MEHMET VEYSİ ÖZLÜK
ÖĞRENCİ NO: 13952753
BİRLEŞİK DOKTORA
İNSANIN ANLAM ARAYIŞI VE KURAN-I KERİM
İnsan, var olduğu günden bu yana sürekli olarak içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmıştır. Çünkü insanın anlam arayışı, onun fıtri bir kabiliyetidir. İnsanın bu kabiliyeti, idealleri ve değerleri için yaşama, hatta onların uğruna ölme gücü verir.
İnsandaki anlama merakı ve öğrenme arzusu, insanı insan eden en büyük kuvvettir. İnsan içinde bulunduğu dünyayı, bu dünyanın ötesini, kendisini çevreleyen varlıkları, kendi fıtratını, duygu ve inançlarının kaynak ve gayesini hayatı için gerekli görerek anlamak istemiştir. Hz. İbrahim’in (A.S.) önce yıldıza sonra aya ve güneşe “Bu benim Rabbimdir” demesinde ve Hz. Peygamber’in (A.S.) Mekke’nin doğusundaki Hira mağarasında Kâbe’yi seyrederek tefekküre dalmasında bu anlam arayışı gözlemlenmektedir. İşte insanoğlu ortaya attığı sayısız sorulara; din, metafizik ve felsefe adını verdiği türlü açıklamalar içinde bir sürü cevaplar vermiştir. Bu cevap ve çözümlerle hayatını anlamlandırmış, zihnini tatmin ettiğini sanmıştır. İnsanın, bu açıklamalar ve anlayışlardaki amacı, hayatı anlamlandırmak yani fıtratının imkânlarını tatmin eden toplu bir görüşe, evrensel bir açıklama ve anlayışa yükselebilmektir.
İnsanın hayatta kalmasını sağlayan, onun kendisinde bazı yetenekler görmesi, yapıp-etmelerine bir anlam vermesi, içinde bulunduğu durumu meşrulaştırmasıdır. Yoksa insan yaşayamaz. Neticede de insan, gerçekleştirmek istediği amaçlarına ulaşmada ya başarılı ya da başarısız olur. Başarılı olduğunda;
A) Fıtri yeteneklerini keşfetmiş olur.
B) Hayatın problemleri ile başa çıkabilecek bir yetenek kazanır.
C) En önemlisi de mutlu olur.
Anlam arayışı boşa çıkarsa;
A) Fıtri yetenekleri iptal olur,
B) Hayatı yük olur, anlık zevklere yönelir.
C) En önemlisi de anlam arayışından ve her şeyden vazgeçer.
Bu sebeple hayatında anlam bulması için insana yardım edecek, yol gösterecek bir rehbere ihtiyaç vardır. Bu rehber, insana, varlığının derinliklerinde bulunan gerçekten özlediği şeyleri ona fark ettirmelidir. Topluma ve çevreye nasıl uyum göstereceğini, insan bu rehberde bulabilmelidir. Çünkü insan, uğruna çaba göstermeye değer bir hedef için mücadele etmezse bunalıma düşer. İşte bunun için Allah, peygamberler aracılığı ile yarattığı insanla konuşmuş(vahiy) ve insanlığın, hayatı anlamlandırmaları için rehberler göndermiştir. O halde tabiatı, evreni ve hayatı değerlendirmek ve anlamlı kılmak Allah Teala’nın bütün varlıkların fıtratına ait ilkeleri ihtiva eden vahyine uymakla mümkündür. Çünkü vahiy, Allah’ın bilgisidir; hükümleri mutlak doğrudur.
İşte Kuran-ı Kerim de vahiy sürecinin son halkası olarak, diğer varlıklarla ortak olduğumuz fıtri imkânlarımızı nasıl insanileştireceğimiz sorusuna cevap veren, bize kendimizi öğreten vahiy mahsulü bir kitaptır. Kuran’ın insanın hayatını anlamlandırabilmesi için ona önerisi; okumak, tedebbür etmek, anlamak ve ihlâsla yaşamaktır. Kuran ile gerçekleştirilmiş olan bu anlam, insana; Allah’a yönelme, yüksek ahlaki değerleri yaşama, Allahın insan için yarattıklarından yeterli ölçülerde, yararlanmanın yollarını ve imkânlarını sağlar. Aksi halde insan, kendisi ve çevresi için anlam taşıyan bir dünyayı oluşturan varlık olduğundan, anlam arayışında sahte değerlere kilitlenebilir. Kuran, geçmiş ümmetleri anlatırken insanın hangi sahte değerlere takılıp kaldığının somut örneklerini vererek insanı uyarmaktadır. O, kendini “hidayet rehberi”olarak tanımlamakta, insan modelinin nasıl olacağını göstermekte, insan-hayat-tabiat-evren bütünlüğünün gerçekleştirilmesi için kurallar koymaktadır. O, insan hayatını anlamlandıran ilahi bir cevaptır.
AYŞA SARI
NO:13912776
YÜKSEK LİSANS
1.İNSANIN ANLAM ARAYIŞI VE KUR'AN-I KERİM
A.İnsanın Anlam Arayışı Serüveni
İnsan;var olduğu günden bu yana sürekli olarak içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış;ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur.İnsandaki bu anlama merakı ve öğrenme arzusu;insanı insan eden büyük kuvvettir.
Tarihten önceki zamanlardan bugüne değin bütün insanlardaki bu inanma ve anlamlandırma hali aynıdır.Çünkü insanın anlam arayışı;onun fıtri bir kabiliyetidir.Herkes bunu kendi başına bulmalı ve bulduğu cevabın gerektirdiği sorumluluğu üstlenmelidir.Yani ''inandım!iman ettim'' sözünün sorumluluğunu taşımalıdır.Ancak o zaman bu anlam,kişinin anlam talebini doyurur.İnsanın bu kabiliyeti kendi idealleri ve değerleri için yaşama,hatta onların uğruna ölme gücü verir.
Her bir bilgi,ondan bize bir taraf,bir görünüş sunmakta ve fıtratı yani kendimizi tanımamıza imkan vermektedir.
''Anlam'' kelimesine sözlüklerde ifade edilen,anlaşılan şey;ruh,biçim ve kalıp dışında kalan öz,cisimle ilgili olmayan hal;yalnız işaretlerin değil,fakat aynı zamanda şeylerin ve olayların işaret ettiği şey karşılıkları verilmiştir.İnsanın anlam arayışı tabirindeki anlam sözcüğü ise insanın bütün yapıp-etmelerini yöneten,insanın somut varlık-bütününe ait,bu varlık-bütününde temelini bulan varlık-koşullarından birini ifade etmektedir.
O halde anlam,insan gerçeğinin bir olgusudur.
Gören,insandır.İnsan,reel bir dünyada ve onun gelip geçici reel olayları içinde yaşar.İnsanın hayatı akıl içindedir.O,bu akış içerisinde yaşadığı reel durumların içinden sıyrılıp çıkmaya yönelen eylemler,ameller içerisinde bulunur.Bu eylemleri,amelleri ile herhangi bir şeyi gerçekleştirmeye,herhangi bir şeye şekil kazandırmaya,hayatını anlamlı bir uğraşla doldurmaya çalışır.Her gerçekleştirme,anlam ve değerlerle bezenmiştir.Yani insan,eylemlerinin anlamını sorar.Aksi halde insan,anlamsızlık duygusunu yaşar.
Eğer insan,eylemlerini gerçekleştirirken engellerle karşılaşırsa, o zaman eylemlerine verdiği anlam kendiliğinden ortaya çıkar;insan ya bu engelleri ortadan kaldırmaya çalışır ya da bu engellerle karşılaşmayan bir başka yol seçer.Her iki halde de insan,yeni bir yolda yürümek zorundadır.
kişinin bir şeyde anlam görmesi,onun gerçeklikle yüzleşmesi ve varoluşunu gerçekleştirmesidir.kişinin var oluşu ise obje ile ilişki kurarsa başlar.Bu temasla ferdin özünü oluşturan unsurlar içerik kazanır. Aksi halde fert ancak bir öz olarak kalırdı,ortaya çıkamazdı.
Bu sebeple anlamlı yaşamak,bir anlam yaratma ve bu anlamı hayata katma yoludur.Onun için yüzeysel bakışla en alçalmış görünen bir kişi hayatına anlam katabilirken,bir ülkenin kralı anlamsız bir hayat sürebilir.
Bunun sebebi,bütün insanların,objeyi kavrayışlarında ve algılayışlarındaki anlayış derecesinde farklılık vardır.Ayrıca insanların bilgi seviyesi ve içinde yaşadığı zaman mekan şartları birbirinin aynı değildir.
İnsan,dünyada sürekli olarak gerçekleşmesini istediği,hayatı anlamlandırışında temel aldığı değerlerden kaynaklanan ana amaçların ve bu çerçevedeki eylemlerinin değerli olacağını görmüştür.Hayatın anlamını gerçekleştirmesi iki yönde olur.
1.İç dünyada(kişinin kendi içinde )
2.Dış dünyada (evrende)
İnsanın bir bütün olarak var oluşunu gerçekleştirmesi,hem iç hem de dış dünyadaki başarılarıyla birlikte sağlanır.birinin eksikliği anlamsız olur.kişinin bu bütünlük içresinde hayatın anlamını keşfetmesi üç farklı yoldan gerçekleşebilir.
1.Amel eylem ortaya koyar.
2.Bir şeyi bir insanı severek
3.Musibetlere,sıkıntılara sabrederek
Kişi,obje ile ilişki kurmaya başlayınca fıtratından gelen imkanlar /varlık koşulları ortaya çıkar.Bunlar;
1.Ana zihniyetler
2.Akıl yürütme ve
3.Alış zemini üzerinde hareket eder.
Kişi- obje ilişkisinde fıtratı oluşturan bu ve diğer varlık şartları, içerik/anlam kazanır. İşte insanın anlam vermesi değer görmesi yani varoluşu, bu şekilde gerçekleşir.Zihniyet, insan zihnin içinde hareket ettiği ortamdır.Her insanda ortak olan akıl yürütme yolları içinde hareket ettiği ortama göre içerik kazanır. İnsanın akıl yürütmeleri biçimseldir, belli kalıplar içerisinde hareket eder. İşte bu şekil, bu biçim her insanda aynıdır. Akıl yürütmeler içerik kazanınca farklılıklar başlar.
İnsanda iki arı ana zihniyet vardır.
1.Büyüsel ( magique) zihniyet
2.Olgusal-eleştirisel (critique) zihniyet
ZİHİN FAALİYETİNİ OLUŞTURAN EYLEMLER
objenin bilgisini edinme
ZİHİN mevcut bilgilerle yeni bilgiler edinme
FAALİYETİ bilgileri farklı yol ve şekillerle dışarı aktarma
''İnsan anlam arayışı'' sorusunu doğrudan sormasa da her düşünsel çabanın temelinde bir anlam arayışı olduğu konusu, önceki iki başlıkta yeterince vurgulandı. Buna göre insan, başka hiçbir canlıya benzemeyen özel bir varlıktır. Onun bu özelliği, özü itibari ile her kültür ve çağda geçerliliği uygulanabilirliği olan fıtratından kaynaklanır.
Kişi ister eğitim görmüş ister görmemiş olsun. ister Budist ister Müslüman olsun,ister kadın ister erkek olsun bütün insanlar bu fıtri imkanlara sahiptirler. bu fıtri imkanlar zaman içinde değişmez.Ancak insanın bu fıtri imkanlarını gerçekleştirmesi ve onlara etkinlik kazandırmasında, hayatı anlamlandırmasından kaynaklanan farklılıklar vardır.İnsanlar, her belirli durumu değeri farklı bir yönde anlamlandırabilir.Onun için her belirli durumda fertlerin ortaya koyduğu şu veya bu eylem,hayatını anlamlandıran değerlerin ışığında oluşan amaçlarını,hedeflerini,planlarını gerçekleştirmeye yöneliktir.
İnsan bu hale kendini ne kadar çok verirse o kadar insan olur.Yani fıtri kabiliyetlerini o oranda fazla gerçekleştirir.Bütün insanlar hayatı bu şekilde anlamlandırırsa ''salih toplum''oluşur.
Bu,insanın fıri-vahiy temelli kendini gerçekleştirme halidir.Asla kolay ve ulaşılabilir değildir.Bundan dolayıdır ki Kur'an,insanları bu yola yönlendirmek için iki dereceli bir hitap metodu kullanır.
1.Derece:Allah rızası,mutluluk:(Ehlullah)
2.Derece:Sevap ve ceza:(Ehlu'l-ahira)
İnsanın ''iman ettim'' deyip hayatını vahiyle anlamlandıracağı sözünü vermesinin ardından ikinci derecedeki hitaba hak kazanmayan yoktur.Birinci dereceden hitaba mazhar olabilmek,herhalde büyük bir ''kemal'' seviyesini kazanmaya bağlıdır.
Sonuç olarak Kur'an, insandan zihniyetini Kur'an ile inşa ederek Kur'an'ın insanını gerçekleştirmesini bekler.Ancak bu,kalıplaşmış bir hayatı anlamlandırma değildir.Onun için Kur'an da her insanın Allah rızası yolunda varoluşunu gerçekleştirmesindeki farklılığa işaret edilmiş,yolumuz ''tekil'' sözcüğü değil yollarımız''çoğul'' sözcüğü kullanılmıştır.Bu sebeple vahiyle hayatı anlamlandırmanın tek şekli yoktur.Müslüman kültüründeki fıkıh ve kelam ekollerini bu bağlamda değerlendirmek yerinde olur.
A.Kur'an Bir Kitaptır
1.Kur'an Kelimesi
-Ayetler ve surelerin içerdiği anlamlar birbirini doğrular.
-Kur'an da ki hükümler,kurallar iç içedir.
-Kur'an da her anlatılan şey ve her anlam,öteki anlatılanlar ve anlamlar ile bütünlük arzeder.
-Kur'an ,onun lisanlarda okunmasına ve kalplerde ezberlenmesine,Kitap ise satırlarda kaydedilip kitapta toplanmasına hem kanıt hem de teşvik anlamını içerirler.
-Kur'anın ilk emri olan oku sözcüğüyle aynı kökten gelmeside son derce anlamlıdır.Kuran böylece okumaya ve ilme verdiği değeri ifade etmiş olmaktadır.O Halde insanın var oluşunu gerçekleştirme de okuma eylemi en temel unsurdur.
-Kur'an,insanlığa yüksek ahlaki değerleri gösteren mahsulü bir kitaptır.
-Kur'an,bütün özellikleri ile insanın hayatını anlamlandıran,hayat veren bir kitaptır.İşte Kutsal Kitabımız,daha adında bize kendini tanıtmaktadır.Tanrı,insan''sistemi''düzgün kullanabilsin diye dünya,hayat,evren karşısında takınacağı ve bütün varlılarla paylaşacağı tavra ait ilkeleri toplamakta,birbirini tamamlayan ifadelerle birleştirerek insana ''oku''ması için bildirmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in içeriği:
1.Kur'an'ın bu i'caz özelliği,diğer i'caz yönleri ile bir bütünlük arz eder.Mesela üslubu ile.Kur'an'ın son derece özlü ve kapsamlı bir anlatımı vardır.
Kur'an insandan öncelikli olarak bir tek Yaratıcının var olduğuna iman
etmesini,bütün yapıp-etmelerinin bu inanca göre düzenleyerek fıtrat ile barışık
olmasını;böylece var oluşunu gerçekleştirmeye,Allah'a iman,itaat ve onların
doğuracağı sevgi ile yönelmesini ister.Onun için Kur'an'ın ilk suresi
''Fatiha''dır.Bu surenin muhtevası,Kur'an insanının imajını,tasvirini açık bir
şekilde vermektedir.Kur'an'ın bu mu'ciz muhtevasının elbette en temel konusu
''Tevhid'' inancıdır.
B.Kur'an Vahiy Mahsulü Bir Kitaptır
1.Vahiy Kelimesi
Mukaddes Kitabımız Kur'an-ı Kerim,Hz Peygambere vahiy yoluyla inmiştir.Kur'an'ın kendinden bahsederken vahiy mahsulü olduğunu özellikle vurgulaması ile bu sözcüğün içerdiği lügat anlamları arasında bir bağ vardır.
Vahiy,dini bir terim olarak,Allah'ın dilediği şeyleri peygamberlerine muhtelif hallerden biriyle bildirmesidir.
Kur'an,ilahi vahye,zaman,mekan,milliyet itibariyle hiçbir kayıt koymaz.Tam tersine,her kavmin şu veya bu zamanda ilahi vahye muhatap olduğunu beyan eder.Ona göre ''ilahi vahye''imandan maksat Kur'an'a iman etmekle sınırlı değildir;herhangi devirde,herhangi millete gönderilen ilahi vahye de imandır.
SONUÇ:Artık Hz.Muhammed,aldığı vahyin hayatı anlamlandırmada canlı örneği ve önderdir.Hz.Peygamber vahye mazhar olmak üzere kabiliyetli kılınınca vahiy üzerinde düşünmeye hazır bir beşer haline gelmiştir.Bunun sonucunda gelen vahyi hem fıtratında bulunan anlama aynalarına yerleştirmesi hem de hafızasına yerleştirmesi kolaylaşmıştır.
C.Kur'an,Ayetler ve Surelerden Oluşan Bir Kitaptır
1.Ayet Kelimesi
Ayet kelimesinin birbirini gerektiren anlamlarından hareketle dini terim olarak ifade ettiği anlamlar şunlardır.
1-DELİL
2-MUCİZE
3-KIYAMET ALAMETLERİ
4-KUR'AN'IN TAMAMI VEYA BELLİ BÖLÜMLERİ
2.Ayet-Vahiy
Kavramları İlişkisi
Ayet kelimesinin Kur'ani bir kavram olarak tarifi şöyledir:
Ayet,Allah'ın varlığına ve birliğine,peygamberlerin doğruluğuna işaret eden delil ve mucizedir.
İNSAN AÇISINDAN AYET:İnsan,ayete muhatap olan bir varlıktır.
İnsan,ayeti incelemesi gereken,ayeti inceleme görevi olan
varlıktır.
O halde ayet, insanı Allah'a yönelten,O'na gidişinde iz ve işaret veren her şeydir.
Yüce Allah'ın varlıklara fıtrata uygun hareket etme metodunu vahyetmiş olması,hayatın anlamının gerçekleşmesi için gerekli bir durumdur.İşte bu varlıklardan birisi olan insan,''kendi varlığının farkında olma''fıtri kabiliyeti ile diğer varlıkları anlayacak ve onları kullanacaktır.
Kendi varlığından veya evrendeki bir varlıktan ibret alan,delil gören,mucize sayan,hayrette kalan insan,yani varlık ve oluştaki''kevni ayet''i gören insan,Kur'an'ı Kerim'i okuduğunda bu yete delil olan,onu şerh eden''kavli ayet''in karşılığını bulacaktır.
3.Sure Kelimesi ve Sure Kavramı
-Yüksek yer,bir kenti kuşatan sur
-yüksek rütbe
-mevki
-şeref ve şan
-alamet ve nişan
-binanın kısmı veya katları
Sure kelimesi dini bir terim olarak şu anlamdadır.Ayetlerden meydana gelen,başı ve sonu bulunan müstakil Kur!an bölümlerinin adıdır.Başlangıçta sure,Kur!an anlamında kullanılırdı.Sonradan sure,yukarıdaki anlamda kullanılmıştır.Kur'an da bütün yazılı vahiyleri içine alan mushafın adı olmuştur.
SONUÇ:
Elde edemedikleriyle,elde ettikleri arasında sıkışan insan,hayata anlam veremeyişinin bedelini ağır ödüyor.Tarih sürecinde değişse de manzara,çıkmazlar değişmiyor.Bir ''insan modeli''aranıyor,''bir hayat şekli''irdeleniyor.Sonuçsuz çabaların bize söylediği şu:İnsan,sadece vahyin insan modelinde fıtratı ile buluşabilir.Çünkü ancak tevhid temelinde yükselen değerler,hayatla bütünleşmekte ve onu anlamlı kılmaktadır.
Farkında olsun yada olmasın,insan fıtratını arıyor.Bu anlam arayışının fıtratla kesiştiği noktalar,Kur'an'ın öngördüğü insanın yalnızca bir yönüne işaret ediyor.''Kur'an insanı''nın bir başka deyişle''kamil insan''ın gerçekleşmesi ise hayattan beklentilerin tümünün fıtratla ve vahiyle örtüşmesini gerektiriyor.Bu çalışma ''Kur'an nedir?''sorusunu bu amaçla sormakta ve cevabını,Kur'an'ın yaşanılır kılınması için telif edilmiş olan Kur'an ilimlerinden yararlanarak aramaktadır.Bunun için Kur'an-ı Kerim'e insan hayatını anlamlandıran ilahi cevap olarak yaklaşmaktadır.Çünkü Kur'an-ı Kerim,kendini ''hidayet rehberi''olarak tanımlamakta,insan modelinin nasıl olacağını göstermekte,insan-hayat-tabiat-evren bütünlüğünün gerçekleştirilmesi için kurallar koymaktır.
(Yüksek Lisans)
KUR’AN NEDİR?
GİRİŞ
Kur’an-ı Kerîm, hayatta insana rehberlik eden ve her asra hitap edebilen
yegâne semâvî kitaptır. Ancak Kur’an’ın rehberliğinde hayatın fıtrata uygun
olarak devam ettirilebilmesi için; Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması gerekmektedir.
Anlaşılmasından maksat; “hayatın değişen görünümleri karşısında Kur’ân-ı Kerîm’in
öngördüğü reel cevapları anlamak ve hayata taşımaktır”.
Kur’an, incelendiğinde; Kur’an’ın insandan
- Okunmasını
- Üzerinde düşünülmesini
- Anlaşılmasını
- İhlâsla açıklanmasını istediği görülecektir.
Ümmî bir Peygamber’e gelen ilk vahyin okumayı emretmesi bu bağlamda
çok anlamlıdır. Kur’an-ı Kerimde, insanla ilgili olan ayetler dikkatle
incelendiğinde; Kur’an’ın insana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kıldığı
görülmektedir. Hz. Peygamber de bütün hayatı boyunca bu ilkeyi esas alarak, Kur’ân
ahlâkıyla ahlâklanmış ve ümmetini ilim tahsil etmeye, Kur’an’ı yaşamaya
yönlendirmiştir. Hz. Peygamber, gelen vahiyleri, hem fiilleriyle hem de
sözleriyle tefsir etmiştir. Kur’ân’ı, hayata tatbik etme ve hayatı
anlamlandırma şekliyle birlikte öğrenen sahâbiler, gittikleri bölgelere de bu
metodu uygulamışlardır. Tabiînler, de aynı ilkeyi Sahabiden alarak
kendilerinden sonra gelenlere intikal ettirmişlerdir.
