ADEM ORHAN
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:13912778
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi araştırma, gözlem ve öğrenme yoluyla elde edilen gerçeklik demektir.
Bilgi bütünlüğü kavramı ile ne kastedildiğini ele almadan önce " bütün-bütünlük " kavramı üzerinde durmak yararlı olacaktır.
" Bütün" kelimesi Türkçe'de tam,eksiksiz,parçalanmamış,parçalandığında hüviyeti değişen,bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade etmektedir. "Bütünlük " ise bütün olma hali anlamındadır.
Bilginin bütünlüğü;bilginin saklanması veya açık/kapalı iletişim ağlarından iletimi sırasında içerik açısından her hangi bir değişime uğratılmamış olması, özgün halinde korunması demektir.
Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek, tam ve eksiksiz kavrayabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek bütün fertleri ile ele almak gerekir. Böyle bir davranış yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Örneğin insanın ne olduğunu kavrayabilmek için onun tabiatla, diğer yaratılmışlarla ve onu yaratan ile ilişkisini bilmek gerekir. Onu sadece canlı bir varlık olduğunu bilmek tam bir bilgi değildir.
Aynı şekilde Kur’an’ı Kerim ve sünnetin doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınmaları gerekir. Çünkü bir yerde kapalı olan ifade başka bir yerde açık, muhtasar olarak verilen fikir, diğer tarafta tafsilatlı, bir yerde mutlak olan başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilir. Örneğin; Enbiya Süresi'nin 74.ayetindeki ( Lut'a da hüküm ve ilim verdik. Onu çirkin işler yapan kasabadan kurtardık ) الخبائث kelimesi, kötü, bayağı işler anlamına gelmektedir. Kötülüklerin neler olduğu konusunda bu ayetten kesin bir bilgi edinememekteyiz. Çünkü kelime genel anlamlı olup, kapsadığı şeyler, son derece çeşitlidir. Ama Kur'an, bu kötü fiillerin neler olduğu hususuna diğer surelerdeki pasajlarda açıklık getirmekte ve bunların kadınları bırakıp erkeklerle temasta bulunma, yol kesme, peygamberi yalanlama ve onu yurdundan çıkarma tehdidinde bulunma gibi fena işler olduğunu bize bildirmektedir.
Sünnetin anlaşılmasında da durum bundan farklı değildir. Sünneti bir bütün olarak ele almayanlar birbiriyle çelişkili görünen bazı hadisleri gördüklerinde hemen inkara kalkışırlar. Buna en güzel örnek bazı insanların, büyük küçük bütün müslümanların ezberlediği en meşhur hadisi reddetmesidir. Buda Abdullah b.Ömer ile bir çok kimsenin rivayet ettiği, " İslam beş temel üzerine kurulmuştur." hadisidir. bunların kanıtı ise şudur :" Hadis, İslam'da önemli olmasına rağmen cihadı zikrekmemiştir. Buda, onun uydurma olduğunu gösteren bir delildir." Bu kişilerin mantığı eğer doğru ise; Yüce Allah, kitabında müminlerden, takva sahiplerinden, Rahman'ın kullarından, iyi kimselerden, ihsan sahiplerinden, akıl sahiplerinden ve daha bir çok kimseden övgü ile bahsedip, onlara büyük mükafatlar vadettiği halde,onların vasıfları arasında cihadı zikretmediği için bu kimselerin bu Kur'an ayetlerini de reddetmesi gerekir. Gördüğümüz gibi bu kimseler sünnete bir bütün olarak yaklaşmadıklarından dolay bu hataya düşmüşlerdir. Şayet sünneti bir bütün olarak ele almış olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Çünkü nice hadis-i şerifte cihadın farziyetinden ve faziletinden bahsedilmektedir.
Bu anlattıklarımızdan anlaşıldığı gibi; konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım ise yanlış sonuçlara götürür.
2013-2014
YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
ŞABAN KESECİ
YÜKSEK LİSANS
ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:
13912720
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat[1]
demektir. Filozofların hayvan-ı natık, mutasavvıfların da hayvan-ı aşık olarak
adlandırdıkları[2]
insanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik; onun bilgiyi elde etme
arzusudur. Bizim buradaki çalışmamızın kapsamı; dünyevi ve beşeri bilgi olmayıp
kaynağı ilahi olan bilgidir. İslami ilimler olarak da adlandırabileceğimiz bu
bilgiler aslında tek bir bilgi kaynağını anlamak ve gereğini yaşamak için birer
vesileler hükmündedir. Yani kısaca; bütün kitaplar tek bir kitabı (Kur’an)
anlamak için okunur ve yazılır. İslam her yönüyle tevhid dinidir. Bunun
mucibince bilgi de tevhid etrafında kümelenir. Fıkıh, hadis, kelam, sarf,
nahiv, belagat gibi ilimlerin tahsil edilmesi nihai hedefler değildir.
Bütünlükten bahsedilirken kastedilen anlam; bütün bu bilgilerin bir bilgi
etrafında dönüp dolaşması ve ilahi bilginin anlaşılmasıdır. Ayrıca bilginin
bütünlüğü, tahrifata uğramadan doğru bir şekilde mesajının bize ulaşması
demektir.
Bütüncül ve kapsamlı bilgiye ulaşmak bilgiyi elde ederken yanlış
anlamalardan ve değerlendirmelerden kurtulmamıza yardımcı olur. Dünya ve ahiret
bütünlüğü dinin özünü teşkil eder. Bilgi, iman ve amel birbirine mükarin
şeylerdir. Aynı şekilde dini metinlerin kapsamlı ve doğru anlaşılması için Fıkıh,
hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, Arap Dili ve
Belagati gibi ilimlerin de bütüncül değerlendirilmesi gerekir.
Kur’ân-ı
Kerim satırlarda ve sadırlarda tevatüren günümüze kadar ulaşmıştır. Şunu
unutmamak lazımdır ki Kur’an tek başına doğru bilgiye ulaşmamız için yeterli
değildir. murad-ı ilahiyi anlamak için sahih sünneti de dikkate almak
durumundayız. İmam-ı Evzai’ye nispet edilen ‘sünnet Kur’ân üzerinde
belirleyicidir, Kur’ân sünnet üzerinde değil’ ifadesi bu gerçeği özlü bir
tarzda izah etmektedir. Ayetlerin sebeb-i nuzulünü bilmeden, ashab-ı kiramdan
dan gelen rivayetleri dikkate almadan sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız.
