rivâyetlerini) asbab-i
nüzul rivayetleri dahil) eserlerinde nakleden müfessirlerimizin birçoğu ilmî yeterliliklerine,
salâh ve takvâ ehli oluşlarına rağmen zayıf, garîb, münker ve İsrailî birçok
hadis zikretmişlerdir. Hatta mevzû hadis naklettikleri vâkidir. O halde
alimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde rivayet etmiş olmaları, her zaman
o rivayetin "sıhhat"ine delil teşkil etmemelidir.
Esbâb-ı nüzul tefsir rivayetleri bilgisayar teknolojisinin imkânlarından yararlanarak toplanması gerekmektedir. Bu gayeyi gerçekleştirecek malzeme mirasımız elde mevcuttur. Ancak himmete ihtiyaç vardır.
ÜÇÜNCÜ KİTAP
TARİHSELLİK VE ESBÂB-I NÜZUL
Tarihsellik de tarih
yapan bir varlık olarak insanın, tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu
alanla ilgili bütün durumların üzerinde cereyan eden zihnî faaliyetinin sonucu
oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır. Yani
tarihsellik, insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleri ile
bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir.
Bu çalışma İnsanın bizzat tecrübe ettiği tarih alanına ait bir tasarımı (kavramı)
içselleştirerek kültür hayatımıza nasıl katılabileceğimize, kavramsal aktarımı
nasıl sağlayabileceğimize ve bu kavramla nasıl hesaplaşabileceğimize dair bir
arayışı ifade etmektedir.
Tarihsellik ve
tarihselcilik kavramlarının, 17. yy ile 19. yy. yüzyıllar arasında tarih
ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler
sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye
edinmekle tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristikliğini ortaya
koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman geçmişe mâl olacak bir şimdinin kalıcı
ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle
doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya
çalışan bir varlıktır. Bir başka deyişle insan, tarihsel bir varlıktır ve bu
insanın varlık koşullarından bir tanesidir.
Bu sebepledir ki Kur'ân-ı Kerîm'in hemen her sûresinde mutlaka ya insan
ve insan toplulukları ya da onlarla ilgili "olgular" ve
"olaylar" anlatılır. Dolayısıyla Kur'ân, tarih ve tarihsel olanı,
geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet
sahası olarak görmektedir.
Tarihsellik kavramı Felsefe Terimleri Sözlüğü'nde şöyle tanımlanmaktadır;
1.
Tarihsel
olanın varlık biçimi.
2.
Zamana
bağlılık , gelip geçicilik.
3.
Tarihsel
koşulluluk, tarihe
bağlı olma.
4. Birşeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu.
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri ile yazılacak orijinal tarih, nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkânı verecektir. "Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivâyetleri" ile yazılacak "düşünülmüş tarih" de çok sayıda insanî faaliyeti/başarıları, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak isteyen insanın bakış ufkuna sunacaktır. Bütün bunlar ise siyer-tarih yazımında insanî faaliyet ve davranışların/başarıların tarihini ortaya koyma, tespit etme imkânı verecek; bu da insanın varlık bilincine katkıda bulunacaktır.
Bu ise esbâb-ı nüzulün, Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasındaki önemini
ortaya koymaktadır. Çünkü bu yaklaşımla esbâb-ı nüzul, nüzul ortamının tarihsel
bir ortamı olarak Kur'ân-insan-hayat bütünleşmesinin nasıl temin edildiğinin
somut örneklerini vermektedir. O halde orijinal tarih bize Kur'ân-insan-hayat
bütünleşmesini gösteriyor; düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde
bulunulan mekan-zamana nasıl uyarlandığını yani Kur'ân'ın yaşanabilir olduğunu
gösteriyor. Kur'ân'ın da halife olarak tanımladığı insandan beklediği
Kur'ân-insan-hayat bütünlüğünü gerçekleştirmesi değil midir?
HADİS ESERLERİNDE TEFSİR
RİVAYETLERİ 1
KUR’AN VE BAĞLAM
Ayşe AYTEKİN
16912727
YÜKSEK LİSANS
Kur’an ve Bağlam, Prof. Dr. Ahmet
Nedim SERİNSU tarafından kaleme alınan ve birbirini tamamlayan üç ayrı
çalışmadan oluşan bir eserdir. Eserde mülahaza edilen kitaplar şunlardır: ‘’Kur’an’ın
Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü’’, ‘’Sa’lebe Kıssası- Esbab-ı Nüzul’e Yeni
Bir Yaklaşım’’ ve ‘’Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul’’.
