ÖĞRENCİ ADI
SOYADI :KERİM ENDEZ
BÖLÜMÜ :BİRLEŞİK
DOKTORA
DÖNEM :2014/2015
ÖĞRENCİ NO :14952705
KONU :BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
Bilginin sözlük manası ‘öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat’(1)demektir. İslam âlimlerinin
çoğunluğuna göre ise bilgi:”Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “Mâlum olanın,
olduğu hâl üzere bilinmesidir.”
Bilginin
bütünlüğü ise, bir konuyu anlamak ve anlamlandırmak için lazım olan
metaryallerin tamamı demektir. Bu metaryaller,ortaya konulmuş olan yeni
bilgileri kapsadığı gibi,daha önce ortaya konmuş olan bilgileri de
kapsamaktadir.
Bütün
ilimlerde olduğu gibi,tefsir alanında da ilmi bir araştırma ortaya koyabilmek; o
alanda yapılan çalışmaları araştırmak,Kur’ân’ın
înzal edilmesinden günümüze kadar geçen tarihi süreç içerisinde,ortaya
konulmuş olan mirası,bütüncül bir anlayışla değerlendirmekle mümkündür.Aksi
takdirde yapılan çalışma ,zan ve tahminlerden elde edilmiş nazariye
olmaktan,başka bir anlam ifade etmeyecektir.Ayrıca meseleyi bütüncül bir yaklaşımla
ele almak,bilgiyi elde ederken yanlış anlamlardan ve değerlendirmelerden
kurtulmamıza büyük katkı sağlayacaktır.
Yüce kitabımız Kur’ân’ı bütüncül
olarak değerlendirebilmek için,asr-ı saadetten günümüze kadar geçen zaman
dilimini ele almak durumundayız.Asr-ı saadette Hz. Peygamber’in,bir taraftan
kendisine vahyedilen Kur’ân bölümlerini muhataplarına okuduğunu,diğer taraftan
manası anlaşılamayan hususları açıklayarak tebliğ ettiğini görmekteyiz.(2)Gerçi
her ne kadar ilk muhataplar,ana dilleri Arapça olduğu için kur’an’ı genel
çerçeve itibarıyla anlama imkanına sahip iseler de,yine de onun bir kısım
mütaşabih lafızlarını ve bazı ayrıntıları anlamakta sıkıntı
çekiyorlardı.Peygamber(s.a.v.)’de bazı vesileler ile hem onlara anlayamadıkları
ayetlerin manalarını açıklıyor,hem de ameli hükümlerin uygulanış biçimlerini
göstererek onlara rehberlik ediyordu.dolayısıyla yüce kitabımız kur’an hem
tefsiri hem de uygulanması yönünden en güzel şekilde ashaba aktarılıyordu.
Hem Kur’an’ın bütüncül bir
yaklaşımla ele alınması bağlamında hem de sünnetin bu konuda ki önemine işaret
olması için şu misallere yer vermek yerinde olsa gerektir.
”(Yahudiler
ve hristiyanlar)Allah’ı bırakarak kendi hahamlarını ve papazlarını rehber
edindiler.”(3)ayetini Peygamber (s.a.v.)”Yahudi ve hristiyanlar kendi din
bilginlerinin helal saydığı şeyi helal,haram saydığı şeyleri haram
saydılar.”şeklinde tefsir ve beyan etmiştir.
Yine
Peygamber(s.a.v.)”O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır.”(4)ayetini “onun
haberleri,sırtında taşıdığı her erkek ve kadın hakkında o falan gün falan şeyi
yaptı diyerek şahitlik etmesidir.”şeklinde tefsir etmiştir.
Rasülüllah (s.a.v.)ayetleri gelişi
güzel tefsir etmiyor,bu tefsiri belli bir usul çerçevesinde yapıyordu.bunlar da
mücmelin teybini,mübhemin tevziihi,mutlakın takyidi ve müşkilin te’lifi
şeklindeydi.mesela rasülüllah(s.a.v.)”Haklı olmadıkça Allahın haram kıldığı
cana kıymayın”(5)ayetini”Allahtan başka tanrı olmadığına ve benim Allahın
rasülü olduğuma iman eden hiçbir müslümanın kanı helal olmaz.ancak 3 şeyden
birini yaparsa(helal olur.)adam öldürmek,evli iken zina etmek,ve dinden
çıkıp,Müslümanlardan ayrılmak.(6)yine
peygamber(s.a.v.)”Namazlara(özellikle)orta namaza devam edin.”(7)ayetindeki
(orta namaz)ifadesini”Orta namaz ikindi namazıdır.”(8)şeklinde tefsir etmiştir.
Hangi alanda
olursa olsun bilgi bütünlüğünü sağlamak iki şekilde mümkündür.birincisi kişinin
çalıştığı alanla ilgili olan diğer alanlarda da yeteri kadar donanıma sahip
olmasıdır.meşkalelerin olabildiğince çoğaldığı,bir ilmi sahada ihtisaslaşmanın
birçok alanda bilgi birikimi zaruri hale getirdiği günümüzde bu bütünlüğü
yakalamak çok zordur.ikincisi ise birden fazla kişinin kolektif olarak
çalışmasıdır.günümüzde bu bütünlüğü sağlamak için kolektif çalışmaktan başka
çıkar yol olmasa gerektir.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz
ki:tefsir alanında çalışma yapmak isteyen bir kimse meseleye bütüncül bir
yaklaşımla yaklaşmak zorundadır.bu bütüncül yaklaşımın ilk ayağında da hiç
şüphesiz hadis ve sünnet gelmektedir.zira kur’an ile sünnet adeta et ile tırnak
gibidir.dolayısıyla sünnet olmadan kur’an’ı,kur’an olmadan da sünneti anlamak
imkansız gibidir.bütüncül yaklaşımın ikinci ayağında ise,başta ashab-ı
kiram,tabiuun,ve tebei tabiin’den olmak üzere,günümüze kadar gelmiş olan büyük
tefsir mirasını incelemek yer almaktadır.daha öz bir ifade ile: bu bütüncül
yaklaşımın bir yatay,bir de dikey boyutu vardır.yatay boyutu;23 yıllık vahiy
sürecini,esbab-ı nuzül ve konu ile ilgili ayetlerin tamamını dikkate
almaktır.dikey boyutu ise,Kur’ân’ın nazil olmasından günümüze kadar,nesilden
nesile Kur’ânı anlama ğayretlerinin sonucu olarak ortaya konan Tefsir
litaratürünü dikkate almaktır.
Selam ve
saygılarımla..
ÖĞRENCİ ADI
SOYADI :KERİM ENDEZ
BÖLÜMÜ :BİRLEŞİK
DOKTORA
DÖNEM :2014/2015
ÖĞRENCİ NO :14952705
KONU :BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
Bilginin sözlük manası ‘öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat’(1)demektir. İslam âlimlerinin
çoğunluğuna göre ise bilgi:”Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “Mâlum olanın,
olduğu hâl üzere bilinmesidir.”
Bilginin
bütünlüğü ise, bir konuyu anlamak ve anlamlandırmak için lazım olan
metaryallerin tamamı demektir. Bu metaryaller,ortaya konulmuş olan yeni
bilgileri kapsadığı gibi,daha önce ortaya konmuş olan bilgileri de
kapsamaktadir.
Bütün
ilimlerde olduğu gibi,tefsir alanında da ilmi bir araştırma ortaya koyabilmek; o
alanda yapılan çalışmaları araştırmak,Kur’ân’ın
înzal edilmesinden günümüze kadar geçen tarihi süreç içerisinde,ortaya
konulmuş olan mirası,bütüncül bir anlayışla değerlendirmekle mümkündür.Aksi
takdirde yapılan çalışma ,zan ve tahminlerden elde edilmiş nazariye
olmaktan,başka bir anlam ifade etmeyecektir.Ayrıca meseleyi bütüncül bir yaklaşımla
ele almak,bilgiyi elde ederken yanlış anlamlardan ve değerlendirmelerden
kurtulmamıza büyük katkı sağlayacaktır.
Yüce kitabımız Kur’ân’ı bütüncül
olarak değerlendirebilmek için,asr-ı saadetten günümüze kadar geçen zaman
dilimini ele almak durumundayız.Asr-ı saadette Hz. Peygamber’in,bir taraftan
kendisine vahyedilen Kur’ân bölümlerini muhataplarına okuduğunu,diğer taraftan
manası anlaşılamayan hususları açıklayarak tebliğ ettiğini görmekteyiz.(2)Gerçi
her ne kadar ilk muhataplar,ana dilleri Arapça olduğu için kur’an’ı genel
çerçeve itibarıyla anlama imkanına sahip iseler de,yine de onun bir kısım
mütaşabih lafızlarını ve bazı ayrıntıları anlamakta sıkıntı
çekiyorlardı.Peygamber(s.a.v.)’de bazı vesileler ile hem onlara anlayamadıkları
ayetlerin manalarını açıklıyor,hem de ameli hükümlerin uygulanış biçimlerini
göstererek onlara rehberlik ediyordu.dolayısıyla yüce kitabımız kur’an hem
tefsiri hem de uygulanması yönünden en güzel şekilde ashaba aktarılıyordu.
Hem Kur’an’ın bütüncül bir
yaklaşımla ele alınması bağlamında hem de sünnetin bu konuda ki önemine işaret
olması için şu misallere yer vermek yerinde olsa gerektir.
”(Yahudiler
ve hristiyanlar)Allah’ı bırakarak kendi hahamlarını ve papazlarını rehber
edindiler.”(3)ayetini Peygamber (s.a.v.)”Yahudi ve hristiyanlar kendi din
bilginlerinin helal saydığı şeyi helal,haram saydığı şeyleri haram
saydılar.”şeklinde tefsir ve beyan etmiştir.
Yine
Peygamber(s.a.v.)”O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır.”(4)ayetini “onun
haberleri,sırtında taşıdığı her erkek ve kadın hakkında o falan gün falan şeyi
yaptı diyerek şahitlik etmesidir.”şeklinde tefsir etmiştir.
Rasülüllah (s.a.v.)ayetleri gelişi
güzel tefsir etmiyor,bu tefsiri belli bir usul çerçevesinde yapıyordu.bunlar da
mücmelin teybini,mübhemin tevziihi,mutlakın takyidi ve müşkilin te’lifi
şeklindeydi.mesela rasülüllah(s.a.v.)”Haklı olmadıkça Allahın haram kıldığı
cana kıymayın”(5)ayetini”Allahtan başka tanrı olmadığına ve benim Allahın
rasülü olduğuma iman eden hiçbir müslümanın kanı helal olmaz.ancak 3 şeyden
birini yaparsa(helal olur.)adam öldürmek,evli iken zina etmek,ve dinden
çıkıp,Müslümanlardan ayrılmak.(6)yine
peygamber(s.a.v.)”Namazlara(özellikle)orta namaza devam edin.”(7)ayetindeki
(orta namaz)ifadesini”Orta namaz ikindi namazıdır.”(8)şeklinde tefsir etmiştir.
Hangi alanda
olursa olsun bilgi bütünlüğünü sağlamak iki şekilde mümkündür.birincisi kişinin
çalıştığı alanla ilgili olan diğer alanlarda da yeteri kadar donanıma sahip
olmasıdır.meşkalelerin olabildiğince çoğaldığı,bir ilmi sahada ihtisaslaşmanın
birçok alanda bilgi birikimi zaruri hale getirdiği günümüzde bu bütünlüğü
yakalamak çok zordur.ikincisi ise birden fazla kişinin kolektif olarak
çalışmasıdır.günümüzde bu bütünlüğü sağlamak için kolektif çalışmaktan başka
çıkar yol olmasa gerektir.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz
ki:tefsir alanında çalışma yapmak isteyen bir kimse meseleye bütüncül bir
yaklaşımla yaklaşmak zorundadır.bu bütüncül yaklaşımın ilk ayağında da hiç
şüphesiz hadis ve sünnet gelmektedir.zira kur’an ile sünnet adeta et ile tırnak
gibidir.dolayısıyla sünnet olmadan kur’an’ı,kur’an olmadan da sünneti anlamak
imkansız gibidir.bütüncül yaklaşımın ikinci ayağında ise,başta ashab-ı
kiram,tabiuun,ve tebei tabiin’den olmak üzere,günümüze kadar gelmiş olan büyük
tefsir mirasını incelemek yer almaktadır.daha öz bir ifade ile: bu bütüncül
yaklaşımın bir yatay,bir de dikey boyutu vardır.yatay boyutu;23 yıllık vahiy
sürecini,esbab-ı nuzül ve konu ile ilgili ayetlerin tamamını dikkate
almaktır.dikey boyutu ise,Kur’ân’ın nazil olmasından günümüze kadar,nesilden
nesile Kur’ânı anlama ğayretlerinin sonucu olarak ortaya konan Tefsir
litaratürünü dikkate almaktır.
Selam ve
saygılarımla..
KAYNAKLAR:
Bochra REFAS –
17922707 – DR
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ HAKKINDA
Bilginin bütünlüğü,
herhangi bir olgu ve durumu anlamlandırırken, yorumlarken ve uygulamaya
aktarırken ona dair geçerli/güvenilir bilginin bütününün dikkate alınması
ilkesini ortaya koyar. Özellikle Müslüman kimliği açısından bilginin bütünlüğü
şer’i ilkelerin hayatında tatbikinde göz önünde tutulması gereken öncelikli bir
meseledir.
Zira İslam dininin
müntesipleri için geliştirdiği çerçeve, iman – amel bütünlüğü içerisinde kalmak
kaydıyla anlaşılması gereken bir bilgiyi ortaya koymuştur. Bu bilginin kaynağı
son tahlilde ilahi kaynaktan beslenen ve ilahi koruma altında olan vahiydir.
Vahiy ve İslam kültür mirası içerisinde bu vahyin yorumlanması /
uygulanmasından türeyen sünnet, icma ve kıyas gibi esaslar bilginin bütününe
ulaşılmasını sağlayan ontolojik unsurlardır. İslam geleneğinde bunların bilgi
kaynağı olarak değeri ontolojik olarak Kur’an, sünnet, icma ve kıyas olarak
sıralansa da, pratikte bu sıralama tam tersten işler. Müslüman için mutlak
bilginin kaynağı vahiydir. Bilimsel yöntem açısından eleştiri konusu
edilebilecek olsa da, İslam dininin ürettiği bilginin odak kaynakları
materyalist bilim felsefesi birebir örtüşebilir değildir ve metafizik boyutuyla
müntesiplerini bağlayıcıdır.
Bu çerçevede kalmak
üzere bilim yapacak olan Müslüman bilim adamlarının görevi, bilginin bütünlüğü
ilkesini İslam kültür mirasına uyumlu olarak yorumlamaktan geçer. Öncüllerini
kendi kültür mirasından almayıp, tamamıyla hegemon- oryantalist bir yaklaşımı
benimsemiş olan Batılı yöntemler esas alınırsa son kertede içsel paradoksa
yakalanmaktan kurtulmak söz konusu olmayacaktır. Burada tabi ki İslam bilgi
kaynağı olan ‘nass’ın ilkelden aklı ve akletmeyi bir düstur olarak önerdiği
dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Böylelikle Müslüman dünyası için öne sürülen
temel eleştirilerden birisi bertaraf edilecek ve apalojist bir çerçeveye
sıkışmadan bilim ve amel uzlaştırılacaktır.
Hatice
Merve ÇALIŞKAN, 13922768 (DOKTORA)
BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
Elbette her bilgi kendi başına
değerli, her birinin ihtiva ettikleri önemlidir; ancak her bilginin başka bilgilerle
de yakından ilişkili olduğu göz ardı edilmemelidir. Çünkü tüm bilgiler bir
bütünün farklı farklı parçalarını oluşturmaktadır. Bir meseleye farklı
alanlardan bakmak, onun farklı tezahürlerini gösterecektir. Bu sebeple bilgiyi
bütün olarak anlamak için onu tüm yönlerle ele almak gerekmektedir. Netice olarak bilgiyle
özdeş olan varlığın kendisi gibi, ilimler veya bilgi şekilleri de birdir ve
aynı zamanda bir düzene bağlıdır.[1]
İslam kendisini bilgi ile
özdeşleştirip, bilgiyi, gerekli de kılar. Bilginin elde edilmesini ibadet ile
eş görüp, teşvik eder. İslami bilgi, hakikati, akıl, tecrübe ve sezgi yoluyla
kavramadır. Yeryüzü ve gökyüzünün, insanlığın ve tarihin birikimini tahlil eden
dinamik bir bilgidir.[2] İslam ilimleri tesadüfen ortaya çıkmamış,
belli bir form içinde ortaya konmuşlardır.[3]
Çeşitli bilgi şekillerinin birbirinden bağımsız olarak geliştirilmesine asla
izin vermemesi islamın birleştirici yönünden kaynaklanmaktadır. Her türlü
bilginin, bizzat hakikatin yapısını yansıtacak şekilde birbiriyle ilişkisi
bulunmaktadır.[4] islam
ilimlerinin sürekli gelişmesiyle yeni ilim şekil ve dalları meydana geldi, aynı
zamanda islam öncesi medeniyetlerden gelen ilimler islami bilgi ile
harmanlandı.[5]
Geçmişin zengin birikimi, aile ve
çevreden aldığı bilgiler insan için bir taban oluşturduğundan o, bilgiye hiçten
ve sıfırdan başlamaz. Üstelik onun hedefe ulaştırmayı kolaylaştıran doğuştan
getirdiği bir takım kabiliyetleri vardır. Tüm bunların üzerinde de edinilen
bilgiyi yönlendirme, karşılaştırma, sistemleştirerek eylem ile ilişkiye getirme
vazifesini yüklenen eleştirel akıl melekesi vardır. İşte İslam, böyle bir
özelliğe sahip insanın bütün bilgi kapasitelerini aynı anda kullanmasını ister.[6]
“İnsan gücü ve Arap dilinin verdiği
imkân nisbetinde Allah’ın muradına delalet etmesi bakımından Kur'an-ı Kerim’in
metninin içerdiği manaları ortaya koymak”[7]
anlamına gelen Tefsir ilminin, Hz Peygamber’den nakledilen söz, fiil ve
takrirler[8] demek
olan Hadis ve Hadis İlminden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Nihayetinde bir
vahiy mahsulü[9]
olan Kur'an-ı Kerim’in anlaşılmayan yerlerini açıklayan, onun her hükmünü
insanlara tebliğ etmekle yükümlü olan[10],
sünnetine itaatin emredildiği[11] kişi
Hz. Muhammed(sas)’dir. Öte taraftan Kur'an-ı Kerim ve sünnetten elde edilen
bilgilerin adı demek olup, iman, ibadet, sosyal nizam ve ahlaka dair pek çok
bilgi dalını kapsayan Fıkıh İlmi[12] de
dolayısıyla Hadis İlmi ve Tefsir İlmi ile ilgilidir. Her üçü de Kur'an-ı
Kerim’i temel alır. Ancak ele alışları farklı farklıdır. Bilginin bir bütün
olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu üçünü birbirinden ayrı düşünmek,
birbirleriyle ilişkilendirmemek doğru olmayacaktır. Konuları, alanları her ne
kadar farklı da olsa, birbirlerinden bağımsız değildirler. Öte yandan Her zaman her devirde, dini, felsefi
ve ilmi eserlerin muhataplar tarafından iyice anlaşılıp, kavranabilmesi için,
onların, kendilerini iyi anlayanlar tarafından izah edilip, açıklanması
gerekir.[13]
Vahiy mahsulü olan Kur'an-ı Kerim’in de muhatapları olan biz insanlar için
anlaşılması gerekiyordu. Bu açıklamayı yapmak tebliğ ile yükümlü olan Hz.
