BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat[1]
demektir. Filozofların hayvan-ı natık, mutasavvıfların da hayvan-ı aşık olarak
adlandırdıkları[2]
insanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik; onun bilgiyi elde etme
arzusudur. Bizim buradaki çalışmamızın kapsamı; dünyevi ve beşeri bilgi olmayıp
kaynağı ilahi olan bilgidir. İslami ilimler olarak da adlandırabileceğimiz bu
bilgiler aslında tek bir bilgi kaynağını anlamak ve gereğini yaşamak için birer
vesileler hükmündedir. Yani kısaca; bütün kitaplar tek bir kitabı (Kur’an)
anlamak için okunur ve yazılır. İslam her yönüyle tevhid dinidir. Bunun
mucibince bilgi de tevhid etrafında kümelenir. Fıkıh, hadis, kelam, sarf,
nahiv, belagat gibi ilimlerin tahsil edilmesi nihai hedefler değildir.
Bütünlükten bahsedilirken kastedilen anlam; bütün bu bilgilerin bir bilgi
etrafında dönüp dolaşması ve ilahi bilginin anlaşılmasıdır. Ayrıca bilginin
bütünlüğü, tahrifata uğramadan doğru bir şekilde mesajının bize ulaşması
demektir.
Bütüncül ve kapsamlı bilgiye ulaşmak bilgiyi elde ederken yanlış
anlamalardan ve değerlendirmelerden kurtulmamıza yardımcı olur. Dünya ve ahiret
bütünlüğü dinin özünü teşkil eder. Bilgi, iman ve amel birbirine mükarin
şeylerdir. Aynı şekilde dini metinlerin kapsamlı ve doğru anlaşılması için Fıkıh,
hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, Arap Dili ve
Belagati gibi ilimlerin de bütüncül değerlendirilmesi gerekir.
Kur’ân-ı Kerim satırlarda ve sadırlarda tevatüren günümüze kadar ulaşmıştır. Şunu unutmamak lazımdır ki Kur’an tek başına doğru bilgiye ulaşmamız için yeterli değildir. murad-ı ilahiyi anlamak için sahih sünneti de dikkate almak durumundayız. İmam-ı Evzai’ye nispet edilen ‘sünnet Kur’ân üzerinde belirleyicidir, Kur’ân sünnet üzerinde değil’ ifadesi bu gerçeği özlü bir tarzda izah etmektedir. Ayetlerin sebeb-i nuzulünü bilmeden, ashab-ı kiramdan dan gelen rivayetleri dikkate almadan sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız.
İlk
dönem alimlerimiz bu bütüncül yaklaşımın farkında olduklarından bütün İslami
ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh sarf
nahiv ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi eski
alimlerimizin ansiklopedik ve bütüncül bilgiye önem verdiklerini bize
göstermektedir.Yine aynı
şekilde Abdullah b. Mes’ûd (r.a) Abdullah b. Abbas (r.a) gibi sahabeler hadis,
tefsir ve fıkıh ilminde otorite kabul edilmiştir. Her şeyden bir şey, bir şeyden her
şey bilmek, bütüncül bir bikrime sahip olmak, dini bilginin bütünlüğü açısından
kaçınılmaz olsa gerek.
Kur’an’ı anlamaya
çalışırken üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir nokta da kullandığı
üslûp ve tarzdır. Kur’an, Arapça’nın
imkanları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit gibi edebî
tarzları kullanmaktadır.
Kur'an'ın doğru bir şekilde algılanmasında bir
diğer husus da Allah Rasulü'nün uygulamaları çok önem arz etmektedir. Kuran kendi indiği dönemde bile zaman zaman yanlış anlaşılmıştır ki
zamanımızda yanlış anlaşılma ihtimali daha çoktur. Mesela; "İnanıp da
imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar (var ya) işte onlar için güven
vardır. Doğru yolda olanlar da onlardır"[4],
ayeti indiği zaman bu ifade, sahabelere ağır geldi. Hz. Peygambere gelerek
dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Hangimiz nefsine zulüm etmiyor ki''.
Bunun üzerine onlara şöyle cevap verdi: "Ayette sizin zannettiğiniz
şey kastedilmiyor, Salih kul Lokman'ın oğluna ne dediğini duymadınız mı'' ?
"Ey oğulcuğum! Allah'a şirk koşma, zira şirk en büyük zulümdür".
Yani, imanlarına şirki bulaştırmayanlar" , demek istenmiştir. Verilen
örnekte görüldüğü gibi, imanla ilgili olan bu ayetin doğru anlaşılması için
Rasulullah'ın yaptığı bu kavram düzeltmesi sayesinde sahabenin söz konusu ayeti
yanlış algılamalarını önlemiştir.
Hz. Peygamber, Kur'an'da bildirilen
hükümlerin, gerek kendisinin açıklayarak uygulaması veya ashabından birilerinin
uygulamasını onaylaması suretiyle kolay algılanmasını/anlaşılmasını
sağlamıştır. Söz konusu uygulamalarla ilgili bazı örnekleri vermek faydalı
olacaktır: Kur'an'ın namaz emrini ashabına uygulamalı olarak göstermek üzere
Hz. Peygamber minbere çıkıp namaz kılmış ve "bunu, bana uyup kıldığım
namazı kılasınız" diye yaptığını söylemiştir. Ümmetine de" Beni nasıl
namaz kılar gördüyseniz öylece kılın" hitabıyla namazın keyfiyeti konusunda
kendisinin örnek alınmasını ve kıldığı şekliyle kılınmasını istemiştir. Ayrıca
camide namazı hızlı kılan bir adama Hz. Peygamber, namazı yeniden
tekrarlamasını söylemiş, başka türlü namaz kılmasını bilmediğini söyleyen bu
adama namazı baştan sona kadar tarif etmiştir.
"Sabah'ın beyaz ipliği (aydınlığı),
siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu
tamamlayın". ayetin maksadını yanlış anlayan Adiy b. Hatem'e, Hz.
Peygamber, ayetin açıklamasını yaparken, beyaz iplikten maksadın, gündüzün aydınlığı,
siyah iplikten maksadın ise, gecenin karanlığı olduğunu bildirmiş, böylelikle
sahur vaktinin, fecrin girişine kadar olduğu anlaşılmıştır.
Abdullah b. Mesud (r.a) der ki : " Bir
gün Allah Rasulü (s.a.s) bize bir çizgi çizerek, bu Allah'ın yoludur, dedi.
Ondan sonra sağlı sollu çizgiler çizerek, bunlar ise, şeytan'ın yollarıdır. Her
yolun başında kendisine çağıran bir şeytan vardır'', dedi. Akabinde de :
"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. (Başka) yollara uymayın,
zira o yol sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte (kötülükten) sakınmanız için
Allah size bunları emretti ", ayetini okudu. Hz. Peygamber, söz konu
ayetin daha kolay anlaşılabilmesi için ashabına çizgi şeklinde yollar çizerek
hak yolun bir, batıl yolların ise, çok çeşitli ve şeytanın yolları olduğunu
açıklayarak örneklendirmeye dayanan bir öğretim metodu kullanmıştır.
Yaşadığımız asırda bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkansız
gözükmektedir. Bunun yerine kolektif çalışma biçimi geliştirerek her bir ilim
dalı uzmanları bir araya gelerek ortak bir konsensüs oluşturmaları ve bütüncül
bilgiyle hakikatin peşine düşmeleri hakikate giden en uygun yol olsa gerek…
2013-2014
YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
ŞABAN KESECİ
YÜKSEK LİSANS
ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:
13912720
[1] http://www.tdk.gov.tr
[2] Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat 2012 sh 305
[3] 9 Tevbe Suresi /5
[4] 6 En’am Suresi /82
2013-2014
YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
MUSTAFA DİŞLİ
YÜKSEK LİSANS
ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:
13912725
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat
demektir.
Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken
ve yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya
iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış
olması durumudur.
Bütüncül ve kapsamlı bilgi yanlış
anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara
bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı
yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda
yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek
gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin
ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen
yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. O konuyla ilgili bir ayet yahut bir
hadisten yola çıkarak o konu hakkında hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu
yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin konularını anlamaya ve anlatmaya
çalışmalıyız.
Kur’an’ı Kerim’i ve dini bir bütün olarak
okumak: Kur’an’ı Kerim’in doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün
halinde ele alınması gerekir. Kur’an’ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılması
gereği aslında islam’ın ilk gününden
beri bilinen ve yeri geldikçe âlimler tarafından önemle vurgulanmış bir
husustur. “Kur’ an tekrar tekrar okununca, en küçük birimi olan harflere,
kelimelere, yan cümlelere, ara cümlelere, cümlelerden müteşekkil ayetlere ve bu
ayetlerin oluşturduğu daha büyük pasajlara kadar her kur’an parçasının başlı
başına görevler yüklendiği gibi, Kur’an bütünlüğü içinde birbirleriyle
bağlantılı yapı oluşturduğu gözlenir[1]” denilerek
bir nevi bütünlüğün çerçevesi ortaya konulmaktadır. Dolayesiyle Kur’an’ın
parçaları, yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini
açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Çünkü bir yerde
kapalı olan ifade başka bir yerde muhtasar olarak verilen fikir, diğer tarafta
tafsilatlı, bir yerde mutlak olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel
ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilir. Örneğin
namazın farz oluşu, sadece Kur’an’daki “ve ekımussalate” ifadesinden değil,
namaz kılanları metheden[2],
kılmayanları kınayan[3],
namazın, ferdin davranışlarındaki olumlu etkisini dile getiren ifadelerin[4] tümünden
hasıl olan kuvvetli ve kesin delillerden,Kur'an'ın namaz emrini ashabına
uygulamalı olarak göstermek üzere Hz. Peygamber
çıkıp namaz kılması ve "bunu, bana uyup kıldığım namazı kılasınız"
diye yaptığını söylemiş ve" Beni nasıl namaz kılar gördüyseniz öylece
kılın" hitabıyla namazın keyfiyeti konusunda kendisinin örnek alınmasını
ve kıldığı şekliyle kılınmasını istemesinden çıkarılır. Bunu açmak gerekirse,
bir kişi herhangi bir konuda sadece bir ayetten ya da bir hadisten faydalanarak
hüküm verirse bu, kişiyi yanlış yola sürükler. Kişi bunun yerine konu
hakkındaki bütün Kur’an ve hadislerden yararlanarak daha isabetli bir hüküm
vermelidir. Yine tövbe hakkında sadece peygamberimizin “ Günahından tövbe eden
kişi, hiç günah işlememiş kimse gibidir.” Hadisini ele alarak ve tövbenin
kabulü ile ilgili ayet ve başka hadisleri de dikkate almadan meseleyi anlayamaz
ve anlatamayız.
Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamak
isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de Sebebi Nüzul’dür.
Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını ifade eden bu bilgiler
ayetlerin hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nazil olduğunu
anlatır. Bu da âyetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki
ayetleri bu doku içinde görmek, onları anlamamızı kolaylaştırır. Ayetlerin
sebebi nüzulünü bilmeden, ashabı kiramdan da gelen rivayetleri dikkate almadan
sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız.
Kur’an’ı anlamaya çalışırken üzerinde
hassasiyetle durulması gereken bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır.
Kur’an, Arapçanın imkânları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar,
te’kit gibi edebî tarzları kullanmaktadır.
Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru
anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve
istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek
için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da
önemlidir.
[1] Doç.Dr. Halis ALBAYRAK, KUR’AN’IN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE KUR’AN’IN KUR’AN’LA TEFSİRİ, Şule yayınları 1996, İst.
[2] Mü’minun, 9,
[3] Maun,4,5,6
[4] Ankebut,45
AYSUN ÖZSUNAR
YÜKSEK LİSANS/ 13912727
BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ ÇERÇEVESİNDE TEFSİR, HADİS VE FIKIH USULU
Kur’an-ı Kerim, vahyin son halkası olup insanlığı her iki dünyada mutluluğa ulaştıracak prensip ve esasları içerir. Ancak bu mutlu sona ulaşmak, öncelikle Kur’an-ı Kerim’in doğru olarak anlaşılıp yorumlanmasına, sonrada uygulanmasına bağlıdır.
Kur’an ilimleri, Kur’an-ı Kerim’i tüm yönleriyle ele alır. Bu ilimler, Kur’an’ın doğru anlaşılması için, Kur’an’la ilgili veya Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmaların oluşturduğu bir bilgi alanıdır. Kur’an ilmlerinde bilgi bütünlüğü esastır. Bilgi akışı Kur’an disiplinlerinde içiçedir, birbirinden bağımsız, parçacı bir anlayış yoktur.