Kur’an ilimleri ve Esbab-ı Nüzul
kavramlarının tanımlandığı, Esbab-ı Nüzul ilminin yeni bir yaklaşımla ve bütün
yönleriyle ortaya konduğu ve Kur’an’ın anlaşılmasında bu bilgilerin doğurduğu
sonuçların uygulamalı olarak değerlendirildiği eser, Kur’an-ı Kerim’i anlama
gayreti içerisindeki araştırmacıların Esbab-ı Nüzul’den nasıl faydalanacakları,
rivayetleri hangi ilkeler doğrultusunda değerlendirecekleri hususunda yardımcı olan
ve alanında bir ilk olması sebebiyle son derece kıymetlidir. Eserde, Esbab-ı
Nüzul ilminden nasıl faydalanılacağı, çok ve sistemsiz bilgiler içerisinden
nasıl çıkılacağı, yöntemlerin nasıl uygulanacağı, hangi ilkeler doğrultusunda
uygulama yapılacağı, tarihsellik kavramının neliği, tarihsel serüveni, kullanım
alanları ve kültürümüze nasıl nakledileceği gibi çok önemli bilgiler yer
almaktadır.
Esbâb-ı Nüzul ilmi Kur'ân-ı Kerîm’in
soyut düşünce veya düşünce biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir
hakikat ve hidayet rehberi olduğunun delilidir. Kur’an-ı Kerim’i anlamak
isteyen insanlar (başta sahabiler, tabiiler, tebe-i tabiiler olmak üzere) bu
ilimden yararlanmayı önemli bir ilke addetmişlerdir. Onların Kur’an-ı Kerim’i
özellikle bu ilimle tefsir etmiş olmaları bu bilgi kaynağının tefsir ilmindeki
hassas yerini ortaya koymaktadır. Esbâb-ı Nüzul bilgisi Kur’ân-ı Kerîm’in nüzul
ortamının asli unsurudur ve gerekli bir bilgi kaynağı olarak
değerlendirilmiştir. Sahabe, tabiun ve tebe-i tabiinden olan müfessirler
Kur’an’ı özellikle bu ilim çerçevesinde tefsir etmişlerdir. Hatta, başlangıçta
tefsir ilmi Esbab-ı Nüzul’ü bilmekten ibaretti denilmiştir. Hz. Ali, İbn Mesud
ve İbn Abbas gibi bazı sahabiler, Kur'an'dan inen her ayetin ne hakkında, kim
hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerine dair sözler söylemişlerdir. Onlar
nüzul ortamını bizzat yaşamışlar ve bu avantajla o ortamın hadiselerinin içinde
bulunmuşlardır. Bu şekilde hadiselerin zuhur sebeplerinin bilgisine sahip olup
nedenleri müşahade etmişlerdir. Onun için Esbâb-ı Nüzul hakkında tek kaynak
sahabedir. Seleften bazıları,’’ Kur’an’ın anlaşılmasında en emin yol esbab-ı
nüzuldür’’ demiştir. Şatibi ise bu sözleri ‘’Esbab-ı Nüzul’ü bilen kimsenin
Kur’an’ı Kerim’i de bileceği’’ manasında yorumlamıştır. Bu anlayışın temelini
hicri ikinci asra kadar indirmek mümkündür.
Kur'an ilimlerinin kaynağı Kur'an-ı
Kerim'dir. Çünkü Kur’an-ı Kerim kendisi üzerine düşünülmesini, anlaşılmasını,
açıklanmasını isteyen, neticede yaşanılır kılınmasına okuyucularını veya
muhataplarını teşvik eden vahiy mahsülü bir kitaptır. Bu sebeple Hz. Peygamber onu
tebliğ ve tebyin etmekle görevlendirilmiştir. Hz. Peygamber vahyi tebliğ
etmekte, canlı ve hayatla iç içe kişiliği ile Kur’an-ı Kerim’i hem haliyle hem
de kavliyle tefsir etmekteydi. Hem Hz. Peygamber döneminde hem de ashab
döneminde Kur’an ilimlerinin telifine gerek duyulmamıştır. Bunun nedeni ise
nüzulu müşahade edenler o sırada hayattadırlar ve mesajı anlayabilmekte veya
anlayamadıklarını soracak kimseleri bulabilmektedirler. Fakat sonradan Ulumu’l-
Kur’an olarak adlandırılacak bahisler hem Hz. Peygamber hem de ashab taradından
biliniyordu. Çünkü bu bahisler hem Arap diline (Garibu’l- Kur’an, İ’cazu’l-
Kur’an, Mecazu’l- Kur’an…) hem de gözleri önünde cereyan eden hadiselere (Hz.
