Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

   Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat[1] demektir. Filozofların hayvan-ı natık, mutasavvıfların da hayvan-ı aşık olarak adlandırdıkları[2] insanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik; onun bilgiyi elde etme arzusudur. Bizim buradaki çalışmamızın kapsamı; dünyevi ve beşeri bilgi olmayıp kaynağı ilahi olan bilgidir. İslami ilimler olarak da adlandırabileceğimiz bu bilgiler aslında tek bir bilgi kaynağını anlamak ve gereğini yaşamak için birer vesileler hükmündedir. Yani kısaca; bütün kitaplar tek bir kitabı (Kur’an) anlamak için okunur ve yazılır. İslam her yönüyle tevhid dinidir. Bunun mucibince bilgi de tevhid etrafında kümelenir. Fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat gibi ilimlerin tahsil edilmesi nihai hedefler değildir. Bütünlükten bahsedilirken kastedilen anlam; bütün bu bilgilerin bir bilgi etrafında dönüp dolaşması ve ilahi bilginin anlaşılmasıdır. Ayrıca bilginin bütünlüğü, tahrifata uğramadan doğru bir şekilde mesajının bize ulaşması demektir.

   Bütüncül ve kapsamlı bilgiye ulaşmak bilgiyi elde ederken yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden kurtulmamıza yardımcı olur. Dünya ve ahiret bütünlüğü dinin özünü teşkil eder. Bilgi, iman ve amel birbirine mükarin şeylerdir. Aynı şekilde dini metinlerin kapsamlı ve doğru anlaşılması için Fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, Arap Dili ve Belagati gibi ilimlerin de bütüncül değerlendirilmesi gerekir.

   Kur’ân-ı Kerim satırlarda ve sadırlarda tevatüren günümüze kadar ulaşmıştır. Şunu unutmamak lazımdır ki Kur’an tek başına doğru bilgiye ulaşmamız için yeterli değildir. murad-ı ilahiyi anlamak için sahih sünneti de dikkate almak durumundayız. İmam-ı Evzai’ye nispet edilen ‘sünnet Kur’ân üzerinde belirleyicidir, Kur’ân sünnet üzerinde değil’ ifadesi bu gerçeği özlü bir tarzda izah etmektedir. Ayetlerin sebeb-i nuzulünü bilmeden, ashab-ı kiramdan dan gelen rivayetleri dikkate almadan sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız.

   İlk dönem alimlerimiz bu bütüncül yaklaşımın farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh sarf nahiv ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi eski alimlerimizin ansiklopedik ve bütüncül bilgiye önem verdiklerini bize göstermektedir.Yine aynı şekilde Abdullah b. Mes’ûd (r.a) Abdullah b. Abbas (r.a) gibi sahabeler hadis, tefsir ve fıkıh ilminde otorite kabul edilmiştir. Her şeyden bir şey, bir şeyden her şey bilmek, bütüncül bir bikrime sahip olmak, dini bilginin bütünlüğü açısından kaçınılmaz olsa gerek.

     Kur’an’ı  doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını  ifade eden bu bilgiler âyetlerin  hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da  âyetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki âyetleri bu doku içinde görmek, onları  anlamamızı kolaylaştırır. ‘Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir’[3] ayetinin nüzül sebebini bilmeden okuduğumuzda ve bu hükmü uyguladığınızda İslam bir terör dini olarak ortaya çıkar.

  Kur’an’ı anlamaya çalışırken üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır. Kur’an, Arapça’nın  imkanları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit gibi edebî tarzları kullanmaktadır.

 Kur'an'ın doğru bir şekilde algılanmasında bir diğer husus da Allah Rasulü'nün uygulamaları çok önem arz etmektedir. Kuran kendi indiği dönemde bile zaman zaman yanlış anlaşılmıştır ki zamanımızda yanlış anlaşılma ihtimali daha çoktur. Mesela; "İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar (var ya) işte onlar için güven vardır. Doğru yolda olanlar da onlardır"[4], ayeti indiği zaman bu ifade, sahabelere ağır geldi. Hz. Peygambere gelerek dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Hangimiz nefsine zulüm etmiyor ki''. Bunun üzerine onlara şöyle cevap verdi:  "Ayette sizin zannettiğiniz şey kastedilmiyor, Salih kul Lokman'ın oğluna ne dediğini duymadınız mı'' ? "Ey oğulcuğum! Allah'a şirk koşma, zira şirk en büyük zulümdür". Yani, imanlarına şirki bulaştırmayanlar" , demek istenmiştir. Verilen örnekte görüldüğü gibi, imanla ilgili olan bu ayetin doğru anlaşılması için Rasulullah'ın yaptığı bu kavram düzeltmesi sayesinde sahabenin söz konusu ayeti yanlış algılamalarını önlemiştir.

  Hz. Peygamber, Kur'an'da bildirilen hükümlerin, gerek kendisinin açıklayarak uygulaması veya ashabından birilerinin uygulamasını onaylaması suretiyle kolay algılanmasını/anlaşılmasını sağlamıştır. Söz konusu uygulamalarla ilgili bazı örnekleri vermek faydalı olacaktır: Kur'an'ın namaz emrini ashabına uygulamalı olarak göstermek üzere Hz. Peygamber minbere çıkıp namaz kılmış ve "bunu, bana uyup kıldığım namazı kılasınız" diye yaptığını söylemiştir. Ümmetine de" Beni nasıl namaz kılar gördüyseniz öylece kılın" hitabıyla namazın keyfiyeti konusunda kendisinin örnek alınmasını ve kıldığı şekliyle kılınmasını istemiştir. Ayrıca camide namazı hızlı kılan bir adama Hz. Peygamber, namazı yeniden tekrarlamasını söylemiş, başka türlü namaz kılmasını bilmediğini söyleyen bu adama namazı baştan sona kadar tarif etmiştir.