Bilgi temelde insanın varlık ontolojisiyle ilgilidir. İnsan yapısı gereği, duygu, düşünce, olgu, olay kısacası farkında olduğu herşeyi anlamak, zihnine takılan sorulara cevap bulmak, kendini gerçekleştirmek ister. İşte insanın varlığını sürdürmesi, kendine ait uygarlığını oluşturması bilgi sayesinde olur. Kendi varlığının farkına varan insan, doğal olarak etrafında olanlarında farkındadır. Dış dünyadaki varlıkların zihnimizde bıraktığı izler bilgiyi oluşturur.
‘’İnsan, özne olarak bilen bir varlıktır, bilmek ister…Kendini ve kendisi dışındaki şeyleri, nesneleri bilmek ister. Çünkü nesneler, bilinmesi gereken şeylerdir. Öyle ise nesne araştırılan şeydir, yani insan bilgisinin konusudur. Dolayısıyla bilgi, özne ile nesne arasında kurulan bir bağdan doğmaktadır. İnsan bu bağı, bilgi edimleri (fiil-acte) ile kurar. Yani bilgi özneden nesneye, insandan nesneye doğru yönelen bilinçlilik halidir. Bilgi fiilinin olabilmesi için öznenin bilgi konusuna yönelmesi şarttır. Çünkü yönelme olmadan bilgi olmaz.’’[1]
Bilgi bütünlüğü kavramında, ‘’‘’Bütün’’ kelimesi, Türkçe’de tam, eksiksiz, parçalanmamış, parçalandığında hüviyeti değişen, birtakım niceliklerin toplamı anlamını ifade etmektedir. ‘‘Bütünlük’’ ise, bütün olma hali anlamındadır. ‘’[2] Kur’an-ı Kerim bütünlüğü, Kur’an’ın tüm özelliklerini, Kur’an’ı tüm alt dalları ile bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kur’an’ı Kerim’i anlamlandırmada, Kur’an-ı oluşturan kelime, cümle, ayet, sure bazında parçalara indirgeyip anlama yerine, Kur’an’i cümleler ile oluşan bütünlük, tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, Kur’an’i cümleler ve sureler arasındaki bütünlük, surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlük gibi topyekün bir anlama yapılmalıdır.
İslami Bilimlerde, bilgi kaynağı sağlam ve güvenilir olmalıdır. Kaynağı bilinmeyen bilginin sağlıklı bir şekilde değerlendirlmesi mümkün değildir. İslami bilimlerde; vahiy, hadis-sünnet, icma ve diğer alimlerin görüşleri bilginin kaynaklarını oluşturmaktadır.
Vahyi bilgi, Hz.Muhammed’e vahiy yoluyla gelen Kur’an’i bilgidir ve gelen vahiy peygamberimiz tarafından vahiy meleklerine yazdırılmıştır. Hz.Muhammed ile birlikte vahiy kapısı kapanmış olduğundan, Kur’an dışındaki, müslümanların tarihleri boyunca ürettiği tüm bilgiler beşeri bilgilerdir. Dolayısıyla üretilen bu bilgiler tenkit ve tahlile açıktır.
İslam bilimleri, islamın tabiatından çıkan, Kur’an ve sünnetten kaynaklanan, temeli, amacı, tarzı ile kendine has bir kimliği ve özelliği olan bilimlerdir. Bu çerçevede Temel İslam Bilimleri olarak görülebilecek disiplinler tefsir, hadis, kelam, fıkıh ve fıkıh usuludür.Bu bilimler, din olarak doğrudan İslam’a ait inanç, ibadet, ahlak ve haram,helal konularını incelemektedir. Hz.Peygamber’in hayatı(siyer), daha sonraki İslam Tarihi, tarih boyunca ortaya çıkan düşünce ekollerini inceleyen Mezhepler Tarihi, İslam alimlerinin hayatlarını ele alan Rical Tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan Arap Dili ve Belegat ve diğer bazı bilimler yardımcı İslami Bilimler veya dolaylı dini bilimlerdir.
İslamın ilk döneminde, müslümanlar tarafından Kur’an ve sünnette kullanılan bilgiler daha çok dini konulara ilişkin münferit olayları araştıran bilgiler olup sistemli ve bir disiplin halinde değildi. İlimleri tasnifinden önceki dönemlerde ençok tefsir, hadis, fıkıh ilgili eserler yazılmış, yazılan bu eserlerde merkezi bir yer işgal eden eserlerin başında hadis literatürü gelmiştir. İslam düşünce tarihinde, görüşlerin ve yazıların sıralandığı, düzenlendiği, belli konular ve özellikler çerçevesinde dizilmesi Abbasiler dönemindedir. Bilimlerin tasnif edilmeye başlandığı III. asrın sonları ile IV. asrın başlarına kadar birçok itikadi ve siyasi mezhep oluşmuş ve farklı görüşleri destekleyen pekçok Kelami eser kaleme alınmıştır. Başlangıçta içiçe olan tefsir, hadis, fıkıh terimleri, daha sonraki dönemlerde, bağımsız bir bilimdalı anlamıyla teknik anlamlarını kazanmışlardır. Aristo’nun eserlerinin Arapça’ya çevrilmesiyle birlikte, İslam dünyasında sistemli dini bilginin dışında Müslümanlara ait olmayan bilginin varlığı anlaşıldı. Böylece felsefe ve diğer yabancı bilimlerde ilim sınıfına dahil edildi.
Müslümanlar, Kur’an’ın ilmi teşvik edici emirlerine uygulamaya çalışmışlar, İslamı yaymak için kısa sürede dünyanın çeşitli yerlerine fetihler yaparak, fethettikleri yerlerdeki insanlığın ortak birikimi olan ilmi mirası alıp değerlendirmeye ve geliştirmeye çalışmışlardır. Ali Sami en-Neşşar, İslam düşüncesinin oluşumunu ele alan eserinde bu durumu şöyle açıklamaktadır:
‘’Kur’an ve Hz.Muhammed’in (s.a.v) ilme teşvik edici buyrukları sayesinde, Müslümanlar, fethettikleri ve galebe çaldıkları tüm bir dünyaya karşı, Kur’an’a yönelip onu okumaya ve üzerinde düşünmeye başladılar. Kur’an’ın ayetleri ise, ‘’çok yönlü anlamlar yüklü’’ydü. Herkes ‘’ona istediği anlamı’’ veriyordu. İlahi nassın derinliklerine kadar inen bu tefekkür ve tedebbürden sonra İslam düşünce yapısı şekillenmeye başladı. Bu çerçeve içerisinde insanlar değişik yollar ve metodlar izlemeye koyuldular. Ama herşeye rağmen tüm bu yolların dayandığı asıl kök birdi ve o da Kur’an’dı. İslami hayat, tümüyle Kur’an’ın yorumundan ibaretti. Kur’an’ın ameli (pratik) hayata yönelik kanunlarından fıkıh doğdu. Ona, metafiziği irdeleyen bir kitap olarak bakıldığında kelam ilmi ortaya çıktı. Bir lügat, bir dil olarak mütalaa edildiğinde ise dil ilmi diye bir etkinlik alanı ortaya çıkmış oldu. Bu şekilde örnekler arttırılabilir. İşte İslami ilimler, Kur’an’i çerçevede doğdular, aynı çerçevede olgunlaşıp geliştiler ve kemale erdiler. Karşılaştıkları değişik ümmetlerin sahip oldukları ilim alanlarına karşı eleştirilerini yahut desteklerini yine Kur’an’ın ışığında tesbit ettiler.’’[3]
Tefsir Usulü
İslamın en önde gelen kaynağı Kur’an’ı Kerimdir. Kur’an’nın pek çok tarifi vardır. Kur’an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz.Muhammed’e Arapça olarak indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmediği aciz kaldığı arapça muciz bir kelamdır.
Kur’an’ı Kerim vahiy yoluyla Allah tarafından peygamberimiz Hz.Muhammed (a.s.)’a, 610 tarihinde Hira mağrasında tek başına tefekkür halinde iken inmiştir. Kur’an, Hz.Peygamber’in dili olan Arapça ile, Cebrail tarafından yirmi üç yıl süreyle parça parça indirilmiştir.
Kur’an’ı Kerim, Ashab tarafından ezberlenerek ve vahiy katipleri tarafından parça parça malzemeler üzerinde yazıya geçirilerek inirildiği gibi korunmuş, parça parça olan bu yazılar Hz.Ebu Bekir tarafından mushaf haline getirilmiş, Hz.Osman tarfından da, mushaf çoğaltılarak çeşitli şehirlere gönderilmiş, bütün müslümanların elinde tek bir kitap olarak günümüze kadar gelmiştir.
Kur’an’ın tefsiri, anlaşılması ve yorumlanmasına ait çabalar, onun rehberliğinde bir hayat yaşamasına, müslümanların zihin, duygu ve inanç duygularında sürekli canlı tutulmuştur. Bu çabalar, müslümanların ilmi faaliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturmuştur. Tefsir Usulu İlmi, Kur’an’ın anlaşılmasına ve yorumlanmasına yardımcı olmak maksadıyla belli yöntemler ve metodlar tavsiye etmektedir.
Tefsir kelimesinin kökü hakkında farklı iki görüş vardır.Bunlardan biri; "فسر" kelimesi, sözlükte bir şeyi açıklamak, ortaya çıkarmak, üzeri örtülü bir şeyi açmak gibi manalara gelir. Diğeri "سفر" ‘ise, Araplar arasında kapalı bir şeyi açmak, aydınlatmak, ortaya çıkarmak manalarında kullanılır Arap bir kadın yüzünü açtığında, "سفرت المرئة" derler. İki kökte benzer anlam taşır. Taklib sanatı gözönüne alınarak, تفسير kelimesinin bu iki kökten türediği söylenebilir. Emin el-Huli : ‘’…سفر و فسر mastarlarının her ikisinde de keşfetmek, ortaya çıkarmak anlamı vardır. Ancak, سفر kelimesi maddi zahiri bir keşf, فسر sözcüğünde ise manevi bir keşf sözkonusudur.’’[4] Diyerek mana ile ilgili olması bakımından تفسر lafzının فسر ‘dan türemiş olduğunu ileri sürmektedir.
Usul ‘’asl’’ kelimesinin çoğuludur. Sözlükte temel, esas, dayanak ve kök manasına gelir. Kaide ve delil gibi anlamlarıda vardır. Terim olarak ise, ‘’hükmü tek başına sabit olup, başkasının kendi üzerine bina edildiği şey’’[5] diye tarif edilmiştir.Buna göre Usul, ‘’…herhangi bir ilim dalıyla alakalı bilgilerin sistemli bir şekilde yerleştirilmesinde kullanılan belli esas ve metodlar demektir.’’[6]
Tefsir İlmi, insanlığı hem bu dünyada hem de ahirette mutluluğa kavuşturan, Yüce Allah’ın Kur’an’ı Kerim’den kastettiği manayı, Yüce Allah’ın isteğine uygun bir şekilde anlamak, anlatmak ve ondan faydalı hükümler çıkarılmasını açıklayan bir ilimdir.
Tefsir İlmi, Kur’an ayetlerinin indiği ortamın şartları çerçevesinde anlaşılmasını ve açıklanmasını amaçlar. Hz.Peygamber ve sahabe dönemindeki ilmi faaliyetler başlangıç dönemini oluşturur. Hz.Peygamber, Kur’an’ı ilk tefsir eden kişidir. Hz.Peygamber, değişik vesilerle Kur’an’la ilgili açıklamalarda bulunmuş ancak tamamını tefsir etmemiştir. Hz.Peygamber ve sahabe Kur’an’ı Kerim’i hem sözleriyle hemde eylemleriyle tefsir etmişlerdir. Ashap anlayamadıkları yeri, Peygamberimize sorup öğreniyorlardı. Hz.Peygamber sahabelere onar ayet ezberlettiriyor, bu ayetlerle amel etmelerinden sonra, yaşamlarına aktarıldıktan sonra, diğer on ayete geçiyorlardı. Hz.Peygamberin vefatından sonra, Kur’an’ın açıklanmasıyla, bu konuda öne çıkmış bilgili, kavrayışı keskin sahabiler meşgul oldu. Sahabenin Kur’an tefsiri kaynakları, Hz.Peygamber, Arap dili ve edebiyatı, müşahedeleri, yahudi ve hıristiyan alimleri olarak sayılabilir. Sahabe’nin ayetlerin nuzul sebebleri ile ilgili müşahedeleri sonraki nesiller için Kur’an Tefsiri açısından önemlidir. Sahabe döneminde tefsirle ilgili görüşlerin ve açıklamaların büyük bir kısmı Abdullah b.Abbas’a dayanır. Hz.Muhammed ve sahabe döneminde yapılan ilk tefsir çalışmaları, hicri II.asrın sonları, ile III.asrın başlarından itibaren yeni bir oluşum sürecine girmiştir. Tedvin süreci dediğimiz bu süreçte, tefsir çalışmaları genel olarak rivayet ve dirayet olmak üzere iki yaklaşım doğrultusunda gelişme göstermiştir. Hz.Peygamber’den, sahabeden, ve tabiinden nakledilen rivayetlere göre yapılan tefsirler rivayet tefsirleri, nakilden ziyade akla başvurularak yapılan tefsirede dirayet tefsirleri denir.