Peygamber’e ait bir görevdir. Çünkü o Kur'an-ı Kerim’deki hakikatleri bize en
iyi öğretecek olan, bizzat kendisine kitap gelen şahıstır.
Bilgi, karşılaşılan her kültürle,
ilerleyen zamanla ve farklı düşüncelerin katkısıyla eklenerek büyür,
zenginleşir. Dolayısıyla her konudan, her bilimden parçayı içinde barındırır.
İslamın gelmesiyle onu anlama ihtiyacının doğması farklı ilim dallarının oluşmasını
sağlamıştır. Ancak bu yapılırken ne var olan kültür birikimi hiçe sayılmış ne
de zamanla oluşan yeni ilimlere sırt çevrilmiştir. İşte bu tavır, gelişme
yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Bunun gibi bilginin bütünselliği göz ardı
edilmeden yapılan her ilim de gelişmeye açık olacaktır.
KAYNAKÇA
KUR’AN-I KERİM
CERRAHOĞLU, Prof. Dr. İsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ank. b.t.yok.
DEMİRCİ, Prof. Dr. Muhsin, Tefsir Tarihi, M. Ü. İlahiyat Fakültesi
Vakfı Yayınları, İst. 2008.
FARKUÎ, İsmail Râci-Luis Lâmia, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan
Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014.
KARAMAN, Hayreddin, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, Ensar
Neşriyat, İst. 2008.
KOÇYİĞİT, Talât, Hadis Usûlü, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, Ank. 1993.
NASR, Seyyid Hüseyin, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan
Yayınları, İst. 1989.
[1]
Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve ilim, çev.
İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989, s.13.
[2]
İsmail Râci
Farukî-Luis Lâmia Farukî, İslâm Kültür
Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi,
İst. 2014, s.271.
[3]
Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.3.
[4]
Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.4.
[5]
Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.14.
[6]
Farukî, İslâm Kültür Atlası, s.272.
[7]
Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, M.Ü.
İlahiyat Vakfı Yayınları, İst. 2008, s.26.
[8]
Talât Koçyiğit, Hadis Usûlü, A.Ü.
İlahiyat Vakfı Yayınları, Ank. 1993, s.15.
[9]
53. Necm, 4.
[10]
4. Nisa, 59.
[11]
3. Âl-i İmrân, 31; 4. Nisa, 80.
[12]
Hayreddin Karaman, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, Ensâr Neşriyât, İst. 2008, s.32.
[13]
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. b.t.yok, s.210.
Ahmed OBAID
Doktora Öğrencisi no / 13922724
Bahar Dönemi 2015
Bilginin bütünlüğü
ابتدأت العلوم الإسلامية بالقرآن، فالقرآن هو مصدر العلوم، وهو المنطلق الأول لنشأة العلوم الإسلامية التي تركزت حول دراسة القرآن وتوثيقه وحفظه وتفسيره وبيان إعجازه ومعرفة الناسخ والمنسوخ منه، والمحكم والمتشابه والأحرف السبعة، والقراءات الثابتة الصحيحة ووجوه بلاغته وفصاحته، ودراسة مفرداته ومعانيه.
ولم تكن هناك علوم مدونة بالمفهوم العلمي الذي عرف فيما بعد، فقد كانت اللغة تعتمد على السليقة العربية السليمة، فما استعمله العرب في كلامهم المنثور والمنظوم فهو حجة، وكان الأمر ميسرا، ولم يكن التدوين منتشرا إلا في نطاق ضيق، وكانت الأمية سائدة، ولم تتجه اهتمامات العرب في الجاهلية إلى التوسع في مجال العلوم، واقتصرت اهتماماتهم على لغة العرب التي كان شعراء الجاهلية يتفاخرون بإجادتها والتعبير عنها وبيان فصيحها.
ولما نزل القرآن كان معجزة النبي صلّى الله عليه وسلم، وتحدى الله العرب به، وعجز العرب عن الإتيان بمثله، بل عجزوا عن الإتيان بآية من آياته، ووقفوا مذهولين حائرين، يدرسون الظاهرة القرآنية في إطارها العام، ولا يجدون جوابا شافيا لتساؤلاتهم سوى التسليم بعظمة القرآن، وبأنه كلام الله.
وتوجهت الأنظار إلى هذا القرآن، باحثة عن معانيه، دارسة أسلوبه، مستخرجة منه قوانين اللغة، مدونة تاريخه، نزولا وكتابة وحفظا وجمعا، مسجلة أوجه قراءاته، محددة ما يجوز منها وما لا يجوز، معتمدة في ذلك على ضوابط ومعايير علمية موضوعية.
ما أعظم تلك البداية.
كتاب الله هو المنطلق.. ومواكب العلماء تلتف حول نصه، باحثة عن معانيه، مدونة تاريخه، مفسرة مفرداته اللغوية، مبينة أوجه الفصاحة والبلاغة فيه. وتتلاحق المواكب والأجيال، كل جيل يضع لبنة في صرح هذا التراث العلمي العظيم، معليا بها ذلك الصرح، مضيفا إلى جهود العلماء السابقين إضافة جديدة، في رحلة موفقة من جاهلية قاتمة المعالم، ضيقة الأفق قليلة العطاء إلى حضارة منيرة مشعة، وجدت في المعرفة امتدادها، وضاعفت بفضل الإسلام عطاءها، وتنافست عواصم الإسلام في رفع منارة العلم، وتزاحمت مواكب العلماء تغذي الفكر الإسلامي وتثري مدارسه
TAADDÜD-TAAHHÜR
(Veya Fetanet-i Nebi – Hikmet-i Hüda)
Tefsir ilminin
ilgilendiği birçok problem mevcuttur. Nüzul sebebi ve anlam ilişkisi bağlamında
çözülmesi veya anlaşılır bir hale getirilmesi gereken problemlerden Taaddüd ve
Taahhür bu ilmin uğraşılarından bazılarıdır. Meseleyi önce tanımlamak ve daha
sonra da örneklerle izah etmeye çalışmak gerekmektedir.
1. Taaddüt: Sebebin
Taaddüdü, (yani birçok sebebe karşın bir ayetin nüzulüne denirken), Nüzulün
Taaddüdü, (yani birkaç ayet bir sebebe binaen nazil olmuştur) olmak üzere iki
kısımdan söz etmek mümkündür.[1]
İster sebebin taaddüdü,
ister nüzulün taaddüdü olsun bunları ayırmadan taaddüt meselesini bir örnek muvacehesinde
incelemeye çalışalım.
“Ceza
verecek olursanız, size verilen cezanın misli ile ceza verin. Sabrederseniz
elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır.”[2]
Bu ayet büyük
çoğunluğa göre uhud savaşının akabinde inmiştir.[3]
Tirmizi’ye göre de Mekke’nin fethinden sonra inmiştir.[4]
Müfessirlerimiz iki
sahih rivayet arasından birini tercih edemedikleri için taaddüt kavramıyla
problemi çözmeye çalışmışlardır. Bu kavram ortaya atılınca ister istemez kabul
edenin yanında reddedenler de olduğundan Kur’ân ilimleriyle uğraşanlar bu
konuda ikiye ayırılmıştır.
Bir kısmı taaddüdün
varlığını kabul etmeyerek bir kısım maddeler ileri sürerek görüşlerini akıllarına
güvenerek ispat etmeye çalışmış ve taaddüdün reddine ilişkin maddelerini şu
şekilde sıralamışlardır;
1- Hâsılı tahsil etmek olduğundan,
2- Mekke’de inen ayetin Medine’de de inmiş olması gerektiğinden,
3- Cibril, her gelişinde Hz. Peygambere daha önce nazil olmamış ayetleri
getirmekte olduğundan, aynı ayeti getirmesine gerek kalmadığından dolayı kabule
şayan bir görüş değildir.” şeklinde üç madde öne sürmüşlerdir.
Buna mukabil taaddüdün varlığını kabul edenler de kabul etmeyenler gibi
akıllarına güvendiklerini ispat edercesine varlığını ispat etmeye çalışmışlar
ve şöyle cevap vermişlerdir.
1- Taaddüdün varlığı bilineni bilmenin yararı yoktur anlamına gelmeyerek bazı âlimler
faydalarından bahsetmişlerdir.[5]
2- Mekkî ve Medenî olma gibi bir zaruret ortaya çıkma zorunluğu yoktur,
3- Cibril’in her geldiğinde yeni ayetler getirmesi gereklidir diye bir şart
öne sürülemez” şeklinde üç madde ve itiraz öne sürdükleri görülmektedir.
Nahl 16/126. Ayet hakkında Mahmut Zalt’ın İfadelerine ve aktarılan iki
rivayetin sahihliğine değinmek suretiyle “bu iki rivayet arasında bir olgu
olarak işlenen duyguyu, benzeri hadislerin cereyan ettiği her zaman ve zeminde
görmek mümkündür. Binaenaleyh nüzulün tekrar etmesi için bir sebep söz konusu
değildir.”[6]
şeklinde sonuca varılabilir. Gerek kabul edenler ve gerekse reddedenler olsun
bu gibi görüşleri ispat ve ret açısından değerlendirmiş ve anlayış güçlerine de
güvenerek problemin üzerine gitmiş olmaları takdire şayandır. Ancak Hz. Peygamberin aklını/zekasını
hesaba katmadan bu en önemli bir meseleyi dile getirmeleri ise kınanması
gereken bir durum olduğunu da vurgulamak gerekir. Halbu ki taaddüdün varlığını
savunmak peygamber aklına en başta güvenmemek demektir diyerek bundan başka
madde yazmadan mesele izah edilebilirdi. Zira yüce Allah, “biz sana
okutacağız ve sende unutmayacaksın”[7]
diye birçok ayetle peygamberin aklına, zekasına ve hafızasına güvenerek
peygamberin fetanet sıfatına dikkat çekmiştir. “Taaddüdü savunanlar,
taaddüdün olmasına bir engel yoktur.”[8] diyenlere
karşı bizim söylememiz gereken şudur; “yani yüce Allah bir olay hakkında bir
ayet indirecek ve daha sonra başka bir benzer olay olduğunda da hazreti
peygamber iki olay arasında bir ilişki kuramayacak kadar akıl ve zekasını
çalıştıramayacak olduğundan yüce Allah “sen iki olay arasında ilişki kuracak
kadar zekanı çalıştıramayacağından ben sana aynı ayeti tekrar indireyim mi
demek istiyor ki taaddüde gerek olsun.” Oysa buna en büyük engelin peygamberin
hafızası olduğunu görüyoruz. Taaddüd olayında; “ne unutkan adamsın! Daha önce
benzer meseleler ve sebepler muvacehesinde indirdiğimiz ayeti al sana bir daha
indirelim!” anlayışının önüne geçilerek son nokta konulmalıydı. Bu tutum
peygamberin aklına güvenmemek ve olayları analiz edebilecek yetiye sahip
olmamakla suçlamak anlamına geldiğinden taaddüdün varlığı asla kabul edilemez
denerek sonuçlandırılması daha isabetli olacaktı.
2. Hükmün
Veya Nüzulün Taahhürü (Ertelenmesi)
Bu konuda ilk söz eden İmam Zerkeşi’dir. Daha sonra İmam Suyuti de Zerkeşi’yi
takip ederek bu konuyu incelemiştir. Zekâtla ilgili ayetlerin Mekkî olduğu,
ancak hükmün Medine döneminde uygulanmasını özellikle örnek olarak
gösterdiklerine değinilmiştir.
b- Taahhür: olayını ayetin önce inmesi, hükmünün ise
daha sonra uygulanması olarak ele aldığımızda bu olayı dile getiren Zerkeşi ve
Suyuti’den bahsedilmekte ve Mennau’l-Kattan, bu konuda ki görüşlerine ulumu’l
Kur’ân kitapları değinmektedir. Zerkeşi’nin verdiği örneklerle taahhürda ki
hikmet şu ihtimallerle dile getiriliyor:
“ a- Ayet, birçok manayı ihtiva edebilir,
b- ihbar sığası ile gelecekte vuku bulacak bir olayı
haber veren bir üslupta bulunabilir.” denerek kamer 54/45.
Ayet örnek olarak gösterilmektedir. Taaddütte olduğu gibi Bu görüşe de itiraz
edilmektedir: “halbuki bir anlayış ve yorum söz konusudur. Hz. Peygamber
istidlal ve istişhad amacıyla bir ayeti tilavet buyurmuşsa ve ayetin nüzulü ile
bu hadise arasında bir zaman farkı varsa hemen taahürden bahsedilmiştir.”[9]
Haklı olarak böyle bir itiraza yer verilebilir. Ancak yukardaki iki âlimin
dikkatlerinden kaçan en önemli unsurun yüce Allah’ın hesapla ve hikmetle iş
yapmasını dikkatlerinden kaçırmalarıdır.[10] Oysa
taaddütte olduğu gibi burada da en önemli olan itirazın hikmetli iş yaptığının
göz ardı edilmesidir.
[1] Zerkeşi, ibn Teymiyye ve Suyuti gibi alimler taaddüdün
varlığını kabul etmektedirler. Serinsu, s.
98.
[2] Nahl 16/126
[3] Taberi 17/322
[4] Tirmizi 4/362
[5] a) cenabi hak kullarına tenbihatta bulunma,
b) ayetin muhtevasına dikkatleri çekmek,
c) adalet ilkeleri doğrultusunda amel
etmeye tenbih ve teşvik
d) yüce Allah’a güvenip, dayanma gibi
faydaları vardır.menahilu’l-İrfan, I/114; Serinsu, s. 157.
[6] Serinsu, s. 153-155.
[7] Â’la 87/6
[8] İbni Hacer, Fethu’l-Bari, VIII. 450; İmam Suyuti,
el-İtkan, I.106.
[9] Serinsu, s. 162.
[10] Bakara 2/129; yaklaşık 97 yerde yüce Allah’ın planlı,
programlı ve hikmetli iş yaptığına değinilmiştir.
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
İslam Dini her zaman bilgiyi öncelemekte ve değer vermektedir. Bilgi ibadetle eşdeğer ve övgüye layıktır. Hz. Muhammed a.s. vahiy almaya başladıktan sonra, İslam dini iki kaynağa vahiy ve akla dayanmıştır. Bu sebeple Kur’an- Kerim’in pek çok yerinde bilgiye ve akletmeye vurgu yapılmıştır.“Kıraat” anlamını düşünerek ve anlayarak, hissederek okuma demektir. Kur’an “çok okunan metin” anlamıyla öncelikle Müslümanlardan, sonrasında da bütün insanlardan kendisini düşünerek, anlayarak ve hissederek okumalarını istemekte ve beklemektedir. Alak suresindeki ilk emir de anlayarak düşünerek okumayı emreder. Zümer Suresinde "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” denilerek bilgiye, okumaya özel bir vurgu yapılmıştır ve Hz. Peygamber(sav) ‘e “Rabbim benim ilmimi artır” diye dua edilmesi emredilmiştir. Kur’an’ın açıklanması için geliştirilen disiplini tefsir olarak adlandırmaktayız. Tefsir ilmi ayetlerin indirildikleri zaman kastettikleri anlamları ortaya koyan bir ilimdir. Tefsir ayetlere açıklama getirirken birçok farklı ilimden yararlanmaktadır. Bunlar arasında hadis, tarih, dil bilimleri, fıkıh usulü, sosyal ve fen bilimleri sayılabilir. Tefsir yöntemi gereği dil bilimi kullanır.Bunun için Kur’an’ın kullandığı Arapçanın bilinmesi gerekir. Ayrıca Kur’an’ın doğru anlaşılması için onun indiği ortamın tarihî koşullarının bilinmesi gerekir. Tefsir ilmi de işte ayetlerin anlamlarını bu dil ve tarih malzemelerinin elverdiği ölçüde doğru bir şekilde ortaya çıkarır. Hadisten, Peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaları ve ayetlerin indiği koşulları öğrenmek için yararlanır. Hadis rivayetleri ayetlerin sebeb-i nüzul bilgilerini, ayetlerin iniş sırasıyla ilgili olarak nâsih ve mensuh bilgilerini ve doğrudan ayetlere açıklama getiren rivayetleri ve kıraat bilgilerini bize sağlamaktadır.
Sonuç olarak bu
bilgilerden İslam bilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını
görmekteyiz. Görüldüğü gibi bilgi, ilim, bilim diye adlandırdığımız disiplinler
bir bütündür ve ancak bir bütün olarak incelendiğinde doğru sonuca ulaşılabilir.
Sema YİĞİT
14952706
Birleşik Doktora
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
İslam Dini her zaman bilgiyi öncelemekte ve değer vermektedir.
Bilgi ibadetle eşdeğer ve övgüye layıktır. Hz. Muhammed a.s. vahiy almaya
başladıktan sonra, İslam dini iki kaynağa vahiy ve akla dayanmıştır. Bu sebeple
Kur’an- Kerim’in pek çok yerinde bilgiye ve akletmeye vurgu yapılmıştır.
“Kıraat” anlamını düşünerek ve anlayarak, hissederek okuma
demektir. Kur’an “çok okunan metin” anlamıyla öncelikle Müslümanlardan,
sonrasında da bütün insanlardan kendisini düşünerek, anlayarak ve hissederek
okumalarını istemekte ve beklemektedir. Alak suresindeki ilk emir de anlayarak
düşünerek okumayı emreder.