Kısaca; Kur’ân ilimleri, nüzûl asrından tedvin dönemine kadar bu
şekilde gelmiştir. Bu dönemde Kur’ân-ı Kerîm tefsir edilirken, Kur’ân’ın bir
yönünü ele alan özel araştırmalar yapılmış, daha sonra bu özel çalışmalar, “Ulûmu’l-Kur’ân”
başlığı altında derlenmiştir. Tedvin dönemi ve sonrasında alimlerin Kur’an
ilimlerini tedvin etmelerindeki ortak gayeye bakıldığında; Kur’an-ı Kerim’in
anlaşılmasına, içerdiği manaların açıklanmasına yarayacak ve araç olacak
ilimleri tespit etmek olduğu görülecektir.
Kur’an’ın daha iyi anlaşılabilmesi için klasik yöntemlerden farklı
olarak Kur’an ilimlerine yeni bir yaklaşım getirilmesi gerekmektedir. Bunu
gerçekleştirmek için Kur’an ilimlerinin,
- Doğuşu ve tarihsel gelişimi
- İç işleyişi
- iç işleyişin Kur’ân’ın anlaşılmasına ve
- Kur’ân’ın anlaşılmasının iç işleyişe etkisi ortaya konulmalıdır.
Bu yüzden, bu çalışmada “Kur’an Nedir” sorusuna, Kur’an üzerine
genel araştırmayı hedefleyen Kur’an ilimleri çerçevesinde cevap aranmaya
çalışmış. Kur’an-ı Kerim’e, insanın hayatını anlamlandıran kitap oluşunu temel
alan bir çerçevede yaklaşılmıştır.
ARAŞTIRMANIN AMACI VE METODU
Bu çalışmada;
- Kur’an’a ve Kur’an ilimlerine, insan-hayat ve kâinata can veren,
anlam veren ve rehberlik eden ilâhî bir kitap olduğu bağlamında bakılmaya
çalışılmıştır.
- Kur’an’ın insanını, Kur’an-insan-hayat ilişkisinin nasıl
kurulacağı, hayatın anlamlandırılmasında Kur’an hakkında nelerin bilinmesi
gerektiği konuları ele alınmıştır.
- Bu çalışma birçok disiplin, özellikle psikoloji-psikiyatri
alanlarının derin konularını içerdiği için; özel ihtisas isteyen önem ve
genişlikteki konulara girilmemiştir.
- Birinci bölümde “insanın anlam arayışı” konusu sınırlı yönüyle
ele alınmaya çalışılmış. Kur’an-anlam arayışı ilişkisinin net bir şekilde
gözler önüne serilebilmesi için, anlam arayışının nasıl gerçekleştiği sorusuna
cevap verilirken, insanın farkında olmadığı birçok şeyi dikkate sunmayı hedeflenmiştir.
- İkinci bölümde; önceki bölümde ifade edilenler, Kur’an
ilimlerinin en temel üç kavramı çerçevesinde ele alınmış, Kur’an’ın kendini
nasıl tarif ettiğini somutlaştıran ayetlere yer verilmiştir. Bu ayetler
zikredilerek Kur’an’ın insan hayatına yön vermek, anlam vermek için nazil
olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır.
- Kavramların açıklanmasında ayrıntılardan kaçınılmış, farklı bir
üslûpla konular ele alınmaya çalışılmıştır. Bununla ezbercilikten kaynaklanan
sorunların, Kur’ân ilimlerinde de yaşanmaması amaçlanmıştır.
- Çalışmada; Kur’ân’ın hayatı anlamlandırması Kur’ân ve Kur’ân
ilimleri hakkında genel bilgilendirme yapılmıştır.
- Çalışmanın, özellikle Türkçe kaynaklardan yararlanılmıştır.
- Çalışmada dipnot vermek yerine; eserin sonunda bibliyografya
sunulmuştur.
- Ayetlerin mealleri, Prof. Dr. Süleyman Ateş’in “Kur’ân-ı Kerîm ve
Yüce Meali” ile Elmalılı M. Hamdı Yazır’ın tefsirinden Dücane Cündioğlu
tarafından yayıma hazırlanmış “Hak Dini Kur’ân Dili-Kur’ân-ı Kerîm ve
Meâli’nden alınmıştır.
- Çalışmada tabiat, öz, varlık koşulları gibi terimlere aynı
sözcükle, “fitrat” sözcüğü ile karşılık verilmiştir.
İNSANIN ANLAM ARAYIŞI SERÜVENİ
İnsan, hayatı boyunca içinde yaşadığı dünyayı, evreni tanımaya ve
anlamaya çalışmış, ancak bunda yeterince başarılı olamamıştır. İnsandaki bu
anlama merakı, doğuşundan getirdiği, insanı insan eden en önemli özelliktir.
Eski çağlardan itibaren bütün insanlardaki bu anlamlandırma hali aynıdır. Çünkü
insanın anlam arayışı, onun fıtrî bir kabiliyetidir.
İnsan, içinde bulunduğu dünyayı, bu dünyanın ötesini, önce ve
sonrasını; kendini çevreleyen varlıkları ve nesneleri, onlarla olan ilişkisini,
düşünce ve zanlarını, duygu ve inançlarını, istek ve eylemlerini kaynak ve
gayesini hayatı için gerekli görerek anlamak istemiştir. Ortaya attığı sayısız
sorulara, din, mistisizm, metafizik, felsefe ve ilim adını verdiği türlü
açıklamalarla bir sürü cevaplar aramıştır.
İnsanlar, hayatları boyunca birbirlerinin her düzeydeki üretim ve
eserleri ile karşılaşmışlar, bu mirası kullanmışlar. Bu sayede düşüncelerini
zenginleştirmiş, verimlileştirmiş ve geliştirmiştir. Ama yine de hayatı
anlamlandırmak için erişeceği bir “hakikat” fikri peşinde koşmuş, bunun için
türlü yön ve yöntemlere başvurmuştur. Bu yön ve yöntemlerde bazen bilimi, bazen
dini, bazen tasavvufu, bazen mistisizmi kullanarak, farklı açıklamalar,
anlayışlarla tatmin olmaya çalışmıştır.
İNSANIN ANLAM ARAYIŞI NASIL
GERÇEKLEŞİR?
“‘Anlam’ kelimesine sözlüklerde “ifade edilen, anlaşılan şey; iç,
ruh, biçim ve kalıp dışında kalan öz, cisimle ilgili olmayan hal; yalnız
işaretlerin değil, fakat aynı zamanda şeylerin ve olayların işaret ettiği şey” anlamlarına
gelmektedir. “İnsanın anlam arayışı” tabirindeki “anlam” sözcüğü ise insanın fiillerini
yöneten, insanın somut varlık bütününe ait, bu varlık bütününde temelini bulan varlık
koşullarından birini ifade etmektedir”.
“Anlam”, özellikle inanmayı içerir. Eğer insan inanmayan bir varlık
olsaydı amaçlarını gerçekleştirmek için çalışamaz, kendisini yapacağı işe
veremez, eğitimle olgunlaşamazdı. O halde anlam; görülen, bilincine varılan ve
inanmayı da içeren bir şeydir. Ancak bunu anlayabilmek için gören kimdir; nede
görmüştür; neyi görmüştür; nasıl görmüştür? Gibi soruların cevaplarının
verilmesi gerekmektedir”
Gören Kimdir?
Gören, insandır. İnsan, gerçek bir dünyada ve akışı içinde hayatını
anlamlı bir uğraşla doldurmak için eylemlerde bulunur. Eylemlerini
gerçekleştirirken karşılaştığı engelleri aşmaya çalışır. Özellikle günümüzde bunca
eşyaya, teknolojiye ve dünyanın bunca çekiciliğine rağmen insanın bir arayış
içerisinde, bir anlam verme çabası olması, insan olmasının bir özelliğidir.
Nede Görmüştür?
“Onda anlam görmesi söz konusu olan şeyde görmüştür. Kişinin bir
şeyde anlam görmesi; onun gerçeklikle yüzleşmesi ve varoluşu ise; obje ile
ilişki kurmasıyla başlar. Bu temasla ferdin özünü oluşturan unsurlar içerik
kazanır. Aksi halde fert ancak bir öz olarak kalırdı, ortaya çıkamazdı. Bu
sebeple anlamlı yaşamak, bir anlam yaratma ve bu anlamı hayata katma yoludur.” Bazı
insanlar hayatlarına anlam katabilirken bazıları katamamaktadır. Bunun sebebi,
bütün insanların, objeyi kavrayışlarında, algılayışlarındaki anlayış farklılıklarında,
bilgi seviyeleri ve içinde yaşadığı kültür şartlarının” farklılık göstermesinden
kaynaklanmaktadır.
İnsan eylemlerini yöneten değerler üç gruba ayrılır:
- Yüksek Değerler: Sevgi, inanmak, sözde/eylemde doğruluk,
çalışkanlık, masumiyet, dürüstlük, insaflı olmak, dostluk, vefa, güven,
saygı...
- Araç Değerler: İlgi ve menfaat alanının değerleridir. Maddi ve
manevi servet değerleri, fayda, çıkar, kuşku, çekememe, hoşlanmak…
- Alışılan Değerler: Temelini toplum ve kültür hayatında bulan, zamanla
otomatikleşen ve doğal olarak algılanan eylemleri yöneten değerlerdir. Alışkanlıkların,
modanın, zevkin, kitle kültürünün değerleri...
Neyi Görmüştür?
İnsan, dünyada sürekli olarak gerçekleşmesini istediği, hayatı
anlamlandırışında ana amaçlarını ve bu çerçevedeki eylemlerinin anlamlı
olacağını görmüştür.
Hayatın anlamının gerçekleştirilmesi iki yönde olur:
- Kişinin kendi içinde
- Evrende
İnsanın bir bütün olarak varoluşunu gerçekleştirmesi, hem iç hem de
dış dünyasındaki başarılarıyla birlikte sağlanır. Kişinin bu bütünlük
içerisinde hayatın anlamını keşfetmesi üç farklı yolla olur:
- Eylem ortaya koyarak, yüksek değerleri yaşayarak ve araç değerler
ile alışılan değerleri bu yüksek değerlerle oluşturarak.
- Bir şeyi, bir insanı severek, bir ideale kendini adayarak, bir
insanı severek ve ona bağlanarak
- Musibet ve sıkıntılara sabrederek
Nasıl Görmüştür?
Kişi, obje ile ilişki kurmaya başlayınca fıtratından gelen varlık
koşulları ortaya çıkar. Kişi-obje ilişkisinde fıtratı oluşturan varlık şartları,
anlam kazanır. Ancak insanın temel arzularının tatmin olması için insana yardım
edecek bir rehber gereklidir. Bu yüzden vahiy, ilahi rızayı arayan insana kamil
insan olmayı hedef göstertir. Ama bunun temel şartı olan iman etme konusunda
onun fıtratına seslenir ve etkin okumayı önererek oku, düşün, anla ve yaşa der.
İNSANIN ANLAM ARAYIŞI VE KUR’ÂN-I KERİM
İnsan, özel bir varlıktır. Onun bu özelliği, özü itibariyle her
kültür ve çağda geçerliği olan fıtratından kaynaklanır. İnsan hangi ülkede
yaşarsa yaşasın, hangi dine mensup olursa olsun, hangi eğitim derecesine sahip
olursa olsun zaman içinde değişmeyen bu fıtri imkanlara sahiptir. İnsanın
fıtratının gereği olan hayatı anlamlandırması iki yönde gerçekleşir;
- İnsanın kendinden kaynaklanan ben merkezli anlam vermesi
- Fıtri ilkeleri temel alan Fıtrat-vahiy temelli anlam vermesi
Aynı zamanda toplumsal bir varlık olan insan, fıtratından kaynaklanan
bir sebeple doğayla kurduğu doyurucu ilişkiyi, toplumla da kurmak ister. Hem
kendi varlığı hem de içinde yaşadığı toplumun devam edebilmesi için bir takım
kurallara ihtiyaç duyar. Olaylar karşısında, nasıl davranması gerektiğini, onu
denetleyen yasalar ve kurallar sayesinde bilmek ister. Böylece doğru-yanlış,
iyi-kötü ya da güzel-çirkin gibi kavramlar sistemi oluşturur.
Hayatı anlamlandırmanın temelinde, “insan olarak var olmanın
şartlarını her bireyin bilincinde oluşturmak” varsayımı yatar. Bu ise “insanı
anlamak”la mümkün olabilir. İnsanı anlamak da dünyayı anlamak demektir. Bunun
için insanın kendine, hayata ve evrene bir başka açıdan bakmasına,
değerlendirmesine imkân verecek “bilgi” ye ihtiyacı vardır. Çünkü insanın
fıtratında aslında farkında olduğu, bildiği bir iç varlığa sahip olma özelliği
vardır. Bu yüzden insana, anlam arayışında onun bu varlık-birliğini de tatmin edecek
bir yön gösterilmeli, bunun bilgisi sağlanmalıdır. Bu da fıtri ilkeleri temel
alan anlam vermedir.
İnsan, ben merkezli hayatı anlamlandırmada fıtratının bir kısmı ile
örtüşen ama asla tamamını kapsamayan bir hayatı anlamlandırmaya erişir. Bu,
insanın gerçekleştiremezse yaşayamayacağı fıtri çabasıdır. Halbuki insan,
tarihsel tecrübesi ile varoluşunun “değişim” boyutunu somut bir şekilde yaşamakta,
“insan olmanın” bir “durum” olmaktan çok, bir “kemâle yürüme süreci” olduğunu
bilmektedir. Dolayısıyla insan, varoluşunu gerçekleştirip hayatını bir şekilde
anlamlandırırken bütün fıtrî imkânlarını tatmin eden, bütün varlık koşulları
ile örtüşen yani ona kendini aşma başarısını veren, bütün zamanı, her ânı
kaplayan bir anlam ufkunu aramaktadır. Allah ta insana bütün fıtri imkanlarını
tatmin etmesi, hayatı anlamlandırması için rehberler göndermiştir. Bu rehberler
getirdiği vahiy kaynaklı ve “Tevhid” temelli mesajlarla, her çağda insanın
hayatını anlamlandırma beklentisine konu olan ne varsa, o beklentilere cevap
veren bir dünya tasviri sunmuş, insanları, “Tevhid” ile hayatı anlamlandırmaya
çağırmışlardır.
Peygamberlerin getirdikleri mesajların hayatı anlamlandırmanın
temel içeriği aynı kalmış, fakat İnsan, imtihan edilmekte olan bir varlık
olması ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi olması sebebiyle varoluşunu
gerçekleştirme boyutuna ait olan uygulamada bir farklılık belirmiştir.
İşte Kur’ân-ı Kerîm de vahiy sürecinin son halkası olarak, diğer
varlıklarla ortak olduğumuz fıtrî imkânlanmızı nasıl insanileştireceğimiz
sorusuna cevap veren, bize fıtrî bütünlüğümüz içinde kendimizi öğreten vahiy
mahsulü bir kitaptır.
Kur’an insana, varlıklarla ilişkilerinde halife bilincinde olması
gerektiğini hatırlatır. Çünkü hayatta sadece kendisi yoktur. O, bu sonsuz
evrende halife olarak üstlendiği rolün sorumluluğunu yerine getirmeli, bunu tüm
varlığıyla yapmalıdır.
Aksi halde insan, diğer insanlarla hatta varlıklarla “ben-şey”
ilişkisi yaşar. Hayat, paylaşmanın olmadığı “özne-nesne” ilişkisi olarak kalır.
Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm, insandan özünü bulmasını, duygu düşünce ve davranışlarıyla
hayatı kucaklamasını yani varolma bilincinin farkına varmasını ister.
İnsandan beklenen, varlığının bütünlüğü içerisinde “bilgi”yi “nasıl”
ve “niçin” kullanacağını idrak etmesine imkan verecek vahye yönelmesidir. Kur’ân
bu konuda insanın rehberidir ve insana okumayı, tedebbür etmeyi ve ihlasla
yaşamayı önerir.
Kur’ânî hayat tecrübelerini örnek almak, mümine, hayatın Kur’an-sünnet
bütünlüğü içerisinde anlamlı kılınmasının bilgisini verir. Mümin insan, bu yaşantısında
fıtrî kabiliyetlerinin tümünü harekete geçirdiğinden kişi olarak imkânlarını
bilir ve eylem üretme ve geliştire yolunu açar. Yani Kur’an’ın insanı olmanın “kemâle
yürümenin”, hayatını nasıl anlamlandırırsa mümkün olacağının bilgisini somutlaştırır.
KUR’ÂN BİR KİTAPTIR
Kur’ân Kelimesi
Kur’ân, Hz. Muhammed’e Arapça olarak vahiy yoluyla parça parça indirilip,
bize tevatürle nakl olunan ve mushaflarda yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet
edilen muciz Tanrı kitabının özel adıdır. Kur’ân’ın kendini adlandırdığı
isimleri arasında en çok kullandığı isim budur.
Kur’ân sözcüğünün geldiği köklere bakılarak;
- Kur’ân, birbirine yakın harfler, kelimeler, âyetler ve sûrelerden
oluşur.
- Âyetler ve sûrelerin içerdiği anlamlar birbirini doğrular.
- Kuran’ın “Allah kelâmı” olduğuna ilişkin kanıtlar birbirine
eklenmiş olarak yer alır
- Kur’ân’daki bükümler, kurallar içiçedir.
- Kur’an’da her anlatılan şey ve her anlam, öteki anlatılanlar ve
anlamlar ile bütünlük arzeder.
- Sûre ve âyetleri hem sayfalarda toplanmış ve yazılmış hem de kalp
sayfalarında ezber olarak toplamış kitaptır.
- Kur’ân, ezber ve yazılı olarak lisanlarda okunan bir metindir,
denilebilir.
Kur’ân’ın bir diğer ismi el-Kitab ile birlikte düşünülürse:
- Kur’ân, onun lisanlarda okunmasına ve kalplerde ezberlenmesine,
Kitab ise satırlarda kaydedilip kitapta toplanmasına hem kanıt hem de teşvik
anlamı içerirler.
- İlimleri toplayan kelâm; hayatımızı anlamlandıran her türlü
mânâları ve hakikatleri, hüküm ve hikmetleri toplayan kitaptır.
- Kur’ân’ın, ilk emri olan “ikra’- oku!” sözcüğüyle aynı kökten
gelmesi de son derece anlamlıdır. Kur’ân böylece okumaya ve ilme verdiği değeri
ifade etmiş olmaktadır, denilebilir.
Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm, bu özel adının geçtiği âyetlerde şu özelliklerine
dikkat çeker:
- Kur’ân, insanlığa yüksek ahlâkî değerleri gösteren vahiy mahsulü
bir kitaptır.
- Kur’ân, bütün özellikleri ile insanın hayatını anlamlandıran, hayat
veren bir kitaptır.
Bir Kitap Olarak Kur’ân
Kur’ân-ı Kerîm, iki kapak arasındaki yazılı yapraklardan oluştuğundan
o da bir kitaptır. Dolayısıyla onun diğer kitaplarla hem ortak hem de diğer
kitaplardan farklı özellikleri vardır.
Kur’ân’nın son derece özlü ve kapsamlı bir anlatımı vardır; az
kelime ile birçok mânâ anlatır. Kur’an insandan, bir tek Yaradıcı’nın
varolduğuna iman etmesini, fiillerini bu inanca göre düzenleyerek fıtrat ile
barışık olmasını; böylece varoluşunu gerçekleştirmeye, Allah’a imân, itaat ve
onların doğuracağı sevgi ile yönelmesini ister.
Kur’ân metni içindeki her kelimede, ilâhî bir ahenk ve musiki
kulağı okşar. O, her haliyle insan sözü olmayıp, melek vahyi olduğunu ispatlar.
Bundan dolayı o indiği zaman şairler, şiirlerini Kâbe duvarlarından
indirmişler, inananlar da inanmayanlar da onun üstüne bir söz olamayacağını
itiraf ermişlerdir. Bu âna kadar hiç kimse, onun tek bir ayetine denk olacak
bir söz söylememiştir; bundan sonra da söyleyemeyecektir. İşte bu Kur’an’ın
meydan okuyuşudur. Onun bu meydan okuyuşu sadece nüzul asrı insanına değil,
kıyamete kadar gelecek olan insana da bir meydan okuyuştur.
KUR’ÂN VAHİY MAHSULÜ BİR KİTAPTIR
Vahiy
Kur’an-ı Kerîm. Hz. Peygamber’e vahiy yolu ile inmiştir. Kur’ân’ın kendinden
bahsederken vahiy mahsulü olduğunu özellikle vurgulaması ile bu sözcüğün
içerdiği lügat anlamları arasında bir bağ vardır. Vahiy; bir bilgiyi, bir
işareti yazılı veya sözlü olarak muhataba en hızlı ve en kestirme yoldan
ulaştırmak anlamına gelir.
Vahiy, terim olarak; Allah’ın dilediği şeyleri peygamberlerine
muhtelif hallerden biriyle bildirmesi demektir.
Vahiy kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de türevleriyle birlikte 78 yerde
geçer. 72 yerde fiil halinde kullanılmış ve bu fiillerin çoğu Allah’a izafe
edilmiştir. Bunun anlamı şudur: Vahiy, ilâhî bir fiildir. Bu da; Allah vardır
ve tek’tir demektir.
Vahyin Geliş Şekilleri:
- Sadık rüya şeklinde
- Cebrail’in, aslî hey’etiyle görünüp ilâhî emri duyurması
- Meleğin görünmeden Allah’ın sözünü Pcygamber’in kalbine düşürmesi
- Meleğin insan şekline girerek vahiy getirmesi
- Hz. Peygamberin kalbine üfleme
- Uyanık iken doğrudan doğruya Allah kelâmını duymak
- Uykuda iken meleğin vahiy getirmesi
KUR’AN, AYETLER VE SURELERDEN OLUŞAN
BİR KİTAPTIR
Kur’ân-ı Kerîm’de çok geçen ve Kur’ân terimlerinin en önemli
kavramlarından biri olan âyet kelimesi; mucize, açık alamet, nişan, gözle
görülebilen, ibret, delil, belirti, hayrette bırakan görülmemiş iş ve hal gibi
anlamlara gelmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir süresindeki başı ve sonu bulunan bir
veya daha fazla cümleden oluşan Kur’an birimine âyet denir.
Ayet kelimesinin Kur’anî bir kavram olarak tarifi şöyledir: Âyet;
Allah’ın varlığına ve birliğine, peygamberlerin doğruluğuna işaret eden, delil ve
mucizedir. Bu anlamda, yani Allah’ın varlığını ve birliğini anlama konusunda
ayet; İnsanı kuşatan aleme ait ayetler ve insanın kuşattığı aleme ait ayetler
olmak üzere ikiye ayrılır.
Sure ise sözlükte; yüksek yer, bir kenti kuşatan sur, yüksek rütbe,
mevki, şeref ve şan, alamet ve nişan, binanın kısmı ve katları anlamlarına
gelir. Dinî bir terim olarak ise; Ayetlerden meydana gelen, başı ve sonu
bulunan müstakil Kur’an bölümlerinin adıdır.
Kur’ân-ı Kerîm, biri diğeri tarafından kesilmiş 114 sûreye ayrılmıştır.