Müslümanlar on beş asır boyunca Kur’an’ı anlamak ve yorumlamak için çaba göstermişlerdir. Kur’an’ın sağlıklı bir şekilde tefsirinin yapılması için tefsir ilmine ihtiyaç vardır. Sözkonusu ilmin amacı, kendi hususları tesbit etmek, ilkeleri ortaya koymak, kendi metodolojisine uygun olarak Kur’an’ın hem lafzi hemde içsel manalarının anlaşılmasında yardımcı bir unsur olarak kullanmaktadır.
‘’Şunu belirtmek gerekmektedir ki, bir taraftan kaynak itibariyle Mutlak varlıktan gelen ilahi vahyin, bir beşer aracılığı ile, beşer bir dille, beşere aktarımı ve bunun tarihsel akılda karşılık bulması ve hayata taşınması; diğer taraftan da belli bir zaman sürecinde indirilen vahyin, o tarihi ortamda –tamamen olmasa da- belli sebeplere binaen indirilmiş olması yani meydana gelen bir kısım problemlerin çözülmesi veya Hz.Peygambere yöneltilen bazı soruların vahiyle cevaplanması vb. hususlar, Kur’an’ı anlamanın, özellikle onun toplumsal alana ilişkin mesajını kavramanın pek de kolay olmadığını göstermektedir.’’[7]
Kur’an’ı yorumlamaya çalışan her müfessir, kendi döneminin içinde bulunduğu kültürel, siyasi, sosyal olay ve anlayışlardan etkilenmiş, daha çok içinde bulundukları döneme daha etkin çözümler getirmiş, kendinden sonraki dönemlerin ve bu dönemlerdeki ilmi, fikri değişimlerin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamamıştır. Kur’an’ı anlamak için sadece geçmişi günümüze taşımak tek başına yeterli değildir.Elbette ki, geçen on beş asırlık büyük islam geleneğinin tecrübelerinden yararlanılmalı, yeni projeler üreterek Kur’an günümüz anlayışına sunulmalıdır.
Hadis Usulü
Kur’an dışında ki , bilgi kaynakları vahiy kaynaklı değildirler. Bunların başında Rasulullah’ın sözlerini ve yaptıklarının içeren sünnet gelmektedir.
Hadis sözlükte, konuşulan söz, kıssa, haber ve yeni anlamına gelmektedir. Terim olarak, Hz.Muhammed’in söz, fiil ve takrirlerini bildiren haberlerin tamamı demektir. Takrir, Hz.Muhammed’in başkalarında görüp de itiraz etmediği davranışlar için kullanılır. Hatta bazı hadis alimleri bu bilim dalının kapsamını, Hz.Peygamberi’in fiziki yapısı ile sahabe ve tabiinin yani sahabeden sonra gelen neslin şahsi beyan ve fetvalarıyla ilgili haberlerini de içine alacak şekilde genişletmişlerdir. Bu durumda Hz.Peygamberden rivayet edilen hadislere merfu, sahabeden rivayet edilenlere mevkuf ve tabiinden gelen rivayetlere ise maktu hadis veya haber adını vermişlerdir. Hicri I.asrın sonlarından itibaren Hz.Peygamber, sahabe ve tabiinden gelen haberler, belli bir ayrıma tabi tutulmaksızın genel anlamda eser olarak da adlandırılmaktadır. Yine Hadis ile Sünnet kimi bilginler tarafından farklı olarak mütalaa edilmesine rağmen çoğu zaman her ikisinin de Hz.Peygamberin söz, fiil ve takrirleri için eş anlamda kullanılması yaygınlaşmıştır.
Hadis İlmi, hadis veya haber olarak gelen rivayetlerin Hz.Muhammed’e ait olup olmadıklarını, isnad zincirini ve onları rivayet edenlerinin ahlak ve adalet sıfatlarını inceleyerek tespit etmeye çalışan bir bilimdir. Ravilerin adalet, hafıza gücü (zabt) ve güvenilirlik meziyetleri ve eksik yönlerini inceleyen Cerh ve Ta’dil İlmi; Ravilerin biyografileri, durumları ve tabakalarını inceleyen Hadis Ravileri İlmi, hadislerde görülen mana ihtilaflarını inceleyip çözüme kavuşturan Muhtelifu’l Hadis, hadisin senedinde, metninde ve her ikisinde birden bulunan kusurları inceleyen İlelü’l Hadis; hadislerin anlaşılmasını güçleştiren bir takım kelime ve deyimleri açıklayan Garibu’l Hadis; hükmü kaldırılan ve onun yerine konulan yeni hükümleri inceleyen Nasih ve Mensuh İlmi; hadislerin yazım aşamalarını inceleyen Kitabetü’l Hadis gibi hadis ilmi içerisinde ele alınan alt dallar oluşmuştur.[8]
Hadisin toplanması ve yazılması ile ilgili ilk girişimler bazı sahabiler tarafından yapılmak istenmiş ancak, Hz.Peygamber hadislerin Kur’an’ı Kerim’le karışması endişesiyle ve okuryazarlığında çok gelişmiş olmaması sebebiyle buna izin vermemiştir. Çünkü yazı yazmayı bilenler genelde Kur’an yazımı ile meşgullerdi. Sünnetin cüzi bir kısmı, - Kur’an’ı Kerim birçok hafız tarafından ezberlenip, başka bir şeyle karışma tehlike ve endişesi ortadan kalkınca- , Hz.Peygamber’in izni ile yazılmıştır. Ancak Kur’an’ı Kerim gibi tamamı biraraya toplanmamıştır. İlk dört halife döneminde de, genelde şifahi rivayetlere önem verilmiş, Kur’an’ı Kerim’le karıştırılır, Allah’ın kitabına başka bir kitap eş koşulur kaygısıyla izin verilmemiştir. Hz.Peygamber ve sahabeden sonra; Müslümanların Hz.Peygamber ve ashabına olan samimi bağlılıkları, Kur’an ve Hz.Muhammed’in emir ve buyrukları doğrultusunda bir hayat yaşama arzusu, Müslüman bilinci tarafından canlı tutuldu ve Peygamber’in davranış ve tutumları (sünnet), toplumun gelenekleri olarak yerleştirilmeye çalışıldı. Hz.Peygamberin vefatından sonra yaşanan siyasi anlaşmazlıklar ve bunların ardından Hz.Peygamber’e isnad edilen uydurma hadislerin artması, hadis ilminin doğuşunu hazırlayan sebeblerdendir.
Hadis ilminin ilk aşamasında sahabilere isnad edilen sahifeler söz konusu iken, ikinci aşamada müsned türü eserler, üçüncü aşamada ise musannef ve cami türü eserler ele alınmıştır. Bir disiplin olarak, hadisler kaynaklarına, ravilerin sayısına, sıhhatine, senedinde kopukluk bulunup bulunmamasına, ravilerin güvenirliğine göre bazı kısımlara ayrılmıştır. Peygamber’in Ashab’ın sünnet konusundaki tutumları sünnetin dinde bir kaynak olduğunun isbatıdır. Müslümanlar bir konu hakkında önce Kur’an’a bakmışlar, bulamadıklarında ise Sünnete başvurmuşlardır.
Hz.Peygamber Kur’an’ın anlamlarını en yakından, en iyi bilen ve onları hayata aktaran ilk kişidir. Hadisler, Kur’an daki kapalı ifadelere açıklama, genel ifadelerede sınırlamalar getirmiştir. Hatta Kur’an’ın açıklamasından da öte, onda belirtilmeyen ayrıntılarıda göstermiştir. Örneğin, namaz kılınması Kur’an da emredilmiş, ancak ashab nasıl namaz kılınacağını Hz.Peygamber’den öğrenmiş ve kendinden sonraki nesillerede aynı şekilde öğretmişlerdir. Hz.Peygamber’in abdest, zekat hac gibi ibadetlerle yaptıklarıda bu şekildedir.
Fıkıh Usulü
Fıkıh, sözlükte bir şeyi bilmek, iyi ve tam olarak anlamak, derinlemesine kavramak anlamına gelmektedir. İslam’ın ilk dönemlerinde fıkıh kelimesinin kullanımı bu sözlük anlamını korumakla beraber, genelde, Kur’an ve hadis merkezli dini bilgi ve anlayışı ifade eden bir kavrama dönüşmüştür. Fıkıh, dini bilginin gelişip çeşitli bilim dallarının ortaya çıkmasına paralel olarak II./VIII. yüzyılın sonlarından itibaren terim anlamı kazanmıştır. Bu bağlamda fıkıh ilmi, İslamın ferdi ve ictimai hayata dair ameli hükümleri bilmeyi ve incelemeyi konu edinen bir bilimdalı olarak tanımlanmaktadır.[9] Fıkıh Usulü ilmi ise, belli usul ve yöntemler kullanarak Kur’an ve hadisten hüküm çıkarmanın yollarını öğreten bir bilim dalıdır.
Müslüman hayatların İslami esaslara göre düzenlenebilmesi için, belli bir zihni ve ameli disipline ihtiyaç vardır. Fıkıh ile uğraşan herkesin usule müracat etmesi kaçınılmazdır. Fıkıh Usulu İslam tarihinde müstesna bir yere sahiptir. Fıkıh ile uğraşan herkesin usule müracat etmesi kaçınılmazdır.
İslam Fıkhının usul ve füruna dair temelleri Hz.Peygamber döneminde atılmıştır. Çünkü fıkıhla ilgili hükümler fıkhın ilk iki kaynağı kur’an ve sünnet tarafından doğrudan bildirilmiştir. Bu iki kaynak birbirini tamamlayıcı şekilde çalışmıştır.
İlk dört halife ve Emeviler dönemi ikinci dönem olup, özellikle Emeviler dönemi siyaset-fıkıh ilişkisi bakımdan önemlidir. Siyasi istikrar, maddi gelişmeler, fıkhın toplumsal hayatın problemleriyle yakından ilgilenilmesine ve onlara çözümler üretmesine zemin hazırlamıştır. Vahyin sona ermesiyle birlikte fıkhi faaliyetler, Kitap ve sünnetin sınırlı nassları ve ictihada dayandırılmaktadır. Sahabenin farklı bölgelere yayılması ve buralarda çok çeşitli problemlerle karşılaşmaları üzere içinde bulundukları şartlara göre çözüm yolları üretmişler ve ictihadlarını çeşitlendirmişlerdir. Fıkıh sisteminin teşekkülünü tamamladığı dönemde Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli olmak üzere dört büyük fıkıh ekolü ortaya çıkmıştır. Fıkıh ilmine dair erken dönemde yazılan eserler bize ulaşmamakla birlikte, mezhep imamlarına ait görüşler derlenip belli bir sistematiğe kavuşturulmuş ve dolayısıyla önemli fıkhi metinler ortaya çıkmıştır.
İslam bilimleri, İslamın temel kaynakları üzerine inşa edilmiştir. Bu temel kaynaklar; Kur’an, Sünnet, İcma, Kıyas-ı Fukuha ve diğer ictihat yöntemleri ve örf olarak sayılmışlardır.(Kur’an ve Sünnete yukarıda değinildiğinden tekrar ele alınmayacaktır.)
İcma, bir topluluğun birarada bulunabilmesinin gereği olarak, dini bir konuda müslümanların bir mütabakat ve ittifak ortaya koymalarıdır. Kur’an’ın ve sünnetin dinde delil oluşu gibi konularda mutakabat ilk dönem müslümanlar arasında sağlanmış ve daha sonraki müslümanlar bunlara katılmıştır. Müslümanlar içinde bütün halkın katılacağı icma, beş vakit namaz, Ramazan orucu, zekat ve haccın farz oluşu gibi konulardır.