İlk
dönem alimlerimiz bu bütüncül yaklaşımın farkında olduklarından bütün İslami
ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh sarf
nahiv ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi eski
alimlerimizin ansiklopedik ve bütüncül bilgiye önem verdiklerini bize
göstermektedir.Yine aynı
şekilde Abdullah b. Mes’ûd (r.a) Abdullah b. Abbas (r.a) gibi sahabeler hadis,
tefsir ve fıkıh ilminde otorite kabul edilmiştir. Her şeyden bir şey, bir şeyden her
şey bilmek, bütüncül bir bikrime sahip olmak, dini bilginin bütünlüğü açısından
kaçınılmaz olsa gerek.
Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin
başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Ayetlerin iniş
sebeplerini ve ortamını ifade eden bu
bilgiler âyetlerin hangi durumlara binaen,
kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da âyetlerin arka planı hakkında ipuçları
demektir ki âyetleri bu doku içinde görmek, onları anlamamızı kolaylaştırır. ‘Haram aylar
çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları
yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe
ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın.
Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir’[3]
ayetinin nüzül sebebini bilmeden okuduğumuzda ve bu hükmü uyguladığınızda İslam
bir terör dini olarak ortaya çıkar.
Kur’an’ı anlamaya
çalışırken üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir nokta da kullandığı
üslûp ve tarzdır. Kur’an, Arapça’nın
imkanları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit gibi edebî
tarzları kullanmaktadır.
Kur'an'ın doğru bir şekilde algılanmasında bir
diğer husus da Allah Rasulü'nün uygulamaları çok önem arz etmektedir. Kuran kendi indiği dönemde bile zaman zaman yanlış anlaşılmıştır ki
zamanımızda yanlış anlaşılma ihtimali daha çoktur. Mesela; "İnanıp da
imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar (var ya) işte onlar için güven
vardır. Doğru yolda olanlar da onlardır"[4],
ayeti indiği zaman bu ifade, sahabelere ağır geldi. Hz. Peygambere gelerek
dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Hangimiz nefsine zulüm etmiyor ki''.
Bunun üzerine onlara şöyle cevap verdi: "Ayette sizin zannettiğiniz
şey kastedilmiyor, Salih kul Lokman'ın oğluna ne dediğini duymadınız mı'' ?
"Ey oğulcuğum! Allah'a şirk koşma, zira şirk en büyük zulümdür".
Yani, imanlarına şirki bulaştırmayanlar" , demek istenmiştir. Verilen
örnekte görüldüğü gibi, imanla ilgili olan bu ayetin doğru anlaşılması için
Rasulullah'ın yaptığı bu kavram düzeltmesi sayesinde sahabenin söz konusu ayeti
yanlış algılamalarını önlemiştir.
Hz. Peygamber, Kur'an'da bildirilen
hükümlerin, gerek kendisinin açıklayarak uygulaması veya ashabından birilerinin
uygulamasını onaylaması suretiyle kolay algılanmasını/anlaşılmasını
sağlamıştır. Söz konusu uygulamalarla ilgili bazı örnekleri vermek faydalı
olacaktır: Kur'an'ın namaz emrini ashabına uygulamalı olarak göstermek üzere
Hz. Peygamber minbere çıkıp namaz kılmış ve "bunu, bana uyup kıldığım
namazı kılasınız" diye yaptığını söylemiştir. Ümmetine de" Beni nasıl
namaz kılar gördüyseniz öylece kılın" hitabıyla namazın keyfiyeti konusunda
kendisinin örnek alınmasını ve kıldığı şekliyle kılınmasını istemiştir. Ayrıca
camide namazı hızlı kılan bir adama Hz. Peygamber, namazı yeniden
tekrarlamasını söylemiş, başka türlü namaz kılmasını bilmediğini söyleyen bu
adama namazı baştan sona kadar tarif etmiştir.
"Sabah'ın beyaz ipliği (aydınlığı),
siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu
tamamlayın". ayetin maksadını yanlış anlayan Adiy b. Hatem'e, Hz.
Peygamber, ayetin açıklamasını yaparken, beyaz iplikten maksadın, gündüzün aydınlığı,
siyah iplikten maksadın ise, gecenin karanlığı olduğunu bildirmiş, böylelikle
sahur vaktinin, fecrin girişine kadar olduğu anlaşılmıştır.
Abdullah b. Mesud (r.a) der ki : " Bir
gün Allah Rasulü (s.a.s) bize bir çizgi çizerek, bu Allah'ın yoludur, dedi.
Ondan sonra sağlı sollu çizgiler çizerek, bunlar ise, şeytan'ın yollarıdır. Her
yolun başında kendisine çağıran bir şeytan vardır'', dedi. Akabinde de :
"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. (Başka) yollara uymayın,
zira o yol sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte (kötülükten) sakınmanız için
Allah size bunları emretti ", ayetini okudu. Hz. Peygamber, söz konu
ayetin daha kolay anlaşılabilmesi için ashabına çizgi şeklinde yollar çizerek
hak yolun bir, batıl yolların ise, çok çeşitli ve şeytanın yolları olduğunu
açıklayarak örneklendirmeye dayanan bir öğretim metodu kullanmıştır.
Yaşadığımız asırda bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkansız
gözükmektedir. Bunun yerine kolektif çalışma biçimi geliştirerek her bir ilim
dalı uzmanları bir araya gelerek ortak bir konsensüs oluşturmaları ve bütüncül
bilgiyle hakikatin peşine düşmeleri hakikate giden en uygun yol olsa gerek…
[1] http://www.tdk.gov.tr
[2] Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat 2012 sh 305
[3] 9 Tevbe Suresi /5
[4] 6 En’am Suresi /82
Mürtaza Trabzon / Yüksek
Lisans Öğrencisi 2013-2014/
Öğrenci
No:13912724
Bilginin Bütünlüğü
Bilgi en
genel manada şuurun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet
bütünlük arz ederse bizleri doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana
bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür
etsinler diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken
sonuç olarak bütüncül bir bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir. En
başta inanların bunu anlaması gerekir. Bu çabanın peşinde olmayan inananların
dine zararları düşmanlarından daha fazla olmaktadır. “Görenle
görmeyen bir midir?” (Enam:50) Bütün’e ulaşamamış kimse kör gibidir. Mevlana
şöyle bir temsil verir:
“Hintliler
bir fili halka göstermek için getirip karanlık bir ahıra kapattılar. Hayvanı
görmek için o karanlık yere bir hayli adam toplandı. File ellerini sürmeye
başladılar. Birisi eline hortumunu geçirdi:
- Fil bir
oluğa benziyor, dedi. Başka biri filin kulağını yakaladı:
- Fil,
yelpaze gibi bir hayvan, dedi. Filin ayağını yakalayan ise:
- Fil bir direğe benziyor, dedi.
Bir başkası
da sırtına dokunmuştu:
- Fil, taht
gibi, dedi.
Herkes filin
neresine dokunduysa ona göre anlatmaya başladı.”