Peygamber’in tefsiri, esbab-ı nüzul, muktezay-i hal, vucuhu’l- Kur’an…)
dayanıyordu. Sahabe döneminde bu bilgiler rivayet yoluyla devamlı olarak
kendilerinden sonraki nesillere öğretildi. Kur'an İlimleri, başlangıçta Kur'an
tefsir edilirken, onu anlama çabaları sürecinde bir ihtiyaç sonucu ortaya
çıkmış olan Kur'an-ı Kerim ile ilgili hususi araştırmalardır. İlk müfessirler
bu olguyu Kur’an’ı anlamak ve yorumlamak için bazı ilmi araçlar
geliştirilmesine duyulan ihtiyaç şeklinde algıladı. Bu sebeple hicri 1.asrın
sonlarından itibaren Kur’an-ı Kerim’le ilgili ilimlerin tek tek ele alındığı görülmektedir.
Mushafın çoğaltılması ile kıraat ilmi ve resmü’l Kur'an ilimleri il ele alınan
ilimlerdendir. Kur'an’ın lügavi yönden ele alınması ise Ebu’l Esved
Ed-Düeli’nin (69/688) Kur’an'a noktalama ile hareke koymasıyla başlamıştır.
Böylece İ’rabu’l Kur'an ilmi doğmuş oldu. Ayrıca Kur'an ilimlerinden esbab-ı
nüzul, Mekki- Medeni, nasih- mensuh ve garibu’l-Kur'an ilimleri ilk tedvin
edilen, kayda geçirilen Kur’an ilimleridir. Zerkeşi, el-Burhan fi
Ulumi’l-Kur’an isimli eserinde 74 Kur’an ilmini ele alıp incelemektedir. Onun
takipçisi Suyuti ise el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an isimli eserinde 80 Kur’an
ilmini inceler. Kur'an ilimleri kavramını Hicri 2. asırda müstakil eserler
halinde görmekteyiz. Ulumu’l- Kur'an kavramının günümüzdeki kullanım şekli ise Zerkeşi
(794/1391) sayesinde vuku bulmuştur.
Kur'an ilimleri kapsamı çok geniş
olan, konusu her yönüyle Kur’ân-ı Kerîm olan, Kur’ân’la ilgili ilim ve
araştırmalardan oluşan, Kur'an'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı
olmayı amaç edinen bir alandır. Tefsir ilmi ise, Kur’an- ı Kerim’in izahını
amaçlayan bir ilimdir. Yani İlmu’t-Tefsir veya İlmu Tefsiri’l-Kur’an, Kur’an-ı
Kerim’i her bakımdan (gramer, belagat, tarih vs.) tetkik edip açıklamaya ve
bildirmeye yarayan ilimdir. Bu ilmin de konusunu Kur’an-ı Kerim teşkil eder.
Tefsir ilmi ile meşgul olan kimse Kur'an ilimlerinden yararlanmak zorundadır.
Zerkeşi’nin dediği gibi bu ilim üç ana noktada toplanır. Bunlar: Kitabullah'ı
anlamak, Kitabullah'ın manalarını açıklamak ve Kitabullah'ın hükümlerini tespit
edip çıkarmaktır.
Kuran ilimlerinden biri olarak
esbab-ı nüzul ilmi, İslamiyet’in ilk asrından bu yana Kur’an’ı anlamada önemli
bir ilim olarak görülmüş, sahabe ve tabiun dönemlerinde müstakil olarak ele
alınmış ve Kur’an-ı Kerim’i anlama gayreti içine girenlerin mutlaka bilmesi
gereken bir ilim olarak zikredilmiştir. Bu bağlamda esbab-ı nüzul ilminin
tanımını yapmak gerekirse; ‘’Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya
Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya daha
fazla ayetin, tazammun etmek (hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri
içermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden
ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.’’ Esbab-ı
nüzul rivayetlerinin ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değil,
hadis mecmualarıdır. Bu eserlerin tefsire ait kitap veya bab’larında nakledilen
rivayetlerin ekseriyeti esbab-ı nüzul rivayetleridir. Bu babların tamamı hemen
hemen sebeb-i nüzule tahsis edilmiş gibidir. Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille
bilinebilir. Bu alanda içtihada, re’ye ve imal-i fikir
etmeye mahal yoktur. Yani nüzul sebebi, akılla idrak edilmesi mümkün olmayan,
sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabiden gelen rivayettir.