Kur’an ve sünnetteki durumlar, müslümanların karşısına çıkan her yeni durumlar karşısında sınırlı, ancak insanların karşısına çıkan durumlar ise sınırsızdır. Bu olaylara bir hüküm getirmek ancak ictihat ile mümkün olur.
Kıyas, Kur’an, sünnet ve icma üzerine, müctehidin akıl yeteneğiyle yeni hükümler üretmesidir. Müctehid, kaynaklarda verilmiş bir hükmün hangi özelliğe dayandırılarak konulduğunu belirler ve bu özelliğe sahip yeni bir olayla karşılaştığında önceki hükmü yenisine uygular. Kıyasta asıl, fer, aslın hükmü ve illet unsurları içinde bulunmalıdır. Kaynaklardan illeti çıkarmak mümkün değilse, illeti ortaya çıkarmak için ayrıca bir ictihad yapılır. İstihsan, istihsab, maslahatı mürsele, sahabe kavli, örf gibi kaynaklarda yardımcı kaynaklardır.
İstihsan, ictihad yollarından biri olup, İmam Ebu Hanife’nin geliştirdiği bir yöntemdir. İstihsan, bir müctehidin, bir konuda, onun benzerlerinde verdiği hükümden vazgeçmesini gerektiren bir delile dayanarak o hükmü bırakıp başka bir hüküm vermeye karar vermesidir.
Mesalih-i Mürsele, üzerine bir hüküm geliştirildiğinde insanlara bir yarar sağlayan ve bir zararıda gideren durumlardır. Fıkhın en önemli delillerinden biri sayılmıştır. Hz.Peygamberden sonra sahabe bu delili sıklıkla kullanmıştır. Dinde insan için gerçekleştirilmesi amaçlanan en genel yararlar maslahat olarak adlandırılır. Bunlar dinin, neslin, canın, aklın ve malın korunması gibi maslahatlardır.
Örf, insanaların çoğunluğunun benimseyip yapmayı alışkanlık haline getirdiği işlerdir. Buna ameli örf denir.Halk içerisinde bazı kelimeler,asıl anlamlarından farklı bir anlamda kullanılırlar ve bu anlam herkes tarafından bilinir.Örf herhangi bir devirde, bütün müslüman ülkelerde kabul edilirse buna örf-i amm, bazı müslümanların örfünede örf-i hass denir.
Son Söz Olarak;
İslam Bilimleriyle uğraşan müslüman bilgin, araştırmalarını mutlaka Kur’an’a dayandırmaya çalışmıştır. Böylece Kur’an ve onun getirdiği dünya görüşü, İslam düşünce ve bilmini her bakımdan teorik ve pratik açıdan etkilemiştir.
Kur’an ve Hz.Peygamber ilme, bilgiye ve öğrenmeye teşvik eden buyrukları doğrultusunda, İslam düşüncesinin yavaş yavaş gelişerek, dinamik ve canlı bir bünyeye kavuşan yapısı, toplumsal, siyasi, ekonomik ve ilmi açıdan içeriden önemli değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. Bu değişim ve düşünceler, çeşitli fikri, itikadi ve siyasi ekollerin kuramsallaşmasına ve bağımsız bilim dallarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Toplumun iç dinamikleri, dış dinamiklerinden daha etkili oldu. Bu gelişmeler islam bilimlerinin yapısını, muhtevasını, metodunu belirlemede birinci derecede rol oynadı.
Kur’an Kerim bilgiyi, öğrenmeyi ve öğretmeyi, biriktirmeyi herhangi bir zaman ve mekan sınırlaması yapmadan bireysel ve toplumsal bir görev kılıp, akletmeye, incelemye, araştırmaya, düşünmeye ibadet olarak bakar ve bu çabaya dini ve ahlaki bir değer verir. Bigi insan için bir erdem olduğundan ve herzaman değişmeye ve gelişmeye müsait olduğundan, her bilenden daha iyi bir bilen vardır. Yani bilgi statik değil dinamiktir. Bundan dolayı, toplumun bütün bireylerin ve katmanların bilgi üretilmesinde ve faydalı bir şekilde kullanılmasında etkin bir rol almaları istenmektedir. Kur’an’la ilgilenen her alim kendi çağının ilmi ve fikri düzeyinde elde ettiği yeni bilgiler ışığında fıtri bir tavırla Kur’an’ı Kerime yaklaşmış ve yaklaşmayada devam edecektir. Kur’an ilimlerine herçağın aktüel bilgisini eklemiş olacaktır.
Tefsir,Hadis, Fıkıh, Kelam gibi islami her bir bilimdalı, her ne kadar kendi bilgi edinme usulleri ve süreçleri geliştirsede, temel yöntem ve ilkelerde uzlaşarak bütünlük sağlamıştır.Çünkü hepsinin ana kaynağı Kur’an’ı Kerim’dir.
KAYNAKÇA
Cerrahoğlu,İ.(1983),Tefsir Usulu,Ankara:Türkiye Vakfı Yayınları
Serinsu,A.N.Nisan 2008,Kur’an ve Bağlam,İstanbul:Şule Yayınları
Bolay, S.H.(2004), Felsefeye Giriş, Ankara:Akçağ Yayınları
Demirci,M.2009,Tefsir Usulu,İstanbul: M.Ü.İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
Karaman,H.1996, ‘’Fıkıh’’, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul:Diyanet Vakfı Yayınları
Kandemir,Y.1997, ‘’Haids’’,Tdv İslam Ansiklopedisi, İstanbul:Diyanet Vakfı Yayınları
Macit Nadim, ‘’Kelamcıların Kur’an’ı Anlama Yöntemi ve Sorunları’’,İslamiyat,CII,sy;1, Ankara 1999
el-Huli Emin, Mısır 1944,et-Tefsir ma’alimu hayatihi menhecuhu’l-yevm
el-Curcani,İstanbul 1327, Ta’rifat
en-Neşşar, A.S(1999).İslam’da Felsefi Düşünce’nin Doğuşu I-II,(Çev.Osman Tunç),Ankara:İnsan Yayınları
Çakan,İ.L.(2011), Hadis Usulü, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
Karakaya,H.(2008),Fıkıh Usulü,İstanbul: İkra Yayınları
Ankuzem,2009,İslam Bilimlerinde Yöntem,Ankara: Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Yayınları
[1] Bolay, S.H.(2004), Felsefeye Giriş, Ankara:Akçağ Yayınları,s18
[2] Prof.Dr.Ahmet Nedim Serinsu,Nisan 2008,Kur’an ve Bağlam,İstanbul:Şule Yayınları,s205
[3] en-Neşşar, A.S(1999).İslam’da Felsefi Düşünce’nin Doğuşu I-II,(Çev.Osman Tunç),Ankara:İnsan Yayınları, s 319-320
[4] el-Huli Emin, Mısır 1944,et-Tefsir ma’alimu hayatihi menhecuhu’l-yevm,s5
[5] el-Curcani,İstanbul 1327, Ta’rifat,s,22
[6] Prof.Dr.Muhsin Demirci,Tefsir Usulu,İstanbul,s23
[7] Macit Nadim, ‘’Kelamcıların Kur’an’ı Anlama Yöntemi ve Sorunları’’,İslamiyat,CII,sy;1, Ankara 1999,s.113-114
[8] Kandemir,Y.1997, ‘’Haids’’,Tdv İslam Ansiklopedisi, İstanbul:Diyanet Vakfı Yayınları, s15,27-64
[9] Karaman,H.1996, ‘’Fıkıh’’, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul:Diyanet Vakfı Yayınları,13,1-14
BİRLEŞİK
DOKTORA
ALİ BAHADIR
ÖZDEMİR
ÖĞRENCİ NO
:13952701
2013/2014
GÜZ DÖNEMİ
BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
İlim için birçok tanımlar yapılır. Genel
olarak insan zihnine (ve gönlüne) konu olan her şey demektir. Sözlük anlamıyla ilim,
mutlak olarak bilmek, bir şeyin şuurda hâsıl olması, sağlam olarak bilmek,
kesin olarak bilmek, deneyerek bilmek, bir şeyin gerçeğini bilmek manalarına
gelmektedir. İslâm âlimlerinin çoğuna göre ilim: “Bir şeyin hakikatini idrak
etmek” ve “mâlum olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir.”
İlim, insanın vahiy, akıl
ve duyu organları aracılığıyla elde ettiği kesin bilgilere denir. İlim, âhiret
yolunu dosdoğru gösteren (kılavuzluk yapan) bilgiler topluluğudur. Şerif
Cürcânî'ye göre ilim: Gerçeğe ve vâkıaya uygun düşen inanç, bilgi ve kanaattir.
Bir şeyi olduğu gibi idrâk etmektir
İlimler,
genel bir tasnife göre ikiye ayrılır: a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete
dayanan ilimler.
b- b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.
Bizim burada
önemi üzerinde duracağımız ilimler nakli ilimler yani kur’an ve Sünnete dayalı
ilimlerdir.
Kur’an,
bilgi kaynağı olarak, vahiy başta olmak
üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. Hayatın gayesi,
Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu tanımak ve
bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi vasıtalarıyla
Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla
tanır ve bilir.
Kur’an
yaklaşık 23 senede 14 asır evvel Efendimiz(sav)e peyderpey olarak ilahi kelam
olarak vahiy edilmiştir.Vahiy, Resulullah’a yöneltilen suallere veya sadır olan
vakıa ve hadiselere binaen dönemin meselelerine çözüm ve de sorularına cevap
vermek üzere Hak Teala tarafından elçisi Cebrail vasıtasıyla
habibi Muhammed(sav)’e nazil olmuştur. Bu da esbab-ı nüzul ilmini doğurmuştur.
Tabi indiği döneme ve insanlarına ışık tutarken aslında Kur’an daha sonraki
nesillere ta ki ile yevmi’d-dine bir sirac olacaktır. Elbette bu doğru anlam,
doğru yorum ve doğru yaşam çerçevesi dahilinde olması gerekir.
Bu arada Kur’an bu gelişmelerle nazil
olurken, Resulullah (sav) Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için tefsir te’vil ‘de bulunmuştur. Daha sonraki
dönemlerde Resulullah’ı anlama çabaları , bir takım toplumsal gelişmelere, dini
alanda farklılaşmaları doğurdu. İtikadi Fıkhi mezhepleri beraberinde doğurdu.
Bunun neticesi olarak ta tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi ilimler yanında
esbab-ı nüzul,nasih-mensuh, siyak-sibak gibi disiplinleri de ortaya koydu. Bu ilim
disiplinler ilk zamanlarda farklı farklı ilim ve disiplin değilken daha sonra
(hicri 2. asırdan itibaren) ayrı ayrı ilimlere taksim edildi.
Burada anlattıklarımıza
binaen, İslam bilgi bütünlüğünün ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Arap dilinin
anlaşılması ,İslami ilimlerin anlaşılması, sonraki dönemlere nakli
(sahabe-tabiin-tabeu-tabiin ve sonraki dönemler) ehemmiyet arz ediyor.
Netice itibarı ile ; bütün İslami ilimler
Hz. Peygamber döneminde olsun daha sonraki
dönemlerde olsun İslam dininin yani Kur’an’ın ve Kur’an’ı bize sözlü- fiili
olarak Hz.Aişe validemizin tabiriyle ‘’yaşayan Kur’an olan’’ Hz.
Resulullah’ın sünnetini kavrama ,yaşama ve aktarma çabasını amaçlamaktadır. Bu
amaç güdülürken, vurguladığımız gibi, Arap dilini, vahiy sürecindeki olay ve
vakıalar, önceki topluluklara ait bilgiler (özellikle ehl-i kitaba ait bilgiler
ve onlarla ilgili inen ayetleri
anlamak) bilgi bütünlüğü açısından
elzemiyet arz eder.
Selam ve saygılarımla .
Mürtaza Trabzon / Yüksek Lisans Öğrencisi 2013-2014/
Öğrenci No:13912724
Bütün Fikrin Gerekliliği
Bilgi en genel manada şuurun bir nesneye
yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet bütünlük arz ederse bizleri doğru,
geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür
etsinler, akıl sahipleri tezekkür etsinler diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin
düşünce’ gayretine davet ederken sonuç olarak bütüncül bir bilgiye ulaşmamız
gerektiğini işaretlemektedir. En başta inanların bunu anlaması gerekir. Bu çabanın
peşinde olmayan inananların dine zararları düşmanlarından daha fazla
olmaktadır. “Görenle görmeyen bir midir?” (Enam:50)
Bütün’e ulaşamamış kimse kör gibidir. Mevlana şöyle bir temsil verir:
“Hintliler bir
fili halka göstermek için getirip karanlık bir ahıra kapattılar. Hayvanı görmek
için o karanlık yere bir hayli adam toplandı. File ellerini sürmeye başladılar.