Zümer Suresinde "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” denilerek
bilgiye, okumaya özel bir vurgu yapılmıştır ve Hz. Peygamber(sav) ‘e “Rabbim benim ilmimi artır” diye dua edilmesi
emredilmiştir. Kur’an’ın açıklanması için geliştirilen disiplini tefsir
olarak adlandırmaktayız. Tefsir ilmi ayetlerin indirildikleri zaman
kastettikleri anlamları ortaya koyan bir ilimdir. Tefsir ayetlere açıklama
getirirken birçok farklı ilimden yararlanmaktadır. Bunlar arasında hadis,
tarih, dil bilimleri, fıkıh usulü, sosyal ve fen bilimleri sayılabilir. Tefsir
yöntemi gereği dil bilimi kullanır.Bunun için Kur’an’ın kullandığı Arapçanın
bilinmesi gerekir. Ayrıca Kur’an’ın doğru anlaşılması için onun indiği ortamın
tarihî koşullarının bilinmesi gerekir. Tefsir ilmi de işte ayetlerin
anlamlarını bu dil ve tarih malzemelerinin elverdiği ölçüde doğru bir şekilde
ortaya çıkarır. Hadisten, Peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaları ve
ayetlerin indiği koşulları öğrenmek için yararlanır. Hadis rivayetleri
ayetlerin sebeb-i nüzul bilgilerini, ayetlerin iniş sırasıyla ilgili olarak
nâsih ve mensuh bilgilerini ve doğrudan ayetlere açıklama getiren rivayetleri
ve kıraat bilgilerini bize sağlamaktadır.
Sonuç olarak bu
bilgilerden İslam bilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını
görmekteyiz. Görüldüğü gibi bilgi, ilim, bilim diye adlandırdığımız disiplinler
bir bütündür ve ancak bir bütün olarak incelendiğinde doğru sonuca ulaşılabilir.
BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ
Zekariya EFE
14922723
Doktora
Yüce Allah, iradesini kullanabilen
bir varlık olarak insanı yaratmıştır. İnsan annesinden doğduğunda hiçbir şey
bilmez. İnsanoğlu kalbi tertemiz, beyni bomboş, hayat sayfaları çiziksiz bir şekilde dünyaya gelir. Bu durumu yüce
Allah şöyle ifade eder:
وَاللّهُ اَخْرَجَكُمْ
مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لاَتَعْلَمُونَ شَيْئاً وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ
وَاْلاَبْصَارَ وَ الْاَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (78)
“Allah, sizi hiçbir şey
bilmez halde analarınızın karınlarından çıkardı. Şükredesiniz diye size İşitme
(kulaklar), gözler ve kalpler verdi.”[1]
İnsanın anlama ve idrak etme duyusu (aklı) boş bir levha gibidir. İnsanoğlu bilgilerini ona ihsan
edilen duyma, görme ve anlama duyularıyla elde eder[2] ve sonradan
kazanır. İşte burada elde edilen bilginin sağlıklı olabilmesi için bir takım
etkenler devreye girmektedir. Müslümanlarda olduğu gibi her toplumda bilgi
önemlidir. Bilginin varlığında sağlıklı bir sonuca ulaşmak, sağlam bir bilgi
elde edebilmek için malumat çok önem arzetmektedir. Burada karşımıza “bilgi
nedir, malumat bilginin oluşmasında nasıl bir etkiye sahiptir” şeklinde
cevaplamamız gereken iki soru çıkmaktadır.
Bilgi; ilmin tanımı insanların farklılıkları göze alındığında çok
farklılık arzetmektedir. Zira tanımda insanın mezhebi, meşrebi, dini,
sosyokültürel yönü, çevresi ve daha sayamayacağımız birçok neden etkili
olmaktadır. Sübjektif bir tanım ortaya koymak her ne kadar zor olsa da
insanların en azında şu kadarında hemfikir olduklarını söyleyebiliriz; “Bilgi,
herhangi bir şeyi birtakım verilerle tanımak veya verilerden yararlanarak
kişinin nesnelere yüklediği anlamdır.” Sözlük anlamı olarak baktığımızda şu
şekilde tanımlamakta mümkündür; Bilgi:
Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.
İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili.[3]
Kur’an’a göre bilgi özel bir alana yerleşerek vahiy olarak
karşımıza çıkmaktadır.[4]
Zira buradaki ilim, zannın, tutarsız ve sahte bilginin zıddı olup şüphelerden
arınmış, sağlam ve kesin bilginin adıdır.[5]
Müslümanlar, öğretilerini vahyin çerçevesinde biriktirmeye başlamakla bilginin
dar manası olan vahiyle bilgiyi birbirinden ayırarak vahiy, vahiy olarak
kalırken; bilgi, vahyin çerçevesinde genişleyen bilginin adı olarak biraz daha
genellemeye başladı. Böylece bilgi özel anlamdan genele doğru yürüdü.
Bu varlık içerisinde olan biteni ve var olanı tanıyabilme yeteneği
insanoğluna verildiğini yukarıda ki ayeti kerime de ifade etmektedir. Burada
bir başka husus daha vardır ki o da insanın, vahiy gerçekliğinin insana
kazandırdığı hakikati sağlıklı bir şekilde zandan uzak durarak gerçek bilgiyi
elde etmesidir. Bu da ancak sağlam malumatı elde etmekle mümkün olacaktır. İşte
tam burada bilgi bütünlüğü devreye girmektedir. Bilgi bütünlüğünü iki şekilde
anlamamız mümkündür.
a)
Bilgi
bütünlüğü denince, bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin
hiçbir şekilde değişikliğe uğramadan korunması durumu olarak anlaşılmaktadır.
Bu kısmı bizim kültürümüzün ilk devrelerinde şifahi ve kısmen tedvin edilerek
iletilen rivayet ilminde yer bulmaktadır.
b)
Diğeri
ise bir konuyu anlamak, yorumlamak, sağlıklı bir şekilde
sonuca varmak için gerekli olan kuşatıcı bir bilgiyi dikkate almaktır.
Sözgelimi esbab-ı nüzulü dikkate almadan hatta esbab-ı nüzulün tenkit ve
tasnifini yapmadan Kur’ân ayetlerini anlamak sağlıklı sonuç doğurmadığı gibi
bazı problemlerini de beraberinde getirmesi mümkündür.[6]
Zira Allah, bu dini beşeriyetin fıtratına yerleştirmekle kalmamış onu
anlayabileceği kabiliyet ve imkânlarla donatmıştır ki sağlıklı bir bilgi elde
edebilsin.[7]
Bu yeteneklerle insan, bütün alanlarda ve herhangi bir ilimde, bütün
prensip ve ilkeleri tüm dalları da göze alarak kavraması mümkün olabilmektedir.[8]
Son zamanlarda dile getirilen konulu tefsir çalışmaları bilgi bütünlüğü
açısından dikkate şayan bir çalışma olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ancak
bu çalışmaya özellikle hadis ve İslam tarihi yanında diğer ilimlerinde
incelenmesi bütünlük açısından sağlıklı bir sonuç verebilmesi mümkün olabilmektedir.
Tarihi seyir içerisinde İslam dininin
Müslümanlara bıraktığı maddi ve manevi miras, bilgi bütünlüğünün
gerçekleştirilmesinde yüz yıllardır okutularak insanlığın hizmetine
sunulmuştur.[9]
Bu hizmetlerden yararlanılarak parçacı yaklaşımdan uzak durulmalıdır ki,
bütünsel yaklaşımla daha sağlıklı bir sonuç alınabilsin. Bunu güzel bir örnekle
anlatmaya çalışalım. Sütun gibi bir bacağa, geniş bir kulağa, kısa bir kuyruğa,
uzun bir hortuma veya kocaman bir gövdeye bakılarak bir tanıma sağlıklı bir
şekilde ulaşılması mümkün değildir. Bu barçalardan her hangi birisine bakılarak
sağlıklı bir fil anlayışı ortaya çıkmaz. Ancak parçalar bütünleştirilip bir
bütün halinde bakıldığında neticenin sağlıklı olması mümkün olacaktır. Bütün
ilimlerde sağlıklı bir sonuç elde edebilmesi bu bütünlük ve çerçevede ele
alınmasıyla ve en sağlıklı sonuçlara ulaşılabilmesi de bu bütünlük ve
çerçeveden bakılmasıyla mümkün olabilmektedir.[10]
Bütün ilimlerde olduğu
gibi Kur’ân’ın anlaşılmasında da Bilgi Bütünlüğü çok önem arzetmektedir. Tabi
bunun olumsuz yönü ise ilimlere dalarak anlam kaymasına neden olmasıdır. Bu
nedenle bunun en doğal yolu vahyin nazil olduğu sosyolojik ortamı, toplumsal
yapıyı, o dönemde yaşayan insanların psikolojik durumlarını, ayetlerin
nüzul sebeplerini, o dönemin tarihini, ayetlerin tefsir rivayetlerini ve kuran
ilimlerini bir bütün halinde iyi bilmek ve değerlendirilmekten geçmektedir.
Günümüz müfessirleri için çok sayıda birikim ve kaynak malzemelerin mevcudiyeti
bilgi bütünlüğü için bir avantaj olsa da tamamını inceleme imkânı olmaması ve
vakit yetersizliği gibi bir dezavantajın olduğunu da unutmamak gerekir.
والله اعلمُ با لصواب
Kaynaklar
Bilgiz, Musa, Kur’ân’da Bilgi, İnsan Yay. İstanbul, 2003.
Faruki, İsmail Raci, Luis Lamia Faruki, İslam kültür Atlası,
İnkilap yay., İstanbul, 2014.
Izutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Allah ve İnsan, Çev, Süleyman Ateş,
Yeni ufuklar Neş. İstanbul, tsz.
Nasr, Seyyid Hüseyin, İslam ve Bilim, İnsan yay., İstanbul, 2006.
Serinsu, Ahmet Nedim, Kur’ân ve Bağlam, Şule yay., 2012.
Türkçe Sözlük, “Bilgi” TDK Yayınları, Ankara, 2011.
[1]
Nahl, 16/78
[2] Bu üçü, Maturidi kelamında bilginin
kaynakları olarak sayılır.
[3]
Türkçe Sözlük, “Bilgi” TDK Yayınları, Ankara, 2011.
[4]
Bakara, 2/145.
[5]
Musa Bilgiz, Kur’ân’da Bilgi, İnsan Yay. İstanbul, 2003; Toshihiko
Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, Çev, Süleyman Ateş, Yeni ufuklar Neş.
İstanbul, tsz, s. 55-58.
[6]
Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule yay., 2012, s. 18.
[7]
İsmail Raci Faruki, Luis Lamia Faruki, İslam kültür Atlası, İnkilap yay.,
İstanbul, 2014, s., 132.
[8]
Faruki, s., 132.
[9]
Seyyid Hüseyin Nasr, İslam ve Bilim, İnsan yay., İstanbul, 2006, s., 19.
[10]
Serinsu, s., 60.
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Durmuş Erdal Atak
NO: 14922720
BAHAR DÖNEMİ 2015 doktora
Bilginin Bütünlüğü
Konumuza başlarken bazı kavramları açıklamak yararlı
olacaktır. ‘’bilgi’’ deyince ilk akla gelen nedir? ilim, İslami ilimler,
Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin faydalı olacağı
kanaatindeyiz.
Sözlükte bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin
bütünü, bili, malumat. Öğrenme ve araştırma yolu ile elde edilen gerçek,
vukuf.
Felsefede bilginin tarifi; genel
olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler.
Bilimde ise; kurallardan
yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]
İlim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, bilme, biliş, haber. Sözlükler
de ilimle Bilim eşdeğer aynı manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu
mısralarında olduğu gibi:
" İlim ilim bilmektir,
ilim Kendin bilmektir." [2]
İlimler, genel bir tasnife göre ikiye
ayrılır:
a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.
b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.
İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü
Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri
ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve
ulûm-i insâniyye) (3)
İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an, Tefsir,
Belagat, Fıkıh, Hadis, Siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam
sosyolojisi vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir
dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu
çok rahat anlayabiliriz. Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında
ayet vardır.(bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/
nahl;43)
Terim İse; Bir bilim, sanat,
meslek dalıyla veya bir konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı
karşılayan kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.
Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları,
Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya
yarayan bilim dalının adıdır.
Kavram; Bir nesnenin veya
düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, konsept, nosyon.
Felsefede Kavram: Nesnelerin veya
olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel
tasarımdır. (4)
Genel bir bakış açışı ile kavram:
Bir var olanı diğer var olandan ayıran seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir
kavramın seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.
Kavramlar net olarak tarif edilirse
birçok karışıklık giderilir. Veya hiç ortaya çıkmaz.
Bütün detaylı tanımlardan sonra
meseleyi konumuz olan ‘’ bilginin bütünlüğü’’ genelinde ama islami bilginin
bütünlüğü özelinde toparlayarak özetlemeye çalışacağız.
İlk insandan beri insanoğlu
varlığını, her asrın, belki her yılın kendine göre yeniliklerle geldiği bir dünyada
sürdürüyor. Yüce yaratıcı insanı ve muhatap olduklarını devamlı canlı ve
hareketli olacak şekilde inşaa etmiş. Geçmiş zamanlara göre günümüzdeki insanlar,
her gün daha çok bilgiye, daha farklı yöntemlerle, sesli, görüntülü,
elektronik, basılı, internet vb. ulaşmaktadırlar. Hayat adeta artık böyle kaim
olabilmektedir. Her gün okumak durumunda kaldığımız yazışmalar, e-postalar,
raporlar, dinlemek ve cevaplamak zorunda kaldığımız diyaloglar, telefonlar bu
bilgilere örnek olarak gösterilebilir. Bütün bu faaliyetler sonucunda insanlar,
yoğun bir bilgi yüklemesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu bilgi bombardımanı
altında insan için en büyük sorun kendileri için doğru bilgiye zamanında ulaşıp
onu bir bütünlük içerisinde kullanabilmesidir.
Bilgi aslında, işlenmiş bir
“veri” dir. Veri, olguların harf, sayı, renk gibi sembollerle ifade edilmesi
iken, bilgi, herhangi bir konu ile ilgili verilerin bir araya gelmesi ile oluşan
açıklayıcı ifadeler bütünüdür. Örneğin; Ahmet, 1976, Ankara gibi ifadeler veri
iken, bunların kullanıldığı “Ahmet, 1976 Ankara doğumludur.” şeklinde bir ifade
bilgidir.
Elde edilmiş bilgi başka bilgiler
için veri olabilir ve olmalıdır. Herhangi bir karar verici, bazı verileri bir
bütünlük içerisinde işlem sürecinden geçirerek bilgi haline getirirken, bir
başka karar verici ise önceki aşamada ortaya çıkan bilgiyi veri olarak kullanır
ve kendi sürecinden geçirerek kendine uygun yeni bir bilgi haline getirir.
Örneğin yukarıdaki bilgiden faydalanacak olursak Ahmet objesinin 1980 yılında 4
yaşında olduğunu daha önce elde edilen bilgiye dayanarak söyleyebiliriz.
Yukarıdaki örneği bir süreç olarak düşündüğümüzde bilginin kökeninin işarete,
işaretlerin oluşturduğu veriye, verilerin bir araya gelmesiyle enformasyona
ulaşıldığı söylenebilir. Bu süreçten sonra, elde edilen enformasyona
dayanılarak insanın işine yarayacak bilgiye ulaşılır.
Bilgiler, geçmişe ve şimdiki
zamana ait olabileceği gibi geleceğe ait de olabilir. Sonuç itibariyle bilgi,
kullanıcısının ihtiyacını karşıladığı sürece bir anlam ve değer ifade eder. O
halde bilgi, ihtiyacı karşılama açısından bakıldığında, anlaşılır ve
kullanılabilir olmalıdır. Bilginin bütünlüğü açısından biraz daha detaylandırarak
meseleye bakacak olursak bilgi, gerekli olanların daha sonraki kullanımlar için
saklanması ve üzerinde işlem yapılarak fiilen kullanılması sırasında ortaya
çıkan verilerin, işlenerek faydalı ve anlamlı hale getirilmiş sonuçlarıdır.
Bilgi karar vericinin
belirsizliğini azalttığı oranda değerli olacaktır. Bilginin değeri karar
verilecek sorunun önemi ile de yakın ilişki içindedir. Her ne kadar soruna ve
karar ortamına göre istenilen bilgiler farklılık gösterirse de, hepsi için
geçerli olan ortak özellikler vardır. Buna göre bilgi; doğru olmalı, tam
zamanında, eksiksiz ve yerinde olmalıdır.
Yanlış alınan bilgiler yanlış
kararlar verilmesine yol açacağından doğruluk bilgide aranması gereken en
önemli özelliktir.(13) Hele bütün bunları İslami bilgi için düşünecek olursak,
fıkıh, hadis, tefsir vd. dini ilimlerin yerinde ve yeterince kullanılmaması,
inanan insanın hayatını sıkıntıya sokacaktır. Bu manada Müslüman ilim
adamlarının bilginin bütünlüğü içerisinde, ihtiyaç ve zaruret kadar bilerek yaşaması
ve hareket etmesi gerekir. Dini saha diğer bütün alanlardan daha çok bütünlüğe
ihtiyaç hisseder, çünkü bütünü Kur’an ve sünnet ’in açılımıdır.
Sonuçta bilgi, bir çaba ve öğrenme
ile edilen malumata deniliyor. İnsan yaşarken hayatın kendi tabii seyrinde,
örneğin çocukların öğrenmesi de bir öğrenme, bilgilenme çeşididir. Bilgi ancak
akıl sahiplerinde bir anlam ifade eder. Onun için Kur’an’ı Kerim, akıl
sahiplerini düşünmeye davet eder. "Bakmazlar mı?" (Gâşiye Sûresi:
88:17.)
2- "Bakınız" (Âl-i İmrân Sûresi: 3:137.); (Nahl Sûresi: 16:36.);
(Neml Sûresi: 26:69.); (Ankebut Sûresi: 29:20.); (Rûm Sûresi: 30:42.)
3- "Onlar hiç düşünmezler mi?" (Nisâ Sûresi: 4:82.); (Muhammed
Sûresi: , 47:24).
4- "Hâlâ düşünmez misiniz?" (En'âm Sûresi: 6:80.); (Secde Sûresi:
32:4.)
5- "Düşünün." (Sebe' Sûresi: 34:46.)
6- "Farkında değiller." (Bakara Sûresi: 2:9); (Âl-i İmrân Sûresi:
3:69); (En'âm Sûresi: 6:26, 123); (Nahl Sûresi: 16:2.)
7- "Aklını kullanıyorlar." (Bakara Sûresi: 2:164;) (Ra'd Sûresi:
13:4;) (Nahl Sûresi: 16:12, 67); (Hac Sûresi: 22:46); (Furkân Sûresi: 25:44);
(Ankebût Sûresi: 29:35); (Rum Sûresi: 30:24, 28); (Câsiye Sûresi: 45:5.)
8- "Aklını kullanıp anlamazlar." (Bakara Sûresi: 2:170, 171);
(Mâide Sûresi: 5:87, 103); (Enfâl Sûresi: 8:22); (Yûnus Sûresi: 10:42, 100);
(Ankebût Sûresi: 29:63); (Zümer Sûresi: 39:43.)
9- "Biliyorlar." (Bakara Sûresi: 2:75.) (Kur'an'da 32 yerde
geçmektedir.)
10- "Bundan ibret alın, ey basiret sahipleri!" (Haşir Sûresi:
59:2.)