Bu rivayet Hz. Peygamber’den geliyormuş gibi kabul edilir ve hadis usulünde
hükmen merfu sayılır. Sahabenin sebeb-i nüzul dışındaki rivayetleri ise mevkuf
haberler olarak ele alınır. Nüzul sebebini tanımak, esbabı nüzul rivayetlerini
bir tasnife tabi tutmak, nüzul ortamını resmetmek, vahyin vuku bulduğu günlerde
ayet veya ayetlerin inmesine neden olan olayları ve esbab-ı nüzul kavramına
dâhil olmayan rivayetleri ayırt etmek nüzul sebeplerini doğru teşhis edebilmek
için son derece önemli adımlardır. Bu bağlamda, Esbab-ı nüzul rivayetlerinin
kalıplarını iki gruba ayrılmaktadır. Bunlar:
1.
Sebep ifade etmede nass olan rivayetler (Sebeb-i nüzul rivayetinin nüzul ortamına
ait olduğunun rivayetin ifadelerinden ve kalıplarından anlaşılabilir olduğu
rivayetler)
2.
Sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler (Rivayette kelamın gelişinden nüzul
sebebi rivayeti olduğu anlaşılmayan rivayetler). Burada kalıp sebebin ihtimal
dahilinde olduğu ifadesini taşır.
Bu
tasnifler yapılmadığı sürece kuranı kerimi anlama sürecinde esbab-ı nüzulden
yararlanmak
isteyen
araştırmacı okuyucu bir tasnif karmaşasına düşecektir. Bu nedenle rivayetlere
dair sınıflandırma önem teşkil etmektedir.
Esbab-ı
nüzulü nevileri açısından tasnif ise şu şekildedir:
1.
Esbab-ı nüzul rivayetleri (Nüzul ortamına ait, o ortamın özelliklerini
yansıtan, müsned-merfu hadislerden oluşan ve sıhhat şartlarını taşıyan esbab-ı
nüzul rivayetleridir.)
2.
Tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri (Ayetin anlaşılma çabası sürecinde
manasının kapsamına giren re’y ve içtihad ile misal getirmeye imkan veren
rivayetlerdir. Ravi, nüzul asrında vuku bulmuş bir olaya veya kendi
dönemlerinde meydana gelen bir hadiseye anlamı uygun düşen bir ayeti kendi
yargısı, re’yi ile alaka kurarak nakleder.)
Esbab-ı
nüzul rivayetleri arasında ihtilaf olduğu bir gerçektir ve bunun nedenleri; her
ayete bir sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların
ebedileştirilmesi, israili haberler ve uydurma (mevzu) rivayetlerin esbab-ı
nüzul alanına dâhil edilmesi ve rivayetlerin nüzul ortamına ait olanlar ve
tefsir için yapılan değerlendirmeler şeklinde tasnif edilmemesidir. Bu
ihtilaflara bağlı olarak taaddüt ve taahhür, nassın umum mu yoksa husus mu ifade
ettiği meseleleri gibi problemler ortaaya çıkmıştır. Bu hususların yanında esbab-ı
nüzulün Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında yetersiz kalma sebepleri şu şekilde
değerlendirilir; alimler tarafından senedsiz yapılan rivayetlerin mevcudiyeti,
rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme, rivayetleri karıştırma, sebebiyet ifade
eden nassın umum değil de husus ifade ettiği şekilde anlaşılması, nüzul sebebi
olarak bir ayet için birçok rivayet bulunması sebebiyle ortaya çıkan nüzulün
taaddüt ve taahhürü meselesi, rivayetlerin bir kısmında görülen tarihi
gerçeklere aykırılık ve zaman bakımından uyumsuzluk gibi sebepler sayılabilir.
Bu sebeplerin sonucunda; yorum zenginliğinin önlenmesi, evrensel hedef olan
Kur’an- insan- hayat bütünleşmesinin önlenmesi, konunun istismar edilmesi, buna
bağlı olarak şahısların ebedileştirilmesi, mezhep hareketlerine ve çıkarlarına
etkisi gibi sorunlar meydana gelmiştir. Tüm bunlardan hareketle esbab-ı nüzulün
Kur’an’ın anlaşılmasında bazı yanlış uygulamalara sebep olduğu görülmektedir.
Buna karşın esbab-ı nüzulden yararlanmada ihtiyacın sınırlarını belirleyen iki
grup ilke söz konusudur. Bu ilkeleri genel ve özel ilkeler olarak iki gruba ayırmak
mümkündür:
A)
Genel ilkeler:
1.
Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.
2.
Esbab-ı nüzulü bilmeden de Kur’an-ı Kerim’i anlamak mümkündür.
B)
Özel ilkeler (Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzule ihtiyacın
sınırlarını esas belirleyecek olan ilkeler):
1.
Sebeb-i nüzulü bilmenin muktezay-ı hali bilmek gibi olduğu durumlarda esbab-ı
nüzul bilinmelidir.