Birisi eline hortumunu geçirdi:
- Fil bir oluğa
benziyor, dedi. Başka biri filin kulağını yakaladı:
- Fil, yelpaze
gibi bir hayvan, dedi. Filin ayağını yakalayan ise:
- Fil bir direğe
benziyor, dedi.
Bir başkası da
sırtına dokunmuştu:
- Fil, taht
gibi, dedi.
Herkes filin
neresine dokunduysa ona göre anlatmaya başladı.”
Bunun gibi
Kur’an’a muhatap olanların kimi onu yalnızca bir sevap kaynağı, kimi de fenni
ilimler için bir keşif kaynağı sanmışlar ve temel gayeyi göz ardı
etmişlerdir.
Bizleri
bütünlüğe kavuşturacak sağlam kaynaklarımız vardır. Yeter ki o asli/esas
kaynaklarımıza muhatap olurken çok yönlü ve donanımlı olmamız gerektiğini
bilelim. Onun hidayet ışığını taşıdığımız zaman karanlık aydınlanacak hakikat
meydana çıkacaktır. Yüce Allah varlığın her yönüyle ilgilenmiştir. Yani ilmiyle
her şeyi kuşatmıştır. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak insanın eşya ve
hadiselere mana verirken bütüncül bir yaklaşıma ihtiyacı vardır.
Sonuç olarak;
İslam dini var olanı bütünlük içinde kavramıştır. Müslüman bütüncül bir bilgi birikimine sahip olmalıdır. Ama ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. İnsanın anlama kapasitesi sınırlıdır. Bunun için müşterek bir çalışma yapmak gerekmektedir. Zira yüce kitabımız Kur’an’ın hakkıyla anlaşılması bütüncül bir bilgiye sahip olmakla mümkündür.
Adı: Fikret
Soyadı: AKMAN
Öğrenci No: 12912768
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi içinde
yaşadığımız dünyayı ve olayları yorumlamak ve yönetmek için
uyguladığımız bir dizi anlayış, kavrayış ve genellemeler ile bize güçlü bir kavrayış ve bakış açısı
kazandıran her türlü zihni faaliyettir. Bilgi,
sosyal olaylarda karşımıza çıkan eylem ve olayları anlamamıza yardım eden işaret ve kodlamalardır. Bilgi, insanların ve
organizasyonların etkin bir biçimde eylem gerçekleştirmeleri için sahip
olmaları gereken kapasitedir. Bilgi, deney, tecrübe, yorum ya da fikrin bir
araya gelmesi ile oluşan enformasyondur. Bilgi, sosyal olaylarda, karar ve
eylemler için uygulanmaya hazır yüksek değerde bir enformasyon şeklidir. Bilgi
kişisel anlamda düzenlenmiş enformasyondur ve genelde deney ve tecrübelerin bileşiminden oluşur. Sosyal
olayların nedenlerini doğru bir şekilde kavramamıza ve en doğru ya da en güzeli
seçmemize yardımcı olan anlama, kavrama ve akıl yürütme aşamalarında isabetli
karar almamız bilginin, sistematik bir biçimde işlenmesi, Gözlem ve tecrübelerle yeniden şekillendirilmesi
halinde mümkün olabilir. Bilgi kolayca
biriktirilip saklanamaz. Bilgi bilgisayarlardan daha çok insanların beyninde
yer alan şeylerdir. Bilgi, hammaddelerde olduğu gibi, ihtiyaç duyulduğunda
işçilerin kullanımına sunulabilmesi için genellikle, depolanamaz, kodlanamaz veya istiflenemez. İnsan aklı ile
işlenmediği sürece değersizdir ve bilgi haline gelmez. Bilgi, insan aklı ile
enformasyonun işlenmesi, yaratılması, düzenlenmesi veya kullanılmasıdır. Allah
her şeyi bilmektedir ve insanın bilgisi Allah'ın bilgisinin yanında çok az bir şeydir. Kur' an-ı Kerim' de
bilgi değişik formlarda kullanılmıştır.
Allah mutlak
bilendir. Allah'ın bu bilgi içinde insana bildirdikleri
sayesinde insan, kâinata hükmedebilmektedir. Vahiy kültürü de Allah'ın insana kendi bilgisinden bildirmesi sayesinde
oluşmuştur. İslam bilimleri olarak görülebilecek
disiplinler kelam, fıkıh ve fıkıh usulü, tefsir ve hadistir. Bu bilimler, din
olarak doğrudan İslam’a ait inanç, ibadet, ahlak, haram-helal konularını
incelemektedir. Hz. Peygamber’in hayatı (siyer) ve sonraki islam tarihi, tarih
boyunca ortaya çıkan düşünce ekollerini inceleyen mezhepler tarihi, islam
bilginlerinin hayatını ele alan rical tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında
kullanılan arap dili ve belağatı islam bilimleri çerçevesine dahil
edilmektedir. tefsir ilminin kendisinden faydalandığı birçok bilim dalı
bulunmaktadır. Ancak tefsir ilminin diğer bilim dalları ile olan ilişkisi
yalnızca bunlarla sınırlı değildir. Bu bilimler haricinde tefsirin kendilerine
kaynaklık ettiği, malzeme sunduğu bilimler de yer almaktadır. Örneğin tefsir
disiplinin Kur’an ayetlerini açıklaması, fıkıh, kelam ve daha birçok bilim
dalına materyal sağlamaktadır. Çünkü bilindiği üzere İslamî İlimlerin temel
kaynağı Kur’an-ı kerimdir. Tefsir sadece ayetlerin indiği anda ne
kastettiklerini ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Tefsirin ortaya çıkardığı bu
anlamların yorumlanması ve Kur’an’ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara
taşınması fıkıh ve kelam disiplinleri tarafından yapılmıştır. Kur’an’ın
içeriğinde yer alan ahlak, siyaset, itikat, hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin
ayetlerin yorumlanıp sistemli hale getirilmesi bu disiplinler tarafından
gerçekleştirilmiştir. Kur’an’da yer alan ahlak, siyaset ve itikat konularının
yorumlanması ve değişik zamanlarda yaşama taşınması işlemi kelam disiplini
tarafından; genel anlamıyla hukuk ve ibadet konuları ve bu alanlara ilişkin
ayetlerin sistemli bir şekilde yorumlanması fıkıh disiplini tarafından; tefsir
de dâhil olmak üzere bütün disiplinlerin izleyeceği yöntem, Kur’an ibarelerinin
anlamlarını ve değerlerini belirleme, ortaya koyma ve bunları hayata
yansıtmanın önemi ise fıkıh usulü tarafından geliştirilmiştir. İlimler her ne
kadar tasnif edilseler de aralarındaki ilişki hiçbir zaman kesintiye
uğramaz. Çünkü yapısı gereği fıkıh, tefsir ve hadisten ayrılamaz. Çünkü ana
maddeleri bu iki kaynaktır. Bir ayetin maksadı anlaşılmadan, nüzul sebebi
bilinmeden ayetten hüküm çıkarmak mümkün değildir. Hadis hiçbir zaman Kur’an
ile çelişmez. . Bilgi kaynağı olması
bakımından vahyin ikinci kısmı olarak nitelediğimiz peygamberimiz tarafından bildirilen bilgilerin güvenilirliği noktasında her hangi bir şüphe yoktur. Kelam da fıkhı geliştirmekle yükümlüdür,
fıkıh da kelam için bir konu alanı teşkil eder. Kısacası her ilim dalı birbiri
ile yakın bir ilişki halindedir.
2013-2014 Yüksek Lisans Öğrencisi Hacı Turan DEMİRCİOĞLU 12912775
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi sözlük manası arapça (ع-ل-م) kökünden türetilmiş öğrenme, araştırma, üzerinde çalışılan içerik ve perspektife göre pek çok çeşitte anlamlar içeren bir kavramdır. Bilinçli varlık olan insanın kendini ve dışındakileri anlama bilme yeteneğine bilgi denir. Veya öğrenme, araştırma veya gözlem sonucu elde edilen gerçek ilkelerin bütününe verilen isimdir. Veya doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevalarının tümüdür. İslami terminolojide genel olarak el-İlm veya el-ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır.[1]
Kur’an-ı Kerimde bilgi en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir. Burada kelime tam manasıyla tek gerçek olan hakka dayandığı için mutlak ve objektif bir geçerliliğe sahiptir. Vahiyle özdeşleşen anlamıyla ilim kesin bilgi demektir. Bu bilgi sayesinde cahiliye(bilgisizlik) çağının kapatıldığı imasıyla kelimenin anlamı (değer) mefhumunu da ihtiva edecek şekilde genişletilir.’’Sana ilim geldikten sonra onların heveslerine uyarsan…’’ [2] Ayetindeki ilim ile ’’ Ey insanlar, size rabbinizden bir burhan geldi…’’ [3] Ayetindeki burhan kesin ve kanıtlanmış bilgiyi ifade eder.
Kur’an-ı Kerim’ e bilginin değeri açısından bakıldığında bilgide kesinlik mefhumunun öne çıktığı görülür. İlme’lyakin ayne’l yakin hakka’l yakin terimlerinin geçtiği ayetler bu bakımdan dikkat çekicidir. Bilgi bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken ve yorumlarken lazım olan bilginin bütünüdür. Bu dini konuda olunca iş daha da önemlidir. Dini bir bütün olarak anlayıp yaşamak için, dini metinlerin kapsamlı ve doğru anlaşılması Fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, Arap Dili ve Belagati gibi ilimlerin de bütüncül anlaşılıp değerlendirilmesi gerekir. Bilgi bütünlüğü yanlış anlamalardan ve yanlış değerlendirmelerden uzak olmamızı sağlar. Kur’an’ı Kerim’in doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınması gerekir. Dini bir bütün olarak ele almak elzemdir. Özellikle bir konuyu bir ayet ve bir hadisten yola çıkarak anlamaya veya anlatmaya çalışmak çok yanlış olur.
Bizde güzel atasözü vardır: ‘’Yarım doktor candan yarım hoca dinden eder.’’ Ben buna ‘’yarım avukat da maldan eder’’ sözünü ilave etmek istiyorum. Aslında tüm yaratılanın tek bir bütüne ait parçalar olduğunu bilmek, bu bilinçle hareket etmek önemlidir. İslam bir bütündür, ya tam kabul edilir veya hiç kabul edilmez, bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek, Müslüman zihin bütünlüğünün olmaması anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman Allah Teâlâ (c.c.), İslam’ın bir bütün olarak kabul edilmesini istemektedir; aksi halde imanın geçersiz olacağını ifade etmektedir. Şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab’a iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” [4] Kur’an ve sünnet birbirinden ayrılmaz bir bütünün (İşlâm’in) iki parçasıdır. Sünnetin anlaşılması için Kur’an’a mutlaka ihtiyaç olduğu gibi, Kur’an’ın yorumu için de sünnete mutlaka ihtiyaç vardır. Zira Kur’ân-i Kerim, Allah Teâlâ’dan sonra Hz. Peygamber’e itaati ve onun sözünü dinlemeyi pek çok yerde emretmektedir. Hz. Peygamber’e itaat etmeyenlerin ve onu üzenlerin yaptıkları hayırlı işlerinin dahi boşa gideceğini, Allah’a ve elçisi Muhammed’e (sallallahü aleyhi ve sellem) itaat edenlerin cennete girecekleri, Allah’ın onları nimetine gark edeceği ve kurtuluşa eren ve de başarıyı elde edenin onlar olacağını haber vermektedir. Bütün bu sayılanların aksine hareket edenlerin ise büyük bir sapıklığa düşecekleri, acı bir azap içerisinde sonsuza dek cehennemde kalacakları bildirilmektedir
2013-2014 Yüksek Lisans -Abdullah ARSLAN-12912771
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Kur’an Rabbimizin bir kelamıdır. Rabbimiz, Peygamberimiz(S.A.V.) zamanında toplumu şekillendirirken her an sahabeleri yönlendirmektedir. Şu olayı hatırlamak yerinde olacaktır:
Hz. Ebubekir ile Hz Ömer yolda giderken efendimizin bir akrabasına uğruyorlar. O kişi ağlıyor, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer kadına “efendimiz öldüğü için mi ağlıyorsun?” diye sorunca kadın “vahiy kesildiği için ağlıyorum.” cevabını veriyor.[1]
Sahabe ile Rabbimiz sürekli iletişim halindedir; teşvikler, destekler, azarlamalar, Müslüman olmayanların tutum ve durumlarından haber vermesi vs. Kuran bir nevi kayıta geçirilen canlı tarihtir.