Bunun da bir hikmeti vardır. İnsanoğlu, uzunca yazılmış metinleri kitap, bâb,
fasıl olarak ayırarak okumaya alışmış bir mantığa sahiptir. Bundan dolayı
okuyucu için bir sûreyi okuyup diğerine başlamak daha şevk verici olmaktadır.
KUR'ÂN-I KERÎM'İN KLASİK TARİFİ VE
KUR'ÂN
Kur'ân-ı Kerîm, Kur'ân ilimlerine dair eserlerde ve fıkıh usûlü
kitaplarında âlimlerin çoğunluğunun üzerinde ittifak ettiği klasik tarife göre
şöyle tanımlanmıştır: Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla parça parça
indirilmiş, Mushaflarda yazılmış, tevatürle nakledilmiş, tilâvetiyle ibadet
edilen, mu’ciz, ilâhî kelâmdır.
Kur’an-ı Kerim’in, Kur'an isminden farklı olarak; Kur’an’da 230 defa geçen ve en çok kullanılan El-Kitab, Hak ile batılı ayırmak, felah ve selamet anlamına gelen; 6 ayette geçen el-Furkan, anmak ve hatırlamak anlamına gelen ez-Zikr gibi başka isimleri de vardır O’na verilen bu isimler, bizzat Kur'ân'da yer alır.
SONUÇ
Hayatta sürekli bir ikilem içinde sahip olamadıklarını elde etmeye çalışan, bunu gaye edinerek aslında fıtratına aykırı bir hayat sürmeye devam eden insan, hayata anlam veremeyişinin bedelini ağır ödemektedir. Biraz fıtratının gerekliliklerine doğru bakan bir insan ise hangi zamanda ya da hangi coğrafi bölgede yaşamış olursa olsun bir arayış içine girmekte, yaratılış gayesini, fıtratıyla örtüşen davranışları bulmaya çalışmaktadır. Kısaca bu arayış sonunda insanın başarıya ulaşabilmesi, “Kamil İnsan” olabilmesi; davranış ve düşüncelerinin fıtratıyla yani vahiyle örtüşmesine bağlıdır. Çünkü hidayet rehberi olarak tanımlanan Kur’an yani ilahi vahiy, insan modelinin nasıl olması gerektiğini göstermekte, insanların kendileriyle ve diğer canlılarla uyum içinde yaşayabilmeleri için kurallar koymaktadır. Allah insana bu kuralları öğretmek, hürriyet bilincini canlı tutmak için peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış, vahyin anlaşılır olması ve bu vesileyle de Kur’an’ın hedeflediği kamil insanın bununla da kamil toplumun oluşabilmesi için yaşayan Kur’an olarak insanlığa örnek olmuş ve bu değerleri iletmiştir.
DERS : Tefsir Rivayetlerine göre Kur'an'ın Nüzul Ortamı
2014 Bahar Yarıyılı Ödevi
KONU : "KUR'AN NEDİR-İnsanın Anlam Arayışı" Kitabının Özeti
Ömer Faruk Serdaroğlu
Yüksek Lisans - Özel Öğrenci
Pek
Muhterem, Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu Hocamızın büyük bir gayret, özen ve
itina ile yazmız olduğu, hacim olarak belki küçük ama, "anlam" olarak
çok büyük çalışma olan, Şule Yayınları arasında yayımlanan, "KUR'AN NEDİR
- İnsanın Anlam Arayışı-" adlı eserini büyük bir zevkle okumuş olmanın
mutluluğunu yaşıyorum.
Elde
edemedikleriyle, elde ettikleri arasında sıkışan insan, hayata anlam
veremeyişinin bedelini ağır ödüyor. Tarih sürecinde manzara değişse de,
çıkmazlar değişmiyor. Bir " İnsan modeli " aranıyor. " Bir hayat
şekli " irdeleniyor.
Farkında olsun ya da olmasın, insan fıtratını arıyor. Bu anlam arayışının
fıtratla kesiştiği noktalar, Kur'an-ın ön gördüğü insanın yanlızca bir yönüne
işaret ediyor. " Kur'an insanı " 'nın bir başka değişle " Kamil
insan'ın " gerçekleşmesi ise hayattan beklentilerin tümünün fıtratla ve
vahiyle örtüşmesini gerektiriyor.
Bu
çalışma " Kur'an Nedir? " sorusunu sormakta ve cevabını, Kur'an-ın
anlaşılır / yaşanılır kılınması için telif edilmiş olan Kur'an ilimlerinden
yararlanarak aramaktadır. Kur'an-ı Kerim'e insan hayatını anlamlandıran ilahi
cevap olarak yaklaşmaktadır.
Aşağıda
acizane olarak özetlemeye çalıştığımız "KUR'AN NEDİR ?"
kitabının:
"Ek
1" 'de ; "Bizi Biz Yapan Değerlerimiz ve Hayatımızı Anlamlandırmadaki
Rolü " başlığı altında her türlü takdirin üzerinde bir çalışma
yapılmıştır. Burada " yeni bir asra girerken umduklarına
ulaşabilecek, yepyeni bir gelecek oluşturabilecek donanıma sahip olduğumuzun ve
bu donanımı kültürel kalkınmamızın temeli kılabileceğimizin yeni bir yaklaşımla
ortaya konulması gerektiği" açıklanmıştır. "Bunun için şimdiyi
oluşturmanın payı olan ve insanımızın varoluşunun zeminini, varlık şartlarını
hayata katmasını meydana getiren şeyleri kavramak gerektiği" anlatılmıştır.
Yine;" Değerlerimizi ele alırken geçmişle gelecek arasında bir bağ
kurmayı, bugüne bu çerçevede bakmayı, bizi biz yappan değerlerimizden ve
insanımızdan yana bir ümidi uyanık tutmaya yönelik bir katkıda bulunmaya"
çalışılmıştır.
Bu arada, " Değer Nedir ve Nasıl Oluşur?" , " İnsanın
Hayatına Anlam Vermesi Nasıl Gerçekleşir?" , " Değer-Kültür İlişkisi
" , "Değerlerimizin Temelinde Ne Var?" , " Değerlerimizi
Kalkınmanın Kültürel İmkanı Olarak Yeniden Hayata Katmak İçin Ne
Yapmalıyız?" konularında doyurucu ve tatmin edici bilgiler verilmiştir.
"Ek
2" de ; " Türk Ailesinin Ev İçi Düzeninde Levhalar " başlığı
altında levhaların taşıdıkları anlamlar verdikleri mesajlar ile muhatablarının
davranışlarını nasıl etkiledikleri, yönlerdirdikleri, fertlerin ve toplumların
muhtaç oldukları sosyal ve kültürel enerjiyi ve bedii zevki nasıl
oluşturdukları ve
anlamlandırdıkları anlatılmıştır. Fert ve toplumların taşıdığı mesajın,
insanı hayatın tüm alanlarında, toplumsal töre ve gelenekler üzerinde, yani
insanın kenidini gerçekleştirebileceği her konuda düşünmeye zorlardığı ve
böylece insanın, " sıradanlıktan kurtulmak düşüncesiyle ve düşündüklerini
hayata aktarma gayretiyle başarmaya özendirilmiş olduğu" açıklanmıştır.
"Ek
3"de ; " Osmanlı Mimarisinde Kültürel İfadelerin Görsel Kullanımı
" başlığı altında mimari ve sanatın, dildeki sözcükler yerine biçim, renk,
ışık, gölge, doku, ölçü, oran vb. kavramları kullanan özel bir dil
olduğu anlatılmıştır.
Mimari ve sanatta farklı diller bulunduğu üzerinde durulmuştur. Toplumun
ürettiği kültür, maddi ve manevi bu unsurları kendine özgü bir biçimde bir
araya getirerek mekanı dile getirdiği vurgusu yapılmış ve onu canlı kılan bir
ruhun bir manevi boyut kattığı
belirtilmiştir.
KUR'AN
NEDİR?
ÖNSÖZ
"
Bu işte insanlara beliğ bir teblidir. " (İbrahim 14/52)
"
Demircinin körüğü de hava alır verir, fakat yaşamış sayılmaz. " (Kelile ve
Dimne)
"
Herkes ölür. Ama herkes gerçekten yaşamış olmaz." (Brave Heart Cesur Yürek
filminden)
Gerçekten
yaşamış olmak için insanın neye ihtiyacı var? İşte bu soru yazarı " Kuran
Nedir? " sorusuna götürür. Kurana göre " Gerçekten yaşamış olmak
" için ilahi bilgi ile hayatı anlamlandırmak gerek. O halde Kur'an-ı
Kerim'i tanımalıyız.
Kur'an-ı Kerim'i tanımak için de onu anlaşılır ve yaşanılır kılmak üzere
telif edilmiş plan kuran ilimlerinden yararlanmalıyız.
Bu çalışmada " Kur'an Nedir? " sorusuna insanın anlam arayışı
çerçevesinde, Kur'an ilimlerinden yararlanılarak cevap vermeye çalışılmıştır.
GİRİŞ
A. Kur'an-ın Anlaşılması
/Hayatı Anlamlandırmasında Kur'an İlimlerine Yeni Bir Yaklaşım İhtiyacı
Kur'an-ı
Kerim, hayatın, gerçek olanın, bizzat yaşadığımızın değişen safalarını yönetme
kabiliyetine sahip ve her asra hitap edecek yeterlikte yegane ilahi kitaptır.
Bunu idrak edebilmemiz için Kur'an-ı Kerim'i iyi anlamamız gerkmektedir.
Kur'an insandan:
1. Okunmasını (1)
2. Üzerinde düşünülmesini (2)
3. Anlaşılmasını (3)
4. İhlasla açıklanmasını (4)
İstemekle
ve muhataplarını buna teşvik etmekle zikredilen amacın gerçekleşmesini bizzat
desteklemektedir. Bu sebeple Hz.Peygambere ümmi olmasına rağmen "
tebliğ" ve " tebyin" ile görevli olduğunu bildirmiştir. (5)
Bu
ümmi Peygambere ilk gelen vahyin okuma ve yazmayı emretmesi de bu meyanda pek
anlamlı ve bizim için ilham vericidir. Tümüyle insanı anlatan ve insanla ilgili
olanı tespit eden bu ayetler, insana " yaşam botu eğitimi " (6)
zorunlu kılmaktadır. O ümmi Peygamber de bütün hayatı boyunca bu ilkeyi tatbik
etmiş, Kur'an ahlakıyla ahlaklanmış, ve ümmetini kadın - erkek ilim tahsiline,
Kur'an-ı yaşamaya yönlendirmiştir. Hz.Peygamber gelen vayhi tebliğ ve tenyin
etmesi ile, canlı ve hayatla içiçe kişiliği ile Kur'an ayetlerini, hem insani
yapıp-etmeleriyle ( haliyle ) hem de sözleriyle ( kavliyle ) tefsir etmekteydi.
Bir rivayetten, Hz.Peygamberin sahabilere Kur'an-ı Kerim-i onar ayet
ezberlettiğini öğreniyoruz. Bu rivaayetin son cümlesi çok anlamlıdır.
"(Hz.Peygamber)bize Kur'an-ı ve onunla amel etmeyi birlikte öğretiyordu.
"
Sahabiler,
Hz.Peygamberin Kur'an-hayat bütünlüğünü hedefleyen bu eğitim-öğretim siyasetini
devam ettirdiler. Birer eğitimci olarak gittikleri bölgelere de bo metodu aynen
taşıdılar.
Tabiiler,
" Kur'an-ı Kerim'i ilim ve amel yönleri ile birlikte öğrenme "
ilkesini Sahabeden aldılar. Sahabe-Tabiun arasındaki bu ilim akışı "
kaydetmekle değil, öğretimle ; yazı ile değil, söz ile " gerçekleşmiştir.
Aynı bilgi akışı Tabiun ile Etbau Tabiin arasında da aynen cereyan etmiştir.
Demek
oluyor ki Kur'an ilimleri, nüzül asrından tedvin dönemine bu şekilde geldi. Bu
dönemde Kur'an'ı Kerim tefsir edilirken, onu anlama çabaları sürecinde bir
ihtiyaç sonucu Kur'an'la ilgili, Kur'an'ın bir yönünü ele alan özel araştırmalar
olarak tedvin edildi. (7) Daha sonra bu özel çalışmalar "
Ulümu'l-Kur'an " başlığı altında derlendi. Her asır bir önceki asrın
Kur'an ilimleri mirasını devraldı; onu kendi çağının maddi ve manevi şartları
çerçevesinde yoğurdu. Nakil ağırlıklı olarak tedvin edilen Kur'an ilimlerinden
böylece her asır kendi zihniyetince yararlandı.
Hz.Peygamber
ve Sahabe, Kur'an-ı Kerim'i hem sözleriyle hemde eylemleriyle tefsir
etmişlerdi. Yani Kur'an-ı yaşanan hayata uyarlamışlar, onun ahkamını elle
tutulur, gözle görülür hale getirilmişlerdi. Bu gelecek nesillerinde uyması ve
gerçekleştirmesi gereken bir görevdi.
Bu
sebeple tedvin dönemi ve sonrasında alimlerin, Kur'an ilimlerini tedvin
etmelerindeki ortak gaye Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasına, içerdiği manaların
açıklanmasına yarayacak ve vesile olacak ilimleri tespit etmek olmuştur.
Kur'an
ilimleri Kur'an-ın varolan yönleri hakkında bilgi verirler. Her Kur'an ilminin
(8), Kur'an-ı Kerim'i tanıtma ve anlaşılmasınakatkı metodunda,
- üslup ve
- işlev
bakımından farklılık vardır. Bu sebeple Kur'an ilimlerinin hiçbirisi
diğerini gereksiz kılmaz. Kur'an-ın anlaşılmasında her Kur'an ilminden
faydalanılabilir.
Kur'an ilimlerine yeni bir yaklaşım, Kur'an-İnsan-Hayat bütünlüğümü temel
alan ; Kur'an-ı Kerim hakkında bilinmesi gereken şeyleri ihtiva eden ; bu
bilgilerle insana, Kur'an'dan reel hayatında yararlanma imkanı veren, yani
insanın içinde bulunduğu bu dünyaya, kendine ve onu kuşatan evrene ait bütün
insani problemlere Kur'an-ı Kerim'den bir bakış açısı elde etmeyi sağlayan,
kısaca insanın kendini ve bütün varlığı anlamlandırmasını temin eden bir "
Kur'an ilimleri anlayışı " getirmelidir. Bunun gerçekleşebilmesi için
Kur'an ilimlerinin,
1. Doğuşu ve tarihsel gelişimi (9)
2. İç işleyişi
3. Bu iç işleyişin Kur'an-ın anlaşılmasına ve
4. Kur'an-ın anlaşılmasının iç işleyişe etkisi ortaya konulmalıdır. Yani
Kur'an ilimleri bütün yönleri ile açık kılınmalıdır. Bu yapılırken Kur'an-ı
Kerim'den yararlanmak isteyen, onunla hayatını anlamlandıran muhataplar göz
önünde bulundurulmalıdır.
B.Araştırmanın
Amacı ve Metodu
Bu çalışmada
Kur'an-ı Kerim'in insan-hayat ve kainata can veren, anlam veren ve rehberlik
eden ilahi bir kitap olduğu yolundaki beyanını benimseyip göz önüne alarak,
Kur'an'a ve Kur'an ilimlerine bu bağlamda bakma denenmek istenmiştir.
Nüzül asrından bugüne kadar Kur'an-ı Kerim'in anlasşılması için sarfedilen
bütün çabalar, bir binanın inşa edilmesi gibidir. Bilinmektedirki her bina, bir
temel üzerine oturur; çatıyı ise duvarlar taşır.
Bu binanın temellerini, nüzül asrında oluşan Kur'an-ı Kerim'i hayata
geçirme şekli; duvarları, da sonraki asırlarda hayatı anlamlandırmada Kur'an-a
yaklaşımları ve çatıyı ise onların var oluşlarını vahiyle gerçekleştirmeleri
ile oluşan vahiy kültürü temsil eder. Dolayısıyla selef ve halef Kur'an-ın
insanını gerçekleştirme yolunda halife sorumluluklarını yerine getirmişlerdir.
Günümüzde ise sıra günümüz bilim admlarındadır.
Bu çalışmadaki amaç insanın anlam arayışına, insan var olduğu sürece devam
edecek bu realiteye, " İnsanın hayatını anlamlandıran kitap : Kur'an
" ve onun anlaşılması / hayatı anlamdırması için telif edilmiş Kur'an ilimleri
bağlamında göründüğü kadarıyla anlaşıldığı ölçüde bir tespit açılım
getirmektir.
Bu araştırmanın konusu bir çok disiplini özellikle psikoloji-psikiyatri
alanlarının derin konularını ihtiva etmektedir. Bu sebeple özel ihtisas isteyen
önem ve genişlikteki mevzulara girilmemiş, konu ile sınırlı kalınmıştır.
Birinci bölümde : " İnsanın anlam arayışı " sorunu her yönüyle
ele alınmış böylece Kur'an-anlam arayışı ilişkisi mümkün olduğu kadar net bir
şekilde gözler önüne serilmiştir.
İkinci
bölümde ise birinci bölümde ifade edilenler Kur'an ilimlerinin en temel üç
kavramı çerçevesinde ele alınmıştır. Bölüm Kur'an-ın kendini nasıl tarif
ettiğini somutlaştıran ayetlerle bitirilmiş Kur'an-ın insan hayatına yön
vermek, anlam vermek için nazil olduğu vurgulanmak istenmiştir. Bu yöntemin
eski usül arapça tahsilinde Avamil-İzhar (10) okuyup ezberleyen kimsenin, iki
kelimeyi bir araya getirip konuşamaması gibi bir durumun Kur'an ilimlerinde de
vaki olmaması için bir çözüm olarak görüldüğü anlaşılmaktadır.
Bu çalışmada dipnot verilmemiş ; eserin sonunda bibliyografya sunulmuştur.
Ayetlerin mealleri, Prf.Dr.Süleyman Ateş'in " Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali
" ile Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın Tefsirinden Dücane Cündioğlu
tarafından yayıma hazırlanmış " Halk Dini Kur'an Dili-Kur'an-ı Kerim ve
Meali " nden alınmıştır.
Çalışmada
tabiat, öz, varlık koşulları gibi terimlere aynı sözcükle, " fıtrat "
sözcüğü ile karşılık verilmiştir.
1. İNSANIN ANLAM
ARAYIŞI VE KUR'AN-I KERİM
A. İnsanın
Anlam Arayışı Serüveni
" Ve alleme
Ademe'l Esmae Külleha " ( Ve Ademe bütün esmayı talim eyledi. ) Bakara
2/31
"
Bütün insanlarda yaratılıştan, bilmek isteği vardır. " Aritoteles
"
Bilmek için sevmek gerek. " Pascal
İnsan
yaratıldığı andan beri sürekli olarak içinde yaşadığı dünyayı ve evreni
tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık
yine kendisi olmuştur. İnsandaki bu anlama merakı ve arzusu, insanı insan eden
en büyük kuvvettir.
Küçük yaşta bir çocuk, yere düşüp dizi bir taşa çarptığı zaman duyduğu
acının sebebini o taşta görür. Bu masum harekette bile şüphesiz anlama vardır. Fakat
derinleşmemiş, sığ, çocukça bir anlama... Brezilya'nın Kuzeyinde bulunan Trumay
Kabilesi, kendilerinin suda yaşar hayvanlar olduklarına inanırlar. Yine o
bölgede başka bir kabile olan Bororo'lar, kendilerini kırmızı papağan sanırlar.
Bu çocoğun ve bahsedilen kabilelere mensup insanların inanışları insanın
fıtratında bulunan anlama ve anlamlandırma merakının ifadesidir. Nitekim
yaşamak isteyen hiçbir insan kendi eylemlerini ve kendi hareket tarzını
anlamsız bulmaz. Her insan kendisinde bir yetenek eylemlerinde de bir anlam
görür. Bu onun hayatta kalmasını sağlar.
Tarihten
önceki zamanlardan bugüne kadar bütün insanlardaki bu inanma ve anlamlandırma
hali aynıdır. Çünkü insanın anlam arayışı, onun fıtri bir kabiliyetidir. Herkes
bunu kendi başına bulmalı ve bulduğu cevabın gerektirdiği sorumluluğu
üstlenmelidir.(11) Yani "İnandım! İman ettim" sözünün sorumluluğunu
taşımalıdır. Ancak o zaman bu anlam kişinin anlam talebini doyurur.
insan zihni, reel hayatta olayların arka arkaya çıkışında ortaya sayısız
sorular atar ve bu sorulara, din, mistisizm, felsefe ve ilim adını verdiği
türlü açıklamalar içinde bir sürü cevaplar vermiştir. Ne bu sorular sondur ne
de bunlara verilen cevaplar...
İnsan düşüncesini zenginleştirmiş, verimlileştirmiş ve geliştirmiştir. Ama
yine de hayatını anlamlandırmak için elde edeceği, erişeceği bir hakikat fikri
peşinde olmuş, bunun için türlü yön ve yöntemler araştırmıştır. Bu yön ve
yöntemlerle kimi bilimin, kimi dinin, kimi mistisizmin, kimi şu veya bu beşeri
faaliyetin içinde farklı anlamlandırmalar, açıklamalar, anlayışlarla tatmin
olmaya çalışmıştır. Her bir bilgi, bize bir taraf, bir görünüş sunmuş ve
sunmakta ve fıtratı yani kendimiziz tanımamıza imkan vermektedir.
B. İnsanın Anlam
Arayışı Nasıl Gerçekleşir?
''Tabii
olarak insanlar birbirine benzer, ama yaptıkları işler çok farklıdır
birbirinden.'' Konfüçyüs
''İnsan
doğası her yerde aynıdır.'' Philip Stanhope Chesterfleid
''Bir
insan umudunu yitirir ve amaçsız kalırsa sırf can sıkıntısı bile onu bir
hayvana çevirebilir.'' Dostoyevski
''Anlam''
kelimesine sözlükte ''ifade edilen, anlaşılan şey; iç, ruh, biçim ve kalıp
dışında kalan öz, cisimle ilgili olmayan hal; yalnız işaretlerin değil,fakat
aynı zamanda şeylerin ve olayların işaret ettiği şey'' karşılıkları
verilmiştir. ''İnsanın anlam arayışı'' tabirindeki ''anlam'' sözcüğü ise
insanın bütün yapıp etmeleriniyöneten, insanın somut varlık-bütününe ait, bu
varlık temelinibulan varlık-koşullarından (fıtri imkanlarından) birini ifade
etmektedir.