2.
Sebeb-i nüzulü bilmemenin Kur’an’ın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna
getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde esbab-ı nüzul bilinmelidir.
3.
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzule olan ihtiyacı ilk planda Kur’an-ı
Kerim belirlemelidir.
Kur’an-ı
Kerim’in anlaşılması sürecinde esbab-ı nüzulün değerlendirilmesine yeni bir yaklaşımda
bulunurken zikredilen ilkeleri tamamlayan diğer önemli ilkeler Kur’an-ı Kerim’in
bütünlüğünün dikkate alınması ve siyak-sibak’ın göz önünde bulundurulması
ilkeleridir. Ortamın özelliklerini taşıyan esbab-ı nüzul rivayetleri Kur’an’ın
bütünlüğü kavramı çerçevesinde değerlendirilirken bağlamı görebilme imkânı
sağlayan unsurlardan biridir.
Eserin
ikinci çalışması olan bölümde esbab-ı nüzul rivayeti yeni bir yaklaşım ilkeleri
çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmektedir. Bu bölüm Kur’an’ın
anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolünde yeni bir yaklaşımın ilkelerini Sa’lebe
kıssası üzerinde incelemektedir. Bölümün amacı, esbab-ı nüzulün aktüel değerini
tespite ulaşma çabasıdır.
9/Tevbe
suresi 75.ayetin nüzul sebebi olarak zikredilen Sa’lebe b. Hatıb kıssası özetle
şu şekildedir: ‘’Sa’lebe Hz. Peygamber’in huzuruna gelmiş ve ona:’’ Ya
Rasulallah, Allah’a dua et de bana çok mal versin’’ demiş. Hz. Peygamber de:’’
Ya Sa’lebe hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır.’’
diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini tekrarlamış ve demiş ki:’’ Seni Hakk ile
gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her sahibinin
hakkını veririm.’’ Bunun üzerine Rasulullah dua etmiş, o da bir davar edinmiş.
Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye
yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış.
Hz. Peygamber zekât toplayıcılarını ondan zekât almak üzere gönderdiğindeyse
zekâtını vermek istememiştir. Daha sonra vermek istediğindeyse sadakayı alıp
kendisi getirmiş fakat Allah 9/Tevbe 75. Ayeti inzal etmiş ve Hz. Peygamber:’’
Allah Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi:’’ diyerek kendisi
hakkındaki hükmü açıklamıştır. O zaman Sa’lebe başına toprak saçmaya başlamış
ve Hz. Peygamber de:’’ Bu senin amelindir. Emrettim itaat etmedin.’’ demiştir.
Daha sonra Sa’lebe zekatını Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra sırayla Hz. Ebu
Bekir ve Hz. Ömer’e getirmiş ancak onlar da Sa’lebe zekâtını kabul
etmemişlerdir. Sa’lebe Hz. Osman zamanında helak olmuştur.’’
Sa’lebe
kıssası sire, rical, teracim ve tarih kitaplarında farklı tariklerle ve hicri 9.
Yıl hadiseleri arasında rivayet edilmektedir. Ulemanın kıssa üzerine yaptıkları
değerlendirmeler incelendiğinde Sa’lebe’nin vasıfları ve hadisenin sıhhat
derecesi gibi hususlar ön plana çıkmaktadır.
Sa’lebe’nin
vasıfları üzerine sire, rical ve tarih kaynaklarımızda söylenenler şunlardır:
a)
Sa’lebe, Beni Umeyye b. Zeyd’e mensuptur. Yani Evsli olan Ensar’dandır.
b)
Bedir ehlindendir.
c)
Uhud ehlindendir.
d)
Mescid-i Dırar kuranlardandır.
e)
Tebük gazvesine katılan münafıklardandır.
f)
Dumetu’l-Cendel’de yapılan Ukeydir b. Abdilmelik gazvesine katılan Mescidi
Dırar ashabındandır.
Sa’lebe
kıssasının sıhhat derecesi üzerine söylenenleri üç grupta toplanabilir. Bunlar:
a)
Salebe kıssasının sıhhat derecesine kail olanlar veya bunu ima edenler.
b)
Nüzul asrında böyle bir hadise cereyan etmiştir. Ancak kıssanın kahramanı başka
bir şahıstır diyenler.
c)
Kıssanın sıhhatinden şüphe edenler ve bu yönde fikir beyan edenler.
Hadis
kitaplarında bu kıssanın ele alınışı tefsir tarihi açısından da önemlidir.