Bunun gibi
Kur’an’a muhatap olanların kimi onu yalnızca bir sevap kaynağı, kimi de fenni
ilimler için bir keşif kaynağı sanmışlar ve temel gayeyi göz ardı
etmişlerdir. “…De ki :‘Bilenlerle bilmeyenler hiçbir olur mu?’…”(Zümer
suresi:9)
Bizleri
bütünlüğe kavuşturacak sağlam kaynaklarımız vardır. Yeter ki o asli/esas
kaynaklarımıza muhatap olurken çok yönlü ve donanımlı olmamız gerektiğini
bilelim. Onun hidayet ışığını taşıdığımız zaman karanlık aydınlanacak hakikat
meydana çıkacaktır. Yüce Allah varlığın her yönüyle ilgilenmiştir. Yani ilmiyle
her şeyi kuşatmıştır. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak insanın eşya ve
hadiselere mana verirken bütüncül bir yaklaşıma ihtiyacı vardır. İnanmış bir
insanın Kur’an’ı hayatına tatbik etme çabasının en üst düzeyde başarıya
ulaşması bütüncül bir anlayışa sahip olmasıyla mümkündür. Nitekim Yüce
Kitabımız Bakara suresi 85. Ayet-i kerimede: “…Yoksa siz, Kitab’ın bir kısmına
inanıp geri kalanını inkâr mı ediyorsunuz?” buyurarak ne amaçla olursa olsun
bütünlüğü gözardı edenleri şiddetle uyarmaktadır. Buradan ve
diğer ayetlerden de anlaşıldığı gibi parçacı yaklaşımlar bizi hidayete değil
dalalete sürükler. Parça bütünün yerine geçmez.
Sonuç
olarak;
İslam
dini var olanı bütünlük içinde kavramıştır. Müslüman bütüncül bir bilgi
birikimine sahip olmalıdır. Ama ilim dallarının geliştiği günümüz
şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. İnsanın
anlama kapasitesi sınırlıdır. Bunun için müşterek bir çalışma yapmak
gerekmektedir. Zira yüce kitabımız Kur’an’ın hakkıyla anlaşılması bütüncül bir
bilgiye sahip olmakla mümkündür. [1]
[1] http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm
Bu kaynaktan faydalanılmıştır.
Ahmet YILMAZ - 13912772
Aristoteles’e
göre bütün insanlar doğası gereği bilme eğilimine sahiptir. “Bilme eğilimi”
yalnızca bilmeyi istemeyi değil, bu istemenin istediğini elde etmesini, yani
kısaca bilmeyi de içermektedir. O zaman insan doğal olarak bilebilen, bilmeyi
bilen bir varlık olmaktadır. Türkçede birçok fiil kökünün sonuna eklenen bilmek
(yapabilmek, görebilmek… vb.) bilmenin insanın bir olanağı, aynı zamanda bir
erki, bir gücü olduğunu çok iyi anlatıyor.[1]
Bilgi
sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen
malumat, insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, insan
zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü[2]
demektir.
Felsefi
olarak ise bilgi öznenin amaçlı yönelimi sonucunda, özne ile nesne arasında
kurulan ilişkinin ürünü olan şeydir. Nesnelere yönelen özne onlar üzerine
düşünerek, zihinsel bir etkinlik geliştirir. Bu etkinlik sonucu kavramlara ve
kavramlardan da önerme ve çıkarımlara varılır.[3]
İnsanın
bilgi üretmesi dış dünyadan gözlem, deney, okuma veya dinleme yoluyla veriler
toplaması ve bu verileri zihinde kodlayarak malumat sahibi olması ile başlar.
Ancak dış dünyadan insana ulaşan verilerin sadece zihinde depolanması bilgi
değil, malumattır. İnsanın çeşitli kanallarla topladığı malumatların bilgi
olabilmesi için o insana özgü bir biçime girmesi gerekmektedir. Bundan dolayı
kendisine ulaşan bu hammaddeyi işleyebildiğinde; kendince anlamlandırıp düşünce
sisteminin bir parçası haline getirebildiğinde bilgi üretmiş olur. Bu şekliyle
bilgi üretme, insanın duyu organları vasıtası ile kendisine ulaşan verileri
kendi zihin süzgecinden geçirip kendisine özgü bir anlam yüklemesi demektir.[4]
İslam
terminolojisinde genel olarak el-İlm veya el-Ma’rife lafzıyla ifade edilen
bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki yahut bilme eyleminin
belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır. İlk İslam
filozofu Kindi, bilgiyi “eşyanın
hakikatleriyle kavranması" şeklinde tarif etmektedir. Farabi'ye göre ise
bilgi; "varlığı ve devamlılığı insanın yapıp etmelerine bağlı olmayan
varlıkların mevcudiyetiyle ilgili olarak akılda kesin hükmün hâsıl
olmasıdır"[5]
Kur’an-ı
Kerimde bilgi; en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan yani
bizzat Allah’ın verdiği bilgidir.
Bilgi
bütünlüğü ise, söz konusu bilginin özünde yer alan veriye ilişkin temsili
“güvenilirlik” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifade ile bilgi bütünlüğü, bir
konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür.[6] Ayrıca
bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde
değişikliğe uğramamış olması durumudur.[7] Dolayısıyla
bilgi bütünlüğünün zeminini bilginin doğruluğu ve güvenilirliği teşkil
etmektedir.
İslami
bilgi sisteminde, bilgi denilince akla iki tür bilgi gelir. Birincisi, “vahyin
bilgisi”dir. İkincisi ise Kuran-ı Kerim mirasına konu olan bilgidir. Burada
“miras” kelimesinden amaç, insanlığa indiği günden bu yana Kuran-ı Kerim’i
anlamak için neş’et eden ilim mirasını ifade etmektedir.
Kur’an-ı
Kerim’in bütünlüğü; Kur’an’ın tüm özelliklerini, Kur’an’ı tüm alt dalları ile
bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri
ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kur’an-ı Kerim’i
anlamlandırmada, Kur’an-ı oluşturan kelime, cümle, ayet ve sure bazında
parçalara indirgeyip anlama yerine, Kur’an-ı cümleler ile oluşan bütünlük,
tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, ayetler ve sureler arasındaki bütünlük,
surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi topyekûn bir anlama
yapılmalıdır.
Çünkü
bütüncül bilgi, yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza
yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son
derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara
götürmez. Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir
bütün olarak bilmek gerekir. Bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek
için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak
anlamak gerekir.