O
halde ''anlam'', insan gerçeğinin bir olgusudur. Anlam, bilen, yapıp-eden,
değerlerin sesini duyan, tavır takınan, önceden gören ve önceden belirleyen,
isteyen, özgür hareketleri olan, tarihsel olan, kendisini bir şeye veren,
seven, çalışan, eğiten ve eğitilen, devlet kuran, inanan, sanat ve tekniğin
yaratıcısı olan, konuşan, bio-psişik bir yapıya sahip olan bir varlık olarak
insanın yapıp etmelerinde ortaya koyduğu bir bilinç olgusudur.İnsanın kendisini
ifade etmesidir.Onun için "anlam" , bütün bu varlık-koşulları ile
ilişki içindedir.Ama özellikle anlam, inanmayı içerir.Eğer insan inanmayan bir
varlık olsaydı hali ne olurdu? İnanmayan bir varlık, amaçlarını gerçekleştirmek
için nasıl çalışabilirdi ; içinde yaşadığı durumlara nasıl anlam verebilir,
kendisini yapacağı işe verip onu nasıl sevebilirdi ; fıtratında bulunan
imkanlarını eğitimle nasıl olgunlaştırabilirdi? O halde anlam, görülen,
bilincine varılan ve inanmayı da içeren bir şeydir. Bu bağlamda;
- gören kimdir?
- nede görmüştür?
- neyi görmüştür?
- nasıl görmüştür?
sorularına cevap verilmelidir.
1.Gören
Kimdir?
Gören
insandır. İnsan reel bir dünyada ve onun gelip geçici reel olayları içinde
yaşar. İnsanın hayatı akış içindedir. O, bu akış içerisinde yaşadığı reel
durumların içinden sıyrılıp çıkmaya yönelen eylemler içerisinde bulunur. Bu
eylemleri ile herhangi bir şeyi gerçekleştirmeye, herhangi bir şeye şekil
kazandırmaya, hayatını anlamlı bir uğraşla doldurmaya çalışır. Her
gerçekleştirme, anlam ve değerlerle bezenir.Yani insan eylemlerinin anlamını
sorar. Aksi halde insan, anlamsızlık duygusunu yaşar.
Yaşamasasını
sağlayan bunca eşyaya, teknolojiye ve dünyanın bunca albenisine rağmen insanın
bir arayış içerisinde reel durumlara bir anlam verme çabası, insan fıtratının
bir özelliğidir.Çünkü reel durumlara uygulanan yapıp - etmelerine anlam veren,
değer gören ve böyle bir yeteneği olan biricik varlık insandır.
2.Nede
Görmüştür?
Kişinin
bir şeyde anlam görmesi, onun gerçeklikle yüzleşmesi ve varoluşunu
gerçekleştirmesidir. Kişinin varoluşu obje ile ilişki kurarsa başlar. Bu
temasla ferdin fıtratını oluşturan unsurlar içerik kazanır. aksi halde fert
ancak bir öz olarak kalırdı., ortaya çıkamazdı.
Bu sebeple anlamlı yaşamak, bir anlam oluşturmak ve bu anlamı hayata katma
yoludur. Onun için yüzeysel bakışla en alçalmış görünen bir kişi hayatına anlam
katabilirken, bir ülkenin kralı anlamsız bir hayatsürebilir.
İnsan eylemlerini yöneten değerler üç gruba ayrılır:
-Yüksek
Değerler:
Sevgi,
inanmak, sözde/eylemde doğruluk, çalışkanlık, masumluk, dürüstlük, insaflılık,
dostluk, vefa, güven, saygı...
İnsan bu değerlere doğuştan sahip olur. Bu değerlerin gerçekleştirilmesi
doğrudan karar vermeye bağlıdır. İnsanlar bu değerler için çekişmezler, kavga
etmezler, hesaplaşmaya girmezler. yüksek ahlaki değerlerin fert ve topluma
hakim olması, bütün varlıklara mutluluk verir. Çünkü fıtri değerlerle hayat
anlamını kazanmış olur.
-
Araç ( vasıta ) değerler:
Fayda,
çıkar, kuşku, çekememezlik, hasetlik, hoşlanmak, hoşlanmamak, kıskançlık...
İnsan bu değerlere de doğuştan sahip olur. Bunlar ilgi ve menfaat alanının
değerleridir. Her türlü maddi ve manevi servet değerleridir. İnsan hayatı büyük
ölçüde bu değerlerin gerçekleştirilmesine dayanır. Bu değerlerin
gerçekleştirilmesi dolaylı karar vermeye bağlıdır.
İnsanlar bu değerler sebebiyle çekişirler, kavga ederler, rekabet ederler
bu durumdan ferdin ve toplumun hayatı anlamlandırması olumsuz etkilenir.
-
Alışılan değerler
Alışkanlıkların,
modanın, zevkin, kitle kültürünün değerleri...
Temelini toplum ve kültür hayatında bulan, zamanla otomatikleşen ve doğal
olarak algılanan eylemleri yöneten değerlerdir. İnsan kendisini alışılan
değerlerle oluşmuş kültür ortamının içinde bulur. Bu değerler çağdan çağa,
topşumdan topluma, kültürden kültüre değişiklik gösterir.
3.Neyi
Görmüştür?
İnsan
dünyada sürekli olarak gerçekleşmesini istediği hayatı anlamlandırışında temel
aldığı değerlerden kaynaklanan ana amaçlarını ve bu çerçevedeki eylemlerinin
değerli / anlamlı olacağını görmüştür.Hayatın anlamının gerçekleştirilmesi iki
yönde olur.
- İç dünyada ( kişinin kendi içinde )
-Dış dünyada ( evrende )
4.Nasıl
Görmüştür?
Kişi
obje ile ilişki kurmaya başlayınca fıtratından gelen imkanlar ortaya çıkar. Bular:
- Ana zihniyetler
- Akıl yürütme
- Alış zemini üzerine hareket etme.
Kişi-obje
ilişkisinde fıtratı oluşturan bu ve diğer varlık şartları, anlam kazanır. İşte
insanın anlam vermesi, değer görmesi yani varoluşu bu şekilde gerçekleşir. Bilgi
fertte kalmaz. Başkalarına aktarılır. Nesilde nesile devreden, gelişen ve
büyüyen bilgi, insan türünün ortak malı olur. Her fert bundan istediği miktar
ve gücü oranında faydalanır.
İnsan,
hayatını anlamlandırırken, fıtratından kaynaklanan imkanları gerçekleştirirken
bir yaşantı hali olarak hürriyetini de kullanır. O zaman insanın
" doğru " ve " değerli " eylem de bulunması nasıl
mümkün olacaktır? Bunun için " önder / örnek " kişilere ihtiyaç
vardır. Bunlar,içinde bulundukları durumlarda doğru ve anlamlı eylemler
gerçekleştiren kişilerdir.
- Bu kişiler insanlığa insan olma bilincini sağlarlar.
- İnsanlarla ilişkilerinde bu özelliklerini bizzat yaşayarak yani
hayatlarını doğru ve değerli eylemlerle anlamlandırarak gösterirler.
- İz'an anlayış sahibi, fıtratına yabancılaşmamış insanlara, insan olmanın
bilgisini ilk elden sunarlar.
- Kendileri ile ilişkide olan kişilere hayatın değerli kılınmasına dair
belirli değerlilik yaşantılarını yaşatırlar. ( sevgi, saygı, güven vb. )
Bu
sebeple hayatında anlam bulması için insana yardım edecek, yol gösterecek bir
rehbere ihtiyaç vardır. Bu rehber insana varlığının derinliklerinde bulunan
gerçekten özlediği şeyleri ona farkettirmelidir. İnsanın temel arzularını ve
içgüdülerini nasıl doyurup tatmin edeceğini, egosunun veya süperegosunun
çatışan istekleri arasında nasıl uzlaşma sağlayacağını, topluma ve çevreye
nasıl uyum göstereceğini, insan bu rehberde bulabilmelidir.
C. İnsanı Anlam
Arayışı ve Kur'an-ı Kerim
" Bilmez mi (
yarattığını ) o yaradan ki o öyle Latif öyle Habir. " Mülk 67 / 14
"
Kasem olsun... Ve her bir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona bozukluğunu ve
korunmasını ilham eyleyene ki Gerçek
felah bulmuştur
onu temizlikle parlatan. Ve ziyan etmiştir onu kirletip gömen. " Şems 91 /
7 - 10
İnsan
başka hiçbir canlıya benzemeyen özel bir varlıktır. Onun bu özelliği, özü
itibariyle her kültür ve çağda geçerliği, uygulanabilirliği olan fıtratından
kaynaklanır. ( 12 ) Kişi ister eğitim görmüş ister görmemiş olsun, ister
Türkiye'de ister Japonya'da büyümüş olsun, ister Müslüman ister Budist olsun,
ister kadın ister erkek olsun, bütün insanlar bu fıtri imkanlara sahiptirler.
Bu fıtri imkanlar zaman içinde değişmez. Yani bu fıtri imkanlar bin sene önce
ne kadar geçerli ise bu gün de aynı derecede geçerlidir.
İnsan
olmanın ve varlık-yapısının/fıtratının bir özelliği olarak insan,
hayatını anlamlandırırken ''TABİAT' ve ''TANRI'' yollarından birini seçer. Bu
sebeple; insanın hayatınıb anlamlandırması iki yönde gerçekleşebilir.
1-İnsanın kendinden kaynaklanan ''Ben merkezli'' anlam verme: İnsanın fıtri
faaliyetlerinin kaynağını tabiatta görmesinin sonucu.
2-Fıtri ilkeleri temel alan ''Fıtrat- vahiy temelli'' anlam verme: İnsanın
Fıtri kabiliyetlerinin kaynağını aşkın bir varlıkta görmesinin sonucu.
İnsan
içinde yaşadığı tabiatın, dünyanın ve evrenin hem bir parçası hem de onlardan
bağımsız olan bir varlıktır. (13) Bu onun bütün varlık kategorilerini
varlığında barındırıyor olmasındandır.
Öte yandan insan, toplumsal bir varlıktır. Fıtratından kaynaklanan bir
sebeple doğayla kurduğu doyurucu ilişkiyi, kendi geliştirdiği toplumla kurmak
ister.
Çünkü insanın fıtratında sadece dışarıdan yapılan gözlemlerin objesi olma
özelliği yoktur. Bunun yanında insanın aslında farkında olduğu, bildiği bir iç
varlığa sahip olma özelliği vardır.
İnsanın bu özelliği ile hayatın objektif fenomenleri arasında, yapı ve akış
şekli bakımından, çok içten bir varlık-birliği vardır. O halde insana, anlam
arayışında onun bu varlık-birliğini de tatmin eden bir yön gösterilmeli,
bunun bilgisi sağlanmalıdır. Bu da ''fıtri ilkeleri temel alan anlam
verme''dir.
İnsan
varoluşunu gerçekleştirip hayatını bir şekilde anlamlandırırken bütün fıtri
imkanlarını tatmin eden, bütün varlık koşulları ile örtüşen yani ona kendini
aşma başarısını veren, bütün zamanı her anı kaplayan bir anlam ufkunu
aramaktadır.
Ama insan, öncelikle fıtratın varoluştan önce geldiğini idrak etmelidir.
Ben merkezli hayatı anlamlandırmaların, fıtratla tamamen uyumlu olan
anlamlandırma ilkeleri koyamamalarının temelindeki eksiklik budur. (14)
İnsanda
fıtrat'ın varoluştan önce geldiğinin bilincinde olmanın anlamı ise, bu fıtratı
tayin eden aşkın bir varlığın, Allah'ın varlığını düşünmeye sevketmesidir. (15)
O
halde Allah (c.c.), insanı yaratmış, hem fıtratını vermiş hem de ''hayat''
nimetini bahşetmiştir. (16) İşte bu fıtrat öyle bir şeydir ki, insanoğlu ister
Afrika'da, ister Amerika'da, ister Rusya'da ister Türkiye'de doğmuş olsun
''aynı bilgisayar'' olarak doğmaktadır. ''Fıtrat'' bilgisayarın hem teknik
donanımı (ruhsal-bedensel) hem de işletim sistemidir. İnsanın hayatını
anlamlandırması, bu insan-bilgisayarına değişik türden proğramlar geliştirme
çabalarını ifade eder. Ancak bu insan-bilgisayarın kullanıcısı (insan)
tarafından tanınması, kullanımı, virüslerden korunması için bir rehbere (kitap
ve insan) ihtiyaç vardır.
İşte Allah (c.c.), peygamberler aracılığı ile, yarattığı insanla konuşmuş
(vahiy), ve insanlığın fıtrata uygun hayatı anlamlandırmalar
gerçekleştirebilmesi için rehberler göndermiştir.
O halde:
-Hayatı değerlendirmek ve anlamlı kılmak,
-Tabiatı değerlendirmek ve anlamlı kılmak,
-Evreni değerlendirmek ve anlamlı kılmak,
Allah
Teala'nın bütün varlıkların fıtratına ait ilkeleri ihtiva eden vahyine uymakla
mümkündür. (16) Çünkü vahiy, allah'ın bilgisidir, hükümleri mutlak doğrudur. Bu
bağlamda ilk insan, Hz. ADEM'in (a.s.) bir peygamber olması son derece
anlamlıdır. Böylece insanın Hz. Adem'le başlayan serüveni, insanı varoluşunu
nasılgerçekleştirmesi gerektiğine ışık tutmaktadır. (17)
İnsanı
hayatını anlamlandıran bu ışık, ilk peygamber Hz. Adem'den son peygamber Hz.
Muhammed'e (s.a.v.) kadar daima aynı ilkeyi, ''Tevhid'' tekrar etmiştir. Tüm
çağlar ve nesiller boyunca, her toplumda iman etmenin özünü teşkil eden bu temel
inancın esasları aynıdır. Onun için ilahi dinlerin hepsine ''İSLAM''
denilmiştir. (18)
Bütün
peygamberlerin getirdiği vahiy kaynaklı ve ''tevhid'' temelli mesaj, her çağda
insanın hayatını anlamlandırma beklentisine konu olan ne varsa, o beklentilere cevap
veren bir dünya tasviri sunmuştur.
İnsan hayatına anlam ararken hür
bir varlık olarak kendi sorumluluklarının tam olarak farkına varmaya
çalışmaktadır. " Neye karşı ", " Kime karşı " sorumlu
olduğunu anlaması, insanı hayatın sınırlılığı ve eylemlerinin belirleyiciliği
ile karşı karşıya getirir. İnsan böylece sorumluluk bilincini diri tutabilir,
hayattan kopmadan varoluşunu gerçekleştirir.
Hz.İbrahim'in
(a.s.) önce yıldıza sonra aya ve güneşe " Haza Rabbi / Bu imiş
rabbim." (19) demesinde ve Hz.Peygamber'in (s.a.v.) Mekke'nin
doğusundaki Nur Dağı'nda bulunan Hira Mağarasında Kabe'yi seyrederek tefekküre
dalmasında bu sorumluluk bilinci ve gerçeklikle yüzleşerek varoluşlarını
gerçekleştirme yani anlam arayışı gözlemlenmektedir.
İnsan başı boş bırakılmış bir varlık değildir. Bu görevin en somut
örnekleri Peygamberlerdir. Onlar, hayatın değerli / anlamlı kılınmasına dair
vahyi yaşantıları ile insan olma bilincini somutlaştırmışlar ve insan olma
imkanlarının yollarını göstermişlerdir.
Kur'an-ı
Kerim'de vahiy sürecinin son halkası olarak diğer varlıklarla ortak olduğumuz
fıtri imkanlarımızı nasıl insanileştireceğimiz sorusuna cevap veren, bize fıtri
bütünlüğümüz içinde kendimizi öğreten vahiy mahsulü bir kitaptır.
" Rahmani. Öğretti Kur'an-ı. Yarattı insanı. Belletdi ona o güzel
beyanı " Rahman 55 / 1-4
" Oku ismiyle o Rabbinin ki yarattı. İnsanı bir alaktan yarattı. Oku,
o keremine nihayet olmayan Rabbindir. Kalem ile öğreten de. O insana bilmediği
şeyleri öğretti.
Sakın okumamak etme, çünkü insan muhakkak tuğyan eder. Kendini mustağni
görmekle. Herhalde nihayet Rabbinedir dönüş!.." Alak 96 / 1-8
Kur'an,
insana, bütün varlıkla ilişkisinin halife bilinci çerçevesinde oluşması
gerektiğini hatırlatır:
" Ya zannettinizmi ki! Biz, sizi sırf bir abes ( boşuna ) yarattık? Ve
siz, bize irca edilmeyeceksiniz ( döndürülmeyeceksiniz? ) " Mü'minun 23 /
115
Kur'an-ı
Kerim insandan,
Duygu,
düşünce ve davranışlarıyla hayatı kucaklamasını yani var olma bilincini farkına
varmasını ister. Bunun gerçekleşebilmesi yani Kur'an-ın insanın hayatını
anlamlandırabilmesi için ona önerisi şudur:
- Oku
-Tedebbür et ( üzerinde düşün! )
- Anla
-İhlasla yaşa
Hz.
Peygamberin Kur'an-ı Kerim'i temel alan eğitim-öğretim siyaseti, bu ilkelerin
hayata tatbikine yönelikti onun canlı ve hayatla içiçe kişiliği Kur'an-ın
hayatı anlamlandırmasında insana bırakılan boyutu temsil eder. " Sünnet
", Kur'an-ın nasıl yaşanacağının / hayatı anlamlandıracağının
ve insan olma imkanlarının yolunun daima nasıl açık tutulacağına bilgisini
verir. (20)
Sahabe bu örnek yaşantıdan Kur'an-ı hayata tatbik etme / hayatı
anlamlandırma usülünü öğrenmiştir. Onlar Kur'an-ı yaşarlarsa " sünnette
" ne bulacaklarını görmüşlerdir.
Kur'an'la
gerçekleştirilmiş anlam, insana:
- Allah'a yönelme
- Yüksek ahlaki değerleri yaşama
- Allah'ın insan için yarattıklarından gerekli ölçülerde, çok fayda edecek
şekilde, yararlanma haklarının sağlıklı yollarını ve imkanlarını sağlar.
İnsan ihlasa kendini ne kadar çok verirse o kadar insan olur. Yani fıtri
kabiliyetlerini o oranda fazla gerçekleştirir.
Bütün insanlar hayatı bu şekilde anlamladırırsa " salih toplum "
oluşur.
Kur'an,
insandan zihniyetini Kur'an ile inşa ederek (Kur'an-ın insanını )
gerçekleştirmesini bekler. Ancak bu , kalıplaşmış bir hayatı anlamlandırma
değildir.
Bu
sebeple vahiyle hayatı anlamlandımanın tek şekli yoktur. Müslüman kültüründeki
Fıkıh ve Kelam, ekollerini bu bağlamda değerlendirmek yerinde olur.
Kur'an.
insan-obje ilişkisinde varolandan haberdar olarak bir tutuma giren insandan,
varoluşunu Kur'ani ilkelerle gerçekleştirmesini ister. Bunun maddi ve manevi
sonuçlarına dikkatini çeker. ''İnsanın hayatını anlamlandıran kitap'' olarak,
ferdin ''Ben" halini, tutum ve varoluşundaki değişmeyi dikkate aldığından
bir kerede değil, yirmi üç yıllık bir süreçte nüzülü tamamlanmıştır.
İnsan,
sürekli bilgi akımı ve iletişim içinde olduğundan ve amelini elde ettiği
bilgilerle ortaya koyduğundan Kur'an, onu bilgi elde etmeye teşvik eder.
Kur'an, vahiy bilinciyle elde edilecek bilginin hem ferdi hem toplumu hem de
evreni "oku" maya, anlamaya imkan vereceğini ima eder.
2. KUR'AN NEDİR?
"Ey o
bütün iman edenler! Sizi kendinize hayat verecek şeylere da'vet ettiği zaman
Resulü ile Allaha(c.c.) icabet edin..." (Enfal 8/24)
A. Kur'an Bir Kitaptır
1.
Kur'an Kelimesi
Kur'an,
Hz. Muhammed'e (s.a.v.) Arapça olarak vahiy yoluyla parça parça indirilip, bize
tevatürle (21) naklolulan ve mushaflarda yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet
edilen muciz, Tanrı kitabının özel adıdır. Kur'an-ın kendini
adlandırdığı isimleri arasında en çok ( 70 kez ) kullandığı isim budur.
Kur'an
kelimesinin kökü ve anlamı hakkındaki bilgileri şöyle belirtmek mümkündür.
- Kur'an sözcüğü hiçbir kökten doğmamıştır. Bu sözcük mürteceldir. Hemzesiz
ve " el " takısı ile belirli kılınmıştır. Hz. Peygambere nazil olan
metne özel isim kılınmış bir terimdir.
- Kur'an sözcüğü bir kökten türemiştir ; hemzesiz kökten türediğini
söyleyenler de vardır. Hemzeli kökten türediğini söyleyenler de vardır.
Kur'an
sözcüğünün geldiği köklere bakılarak sözlük anlamına göre tanımı yapılabilir.
Bu
kelimenin nereden geldiği veya nasıl oluştuğu hayranlık vericidir.
Kur'an birbirine yakın harfler, kelimeler, ayetler, ve surelerden oluşur.
Ayetler ve surelerin içerdiği anlamlar birbirini doğrular.
Kur'an-ın ( Allah kelamı ) olduğuna ilişkin kanıtlar birbirine eklenmiş
olarak ayetlerde yer alır.
Kur'an'daki hükümler, kurallar içiçedir. Kur'an'da her anlatılan şey ve her
anlam, öteki anlatılanlar ve anlamla ile bütünlük arzeder. Sure ve ayetleri hem
sayfalarda toplanmış ve yazılmış hem de kalp sayfalarında ezber olarak
toplanmış kitaptır.
Kur'an ezber ve yazılı olarak lisanlarda okunan bir metindir.
Kur'an'ın ilk emri olan " ikra' - oku " sözcüğü ile aynı kökten
gelmeside son derece anlamlıdır. Kur'an böylece okumaya ve ilme verdiği değeri
ifade etmiş olmaktadır.
Kur'an insanlığa yüksek ahlaki değerleri gösteren vahiy mahsulü bir
kitaptır ve bütün özellikleri ile insanın hayatını anlamlandıran, hayat veren
bir kitaptır. İşte kutsal kitabımız, daha adında bize kendini tanıtmaktadır.
2.
Bir Kitap Olarak Kur'an
Kur'an-ı
Kerim, iki kapak arasındaki yazılı yapraklardan oluştuğundan o da bir kitaptır.
Dolayısıyla onun herhangi bir kitapla hem ortak, em farklı özellikleri, hem de
çok ayırdedici nitelikleri vardır.
Kur'an-ın son derece özlü ve kapsamlı bir anlatımı vardır; az kelime ile
birçok mana anlatır. Bazen iki kelimesini izah etmek için sayfalarca yazmak
gerekir.
Mesela:
Naziat 79 / 30'da 4 kelime ile ve yasin 36 / 38'de 5 kelime ile güneş sistemini
anlatırken kullandığı " dahv " ve " mustakarr "
sözcükleri...
Yine: Yasin 36 / 8'de " ağlal " sözcüğüde bir istiaredir...
Kur'an-ın
bu mu'ciz muhtevasının amacı şöyle anlaşılır:
İnsana
hidayet rehberi olmak ve insanın hayatını anlamlandırmak. Bunun için Allah onun
muhtevasında anlatılır, tanıtılır.