Çünkü ilk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edilmekteydi. Daha
sonra, tefsir her ne kadar hadis rivayeti şeklinde yapılıyorsa da tabiundan
itibaren yazılmaya başlamıştır. Hadis kitaplarında Sa’lebe kıssasını rivayet
edenler bir kısmı kıssayı nakletmekle yetinmiş bir kısmı da kıssanın sıhhati
üzerine görüş bildirmişlerdir. Tefsir kitaplarında ise kıssayı ele alan müfessirler
iki yol takip etmiş ya Taberi’den nakletmişler ya da muhtelif tariklerle farklı
kaynaklardan almışlardır. Tarih, hadis ve tefsir kitaplarında konuyla ilgili
9/Tevbe 75. Ayetin anlaşılmasında bize müşahhas bir kanaat vermemektedir.
Dolayısıyla bu malumatın Kur’an’ın anlaşılmasında değerlendirilmesi için yeni
bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. Yeni bir yaklaşımla konuyu ele almak
gerekirse izlenmesi gereken yollar şöyledir:
a)
İlk olarak Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkit
edilmelidir.
b)
Rivayetler tasnif edilmelidir.
c)
Tarih ilminden faydalanılmalıdır.
d)Kur’ani
bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
Kur’an-ı
Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde yeni
bir usul takip edilmesi gerektiği bir gerçektir. Böylece, tefsir kitaplarında
kalmaya hakkı olmayan pek çok rivayet temizlenmiş olacak ve Kur’an’daki bir
ayeti anlamak için tefsir kitaplarına bakan kimseler, onlarla karşılaşıp hiçbir
esası olmayan haberlerle meşgul olmaktan kurtulacaklardır. Tevbe suresi 75. ayet-i
kerimesini anlama çabasında doğruyu bulma maksadıyla nakledilen Sa’lebe
kıssası, ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin sınırları
içerisinde bırakmıştır. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki yorumları
birbirine zıt olmuş ve Kur’an’ın yorum zenginliğini tahdit etmiştir. Hâlbuki bu
ayetin sebeb-i nüzulü olarak bilinen kıssaya önerilen yeni ilkeler ışığında
bakılmış olsaydı Kur’an-ı Kerim’in mana zenginliği anlaşılmış olur. Çünkü Kur’an-ı
Kerim ile aydınlanacak hayatımızın zenginliği onun zengin bir biçimde
yorumlanmasıyla/pratiğe taşınmasıyla mümkündür.
Eserde
yer alan üçüncü kitap ‘’Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul’’ tarihsellik problemi ve
açıklanmasına dair bilgiler verirken aynı zamanda tarihsellik kavramının
anlamı, doğuşu, gelişimi, bu kavramın kendi kültürümüze nasıl nakledileceği ve
nasıl kullanılacağı konularına ışık tutar. Batı kültürüne ait, anlam içeriği
geniş, bir o kadar da kapalı ve bulanık tarihsellik kavramının kendi kültür alanımızda
kullanılırken ortaya çıkan kavram kargaşası ancak kavramın tarihteki
serüvenine, anlam içeriklerine ve kullanım alanlarına temas edilerek
çözülebilir.
Tarihsellik
nedir sorusunu kendimize yönelttiğimizde ilk aldığımız cevap tarihselliğin
felsefeye ait bir kavram olduğudur. Buradan hareketle felsefi bakışla kavram
nedir sorusunu akla getiriyor. Kavram bir fikirdir bilgidir. İnsan bir fikri
bir bilgiyi de ancak bazı işaretlerle yani dille ifade eder. Dille ifade ettiği
zaman da bir bilgi ve fikir yükleyeceği işareti belirler. Bir kavram dille
ifade edildiğinde kavram terim adını alır. Kavram, bir şeyin (bir idenin, bir
fikrin) zihindeki tasarımı, terim ise dil aracılığıyla kavramın ifadesidir. Tarihsellik
ise tarih yapan bir varlık olan insanın tarihi hakkında edindiği tecrübelerin
ve bu alanla ilgili bütün durumların üzerinde cereyan eden zihni faaliyetlerin
sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır. Yani
tarihsellik, insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve yetenekleri ile
bizzat yaşadığı tecrübe ettiği bir durumla yani tarihle ilgilidir. Dolayısıyla
filozoflar tarih üzerine zihinsel faaliyette bulunurken insanın reel yaşadığı
tarih üzerine tasarımlardan bir fikri, bir ideyi, bir bilgiyi dilsel bir simge
olarak tarihsellik kelimesi ile ifade etmişlerdir. Onlar tarih alanı ile ilgili
birikimlerine ait bir şeyin veya fikrin tasarımını yoğunlaştırarak bu kelimeye
yüklemişlerdir. Bir felsefi kavram olarak tarihsellik nedir sorusuna herkesi
tatmin edecek bir cevap vermek güçtür. Nitekim tarih felsefesi, epistemoloji,
hermenötik, linguistik gibi çeşitli alanlarla ilgisi olan bu kavramı, bu
sahalarda çalışan ilim/düşünce adamlarından hemen hepsinin yeniden tarif etme
teşebbüsü de bunu göstermektedir.