11- ey akıl sahipleri, ibret alınız!
.Allah, akıl sahiplerini muhatap alır, mükellef kılar ve hesapta sorumlu
tutar.
“Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Prof. Dr.
Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe
denir. Yani sahip olunan birçok konuyla alakalı bilgilerle bir sonuca
varabilmektedir. Bilgi sonuca götüremiyorsa tam öğrenilememiş eksiklikler var
demektir.
Bütünlük kelimesi ‘’ tam, eksiksiz,
parçalanmamış, parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı
anlamını ifade eden’’ bütün kelimesinden türemiştir. Bütünlük sözcüğü,
bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan
anlamındadır.(5)
Bilgiyi bir bütün olarak anlamak
için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam
kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile
olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli
sorunları ortaya çıkarmıştı. Sahabe döneminin sonlarına doğru İslamiyet, daha
doğrusu Kur'an-ı Kerim’in ulaştığı sınır Afrika’dan Azarbaycan’a ulaşıp, Arap
olmayan kavimler de Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara
çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh, Hadis, Kelam gibi ilim dalları İslam’ı
daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır.
İslam; tevhit inancına dayalı
7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine,
batıda Atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, İspanyada Pirene dağlarına kadar
uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanç, gelenek ve
göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Neticede
İslam medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis
Müslüman olmuş; Arap, Türk, Fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir
medeniyettir. Anlaşılan o ki, ecdadımız asırlarca bu kollektif şuuru iyi
geliştirmiş, ilmi bulduğu yerden ve milletten almış, Grek kültürü, Mısır anlayışı
veya Yahudi bilgisi dememiş, onu kendi mihengine vurmuş, yanlışı atıp doğrusunu
geliştirerek insanlığın hizmetine sunmuştur.
İslam medeniyetini maddi ve manevi
temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen
Kur'an ve onun sünneti, hayatı ve hadisleridir.
Maddi temelleri ise; İslam’ın
bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış
esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak
İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)
Bu ilmi çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, problemler, meselelere
bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük
aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan
Kur'an ve hadisleri anlama kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik
olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.
Bütün bu etkenler Kur'an
ilimlerinin doğmasına sebep olmuştur. Bu ilimlerin kaynağı Kur'an'dır. Çünkü
Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından
ister (bakara;2(7)
Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e
bizzat Tebliğ ve teybinle görevli olduğunu söyler.
Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok
milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir.
(Ankebut;18)
Hz. peygamberin Ümmi olduğunu
okuma yazma bilmediğini Kur'an Kendisi söyler .
الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْوَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resul’e, o okuması yazması olmayan ümmî
Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla
göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan
sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o
ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi
ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve
inançta onun arkasından gidecekler.
( A'raf ;157)
Sahabe U’Iumul Kur'ân 'ı biliyordu.
Ama bu ilimlerin disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince
ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi olarak ve soru
cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam
etmiştir. İbni Teymiyye, Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak
tanımlar. ( 8)
Dolayısıyla bilginin bütünlüğü
denince akla bütün bilimlerin giderek daha fazla alt dallara ayrılması,
ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilen bir anlayış ortaya çıkmıştır. Aslında
bilimlerin dallandırılması olumsuz bir şey değildir. Elbette, bilim ve
teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun
bütünden uzaklaştırmamasıdır. "Bütün" le olan mana münasebeti
koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında,
Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden,
müspet neticelere vesile olacaktır.
Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya
iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış
olması durumudur.(9)
Müslüman bütüncül bir
bilgi birikimine sahip olmalıdır. Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan
dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç
önem arz etmektedir. Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.
Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya,
yalnızlaşmaya, tek başına kalmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen
bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle
bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe
olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı
günümüzde ferdi bazda, gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak, ulaşılabilir zor
bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin
bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali
paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir
metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal
Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla
mümkün hale gelebilir.
Müslümanın dini kültürü de, topluluk halinde
hareket etmeyi tavsiye eder. Günümüzde tam tersi iki durumla karşı karşıya olan
bir islam alemi var, biri bilgiyi işleyememe, diğeri de bilgi bütünlüğünün
etkin reçetesi olan kollektif çalışma ruhu, olmak üzere önemli iki eksiği
bulunmaktadır. İman ve amel’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip
ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde,
“İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve
فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka
ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir.
Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek
mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”
وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً
(Nisa;126)
Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek
orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel
layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin
membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir
içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel
olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamama gibi külli terkibin cüzleri yer
değiştirmiştir.(10)
Sonuç olarak, bilgiyi yönetmekte bu gün önem
arzeden, zor bir konudur. Bilginin etkin kullanılması, belirli bir konu ile
ilgili doğru ve tam bilginin, doğru kişiye, doğru zamanda ve doğru yerde
ulaşması anlamını taşır. Bunun için bilginin yönetilmesi gerekmektedir.
Bilgi yönetiminin birçok farklı
tanımı yapılabilir. En genel tanımıyla, bilgi yönetimi hayati önem taşıyan
bilginin açık ve sistematik yönetilmesi ve bu bilginin yaratma, organize etme,
dağıtma, kullanma ve işleme süreci ile birleştirilmesidir.
Dünya'da var olan bilgi, bir
milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi
insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir payı, katkısı
olmuştur.(12)
İslami bilgi ya da Müslümanların
ilim dünyası da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, Hint ve
Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır. Müslümanların bilgisi Kur’an'ın
anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem’le başlayıp bütün peygamberlerin
vahiyle getirmesi ile oluşan vahye dayalı bir bilgiler bütünüdür.
O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.
الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون
Bunlar(vahyin ürünü olan Kur’an dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed)
Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların
hidayetine uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece
bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)
İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün
ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de
bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.
ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره
Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)
KAYNAKÇA;
-Kur'ân 'ı kerim
1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.
2- a.g.e
3-Kindî, Risâletü’l-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ
yuhtâcü ileyhi fî tahsîli’l- felsefe (Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye
içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârü’l-fik- ri’l-Arabî,
1369/1950), s. 372-3.
4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı
5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012.
S. 20-25
6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara
7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012.
S.35
8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012.
S.34
9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir
10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA
11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm
12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1
maviatlas@gumushane.edu.tr
13-https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=3&cad=rja&uact=8&ved=0CCcQFjAC&url=http%3A%2F%2Fiibf.erciyes.edu.tr%2Fguven%2Fveri%2Fbilgi_nedir.pdf&ei=chdbVeCaLoSssAGf1ID4Dw&usg=AFQjCNFZidgm3g6g2kiBvNlKTUi-ZOFxhQ&sig2=1bZQ0VaQvdRLcfMGw2umhA
Adı ve
Soyadı: ALİ AKKUŞ
Öğrenci No:
14922706 ( DOKTORA)
Dönem:
2014/2015 BAHAR DÖNEMİ
Konu: ESBAB-I NÜZUL II- 4.ÖDEV
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜNE DAİR YAKLAŞIMLAR
Bilgi nedir?
Kaynakları nelerdir? Elde etme yöntemleri ve doğruluğunun ölçütleri nelerdir?
Bilginin amacı ve değeri nedir? Gibi sorular hem batı dünyası ve hem de doğu
dünyasının üzerinde uzunca bir süredir durdukları sorulardır. Özünde
cevaplanması çok zor olan bu sorular, insanoğlunun bilgi ve bilim macerasının
da seyrini belirlemiştir. Sorulara verilen cevaplara göre ekoller oluşmuş ve
bazen de ekollere göre sorulara cevaplar verilmiştir.
Batı
dünyasında daha çok genel felsefe ve özelde ise bilim felsefesinin uğraştığı bu
sorular, doğuda ve özellikle de İslam dünyasında kelam ve İslam felsefesinin
ilgi alanına girmiştir. Batı dünyasının bilgi serüveni sadece insan aklı ve
olanaklarına dayandığı için günümüze kadar ve halen de aynı şekilde
gelişmektedir. Bu durum batıda ilerlemeci bir bilgi anlayışının
ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu açıdan bakılınca batıda bilgi geleceğe
yönelik olarak daha büyük oranda doğruya yaklaşmaktadır. Ancak, eski yunandan
başlatılan batı bilimi serüveni, bu gün ulaştığı noktaya göre öncesinden çok
daha fazla ve hatta insanı dehşete düşürecek oranlarda niceliksel artış
göstermiştir. Bu bilgi birikimi, bilginin doğal yapısından kaynaklanan
bir özelliğidir. Bu gün batı bilimi, binlerce dallara ayrılmış, her bir dal
kendi içinde yüzlerce şubelere ayrılmış ve bilimlerde ihtisaslaşma
dönemi başlamıştır. Bu ihtisaslaşma öyle oranlara varmıştır ki, bazen aynı
bilim dalındaki bilim adamlarının bile bir birini anlama olanağı kalmamıştır. Hâlbuki
batı bilimi eski Yunanlılar döneminde henüz ihtisas dallarına ayrışmamış bir
durumda ve bir bütünlük çerçevesinde işlemekteydi.
Deneysel ve doğa bilimleri genel doğa felsefesinin konuları içinde, sosyoloji,
psikoloji ve tarih gibi sosyal bilimler de insan felsefesinin içinde
değerlendirilmekteydiler. Ortaçağ ve yeniçağdaki gelişen bilgi birikimi batı
biliminde zengin bir malumat ortaya çıkarmıştır. İşte batı
biliminin ihtisaslaşarak, başlangıçtaki bütünlüğünü bozmasının temel sebebi
bilimsel bilginin zamanla birikerek zengin bir malumat haline dönüşmesidir.
Bunun sonucu olarak da her bilim kendi malumat alanında kendi yöntemleri ile
çalışmaya başlamıştır. Çeşitli uzmanlık dallarına ayrılmış batı bilimleri, bu
gün artık birleşme ve bütün halinde hareket etme imkânını kaçırmıştır. İşte bu
durum bilimlerin başlangıç ve kaynakları açısından
bütünlük oluşturup oluşturamayacağı sorununu ortaya çıkarmıştır. Gelinen bu son
nokta da batı bilimi, genel olarak, insan ve doğa bilimleri olmak üzere iki
bölüme ayrılmış ve bu iki biliminde hem metotları, hem konuları ve hem de alanları
birbirinden tamamen farklılaşmıştır. Her bilim artık kendi metodunun bağımsız
olduğunu ortay koymuştur ve kendi içindeki gelişmesini sürdürmektedir. Kısaca
söyleyecek olursak, başlangıçtaki kaynakları bakımından bir bütün
olarak ortaya çıkan batı bilimi, zengin malumatın oluşması sonucu
bir birinden ayrışarak bu bütünlüğünü kaybetmiş, yöntem, konu ve alan
bakımından kendi içinde ihtisaslaşarak tamamen bağımsızlığını
ilan etmiştir. Gelinen bu noktada ihtisaslaşan bilimlere baktığımızda, tekrar
bir geriye dönüşle bütünleşme imkânının kalmadığını söylemek pek yanlış olmaz.
Zaten bilimin, hep doğruya ve güzele doğru ilerlediğini söyleyen batı bilim
adamlarının böyle bir kaygısının da olmadığı görünmektedir.
Bakışımızı
doğuya ve özellikle İslam dünyasına çevirdiğimizde, temel farklılıklarına rağmen
benzer gelişmelerin olduğunu görebiliriz. Bu noktada en önemli fark, Müslüman
bilim adamlarının ortak ve değişmez bilgi kaynağı olan yüce kitabımız Kur’an-ı
Kerim’in bizzat kendisidir. Başlangıç noktasında, İslam bilimleri de doğuş
ve kaynakları bakımından aynı bütünlüğü doğal olarak yaşamıştır. Bu
bütünlüğün en temel kaynağı da hiç kuşkusuz Kur’an-ı Kerim idi. Bütün İslam
bilimleri Kur’an’ın verdiği sonsuz ve ilahi ilhamın birer parçası olarak zuhur
etmiş ve zaman içinde gelişerek kendi bağımsızlığına kavuşmuştur. İslami
ilimler eski yunan kadar çok eskilere gitmemektedir. Oluşum süreci vahyin
nüzulü ile başlamıştır. Nüzul dönemi bu nedenle bütün İslam bilimlerinin
oluştuğu ve Hz. Peygamberin (a.s.) uygulamaları ile de genel olarak
şekillendiği özellikli bir dönemdir. Bu dönemde bütün İslam bilimleri bir
bütünün parçası olarak meczolmuş bir şekilde ve belli bir karmaşıklık hali
içinde birlikte bulunmaktaydılar. Bu karmaşık yapı içinde bir veya birden çok
ilme rastlamak mümkündü. Bu bütüncül durumun adını daha özel bir biçimde
söyleyecek olursak, sünnet tabiri ile ifade edebiliriz. Bu
şekilde, İslam bilimleri sünnet içerisinde uyumlu ve çelişkisiz bir bütünlük
halinde birlikte işlemiş ve tarihin şahidi olduğu o büyük medeniyeti ortaya
çıkarmıştır. Tekrar vurgulayacak olursak, başlangıç aşamasında İslam
bilimlerinin bütüncül yapısı, öncelikle ve özellikle Kur’an’ın kendisindeki
bütüncüllük ve çelişkisizlik özelliği, ikinci olarak da vahyi aynıyla anlayıp
uygulayan peygamberin (a.s.) sünnetinin bütüncül ve kompleks yapısıdır. Bu
nedenledir ki daha sonraki Müslüman bilim adamları, sünnetin içinden birden
fazla ilim ve hüküm çıkarabilmişlerdir. Sahabeden hemen sonra gelen tabiin
döneminde yazılı bir hale dönüşen ve sünnetin tam bir aktarımını içeren hadisler
de aynı şekilde bu kompleks halini korumuş ve birden fazla ilmi ve
sünneti-hükmü ihtiva edebilmiştir. Bilimlerdeki bu bütünlük hali sahabe
döneminde, bütüncül bir dünya görüşünün oluşmasının zeminini de hazırlamıştır.
Sahabe-i kiram yaptıkları içtihat ve toplumsal düzenlemelerde zihinlerinde
bütüncül halde bulunan bu dünya görüşünün etkisi ile hareket etmişlerdir. İslam
bilimleri, sahabe (r.a.) döneminde de peygamber (a.s) döneminde olduğu gibi
bütüncül bir halde varlığını sürdürmüş, sadece yeni uygulamalarla kapsamını
genişletmiş ve geniş bir bilgi birikimi olarak tabiin dönemine aktarılmıştır.
Tabiin döneminde miras alınan bu bilgi birikimi, coğrafyanın genişlemesiyle
karşılaşılan diğer kültürler karşısında koruma altına alınmak için çok hızlı
bir şekilde yazıya aktarılmış, yapılan yeni içtihatlar ile de birikerek çok
geniş bir malumat haline gelmiştir. Tabiin döneminde oluşan
zengin malumat, diğer kültürlerin saldırılarına karşı cevap vermek için ustaca
kullanılmış ve aynı zamanda kendi içinde de kısmen ayrışarak ehl-i rey ve ehl-i
hadis gibi genel düzeyde ekolleri ortaya çıkarmıştır. Tabiin döneminin zengin
malumatı 2. Ve 3. Asırlara tedvin ve tasnif hareketleri ile yansımış ve
bu dönemlere damgasını vurmuştur. Tedvin hareketinin olgunlaşması ile 3. Asırda
İslam ilimleri bütün haldeki sünnetin/hadisin içinden ayrılmış ve kendi
metotlarını oluşturarak bağımsızlaşmışlardır. İşte bu nedenle, üçüncü asır
İslam ilimlerinin ayrışma ve ihtisaslaşma dönemi olarak tarihte
yerini almıştır. Gelinen bu aşama, gelişen ve zenginleşen bilgi malumatının
doğal bir sonucudur. Sonuç olarak, bu dönemde İslam ilimleri, kelam, tefsir,
hadis, fıkıh gibi temel ihtisas alanlarına ayrılmış ve tefsir alanında
rivayet-dirayet, diğer alanlarda da Eşari, Maturidi, Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli
gibi mezhep ve ekollere bölünerek ayrışma ve yöntemleşme aşamasını
tamamlamıştır.
Doğu/İslam
ve batı bilimlerini, başlangıç ve kaynakları açısından
değerlendirecek olursak, her iki bilim dünyasının benzer bir şekilde, belli bir
bütünün parçası olarak ortaya çıktığını, daha sonra gelişerek
zengin bir malumat haline geldiğini, bu malumatın ilerleyen
yıllarda daha da gelişerek bünyesindeki farklı bilimlere zemin hazırladığını ve
bu bilimlerinde zaman içerisinde başlangıçtaki bütünlükten ayrışarak, bağımsız
hale geldiğini ve sonuçta bilide ihtisaslaşma döneminin
başladığını rahatlıkla görebilmekteyiz. Ancak, her iki bilim alanına
baktığımızda çok temel farklılıkların da olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Öncelikle,
batı bilimleri bugün artık aynı bütünlüğü yakalama şansına fazlaca sahip
olmadığı gibi, ilerlemeci bilim anlayışının empoze ettiği bir kanı olarak, her
şeyin daha doğruya gittiği bir dünyada artık geriye dönmenin anlamı ve faydası
yoktur anlayışı ile sadece geleceğin planlarını yapmaktadır. Bu nedenle, batı
bilimleri geri dönülmez bir ayrışmanın çıkmazı ve bilinmezi içinde seyrine
devam etmektedir. Batının aksine olarak, İslam bilimleri her ne kadar kendi
içinde bütünden ayrılarak ihtisaslaşmış olsalar bile, halen içinden çıktıkları
bütünün bir parçası olmaya devam etmektedirler. Müslüman bilim adamları
ilerlemeci bir anlayışa sahip olmamakla birlikte, işin özü ve esası olarak,
bilimlerin geçmişine ve başlangıçtaki çıkış noktasına yani nüzul dönemine
yaklaştıkça daha doğru bir anlamanın ortaya çıkacağı konusunda
ittifak etmişlerdir. Doğruya yönelik seyir çizgisi, batı dünyasında ileriye
yönelik iken İslam dünyasında geriye yani başlangıca yönelik bir hareket tarzı
ortaya çıkarmıştır.