İnsan, hayat, tabiat, evren onun muhtevasında tanıtılır.
Kur'an-ın
bu mu'ciz muhtevasının elbette en temel konusu " Tevhid " inancıdır. Ancak
Kur'an-ı Kerim, Allah (c.c) ve Yüce Zatı hakkında bir kitap da değildir.
Allah'ın varlığı, Kur'an-ı Kerim için sadece amelidir. Bu sebeple onu okuyan
insan Kur'an'ın, Allah'ın en üstün varlık olduğunu, var denmeye layık tek
gerçek varlık olduğunu vurguladığını tespit eder.
Maide
48. ayette Kur'an-ın kendinden önceki kitapları hem tastik ettiği hem de onlar
üzerine bir şahit olduğu bildirilmektedir.
Tevrat
ve İncil'de gelen prensiplerin Kur'an'da bulunması, insanın anlam arayışı
serüveninin ve buna vahyin cevabının Tevhid ilkesi çerçevesinde olduğunun
kanıtıdır. Onun için Kur'an, önceki kitaplarda bulunan yüksek ahlaki değerleri
korumuştur.
B.Kur'an
Vahiy Mahsulü Bir Kitaptır
1.Vahiy
Kelimesi
Mukaddes
kitabımız Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygambere vahiy yolu ile inmiştir. Kur'an-ın
kendinde bahsederken vahiy mahsulü olduğunu özellikle vurgulaması ile bu
sözcüğün içerdiği lügat anlamları arasında bir bağ vardır.
Vahiy
Kökünden : Elçi göndremek, ilham etmek, gizlice söz söylemek, ikinci şahsa söz
ilka etmek, seslenmek, acele etmek anlamlarına gelir.
İha'
Kökünden : Birine bir kimseyi yada bir nesneyi göndermek, ilham etmek, kalbe
korku ve endişe düşüp korkulu olmak anlamlarına gelir.
Vahiy
sözcüğünün geldiği köke ve lügat anlamlarına bakarak şu tarif yapılabilir:
Vahiy; Bir bilgiyi, bir işareti yazılı veya sözlü olarak muhataba en hızlı
ve en kestirme yoldan ulaştırmaktır.
2.Vahiy
Kavramı
Vahiy;
Dini bir terim olarak Allah'ın dilediği şeyleri peygamberlerine muhterif
hallerden biri ile bildirmesi demektir.
Kur'an ilahi vahye, zaman, mekan, milliyet itibariyle hiçbir kayıt koymaz.
Tam tersine her kavmin şu veya bu zamanda ilahi vahy'e muhatab olduğunu beyan
eder.
Vahiy
kelimesi, Kur'an-ı Kerim'de türevleriyle birlikte 78 yerde geçer. 72 terde fiil
halinde kullanılmış ve bu fiillerin çoğu Allah'a ( c.c ) izafe edilmiştir.
Vahiy
şu şekillerde gelmiştir:
- Sadık rüya şeklinde vahiy: Hz. Peygambere ilk defa vahiy bu şekilde
gelmiştir. Hz. Aişe şöyle diyor: " Allah'ın ( c.c ) Resulüne ( s.a.v.)
vahiy, önce uykuda gördüğü sadık rüyalarla başladı. Gördüğü her rüya, sabah aydınlığı
gibi aynen çıkardı." ( Buhari, Müslim )
- Cebrail'in asli hey'etiyle görünüp ilahi emri duyurması: Cebrail bu
şekilde iki kez görünmüştür. Birincisi, peygamberliğin başlangıcında ve
fetretten hemen sonra Hira'da meydana gelmişti. İkinciside Mi'rac Gecesi,
Sidretü'l-Münteha da meydana geldi. Bu iki olaya Necim 53 / 6, 14'de işaret
edilir.
- Meleğin görünmeden Allah'ın sözünü peygamberin kalbine düşürmesi: bu
türlü vahiy Hz. Peygambere en zor gelen vahiy idi.
- Meleğin insan şekline girerek vahiy getirmesi. ( Çoğu zaman " Dıhye
" ismindeki sahabeye benzeyerek gelirdi. )
- Hz. Peygamberin kalbine üfleme şeklindeki vahiy ki bunun sırf bir ilham
olmayıp vahiy olduğuna dair zorunlu bir bilgi doğardı.
- Uyanık iken doğrudan doğruya Allah ( c.c. ) kelamını duymak ki Mi'rac
Gecesi Hz. Peygamber, bu türlü hitaba nail olmuştu.
- Uykuda iken meleğin vahiy getirmesi. (22)
Şüphesiz
ki, Hz. Muhammed ( s.a.v. ) aldığı vahyin hayatı anlamlandırmada canlı örneği
ve önderidir. Burada önemde vurgulanması gereken bir konu da şudur: Hz.
Peygamber vahye mazhar olmak üzere kabiliyetli kılınınca vahiy üzerinde
düşünmeye hazır bir beşer haline gelmiştir. Bunun sonucunda, gelen vahyi hem
fıtartında bulunan algılama / anlama aynalarına yerleştirmesi hem de hafızasına
kaydetmesi kolaylaşmıştır. ancak, Hz. Peygamber, vahiyden önce nasıl bir insan
ise vahiy esnasında ve vahiyden sonra yine aynı insan olarak kalmıştır. Yani
beşeri kabiliyetleri ve özellikleri iptal olmamıştır.
O,
sadece vahiy sırasında böylesine derin algılama/anlama eğiliminin ve irtibat
halinin bedensel yapısı üzerindeki etkilerden söz etmiştir. (23)
Bütün beşeri kabiliyetlerini ve peygamberlik özelliklerini vahyi düşünmeye
yöneltmesinin vücuduna verdiği zorluk ve sıkıntılara, Kur'an'da işaret
etmektedir:
"Çünkü biz senin üzerine ağır bir söz ilka' edeceğiz." (Müzzemmil
73 / 5 )
Kur'an
vahyi ile ilgili olarak ifade edilmesi gereken bir konu da O'nun hem
lafz/kelime hem de manası ile Allah (c.c.) katından nazil olduğudur. Bizzat
Kur'an, kendisinin Hz. Muhammed'in (s.a.v.) eseri olmayıp, O peygamberin
Cebrail aracılığı ile Allah'dan (c.c.) getirdiği İlahi bir kitap olduğunu
bildirmektedir. ( Tekvir 81 / 19 - 21 )
Hz.
Muhammed (s.a.v.) metni aldıktan sonra yaptığı iş, sırası ile
şöyledir : ( 24 )
- Ezberlemek, yazdırmak,
- Onu tebliğ ve tebyin etmek,
- Açıklamak ve tefsir etmek,
- Tatbik ve icra etmek/uygulamak.
C. Kur'an,
Ayetler ve Surelerden Oluşan Bir Kitaptır
1.
Ayet Kelimesi
Kur'an-ı
Kerim'de çok geçen ve Kur'an terimlerinin en önemli kavramlarından biri olan
ayet kelimesinin sözlük anlamları şöyle açıklanabilir:
Ayet
:
Bir
şeyin ve bir amacın mevcudiyetini gösteren " Mucize" ( 25 ) ,
Açık alamet, nişan, gözle görülebilen, somut ( 26 )
İbret, belirti, "Delil" ( 27 )
Hayrette bırakan görülmemiş iş ( 28 )
Ayet
kelimesinin dini terim olarak, ifade ettiği anlamlar şunlardır:
1.
Delil :
Kur'an-ı
Kerim, Allah'ın (c.c.) varlığını ve birliğini ispat etmeyi gaye edinen
delillerden çoğunlukla "ayet" diye söz eder.
2.
Mucize :
Peygamberlerin
Allah (c.c.) tarafından görevlendirilmiş elçiler olduklarını ispat eden
harikulade, tabiat kanunlarını aşan, ancak ilahi bir kuvvet sayesinde
gerçekleşebilen olaylardır.
3.
Kıyamet Alametleri :
Kur'an-ı
Kerim'in En'am suresinin 158. ayetinden anlaşıldığına
göre, kıyametin olağanüstü tabiat kanunlarını aşan ilahi bir
kuvvetle gerçekleşen olayları / ayetleri ortaya çıkınca; önceden iman etmemiş,
iman etse de varlığının / fıtratının şuura erememiş yani inandığı fayda
vermemiş, fıtratının ve vahyin kıymetini idrak edememiş olanların " iman
ettik " demeleri fayda vermeyecektir.
4.
Kur'an-ın Tamamı Veya Belli Bölümleri:
Kur'an-ı
Kerim'in herhangi bir suresindeki başı ve sonu bulunan, bir veya daha
fazla cümleden oluşan Kur'an birimine ayet denir. Ayrıca Kur'an-ın
tamamına da ayet denir.
Kur'an-ın tamamına neden ayet denir?
- Onların benzerlerini getirme imkanı olmadığından,
- Hz. Peygamberin hak peygamberi olduğunun delili ve onun en büyük mucizesi
bulunduğundan,
- İnsana fıtratına uygun bir hayatı anlamlandırma tutumu edinebilmesi için
onu var denmeye layık yegane varlık Allah'a götüren delil olduğundan,
- Herşeyi bilen, herşeye gücü yeten, dilediğini yapan,Allah'a bağlayan
mucize olduğundan
dolayı Kur'an-ın hem ayetleri hem de bütünü ayettir.
2.
Ayet - Vahiy Kavramları İlişkisi
Ayet
kelimesinin Kur'an-i bir kavram olarak tarifi şöyledir:Ayet, Allah'ın varlığına
ve birliğine, peygamberlerin doğruluğuna işaret eden, delil ve mucizedir.
Ayet,
insanı Allah'a yönelten, O'na gidişinde, iz ve işaret veren bir şeydir.
Kur'an-ın
havas-avam bütün insanların anlayabileceği derecede basitleştirip gösterdiği ve
öğrettiği " fıtrata ayna " olan ayetlerini okuyan insan, hayatını
onun ilkeleri ile anlamlandırmalıdır. İnsanın bir ayet olan fıtratı ve onu
kuşatan evren ayeti ile örtüşen bir hayat sürdürebilmesi, Kur'an-ın
kanunlarına, emirlerine, hükümlerine uymasına / hayatına katmasına bağlıdır.
3.
Sure Kelimesi ve Sure Kavramı
Sure
kelimesinin lügat anlamları şunlardır:
- Yüksek yer, bir kenti kuşatan sur,
- Yüksek rütbe,
- Mevki,
- Şeref ve şan,
- Alamet ve nişan,
- Binanın kısmı veya katları.
Sure
kelimesi, dini bir terim olarak; ayetlerden meydana gelen başı ve sonu bulunan
müstakil Kur'an bölümlerinin adıdır. Basşlangıçta sure, Kur'an anlamında
kullanılırdı. Sonradan sure, yukardaki anlamda kullanılmış, Kur'an-da bütün
yazılı vahiyleri içine alan Mushafın adı olmuştur.
Kur'an-ı Kerim, biri diğeri tarafından kesilmiş 114 sureye ayrılmıştır.
Bununda birçok hikmeti vardır. İnsanoğlu uzunca yazılmış metinleri kitap, bab,
fasıl olarak ayırarak okumaya alışmış bir mantığa sahiptir.
D. Kur'an'da Kur'an
1.
Kur'an-ı Kerim'in Klasik Tarifi ve Kur'an
Kur'an-ı
Kerim'in çeşitli yönleri, farklı özellikleri vutgulanarak değişik tanımları
yapılmıştır. Bu tanımlar onun bütün niteliklerini içine alan tanımlamalar değildir.Kur'an-ı
Kerim'in Kur'an ilimlerine dair eserlerde ve fıkıh usülü kitaplarında alimlerin
çoğunluğunun birleştiği klasik tarifi şöyledir:
Kur'an-ı Kerim,
Hz. Muhammed'e (s.a.v.), (29)
Vahiy yoluyla parça parça indirilmiş, (30)
Mushaflarda yazılmış, (31)
Tevatürle nakledilmiş, (32)
Tilavetiyle ibadet edilen, (33)
Mu'ciz, (34)
İlahi kelamdır.
Bu
güzide kitabın son kısmında "Sonuç", "Kaynakça", "Ek
1" , "Ek 2" , "Ek 3" ve bu Eklerin Kaynakçaları
bulunmaktadır.
DİPNOTLAR :
(1) Bkz. Alak 96 / 1, 3 ; Bakara 2 / 219 ; Müzzemmil
73 / 20
(2) Bkz. Bakara 2 / 219, 266 ; Nisa 4 / 82 ; Muhammed
47 / 24 ; Sa'd 38 / 29
(3) Bkz. Nisa 4 / 82 ; Mü'minün 23 / 68-70 ; Muhammed
47/ 24
(4) Bkz. Bakara 2 / 118, 219, 221 ; Nahl 57 / 17
(5) Bkz. A'raf 7 / 157-158 ; Naide 5 / 67 ; En'am 6 / 19 ; Şura
42 / 7 ; Zuhruf 43 / 63
(6) Bu kavram, çağdaş eğitim bilime ait bir kavramdır.
(7) Bkz. " Kur'an İlimlerinin Doğuşu ve Gelişmesi ".Prf.Dr.Ahmet
Nedim Serinsu, Kur'an ve Bağlam, (Birinci Kitap: Kur'an-ın anlaşılmasında
Esbab-ı Nüzül'ün Rolü), Şule Yay. İstanbul 2008, s.30-37
(8) Bkz. Mesela Esbab-ı Nüzül, Mübhematül' Kur'an gibi.
(9) Bkz." Kur'an İlimleri Hakkında Kur'an ve Bağlam"(Birinci
Kitap : Kur'an-ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzül'ün Rolü), Şule
Yay.İstanbul 2008
(10) Temkis / Küçültme Amacıyla Değil Tespit İçin ifade Edilmiştir.
(11) Mesela Fransız matematikçi ve filozof Blaise Paskal (1623-1662) 29
yaşındayken öldüğünde elbisesinin içerisine dikilmiş vaziyette bulunan ve
devamlı taşıdığı muskada şunlar yazıyordu:
" Filozofların ve
bilginlerin bulduğu Tanrıyı değil Peygamberlerin bildirdiği Allahı istiyorum
"
(12) Bkz. Rum 30 / 30
(13) Bkz.İbrahim 14 / 34
(14) Bkz .''B'' başlığı. Ayrıca, A'raf 7 / 172
(15) Bkz. Necati Öner, Felsefe Dünyası, sayı : 1, s.6-7
(16) Bkz. Vahyin bu anlamı için 2. bölüme bakınız.
(17) Bkz. İbrahim 14/4
(18) Bkz. Al-i İmran 3/9 , 85 ; Maide 5/3 ; En'am
6/125 ; Zümer 39/22
(19) Bkz. En'am 6/74-79
(20) Hz. Muhammed'in (s.a.v.) kendisini tanımlarken kullandığı kelime
''Muallim"dir.
(21) Bir haberin (söz, metin, bilgi ) birbiri arkasından gelen haberciler
tarafından aynı kelimelerle açık ve kesin bir şekilde nakledilmesidir.
(22) Vahyin gelişine ilşkin geniş açıklamalar Tefsir Usulü kaynaklarında
mütalaa olunabilir.
(23) Bkz. Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim
(24) Hz. Peygamberin (s.a.v.) "tebliğ-tebyin" ile görevli
olduğunu bildiren ayetler bu bağlamda okunabilir.
(25) Bkz. Bakara 2 / 211
(26) Bkz. Bakara 2 / 248
(27) Bkz. Şuara 26 / 158
(28) Bkz. Rum 30 / 22
(29) Bkz. Bakara 2 / 97, Nisa 3 / 105, Kehf 18 / 1-2, Furkan 25 / 1-2,
Şuara 26 / 192-194
(30) Bkz. Al-i İmran 3 / 7, En'am 6 / 114, Ra'd 13 / 1, Zümer 39 / 1,
Mü'min 40 / 2, Casiye 45 / 2, Ahkaf 46 / 2, İnsan 76 / 23, İsra 17 / 106,
Furkan 28 / 32
(31) Bkz. Abese 80 / 13-16, Kıyamet 75 / 17-20
(32) Bkz. Hicr 15 / 9
(33) Bütün Kur'an ayetleri, sureleri nazmazlarda okunabilir, tilavetiule
ibadet edilebilir.
(34) Bkz. Yunus 10 / 38, Bakara 2 / 23-24, Hud 11 / 13, İsra 17 / 88
(35) Bkz. Bakara 2 / 2
(36) Bkz. Furkan 25 / 1, Bakara 2 / 53,185, Enfal 8 / 41, Enbia 21 / 48
(37) Bkz.Al-i İmran 3 / 58, Hicr 15 / 6,9 , Nahl 16 / 43-44, Saat 38 / 1,87
2013-2014
YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
ŞABAN KESECİ
YÜKSEK LİSANS
ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:
13912720
KUR'AN NEDİR?
KİTABININ HÜLÂSÂSI
" Demircinin körüğü de hava
alır verir, fakat yaşamış sayılmaz. " (Kelile ve Dimne) " Herkes
ölür. Ama herkes gerçekten yaşamış olmaz." (Brave Heart Cesur Yürek
filminden) bu güzel iki söz aslında kitabın özeti sayılabilir….
Gerçekten yaşamış olmak için insanın neye ihtiyacı var? Kurana göre "
Gerçekten yaşamış olmak " için ilahi bilgi ile hayatı anlamlandırmak
gerek. O halde Kur'an-ı Kerim'i tanımalıyız.
Bu
kitapta; Kur'an-ı Kerim'in insan-hayat ve kainata can veren, anlam veren ve
rehberlik eden ilahi bir kitap olduğunu, Kur'an'a ve Kur'an ilimlerine bu
bağlamda bakılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu çalışmadaki amaç insanın anlam
arayışına, İnsanın hayatını anlamlandıran kitap olan Kur'an ve onun
anlaşılması, hayatı anlamlandırması için nazil olduğu dile getirilmiştir.
Kur'an’ın
Anlaşılması ve Hayatı Anlamlandırmasında Kur'an İlimlerine Yeni Bir Yaklaşım
İhtiyacı
Kur'an-ı
Kerim, her asra hitap edecek yeterlikte yegane ilahi kitaptır. Bunu idrak
edebilmemiz için Kur'an-ı Kerim'i iyi anlamamız gerekmektedir. Kur'an insandan,
okunmasını, üzerinde düşünülmesini, anlaşılmasını, ihlasla açıklanmasını istemekle
ve muhataplarını buna teşvik etmektedir. Bu çerçevede kur'an ilimleri ve kur’anın
anlaşılmasına yönelik çabalar nüzül asrından tedvin dönemine selef-i sâlihînin
çabalarıyla geldi. Özellikle Kur'an’ın anlaşılmasında her asır
insanı Kur'an ilimlerinden faydalandı. Selef Kur'an-ın insanını gerçekleştirme
yolunda halife sorumluluklarını yerine getirmişlerdir. Günümüzde ise sıra
günümüz bilim adamlarındadır.
Kur'an-İnsan-Hayat bütünlüğümü
temel alan, Kur'an-ı Kerim hakkında bilinmesi gereken şeyleri ihtiva eden, bu bilgilerle insana, Kur'an'dan reel
hayatında yararlanma imkanı veren, yani insanın içinde bulunduğu bu dünyaya,
kendine ve onu kuşatan evrene ait bütün insani problemlere Kur'an-ı Kerim'den
bir bakış açısı elde etmeyi sağlayan, kısaca insanın kendini ve bütün varlığı anlamlandırmasını
temin eden yeni bir " Kur'an ilimleri anlayışı " yaklaşımı
getirilmelidir.
İNSANIN ANLAM
ARAYIŞI VE KUR'AN-I KERİM
İnsanın Anlam
Arayışı Serüveni
İnsan
yaratıldığı andan beri sürekli olarak içinde yaşadığı dünyayı ve evreni
tanımaya ve anlamaya çalışmış. Tarihten önceki zamanlardan bugüne kadar bütün
insanlardaki bu inanma ve anlamlandırma hali aynıdır. Çünkü insanın anlam
arayışı, onun fıtri bir kabiliyetidir. İnsanların kimi bilimin, kimi dinin,
kimi mistisizmin, kimi şu veya bu beşeri faaliyetin içinde farklı
anlamlandırmalar, açıklamalar, anlayışlarla tatmin olmaya çalışmıştır. Her bir bilgi,
bize bir taraf, bir görünüş sunmuş ve sunmakta ve fıtratı yani kendimizi
tanımamıza imkan vermiştir.
İnsanın Anlam
Arayışı Nasıl Gerçekleşir?
''Tabii olarak insanlar birbirine benzer,
ama yaptıkları işler çok farklıdır birbirinden.'' Konfüçyüs, ''İnsan
doğası her yerde aynıdır.'' Philip Stanhope Chesterfleid, ''Bir
insan umudunu yitirir ve amaçsız kalırsa sırf can sıkıntısı bile onu bir
hayvana çevirebilir.'' Dostoyevski, Yine Ahmet Nedim Serinsu hocamızın kendine
has orijinal üslupları ile konu başlığını özetlediği cümleler…
Anlam,
bilen, yapıp-eden, değerlerin sesini duyan, tavır takınan, önceden gören ve
önceden belirleyen, isteyen, özgür hareketleri olan, tarihsel olan, kendisini
bir şeye veren, seven, çalışan, eğiten ve eğitilen, devlet kuran, inanan, sanat
ve tekniğin yaratıcısı olan, konuşan, bio-psişik bir yapıya sahip olan bir
varlık olarak insanın yapıp etmelerinde ortaya koyduğu bir bilinç olgusudur. İnsanın
kendisini ifade etmesidir. Onun için "anlam" , bütün bu varlık koşulları
ile ilişki içindedir. Ama özellikle anlam, inanmayı içerir.
İnsan
eylemlerini yöneten değerler şunlardır:
a.Yüksek
Değerler: Sevgi,
inanmak, sözde/eylemde doğruluk, çalışkanlık, masumluk, dürüstlük, insaflılık,
dostluk, vefa, güven, saygı...İnsan bu değerlere doğuştan sahip olur. Bu
değerlerin gerçekleştirilmesi doğrudan karar vermeye bağlıdır. İnsanlar bu
değerler için çekişmezler, kavga etmezler, hesaplaşmaya girmezler. yüksek
ahlaki değerlerin fert ve topluma hakim olması, bütün varlıklara mutluluk
verir. Çünkü fıtri değerlerle hayat anlamını kazanmış olur.
b.Araç ( vasıta
) değerler: Fayda, çıkar, kuşku, çekememezlik,
hasetlik, hoşlanmak, hoşlanmamak, kıskançlık... İnsan bu değerlere de doğuştan
sahip olur. Bunlar ilgi ve menfaat alanının değerleridir. Her türlü maddi ve
manevi servet değerleridir. İnsan hayatı büyük ölçüde bu değerlerin
gerçekleştirilmesine dayanır. Bu değerlerin gerçekleştirilmesi dolaylı
karar vermeye bağlıdır. İnsanlar bu değerler sebebiyle çekişirler, kavga
ederler, rekabet ederler bu durumdan ferdin ve toplumun hayatı anlamlandırması
olumsuz etkilenir.
c. Alışılan Değerler: Alışkanlıkların,
modanın, zevkin, kitle kültürünün değerleri...Temelini toplum ve kültür hayatında
bulan, zamanla otomatikleşen ve doğal olarak algılanan eylemleri yöneten
değerlerdir. İnsan kendisini alışılan değerlerle oluşmuş kültür ortamının
içinde bulur. Bu değerler çağdan çağa, topşumdan topluma, kültürden kültüre
değişiklik gösterir.