Tarihsellik
ve tarihselcilik kavramlarının XVII. Yüzyıl ile XIX. yüzyıllar arasında tarih
ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler
sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Tarihsellik ve tarihselcilik
terimleri batıda tabiat ilimleriyle beşeri ilimler arasındaki zıtlık,
epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır. Tarihsellik
kavramını felsefi anlamıyla ilk kez kullanan Hegel’dir. Ona göre bu kavramın
iki anlamı vardır. Bunlar:
1)
Tarihsellik, geçmişte olup-biten her şeyin geçmişte kalmasına rağmen etkisini
devam ettirmesi halidir.
2)
Tarihsellik, sürekli tarihsel bir etkililiktir. Mesela Grek tinin tarihsellik
karakteri, özgürlük ve güzellik idelerine göre anlaşılabilir. Yani tarihsellik,
o çağı yapan etkililik anlamındadır.
Kur’an-ı
Kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih
ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır.
Çünkü insan her zaman geçmişe mal olacak bir şimdinin kalıcı ve belirgin
izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak
için nerden geldiğini kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir
varlıktır. Bir başka deyişle insan tarihsel bir varlıktır ve bu insanın varlık
koşullarından bir tanesidir. Bundan dolayı Kur’an hemen her suresinde insan ve
toplumu ya da onlarla ilgili olguları ve olayları anlatır. Dolayısıyla Kur’an,
tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün
halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir. Bu olgu bazıları tarafından
eleştirilse de aslında gayet doğal bir olgudur. Çünkü Kur’an-ı Kerim insanın
sadece tarihsel varlık koşulları ile değil bütün varlık koşulları ile uyumlu ve
o koşullara cevap veren bir ilahi mesajdır. Yani o, Kur’ani kavramı ile fıtrata
hitap eden ve insanın fıtri ihtiyaçlarını en mükemmel şekilde göz önünde
bulunduran bir kitaptır. Esbab-ı nüzul ve tarihsellik kavramları ilişkisi de bu
bağlamda değerlendirilebilir.
Kur’an-ı
Kerim’in nüzul ortamına yönelik üslubundan söz etmek gerekirse Kur’an, toplumun
dünya görüşünü, kavramların yani tüm insani yapıp-etmeleri, ilahi mesajla
oluşturmak ister. İşte bu hedef kitlenin yani Kur’an’ın ilk muhatabı olan
insanların yapıp-ettikleri esbab-ı nüzul olabilmektedir. Dolayısıyla esbab-ı
nüzul doğrudan doğruya nüzul ortamında fiili olanı (de facto) ve somut hayatı
göstermek konusunda aracı deliller olarak değerlendirilebilir. Bu demektir ki
Kur’an vahyi, nazil olduğu fikri, sosyal ve manevi çerçevede (Mekke’de olsun,
Medine’de olsun) var olan insani birçok probleme ve insanların bu problemlerden
kurtulmak ve rahatlamak arzularına cevap vermiştir. Bu durum yirmi üç yıl
sürmüştür. Vahyin tamamlanması ve Hz. Peygamber’in irtihali ile artık
vahiy-insan ilişkisinin bir bölümü olan esbab-ı nüzul olgusu da son bulmuş
olmaktadır.
Tarihsellik
sözcüğünün terim olarak ifade ettiği anlamlar çeşitlidir. Bunlardan bazıları
tarihsel olanın varlık biçimi ve zamana bağlılık, gelip geçiciliktir. Tarihsel
olanın varlık biçimi bağlamında, Esbab-ı Nüzul, Kur’an’ın nüzul ortamına ait
bir gerçeklik olarak gerçekliğini o dönemde yaşamış kişilerden yani Hz.