İslam bilim
dünyasındaki bu bütüncül anlayış, İslam bilimlerinin Hiyerarşik
yapısının önemli bir özelliği olarak da karşımıza çıkmaktadır. İslam bilimleri
kelamdan felsefe ve hadise kadar, her alanda kendi bünyesinde bu hiyerarşik
yapıyı bu güne kadar korumuştur. Öyle ki, bu yapı doğa bilimleri gibi deneysel
bilimler söz konusu olunca bile kendi varlığını korumuştur. Dolayısı ile İslam
bilimleri kendi malumatlarını geleceğe aktarma konusunda dahi
sahip olduğu bütünlük anlayışını kaybetmemiş ve gelecek nesle
aynısıyla aktarmayı başarmıştır. Daha sonra oluşan astronomi ve fizik gibi
deneysel doğa bilimlerinin İslam’ın temel dünya görüşüne dayanması bunun en
güzel ispatıdır. Hiyerarşi ilkesinin gereği olarak, Müslüman
bilim adamları, doğa bilimlerinin çatısı olarak öncelikle İslam metafizik
anlayışını kurmuşlar ve bunun altında doğa bilimlerini sıralamışlardır. Dolayısı
ile Müslüman bilim adamlarının doğa ve evren anlayışları da bütüncül İslam
bilim anlayışlarının doğal bir sonucu olmuş ve bu durum doğa bilimlerinde
oluşacak olan evren ve doğanın anlaşılmasındaki temel amaç ve hedefini de
oluşturmuştur. Dolayısı ile Müslüman bilim adamları, bilimlerin her dalında
yüce yaratıcının eserlerini ve ayetlerini anlama kaygısını gütmüşlerdir. Bu
açıdan bakılınca da İslam bilimlerinin temel amaç ve gayeleri
bakımından da bütüncül bir anlayış ve hedefe sahip
oldukları kolayca görülmektedir.
Dördüncü ve
son olarak İslam bilim anlayışındaki bütünlük sorununa bakılacak olursa, İslami
bilimlerin, ilerleyen zamanlarda her ne kadar bir birinden ayrışmış ve
ihtisaslaşmış olsalar da, bunun batı bilimlerinde olduğu gibi metot ve
hedef bakımından tam bir ayrılığın ifadesi olmadığı, aksine tek
ve bütüncül bir metodun sadece bir açılımı ve uzanımı olduğu rahatlıkla
görebilecektir. İslam bilimlerinde ortaya çıkan metot ve hedef birliğinin de en
temel sebebi, yazımızın başında da belitmiş olduğumuz gibi, her alanda
Müslümanlara en temel kaynak olma otoritesine sahip olan Kur’an’ı Kerim’in
bizzat kendisidir.
Yukarıda
yaptığımız açıklamalar sonucunda, Müslüman bilim adamlarının günümüze kadar
ortaya koymuş oldukları İslam bilim ve bilgi anlayışının, birinci olarak başlangıç
ve kaynakları, ikinci olarak korunması geleceğe
aktarılması, üçüncü olarak amaç ve gayeleri ve
son olarak da temel metotları açısından tam bir bütünlük
oluşturduğu ve bu bütünlüğün İslam bilimlerinin her alanında sistemli bir
hiyerarşi anlayışı ortaya çıkardığı kolayca anlaşılacaktır. Günümüzde Müslüman
bilim adamlarına düşen en büyük görev, bu zengin mirasın çağın ihtiyaçlarının
karşılayacak şekilde güncellenmesi olacaktır.
KAYNAKLAR;
. Nasr,S.Hüseyin, İslam Kozmoloji
Öğretilerine Giriş, Çeviri, İnsan Yayınları, İstanbul 1985
. Nasr,S.Hüseyin, İslam ve İlim, Çeviri,
İnsan Yayınları, İstanbul 1989
. El-Faruki, İsmail Raci, İslam Kültür
Atlası, çeviri, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1991
. Capra, Fritjof, Fiziğin Tao’su, çev. Kaan H.Ökten, Arıtan Yayınevi,
İstanbul 1991
. Altıntaş, Hayrani, İbn Sina Metafiziği,
T.C.Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1997
. Serinsu, Ahmet Nedim,Kur’an’ın
Anlaşılmasında Esbabu’n Nüzulün Rolü, Şule Yayınları,
İstanbul 1994
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
ADI VE SOYADI: Turhan YOLDAŞ
PROĞRAM: DOKTORA
ÖĞRENCİ NO: 14922720
DÖNEM: 2014/2015 BAHAR DÖNEMİ
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi bütünlüğü: bir konuyu
anlamlandırırken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması
veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış
olması durumudur.
Müslüman kişi, önce
iman sonra amel için yeteri derecede bilgi donanıma sahip olmayı gerektirdiği
malumdur. Bilimsel çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken
veya ilim elde etmeye çalışırken çalışmasında, bütüncül bilgi, kişiyi hataya
düşmekten korur.
İslam’a
bağlı gerek Kur'an, sünnet ve icma gibi asli ilimler olsun gerek gramer,
edebiyat gibi feri veya tamamlayıcı diğer ilimler olsun, bütün ilimlerin
güzergâhında ilmin tanımı yapılırken bütüncül bilgi kişiyi hata yapmamaya ve
hata yapmaktan korur. İlim, insanın vahiy, akıl ve duyu organları
aracılığıyla elde ettiği kesin bilgilere denir. İlim, ahret yolunu dost doğru
gösteren bilgiler bütünüdür. İlimler, genel bir tasnife göre ikiye
ayrılır: a- Nakli ilimler; Kur'an ve Sünete dayanan ilimlerdir. b- Akli
ilimler, Müspet ilimlerdir.
Burada önemle üzerine
durmamız gereken Kur'an ve sünnete dayanan ilimlerdir. Kur'an, bilgi kaynağı
olarak, vahiy başta olmak üzere, doğru haberi, duyarlı ve akıl yürütmeyi
göstermektedir. Hayatın gayesi, Allah'ı bilmek, O'na inanmak ve O'na ibadet
etmektir. O'nu bilmek ve O'nu tanımak bilgilerin en üstünü ve en yücesidir.
İnsan ancak bilgi vasıtasıyla Allah'a giden yolu bilir ve çevresini
tanır.
Kur'an 14 asır evvel
23 sene zarfında Hz. Peygamber (a.s)a ilahi kelem olarak vahiy edilmiştir. Vahiy
Hz. Peygambere yönetilen sorulara veya sadır olan olaylara binaen dönemin
meselelerine çözüm ve cevap vermek üzere Allah Teâlâ tarafından elçisi Hz.
Cebrail vasıtasıyla Sevgili kulu Hz. Muhammed'e (a.s) nazil olmuştur, bu da
esbab-ı Nüzul ilmine neden olmuştur. Kur'an indiği dönemdeki insanlara ve sonra
dünyaya gelen insanlara ta kıyamete kadar bütün nesillere ışık ve rehber
olacak. Hz. Peygamber (a.s) döneminde Kur'an nazil olurken Hz. Peygamber (a.s)
Kur'an'ın daha iyi anlaşılabilmesi için tefsir ve te'vilde bulunmuştur. Doha
sonradaki dönemlerde birtakım farklılaşma ve gelişmeler oldu, bunun üzerine Fıkhi,
Kelami ve itikadi mezheblerler ortaya çıktı. Bununun neticesinde Tefsir, Fıkıh,
Hadis ve Kelam gibi ilimler doğdu. Bunlarla beraber esbab-ı Nüzul,
nasih-mensuh, siyak-sibak gibi disiplinlerde ortaya çıktı. Bu ilim disiplinler
başta içiçediler, daha sonra yani hicri ikinci asırdan itibaren bu disiplinler
birbirinden bağımsız olarak birer disiplin haline geldiler.
Burada anlaşıldığı
gibi İslam bilgi bütünlüğünün ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Arap dilinin
anlaşılması, İslami ilimlerin Anlaşılması ve nakli ilimler sonraki dönemlere
ehemmiyet arz eder.
Netice itibarıyla Hz.
Peygamber (a.s) dönemi olsun veya sonraki dömenler olsun Kur'an-ı ve
sünneti anlamak, onlara göre yaşamak ve sonraki nesiilere aktarmak çok
önemlidir. Bir Müslüman da bütüncül bir bilgiye sahip olmalıdır. Özelikle kalp
ve vicdanı aydınlatan dini ilimler sözkonusu olduğunda bu manadaki bütüncül
bilgi bakışı ve bilin daha da önem arz etmektedir. Zira dini ilimlerde bütünlük
hakikatten doğar.
Saygılarımla…
Ensar YILMAZ-Doktora
Öğrenci No:14922712
2014-2015 Bahar Yarıyılı
Tefsir Bölümü- Esbab-ı Nüzul II
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Düşünce ve bilim tarihi incelendiğinde, insanın tarih boyunca kendisi, kainat ve hayat hakkındaki sorularına cevaplar aradığı gözlenmektedir. Elbette bu insani olgu bugün için de geçerlidir.(1) İnsan bu merakını gidermek için doğru bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Doğru bilgi ise inanan kişiler için vahiy kaynaklı bilgidir. Genel manada bilgi; bir iş, konu olay ve herhangi bir şey konusunda bilinen malumat, vukuf, ilim, marifet (2) şeklinde tanımlanır. Doğru bilgiyi doğru şekilde analiz edebilmek ise o bilginin uzantısı bilgilere de hakim olmayı gerektirir. Bu; bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulü şeklinde ifade edilebilir. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.
İlk insanla başlayan İslam dini, insanın bütünlük içinde ahlaklı ve dengeli bir varlık olmasını gaye edinir. Bu sebeple onun aklına ve kalbine hitap eder. Aklına hitabı doğru bilgiye dayalı bilinç sahibi olması, kalbine hitabı ahlakını tamamlamaya yöneliktir. Allah’ın istediği doğrultuda bir insan olmanın yolu bu iki merkezi(kalp-akıl) beslemekten geçer. Oku emriyle başlayan İslam bilgiye ve bilmeye çok ehemmiyet vermiş, insanın doğru bilgi ile istikamet bulacağını defaetle telkin etmiştir. İslam dini öğretilerine göre doğru bilginin kaynağı vahiy ve vahiy kaynaklı bilgi ve kültür birikimleridir. Vahiy Kur’an ve İmam-ı Şafiye göre Hz.Peygambere verilen hikmet, yani sünnettir. Tarihi seyir göz önüne alındığında tüm İslami ilimlerin bu iki kaynaktan neşet ettiği görülür. Her bir disiplin bu kaynaklardan devşirdiği malumatı kullanır. Hicri ikinci asrın ortalarına gelinceye kadar herhangi bir ayırım olmadan bu süreç devam etmiş, fakat bu dönemden sonra İslami disiplinler ayrışmaya başlamıştır. Bu oluşum süreci gözlemlendiğinde, İslam alimlerinin, bilgiyi, bütünlük haline uygun olarak, bütüncül bir yaklaşımla kullandıkları, meselelere, efradını cami şekilde yaklaştıkları görülebilir. Yani Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh, Siyer v.s disiplinler birbirinden kopamaz. Kaynağı ve hedefleri itibariyle kopamaz. Kişi İslami disiplinlerin hangisinde yol alırsa alsın, diğer disiplinleri kendisine yardımcı olmaları noktasında daima göz önünde bulundurmalıdır. İsmail CERRAHOĞLU hocamız bunu şu şekilde ifade eder. “Bu noktada tefsir ilmi düşünüldüğünde, bu gün insanlığın kullandığı bütün ilimler bu ilim için yardımcı mahiyettedir. Daha doğrusu usulü tefsir ilmi bütün ilimlerin yardımına muhtaçtır.”(3) A. Nedim SERİNSU hocamızın Kur’an ve Bağlam adlı eserinde ele aldığı gibi, bu ilimle iştigal eden bir kimse başta Kur’an-ı Kerimi iyi anlayacak kadar Arap dilini, doğru algılayacak şekilde vahiy ortamını, vahyin muhataplarını, vahyin tarihsel bağlamını, çevresel kültürleri, vahyin mübelliği ve mübeyyini olan Hz.Peygamberin siretini, ve diğer tüm unsur ve disiplinler hakkında donanıma sahip olmalıdır. Halis ALBAYRAK hocamız ise “Kur’an-ı yorumlayanlar, Kur’an metni üzerindeki filolojik tetkiklerle, yorum için gerekli olan Kur’an metni dışındaki araştırmalar çerçevesinde Kur’an-ı yorumlamak durumundadırlar.” diyerek bu duruma ışık tutmaktadır.
Sonuç olarak şunu söylemeliyiz. İslami disiplinler birbirlerine kıyasla bir resmin bölümlerine benzer. Resimden bir kesiti çıkardığınız zaman ondan anlayacağınız şey o oranda hatta belki daha fazla oranda eksilecektir. İslami disiplinlerde de durum böyledir. Her biri diğerini tamamlamakta, ona malzeme taşımaktadır. Birini çıkardığınız zaman bütünün anlattığı şeyden mahrum olabilirsiniz. Dolayısıyla bu alanda düşünce üretme çabasında olan herkesin tüm disiplinleri baz alarak çalışmasını yapması gerekir. Hatta öyle ki, günümüzde temel disiplinlerin yanı sıra yardımcı disiplinlerin de bu konuda işin içine katılması gereklilik olmuştur. Tarih bilimi, Antropoloji, Arkeoloji, Filoloji vs. bunlardan birkaçı olarak sayılabilir. Tabi bu noktada doğru bilgiye ulaşmak önem arz etmektedir. Bu da ayrı bir husus olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
Serinsu, Ahmet Nedim, Kur’an ve Bağlam, s.11
Şemsettin Sami, Kamus, Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, s.8
Albayrak, Halis, Tefsir Usulü, s.147
2014-2015 Doktora Bahar Yarıyılı
Zeliha ÇİFTÇİ
Öğrenci No: 13922757
BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
İslam dini kendisini bilgiyle
özdeşleştirir. Bilginin elde edilmesini ibadetle eş görür ve över. İlim
sahiplerini Allah’ın dostları ilan eder. Hz. Muhammed a.s. vahiy almaya
başladıktan sonra, İslam dini iki kaynağa vahiy ve akla dayanarak oluşmaya
başlamıştır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde bilgiye ve akletmeye
vurgu yapılmıştır. Bilgi sahibi ve aklını kullanan kişiler üstün tutulmuştur.
Kur’an “çok okunan metin” anlamıyla
öncelikle Müslümanlardan, sonrasında da bütün insanlardan kendisini düşünerek,
anlayarak ve hissederek okumalarını istemekte ve beklemektedir. Bu haliyle
kıraat “ anlamını düşünerek, anlayarak ve hissederek okumak” demektir. Alak
suresindeki ilk emir de böyle bir okumayı ifade eder; yani kainatı okumak,
keşfetmek, düşünmek ve anlamaya çalışmak.
هَلْ
يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ "Hiç
bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Zümer suresindeki bu ayet-i kerimede
bilgiye, okumaya özel bir vurgu yapılmıştır ve Hz. Peygamber’den وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا “Rabbim benim
ilmimi artır” diye dua edilmesi istenmiştir. Bu bilgi düzeyine ulaşabilmek için
önce Allah’ın bizlere rehber olarak indirdiği Kur’an’ı en iyi şekilde anlamak
gereklidir. Kur’an’ı anlamada ihtisas gerektiren ilimler ulûmu şer’iyye olarak
adlandırılmıştır. Bunlar dil, Kur’an, hadis ve şeriat ilimlerinin
bölümlerini kapsar.
Kur’an’ın açıklanması için
geliştirilen disiplini tefsir olarak adlandırmaktayız. Tefsir
ilmi ayetlerin indirildikleri zaman kastettikleri anlamları ortaya koyan bir
ilimdir. Tefsir ayetlere açıklama getirirken birçok farklı ilimden
yararlanmaktadır. Bunlar arasında hadis, tarih, dil bilimleri, fıkıh usulü,
sosyal ve fen bilimleri sayılabilir.
Tefsir yöntemi gereği dil bilimi
kullanır. Bir ayetin zahirî anlamına, ayette kullanılan kelimelerin anlamlarını
bilmek ve ayetin cümle yapısını doğru bir şekilde çözümlemekle ulaşırız. Bunun
için Kur’an’ın kullandığı Arapçanın bilinmesi gerekir. Ayrıca Kur’an’ın doğru
anlaşılması için onun indiği ortamın tarihî koşullarının bilinmesi gerekir.
Tefsir ilmi de işte ayetlerin anlamlarını bu dil ve tarih malzemelerinin
elverdiği ölçüde doğru bir şekilde ortaya çıkarır.
Hadisten, Peygamberimizin ayetlere
getirdiği açıklamaları ve ayetlerin indiği koşulları öğrenmek için yararlanır.
Hadis rivayetleri ayetlerin sebeb-i nüzul bilgilerini, ayetlerin iniş sırasıyla
ilgili olarak nâsih ve mensuh bilgilerini ve doğrudan ayetlere açıklama getiren
rivayetleri ve kıraat bilgilerini bize sağlamaktadır.
Tefsir de dâhil, bütün ilimlerin
izleyecekleri yöntem, yani Kur’an ibarelerinin anlamlarını ve değerlerini
belirleme, ortaya koyma ve bunları hayata yansıtmanın yöntemi fıkıh usulü tarafından
geliştirilmiştir.
Sonuç olarak bu bilgilerden İslam
bilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını görmekteyiz. Kur’an
İslam bilimlerinin en başta gelen kaynağıdır. Onun doğru anlamlarına ulaşmak
için Kur’an’ı konu edinen tefsir ilmi geliştirilmiştir. Tefsir de bu anlamları
Peygamber ve onun ashabından öğrenmek amacıyla hadise ve onların konuştuğu
Arapça ‘ya başvurmak zorundadır. Tefsir böylece, İslamiyet’in en başta gelen
kaynağını açıklamış olmaktadır. Dolayısıyla tefsir, Kur’an’ı kaynak edinen
kelam ve fıkıh gibi İslamî bilim dallarına da bir temel hazırlamıştır.
Görüldüğü gibi bilgi, ilim, bilim diye adlandırdığımız olguları oluşturan
disiplinler bir bütündür ve ancak bir bütün olarak incelendiğinde doğru sonuca
ulaşılabilir ve anlamlı olur.
KAYNAKLAR:
İsmal Râci el-Farukî; Luis Lamia
el-Farukî, İslam Kültür Atlası,
İstanbul:İnkılap Yay.1999.
Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule Yay., 2012.
Bilginin bütünlüğünü İslamî ilimler açısından ifade edecek olursak; bir meseleyi yalnızca belirli bir ilmin sınırlarına dahil ederek had altına almanın mümkün olmadığı açıktır. Örneğin bir tefsir çalışması yapılırken konunun tarihi yönü tarih kaynaklarından, hadis usûlü yönü hadis kaynaklarından incelenir ve bir bütün halinde ele alınır. Veyahut belirli bir konu hem tarih ilmi açısından, hem tefsir ilmi açısından, hem de diğer birçok ilim açısından müstakil çalışmalarda ele alınabilir. Bütün bunlar bilginin keskin hatlarla birbirinden ayrılamayacağına bir kanıt teşkil eder.