7.y.y.’a ait fikirlerinin daha doğrusu uygulamaların dünyanın dört bir tarafında aynen Kur’an metninden yola çıkarak uygulanmasının gerçekçi olmadığı meydanda. Yasama, yürütme, yargı konumunda Kur’an evrensel değildir. Yani sadece metnin, tüm sorunlarımıza çare sunacağı gibi bir hataya düşmemeliyiz. Kur’an metnini biz, Allah olduğunu kabul edersek, ilk dönem sahabelerine iltimas geçildiğini söylemek durumunda kalacağız. Halbuki Allah duruma, şartlara, mekana göre her an yeni kanunlar vaz ediyor. Burada Kur’an’ı anlamak için ayetlerin iniş mekanını, yerini, şartlarını iyi gözlemlemeliyiz. Konuyu bağlamından koparmamalıyız. Ayet ne için indi ise ondan farklı zorlama yorumlara gitmemeliyiz.[2]
Sadece metnin yetmediğine delil, Hz Ömer ve Hz Ebu Bekir’in örnekleridir. Onlar Kur’an’ın şartlarını iyi okumuşlar ve ganimetin savaşa katılanlara dağıtılması emri var iken o ganimeti beytü’l-mala koymuşlar, Hz Ebubekir de zekat vermeyen Müslümanlar ile savaşa gitmiştir.
Bu delillerin sunulmasından kasıt vahiy gelmeye devam etse idi yapılmış olan bu iki işin emri verilirdi. Bunun delili de şudur: Nüzulü iyi okumak; yani şartlara göre değişen konumdur.
‘‘Kur’an, realiteden kopmuş değildir. O zaman yapılması gereken Kur’an’a verdiğimiz kimlik ki o da; metinden yararlanmak suretiyle toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmek...’’[3] Biz bundan ‘‘Kur’an, FITRATA uygun olmak zorunda’’ olduğunu anlıyoruz.
Kuran ışığından yararlanmasını bilenler, insanı ve insanlığı kurtarır. Hz Ebubekir ve Hz. Ömer örneklerinde olduğu gibi. Sorunları Kur’an’a çözdürmek, onun ilkelerini merkeze alan donanımlı bireylerin meydana getireceği bir eylemdir.
İki Kur’an var. Birincisi 23 senede peyderpey inen, duruma şartlara uygun konuşan Kur’an. Diğeri bu inişten sonra kendisine anlam yüklenen Kur’an. Bu ikinci Kur’an’ a Allah’ın otoritesi yüklendi.[4]
İslam bir bütündür, ya tam kabul edilir veya hiç kabul edilmez, bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek, Müslüman zihin bütünlüğünün olmaması anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman Allah Teâlâ (c.c.), İslam’ın bir bütün olarak kabul edilmesini istemektedir; aksi halde imanın geçersiz olacağını ifade etmektedir. Şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab’a iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.”[5] Kur’an ve sünnet birbirinden ayrılmaz bir bütünün (İşlâm’in) iki parçasıdır. Sünnetin anlaşılması için Kur’an’a mutlaka ihtiyaç olduğu gibi, Kur’an’ın yorumu için de sünnete mutlaka ihtiyaç vardır.
[1] Müslim, 2454, İbni Kayyım el-Cevziyye, Zadu’l-Mead, İklim Yayınları: 1/80
[2] Halis ALBAYRAK, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak
[3] Halis ALBAYRAK, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak
[4] Halis ALBAYRAK, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak
[5] Nisâ:4/136
Murat CAN: 12912777
YÜKSEK LİSANS
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Müslüman bireyin, önce İman, sonra amel
için yeteri derecede bilgi donanıma sahip olması gerektiği malumdur. İslam geleneğinin üzerine kurulduğu ilk kaynak Kur'andır. Kur'an ile birlikte Sünnet, Sahabe
sözleri ve icma’ metinsel kaynaklar olarak rivayet formunda sonraki nesillere aktarılmıştır. Bu kaynakları işlemek ve geleneği sürdürmek amacıyla çeşitli akademik
disiplinler oluşmuştur. Bu disiplinler Kelam, Fıkıh,
Hadis ve Tefsir olarak sıralanabilir.
Bunlar ihtiyaçlar doğrultusunda gelişim gösterdiler ve birbirlerinden -tamamen olmasa da- ayrılarak kendilerine ayrılan alanlarda çalışmalarını sürdürdüler. Tefsir, Fıkıh ve Hadis disiplinleri, İslam geleneğinde kaynakların
yorumlama sürecinin birbirini tamamlayan belli aşamalarını oluştururlar. bütün bu ilimlerin başlangıcında o ilmin
tanımı yapılırken “hata Yapmama” veya “Kişiyi Hata Yapmaktan Koruma” şeklindeki bir amaç ve gaye edinildiğine vurgu yapıldığını görmekteyiz.
İlk dönemlerde İslam ilimleri farklı alanlara ayrılmamıştı ve o devirdeki
ilim ehli de ilimlerin tamamıyla ilgileniyordu. Günümüz de olduğu gibi belli
bir konu veya ilim dalında branşlaşma yoktu. Yani şahıslar bir bilgi
bütünlüğüne sahiplerdi. Gerek hadis, gerek tefsir ve gerekse de fıkıh tarihine
baktığımız zaman, bu ilimlerin önde gelen âlimlerinin aynı şahıslar olduğunu
görürüz. Günümüzde
Temel İslam ilimleri ayrı ayrı usulleri ve kuralları olan birer disiplinler –ilim
dalları- olarak ele alınsalar da birbirlerinden tamamen bağımsız değillerdir.
Öncelikle bu ilimlerin, ilk neş’et ettiği kaynağın tek olması ve bu kaynağın
daha iyi anlaşılmasına yönelik olarak bu ilimlerin ortaya çıkmaları dolayısıyla
birbirlerine bağımlıdırlar.
Hadis, peygamberimizin söz, fiil ve takrirlerinden
oluşur. Hadislerin oluşum süreçlerini tamamlayıp amel edilebilir (örneklik
teşkil eder) hale gelmesine ise sünnet denir. Sünnet, kaynak olma itibariyle
İslam’da ikinci temel kaynak konumundadır. Hadis ilmi, sünnete dönüşme
sürecinde, hadisin sübutunu ve güvenirliliğini konu edinir. Hadis ilimleri ile
sübutu ve güvenirliliği teyit edilen sünnet, tefsir ve fıkıh ilimleri için,
Kur’an’ı yorumlamada ve ondan hüküm çıkarmada temel teşkil eder. Bu açıdan
Hadis ilmi, Tefsir ve Fıkıh ilmine kaynaklık eder.
Kur’an’ın açıklanması için geliştirilen disipline
Tefsir denir. Tefsir, klasik dönemde, bütün bir dini ilimler
silsilesinin bir parçası idi ve bu bütün içinde işliyordu.
Tefsir ilmi genel olarak, Kur’an ayetlerinin indirildiği andaki kastedilen
anlamını, indiği zaman dilimindeki koşulları, dilin o dönemdeki kullanım ve
gramer farklılıklarını ve nüzul sebeplerini göz önünde bulundurarak vermeyi amaçlar.
Böylece tefsirde izlenen bu yöntem, Kur’an’ın anlamlarının öznel eğilimlerce
farklı anlamlara çekilmesinin önüne geçmiş olur. Bu açıdan tefsir, ayetlere
açıklama getirirken hadis, tarih ve dil bilimlerinden yararlanır. Tefsir ilmi
Hadis ilminden, peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaları ve nüzul
ortamını bilmek açısından, tarih ve dil ilimlerinden de benzer amaçlarla
yararlanır.
Tefsir Kur’an’dan elde edilen değerlerin değişik
zamanlara taşınması için tek başına yeterli değildir ve Tefsirin Kur’an’ın
anlamını anılan yöntemlerle ortaya koymasıyla Kur’an’ın yorumlanması
bitmemektedir. Bu açıdan tefsir, aynı kaynaktan beslenen fıkıh disiplininin,
elde edilen tefsiri bilgiyi doğru bir şekilde kullanmasına zemin hazırlar. Fıkıh
kitap, sünnet ve diğer (icma ve kıyas) kaynakları kullanarak elde ettiği bilgiyle
Müslümanların hayatlarında izleyecekleri ameli hükümleri ortaya koyar. Böylece tefsirin ortaya
çıkardığı anlamları yorumlamak ve ondan yeni durumlar için normatif
sonuçlar üretmek Fıkıh ilmi tarafından
gerçekleştirilir. Çünkü tefsirin ürettiği bilginin bir yaptırım özelliği
bulunmamaktadır. Fıkıh ilmi, Kur’an’ı anlama sürecini adeta tefsirin bıraktığı
yerden devam ettirerek hüküm üretir.
Sonuç olarak Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimlerinin
gelişimi ile ilgili yaptığımız bu değerlendirmelerden İslam ilimlerinin
birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını görmekteyiz. Kur’an, İslam
ilimlerinin en başta gelen kaynağıdır. Kur’an’ın doğru anlamlarına ulaşmak için
tefsir disiplini geliştirilmiştir. Tefsir de bu anlamları Peygamber ve onun Ashabından
öğrenmek amacıyla hadise ve onların konuştuğu Arapçaya başvurmak zorundadır.
Böylece Tefsir, Hadislerle birlikte İslam’ın en başta gelen kaynağını açıklamış
olmaktadır. Fıkıh ise bu açıklamalarla, Kur’an’ı diğer kaynaklarla birlikte bir
kaynak olarak ele almakta ve yeni durumlar için bu kaynaklardaki bilgilere
uygun hükümler üretmektedir.
Şurası bilinmelidir ki,
İslâm âlimlerinin bütün bu ilim dallarında ortaya koyduğu birikim, tesadüfen
oluşmuş ya da tarihin belli bir döneminden sonra kendiliğinden ortaya çıkmış
değildir. Bu ilim dallarının her biri, temel metot ve hareket tarzlarını Hz.
Peygamber (sav)’in, ashabına yönelik yönlendirme ve uygulamaları oluşturmuştur.
Dolayısıyla bu ilim dallarının her biri, Kur’an’ın doğru anlaşılmasını ve yaşanmasını
temin eden alternatifsiz vasıtalardır. Onlar olmadan Kur’an’ın, murad-ı ilahîye
uygun biçimde anlaşılması da yaşanması da mümkün değildir. Şu halde Kur’an’ı anlama ve yorumlama sürecinde, bu
ilimlerden herhangi birini dışarda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden
herhangi biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin
ötekilerini ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.
Günümüzde bilgi bütünlüğünü sağlamanın en sağlıklı yolu; değişik ilim ve bilim dallarında branşlaşmış ilim adamlarının bir araya gelmeleridir, Bu da dernek, vakıf vb kuruluşlar adı altında kolektif çalışmak suretiyle mümkün olabilir. Hiç şüphesiz iletişim araçlarını ve onlardan gereği gibi istifade etmeği de unutmamalıdır. Çünkü bunlar sayesinde daha çok insanla iletişime geçilir, daha çok meseleye çözümler üretilir. İlimlerin ve bilgi alma yöntemlerinin bir bütün olduğu unutulmamalıdır.
Kaynak: Kur'ân ve Bağlam - Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
Bilginin
bütünlüğünü bilimsel tanımlarla değil de tefsir, hadis, fıkıh usûlleri
üzerinden ele almak istiyorum. Hepsinin ortak noktasının Kur’an’dan hareketle
Şari’nin maksadının anlaşılması olarak söyleyebilir miyiz?
Bu
ilimleri birbirinden ayrı düşünemeyiz, zaten tefsir başlangıçta hadis ilminden
bir parça idi. Bu ilimlerin hiç biri ayrı ilimler olarak başlamadılar.
Hadis, tefsir,
fıkıh birbirinden bağımsız olmamışlardır, hicri ikinci ve üçüncü asır hepsinin
ortak bir şekilde geliştiği, çeşitlendiği, en fazla eserlerin verildiği dönem
olmuştur. Çünkü bu üç ilim de ortak tarih içinde, ortak insan topluluğu içinde,
ortak ihtiyaçlar dahilinde icra ediliyordu. Biri ilerlemiş diğeri durmuş
değildir, hepsi eş zamanlı devam etmiştir.