Peygamber ve ashabından ve onların yapıp-etmeleri sonucu meydana gelen
olaylardan almaktadır. Bir başka deyişle, insan tarihsel bir varlık olduğuna
göre onun yapıp-etmelerinin sonucu oluşan esbab-ı nüzulün tarihsellik
kavramıyla ilişkisi kaçınılmazdır. Rivayetlerdeki olayların zaman ve mekan
içinde olmuş, sahih rivayetle bize ulaşmış müsned-merfu haberler olması
sebebiyle elle tutulur bir gerçekliği vardır. Bu bakış açısına göre, Esbab-ı
Nüzulü tarihsel olanın niteliği olarak anlayabiliriz. Yani nüzul ortamında ne
gibi olaylar olmuş, sorular sorulmuş veya nasıl olmuş da bu ayet veya ayetler
nazil olmuş sorularının karşılığı olarak algılayabiliriz. Bir diğer anlam olan
zamana bağlılık ve gelip geçicilik noktasında, tarihsellikle doğrudan ilişkili
olan esbab-ı nüzul kıssalarının nitelikleri zamana bağlı, gelip geçicidir. Yani
nüzule sebep teşkil eden kıssaların ve şahısların yapıp etmeleri tarihseldir.
Ancak esbab-ı nüzule bu anlayışla yaklaşmak doğru değildir. Çünkü Kur’an ve
esbab-ı nüzul ilişkisi sadece tarihsel bir bilgi değildir. Kuran vahyinin
insanı ve onun varlık koşullarını reddeden değil, aksine insanın varlık
koşullarını onaylayan ve insanın bunun şuuruna ulaştırarak geliştirmesine imkan
sağlayan bir mesajı vardır. Esbab-ı nüzulün tarihsel bir gerçek olması ile onun
tarihe bağımlı olması birbirinden farklı şeylerdir. Çünkü esbab-ı nüzul dini
bir fenomen olarak, hakikati, tarihsellikten bağımsız olan bir gerçek olarak da
düşünülmelidir. Çünkü esbab-ı nüzul orijinal yorum-orijinal tarihtir. Esbab-ı
nüzul rivayetleriyle yazılacak orijinal tarih nüzul asrını en sahih şekilde
izleme imkânı verecektir. Tefsir için yapılan esbabı nüzul rivayetleriyle
yazılacak düşünülmüş tarih de çok sayıda insani faaliyeti, Kur’an-ı Kerim’i
anlamak isteyen insanın bakış ufkunu genişletecektir. Orijinal tarih bize Kur’an-insan-hayat
bütünleşmesini gösterirken düşünülmüş tarih orijinal tarihin içinde bulunulan
mekâna ve zamana nasıl uyarlandığını yani Kur’an’ın yaşanabilir olduğunu gösterir.
Bütün bunlar ise siyer-tarih yazımında insani faaliyet ve davranışların
tarihini tespit etme imkânı vererek insanın varlık bilincine katkıda
bulunacaktır.
Esbab-ı
nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisine esbab-ı nüzulün Kur’an’ı Kerim’in
bütünlüğü içerisindeki yeri ve insanın tarihsel bir varlık olması bağlamında
bakılmalıdır. Sonuç olarak:
a)
Esbab-ı Nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken
konu, Kur’an’ın soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış,
yaşanabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi
olduğudur.
b)
Başka özgü kültürlere ait kavramları kullanırken kavramların tarihleri,
içerikleri ve kullananların dünya görüşleri göz önünde bulundurulmalıdır.
c)
Bu kavramları kullanan ilim adamları ve düşünürler hem böylesi bir yaklaşımı
benimsemeli hem de kullandıkları kavramı tarif etmelidir. Aksi halde bu
kavramları kullananlar ile onları anlamakta zorlananlar veya anlamak
istemeyenler arasındaki tartışma yapıcı bir zemine oturmayacaktır. Bu tarz bir
durum, İslam düşüncesinin yeniden yapılanması ümidi açısından olumsuz bir
düşünce ortamı demektir. Yazarlar kullandığı bu tür odak kavramlara yüklediği
anlamları açık bir şekilde ortaya koyarsa tartışma için yapıcı bir ortam
oluşturulabilir.
d)
Hermenötik (yorumbilim), semantik (anlambilim) ve linguistik (dilbilim) gibi
beşeri bilimlerden de faydalanılmalıdır. Bu tür bilimlerden faydalanabilmek, bu
alanlara ait yeni kavramları özgü kültürümüze mal edebilmek,
içselleştirebilmek, yani bu kavramları yaşayabilmek, anılan tavrın hakim
olmasıyla mümkün olabilir.
e)
Böylesi bir yaklaşıma, İslam kültüründeki tarih anlayışıyla Batı kültüründeki
tarih anlayışlarının birbirlerinden beşeri bir ilim olarak tarihin iki ayrı
şekilde mütalaası olarak yararlanabilmesi için de ihtiyaç vardır.
f)
Esbab-ı nüzulden, tarihsel bir olgu olarak tarih-siyer yazımında en isabetli
şekilde faydalanmak bu şekilde mümkündür.