Hayatın
anlamının gerçekleştirilmesi iç dünyada ve dış dünyada olur. İnsan,
hayatını anlamlandırırken, fıtratından kaynaklanan imkanları gerçekleştirirken
bir yaşantı hali olarak hürriyetini de kullanır. O zaman insanın " doğru
" ve " değerli " eylem de bulunması nasıl mümkün olacaktır?
Bunun için " önder / örnek " kişilere ihtiyaç vardır. Bunlar, içinde
bulundukları durumlarda doğru ve anlamlı eylemler gerçekleştiren kişilerdir. Bu
kişiler insanlığa insan olma bilincini sağlarlar.
İnsanın Anlam Arayışı ve Kur'an-ı Kerim
İnsan
başka hiçbir canlıya benzemeyen özel bir varlıktır. Onun bu özelliği, özü
itibariyle her kültür ve çağda geçerliği, uygulanabilirliği olan fıtratından
kaynaklanır. Kişi ister eğitim görmüş ister görmemiş olsun, ister Türkiye'de
ister Japonya'da büyümüş olsun, ister Müslüman ister Budist olsun, ister kadın ister
erkek olsun, bütün insanlar bu fıtri imkanlara sahiptirler. Bu fıtri imkanlar
zaman içinde değişmez. Yani bu fıtri imkanlar bin sene önce ne kadar geçerli
ise bu gün de aynı derecede geçerlidir.
İnsan
olmanın ve varlık-yapısının/fıtratının bir özelliği olarak insan,
hayatını anlamlandırırken ''TABİAT' ve ''TANRI'' yollarından birini seçer. Bu
sebeple; insanın hayatını anlamlandırması iki yönde gerçekleşebilir.
1-İnsanın
kendinden kaynaklanan ''Ben merkezli'' anlam verme: İnsanın fıtri
faaliyetlerinin kaynağını tabiatta görmesinin sonucu.
2-Fıtri
ilkeleri temel alan ''Fıtrat- vahiy temelli'' anlam verme: İnsanın Fıtri
kabiliyetlerinin kaynağını aşkın bir varlıkta görmesinin sonucu.
İnsan, toplumsal bir varlıktır.
Fıtratından kaynaklanan bir sebeple doğayla kurduğu doyurucu ilişkiyi, kendi
geliştirdiği toplumla kurmak ister. İnsan, öncelikle fıtratın varoluştan önce
geldiğini idrak etmelidir. Ben merkezli hayatı anlamlandırmaların, fıtratla
tamamen uyumlu olan anlamlandırma ilkeleri koyamamalarının temelindeki eksiklik
budur. İnsanda fıtrat'ın varoluştan önce geldiğinin bilincinde olmanın anlamı
ise, bu fıtratı tayin eden aşkın bir varlığın, Allah'ın varlığını düşünmeye
sevketmesidir.
Allah (c.c.), peygamberler
aracılığı ile, yarattığı insanla konuşmuş (vahiy), ve insanlığın fıtrata uygun
hayatı anlamlandırmalar gerçekleştirebilmesi için rehberler göndermiştir. O
halde: Hayatı değerlendirmek ve anlamlı kılmak, Tabiatı değerlendirmek ve
anlamlı kılmak, Evreni değerlendirmek ve anlamlı kılmak için Allah Teala'nın
bütün varlıkların fıtratına ait ilkeleri ihtiva eden vahyine uymakla mümkündür.
Çünkü vahiy, allah'ın bilgisidir, hükümleri mutlak doğrudur
İnsanı
hayatını anlamlandıran bu ışık, ilk peygamber Hz. Adem'den son peygamber Hz.
Muhammed'e (s.a.v.) kadar daima aynı ilkeyi, ''Tevhid'' tekrar etmiştir. Tüm
çağlar ve nesiller boyunca, her toplumda iman etmenin özünü teşkil eden bu
temel inancın esasları aynıdır. Onun için ilahi dinlerin hepsine ''İSLAM''
denilmiştir.
İnsan hayatına anlam ararken hür bir varlık olarak
kendi sorumluluklarının tam olarak farkına varmaya çalışmaktadır. " Neye
karşı ", " Kime karşı " sorumlu olduğunu anlaması, insanı
hayatın sınırlılığı ve eylemlerinin belirleyiciliği ile karşı karşıya getirir.
İnsan böylece sorumluluk bilincini diri tutabilir, hayattan kopmadan varoluşunu
gerçekleştirir.
Kur'an-ı
Kerim'de vahiy sürecinin son halkası olarak diğer varlıklarla ortak olduğumuz
fıtri imkanlarımızı nasıl insanileştireceğimiz sorusuna cevap veren, bize fıtri
bütünlüğümüz içinde kendimizi öğreten vahiy mahsulü bir kitaptır.
Kur'an-ı
Kerim insandan, duygu, düşünce ve davranışlarıyla hayatı kucaklamasını yani var
olma bilincini farkına varmasını ister. Bunun gerçekleşebilmesi yani Kur'an-ın
insanın hayatını anlamlandırabilmesi için ona önerisi şudur: Oku, tedebbür et ( üzerinde düşün! ), anla, ihlasla
yaşa
KUR'AN NEDİR?
Kur’anın Klasik tarifi şöyledir: ‘Hz.
Muhammed'e (s.a.v.), vahiy yoluyla parça parça indirilmiş, mushaflarda yazılmış,
tevatürle nakledilmiş, tilavetiyle ibadet edilen, mu'ciz, ilahi kelamdır.’
Kur'an'ın ilk emri olan "
ikra' - oku " sözcüğü ile aynı kökten gelmesi de son derece anlamlıdır.
Kur'an böylece okumaya ve ilme verdiği değeri ifade etmiş olmaktadır. Kur'an
insanlığa yüksek ahlaki değerleri gösteren vahiy mahsulü bir kitaptır ve bütün
özellikleri ile insanın hayatını anlamlandıran, hayat veren bir kitaptır. İşte
kutsal kitabımız, daha adında bize kendini tanıtmaktadır. İnsana hidayet
rehberi olmak ve insanın hayatını anlamlandırmak. Bunun için Allah onun muhtevasında
anlatılır, tanıtılır. İnsan, hayat, tabiat, evren onun
muhtevasında tanıtılır.
Kur'an ilahi vahye, zaman, mekan,
milliyet itibariyle hiçbir kayıt koymaz. Tam tersine her kavmin şu veya bu
zamanda ilahi vahy'e muhatap olduğunu beyan eder. Kur'an-ın havas-avam bütün
insanların anlayabileceği derecede basitleştirip gösterdiği ve öğrettiği "
fıtrata ayna " olan ayetlerini okuyan insan, hayatını onun ilkeleri ile
anlamlandırmalıdır. İnsanın bir ayet olan fıtratı ve onu kuşatan evren ayeti
ile örtüşen bir hayat sürdürebilmesi, Kur'an-ın kanunlarına, emirlerine, hükümlerine
uymasına / hayatına katmasına bağlıdır.
KUR’AN NEDİR? KİTABININ HÜLÂSÂSI 05.05.2014
Mustafa DİŞLİ– 13912725
(Yüksek Lisans)
KUR'AN NEDİR?
" Demircinin körüğü de hava alır verir, fakat yaşamış sayılmaz. "
(Kelile ve Dimne) " Herkes ölür. Ama herkes gerçekten yaşamış
olmaz." (Brave Heart Cesur Yürek filminden) bu güzel iki söz aslında
kitabın özeti sayılabilir
Gerçekten yaşamış olmak için
insanın neye ihtiyacı var? Kur’an’a göre gerçekten yaşamış olmak için ilahi
bilgi ile hayatı anlamlandırmak gerekmektedir. O halde Kur'an-ı Kerim'i
tanımalıyız.
Kur’an-ı Kerîm, insana yol gösteren ve her asra hitap eden yegâne semâvî kitaptır. Ancak Kur’an’ın rehberliğinde hayatın fıtrata uygun olarak devam ettirilebilmesi için; Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması gerekmektedir. Anlaşılmasından maksat; “Değişen dünya karşısında Kur’ân-ı Kerîm’in öngördüğü reel cevapları anlamak ve hayata taşımaktır”.
Kur’an, incelendiğinde; Kur’an’ın
insandan
- Okunmasını
- Üzerinde düşünülmesini
- Anlaşılmasını
- İhlâsla açıklanmasını istediği
görülecektir.
Ümmî bir Peygamber’e gelen ilk vahyin okumayı emretmesi bu bağlamda çok
anlamlıdır. Kur’an-ı Kerimde, insanla ilgili olan ayetler dikkatle
incelendiğinde; Kur’an’ın insana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kıldığı görülmektedir.
Hz. Peygamber de bütün hayatı boyunca bu ilkeyi esas alarak, Kur’ân ahlâkıyla
ahlâklanmış ve ümmetini ilim tahsil etmeye, Kur’an’ı yaşamaya yönlendirmiştir.
Hz. Peygamber, gelen vahiyleri, hem fiilleriyle hem de sözleriyle tefsir
etmiştir. Kur’ân’ı, hayata tatbik etme ve hayatı anlamlandırma şekliyle
birlikte öğrenen sahâbiler, gittikleri bölgelere de bu metodu uygulamışlardır.
Tabiînler, de aynı ilkeyi Sahabeden alarak kendilerinden sonra gelenlere
intikal ettirmişlerdir.
Kısaca; Kur’ân ilimleri, nüzûl asrından tedvin dönemine kadar bu şekilde
gelmiştir. Bu dönemde Kur’ân-ı Kerîm tefsir edilirken, Kur’ân’ın bir yönünü ele
alan özel araştırmalar yapılmış, daha sonra bu özel çalışmalar,
“Ulûmu’l-Kur’ân” başlığı altında derlenmiştir. Tedvin dönemi ve sonrasında
alimlerin Kur’an ilimlerini tedvin etmelerindeki ortak gayeye bakıldığında;
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasına, içerdiği manaların açıklanmasına yarayacak ve
araç olacak ilimleri tespit etmek olduğu görülecektir.
Kur’an’ın daha iyi anlaşılabilmesi için klasik yöntemlerden farklı
olarak Kur’an ilimlerine yeni bir yaklaşım getirilmesi gerekmektedir. Bunu
gerçekleştirmek için Kur’an ilimlerinin,
- Doğuşu ve tarihsel gelişimi
- İç işleyişi
- iç işleyişin Kur’ân’ın
anlaşılmasına ve
- Kur’ân’ın anlaşılmasının iç
işleyişe etkisi ortaya konulmalıdır.
İnsanın
Anlam Arayışı Serüveni
İnsan; var olduğu günden bu yana
sürekli olarak içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış;
ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur.
İnsandaki bu anlama merakı ve öğrenme arzusu; insanı insan eden büyük
kuvvettir.
Tarihten önceki zamanlardan
bugüne değin bütün insanlardaki bu inanma ve anlamlandırma hali aynıdır. Çünkü
insanın anlam arayışı; onun fıtri bir kabiliyetidir. Herkes bunu kendi başına
bulmalı ve bulduğu cevabın gerektirdiği sorumluluğu üstlenmelidir. Yani ''inandım,
iman ettim'' sözünün sorumluluğunu taşımalıdır. Ancak o zaman bu anlam, kişinin
anlam talebini doyurur. İnsanın bu kabiliyeti kendi idealleri ve değerleri için
yaşama, hatta onların uğruna ölme gücü verir. Her bir bilgi, ondan bize bir taraf,
bir görünüş sunmakta ve fıtratı yani kendimizi tanımamıza imkân vermektedir.
İnsan, başka hiçbir canlıya
benzemeyen özel bir varlıktır. Onun bu özelliği, özü itibari ile her kültür ve
çağda geçerliliği uygulanabilirliği olan fıtratından kaynaklanır.Kişi ister eğitim
görmüş ister görmemiş olsun, ister Budist ister Müslüman olsun, ister kadın
ister erkek olsun bütün insanlar bu fıtri imkânlara sahiptirler. Bu fıtri imkânlar
zaman içinde değişmez. Ancak insanın bu fıtri imkânlarını gerçekleştirmesi ve
onlara etkinlik kazandırmasında, hayatı anlamlandırmasından kaynaklanan
farklılıklar vardır. İnsanlar, her belirli durumu değeri farklı bir yönde anlamlandırabilir.
Onun için her belirli durumda fertlerin ortaya koyduğu şu veya bu eylem,
hayatını anlamlandıran değerlerin ışığında oluşan amaçlarını, hedeflerini,
planlarını gerçekleştirmeye yöneliktir.
Kur'an Bir Kitaptır
1.Kur'an Kelimesi
Kur’an Hz. Muhammed’e Arapça olarak
vahiy yoluyla parça parça indirilip, bize tevatürle naklolunan ve Mushaflarda
yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet edilen muciz Tanrı kitabının özel adıdır. Kur’an
sözcüğünün geldiği köklere bakılarak sözlük anlamına göre tanımı yapılabilir ve
Kur’an hakkında şunlar söylenebilir:
-Kur'an
birbirine yakın harfler, kelimeler, ayetler ve surelerden oluşur.
-Ayetler ve surelerin içerdiği
anlamlar birbirini doğrular.
-Kur'an da ki hükümler, kurallar iç içedir.
-Kur'an da her anlatılan şey ve her anlam, öteki anlatılanlar ve anlamlar ile
bütünlük arzeder.
-Kur’an, onun lisanlarda okunmasına ve kalplerde ezberlenmesine, Kitap ise
satırlarda kaydedilip kitapta toplanmasına hem kanıt hem de teşvik anlamını
içerirler.
-Kur'anın ilk emri olan oku sözcüğüyle aynı kökten gelmesi de son derce anlamlıdır.
Kuran böylece okumaya ve ilme verdiği değeri ifade etmiş olmaktadır. O Halde
insanın var oluşunu gerçekleştirme de okuma eylemi en temel unsurdur.
-Kur’an, insanlığa yüksek ahlaki değerleri gösteren mahsulü bir kitaptır.
-Kur’an, bütün özellikleri ile insanın hayatını anlamlandıran, hayat veren bir kitaptır.
İşte Kutsal Kitabımız, daha adında bize kendini tanıtmaktadır. Tanrı, insan''sistemi''düzgün
kullanabilsin diye dünya, hayat, evren karşısında takınacağı ve bütün
varlılarla paylaşacağı tavra ait ilkeleri toplamakta, birbirini tamamlayan
ifadelerle birleştirerek insana ''oku''ması için bildirmektedir.
2.Bir Kitap Olarak Kur'an
Kur'an-ı Kerim, iki kapak arasındaki
yazılı yapraklardan oluştuğundan o da bir kitaptır. Dolayısıyla onun herhangi
bir kitapla hem ortak hem de hem farklı özellikleri vardır.
Kur'an-ı Kerim'in içeriği:
1.Kur'an'ın
bu i'caz özelliği, diğer i'caz yönleri ile bir bütünlük arz eder. Mesela üslubu
ile. Kur’an’ın son derece özlü ve kapsamlı bir anlatımı vardır.
Kur'an insandan öncelikli olarak bir tek
Yaratıcının var olduğuna iman etmesini,bütün yapıp-etmelerinin bu inanca göre
düzenleyerek fıtrat ile barışık olmasını;böylece var oluşunu
gerçekleştirmeye,Allah'a iman,itaat ve onların doğuracağı sevgi ile yönelmesini
ister.Onun için Kur'an'ın ilk suresi ''Fatiha''dır.Bu surenin muhtevası,Kur'an
insanının imajını,tasvirini açık bir şekilde vermektedir.Kur'an'ın bu mu'ciz
muhtevasının elbette en temel konusu ''Tevhid'' inancıdır.
Kur'an
Vahiy Mahsulü Bir Kitaptır
1.Vahiy
Kelimesi
Mukaddes Kitabımız Kur'an-ı Kerim,
Hz Peygambere vahiy yoluyla inmiştir. Kur’an’ın kendinden bahsederken vahiy
mahsulü olduğunu özellikle vurgulaması ile bu sözcüğün içerdiği lügat anlamları
arasında bir bağ vardır.
2.Vahiy
Kavramı
Vahiy, dini bir terim olarak,
Allah’ın dilediği şeyleri peygamberlerine muhtelif hallerden biriyle
bildirmesidir.
Kur’an,
ilahi vahye, zaman, mekân, milliyet itibariyle hiçbir kayıt koymaz. Tam tersine,
her kavmin şu veya bu zamanda ilahi vahye muhatap olduğunu beyan eder. Ona göre
''ilahi vahye''imandan maksat Kur'an'a iman etmekle sınırlı değildir; herhangi devirde,
herhangi millete gönderilen ilahi vahye de imandır.
Vahiy kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de türevleriyle birlikte 78
yerde geçer. 72 yerde fiil halinde kullanılmış ve bu fiillerin çoğu Allah’a
izafe edilmiştir. Bunun anlamı şudur: Vahiy, ilâhî bir fiildir. Bu da; Allah
vardır ve tek’tir demektir.
KUR’AN,
AYETLER VE SURELERDEN OLUŞAN BİR KİTAPTIR
Kur’ân-ı Kerîm’de çok geçen ve
Kur’ân terimlerinin en önemli kavramlarından biri olan âyet kelimesi; mucize,
açık alamet, nişan, gözle görülebilen, ibret, delil, belirti, hayrette bırakan
görülmemiş iş ve hal gibi anlamlara gelmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir
süresindeki başı ve sonu bulunan bir veya daha fazla cümleden oluşan Kur’an
birimine âyet denir.
Ayet kelimesinin Kur’anî bir kavram
olarak tarifi şöyledir: Âyet; Allah’ın varlığına ve birliğine, peygamberlerin
doğruluğuna işaret eden, delil ve mucizedir. Bu anlamda, yani Allah’ın
varlığını ve birliğini anlama konusunda ayet; İnsanı kuşatan aleme ait ayetler
ve insanın kuşattığı aleme ait ayetler olmak üzere ikiye ayrılır.
Sure ise sözlükte; yüksek yer, bir
kenti kuşatan sur, yüksek rütbe, mevki, şeref ve şan, alamet ve nişan, binanın
kısmı ve katları anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak ise; Ayetlerden
meydana gelen, başı ve sonu bulunan müstakil Kur’an bölümlerinin adıdır.
Kur’ân-ı Kerîm, biri diğeri
tarafından kesilmiş 114 sûreye ayrılmıştır. Bunun da bir hikmeti vardır.
İnsanoğlu, uzunca yazılmış metinleri kitap, bâb, fasıl olarak ayırarak okumaya
alışmış bir mantığa sahiptir. Bundan dolayı okuyucu için bir sûreyi okuyup
diğerine başlamak daha şevk verici olmaktadır.
KUR'ÂN-I KERÎM'İN KLASİK
TARİFİ VE KUR'ÂN
Kur'ân-ı Kerîm, Kur'ân ilimlerine
dair eserlerde ve fıkıh usûlü kitaplarında âlimlerin çoğunluğunun üzerinde
ittifak ettiği klasik tarife göre şöyle tanımlanmıştır: Kur'ân-ı Kerîm, Hz.
Muhammed'e vahiy yoluyla parça parça indirilmiş, Mushaflarda yazılmış,
tevatürle nakledilmiş, tilâvetiyle ibadet edilen, mu’ciz, ilâhî kelâmdır.
Kur’an-ı
Kerim’in, Kur'an isminden farklı olarak; Kur’an’da 230 defa geçen ve en çok
kullanılan El-Kitab, Hak ile batılı ayırmak, felah ve selamet anlamına gelen; 6
ayette geçen el-Furkan, anmak ve hatırlamak anlamına gelen ez-Zikr gibi başka
isimleri de vardır O’na verilen bu isimler, bizzat Kur'ân'da yer almaktadır.
Hayatta sürekli bir ikilem içinde
sahip olamadıklarını elde etmeye çalışan, bunu gaye edinerek aslında fıtratına
aykırı bir hayat sürmeye devam eden insan, hayata anlam veremeyişinin bedelini
ağır ödemektedir. Biraz fıtratının gerekliliklerine doğru bakan bir insan ise
hangi zamanda ya da hangi coğrafi bölgede yaşamış olursa olsun bir arayış içine
girmekte, yaratılış gayesini, fıtratıyla örtüşen davranışları bulmaya
çalışmaktadır. Kısaca bu arayış sonunda insanın başarıya ulaşabilmesi, “Kamil
İnsan” olabilmesi; davranış ve düşüncelerinin fıtratıyla yani vahiyle
örtüşmesine bağlıdır. Çünkü hidayet rehberi olarak tanımlanan Kur’an yani ilahi
vahiy, insan modelinin nasıl olması gerektiğini göstermekte, insanların
kendileriyle ve diğer canlılarla uyum içinde yaşayabilmeleri için kurallar
koymaktadır. Allah insana bu kuralları öğretmek, hürriyet bilincini canlı
tutmak için peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu olan Hz.
Muhammed, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış, vahyin anlaşılır olması ve bu vesileyle
de Kur’an’ın hedeflediği kâmil insanın bununla da kâmil toplumun oluşabilmesi
için yaşayan Kur’an olarak insanlığa örnek olmuş ve bu değerleri iletmiştir.
İBRAHİM
UÇAN
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:13912777
KUR’AN NEDİR?
-İNSANIN ANLAM ARAYIŞI-
Kur'an-ı Kerim, hayatın, reel olanın, bizzat
yaşadığımızın değişen safalarını yönetme kabiliyetine sahip ve her asra hitap edecek yeterlikte yegane semavi
kitaptır. Kur'an Kerim insandan;
Okunmasını, üzerinde düşünülmesini, anlaşılmasını,ihlasla açıklanmasını istemekle ve muhataplarını buna teşvik etmekle
zikredilen amacın gerçekleşmesini bizzat desteklemektedir.
Hz.Peygamber ve Sahabe, Kur'an-ı Kerim'i hem
sözleriyle hemde eylemleriyle tefsir etmişlerdi. Yani Kur'an-ı yaşanan hayata
uyarlamışlar, onun ahkamını/buyrultulrını elle tutulur, gözle görülür hale
getirilmişlerdi. Bu gelecek nesillerinde uyması ve gerçekleştirmesi gereken bir
görevdi. Bu sebeple tedvin dönemi ve
sonrasında alimlerin, Kur'an ilimlerini tedvin etmelerindeki ortak gaye
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasına, içerdiği manaların açıklanmasına yarayacak ve
vesile olacak ilimleri tespit etmek olmuştur. Bunun
gerçekleşebilmesi için Kur'an ilimlerinin, doğuşu ve tarihsel gelişimi,iç
işleyişi,bu iç işleyişin Kur'an-ın anlaşılmasına ve Kur'an-ın anlaşılmasının iç
işleyişe etkisi ortaya konulmalıdır. Yani Kur'an ilimleri bütün yönleri ile
açık kılınmalıdır. Bu yapılırken Kur'an-ı Kerim'den yararlanmak isteyen, onunla
hayatını anlamlandıran muhataplar göz önünde bulundurulmalıdır.