Kur’an;
bölümleri, bölümlerinin bünyesinde ana başlıkları ve tali başlıkları olan bir
kitap değildir. Hayatı bütünüyle kucaklayan, muhataplarının yollarını
aydınlatan, onlara dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren bir kitabın,
sadece belli konuları işlemesi beklenemezdi. Çünkü Kur’an-ı teşkil eden
parçalar öylesine iç içedir ki, çoğu zaman birbirlerinden ayrılamaz. Bazı
durumlarda herhangi bir ayetin bölümü, bir yandan o ayetin hedeflediği mana ile
yakından ilgili iken, öte yandan başka ayetlerle irtibatlandırıldığında tali
derecede tamamen farklı bir hedef gözetilebilmektedir. Kur’an tekrar tekrar
okununca, en küçük birimi olan, harflere, kelimelere, yan cümlelere,
cümlelerden oluşan ayetlere ve bu ayetlerin oluşturduğu daha büyük pasajlara
kadar her Kur’an parçasının başlı başına görevler yüklendiği gibi, Kur’an
bütünlüğü içinde, birbiriyle bağlantılı bir yapı oluşturduğu gözlenir. Kur’an’ı
herhangi bir aygıta benzetirsek, sözünü ettiğimiz irili ufaklı bu parçaları,
aygıtı oluşturan a,b,c,ç gibi öğeler olarak düşünebiliriz. Bu parçalar tek başlarına
muayyen bir rol üstlenmekle birlikte onların aygıtının tümünün ahenkli
çalışmasını sağlayan fonksiyonları vardır. Dolayısıyla Kur’an’ın parçaları,
yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan
nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Çünkü bir yerde kapalı olan
ifade, başka bir yerde açık, bir yerde kısa olarak verilen fikir, diğer tarafta
tafsilatlı, bir yerde genel olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel
ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilmektedir. Buna
ilaveten, aynı kökten türeyen kelimeler, değişik ortamlarda farklı anlamlar
kazandığı gibi, kök itibari ile büsbütün farklı olan kelimeler birçok yerde aynı
anlamı vurgulayabilmektedir. Zemahşeri
Kur’an’ın, tek bir söz hükmünde olduğunu ifade ederken, onun, bir bütün
olduğunu ve bu bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Hepsinden daha önemlisi, Allah Resulü, En'am suresinin 82. ayetindeki ZULÜM (ظُلْمٍ) kelimesini, Lokman Suresi’nin 13.
ayetiyle açıklarken ayetleri tek başına ele almanın zaman zaman Kur’an
zihniyetine uygun düşmeyen sonuçlara varacağını, dolayısıyla ifadeleri,
Kur’an’ın bütünlüğüne arz etmenin gerekli olduğunu, ashabının şahsında bütün
Müslümanlara öğretmiştir.[8]
Bu
yüzden Kur’an tek başına doğru bilgiye ulaşmamız için yeterli değildir. Allah’ın
muradını anlamak için sahih sünneti de dikkate almak durumundayız. Ayetlerin
sebeb-i nüzulünü bilmeden, ashab-ı kiramdan gelen rivayetleri dikkate almadan
sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız. Kur’an’ı anlamaya çalışırken üzerinde
hassasiyetle durulması gereken diğer bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır.
Kur’an, Arapçanın imkânları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit
gibi edebî tarzları kullanmaktadır. İşte bu yüzden ilk dönem âlimlerimiz bu
bütüncül yaklaşımın farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde
uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh sarf nahiv ve
diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi eski âlimlerimizin
ansiklopedik ve bütüncül bilgiye önem verdiklerini bizlere göstermektedir.[9]
Bilgi
bütünlüğü, çalışmalara bütüncül bir bakışla giriş yapabilmemizi ve bu bütüncül bakış
ise, bilgiyi elde ederken ve işlerken bizleri hataya düşmekten korur. İslam diniyle
alakalı gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler, gerekse gramer,
edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimler olsun, bütün ilimlerin girizgâhlarında
o ilmin tanımı yapılırken “hata yapmama” veya “kişiyi hata yapmaktan koruma”
şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Âlim olmak bir ilmi
sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri
oranda bilgi birikimini gerektirir.
Doğal
olarak Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır. Özellikle dini ilimler söz konusu olduğunda
bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir. Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat
doğar. Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve
hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar.
Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen
içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim
alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine
hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi
bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının
geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi kolay
değildir. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin
kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve
hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi
işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla giderilebilir.[10]
[4] http://www.antrenmandunyasi.com/kullanici_dosyalari/File/sporpsikolojisi/ogrenmeveogretme/bilgi.htm
[5] Diyanet
Ansiklopedisi cilt 6 s.158
2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
MUSTAFA DİŞLİ
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO: 13912725
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumatdemektir.
Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken ve yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.
Bütüncül ve kapsamlı bilgi yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. O konuyla ilgili bir ayet yahut bir hadisten yola çıkarak o konu hakkında hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin konularını anlamaya ve anlatmaya çalışmalıyız.
Kur’an’ı Kerim’i ve dini bir bütün olarak okumak: Kur’an’ı Kerim’in doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınması gerekir. Kur’an’ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılması gereği aslında islam’ın ilk gününden beri bilinen ve yeri geldikçe âlimler tarafından önemle vurgulanmış bir husustur. “Kur’ an tekrar tekrar okununca, en küçük birimi olan harflere, kelimelere, yan cümlelere, ara cümlelere, cümlelerden müteşekkil ayetlere ve bu ayetlerin oluşturduğu daha büyük pasajlara kadar her kur’an parçasının başlı başına görevler yüklendiği gibi, Kur’an bütünlüğü içinde birbirleriyle bağlantılı yapı oluşturduğu gözlenir[1]” denilerek bir nevi bütünlüğün çerçevesi ortaya konulmaktadır. Dolayesiyle Kur’an’ın parçaları, yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Çünkü bir yerde kapalı olan ifade başka bir yerde muhtasar olarak verilen fikir, diğer tarafta tafsilatlı, bir yerde mutlak olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilir. Örneğin namazın farz oluşu, sadece Kur’an’daki “ve ekımussalate” ifadesinden değil, namaz kılanları metheden[2], kılmayanları kınayan[3], namazın, ferdin davranışlarındaki olumlu etkisini dile getiren ifadelerin[4] tümünden hasıl olan kuvvetli ve kesin delillerden,Kur'an'ın namaz emrini ashabına uygulamalı olarak göstermek üzere Hz. Peygamber çıkıp namaz kılması ve "bunu, bana uyup kıldığım namazı kılasınız" diye yaptığını söylemiş ve" Beni nasıl namaz kılar gördüyseniz öylece kılın" hitabıyla namazın keyfiyeti konusunda kendisinin örnek alınmasını ve kıldığı şekliyle kılınmasını istemesinden çıkarılır. Bunu açmak gerekirse, bir kişi herhangi bir konuda sadece bir ayetten ya da bir hadisten faydalanarak hüküm verirse bu, kişiyi yanlış yola sürükler. Kişi bunun yerine konu hakkındaki bütün Kur’an ve hadislerden yararlanarak daha isabetli bir hüküm vermelidir. Yine tövbe hakkında sadece peygamberimizin “ Günahından tövbe eden kişi, hiç günah işlememiş kimse gibidir.” Hadisini ele alarak ve tövbenin kabulü ile ilgili ayet ve başka hadisleri de dikkate almadan meseleyi anlayamaz ve anlatamayız.
Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de Sebebi Nüzul’dür. Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını ifade eden bu bilgiler ayetlerin hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nazil olduğunu anlatır. Bu da âyetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki ayetleri bu doku içinde görmek, onları anlamamızı kolaylaştırır. Ayetlerin sebebi nüzulünü bilmeden, ashabı kiramdan da gelen rivayetleri dikkate almadan sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız.
Kur’an’ı anlamaya çalışırken üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır. Kur’an, Arapçanın imkânları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit gibi edebî tarzları kullanmaktadır.
Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir.
MEHMET VEYSİ ÖZLÜK
ÖRENCİ NO: 13952753
BİRLEŞİK DOKTORA
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi, sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumatdemektir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik; onun bilgiyi elde etme arzusudur. Bu arzusunu elde etmek için kaynaklar söz konusu edildiğinde de öteden beri klasik kaynaklarımız üç başlığa vurgu yapmaktadır:
1. Havass-ı Selime (Duyular)
2. Akl-ı Selim
3. Haber-i Sadık (Vahiy ve mütevatir haberler)
Bu üç kaynağın yanında keşif, ilham ve rüyanın bilgi kaynağı olup olamayacağı tartışıla gelmiştir.
Bütüncül ve kapsamlı bilgi, yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak ele almak gerekir. Bilginin bütünlüğü dini konularda daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. Ancak bunlar, o konunun sadece “ağaç” kısmıdır. Daha yeterli ve doğru bilgi için o ayetlerin nüzul ortamına gidilmeli ve vahiy anı adeta tekrar yaşanmalıdır.
Müslümanlar için bilgi kaynaklarının başında gelen vahyi (Kuran-ı Kerim), doğru bir şekilde anlamak ve aktarmak da bilgi bütünlüğünü gerektirir. İlk dönem alimlerimiz bunun farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh, sarf, nahiv, ulumu’l kuran ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi, eski alimlerimizin bütüncül bilgiye önem verdiklerini bize göstermektedir. Buna göre Kuran’ın doğru anlaşılması fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, arap dili ve belagati gibi ilimlerin bilinmesini gerekli kılmaktadır.
Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını ifade eden bu bilgiler ayetlerin hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da ayetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki ayetleri bu doku içinde görmek, onları anlamamızı kolaylaştırır.
Kur'an'ın doğru bir şekilde algılanmasında önemli olan bir diğer husus da Allah Rasulü'nün açıklamalarıdır. Mesela,”salat-ı vusta” ve “seb’ul mesani” gibi medlulleri açıklanamayan tabirlerin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beyanı olmaksızın anlaşılması zor, belki de imkansızdır. Aynı şekilde ibadetlerin nasıl yapılacağı, sosyal münasebetlerle ilgili Kur’an’ın öngördüğü düzenlemelerin nasıl gerçekleşirileceği gibi konularda da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in açıklamaları bağlayıcıdır.
Şu halde Kur’an’ı anlama sürecinde, bu ilimlerden herhangi birini dışarıda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden herhangi biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin ötekilerini ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.
-Güz dönemi ödevlerinden "Bilginin Bütünlüğü" başlığını mütalaa edip
23 Şubat 2014 hedef tarihine kadar bir hülasa yazmanız beklenmektedir.
-Bilim din dili kullanılmalıdır.
-Alıntılar kaynakla ve tırnak ( " " ) içerisinde verilmelidir.
-Ad-soyad, öğrenci numarası, lisans veya lisansüstü düzeyi, sınıfı, dersin adı baş tarafta kayıt edilmelidir.
Bilginin Bütünlüğü:
Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.
Bilgi bütünlüğü: Bir bilgiyi yorumlarken lazım olan bilgi şümulü.
Bilimsel çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması "bilgi bütünlüğü"ne bağlıdır. Bu bütüncül açı kişiyi hataya düşmekten korur.
Alim olmak bir ilim sahasında ihtisaslaşırken o saha ile irtibatlı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Örneğin tefsir ilmi ile iştigal eden bir kimsenin gramer, tarih, belagat, hadis, senet vb. ilimleri bilmesi gerekir.
Bilim tarihine genel hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin olmadığını müşahade ederiz. Bu bilginler günümüzdekinin aksine, birçok alanda söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.
Günümüz tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki "tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.
Fakat zamanla bu birliktelik ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya başlamıştır.
Gerek tefsir, gerek hadis, gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde söhret bulmuşlardır.
İslam dininde bilimler her ne kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gigi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre gelişmişleridr. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin bilgi ifade eder.
Günümüzde dini ilimlerin her birinde mutahassıs olmak oldukça zordur. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kollektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir.
Kaynaklar:
http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm
İslam bilimlerinde yöntem, ünite 3
Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir tarihi
ALİ BAHADIR
ÖZDEMİR
BİRLEŞİK
DOKTORA
ÖĞRENCİ NO : 13952701
2013/2014
BAHAR DÖNEMİ
BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
İlim için birçok tanımlar yapılır. Genel olarak insan zihnine
(ve gönlüne) konu olan her şey demektir. Sözlük anlamıyla ilim, mutlak olarak
bilmek, bir şeyin şuurda hâsıl olması, sağlam olarak bilmek, kesin olarak
bilmek, deneyerek bilmek, bir şeyin gerçeğini bilmek manalarına gelmektedir.
İslâm âlimlerinin çoğuna göre ilim: “Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve
“mâlum olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir.”
İlim, insanın vahiy, akıl
ve duyu organları aracılığıyla elde ettiği kesin bilgilere denir. İlim, âhiret
yolunu dosdoğru gösteren (kılavuzluk yapan) bilgiler topluluğudur. Şerif
Cürcânî'ye göre ilim: Gerçeğe ve vâkıaya uygun düşen inanç, bilgi ve kanaattir.
Bir şeyi olduğu gibi idrâk etmektir
İlimler,
genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete
dayanan ilimler.
b-b- Aklî
ilimler; Müspet ilimler.
Bizim burada
önemi üzerinde duracağımız ilimler nakli ilimler yani kur’an ve Sünnete dayalı
ilimlerdir.
Kur’an,
bilgi kaynağı olarak, vahiy başta olmak
üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. Hayatın gayesi,
Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu tanımak ve
bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi vasıtalarıyla
Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla
tanır ve bilir.