Fıkıh
tefsire ve hadise, tefsir hadise ihtiyaç duyar, mesela ayette bildirilen ulu’l
emrin müçtehit anlamını çıkarmak için tefsire, ya da icmaın delil olması için “ümmetim
hata üzerinde birleşmez” (Tirmizi, 9/11) hadisine ihtiyaç vardır. Tefsir ilmi
ile meşgul olan birçok müfessirin önce hadis, fıkıh, hadis usulü, fıkıh usulü,
tarih gibi diğer ilimleri önce öğrendiklerinin zikredilmesinin sebebi bu
olmalıdır. Bu demektir ki, hadis usulü terimleri bilinmeli ki tefsirde mevcut
rivayetler değerlendirilebilsin (mu’dal, munkatı vs.). Fukahayı Seb’a’nın
mürsellerinin en sahih mürsel sayılması, Said ibn Müseyyeb örneğinde olduğu
gibi.
Tefsir
okumalarında ravi isimlerini doğru telaffuz edebilmenin yolu hadis usulündeki
mu’telif ve muhtelifleri bilmekten geçer. Mesela İbn Hacer’in Tabsiru’l Muntebeh
bi Tahriru’l Muştebeh’i bu konunun en iyilerindendir.
Hadis
usulünde meydana getirilmiş çeşitli sahalardaki kitaplar, (ravilerin dizini,
isimlerinin farklı okunuşları, künyeleri, lakapları, cerh ve tadile ait
bilgileri içeren bütün külliyat tefsirin destekçisidir.
Bilginin
bütünlüğü ilimlerin terminolojilerine tam vakıf olmayı da gerektirmektedir.
Birbiriyle ilişkili ve bütünlük arzeden ilimlerde kelimelerin sözlük ve
terminolojik anlamlarının aynı olmama ihtimali, hatta anlamların zamanla farklılaşmış
olma ihtimalleri bilginin bütün olarak elde edilmesini gerektirir.
Sonuç
olarak zikrettiğimiz usuller üzerinden her ilim kendi çalışmasını yaparak hem
kendine hem diğerine katkı sunarken ortaya çıkan da bütün bir bilgi olmuş
oluyor.
Bilginin Bütünlüğü:
Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlm yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.
Bilgi bütünlüğü: Bir bilgiyi yorumlarken lazım olan bilgi şümulü.
Bilimsel çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması "bilgi bütünlüğü"ne bağlıdır. Bu bütüncül açı kişiyi hataya düşmekten korur.
Alim olmak bir ilim sahasında ihtisaslaşırken o saha ile irtibatlı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Örneğin tefsir ilmi ile iştigal eden bir kimsenin gramer, tarih, belagat, hadis, senet vb. ilimleri bilmesi gerekir.
Bilim tarihine genel hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin olmadığını müşahade ederiz. Bu bilginler günümüzdekinin aksine, birçok alanda söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.
Günümüz tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki "tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.
Fakat zamanla bu birliktelik ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya başlamıltır.
Gerek tefsir, gerek hadis, gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde söhret bulmuşlardır.
İslam dininde bilimler her ne kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gigi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre gelişmişleridr. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin bilgi ifade eder.
Günümüzde dini ilimlerin her birinde mutahassıs olmak oldukça zordur. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kollektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir.
Kaynaklar:
Müslüman kültüründe bilgi bütünlüğü: Aydın kudat
İslam bilimlerinde yöntem, ünite 3
Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir tarihi
MÜCELLA
TEKİN / 12912776 / YÜKSEK LİSANS
Bilginin
bütünlüğünü bilimsel tanımlarla değil de tefsir, hadis, fıkıh usûlleri
üzerinden ele almak istiyorum. Hepsinin ortak noktasının Kur’an’dan hareketle
Şari’nin maksadının anlaşılması olarak söyleyebilir miyiz?
Bu
ilimleri birbirinden ayrı düşünemeyiz, zaten tefsir başlangıçta hadis ilminden
bir parça idi. Bu ilimlerin hiç biri ayrı ilimler olarak başlamadılar.
Hadis,
tefsir, fıkıh birbirinden bağımsız olmamışlardır, hicri ikinci ve üçüncü asır
hepsinin ortak bir şekilde geliştiği, çeşitlendiği, en fazla eserlerin
verildiği dönem olmuştur. Çünkü bu üç ilim de ortak tarih içinde, ortak insan
topluluğu içinde, ortak ihtiyaçlar dahilinde icra ediliyordu. Biri ilerlemiş
diğeri durmuş değildir, hepsi eş zamanlı devam etmiştir.
Fıkıh
tefsire ve hadise, tefsir hadise ihtiyaç duyar, mesela ayette bildirilen ulu’l
emrin müçtehit anlamını çıkarmak için tefsire, ya da icmaın delil olması için
“ümmetim hata üzerinde birleşmez” (Tirmizi, 9/11) hadisine ihtiyaç vardır. Tefsir
ilmi ile meşgul olan birçok müfessirin önce hadis, fıkıh, hadis usulü, fıkıh
usulü, tarih gibi diğer ilimleri önce öğrendiklerinin zikredilmesinin sebebi bu
olmalıdır. Bu demektir ki, hadis usulü terimleri bilinmeli ki tefsirde mevcut
rivayetler değerlendirilebilsin (mu’dal, munkatı vs.). Fukahayı Seb’a’nın
mürsellerinin en sahih mürsel sayılması, Said ibn Müseyyeb örneğinde olduğu
gibi.
Tefsir
okumalarında ravi isimlerini doğru telaffuz edebilmenin yolu hadis usulündeki
mu’telif ve muhtelifleri bilmekten geçer. Mesela İbn Hacer’in Tabsiru’l
Muntebeh bi Tahriru’l Muştebeh’i bu konunun en iyilerindendir.
Hadis
usulünde meydana getirilmiş çeşitli sahalardaki kitaplar, (ravilerin dizini,
isimlerinin farklı okunuşları, künyeleri, lakapları, cerh ve tadile ait
bilgileri içeren bütün külliyat tefsirin destekçisidir.
Bilginin
bütünlüğü ilimlerin terminolojilerine tam vakıf olmayı da gerektirmektedir.
Birbiriyle ilişkili ve bütünlük arzeden ilimlerde kelimelerin sözlük ve
terminolojik anlamlarının aynı olmama ihtimali, hatta anlamların zamanla farklılaşmış
olma ihtimalleri bilginin bütün olarak elde edilmesini gerektirir.
Sonuç
olarak zikrettiğimiz usuller üzerinden her ilim kendi çalışmasını yaparak hem
kendine hem diğerine katkı sunarken ortaya çıkan da bütün bir bilgi olmuş
oluyor.
Nazım Çetin, Yüksek
Lisans.
05.01.2014
Öğrenci No: 12912769
Bilgi Bütünlüğü
Bilgi Bütünlüğü bilginin saklanması veya
iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış
olması durumudur. Bilginin saklanması veya açık/kapalı iletişim ağlarından
iletimi sırasında içerik açısından herhangi bir değişime uğratılmamış olması,
özgün halinde korunmasıdır.
Bilgi Bütünlüğü: Bir
konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca
bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde
değişikliğe uğramamış olması durumudur.
İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve el-ma'rife terimleriyle
ifade edilen bilgi daha ziyade bilen (özne) ile bilinen (nesne) arasındaki
ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak
anlaşılmıştır.
İlim devam etmekte olan bir süreçtir.
Geçmişi, anı ve geleceği vardır. Bu bakımdan onu bu bütünlük içinde ele almak
lazım. Konusu Allah’ın kelamı olan Kur’an
ve onun lafızlarından murad edilen manayı bulup ortaya çıkarmak olduğu
için “ Eşrefu’l ulum” diye nitelenen
tefsir de böyle bir bütünlüğe sahiptir.
Kur’an,
insanlık tarihinde en önemli medeniyetlerden biri olan İslam kültür be
medeniyetinin temel kaynağıdır. Kur’an ilmin insan için bir şeref vesilesi
olduğunu söylemektedir.[1]
Öncelikle Kur’an’a göre ilmin ne
olduğuna bir bakalım. Kur’an vahye ilim demektedir.[2] Hz.
Peygamber’e şöyle dua etmesini
söylemektedir ; “ Deki : Rabbim ilmimimi artır.”[3]Bütün
bunlar İslam’ın ilme, bilgiye ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Sahabe-i Kiram Kur’an ve vahiy sevdalısı
kimselerdi. Aynı şekilde onlar Hz.
Peygamber’e de büyük bir muhabbetle
bağlıydılar. Vahiy onların hayatının bir parçası idi. Vahye bu kadar
bağlılıkları onların hayatını değiştirdi. Vahiy geldikçe hayatları anlam
kazanıyordu. Hatta gelen vahyi kaçırmamak için hane-i saadette nöbet tutuyorlardı.
Şu
olay, Sahabe’nin Kur’an sevgisini bizlere güzel bir şekilde anlatmaktadır: Hz.
Peygamber daha yeni ebedî âleme irtihal etmişti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’le
birlikte Ümmü Eymen’in ziyaretine gitmişlerdi. Yanına vardıklarında bu yaşlı
kadın ağlıyordu. Onu bu halde görünce
“Niçin ağlıyorsun, Allah’ın Rasûlü’nün Allah katında ereceği mükâfatın
daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? Diyerek onu teselli etmek istediler.
Bunun üzerine vahiy sevdalısı bu kadıncağızın dilinden şu sözler döküldü: “ Bilmez
olur muyum? Elbette ki Allah’ın elçisi, sonsuz güzelliklere ve yüceliklere
ermiştir. Ben onun ölümüne değil, onun ölümüyle vahyin kesilmesine ağlıyorum.”
Bu söz onları da hüzünlendirdi ve onlar da ağlamaya başladılar.[4]
Şu
ayet , ashabın vahiy karşısındaki durumunu
münafıklarla mukayeseli bir şekilde anlatmaktadır: “ Yeni bir sure
indirildiğinde münafıklardan bazıları; ‘ Bu inen kısım hanginizin imanını
artırdı acaba? diterekvahyi küçümserler. Fakat mü’minlere gelince, bu, onların
imanını ve sebatını artırır, sevinip birbirlerini müjdelerler.’[5]
Kur’an, ilk Müslümanların
karşılaştığı engeller, muhaliflerle yaptıkları savaşlar ve İslam davetinin
geçirdiği aşamalarla ilgili bizlere önemli tespit ve uyarılarda bulunur. Bütün
bu anlatımlarda Kur’an’ın kalplere işleyen ve vicdanları harekete geçiren bir
anlatım tarzı vardır. Dolayısıyla bunlarda esas olan tarihi bir hadisenin
nakledilmesi değildir. Aksine bütün çağ ve dönemlerde yaşayan müminlere yönelik
ikaz ve ibretler söz konusudur.Hadiselerin ötesinde gizlenmiş bulunan değerler
ortaya konuluyor ve böylece insana çıkarması gereken dersler hatırlatılıyor.
Müminlerin savaş atmosferinde
yaşadıkları iç çalkantılar , imani hayatlarındaki teslimiyet veya
gevşeklikler, işte bütün bunlar ayetlerde
tasvir edilmektedir. Böylece nesiller boyunca insanın karşılaşacağı
benzer zorluklar, psikolojik gelgitler karşısında izleyeceği yol ve
yöntemler ortaya konmaktadır.
Bilgi Bütünlüğünü Kur’an
açısından ele aldığımızda vahyin nazil olduğu sosyolojik ortam, toplumsal yapı,
o dönemde yaşayan insanların psikolojik durumları, ayetlerin sebebi nüzûlleri, ayetlerin bize
ulaştırılması esnasındaki nakil durumu, ayetleri Hz. Peygamber (s.a)değerlendirilmesi,
ayetleri sahabenin değerlendirilmesi, ayetlerin hadislerle birlikte değerlendirilmesi, bizden önce yaşamış olan
alimlerimizin ayetleri değerlendirmeleri ve bu hususta göz önünde
bulundurulması gereken her şeyin bir bütün halinde değerlendirilmesidir.
Günümüzde tefsir ve
müfessir için çok muazzam bir birikim, malzeme ve kaynak bolluğu mevcuttur. Bu
hazine en güzel şekilde tümü birlikte değerlendirilmelidir.Tefsirin
salt bir rivayet, nakilcilik ve hikaye etme olmayıp, yorumlama; Kur’an’ın lafız
ve manaları üzerinde, muteber yöntemlerle kafa yorma, görüşler ve öneriler
üretme, “tedebbür”, “ta’akkul” ve
“tezekkür”de bulunma anlamlarını kapsadığından haraketle, kendi
çağımızın ihtiyaç ve meselelerini, onların
ibare ve terkiplerini tekrarlamakla değil, ama, onların sorun çözücü ,
dinamik yöntemlerinden ilham alarak karşılama yoluna girmeliyiz.[6]
[1] Bakara; 2/31.