İnsanın telif ettiği her eser,
insanın anlamasına bağlı olduğuna göre Kur’an ilimlerine yeni bir yaklaşım
getirmek mümkündür.Ancak burada yeni bir yaklaşımla anlatılmak istenen, iftihar
ettiğimiz kültür mirasımız –ki vahiy kültürü temellidir- değerlendiren, ve
bunlara dayanan yeni bir açıklamadır.
İnsanın anlam arayışı serüvenine
baktığımızda; İnsan,
var olduğu günden bu yana sürekli olarak içinde yaşadığı dünyayı ve evreni
tanımaya ve anlamaya çalışmış,ancak bu çabası içinde en az tanıya bildiği varlık
yine kendisi olmuştur.insanı insan eden en büyük kuvvet öğrenme ve merak
arzusudur. Anlam; insan gerçeğinin bir olgusudur ve anlam; görülen,
bilincine varılan ve inanmayı da içeren bir şeydir. Bu bağlamda; gören kimdir?, nede görmüştür?,neyi
görmüştür?, nasıl görmüştür? sorularına cevap verilmelidir.
Gören
insandır ve anlam görmesi söz konusu olan her şeyde görmüştür.Her kişinin
herhangi belirli durumu,değeri farklı bir yönde anlamlandırma imkanı vardır.
Onun için her belirli durumda her kişinin ortaya koyduğu eylem farklıdır.
İnsan
değerlerini yöneten değerler üç gruba ayrılır:
a)
Yüksek
değerler:
İnsan bu değerlere doğuştan sahip olur. Sevgi,
inanmak, sözde/eylemde doğruluk, çalışkanlık, masumluk, dürüstlük, insaflılık,
dostluk, vefa, güven, saygı...
b)
Araç değerler:
İnsan bu değerlere de doğuştan sahip olur. ilgi ve menfaat alanının
değerleridir. Her türlü maddi ve manevi servet değerleridir.
C) Alışılan değerler:
Temelini
toplum ve kültür hayatında bulan, zamanla otomatikleşen ve doğal olarak
algılanan eylemleri yöneten
değerlerdir.
Bu üç grub değer arasında gerçekleştirilmeleri
bakımından bir fark yoktur.insan, eylemlerinde anlam görürken bu değerlerden
birini esas alarak hayatını anlamlandırır.
Neyi görmüştür; İnsan dünyada sürekli olarak
gerçekleşmesini istediği hayatı anlamlandırışında temel aldığı değerlerden
kaynaklanan ana amaçlarını ve bu çerçevedeki eylemlerinin anlamlı olacağını görmüştür.
Nasıl Görmüştür; Kişi obje
ile ilişki kurmaya başlayınca fıtratından gelen imkanlar ortaya çıkar. Bunlar:
Ana zihniyetler,akıl yürütme,alış zemini üzerine hareket etme.
İnsan, hayatını anlamlandırırken, fıtratından
kaynaklanan imkanları gerçekleştirirken bir yaşantı hali olarak hürriyetini de
kullanır. O zaman insanın" doğru " ve " değerli " eylem de
bulunması nasıl mümkün olacaktır? Bunun için " önder / örnek "
kişilere ihtiyaç vardır. Bunlar,içinde bulundukları durumlarda doğru ve anlamlı
eylemler gerçekleştiren kişilerdir.Bu sebeple hayatında anlam bulması için
insana yardım edecek, yol gösterecek bir rehbere ihtiyaç vardır. Bu rehber
insana varlığının derinliklerinde bulunan gerçekten özlediği şeyleri ona
farkettirmelidir. İnsanın temel arzularını ve içgüdülerini nasıl doyurup tatmin
edeceğini, egosunun veya süperegosunun çatışan istekleri arasında nasıl uzlaşma
sağlayacağını, topluma ve çevreye nasıl uyum göstereceğini, insan bu rehberde
bulabilmelidir.
İnsan
olmanın ve varlık-yapısının/fıtratının bir özelliği olarak insan,
hayatını anlamlandırırken ''TABİAT' ve ''TANRI'' yollarından birini seçer. Bu
sebeple; insanın hayatını anlamlandırması iki yönde gerçekleşebilir.
a)İnsanın
kendinden kaynaklanan ''Ben merkezli'' anlam verme: İnsanın fıtri
faaliyetlerinin kaynağını tabiatta görmesinin sonucu.
b)Fıtri ilkeleri temel alan ''Fıtrat- vahiy temelli''
anlam verme: İnsanın Fıtri kabiliyetlerinin kaynağını aşkın bir varlıkta
görmesinin sonucu.
Ama
insan, öncelikle fıtratın varoluştan önce geldiğini idrak etmelidir. Ben
merkezli hayatı anlamlandırmaların, fıtratla tamamen uyumlu olan anlamlandırma
ilkeleri koyamamalarının temelindeki eksiklik budur. İnsanda fıtrat'ın varoluştan önce geldiğinin
bilincinde olmanın anlamı ise, bu fıtratı tayin eden aşkın bir varlığın,
Allah'ın varlığını düşünmeye sevketmesidir. O halde Allah (c.c.), insanı
yaratmış, hem fıtratını vermiş hem de ''hayat'' nimetini bahşetmiştir. İşte bu fıtrat öyle bir şeydir ki, insanoğlu
ister Afrika'da, ister Amerika'da, ister Rusya'da ister Türkiye'de doğmuş olsun
''aynı bilgisayar'' olarak doğmaktadır. ''Fıtrat'' bilgisayarın hem teknik
donanımı (ruhsal-bedensel) hem de işletim sistemidir. İnsanın hayatını
anlamlandırması, bu insan-bilgisayarına değişik türden programlar geliştirme
çabalarını ifade eder. Ancak bu insan-bilgisayarın kullanıcısı tarafından
tanınması, kullanımı, virüslerden korunması için bir rehbere (kitap ve insan)
ihtiyaç vardır.İşte Allah (c.c.), peygamberler aracılığı ile, yarattığı insanla
konuşmuş (vahiy), ve insanlığın fıtrata uygun hayatı anlamlandırmalar
gerçekleştirebilmesi için rehberler göndermiştir.
İnsan hayatına anlam ararken hür bir varlık
olarak kendi sorumluluklarının tam olarak farkına varmaya çalışmaktadır. "
Neye karşı ", " Kime karşı " sorumlu olduğunu anlaması, insanı
hayatın sınırlılığı ve eylemlerinin belirleyiciliği ile karşı karşıya getirir.
İnsan böylece sorumluluk bilincini diri tutabilir, hayattan kopmadan varoluşunu
gerçekleştirir. Kur'an-ı Kerim'de vahiy sürecinin son halkası olarak
diğer varlıklarla ortak olduğumuz fıtri imkanlarımızı nasıl
insanileştireceğimiz sorusuna cevap veren, bize fıtri bütünlüğümüz içinde
kendimizi öğreten vahiy mahsulü bir kitaptır.
Hz. Peygamberin Kur'an-ı Kerim'i
temel alan eğitim-öğretim siyaseti, bu ilkelerin hayata tatbikine yönelikti
onun canlı ve hayatla içiçe kişiliği Kur'an-ın hayatı anlamlandırmasında insana
bırakılan boyutu temsil eder. " Sünnet ", Kur'an-ın nasıl
yaşanacağının / hayatı anlamlandıracağının ve insan olma imkanlarının yolunun
daima nasıl açık tutulacağına bilgisini verir.Sahabe bu örnek yaşantıdan
Kur'an-ı hayata tatbik etme / hayatı anlamlandırma usülünü öğrenmiştir. Onlar
Kur'an-ı yaşarlarsa " sünnette " ne bulacaklarını görmüşlerdir.
Kur'an,
Hz. Muhammed'e (s.a.v.) Arapça olarak vahiy yoluyla parça parça indirilip, bize
tevatürle naklolulan ve mushaflarda yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet edilen
muciz, Tanrı kitabının özel adıdır. Kur'an-ın kendini adlandırdığı
isimleri arasında en çok ( 70 kez ) kullandığı isim budur.
Bir kitap olarak; Kur'an-ı Kerim, iki kapak arasındaki
yazılı yapraklardan oluştuğundan o da bir kitaptır. Dolayısıyla onun herhangi
bir kitapla hem ortak, em farklı özellikleri, hem de çok ayırdedici nitelikleri
vardır.
Kur'an-ın son derece özlü ve kapsamlı bir anlatımı
vardır; az kelime ile birçok mana anlatır. Bazen iki kelimesini izah etmek için
sayfalarca yazmak gerekir.
Mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim,
Hz. Peygambere vahiy yolu ile inmiştir. Kur'an-ın kendinde bahsederken vahiy
mahsulü olduğunu özellikle vurgulaması ile bu sözcüğün içerdiği lügat anlamları
arasında bir bağ vardır.
Kur'an, ayetler ve surelerden oluşan bir kitaptır.
Kur'an-ı Kerim'in çeşitli yönleri, farklı özellikleri
vurgulanarak değişik tanımları yapılmıştır. Bu tanımlar onun bütün
niteliklerini içine alan tanımlamalar değildir.Kur'an-ı Kerim'in Kur'an
ilimlerine dair eserlerde ve fıkıh usülü kitaplarında alimlerin çoğunluğunun
birleştiği klasik tarifi şöyledir;
Kur'an-ı Kerim:Hz. Muhammed'e (s.a.v.),Vahiy yoluyla
parça parça indirilmiş,Mushaflarda yazılmış, Tevatürle nakledilmiş,Tilavetiyle
ibadet edilen,Mu'ciz,İlahi kelamdır.
Mürtaza Trabzon
Yüksek Lisans Öğrencisi 2013/2014
Öğrenci no: 13912724
"KUR'AN NEDİR-İnsanın Anlam Arayışı" Kitabının Özeti
Kur’an-ı Kerîm, insana rehberlik eden ve her asra hitap eden yegâne
semâvî kitaptır. Ancak Kur’an’ın rehberliğinde hayatın fıtrata uygun olarak
devam ettirilebilmesi için; Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması gerekmektedir.
Anlaşılmasından maksat; “hayatın değişen görünümleri karşısında Kur’ân-ı
Kerîm’in öngördüğü reel cevapları anlamak ve hayata taşımaktır”.
Kur'an insandan:
1. Okunmasını
2. Üzerinde düşünülmesini
3. Anlaşılmasını
4. İhlasla açıklanmasını
istemekle
Kur’an’ın gönderiliş amacını da açıklamaktadır. Ayrıca, esas
olarak insanı anlatan ve insanla ilgili olanı tespit eden ayetler, insana
" yaşam boyu eğitimi " zorunlu kılmaktadır. Bundan dolayı ilk
ayetiyle insanlara ilim tahsil etmelerini emrederek başlamış ve Sevgili Peygamberimizin
uygulamalarında bu emir en parlak şekliyle hayat bulmuştur.
Peygamberimiz ashabına Kur’an’ı
öğretirken tedrici bir yöntem uygulamış ve öğrendiklerini hayatlarına tatbik
etmelerini talim buyurmuştur. Sahabe Kur’an hayat bütünlüğü içinde yetişmiş ve
bu eğitim-öğretim anlayışını O’nun vefatından sonra da devam ettirmişlerdir. Daha
sonraki dönemlere de bu anlayış sirayet etti ve her dönemin kendi şartları ve
zihni faaliyetleri tefsirde etkili oldu. Yani tevarüs ettikleri birikimlerin
yanında kendi kabiliyetleriyle her asır Kur’an’a muhatap olmaya çalıştı. Bütün
çabalar Kur’an’ın hükümlerini Allah’ın murat ettiği şekilde anlayarak
uygulanabilir bir pratiğe dökülmesiydi. Bu sebeple tedvin dönemi ve sonrasında âlimlerin, Kur'an ilimlerini
tedvin etmelerindeki ortak gaye Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasına, içerdiği
manaların açıklanmasına yarayacak ve vesile olacak ilimleri tespit etmek
olmuştur.
Bu çalışmada Kur'an-ı
Kerim'in insan-hayat ve kâinata can veren, anlam veren ve rehberlik eden ilahi
bir kitap olduğu yolundaki beyanını benimseyip göz önüne alarak, Kur'an'a ve
Kur'an ilimlerine bu bağlamda bakma denenmek istenmiştir.
İnsanın anlam arayışı, onun fıtri
bir kabiliyetidir. Herkes bunu kendi başına bulmalı ve bulduğu cevabın
gerektirdiği sorumluluğu üstlenmelidir. İnsan "İnandım! İman ettim"
sözünün sorumluluğunu taşımalıdır. Ancak o zaman bu anlam kişinin anlam
talebini doyurur.
''Tabii olarak insanlar birbirine
benzer, ama yaptıkları işler çok farklıdır birbirinden.'' Konfüçyüs.
''Anlam'' kelimesine sözlükte
''ifade edilen, anlaşılan şey; iç, ruh, biçim ve kalıp dışında kalan öz,
cisimle ilgili olmayan hal; yalnız işaretlerin değil, fakat aynı zamanda
şeylerin ve olayların işaret ettiği şey'' karşılıkları verilmiştir. ''İnsanın
anlam arayışı'' tabirindeki ''anlam'' sözcüğü ise insanın bütün yapıp etmelerini
yöneten, insanın somut varlık-bütününe ait, bu varlık temelini bulan
varlık-koşullarından (fıtri imkânlarından) birini ifade etmektedir.
O
halde ''anlam'', insan gerçeğinin bir olgusudur. Anlam, bilen, yapıp-eden, değerlerin
sesini duyan, tavır takınan, önceden gören ve önceden belirleyen, isteyen,
özgür hareketleri olan, tarihsel olan, kendisini bir şeye veren, seven,
çalışan, eğiten ve eğitilen, devlet kuran, inanan, sanat ve tekniğin yaratıcısı
olan, konuşan, bio-psişik bir yapıya sahip olan bir varlık olarak insanın yapıp
etmelerinde ortaya koyduğu bir bilinç olgusudur. İnsanın kendisini ifade etmesidir.
Onun için "anlam" , bütün bu varlık-koşulları ile ilişki içindedir.
Ama özellikle anlam, inanmayı içerir. Eğer insan inanmayan bir varlık olsaydı
hali ne olurdu? İnanmayan bir varlık, amaçlarını gerçekleştirmek için nasıl çalışabilirdi;
içinde yaşadığı durumlara nasıl anlam verebilir, kendisini yapacağı işe verip
onu nasıl sevebilirdi; fıtratında bulunan imkânlarını eğitimle nasıl
olgunlaştırabilirdi?
Kur'an, insandan zihniyetini
Kur'an ile inşa ederek (Kur'an’ın insanını ) gerçekleştirmesini bekler.
İnsan, sürekli bilgi akımı ve
iletişim içinde olduğundan ve amelini elde ettiği bilgilerle ortaya koyduğundan
Kur'an, onu bilgi elde etmeye teşvik eder. Kur'an, vahiy bilinciyle elde
edilecek bilginin hem ferdi hem toplumu hem de evreni "oku" maya,
anlamaya imkân vereceğini ima eder.
Kur'an, insana, bütün varlıkla
ilişkisinin halife bilinci çerçevesinde oluşması gerektiğini hatırlatır:
"
Ya zannettinizmi ki! Biz, sizi sırf bir abes ( boşuna ) yarattık? Ve siz, bize
irca edilmeyeceksiniz ( döndürülmeyeceksiniz? ) " Mü'minun 23 / 115
Kur'an-ı Kerim insandan,
Duygu,
düşünce ve davranışlarıyla hayatı kucaklamasını yani var olma bilincini farkına
varmasını ister. Bunun gerçekleşebilmesi yani Kur'an’ın insanın hayatını
anlamlandırabilmesi için ona önerisi şudur:
-
Oku
-Tedebbür
et ( üzerinde düşün! )
-
Anla
-İhlasla
yaşa
İnsan
ihlasa kendini ne kadar çok verirse o kadar insan olur. Yani fıtri
kabiliyetlerini o oranda fazla gerçekleştirir. Bütün insanlar hayatı bu şekilde
anlamlandırırsa " salih toplum " oluşur.
ALİ BAHADIR ÖZDEMİR
BİRLEŞİK DOKTORA
ÖĞRENCİ NO :13952701
TEFSİR RİVAYETLERİNE GÖRE KUR’AN’NÜZUL
ORTAMI-2
KUR’AN NEDİR? ÖZET
Kur’an-ı Kerim hayatın, yaşadığımız
değişen safhalarını yöneten ve her asra hitap eden tek semavi dindir. Bunu
gerçekleştirmek için kur’an-ı anlamak gerekir. Zaten kur’an insandan; okunmasını,
tedebbür edilmesini, anlaşılmasını, ihlâsla açıklanmasını isteyerek hedef
göstermektedir. Buna binaen ümmi olmasına rağmen Hz. Peygamber’e ‘’tebliğ’’ ve
‘’tebellüğ’’görevi verilmiştir. Peygamberimize verilen bu görevin ilk emrinin
‘’oku’’ olması yaşam boyu eğitimi kadın-erkek herkesi kur’an-ı yaşamaya
yönlendirmiştir. Sahabe kur’an-ı hayatla mezc ederek Resulullah’ın bu
öğretisini devam ettirdiler ve bunu gittikleri yerlere ve Tabiin’e aktardılar.
Tabiun da, Etbau Tabii’ne aktardılar. Bu
tedvin dönemine kadar hep sözlü olarak gerçekleşti. Tedvin döneminde Kur’an-ı
anlama çabaları Ulum’ul Kur’an ilmini ortaya çıkardı. Her asır bir öncekinden
bu mirası devraldı. Kendi çağının maddi manevi etkilerini ekledi. Kur’an
ilimleri çerçevesinde Kur’an’dan yararlanma imkânı Kur’an-hayat bütünlüğü
çerçevesinde, insanı kuşatan bütün insani problemlere Kur’an’dan bir bakış
açısı getirilmelidir.
İNSANIN ANLAM ARAYIŞI VE
KUR’AN-I KERİM
İnsan var olduğundan beri yaşadığı dünyayı
ve evreni tanımaya çalışmış fakat kendini en az tanımıştır. Bu da insanı insan
eden en büyük kuvvettir. Hep fıtratı gereği düşüncelerini, düşüncelerini,
eylemlerini hayatının gereği görerek anlamak istemiş ve onları anlamlandırarak
kendini tatmin etmeye çalışmıştır. Böylece hayatını anlamlandırmak istemiştir.
Bu sayede insan, düşüncesini zenginleştirmiş ve geliştirmiştir. Hakikat adına,
dinin, mistisizmin, bilimin vs. faaliyetlerin içinde kendini tatmin etmek
istemiştir. Böylece insanlar arasında düşünce ayrılığı hâsıl olmuştur. Ama tarih
boyunca insanlar arası etkileşim olmuş ve kültürler birbirini tamamlamıştır.
İNSANIN ANLAM ARAYIŞI
NASIL GRÇEKLEŞİR?
Anlam insan gerçeğinin bir olgusudur.
İnsanın yapıp etmelerinde ortaya koyduğu bir bilinç olgusudur. Ama anlam
inanmayı gerektirir. O halde anlam görülen, bilincine varılan ve inanmayı da
içeren bir şeydir. Gören kimdir? Tabii ki gören insandır. Eylemler içinde olan
insan hayatını anlamlandırmaya çalışmıştır. Eylemlerinin anlamını sormuştur.
Aksi takdirde hayatı anlamsızlık duygusuna bürünür. Ama insan hep hayatına bir
anlam vermiştir. Aksi söz konusu olsaydı, tarihsel bir varlık oluşunun bir
anlamı olmazdı. Öte yandan insan, hayatını sürdürmek için elindeki araçlarla
yetinmediği gibi, bir amaca ihtiyacı olan insanın fıtratı da doğuştan
bahşedilmiştir.
Anlamlı yaşamak, anlam yaratma ve anlamı
hayata geçirmektir. Fakat sonuçta çıkan
amel insandan insana farklılık arz eder.
İnsan eylemlerini yöneten
değerler 3 gruba ayrılır.
Yüksek değerler: İnsanın
doğuştan sahip olduğu, sevgi, inanmak, çalışkanlık vs. değerler. İnsanlar bu
değerler için çekişmezler, kavga etmezler. Çünkü hayat bu fıtri değerlerle
anlam kazanır.
Araç değerler: İlgi ve
menfaat alanının değerleridir. İnsan bu değerlere de doğuştan sahiptir.
Ekonomik ve teknik değerler. Fayda çıkar, hased vs. insanın hayatı büyük ölçüde
bu değerlerin gerçekleştirilmesine dayanır.
Alışılan değerler:
alışkanlıklar, moda, zevk vs. insan bu değerlerle oluşmuş kültür ortamının
içinde bulur. Burada insan gaye ve hedeflerinin pek farkında olmadan bulduğu
otomatikleşen eylemleri,zevki modayı, davranış kurallarını ve şekillerini
benimser. Çağdan çağa, toplumdan topluma bu değerler değişebilir. Ve insan
hangi değerlerle anlam veriyorsa o değerler yapıp etmelerine yön verir.
İnsanın
bir bütün olarak varoluşunu gerçekleştirmesi, iç ve dış dünyadaki başarılarıyla
birlikte gerçekleşir. Birinin eksikliği anlamsız olur. Bunu amel ortaya
koyarak, bir şey veya bir insan severek ve sıkıntılara sabrederek
gerçekleştirir.
İnsanın hayatını anlamlandırmasının gerçekleşen
sonuçları vardır: Doğru eylemde bulunmak ister. Fıtri kabiliyetlerini
gerçekleştirmek ister. Yapıp etmelerine bir anlam verip, bulunduğu durumu
meşrulaştırır. O halde hedeflerinde ya başarılı ya da başarısız olacaktır.
Kişi-obje ilişkisinde fıtratı oluşturan ana
zihniyetler, akıl yürütme ve alış zemini üzerinde hareket ederek anlam kazanır.
İşte insanının varoluşu böyle gerçekleşir. Bununla beraber insanlar edindikleri
bilgilerle tutum içinde olurlar. Bilgi ferde kalmaz nesilden nesile aktarılarak
ortak fayda halini alır. İşte kültür böyle oluşur.
İnsan özünde hür bir varlıktır. İşte hayatını
anlamlandırırken, hürriyetini kullanır. İşte doğru amelde bulunması için örnek
kişilere ihtiyaç duyar. Bu örnek kişiler, insanlara fıtratına uygun amelleri
gösterecektir. İnsan olma yolunda hayatlarını anlamlandıracaklardır. İşte eğer
kişi fıtratına yabancılaşırsa, anlamlı ve değerli şeyleri, anlamsız ve değersiz
görecektir. Bu yüzden insana hayatında anlam bulması için, yol gösterecek
rehbere ihtiyaç vardır. Onun için Kur’an-ı Kerim, ilahi rızayı arayan, Allah’ın
halifesi olduğu bilincini canlı tutan insana kâmil insan olmayı hedef gösterir.