Kur’an
yaklaşık 23 senede 14 asır evvel Efendimiz(sav)e peyderpey olarak ilahi kelam
olarak vahiy edilmiştir.Vahiy, Resulullah’a yöneltilen suallere veya sadır olan
vakıa ve hadiselere binaen dönemin meselelerine çözüm ve de sorularına cevap
vermek üzere Hak Teala tarafından elçisi Cebrail vasıtasıyla habibi Muhammed(sav)’e nazil
olmuştur. Bu da esbab-ı nüzul ilmini doğurmuştur. Tabi indiği döneme ve
insanlarına ışık tutarken aslında Kur’an daha sonraki nesillere ta ki ile
yevmi’d-dine bir sirac olacaktır. Elbette bu doğru anlam, doğru yorum ve doğru
yaşam çerçevesi dahilinde olması gerekir.
Bu arada Kur’an bu gelişmelerle nazil
olurken, Resulullah (sav) Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için tefsir te’vil ‘de bulunmuştur. Daha sonraki
dönemlerde Resulullah’ı anlama çabaları , bir takım toplumsal gelişmelere, dini
alanda farklılaşmaları doğurdu. İtikadi Fıkhi mezhepleri beraberinde doğurdu.
Bunun neticesi olarak ta tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi ilimler yanında
esbab-ı nüzul,nasih-mensuh, siyak-sibak gibi disiplinleri de ortaya koydu. Bu ilim
disiplinler ilk zamanlarda farklı farklı ilim ve disiplin değilken daha sonra
(hicri 2. asırdan itibaren) ayrı ayrı ilimlere taksim edildi.
Burada anlattıklarımıza
binaen, İslam bilgi bütünlüğünün ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Arap dilinin
anlaşılması ,İslami ilimlerin anlaşılması, sonraki dönemlere nakli
(sahabe-tabiin-tabeu-tabiin ve sonraki dönemler) ehemmiyet arz ediyor.
Netice itibarı ile ; bütün İslami ilimler
Hz. Peygamber döneminde olsun daha sonraki
dönemlerde olsunİslam dininin yani
Kur’an’ın ve Kur’an’ı bize sözlü- fiili olarak Hz.Aişe validemizin tabiriyle
‘’yaşayan Kur’an olan’’ Hz.
Resulullah’ın sünnetini kavrama ,yaşama ve aktarma çabasını amaçlamaktadır.Bu
amaç güdülürken, vurguladığımız gibi, Arap dilini, vahiy sürecindeki olay ve
vakıalar, önceki topluluklara ait bilgiler (özellikle ehl-i kitaba ait bilgiler
ve onlarla ilgili inen ayetleri
anlamak) bilgi bütünlüğü açısından
elzemiyet arz eder.
Selam ve saygılarımla .
2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
İBRAHİM
UÇAN
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:13912777
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi
sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma
veya gözlem yolu ile elde edilen malumat, insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve
ilkelerin bütünü, insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce demektir.
Bütünsellik sözcüğü ise; bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamlarındandır.
Bilgi
bütünlüğü; bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.
Bir
konuda yeterli ve doğru
bilgi sahibi olabilmek, tam ve eksiksiz kavrayabilmek için, o konuyu bir bütün
olarak bilmek bütün fertleri ile ele almak gerekir. Böyle bir davranış yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur.
Kuran'ı anlamanın yolu da onu bir bütün olarak
ele almak ile gerçekleşir. Kuran'ı kendi
bütünlüğü içinde anlamamak, Kuran'ıanlamama gibi bir sonuca götürür.
Kur’an-ı Kerim’in bütünlüğü; Kur’an’ın tüm özelliklerini, Kur’an’ı tüm alt dalları ile bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri ve
bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kur’an-ı Kerim’i anlamlandırmada, Kur’an-ı oluşturan kelime, cümle, ayet ve sure bazında parçalara indirgeyip anlama yerine, Kur’an-ı cümleler ile oluşan bütünlük, tarihi bütünlük,
siyak-sibak bütünlüğü, ayetler ve sureler arasındaki bütünlük, surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi topyekûn bir anlama
yapılmalıdı
Zemahşeri de Kuran'ın, tek bir söz
hükmünde olduğunu ifade ederken, kanaatımızca onun, bir bütün olduğunu ve bu
bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini
vurgulamış olmaktadır. Çağdaş alimlerden Mahmut şeltut ise, "Fıkhu'l-Kuran
ve's-Sünne " adlıeserinde Kuran'ın farklı hükümler taşıyan ayetlerinin ardarda
sıralanması metodunu, onun bir bütün
olduğuna ve pratikte onun bir kısmını nazar-ı itibara alıp bir kısmını almamanın doğru olmayacağına bir
işaret olarak görmektedir. Hepsinden daha önemlisi, Allah Rasülü, En'am
süresinin 82. ayetindeki "ظلم " kelimesini Lukman
Süresinin 13. ayetiyle açıklarken ayetleri tek
başlarına ele almanın zaman zaman kişileri Kuran'ın zihniyetine uygun düşmeyen
sonuçlara vardıracağını,dolayısıyla ifadeleri, Kuran'ın bütünlüğüne arzetmenin
gerekli olduğunu, ashabının şahsında
bütün Kuran araştırıcılarına öğretmiştir.
Sonuç olarak, konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım ise yanlış sonuçlara götürür.
2013-2014 YÜKSEK
LİSANS ÖDEVİ
BAHAR DÖNEMİ
AYŞE SARI
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ
NO:13912776
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat demektir.
Bütünlük ise; parçaları birbirine eksiksiz bağlı olan
birliği dile getirir. Alman düşünürü Kant da bütünlüğü düşüncenin ana
kavramlarından saymış ve teklikle çokluğun birleşimi olarak tanımlamıştır. Bir
misalle açıklamak gerekirse; evren, parçaları çeşitli biçimlerle birbirine
bağlı bir bütündür. Örneğin bir elma, elma ağacının değil, bütün bir doğanın
ürünüdür.
Bilgi
bütünlüğü de; bir konuyu anlamlandırırken, lazım olan bilgi şümulüdür.
Ayrıca “bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir
şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur” seklinde tarif edilebilir.
Bilgi temelde insanın varlık ontolojisiyle
ilgilidir. İnsan yapısı gereği, duygu, düşünce, olgu, olay kısacası farkında
olduğu her şeyi anlamak, zihnine takılan sorulara cevap bulmak, kendini
gerçekleştirmek ister. İşte insanın varlığını sürdürmesi, kendine ait
uygarlığını oluşturması bilgi sayesinde olur. Kendi varlığının farkına varan
insan, doğal olarak etrafında olanlarında farkındadır. Dış dünyadaki
varlıkların zihnimizde bıraktığı izler bilgiyi oluşturur.