Farklı bir örnek daha verecek olursak; elimizdeki bir tefsir rivayeti; senedinin ittisâli, senedindeki ravilerin adaleti ve zabtı yönünden değerlendirilecek olursa hadis ilmi açısından bir incelemeye tabi tutulmuş olur. Diğer taraftan bu rivayetin hangi ayet hakkında olduğu, ayeti açıklamak için Allah Rasûlü tarafından mı serd edildiği yoksa râvî sahabinin kendi açıklama çabasının bir sonucu olarak bu rivayet ile ilgili ayeti bir arada mı değerlendirdiği araştırması ise tefsir ilminin çabası kapsamına girer. Aynı şekilde etüd ettiğimiz tefsir rivayetinin hangi döneme/ hangi yıla ait olduğu; senetteki ravilerin ne zaman yaşadığı; o şartlardaki kültürel ortamın ne olduğu gibi soruları araştıracak olduğumuzda ise tarih ilminden yardım almamız gerekecektir.
Seyyid Hüseyin Nasr'a göre islamî ilimlerin bir bütün olmasının sebeplerinden birisi tek kaynaktan çıkmış olmalarıdır.1 Yani bütün İslâmî ilimlerin Allah'ın vahyi ve Hz. Peygamber'in sünnetinden kaynaklanması onları birbirinden koparmayı engellemektedir.
Yukarıda ifade edilenlerden çıkarılacak sonuçlardan bir tanesi: İslamî ilimler sahasında bir çalışma yapılırken ele alınan konuya icap eden bütün vechelerden bakmak gerekmektedir. Örneğin bir konu çalışılırken tarih ilminin verilerinden yararlanmak gerekiyorsa ve bu göz ardı edilmişse, bilginin bütünlüğüne riayet edilmediğinden dolayı çalışma eksik ve problemli bir vaziyet almaktadır.2
Diğer bir sonuç ise: Bugün diğer bilim insanlarının olduğu gibi İslâmî ilimler sahasında çalışıp herhangi bir problemi çözmeye çalışan kişilerin de kollektif çalışmalar yapmalarının gerekli olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Çünkü bugün ilimler derinleşmiş ve teferruatlı hale gelmiştir. Bu durum bir kişinin bir çok sahada uzmanlaşmasını engellemektedir. Nitekim Serinsu bunu Kur'an ve Bağlam adlı çalışmasının muhtelif yerlerinde ifade etmekte ve kollektif çalışmaları teklif etmektedir.3
1 Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim, Çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İstanbul 1989, s. 5.
2 Örneği somutlaştırmak için bkz. Ahmet Nedim Serinsu, Kur'an ve Bağlam, Şule Yayınları, İstanbul 2008, s. 162-164.
3 Serinsu, a.g.e., s. 131, 142, 158,
Abdulkadir Demir
Doktora 14922701
Bilginin Bütünlüğü
üzerine bir hülasa:
Her bilgi önemli ve
değerlidir. Ancak bazı bilgiler daha elzemdir. Özellikle günümüz şartlarında
bilgiye ulaşmak çok kolaylaşmıştır. Ancak bu bilgiyi ayıklamak, doğrusunu
yanlışını tespit etmek, yerinde ve en uygun biçimde kullanmak çok zordur. En
zoru da bilgiyi yaşama aktarmak, yani yaşamaktır.
Hiçbir bilgi tek başına
ortaya çıkmamıştır. Mutlaka onu etkileyen ya da tetikleyen unsurlar olmuştur.
Bilgi gelişimi sırasında da başka şeylerden etkilenmiş ve kendini
oluşturmuştur. Öyleyse bilgiyi tek yönden değil her yönden ele almak ve
değerlendirmek gerekmektedir.
Bilgi insan zihninin,
aklının ortaya koyduğu bir sonuçtur aynı zamanda. İnsan ise etrafındaki her
şeyle olumlu ya da olumsuz etkileşim içinde olan bir varlıktır. Öyleyse insanı
bilgiye değerlendirirken çok farklı bakış açılarıyla yaklaşmalı ve anlaşılanın
sadece bu olduğu fikriyle hareket etmekten uzak durulmalıdır.
İnsani bilgide olduğu
gibi ilahi bilgide de durum bundan çok farklı değildir. Bir ayetin
anlaşılmasında eğer bizi bağlayan başka ilahi bir bilgi yoksa o konuda çok
farklı yorumlar ve değerlendirmeler olabilmelidir. Nitekim tefsir kitaplarımız
bunun örnekleriyle doludur. Nitekim
günümüzde ihtiyaçlara cevap verecek gerçek bir tefsir için bir kişinin değil
muhtelif bilim adamlarından oluşan bir heyetin çalışması fikri de bunu
doğrulamaktadır.
Ortak akıl diye
bahsedilen çalışma tam da bir bilginin bütünlüğü çalışmasıdır.
Ancak burada şunu da
belirtmekte yarar görüyorum. İlahi vahiy bütünlük anlamında bilgiyi tam ifade
eder. Çünkü bütün bilgilerin kaynağı Allah’tır. Her türlü bilgi onun Alim,
Hakim isimlerinin birer tecellisidir.
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Abdulalim DEMİR
Tefsir doktora öğrencisi
Öğrenci No:149 227 50
Bilimi, bilim insanları
tarafından inşa edilen bir duvara benzetirsek, bilgi parçaları bu duvarı
oluşturan tuğlalara benzer. Bilim insanının, tabiatta saklı tuğlaları ortaya
çıkarıp, onlardan yeni bir duvar inşa ederken, tuğlalar üzerinde diğer
insanlardan detaylı düşünmesi beklenir. Bu sebeple bilginin tarifi, ilmî
çalışmadan önce gelmektedir. Eğer ilmî çalışmaya başlarken, kendi tarifinizi
yapmıyorsanız, genel-geçer bilgi ve bilim tariflerini zımnen kabul etmiş ve
kullanıyorsunuz demektir. Bu durumda, yapılan ilmî çalışma, konusu ne olursa
olsun, bu bilgi ve bilim anlayışına hizmet eder. Günümüzde kabul gören bilgi ve
bilim anlayışı Aydınlanma felsefesi tarafından şekillendirilmiştir.
Geçmiş yüzyıllarda gerek İslâm âleminde, gerekse diğer coğrafyalarda varlık bir bütün olarak ele alınmış; ilim adamları ve mütefekkirler, matematikten fiziğe, tıptan astronomiye varlığın her alanıyla ilgilenip, insan ve kâinat arasındaki münasebetin bütünlüğüne vurgu yapmışlardır.
İlk bakışta birbiriyle alâkasız
konularda gibi görünen bu eserlerin, aslında varlığın bütüncül bir şekilde
algılanmasından dolayı birbiriyle iç içe ve entegre olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Bu durum Aydınlanma dönemine kadar devam etmiştir.
Bilimlerin giderek daha fazla
alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu bilim
anlayışında, varlığı anlama adına daha detaylı konular çalışılıp derine
inilirken, varlığın birbiriyle, en önemlisi de insanla olan bağlantısı ihmal
edilmektedir. Neticede varlık âlemi bir bütün olarak görülememekte, elde edilen
"parçalanmış bilgi", teknolojiyi ilerletme dışında insanoğlunun pek
de işine yaramamaktadır.
Aslında bilimlerin dallandırılması
menfî bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır.
Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır.
"Bütün"le olan mânâ münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim
dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah (cc)’ın ilim, kudret, hikmet ve
sanatını mikro ve makro âlemlerde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere
vesile olacaktır.
Son yıllarda bu durum, başta Batı
olmak üzere, dünyada yaygın şekilde tenkit edilmeye başlanmış ve bunun
neticesinde, farklı bilim dalları arasında etkileşimi ifade eden
"disiplinler-arası çalışma" kavramı ortaya çıkmıştır. Yani iktisat
tarihle, tarih sosyolojiyle daha yakınlaşır olmuştur. Aynı şekilde fizik, kimya
ve biyoloji de birbirlerine giderek daha fazla yaklaşmıştır. Meselâ fizik,
kimya, biyoloji gibi farklı sahalarda, çalışmalar nano-teknoloji boyutunda
yürütüldüğünde, bu bilimler arasındaki sınırlar kalkmaktadır. Dolayısıyla, eğer
varlık âlemine, Allah (cc) hesabına bakmayı başarabilirsek, ilimler arasındaki
bu yakınlaşma bizi bütüncül bilgiye götürecektir.
Günümüzde ilmî çalışmalar,
varlığın daha küçük parçasına ait bilgi edinmek mânâsına gelen
"parçalanmış bilgi" yerine, daha "bütüncül bilgi"ye
(holistic knowledge) doğru değişim göstermektedir. Bu ise, fiziki âlemin daha
bütüncül bir şekilde incelenmesi ve anlaşılması neticesini doğurmaktadır. Bir
başka ifadeyle, bugüne kadar yan yana incelenmesi "bilimsel" kabul
edilmeyen üç temel varlığın, yani insan, dünya ve uzayın bir arada ve bir bütün
olarak incelenmeye başlanması mânâsına gelmektedir. Tıpkı İbn Sina ve
çağdaşlarının zamanında olduğu gibi. Oysa bu hakikat, Peygamber Efendimiz (sav)
tarafından "ilmin kapısı" yani referans/başlangıç noktası olarak
vasıflandırılan Hz. Ali'nin (ra): "İlim bir nokta idi, onu cahiller
çoğalttı." sözüyle asırlar önce ifade edilmişti.
Modern bilim, varlığı araştırmaya
yanlış bir "nokta"dan başlamıştır. Günümüzün "Yeni
İnsan"ına düşen en önemli vazifelerden biri, bütüncül bilgiyi oluşturmak
ve "nokta"yı tekrar elde etmektir. Bu açıdan üniversite ve araştırma
merkezlerinin en temel misyonu, Aydınlanma felsefesinin ürünü olan eski bakış
açısını devam ettirmek ve yaşatmak değil; varlığın üç temel kategorisi olan
insan, dünya ve kâinatı, Allah (cc) adına yorumlamak olmalıdır.
Celaleddin GÜL
DOKTORA
ÖĞRENCİ NO: 14922708
2014/2015 BAHAR DÖNEMİ
BİLGİNİ BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi bir bütündür. Bilgi, havass-ı selime, haber-i sadık ve akıl yoluyla
elde edilir. Bunu İslamî ilimler açısından yorumlayacak olursak; bir
meseleyi yalnızca belirli bir ilmin sınırlarına dahil ederek had altına almanın
mümkün olmadığı açıktır. İlk olarak bilgi; insan aklının erebileceği olgudur.
Bilgi bilim
çevrelerince kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam olarak
tarif edilmektedir.[1]
Bilgiyi bütün olarak anlamak için onu tüm yönlerle ele almak
gerekmektedir. Netice olarak bilgiyle özdeş olan varlığın kendisi gibi,
ilimler veya bilgi şekilleri de birdir ve aynı zamanda bir düzene bağlıdır.[2]
Günümüzde ilmi bir araştırma
ortaya koymak ve tutarlı bir sonuca ulaşabilmek için, o mevzuda, daha önce
yapılmış çalışmaları araştırmak, tarihi süreç içerisinde insanlığın ortaya
koymuş olduğu mirası değerlendirmek hayati önem arz etmektedir. Böyle bir metot
takip edildiği sürece yapılan araştırmada bütünlüğe ve tutarlılığa
ulaşılmaktadır. Aksi takdirde zan ve tahminlerden elde edilen düşünceler
nazariye olarak kabul edilecektir.
Bir müslümanın, önce
iman sonra amel için yeteri derecede bilgi donanıma sahip olmak zorundadır. Bilimsel
çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken veya ilim elde
etmeye çalışırken çalışmasında, bütüncül bilgi, kişiyi hataya düşmekten korur.
Bilgi, müslüman
toplumda önemli olduğu kadar diğer toplumlarda da önemlidir. Bilginin
varlığında sağlıklı bir sonuca ulaşmak, sağlam bir bilgi elde edebilmek için
malumat çok önem arz etmektedir. Burada karşımıza “bilgi nedir, malumat
bilginin oluşmasında nasıl bir etkiye sahiptir” şeklinde cevaplamamız gereken
iki soru çıkmaktadır.
“Bilgi, herhangi bir şeyi birtakım verilerle tanımak veya verilerden
yararlanarak kişinin nesnelere yüklediği anlamdır.” Sözlük anlamı olarak
baktığımızda şu şekilde de tanımlanabilir; Bilgi: Öğrenme, araştırma veya
gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği
olgu, gerçek ve ilkelerin bütünüdür.
Bilginin bütünlüğü
noktasında klasik kaynaklara baktığımız zaman karşımıza Havass-ı Selime
(Duyular), Akl-ı Selim ve Haber-i Sadık (Vahiy ve mütevatir haberler) olarak üç
tür başlık çıkmaktadır.
Bu üç kaynağın yanında
keşif, ilham ve rüyanın bilgi kaynağı olup olamayacağı tartışıla gelmiştir.[3]
İlim, insanı diğer
varlıklardan ayıran en önemli özelliklerinden biri olmanın yanında bireyin
hemcinslerinin arasından temayüz etmesine vesile olan bir alamettir. Yüce Allah
bu gerçeğe dikkat çekerek “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” [4]
demiştir.
Kuran tefsir edilirken
bilginin bütünlüğünün ifade ettiği diğer bir anlam ise, tefsir literatürü araştırılarak
ve dikkate alınarak tefsir çalışmalarının yapılmasıdır. Yani Kur’an
yorumcusunun Kur’an'ı doğru anlayıp anlamlandırması indiği dönemden günümüze
kadar yapılmış çalışmaları incelemesi ilk muhatapların anladığı manaya
ulaşması, yapılan çalışmaları araştırmasına bağlıdır. Yorumcu bu çalışma
esnasında tarih içerisinde ayetlere Hz. Peygamber efendimizden ve sahabe
neslinden itibaren müfessirlerin yapmış olduğu tefsirlerin, yorumların
hangilerinin tarihi ve dönemsel ve yerel olduğunu ve hangilerinin evrensel ve
tutarlı olduğunu tespit etme fırsatını elde etmiş olacaktır.
Bakışımızı doğuya ve
özellikle İslam dünyasına çevirdiğimizde, temel farklılıklarına rağmen benzer
gelişmelerin olduğunu görebiliriz. Bu noktada en önemli fark, Müslüman bilim
adamlarının ortak ve değişmez bilgi kaynağı olan yüce kitabımız Kur’an-ı
Kerim’in bizzat kendisidir. Başlangıç noktasında, İslam bilimleri de doğuş
ve kaynakları bakımından aynı bütünlüğü doğal olarak yaşamıştır. Bu
bütünlüğün en temel kaynağı da hiç kuşkusuz Kur’an-ı Kerim idi. Bütün İslam
bilimleri Kur’an’ın verdiği sonsuz ve ilahi ilhamın birer parçası olarak zuhur
etmiş ve zaman içinde gelişerek kendi bağımsızlığına kavuşmuştur.[5]
Aile ve çevreden aldığı
bilgiler, geçmişin zengin birikimi insan için bir taban oluşturduğundan o,
bilgiye hiçten ve sıfırdan başlamaz. Üstelik onun hedefe ulaştırmayı
kolaylaştıran doğuştan getirdiği bir takım kabiliyetleri vardır. Tüm bunların
üzerinde de edinilen bilgiyi yönlendirme, karşılaştırma, sistemleştirerek,
değerlendirme ve eylem ile ilişkiye getirme vazifesini yüklenen eleştirel akıl
melekesi vardır. İşte İslam, böyle bir özelliğe sahip insanın bütün bilgi
kapasitelerini aynı anda kullanmasını ister.[6]
Bütün bu bilgiler ışığında
İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, müslümanlar için ilk dönem itibarı
ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli
sorunları ortaya çıkarmıştır. Bu durum sahabe döneminin sonlarına doğru arap
olmayan kavimlerin de müslüman oluşuyla kültürel etkileşim başlatmıştır. Bu
yüzden sorunlara çözüm üretme adına tefsir, fıkıh, hadis, kelam gibi ilim
dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır.
Bilgi insanlığın ortak
ürünüdür. Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına
ürünü olarak görülemez. Herkesin, her milletin onda bir payı ve katkısı
olmuştur.
İslamî ilimlerin bir bütün olmasının sebeplerinden birisi Seyyid Hüseyin
Nasr'a göre tek kaynaktan çıkmış olmalarıdır.1 Yani
bütün İslâmî ilimlerin Allah'ın vahyi ve Hz. Peygamber'in sünnetinden
kaynaklanması onları birbirinden koparmayı engellemektedir.[7]
Bilgi de hakikate ulaşmak ve anlam arayışında
istikamette olabilmek için bilgiyi kaynağından koparmadan ve doğru yöntemlerle
(Yaratıcının bize verdiği melekeleri doğru kullanarak, anaç birliğini
gözeterek) bir bütünlük içinde elde ederek yorumlamak ve değerlendirmek gerekir.
Amacından koparılarak, aslından uzaklaşılarak ve
keyfilik ya da menfaatler çerçevesinde yapılacak çalışmalar ne bilgiyi ne de bu
bilgideki bütünlüğü ifade eder.
Bilgi ancak bir bütün olarak tam anlamıyla işlev görür. Meselelere parçacı
yaklaşımlar nasıl ki o meselenin anlaşılması için yeterli değilse, meseleleri
anlamak ve onları çözmek için kullandığımız bilginin de parça parça
kullanılması bizi ulaşmak istediğimiz çözümden alıkoyabilir.
Meseleyi Kur’an-ı
Kerim açısından incelediğimizde; İslami ilimlerin ana kaynağını oluşturan
Kur’an-ı Kerimi anlama gayreti, onun manalarını ve ondan çıkabilecek fıkhi
hükümeri talep etme arzusu, daha pek çok ilim dallarının ortaya çıkarak
gelişmesine sebep olmuştur. “Şâtıbi (790/1388) Kur’an-ı Kerimdeki anlamları
istihraç etmeye “araç” ve Allah Teâlâ’nın muradının bilinmesine yardımcı olan
ilimlerden bahsetmektedir. Bu ilimler şunlardır: Arap dil bilimleri, kıraat,
nâsih mensuh, fıkıh usûlu, esbâb-ı nüzul, Mekki-Medeni… O bu ilimlerin hepsinin
bütün âlimler nezdinde Kur’an’ın anlaşılmasına yardımcı ilimler olarak kabul
edildiğini söylemektedir.”[8]
Bilginin bir bütün
olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu üçünü birbirinden ayrı düşünmek,
birbirleriyle ilişkilendirmemek doğru olmayacaktır. Konuları, alanları her ne
kadar farklı da olsa, birbirlerinden bağımsız değildirler. Öte yandan Her zaman
her devirde, dini, felsefi ve ilmi eserlerin muhataplar tarafından iyice
anlaşılıp, kavranabilmesi için, onların, kendilerini iyi anlayanlar tarafından
izah edilip, açıklanması gerekir.[9]
İslam kendisini bilgi
ile özdeşleştirip, bilgiyi, gerekli de kılar. Bilginin elde edilmesini ibadet
ile eş görüp, teşvik eder. İslami bilgi, hakikati, akıl, tecrübe ve sezgi
yoluyla kavramadır. Yeryüzü ve gökyüzünün, insanlığın ve tarihin birikimini
tahlil eden dinamik bir bilgidir.[10]
[1] Türkçe Sözlük, Türk dil kurumu yayınları, Ankara
2011, 11.baskı.