Ona etkin okumayı önererek, ‘’oku, düşün, anla ve yaşa der.
İNSANIN ANLAM ARAYIŞI VE KUR’AN-I KERİM
Hz. Allah, insanı yaratmış, hem fıtratını
vermiş hem de hayat nimetini bahşetmiştir. Yarattığı insanla vahiyle konuşmuş,
fıtratına uygun hayatı gerçekleştirebilmesi için, peygamberleri rehber olarak
göndermiştir. O halde hayatı anlamlı kılmak için Allah Teâlâ’nın, fıtrata uygun
olan vahye uymakla mümkündür. Çünkü vahiy Allah’ın bilgisidir ve hükümleri
mutlak doğrudur. İlk insan Hz. Âdem’in peygamber olması anlamlıdır. İnsanın
hayatını anlamlandıran bu ışık, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar hep
‘’Tevhid’’i tekrar etmiştir. Bu yüzden bütün semavi dinlere İslam denmiştir.
İnsanları da tevhitle hayatı anlamlandırmaya çağırmışlardır. Din aynı kalırken,
uygulamada farklılık belirmiştir. Bunun sebebi ise: Hayatın bir sınav olması, insan’ın
Allah’ın yeryüzündeki halifesi olması.
İnsan halife olarak üstlendiği sorumluluğu
yerine getirmeli, varoluşunu tüm varlıklarla paylaşmalıdır. Bu yüzden Kur’an
insandan var olma bilincinin farkına varmasını ister. Kur’an hayatını
anlamlandırabilmesi için ona önerisi şudur: Oku! Düşün, anla! Ve ihlâsla yaşa!
Hz.
Peygamberin kur’an-ı temel alan bu eğitim-öğretim siyaseti, bu ilkelerin hayata
tatbikine yönelikti. Onun bu canlı örnekliği, hayatı Kur’an’la
anlamlandırmasına yönelikti. Bu da sünnet bilincidir. Sahabe de bu örnek yaşantıdan Kur’an’la hayatı
anlamlandırmayı öğrenmiştir. İşte bu Kur’ani hayat tecrübelerini örnek almak,
mümine hayatın Kur’an-sünnet bütünlüğü içerisinde anlamlandırılması bilgisini
verir.
Sonuç olarak: İnsan kendini ne kadar bu yöne yönlendirirse,
fıtri kabiliyetlerini o oranda fazla gerçekleştirir. Bütün insanlar hayatı bu
şekilde anlamlandırırlarsa ‘’salih
toplum’’ oluşur. Kur’an insanları bu yola yönlendirirken şöyle hitap alır:
Allah rızası, mutluluk. Sevap ve ceza.
KUR’AN
NEDİR?
Kur’an bir
kitaptır.
Kur’an Hz.
Muhammed’e Arapça olarak vahiy yoluyla parça parça indirilen, bize tevatürle
naklolunan ve Mushaflarda yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet edilen muciz
ilahi bir kitaptır. Kur’an en çok kullanılan ismidir.
Hükümler,
kurallar içerir. Bütünlük arz eder. Okunan bir metindir.
İnsanlığa yüksek ahlaki değerleri gösterir.
İnsanın hayatını anlamlandırır.
Bir kitap
olarak Kur’an; benzeri başka kitapta
bulunmayan, i’caz özelliği bulunan, en temel özelliği Tevhid olan kitaptır. Diğer kitapların tahrif edilmesiyle
birlikte düzeltmek için gönderilen ilahi mesajın son halkasıdır. Önceki semavi
kitapları da içinde barındırır. Ve insan hayatını anlamlandırmak ve fıtratını
gerçekleştirmek ve mutluluğunu sağlamak için gönderilmiştir. Öte yandan tüm
peygamberler kardeştir. Aynı misyonun temsilcileri olarak Allah’a,
peygamberlere ve kitaplara imana davet eder.
Kur’an vahiy
mahsulü bir kitaptır
Kur’an vahiy
mahsulü olduğunu özellikle vurgulamıştır. Vahiy elçi göndermek, ilham, gizlice
söylemek acele etmek vb. anlamlara gelir. Vahiy, dini bir terim olarak,
Allah’ın dilediği şeyleri peygamberine muhtelif hallerden biriyle
bildirmesidir.
Kur’an ilahi
vahye zaman, mekan, milliyet itibari ile kayıt koymaz. İlahi vahye iman kur’anla mukayyet olarak sınırlı
değildir. Aynı zamanda diğer ilahi vahiylere de imanı kapsar.
Vahiy ‘’Şura
51’’ de şöyle tarif edilir: ‘’Bununla beraber hiçbir beşer kabil değildir ki
Allah ona başka suretle kelam söylesin, ancak vahiyle veya bir hicap arkasından
ve yahut bir Resul gönderip de izniyle ona dilediğini vahy ettirmesi müstesna!
Çünkü O Aliyy, çok hâkimdir. Bu ayetin ışığında vahiy ;’’ Sadık rüya şeklinde,
Cebrail’in asli suretinde, direk Peygamberin kalbine ilham, Cebrail’in insan
şeklinde gelmesi, Hz. Peygamberin kalbine üfleme, uyanık iken direk Allah
kelamını duymak, uykuda iken vahyin gelmesi ‘’ şekilleriyle gerçekleşir.
Buna binaen Hz. Peygamber vahyin hayatı
anlamlandırmada canlı örneği ve önder idi. Aynı zamanda bir peygamber olduğu
gibi beşeri özellikleri devam etmiştir. Resulullah Cebrail’den aldığı vahyi
talebenin hocasından aldığı gibi almamış,
aldıktan sonra; ezberlemiş, ezberletmiş, yazdırmış, tebliğ ve tebyin
etmiş, açıklayıp tefsir etmiş, tatbik edip ve uygulamıştır.
Kur’an ayet
ve surelerden oluşmuştur. Kur’an bizatihi ayettir. Hayatın içinden bir ilmi
ayettir. Hayatın kenarında değildir. Bu sebeple havas –avam bütün insanların
anlayacağı derecede basitleştirip öğrettiği ve gösterdiği fıtratına ayna olan
ayetlerini okuyan insan, hayatını onun ilkeleriyle anlamlandırmalıdır.
Sonuç olarak ; yapıp yapmadıkları arasında
sıkışan insan, hayata mana vermediğinden ağır bedeller ödüyor. Bu bedelleri
öderken, insan modeli arıyor, hayat şekli araştırıyor. Başka yerlerde aradığı
için sonuç alamıyor. Ancak vahyin insan modelinde fıtratı ile buluşabilir. Çünkü,
ancak Tevhid temelli yükselen değerler, hayatla bütünleşir, hayatı anlamlı
kılar. Arayış içinde olan insan, farkında olarak veya olmayarak, fıtratını
arıyor. İşte bu arayışta olan insan, Kuran’ın öngördüğü ‘kamil insan
‘’olabilmesi için arayışı fıtratla ve vahiyle örtüşmelidir.
Bu konuda Hz.
Muhammed’i kıyamete kadar rehber kılan, Kur’an ahlakıyla ahlaklanması, yaşayan
bir Kur’an olmasıdır. Hz. Aişe’nin, ‘’Ahlakı, Kur’an ahlakı idi’’ tanımlaması,
bütün çıkmazların ve bunalımların anahtarıdır.
SELAM VE SAYGILARIMLA
Mustafa Başkan
Öğrenci No: 13922756
Bahar Yarıyılı- Doktora
"Kur'ân ve Bağlam" Kitabı'nın Hulâsası
Kur’ân ve Bağlam Kitabı üç ayrı kitaptan
meydana geliyor. Birinci Kitap “Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün Rolü”
, ikinci kitap “Sa’lebe Kıssası- Esbâb-ı Nüzul’e Yeni Bir Yaklaşım” ,üçüncü
Kitap “ Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzul” dır.
“Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün
Rolü” kitabı Kur’ân ilimleri hakkında genel bir mülahaza ile başlamıştır. Kur’ân
İlimlerinin doğuşu ve gelişimesi kısmında geniş bir özet niteliğinde tarihi
arka plan aktarılmıştır. Bir sonraki
bölümde Kur’ân ilimleri (Ulûmu’l-Kur’ân) ve Tefsir ilimleri kavramları incelemiş ve
karşılaştırılmıştır. Daha sonra esbâb-ı nüzûl’ün bu ilimdeki yeri konu edilmiştir.
Bu kısımda Vahidî, Zerkeşî, Suyutî, Kâfiyeci ve Şatibî’nin tanımlarına yer
verilmiş ve Adnan Zarur ve Garaudy’nin tanımları da eklenmiştir. Farklı bakış
açılardan aktarılan tariflerden sonra esbâb-ı nüzûlün yeni bir tanımını
yapılmıştır.
“Esbâb-ı nüzûl ancak sahih nakille
bilinebilir”
Bir sonraki bölümde esbâb-ı nüzul’ün kavramsal tanımı ile rivâyet sıygaları arasında kurulması gerekli bir bağ olduğu belirtilmiş ve bu sebeple esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin kalıplarının (sıygalarının) tespit edilmesi birçok bakımdan ehemmiyet arzettiği söylenmiştir. Esbâb-ı nüzûl rivâyetlerinin sistematik bir tasnife ihtiyacı olduğu vurgulanmıştır. “En eski sebeb-i nüzûl kaynağı olarak İbn İshâk’ın Sîresi” belirtilmiştir. Tedvin döneminde ilk tefsirler yazılmaya başlandığı ve bu tefsirlerin ekseriyetinin rivayet tefsiri olduğu aktarılmıştır. İlk müfessirler âyeti tefsirinde sebeb-i nüzûl zikrederek başladıklarını ve rivâyet çokluğu sebebiyle âyetin muhtevasına münasip gördükleri rivâyetleri neklettikleri aktarılmıştır.
Esbâb-ı Nüzul Rivayetleri
Bu bölümde esbâb-ı nüzûl rivayetleri metod
(usûl) açısından ele alınıp incelenmiş bu rivayetlerin nasıl
bilinebileceği meseleler üzerinde
durulmuştur. Esbâb-ı Nüzûl değerlendirmeleri ancak nakille bilinebileceği
söylenmiştir.
Hadis Usûlü açısından Esbâb-ı Nüzûl
Rivayetleri
Bu kısımda esbâb-ı nüzûl rivâyetlerin
tasnifi meselesi ele alınmış, esbâb-ı nüzûlü nevileri açısından tasnif etmenin
mümkünlüğünden bahsedilmiş. Bu tasnif yeni bir yaklaşım olarak görülmektedir.
Ayrıca bir diğer başlık altında esbâb-ı nüzûl
rivâyetlerin ihtilâf sebeplerine değinilimiş ve iki temel sebepte toplanmasının
mümkünlüğünden bahsedilmiştir. Taaddüt, taahhür, nassın umum mu yoksa husus mu
ifade ettiği gibi bazı problemlere değinilmiştir. Esbâb-ı nüzûl ilmi bir diğer
bölümde ise hikmet-i teşrîiye ve tenâsüb-insicâm ilimleri ilişkisinde
belirtirmiştir.
Bir diğer önemli mesele olarak İmam Ahmed’in ifadesiyle karşılaşmaktayız: “Üç şeyin aslı yoktur: Melâhim, Megâzi ve Tefsir” ifadesiyle İmam Ahmed tefsir kitaplarını, Megâzi kitaplarını ve Melâhim kitaplarını kastetmiştir. Çünkü bu eserlerde hadîs imamları ve münekkit âlimler tarafından dikkatlice bir inceleme sonucu tespit edilmiş oldukça fazla miktarda zayıf ve mevzû rivâyet bulunmaktadır.
Kur’ân’ın Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı
nüzûlün yetersiz kaldığı bir diğer husus da, sebebiyet ifade eden rivâyetlerin
nass olarak umum değil de husus ifade ettiği şeklinde anlaşılması olduğu
belirtilmiştir. Halbuki âlimlerimizin ekseriyeti “muteber olan, lâfzın
umumudur, sebebin husûsu değildir” kuralını kabul etmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kalmasının nelere sebep
olduğu anlatılaya çalışıldı. Ayrıca
esbâb-ı nüzûlü vâkıa olarak (olmuş olan, gerçekleşmiş olan olarak) ve doğurduğu
sonuçlar açısından ele alıp incelenmiştir. Mevcut hali ile esbâb-ı nüzul
bilgisi Kur’ân’ı Kerîm’in anlaşılmasında bazı sıkıntılara sebep olduğu
belirtilmiştir. Kur’ân’ı Kerim’i anlama çabasında esbâb-ı nüzulden yararlanmada
ihtiyacın sınırlarını belirleyen iki grup ilke söz konusu olduğu aktarılmış, bunları
genel ilkeler ve özel ilkeler olarak adlandırılmıştır.
Sonuç olarak esbâb-ı nüzûl iki gurupta
belirlenmiştir:
1)
Esbâb-ı nüzûl rivâyetleri
2)
Tefsir için olan esbâb-ı nüzûl rivâyetleri,
değerlendirmeleri
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı
nüzulün değerlendirilmesinde yeni bir yaklaşımda bulunurken zikredilen bu
ilkeleri tamamlayan önemli iki ilke daha olduğu zikredilmiş, bunların biri, Kur’ân-ı
Kerîm’in bütünlüğünün dikkate alınması ilkesi, diğeri ise bu kavrama dahil
olan, ancak ayrıca mütalaa edilmesinde fayda mülahaza edilen siyâk-sibak’ın göz
önünde bulundurulması ilkesi şeklinde açıklanmıştır. Bütün olarak Kur’ân-ı
Kerîm kavramına göre Kur’ân, salt (sırf) parçalarının toplamına indirgenmek
yerine birleşik bir bütün, topyekün bir gestalt olarak kavranılması ifade
edilmiştir.
Ezelî ilme dayalı olarak indirilmiş ve âyetleri de ona göre tertîb edilmişbir kitabın, her şeyden önce bütünlük arz eden insicâmlı bir yapıya sahip olması tabiili vurgulanmıştır. Son kısımda ise esbâb-ı nüzul tarihîlik münasebetine ele alınmıştır. Tarihîlik-tarihîcilik kavramları içinde doğup geliştikleri dünya görüşünün-görüşlerinin birer parçası olduğu vurgulanmış ve ebâb-ı nüzûl’u “orjinal yorum-orjinal tarih” ve “düşünülmüş yorum-düşünülmüş tarih” olarak ikiye ayrılmıştır.
Mustafa Yılmaz 13912745 Yüksek lisans
KUR’ÂN ve BAĞLAM
Kur’ân’ın
tefsiri için esbâb-ı nüzul şarttır. Bu dönemde yaşamış olan Sahabilerin Hz.
Peygamber’i bizzat görmüş, hadiselere şahitlik etmiş olmaları ve Hadislerin
beyanında direkt kaynak olan Hz. Peygamber’den faydalanmış olmaları bu avantajı
sağlamaktadır.
Muhammed
İkbal’e göre İslam tefekkürüne her ne kadar ilave ile değişiklik yapmanın
mümkün olmayacağı ancak muhafazakar bir tutumla değerle samimiyetle sahip
çıkılması gerektiğini belirtmiştir.
Böylelikle
esbâb-ı nüzulun teorik temellerini bilmek ve ilkelerine uymak gerekir. Konuya
tarihi açıdan bakıldığında nüzul ortamı ve sonrasına ilave değilde bir insani
varlık olması hasebiyle anlamlandırılıpi yorumlanabilir.
Esbâb-ı nüzûl
alanında çalışılırken ikş olgu ile karşılaşılır:
·
malumat çokluğu
·
malumattaki sistemsizlik
Kur’ân’ın
anlaşılmasında katkı sağlamak için:
·
vakia tesbiti
·
tenkidi
·
yeni yaklaşım ilkeleri
Kur’ân
ilimlerinin kaynağı yine Kur’ân’dır.
Neticede Kur’ân
üzerinde düşünülmesini, anlaşılmasını, açıklanıp, yaşanılmasını ister. Esbâb-ı
nüzûl ilmi sahabeye göre çok önemli bir bilgi olarak görülmüş ve Kur’ân’ı
anlamayı bu bilgiye sahip olmakla eşdeğerde görmüşlerdir.
Esbâb-ı nüzûl
nakli ilim olması hasebiyle talim yolu ile szlü olarak nakletmişler ve bu
Kur’ân’ın yazılı hale gelmeden önce anlama yolunda çok önem verilmiş bir
ilimdir.
Sahabiler bazı
ayetlerin nüzul sebeplerini zaman ve mekan açısından dolayı bilmemişlerdir,
nitekim her bilginin her nüzul sebebini bilme veya ayetleri tefsir etme gibi
bir iddiaları da olmamıştır.
Sebeb-i nüzul
Prof. Dr. Suat Yıldırım’a göre bir ayetin varoluşu veya indirilişi bir hadise
sebebiyle değil, insanların kurtuluşu olmak üzere bir hidayet rehberi olarak
gelmiştir.
Esbâb-ı nüzûl
rivayetleri iki çeşittir:
·
Sahabe nakli (merfu)
Senet ve metin sahih olmalıdır
·
Tabiun nakli (mürsel)
Senet ve metin sahih olmalıdır
Rivayeti destekleyen bir başka tabii rivayeti olmalıdır
Ravinin tefsir imamlarından olması ve sahabiden almış bulunması
Kısacası ayetin
nüzul sebebini bizzat müşahade edenlerden öğreniyoruz.
Sebebi yakından
bilinen bir durum söz konusu olduğunda rivayet ve sema yoluyla nakl ve izah
etmekte caizdir.
Bazı nazil olan
ayetlerde içerisindeki yüceliğe vurgu yapmak ve manalarının unutulmayıp
hatırlanması açısından tekrar tekrar indirilmiştir.
Esbâb-ı nüzûl
ilmini inceleyen alimlerin metodik üzerinde pek durmamışlar.
Oysa esbâb-ı
nüzûl ve Kur’ân ilimlerinin en çok fayda sağlayan getiriş şekli, metodik
yönlerinin ayrıntılarıyla tartışılmasıyla olabilir.
Müfessirlerin
konuya tedvin çağı ve sonrasındaki hassasiyeti Hz. Peygamber’in tefsiri
sonrasında fetihlerle birlikte artmıştır.
Neticede bu
girişim eskiden günümüze kadar gelip hızla devam etmekte olan ve insanların
İslam’a geçmelerini sağlayan en güzel gelişmelerin birer örneğidir.
Tefsir
rivayetlerinde şahsi anlayışların girmesiyle tenkitlerde çoğalmış ve tenkit
edenlerden Ahmed b. Hanbel’e göre üç şeyin senedi (bir rivayette: aslı) yoktur:
·
Tefsir
·
Melâhim
·
Megâzi
Ahmed b.
Hanbel’in vermek istediği mesaj ise, Melahim ve Megazi rivayetlerinin senetten
mahrum olarak rivayet edilmiş olmalarıdır. Nede olsa senedi olmayan bir habere
itibar edilemez.
Tefsir
rivayetlerinde bulunan bir çok müfessir takva ehli oluşlarına rağmen zazıf,
garib, münker, israilî ve hatta mevzu hadis beyanında bulunmuşlar.
Bu tefsirleri
delil olarak kullanmak doğru değildir. Alimlerin böyle bir girişimde
bulunmaları ilimden birşeyler kaybetme korkusundan dolayı zayıf olduğunu
bildikleri halde zayıf rivayetleri nakletmişler.
Nüzul
ortamındaki alimler ve onlardan ilim almış tabiiler, bu sonra çıkan rivayetleri
bilemeyeceklerdi.
Sonradan gelen
selef alimleriyse bu rivayetleri, asıllarını bulamadıkları veya illetli
buldukları için kabul etmeyecek ve hatta değinmeyeceklerdi.
Bu tarz
rivayetler günümüzdeki imkan sayesinde sıkı elenmesi gerekir ve bundan dolayı
insanlar esas olmayan haberlerle boşa meşgul edilmemiş olacaklar.
Özet olarak
aktarmak gerekirse lisanda kusur olmayacak.
Nitekim
Konfüçyüs’ün değimiyle “Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz.
Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. [...]
böylelikle kültür bozulur, [...] adalet yoldan çıkar [...] ve şaşkınlık içine
düşen halk ne yapacağını bilemez [...]“
Kur’ân, insan
ve tabiat arasında çok önemli bir ilşki anahtarıdır. –
Bu iki faktör
hareket merkezi olarak yaşam adına mevcut tüm metodları vahyden alırlar.
Tarihini
bilmeyen insan, atasını ve kendisini bilemez. Böylece tarihten faydalanmak
gerekmektedir ama yanlış olanı süzmekte bir o kadar gereklidir.
Eski ilimler o
tarihin kavramlarıyla anlatılmaya çalışılmışsa, yakın tarihte yer alan
kavramlarda günümüz kavramlarıyla yer değiştirmelidir.
Bu girişimi
başarabilmenin temel şartı da dil yeteneği ve kullanımından geçmektedir.
Kültür
unsurları evrensel olduğu için, batı kültürü kavramları ile mevzu kavramlar
iletişim halindedir.
Tarihsellik ortak
kültüre aittir, anlam içeriğide özgü kültüre aittir.
Böylece esbâb-ı
nüzûl ortak kültür bağlamında insanlığa sadece tarihsel değil, Kur’ân ışığında
bütün varlık koşullarına cevap veren bir mesajdır.
Nitekim Kur’ân
vahiy-insan-hayat bütünlüğünü esas alır.
Kur’ân vahyini
tamamlanması ile vahy-insan münasebetinin bir bölümü olan esbâb-ı nüzûl olgusu
son bulmuştur.
Kur’ân bu
ilişkinin devamını beyan eder.
Sonuç:
Kur’ân soyut
bir düşünce değil, yaşanabilir bir hidayet rehberidir.
Başka
kültürlere ait kavramlar ve dünya görüşleri göz önünde bulundurulmalı
Kullanılan
kavramşar bilim adamları tarafından tarif edilmeli ve bilinmeyen kavramlarda
tartışmalardan kaçınılmalı
Hermenötik
(yorumbilim), semantik (anlambilim) ve linguistik (dilbilim) gibi beşeri bililerden
faydalanılabilir
İslam ve Batı
kültüründeki tarih anlayışı birbirinden ayrı olarak yararlanılabilir
‘Esbâb-ı
nüzûl rivayetleri’ Kur’ân’ı anlamak isteyenlere geniş bir yelpaze bakışı
sunup, insanın varlık bilincine katkı sağlayacaktır
Orjinal
tarih
Kur’ân insan-hayat-bütünleşmesini, düşünülmüş tarihte orjinal tarihteki
zaman-mekan içinde Kur’ân’ın nasıl yaşanabilir olduğunu gösteriyor.