[2] Bakara; 2/120.
[3] Taha; 20/114.
[4] Müslim, Fedâilü’s-sahabe, 103.
[5] Tevbe; 9/124.
[6] Roger Garaudy, 20.yy Biyografisi,çev.A.Zeki Ünal, Fecr Yayınları,1989,s.292.
Bilginin bütünlügü
Bilimsel çalışmalarda kişi her hangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması ve iyi meyve vermesi, “Bilgi Bütünlüğü”ne bağlıdır. Çalışmasına bütüncül bir bakışla giriş yapabilmesi de buna bağlı olduğu gibi. Bu bütüncül açı, kişiyi ilim ederken ve işlerken hataya düşmekten korur. İslam dinine müteallik gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler olsun gerek gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin girizgahlarında o ilmin tanımı yapılırken “hata Yapmama” veya “Kişiyi Hata Yapmaktan Koruma” şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz.
Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.
Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır. Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir. Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar. Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere yada taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir
Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.
Tarihi seyir içerisinde İslam dininin Müslümanlara bıraktığı maddi ve manevi miras zenginliğidir. Bu zengin miras Müslüman olan bütün kavimlerin ortak eseridir. Müslüman kültürü ilmiyle, imanıyla ameliyle bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde formülize edenler de vardır.
Bilgi bütünlüğünün, neticelere göre ortaya çıkan bir değer olması daha sahici ve kalıcı gibi gelmektedir. Ancak burada dini alandaki ilmi çalışmalarda özellikle temel ilke usulleri olan alanlarda farklı birden fazla neticelerin doğması sorunu öncelikle haletmek gerek. Misal vermek gerekirse İslami ilimlerden herhangi birinde yapılan çalışmada elde edilmek istenen amaçlar farklı farklı olabilir. Maddi, manevi sosyal psikolojik v.s. gibi. Bana göre amaçlar faklılaştığı oranda o ilmi çalışmada bütünlük de o derce dağılır. “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen iş, aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. Peki başta “Allah rızasına nail olmak” idealini bir tarafa bıraktıktan sonra, ilmi çalışmalarda özellikle de dini ilimlerin gaye ve yardımcı dallarında bütünlüğü sağlayacak slogan terkip ne olabilir? İşte burada az önce anılan ilim dallarının hemen hemen hepsinde ille-i gaiyye kavramı gözümüze çarpmaktadır. “Hata yapmamak”. Bana göre Müslüman kültüründe bilginin bütünlüğünün omurgasını teşkil eden bu terkiptir. Bu terkip üzere bina edilen/ edilmeye çalışılan iş bütüncül olur. Nitekim Müslüman kültürünün beslendiği değer kaynaklarımıza baktığımızda hep bu sihirli terkibe vurgu yaptıklarını görmekteyiz.
İslamî ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım bu noktada bir bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye, şuur ve bilincin hep melhuz olduğu görülmektedir. İslamî ilimlerde bilgi bütünlüğünü sağlayan işte bu mülahazadır. Elbette bu mülahaza var ve diri durdukça o ilim alanıyla ilgili çalışma yapılırken alanın temelini teşkil eden usul ve temel ilkeler daima göz önünde tutulacaktır. Aslında Müslüman kültüründe “hata yapmama” düşüncesi ki, gaye-i illiye yani amaç ve hedef-sonuç konumunda olmasına rağmen kişiye, işe giriş yapmadan önce de bir bütüncül bakışı kazandırır. Bu bütünlük vasfı özellikle din ilimleri adına daha önemi haiz olduğu görülmektedir.
Her
müslüman önce İman, sonra amel için yeteri derecede bilgi ve birikime sahip
olmakla yükümlüdür. İlmihal olarak tabir edilen bilgi bütünü aslında bir
müslümanın yaşam içerisinde ihtiyaç duyacağı bilgilerden müteşekkildir. İlgi
bütünlüğüne güzel bir örnek teşkil eden ilmihal; akaid esasları, fıkhi ve
ahlaki normların bir araya getirilmesinden meydana gelmektedir. Biri olmadan
diğeri eksik kalacak olan bu bilgiler ilmihal diye tabir ettiğimiz bütünü
oluşturmaktadır. Prof. Dr. Ahmet Nedim
SERİNSU’nun ilim, irfan ve hikmet kavramları üzerine örneklendirdiği bilgi
bütünlüğü Hz Muhammed’in Şeriatı bağlamında inceleyecek olursak cenab-ı
peygamberden bu yana ortaya konan bütün bir islam aleminin ortaya koyduğu
çalışmalardan müteşekkildir. Allahın emirlerini, Kur’an-ı Kerimi hakkıyla
açıklayabilmemiz için Sünnet ve hadislere, tarihsel bilgi ve bizden öncekilerin
bize taşıdığı nakillere muhtacız. Allah’tan geleni bize bildirme makamında
olmasından dolayı şari’ noktasında olan peygamberin sözlerini tam manasıyla
anlayabilmek için yine sahabelerden gelen rivayetlere ve dönemin tarihsel
bilgisine sahip olmamız gerekmektedir. Dil sisteminin dinamik yapısınıda
dikkate aldığımızda bilgi bütünlüğünden bağımsız yapılacak dini ve tarihi
okumalar şüphesiz eksik kalacak, kastedilen mefhumu hakkıyla ortaya
koyamayacaktır. Geçmiş dönem islam alimleri birçok alanda ihtisas görmüşlerdir.
Günümüzde bu belki imkan dahilinde değildir; ancak yine de birbiriyle
bağlantılı olan disiplinlere hakim olmak islam kültürünün öngördüğü “alim”
kavramının önemli bir özelliği konumundadır.
2013-2014 YÜKSEK
LİSANS ÖDEVİ
TAHİR EROL
YÜKSEK LİSANS
ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO: 13912726
MÜSLÜMAN
KÜLTÜRÜNDE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ
Her müslüman önce İman, sonra amel için yeteri derecede bilgi ve birikime sahip
olmakla yükümlüdür. İlmihal olarak tabir edilen bilgi bütünü aslında bir
müslümanın yaşam içerisinde ihtiyaç duyacağı bilgilerden müteşekkildir. İlgi
bütünlüğüne güzel bir örnek teşkil eden ilmihal; akaid esasları, fıkhi ve
ahlaki normların bir araya getirilmesinden meydana gelmektedir. Biri olmadan
diğeri eksik kalacak olan bu bilgiler ilmihal diye tabir ettiğimiz bütünü
oluşturmaktadır. Prof. Dr. Ahmet Nedim
SERİNSU’nun ilim, irfan ve hikmet kavramları üzerine örneklendirdiği bilgi
bütünlüğü Hz Muhammed’in Şeriatı bağlamında inceleyecek olursak cenab-ı
peygamberden bu yana ortaya konan bütün bir islam aleminin ortaya koyduğu
çalışmalardan müteşekkildir. Allahın emirlerini, Kur’an-ı Kerimi hakkıyla
açıklayabilmemiz için Sünnet ve hadislere, tarihsel bilgi ve bizden öncekilerin
bize taşıdığı nakillere muhtacız. Allah’tan geleni bize bildirme makamında
olmasından dolayı şari’ noktasında olan peygamberin sözlerini tam manasıyla
anlayabilmek için yine sahabelerden gelen rivayetlere ve dönemin tarihsel
bilgisine sahip olmamız gerekmektedir. Dil sisteminin dinamik yapısınıda
dikkate aldığımızda bilgi bütünlüğünden bağımsız yapılacak dini ve tarihi
okumalar şüphesiz eksik kalacak, kastedilen mefhumu hakkıyla ortaya
koyamayacaktır. Geçmiş dönem islam alimleri birçok alanda ihtisas görmüşlerdir.
Günümüzde bu belki imkan dahilinde değildir; ancak yine de birbiriyle
bağlantılı olan disiplinlere hakim olmak islam kültürünün öngördüğü “alim”
kavramının önemli bir özelliği konumundadır.
EMRE YILDIZ / Yüksek
Lisans / Özel Öğrenci
Bilgi,
günlük hayatımızda sıkça yer bulan kavram olmasına rağmen bilginin tanımını
yapmak gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Çünkü, zamana ve değişen koşullara göre de gelişen/genişleyen
bir kavramdır. Önceleri bilgi insanı şekillendiren, haber değeri taşıyan bir
olgu iken günümüzde bilgi bir üretim faktörüdür ve alınıp satılma özelliğine
sahiptir. Bilgi, bir bilim dalına göre bir seçim yapmamız söz konusu olduğunda
gereksinim duyduğumuz şey iken, diğerine göre ise geçmişten gelen haber veya
var olana dair kavramdır. Zihnin herhangi bir biçimde resmi veya gayri resmi
olarak iletilen, kaydedilen, yayınlanan fikirlerin gerçek ve hayali
ürünleridir. Genel olarak ise bilgi; öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan
aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat.
Bütünlük
(bütünsellik) sözcüğü ise bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve
düşünülen şeyleri kaplayan anlamlarındandır.
Bu konuda bilginin elde edilmesi, anlaşılması ve işlenmesi
konusunda üzerinde durulması gereken husus, “Bilginin Bütünlüğü”dür. Yukarıda
yapmış olduğumuz tanımlara bakıldığında bilimlerin bilgiyi elde etme veya
işleme konusunda farklılık gösterseler de, bu bilgi alanlarının diğerleriyle
olan ilişkisi ise bilginin bütünlüğünü göstermektedir. Bilgi bütünlüğü;
bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca
bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde
değişikliğe uğramamış olması durumudur.
İslam
dinine müteallik gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler olsun gerek
gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin birbirleriyle iletişim halinde
olduğunu görmekteyiz. Hadis ilmi bilgiyi, rivayetlerle
günümüze taşırken; Tefsir ilmi bu bilgiyi anlamaya ve yorumlamaya çalışmış;
Fıkıh ilmi ise diğer bu iki ilmin kazanımlarını kullanarak bilgiyi işlemiştir.
Bu da gösteriyor ki bilginin işlenmesi veya iletilmesindeki farklılıklar
aslında onun daha iyi anlaşılması için farklı filtrelerden geçirilerek
süzülmesi işlemidir.
Alim
olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan
ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Tabi ki, bu vasfın
fikri, ahlaki, ictimai gibi birbirini tamamlayan yanları da vardır. Kişiyi,
ilmi sahasında bilgiyi işlerken, pratiğe yansıtırken hataya düşmekten
korur. Bilgi bütünlüğüne misal, bir kişi tefsir alanında
ihtisaslaşmaya dönük bir çalışma yaparken mesela gramer, tarih, belağat, hadis
ve senet gibi ilimleri bilmelidir. İslamî ilimlerinden hangisini ele alırsak
alalım bu noktada bir bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir.
İlim,
iman ve amel bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde
formülize edilebilir. İmam Buharî,
El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve
“Fe’lem ennehu la ilahe illa’llah (Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur)1
anlamındaki
ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir2. Bilgi olmadan Allah’ı,
Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. “Allah
ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”3 Ayetinde yer alan
Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin
yansımasıdır.
Farklı
ilimlerin farklı usullerle işledikleri bilgi, değer anlamında da diğer başka
ilimlerde kendilerine yer bulmaktadır. “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen
iş, aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada
ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. Bilginin bütünlüğünün
omurgasını teşkil eden bu düzendir. Bu düzen üzere bina edilen/ edilmeye
çalışılan iş bütüncül olur. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye, şuur ve
bilincin hep var olduğu görülmektedir. İslamî ilimlerde bilgi bütünlüğünü
sağlayan işte bu mülahazadır. Zaten kaynak olarak tek bir nokta (Kur’an-ı Kerim)
da birleşen bu ilimleri birbirlerinden bağımsız düşünmemizin imkanı yoktur.
Bunu tarihsel süreç içerisinde görmemiz mümkündür. İslami ilimlerin gelişme
veya duraklama dönemlerine bakıldığında paralellik göstermektedir. Bu da
aralarında süregelen etkileşimin en somut örneğidir.
Zira
Kur’an’ın anlaşılmasında, özellikle Kur’an’ın kendini bağlı addettiği bilimler
bütünlüğünü gerektirir. Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz
konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı önem arz etmektedir. Zira
dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.
1 Muhammed
süresi, Ayet: 19
3 Talak
süresi, Ayet: 12
KAYNAKLAR
• Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam,
Şule Yay. Kasım 2012 İstanbul
• Wikipedia.org,