[2] Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve
ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989, s.13.
[3] Faruki, İsmail Raci, İslam Kültür Atlası, çev: M. Okan
Kibaroğlu, Zerrin Kibaroğlu, İnkılab Yay.
[4] Zümer 39/9
[5] Nasr, S. Hüseyin, İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş, Çeviri, İnsan
Yayınları, İstanbul 1985
[6] Farukî, İslâm Kültür Atlası, s.272.
[7] Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim, Çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İstanbul 1989, s. 5.
[8] Ahmet Nedim Serinsu,, Kur’an ve Bağlam, Şule yay., İstanbul 2012, s. 43
[9] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. b.t. yok, s.211.
[10] İsmail Râci Farukî-Luis Lâmia Farukî, İslâm
Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb
Yayınevi, İst. 2014, s.272.
ŞERİF GEDİK 14922746
2015 BAHAR DÖNEMİ/ DOKTORA
BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi", günlük hayatta sıkça
kullandığımız bir kelimedir: "bilgili insan", ""bilgi
edinme hakkı", "ilmî bilgi" gibi Ancak bu kelimeyle çoğu zaman
ne kast ettiğimizi bilmeyiz veyahutta kısır bir anlam çerçevesinde bu kavramı
kullanırız.
Bilgiyi, en basit olarak şöyle tarif
edebiliriz: varlık hakkında insan zihninde oluşan şeydir.
Kuran’ı Kerim’e baktığımızda da bu
kavramın daha çok ilim kelimesiyle ifade edildiğini görmekteyiz. Bilginin bir
bütünlük arz etmesi gerekir. Kuran ilimlerine baktığımızda ilimlerin kendi
içlerinde teşekkül ettiğini görmekteyiz ancak hiçbir ilimi diğerinden bağımsız
değerlendirmemiz mümkün değildir. Biz tefsir, fıkıh, hadis, kelam ilimlerine
baktığımızda bu ilimlerin birbirleriyle ilişkilerinin olduğunu ve bu ilimlerin
kaynaklarının bir olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu ilimlerin temel kaynakları
Kuran ve Sünnettir.
Kuran Allah katından
gönderilmiş kendisinde hiçbir şek ve şüphenin olmadığı ve Müslümanların bir
sorun karşısında başvurdukları ilahi bir kitaptır. Kuran’daki meselelere
bütüncül bir bakış acısıyla bakmamız gerekir. Kur’an’ın bütünlüğü derken,
herhangi bir konunun veya herhangi bir ayetin ilgili olduğu diğer ayetler göz
önünde bulundurularak araştırma yöntemi kastedilmektedir. Kur’an’ın tertibi
alışılmışın dışında bir yapıya sahiptir. Bilindiği gibi Kur’an, bölümleri,
bölümlerin altında başlıkları olan bir kitap değildir. Bu yüzden diğer
kitaplardan yapı ve içerik bakımından farklılık arz eder. Kur’an tefsirinin
kaynakları arasında ilk sırayı hiç şüphesiz ki yine Kur’an’ın kendisi alır. Bir
ayet açıklanırken o ayetle ilgili çok sayıda ayetin bir araya getirilip incelenmesi
gerekir. Kur’an bütünlük arz eden ,çelişki ve tutarsızlıktan uzak insicamlı bir
yapıya sahiptir.Bu bütünlük arz eden yapıyı; ayet çerçevesi, siyak-sibak
çerçevesi ve Kur’an’ın bütünlüğü çerçevesi içinde ele alınıp incelersek en
sağlıklı ve sağlam sonuçlara ulaşmamız mümkün olacaktır.
Hikmet
MAVİYILDIZ
14922748
Doktora
– 2015 Bahar Dönemi
BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi, Türk Dil Kurumu web sayfasında, öğrenme, araştırma veya gözlem
yolu ile elde edilen malumat olarak gösterilirken,
ayrıca, herhangi bir şeyi birtakım verilerle tanımak veya verilerden
yararlanarak kişinin nesnelere yüklediği anlam olarak tanımlanır.
Bilgilerin bir bütünün parçalarından müteşekkil olması, bir
konuya farklı açılardan bakılmasını gerektirmektedir. Zira bir konuyu kâmilen
anlamanın yolu, o konuyu bütün yönleriyle ele almaktan geçmektedir. Bu nedenle,
bilgiyle özdeş olan ilimler de aynı şekilde kendisini oluşturan cüzlerin ele
alınması ile kâmilen anlaşılabilir.
Dolayısıyla bilimsel çalışmalarda şümullü bir çalışmanın ortaya
konması yararlanılan bilgi bütünlüğüne bağlıdır. Bu bütüncül bakış, elde edilen
sonuçların mümkün olduğunca hatadan uzak olmasına katkı sağlayabilecektir.
Örneğin, tefsir alanında çalışan kişinin gramer, tarih, belağat, hadis ve senet
gibi ilimleri bilmesi ona daha doğru bir yorumlama imkânı sunabilecektir.
İslami bilgiye gelince, hakikatin akıl, tecrübe ve sezgi yoluyla
kavranması olarak tanımlayabiliriz. Buna göre, yeryüzü ve gökyüzünün,
insanlığın ve tarihin birikimini tahlil eden dinamik bir bilgiyi bu kapsamda
anlayabiliriz.
Belirli bir form içerisinde olan İslam ilimleri kendi bünyesinde
birleştirici bir özellik taşımaktadır. Dolayısıyla İslam ilimlerinin
birbirleriyle çok yakın ilişki içerisinde oldukları görülecektir. Diğer yandan,
İslam ilimlerinin zamanla gelişmesi sonucu farklı dallara ayrışmalar olmuş ve
hatta farklı medeniyetlere ait bilgiler de dâhil olmuştur
Esasen tefsir, hadis, fıkıh gibi İslami ilimlere genel olarak
baktığımızda, her birinin Kur’an’ın bir yönüyle anlaşılmasına yönelik ortaya
çıktığı görülmektedir. Zira Kur’an’da mücmel ya da mübhem bırakılan hususların
hadisler ile tamamlanması; yine Müslümanların sosyal ve bireysel olarak
hayatlarını düzene koymaya yönelik kurallar ile ibadet yaşamını düzenleyen
hususların yine Kur’an’dan ve akabinde sünnet ve icmadan çıkarılması; öte
yandan hadis ve fıkıh verilerinin yanı sıra siyer, tarih, Arapça gibi
ilimlerin verilerinden faydalanan tefsir ilminin bünyesinde barındırdığı
bilgileri yine Müslümanların itikadi ve ameli hayatlarında çok önemli bir yere
sahip olan kelam ve fıkıh gibi alanlara sunması; bu ilimlerin birbirleriyle
olan sıkı ilişkilerini göstermektedir.
Bu ilimlerin birbirleriyle çok yakın ve zaman zaman içiçe bir görüntü
sunmasının yanı sıra Hz. Peygamberden nakledilen bir kısım hadislerin Hz.
Peygamberin tefsir faaliyeti kapsamında olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
sünnet ve hadis bir anlamda tefsir işlevi de görmektedir. Hatta bir kısım hadis
kitapları içinde tefsir bir bab olarak da ele alınmıştır. Yine hicri ikinci
asırdan itibaren “ahkam’ul Kur’an” adıyla bir kısım fıkıh konularını ele alan
tefsir kitaplarının yazılması da fıkıh ve tefsirin nasıl içiçe olduğunun
kanıtıdır.
Hz. Peygamber ve sahabe ile kaynak olarak Kur’an ve sünnet ile başlayan
İslami ilimler; hicri 143
yıllarında başlayan ve yaklaşık bir asır süren tedvin asrında, tedvin ve tebvib
edilmiştir. Bu dönemde belli başlı ilim merkezi şehirler bulunmaktadır. Bunlar;
Mekke, Medine, Şam, Basra, Kûfe ve Yemen’dir. Bu merkezlerde ilimler tedvin
işleminden sonra bablara ayrıldı ve bilahare tefsir, hadis, fıkıh, lügat ve
tarih ilimleri olarak tasnif edildi. Bu asırda geçmiş rivayetler toplanmakla
kalmamış reyler ile Arap kültür mirası zenginleşmeye
başlamıştı.
Dolayısıyla kaynak olarak bir olan bu ilimler, daha sonra ihtisas
alanları haline gelmiştir. Ancak bu ihtisaslaşma, bu ilimleri birbirlerinden
bağımsız olarak koparmadığı gibi sürekli birbirlerine müdahil olmuşlardır.
Müfessirler aynı zamanda muhaddis ya da fakih olabiliyordu. Dolayısıyla tefsir
faaliyetinde bulunan âlim diğer ilimlere de hâkim idi.
Bu bakımdan, tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerini birbirlerinden
bağımsız ve ayrı düşünmenin imkânı olmayacağı gibi bu ilimlerin birbirinden
kopuk olarak ortaya koyacakları eserler eksik olacaktır.
Geçmişte farklı ilimlere vakıf olan âlimlerin bu avantajlarını ortaya
koydukları eserlerinde sergilemelerinin tersine, günümüzde bu imkanlar gerek
zaman kıtlığı ve gerekse verilen eğitimin müfredat sorunları nedeniyle
bulunmamaktadır. Dolayısıyla ortaya konan çalışmalarda bilginin bütünlüğü
çerçevesinde hareket etmek zordur. Ancak günümüzde bu sorun kolektif çalışma
ile üstesinden gelinebilecek bir konudur. İlim alanlarına vakıf olmaya
çalışmanın yanı sıra, günümüzün avantaj yönleri olarak kabul edilen bilgiye
kolay ve hızlı ulaşma imkânları ile birlikte farklı disiplinlerin yapacağı
ortak ve kolektif çalışmalar daha doğru, bütüncül ve şümullü eserler ortaya
koyabilecektir.
KAYNAKÇA:
1. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5566e5fa44b924.65054906
2.Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm
ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989
3. İsmail
Râci Farukî-Luis Lâmia Farukî, İslâm
Kültür Atlası, çev. Mustafa
Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014
4. EL-CÂBIRÎ, Muhammed Âbid.
Arap Aklının Oluşumu, çev. İbrahim
Akbaba, İz Yayınları, İstanbul, 1997.
5. Yücel, Ahmet. (2014)
Hadis tarihi. İstanbul
6. Keskinoğlu, Osman.
(1979)Fıkıh tarihi ve İslam hukuku. Ankara
7. Demirci, Muhsin. (2014) tefsir tarihi. istanbul
RECEP TURAN-11912710 (DOKTORA-OZEL OGRENCİ)
ÖNSÖZ
İnsan
hayatını anlamlandırma sürecinde zemin teşkil edecek bir kavram olarak bilgi, “ilim”
olarak yeni ahlaki yapıya bürünmesiyle bu olguya değer veren bir dine mensup
bireylerin, dinin teşekkül devrinden itibaren hayatlarında nirengi noktasını
teşkil etmiştir. Bilgiye/bilime değer veren islami düşünce, müslümanların
mevcut birikimleri toplama-muhafaza etme-tasnif etme-aktarma faaliyetlerini
yerine getirmesinde tetikleyici unsur olmuştur. Biz de bu çalışmamızda bu
süreci (özelde tefsir tarihi-hadis tarihi-fıkıh tarihi olmak üzere) islam
bilimleri bağlamında özetlemeye çalıştık.
Bu çalışmanın yapılması
noktasında bizleri teşvik eden değerli hocamız Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’ya
teşekkürlerimi sunarım.
Recep Turan
Ankara - 2015
İSLAM
BİLİMLERİ’NDE BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
A.
BİLGİ VE BİLİM
KAVRAMLARININ İÇERİĞİ
A.1. Bilginin Kavramsal İçeriği
Bilgi, kendi varlığının
farkında olan insanın, kendisini, kendi iç dünyasında ve etrafında olup
bitenleri, evreni anlama ve anlamlandırma çabasının sonucu olarak, bilinçlilik
halini doğuran bilme faaliyetini anlamlı kılan, bilme eyleminin karşılığı olan
her şeydir. İnsanın varlığını sürdürebilmesi, '' bilme ''sine bağlıdır. ''Bilme''
de ancak ''bilgi'' ile gerçekleşebilir. İnsanın insanlığını gerçekleştirmesi
de, kültür ve uygarlık yaratması da, ancak bilgi ile mümkün olabilir.
İnsan, özne
olarak bilen ve bilmeyi isteyen bir varlıktır. Kendini ve kendisi dışındaki
şeyleri, nesneleri bilmek ister. Çünkü nesneler bilinmesi gereken şeylerdir. Öyle
ise, nesne araştırılan şeydir, yani insan bilgisinin konusudıur. Dolayısıyla bilgi,
özne ile nesne arasında kurulan bir bağdan doğmaktadır. İnsan bu bağı, bilgi
edimleri (fiil/act) ile kurar. Yani bilgi özneden nesneye, insandan
nesneye doğru yönelen bilinçlilik halidir. Bilgi fiilinin olabilmesi için
öznenin bilgi konusuna yönelmesi şarttır. Çünkü yönelme olmadan bilgi olmaz. Bilginin
elemanları, özne, nesne, öznenin duyularla elde ettiği duyu verileri, onların
soyutlanmasından elde edilen kavramlar ve bu kavramlardan kurulan yargılardır.
ÖZNE (İNSAN) GG NESNE
(VARLIKLAR) BİLGİ
yönelim aşaması sonuç aşaması
A.2. Bilimin Kavramsal
İçeriği
Kaynak ve aidiyet
açısından açısından bilginin sağlamlığı, güvenilir ve sağlam bilgiye
ulaşabilmenin ön kuşulu gibidir. Bilimsel bilgi, birikimli bir bilgidir ; bütün
bilim dallarında daha önce oluşmuş birikimin üzerine yeni bir şeyler ilave
edilerek yeni bilgiler, teoriler üretilir. Her bilim adamı, tutarlı ilmi
faaliyet için, öncelikle sahip olduğu, üretim için esas alacağı bilginin
kaynağını iyi bilmek zorundadır. Çünkü, kaynağı bilinmeyen bilginin içerik
bakımından sağlıklı bir değerlendirilmesini yapmak her zaman mümkün olmaz.
İçerik açısından bilginin
sağlam olup olmadığı tespit edilmeden, bilginin bilimselliğinden söz etmek
mümkün değildir. Müslümanlar, on dört asırlık zaman diliminde, hayatın bütün
alanlarından hiç de küçümsenemeyecek bir birikim oluşturmuşlardır. Bu birikimin
her ne kadar Fıkıh, Kelam, Tefsir, Hadis gibi üretildiği alanların bir kısmı
belli ise de, bu dar alanlarda bile, malumat-bilim ayrımını gerçekleştirebilmek
pek mümkün değildir. O halde “doğru yöntem”, bize, ulaşabildiğimiz bilginin
içerik açısından vahyi bilgi-beşeri bilgi şeklinde tasnifi işimizi büyük ölçüde
kolaylaştırmaktadır. Bu durumda, beşeri bilginin içeriğinin sağlamlığının
araştırılmasının önünde hiçbir engel kalmamaktadır.
Kavramların güvenilirliği
sorunu, İslam Düşünce Tarihi'nin en temel problemlerinden birisidir. Özellikle
toplumsal boyut taşıyan kavramların, mezheplere, gruplara, cemaatlere verilen
isimlerin tarihsel akış içerisinde nasıl anlam değişikliklerine uğradıkları, ve
nasıl keyfi olarak kullanıldıkları zaman zaman gözden kaçırılmıştır. Bunun
sebebi, belki de '' süreç '' mantığının çok fazla önplana çıkmayışı olabilir.
İslam Bilimleri dediğimiz bütün alanlarda, öncelikle kavramlar konusuna özen
göstermek, İslam Düşüncesinin tarihi seyrini anlamayı kolaylaştıracağı gibi,
Müslümanların bilim dünyasına yapmış oldukları katkının ortaya çıkmasına da
imkan sağlayacaktır.
Nesnel olgu-nesnel olgu
arasındaki ilişkinin gözardı edilmesi, zaman, mekan ve fikir kaynamasının
farkında olunmaması, müslümanların mevcut birikimini doğru değerlendirmeyi
güçleştiren bir husustur. Hiçbir fikir, görüş ve düşünce boşlukta doğmaz; her
fikrin mutlaka sosyal, siyasal, teolojik, felsefi vb. dayanak noktaları, ya da
beslenme kaynakları ve oluştukları ortamları vardır. İslam Bilimlerinin hangi
dalında araştırma yapılırsa yapılsın, kavram konusuna ve '' olay-olgu '' ilşkisine
dikkat edilmediği sürece, geçmiş hakkında doğru bilgi sahibi olmak, pek mümkün
olmayacaktır. Bu da ancak, İslam Bilimleri alanında metodoloji konusunda bir
ortak paydanın sağlanması ile gerçekleştirebilir.
DEĞERLENDİRME-1 OLGU-1
OLAY DEĞERLENDİRME-2 OLGU-2
DEĞERLENDİRME-3 OLGU-3
B. İSLAM BİLİMLERİNİN TANIMI
İlim genel anlamda,
kendine özgü hedefleri, temel önermeleri, araştırma alan ve yönetmeleri olan ve
bir disiplini oluşturan düzenli bilgi şeklinde tanımlanır. İlk dönemlerde
Müslümanlar tarafından başlangıçta parça parça ve belli konularda düzensiz bir
şekilde ortaya konulan bilgilerin veya ilmi faaliyetlerin, daha sonra kendine
özgü hedefler ve temel önermeler oluşturarak ve belli yöntemler kullanarak
düzenli bilgiye veya bağımsız ilmi disiplinlere dönüşmesiyle islam bilimlerinin
kurumsallaşmaya başladığı görülmektedir. Başka bir deyişle islam bilimi veya
bilimlerinin doğası ve tarzı bu aşamadan itibaren kendi öz kimliğine ve farklı
karakterine kavuşmaktadır. Dolayısıyla islam bilimleri temelinde amacında
yaklaşımında alanına ve tutumunda kendine özgüdür. Aslında müslümanların sadece
İslam’ı anlamaya-yorumlamaya- savunmaya- yaşamaya yönelik ilmi faaliyetlerde
bulunmadıkları buna ilaveten insan kapasitesinin kavrayabildiği bütün bilgi
alanlarına yöneldikleri ve her alanda ilmi faaliyette bulundukları bir
gerçektir. Genel anlamda belli metotlar kullanarak elde edilen savunulabilir
sistemli bilgi için kim tarafından üretilirse üretilsin herhangi bir nitelemede
bulunmaksızın ilim veya bugünkü tanımıyla bilim kavramı kullanılabilir. Bu
anlamda bilim evrenseldir ve tüm insanlık için ortak kullanım sahasına
sahiptir.