Bütüncül ve kapsamlı bilgi yanlış
anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara
bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı
yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda
yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek
gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin
ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen
yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. O konuyla ilgili bir ayet yahut bir
hadisten yola çıkarak o konu hakkında hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu
yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin konularını anlamaya ve anlatmaya
çalışmalıyız.
Müslümanlar için bilgi kaynaklarının
başında gelen vahyi (Kuran-ı Kerim), doğru bir şekilde anlamak ve
aktarmak da bilgi bütünlüğünü gerektirir. İlk dönem alimlerimiz bunun farkında
olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam
Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh, sarf, nahiv, ulumu’l kuran ve diğer dini
ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi, eski alimlerimizin bütüncül
bilgiye önem verdiklerini bize göstermektedir. Buna göre Kuran’ın doğru
anlaşılması fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler
tarihi, arap dili ve belagati gibi ilimlerin bilinmesini gerekli
kılmaktadır.
Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamak
isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür.
Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını ifade eden bu bilgiler
âyetlerin hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu
anlatır. Bu da âyetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki
âyetleri bu doku içinde görmek, onları anlamamızı kolaylaştırır. ‘Haram
aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları
yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe
ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın.
Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir’[3] ayetinin nüzül sebebini bilmeden okuduğumuzda ve bu hükmü
uyguladığınızda İslam bir terör dini olarak ortaya çıkar.
Kur’an, bilgi kaynağı olarak, vahiy
başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir.
Hayatın gayesi, Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu
tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi
vasıtalarıyla Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu
araçlarla tanır ve bilir.
Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece
önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara
götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir
bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir.
2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
İSA TÜNÇ
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO: 13912773
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
İslam İlimlerinin ana kaynağı şüphesiz, Kur'an-ı Kerim’dir. Şöyle bir baktığımızda aslında Kur'an-ı Kerim, kendisinin üzerinde düşünülmesini, anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyen, netice de yaşanılır kılınmasına muhataplarına teşvik eden vahiy mahsulü bir kitaptır. Bu gerçek kur’anın birçok ayetinde açıkça zikredilmektedir. İslam'ın ilk üniversitesi masabesinde olan mescitlerin varlığı dikkate alındığında Kur'an-ın anlaşılmasına yönelik ilimlerin ilk nüveleri bu kurumlarda atılmıştır diyebiliriz. Aslında bütün Kur'an ilimleri,Kur'an-ın anlaşılması açısından değerlendirildiğinde bu ilimlerin ilk başta içiçe geçmiş bir halde bulundukları bir hakikattır.Çünkü hepsi aynı gayeye yönelmişlerdir.Kur'an ilimlerine yönelik tedvin ilminin hicri 2.asırda başladığını dikkate aldığımızda ana merkezde Kur'anın olduğu görüşünün alimler nezdinde ittifakla kabul edildiğini ve buna bağlı olarak Kur'an ilimlerinin ilk tedvin edileninin tefsir ilmi olması pek tabii bir olgu olarak olarak görülüyor.Dolayısıyla tefsir ilmi daha özel bir alanda ve daha özel bir gaye ile Kur'an-ı Kerim'e yönelir.Kur'an ilimleri ise daha genel bir alanda ve daha genel bir gaye ile Kur'an-ı Kerim'i anlamak isteyen ihtisas sahibi ile okuyucuya fikri zemin ve altyapı hazırlar.İslam ilimleri, İslam'ın tabiatından çıkan,Kur'an ve Sünnetten kaynaklanan ilimlerdir.İslam ilimleri tabiriyle Müslümanların varolşlarının gereği olarak ,konusu,amacı ve yöntemi doğrudan İslam'ı anlamaya ve yaşamaya yönelik bizzat Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ,ilmi faaliyetlerin veya oluşturulan ilmi disiplinlerin tamamını kastediyoruz.İçerik olarak tefsir,tefsir tarihi,hadis,hadis usülü,fıkıh,fıkıh usülü kapsayan bu ilimlere ''beyan'' tabiride ıtlak edilir.Müslüman öznenin ortaya koyduğu dini bilgiler,mutlak olmayıp özneldir ve dinin kendisiyle özdeşleştirilemez.Dolayısıyla ''İslami'',''dini'veya ''şer'i'' nitelemesi,İslamla veya dinle olduğu anlamında bir nitelemedir.Şer'i ilimlerin kapsamı ise Hz.Peygamber'den öğrenilenlerle sınırlandırılmayıp,Hz.Peygamber'den öğrenilen veya ondan öğrenilene dayalı olarak elde edilen ilimleri kapsayacak şekilde geniş tutulmuştur.Bu suretle kelam,mantık da bu ilimler kategorisine dahil edilmiştir.Bu arada yardımcı İslam İlimleri veya dolaylı dini bilimler adını verdiğimiz dini metinleri anlaşılmasına yardımcı olan alanlarda gelişmiştir. Hicri 2.asrın ortalarından önce yaklaşık olarak hicri 143 yılına kadar devam eden zaman diliminde İslam ilimleri tek bir çatı altında toplanıyordu. Bu tarihten sonra ilimler tasnif edilmeye başlandı.Her ilim için kendi içinde litaratürü ve tarihi oluştu diyebiliriz.Esasen ilk dönemde ilmin kapsamına Kur'an ve hadis hakkındaki bilgilerle fıkıhla ilgili dini bilginin girdiği anlaşılmaktadır.Fakat sonraları, Hadis ehlince,ilim kavramıyla daha çok hadis kastedilmeye başlandı.Fıkıh,kelam ve tefsir terimleri,daha sonraki dönemlerde,bağımsız bir bilim dalı anlamında teknik anlamlarını kazandılar.İslami ilimlerin doğuşunu etkileyen iç ve dış etkenleri dikkate aldığımızda meydana gelen toplumsal değişme ve gelişme din alanındaki kurumlaşmanın farklılaşmasını ve siyasi-dini hareketlerin ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir.Hem siyasi ve itikadi mezhepler hem de fıkhi mezhepler bu sürecin doğal sonuçları olarak ortaya çıktılar.İslam ilimleri bu düşünce ekollerinin etkili olduğu havzalarda ve kültür merkezlerinde ortaya çıktı ve gelişti diyebiliriz.Neticede kur’an merkezli bu ilmler her biri diğerini tamaladı ve bugün de bu ilimlerden faydalanmanın üst seviyede olması gerektiği insanlığın sorunlarına kur’an ana merkezde olmak üzere İslam ilimleri ışığında çareler aranması gerektiği aşikardır.
BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
2013 / 2014 BAHAR YARIYILI ÖDEVİ
ÖMER FARUK SERDAROĞLU
YÜKSEK LİSANS ÖZEL ÖĞRENCİ
Bilgi sözlük manası arapça (i-l-m) kökünden türemiş; öğrenme, araştırma gibi
anlamlara gelen bir kavramdır. Akıllı varlık olan insanın kendini ve
dışındakileri anlama bilme yeteneğine bilgi denir. Veya öğrenme, araştırma veya
gözlem sonucu elde edilen gerçek ilkelerin bütününe verilen isimdir. Doğruluğu
gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevalarının tamamıdır. İslami
kültürde genel olarak el-İlm veya el-ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha
ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki veyahut bilme eyleminin belli bir
ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır.
Bilgi, insan şuurunun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet
bütünlük arz ederse insanı doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana bu
mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür etsinler
diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken genel bir
bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir. İnsanların önce bunu anlaması
gerekir. Bu çabanın peşinde olmayan müslümanların, dine zararları
düşmanlarından daha fazla olmaktadır. “Görenle görmeyen bir midir?” (En’am:50)
Yine bilgi, sosyal olaylarda karşımıza çıkan eylem ve olayları anlamamıza
yardım eden işaret ve kodlamalardır. İnsanların ve organizasyonların etkin bir
biçimde eylem gerçekleştirmeleri için sahip olmaları gereken kapasitedir. Deney,
tecrübe, yorum ya da fikrin bir araya gelmesi ile oluşan enformasyondur. Sosyal
olaylarda, karar ve eylemler için uygulanmaya hazır yüksek değerde bir
enformasyon şeklidir. Bilgi kişisel anlamda düzenlenmiş enformasyondur ve
genelde deney ve tecrübelerin bileşiminden oluşur. Sosyal olayların nedenlerini
doğru bir şekilde kavramamıza ve en doğru ya da en güzeli seçmemize yardımcı
olan anlama, kavrama ve akıl yürütme aşamalarında isabetli karar almamız
bilginin, sistematik bir biçimde işlenmesi, Gözlem ve tecrübelerle yeniden şekillendirilmesi
halinde mümkün olabilir. Bilgi kolayca
biriktirilip saklanamaz.
Genel ve kapsamlı bilgi yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak
kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için
son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen
sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o
konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir.
Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki
ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir.
O konuyla ilgili bir ayet yahut bir hadisten yola çıkarak o konu hakkında
hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin
konularını anlamaya ve
anlatmaya çalışmalıyız.
Allah (c.c) mutlak bilendir. Allah'ın insana bildirdikleri sayesinde insan,
kâinata hükmedebilmektedir.
İslam bilimleri ; Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh ve Fıkıh Usulü vb.. Bu bilimler,
din olarak doğrudan İslama ait inanç, ibadet,
ahlak, haram-helal konularını incelemektedir. Hz. Peygamber’ (s.a.v) in
hayatı (Siyer-i Nebi) ve sonrası islam tarihi, günümüze kadar ortaya çıkan
düşünce ekollerini inceleyen Mezhepler Tarihi, islam bilginlerinin hayatını ele
alan Ricaller Tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan Arap Dili ve
Belağatı islam bilimleri çerçevesine dahil edilmektedir.
Bilindiği üzere İslamî İlimlerin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an da
yer alan iman, itikat,ibadet,ahlak,muamelat (hukuk) gibi konulara ilişkin
ayetlerin yorumlanıp sistemli hale getirilmesi dini disiplinler tarafından
gerçekleştirilmiştir. Kur’an’da yer alan ahlak ve itikat konularının
yorumlanması ve değişik zamanlarda yaşama taşınması işlemi kelam disiplini
tarafından; genel anlamıyla hukuk ve ibadet konuları ve bu alanlara ilişkin
ayetlerin sistemli bir şekilde yorumlanması fıkıh disiplini tarafından; tefsir
de dâhil olmak üzere bütün disiplinlerin izleyeceği yöntem, Kur’an ibarelerinin
anlamlarını ve değerlerini belirleme, ortaya koyma ve bunları hayata
yansıtmanın önemi ise fıkıh usulü tarafından geliştirilmiştir. İlimler her ne
kadar tasnif edilseler de aralarındaki
ilişki hiçbir zaman kesintiye uğramaz. Çünkü yapısı gereği fıkıh, tefsir ve
hadisten ayrılamaz.
Sonuç olarak Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimlerinin gelişimi ile ilgili yaptığımız
bu değerlendirmelerden İslam ilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya
koyduklarını görmekteyiz. Kur’an, İslam ilimlerinin en başta gelen kaynağıdır.
Kur’an’ın doğru anlamlarına ulaşmak için tefsir disiplini geliştirilmiştir.
Tefsir de bu anlamları Peygamber ve onun Ashabından öğrenmek amacıyla hadise ve
onların konuştuğu Arapçaya başvurmak zorundadır. Böylece Tefsir, Hadislerle
birlikte İslam’ın en başta gelen kaynağını açıklamış olmaktadır. Fıkıh ise bu
açıklamalarla, Kur’an’ı diğer kaynaklarla birlikte bir kaynak olarak ele
almakta ve yeni durumlar için bu kaynaklardaki bilgilere uygun hükümler
üretmektedir.
Şurası
bilinmelidir ki, İslâm âlimlerinin bütün bu ilim dallarında ortaya koyduğu
birikim, tesadüfen oluşmuş ya da tarihin belli bir döneminden sonra
kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Bu ilim dallarının her biri, temel metot
ve hareket tarzlarını Hz. Peygamber (sav)’in, ashabına yönelik yönlendirme ve
uygulamaları oluşturmuştur. Dolayısıyla bu ilim dallarının her biri, Kur’an’ın
doğru anlaşılmasını ve yaşanmasını temin eden alternatifsiz vasıtalardır. Onlar
olmadan Kur’an’ın, murad-ı ilahîye uygun biçimde anlaşılması da yaşanması da
mümkün değildir. Şu halde Kur’an’ı anlama ve yorumlama sürecinde, bu ilimlerden
herhangi birini dışarda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden herhangi
biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin ötekilerini
ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.
Günümüzde bilgi
bütünlüğünü sağlamanın en sağlıklı yolu; değişik ilim ve bilim dallarında
branşlaşmış ilim adamlarının bir araya gelmeleridir, Bu da dernek, vakıf vb
kuruluşlar adı altında kolektif çalışmak suretiyle mümkün olabilir. Hiç
şüphesiz iletişim araçlarını ve onlardan gereği gibi istifade etmeği de
unutmamalıdır. Çünkü bunlar sayesinde daha çok insanla iletişime geçilir, daha
çok meseleye çözümler üretilir. İlimlerin ve bilgi alma yöntemlerinin bir bütün
olduğu unutulmamalıdır.