İslam bilimleri olarak
görülebilecek disiplinler kelam, fıkıh ve fıkıh usulü, tefsir ve hadistir. Bu
bilimler, din olarak doğrudan İslam’a ait inanç, ibadet, ahlak, haram-helal konularını incelemektedir.
Hz. Peygamber’in hayatı (siyer) ve sonraki islam tarihi, tarih boyunca ortaya
çıkan düşünce ekollerini inceleyen mezhepler tarihi, islam bilginlerinin
hayatını ele alan rical tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan
arap dili ve belağatı islam bilimleri çerçevesine dahil edilmektedir.
İSLAM BİLİMLERİ/DİSİPLİNLERİ
islam tarihi rical tarihi
mezhepler tarihi arap
dili ve belağatı |
C. İSLAM BİLİMLERİNİN TASNİFİ
Müslümanlar bu üçüncü devreye Abbasilerin 1. asrında ulaştılar. Daha
önceleri alimler hafızalarından konuşuyorlar veya münferit bir konudaki
bilgileri bir risalede topluyorlar veya ilmi, çeşitli sahifelerden
naklediyorlardı. bu durum hicri 150’lere kadar devam etmiştir. Müslüman
alimlerin tefsir, hadis, fıkıh, arapça, tarih ve megazi kitaplarını tasnife
başlamaları bu zaman rastlar.
İslam düşüncesinde
bilimlerin tasnif edilmeye başlandığı 3. asrın sonları ile 4. asrın başlarına
kadar pekçok siyasi ve itikadi mezhepler oluşmuş ve farklı görüşleri
destekleyen çok sayıda kelami eser kaleme alınmıştır. İlimlerin tasnifinden
önceki dönemde yazılan eserlerin büyük bir kısmı hadis, fıkıh ve kelamla
ilgiliydi. İlim kavramının sıklıkla kullanıldığı ve merkezi bir yer işgal
ettiği eserleri başında hadis literatürü gelmektedir. Esasen ilk dönemde ilmin
kapsamına Kur’an ve hadis hakkındaki bilgilerle fıkıhla ilgili dini bilginin
girdiği anlaşılmaktadır. Fakat sonraları hadis taraftarlarınca ilim kavramıyla
daha çok hadis kastedilmeye başlandı. Fıkıh, kelam ve tefsir terimleri daha
sonraki dönemlerde bağımsız bir bilim dalı anlamında teknik anlamlarını
kazandılar. Aristo’nun eserlerinin arapçaya tercümesiyle birlikte islam
dünyasında sistemli dini bilginin dışında müslümanlara ait olmayan biliginin
varlığı anlaşıldı ve felsefe ve diğer yabancı bilimler de “ilimler” sınıfına
dahil edilidi. Bu sayede önceleri islam dini hakkındaki bilgiler anlamında
kullanılan “ulûm” terimi, bilimler ve ilmi disiplinler manasına gelmeye
başlamıştır.
Nakli/dini İlimlerden
tesfir, esas itibariyle Kur'an ilimleri denilen çeşitli disiplinlerin birikimi
üzerine inşa edilmiş olduğundan bu ilimler tefsir ilmi için bir bakıma usule
ait disiplinlerdir. Tesir ilmi literatürü, kendi içinde rivayet ve dirayet tefsirleri
olmak üzere iki kategoride değerlendirilmiştir. Hadis ilmi de rivayetü'l-hadis
ve dirayetü'l-hadis (ulümü'l-Hadis) şeklinde ikiye ayrılır. Ulümü'l- Hadis
tabiri, Kur'an ilimleri gibi Hadis usülünün temel disiplinlerini
oluşturmaktadır. Fıkıh İlmi, şeri-ameli hükümlerin furu denilen ayrıntılı
kısmını incelerken fıkıh usülü, bu feri hükümlerin kesinlik ifade eden icmali
delillerden nasıl çıkarılacağını ortaya koyar. Fıkıh usülü içinde alt
disiplinler arasında cedel ve hilaf ilmi ve feraiz gibi disiplinler de vardır.
Usülü'd-Din de denilen Kelam ilminin bölümleri ise, zaman içinde felsefeyle iç
içeliğinin sonucu olarak felsefi ilimleri andırır biçimde şekillenmiştir.
D. İSLAM BİLİMLERİ (ÖZELDE TEFSİR, HADİS VE
FIKIH)’ NİN TARİHSEL BAĞLAMDA DEĞERLENDİRİLMESİ
Dini İlimlerin omurgasını oluşturan tefsir-hadis-fıkıh sahasındaki ilmi faaliyetler
Medine döneminde ve Emevi çağının başlangıcında, temelde Kur'an ve Sünnet
üzerindeki incelemelerle başlamıştı. Emevilerin sonları ve Abbasilerin birinci
döneminde, alimlerin çoğunluğu, dini ilimlerle meşgul oldu. Bu asırda iki tür ekol
ortaya çıktı. Birinci grubun ilmi çalışmalarında, nakilcilik ve mevcut ilmi
birikimi öğrenip aktarmak hakim idi. Bunlara Ehl-i Hadis denirdi. İkinci grubun
çalışmalarında ise, yeni görüşler ve akli temellendirmeler üretme anlayışı
hakimdi. Bunlara da akılcı denirdi. İslam bilimleri, bu iki ekolün gayretleri
ve çalışmalarıyla oluşmaya başladı.
Bu sebeple İslam düşüncesinde
yaklaşık h.143 yılı İslam bilimlerinin oluşmasının ve tedvin faaliyetinin
başlangıç tarihi olarak belirlenmiştir. H.136-150 yılları arasında hilafet
makamında oturan Abbasi halifesi Mansur döneminde bizzat devletin gözetiminde
başlatılan faaliyetlerdir. Bu çalışmalar, Mansur sonrası İslam toplumunun
sosyal ve düşünsel hayatının yaklaşık bir asrına damgasını vurmuştur. Bu bir
asrı aşkın hummalı düşünsel faaliyet dönemi Tedvin Asrı olarak
adlandırılmaktadır. (Eğer tedvinden sırf bazı meseleleri kaydetmek kastedilirse
bunun için oldukça gerilere, ilk halifelerin ve Allah'ın Resulünün dönemine
gitmek gerekir.)
Tedvin faaliyetinin
başladığı belli başlı ilk şehirler veya kültür merkazleri Mekke, Medine, Şam, Basra,
Kufe ve Yemen'dir. Ellerinde yazılı belgeler ve zihinlerinde İslam mirasını
taşıyan alimler, daha çok buralarda toplanmışlardı. Ancak onların sahip olduğu
miras, belli konulara göre ayrılmamış, sınıflandırılmamış ve ayıklanmamış
düzensiz bilgi, haber ve yorumlardan oluşuyordu. Bu alimlerin çalışmalarıyla,
bu bilgi birikimi ele alınarak konularını konularına göre ayrılmaya ve düzenlemeye
başlandı. Bu düzenleme ve sınıflandırmalar sonucunda, mevcut bilgiler tefsir,
hadis, fıkıh, kelam, lügat ve tarih ilimleri olarak tasnif edildi. Alimler, bu
dönemde hakim olan bir yöntem olarak, '' hafızalardan ve ellerindeki tertip edilmemiş
sahih sahifelerden rivayette bulunmak suretiyle bu ilimleri oluşturuyorlardı.
Bu dönemde alimlerin ellerinde bulunan yazılı metinler, düzenli ve gereken konu
bütünlüğü, gözetilerek yazılmış metinler değildi. Burada önemli olan husus,
ilmin üretilmesi değil, ilmin tedvin edilmesi ve bablara ayrılmasıdır. Bu
yüzden ilmin tedvininden şu anlaşılmaktadır: Ortada teşekkül etmiş, hazır bir
ilim vardır. Tedvin yapacak (=müdevvin) alime düşen görev; neredeyse bu ilmin
toplanması ve sınıflandırılmasıyla sınırlıdır. İlim kavramı o dönemde genellikle
hadis ve ona bağlı tesfir ve fıkıh için kullanılıyor idiyse de lügat, meğazi ve
benzeri yardımcı bilim dalları için de ilim ifadesi kullanılabilir. Bu bağlamda
temelde ortak zemin ve çerçeveye sahip disiplinler bu dönem itibariyle belli
başlı kategorik disiplinler haline gelmiştir.
Nazım Çetin, Doktora
Öğrenci No: 12912769
Bilginin Bütünlüğü
Bilgi Bütünlüğü bilginin saklanması veya
iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış
olması durumudur. Bilginin saklanması veya açık/kapalı iletişim ağlarından
iletimi sırasında içerik açısından herhangi bir değişime uğratılmamış olması,
özgün halinde korunmasıdır.
Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu
anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin
saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde
değişikliğe uğramamış olması durumudur.
İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve
el-ma'rife terimleriyle ifade edilen bilgi daha ziyade bilen (özne) ile bilinen
(nesne) arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş
sonucu olarak anlaşılmıştır.
İlim devam etmekte olan bir süreçtir.
Geçmişi, anı ve geleceği vardır. Bu bakımdan onu bu bütünlük içinde ele almak
lazım. Konusu Allah’ın kelamı olan Kur’an
ve onun lafızlarından murad edilen manayı bulup ortaya çıkarmak olduğu
için “ Eşrefu’l ulum” diye nitelenen
tefsir de böyle bir bütünlüğe sahiptir.
Kur’an, insanlık tarihinde en önemli
medeniyetlerden biri olan İslam kültür be medeniyetinin temel kaynağıdır.
Kur’an ilmin insan için bir şeref vesilesi olduğunu söylemektedir.[1]
Öncelikle Kur’an’a göre ilmin ne
olduğuna bir bakalım. Kur’an vahye ilim demektedir.[2] Hz.
Peygamber’e şöyle dua etmesini
söylemektedir ; “ Deki : Rabbim ilmimimi artır.”[3]Bütün
bunlar İslam’ın ilme, bilgiye ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Sahabe-i Kiram Kur’an ve vahiy sevdalısı
kimselerdi. Aynı şekilde onlar Hz.
Peygamber’e de büyük bir muhabbetle
bağlıydılar. Vahiy onların hayatının bir parçası idi. Vahye bu kadar
bağlılıkları onların hayatını değiştirdi. Vahiy geldikçe hayatları anlam
kazanıyordu. Hatta gelen vahyi kaçırmamak için hane-i saadette nöbet
tutuyorlardı.
Şu
olay, Sahabe’nin Kur’an sevgisini bizlere güzel bir şekilde anlatmaktadır: Hz.
Peygamber daha yeni ebedî âleme irtihal etmişti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’le
birlikte Ümmü Eymen’in ziyaretine gitmişlerdi. Yanına vardıklarında bu yaşlı
kadın ağlıyordu. Onu bu halde görünce
“Niçin ağlıyorsun, Allah’ın Rasûlü’nün Allah katında ereceği mükâfatın
daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? Diyerek onu teselli etmek istediler.
Bunun üzerine vahiy sevdalısı bu kadıncağızın dilinden şu sözler döküldü: “
Bilmez olur muyum? Elbette ki Allah’ın elçisi, sonsuz güzelliklere ve
yüceliklere ermiştir. Ben onun ölümüne değil, onun ölümüyle vahyin kesilmesine
ağlıyorum.” Bu söz onları da hüzünlendirdi ve onlar da ağlamaya başladılar.[4]
Şu
ayet , ashabın vahiy karşısındaki durumunu
münafıklarla mukayeseli bir şekilde anlatmaktadır: “ Yeni bir sure
indirildiğinde münafıklardan bazıları; ‘ Bu inen kısım hanginizin imanını
artırdı acaba? diterekvahyi küçümserler. Fakat mü’minlere gelince, bu, onların
imanını ve sebatını artırır, sevinip birbirlerini müjdelerler.’[5]
Kur’an,
ilk Müslümanların karşılaştığı engeller, muhaliflerle yaptıkları savaşlar ve
İslam davetinin geçirdiği aşamalarla ilgili bizlere önemli tespit ve uyarılarda
bulunur. Bütün bu anlatımlarda Kur’an’ın kalplere işleyen ve vicdanları
harekete geçiren bir anlatım tarzı vardır. Dolayısıyla bunlarda esas olan
tarihi bir hadisenin nakledilmesi değildir. Aksine bütün çağ ve dönemlerde
yaşayan müminlere yönelik ikaz ve ibretler söz konusudur.Hadiselerin ötesinde gizlenmiş
bulunan değerler ortaya konuluyor ve böylece insana çıkarması gereken dersler
hatırlatılıyor. Müminlerin savaş atmosferinde
yaşadıkları iç çalkantılar , imani hayatlarındaki teslimiyet veya
gevşeklikler, işte bütün bunlar ayetlerde
tasvir edilmektedir. Böylece nesiller boyunca insanın karşılaşacağı
benzer zorluklar, psikolojik gelgitler karşısında izleyeceği yol ve
yöntemler ortaya konmaktadır.
Bilgi Bütünlüğünü Kur’an açısından ele aldığımızda vahyin nazil olduğu
sosyolojik ortam, toplumsal yapı, o dönemde yaşayan insanların psikolojik
durumları, ayetlerin sebebi nüzûlleri, ayetlerin
bize ulaştırılması esnasındaki nakil durumu, ayetleri Hz. Peygamber (s.a)değerlendirilmesi,
ayetleri sahabenin değerlendirilmesi, ayetlerin hadislerle birlikte değerlendirilmesi, bizden önce yaşamış olan
alimlerimizin ayetleri değerlendirmeleri ve bu hususta göz önünde
bulundurulması gereken her şeyin bir bütün halinde değerlendirilmesidir.
Günümüzde tefsir ve müfessir için çok muazzam bir birikim, malzeme ve
kaynak bolluğu mevcuttur. Bu hazine en güzel şekilde tümü birlikte değerlendirilmelidir.Tefsirin
salt bir rivayet, nakilcilik ve hikaye etme olmayıp, yorumlama; Kur’an’ın lafız
ve manaları üzerinde, muteber yöntemlerle kafa yorma, görüşler ve öneriler
üretme, “tedebbür”, “ta’akkul” ve
“tezekkür”de bulunma anlamlarını kapsadığından haraketle, kendi
çağımızın ihtiyaç ve meselelerini, onların
ibare ve terkiplerini tekrarlamakla değil, ama, onların sorun çözücü ,
dinamik yöntemlerinden ilham alarak karşılama yoluna girmeliyiz.[6]
[1] Bakara; 2/31.
[2] Bakara; 2/120.
[3] Taha; 20/114.
[4] Müslim, Fedâilü’s-sahabe, 103.
[5] Tevbe; 9/124.
[6] Roger Garaudy, 20.yy Biyografisi,çev.A.Zeki Ünal, Fecr Yayınları,1989,s.292.
Sakına ONEN
13912744
Bilginin Bütünlüğü
Meselesi
Bu yazıda “bilginin
bütünlüğü” hakkında neler anladığım açıklanacaktır:
1. Bilginin
bütünlüğü ile neyi kastediyoruz?
2. Bilginin
bütünlüğü tabiri ile neleri anlayabiliriz?
Derslerde Nedim
Hoca’nın söylediklerinden anladığıma göre:
1.
Bilginin bütünlüğü ile “İlim, İrfan ve Hikmet” kelimelerini
birbirine bağlı düşünmemiz gerekir. Bu üç tabir bir arada bütünlük oluşturur.Bilginin
bütünlüğü ile bunu kastederiz.
2.
Bilginin bütünlüğü ile bu üç disiplinin bir arada uygulanış halini
anlamamız gerekmektedir.
Sonuç
olarak bilgiyi öğrenirken, düşünceleri açıklarken bütünlük unsuruna dikkat
etmek zorundayız.
İlim, İrfan ve
Hikmet bilginin bütünlüğünü tamamlayan üç önemli şarttır.
Kur’an, Hadis, Kur’an ilimleri için özellikle bu şartlara önem verilir.
Adı ve Soyadı: Mehmet UZUN
(Doktora Öğrencisi)
Dönemi :
2014-2015
Öğrenci No : 14922717
Konu :
Bilginin Bütünlüğü Hakkında Bir Hülasa
İslam düşüncesinde bilgi bir bütündür. Bilginin Kaynağı Allah olduğu için, farklı alanlardaki bütün bilgiler teker teker bir bütünün parçalarıdır. Bu Hz. Adem'e yapılan talim-i esma'da da böyledir. Onun için İslam Bilgi sistematiğinde dini ilim, gayr-i dini ilim tasnifi yoktur. Bütün ilimlerin kaynağı birdir.
Bilgiye bütüncül bakmak, bizi parçalarla uğraşıp, parçalar üzerinden bir sonuca gitmemizi engeller. Bir meseleyi değerlendirirken, o mesele ile ilgili bütün parçaları birleştirerek kesin ve güvenilir sonuçlara ulaşabiliriz.
Bilginin bütünlüğü:
Bilgi:
Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.
Bilgi
bütünlüğü: Bir bilgiyi yorumlarken lazım olan bilgi şümulü.
Bilimsel
çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül
bir sonucun ortaya çıkması "bilgi bütünlüğü"ne bağlıdır. Bu bütüncül
açı kişiyi hataya düşmekten korur.
Alim
olmak bir ilim sahasında ihtisaslaşırken o saha ile irtibatlı olan ilimlerde de
yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Örneğin tefsir ilmi ile iştigal eden
bir kimsenin gramer, tarih, belagat, hadis, senet vb. ilimleri bilmesi gerekir.
Bilim
tarihine genel hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının,
günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o
alanda yetkin olmadığını müşahade ederiz. Bu bilginler günümüzdekinin aksine,
birçok alanda söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.
Günümüz
tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen
ayrı ve bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve
fıkıh adeta iç içe gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin
doğuşu ve gelişimi birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve
tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis
kitaplarımızdaki "tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.
Fakat
zamanla bu birliktelik ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz
ilim tasnifi oluşmaya başlamıltır.
Gerek
tefsir, gerek hadis, gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri
aynı şahıslar olduğu dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis
ve fıkıh ilimlerinde söhret bulmuşlardır.
İslam
dininde bilimler her ne kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gigi farklı
alanlara ve branşlara ayrılsa da öz ve esas olarak aynı temele
dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen bütün ilimler kur'an'ı merkeze
alarak, onun çerçevesinde, ona göre gelişmişleridir. Kur'an ilahi kökenli
olması hasebiyle mü'minler için kesin bilgi ifade eder.
Günümüzde
dini ilimlerin her birinde mutahassıs olmak oldukça zordur. Zira ilim
dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata
etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla
kişinin kollektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir.
Kaynaklar:
Müslüman
kültüründe bilgi bütünlüğü: Aydın kudat
İslam
bilimlerinde yöntem, ünite 3