  "Sabah'ın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın". ayetin maksadını yanlış anlayan Adiy b. Hatem'e, Hz. Peygamber, ayetin açıklamasını yaparken, beyaz iplikten maksadın, gündüzün aydınlığı, siyah iplikten maksadın ise, gecenin karanlığı olduğunu bildirmiş, böylelikle sahur vaktinin, fecrin girişine kadar olduğu anlaşılmıştır.

  Abdullah b. Mesud (r.a) der ki : " Bir gün Allah Rasulü (s.a.s) bize bir çizgi çizerek, bu Allah'ın yoludur, dedi. Ondan sonra sağlı sollu çizgiler çizerek, bunlar ise, şeytan'ın yollarıdır. Her yolun başında kendisine çağıran bir şeytan vardır'', dedi. Akabinde de : "Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. (Başka) yollara uymayın, zira o yol sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte (kötülükten) sakınmanız için Allah size bunları emretti ", ayetini okudu. Hz. Peygamber, söz konu ayetin daha kolay anlaşılabilmesi için ashabına çizgi şeklinde yollar çizerek hak yolun bir, batıl yolların ise, çok çeşitli ve şeytanın yolları olduğunu açıklayarak örneklendirmeye dayanan bir öğretim metodu kullanmıştır.

    Yaşadığımız asırda bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkansız gözükmektedir. Bunun yerine kolektif çalışma biçimi geliştirerek her bir ilim dalı uzmanları bir araya gelerek ortak bir konsensüs oluşturmaları ve bütüncül bilgiyle hakikatin peşine düşmeleri hakikate giden en uygun yol olsa gerek…

 

 2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

ŞABAN KESECİ

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO: 13912720

 



[1] http://www.tdk.gov.tr

[2] Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat 2012 sh 305

[3] 9 Tevbe Suresi /5

[4] 6 En’am Suresi  /82


0 Yorum - Yorum Yaz


2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

MUSTAFA DİŞLİ

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO: 13912725

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

   Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat demektir.

   Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken ve yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

   Bütüncül ve kapsamlı bilgi yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. O konuyla ilgili bir ayet yahut bir hadisten yola çıkarak o konu hakkında hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin konularını anlamaya ve anlatmaya çalışmalıyız.

   Kur’an’ı Kerim’i ve dini bir bütün olarak okumak: Kur’an’ı Kerim’in doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınması gerekir. Kur’an’ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılması gereği aslında islam’ın  ilk gününden beri bilinen ve yeri geldikçe âlimler tarafından önemle vurgulanmış bir husustur. “Kur’ an tekrar tekrar okununca, en küçük birimi olan harflere, kelimelere, yan cümlelere, ara cümlelere, cümlelerden müteşekkil ayetlere ve bu ayetlerin oluşturduğu daha büyük pasajlara kadar her kur’an parçasının başlı başına görevler yüklendiği gibi, Kur’an bütünlüğü içinde birbirleriyle bağlantılı yapı oluşturduğu gözlenir[1]” denilerek bir nevi bütünlüğün çerçevesi ortaya konulmaktadır. Dolayesiyle Kur’an’ın parçaları, yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Çünkü bir yerde kapalı olan ifade başka bir yerde muhtasar olarak verilen fikir, diğer tarafta tafsilatlı, bir yerde mutlak olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilir. Örneğin namazın farz oluşu, sadece Kur’an’daki “ve ekımussalate” ifadesinden değil, namaz kılanları metheden[2], kılmayanları kınayan[3], namazın, ferdin davranışlarındaki olumlu etkisini dile getiren ifadelerin[4] tümünden hasıl olan kuvvetli ve kesin delillerden,Kur'an'ın namaz emrini ashabına uygulamalı olarak göstermek üzere Hz. Peygamber  çıkıp namaz kılması ve "bunu, bana uyup kıldığım namazı kılasınız" diye yaptığını söylemiş ve" Beni nasıl namaz kılar gördüyseniz öylece kılın" hitabıyla namazın keyfiyeti konusunda kendisinin örnek alınmasını ve kıldığı şekliyle kılınmasını istemesinden çıkarılır. Bunu açmak gerekirse, bir kişi herhangi bir konuda sadece bir ayetten ya da bir hadisten faydalanarak hüküm verirse bu, kişiyi yanlış yola sürükler. Kişi bunun yerine konu hakkındaki bütün Kur’an ve hadislerden yararlanarak daha isabetli bir hüküm vermelidir. Yine tövbe hakkında sadece peygamberimizin “ Günahından tövbe eden kişi, hiç günah işlememiş kimse gibidir.” Hadisini ele alarak ve tövbenin kabulü ile ilgili ayet ve başka hadisleri de dikkate almadan meseleyi anlayamaz ve anlatamayız.

   Kur’an’ı  doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de Sebebi Nüzul’dür. Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını  ifade eden bu bilgiler ayetlerin  hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nazil olduğunu anlatır. Bu da  âyetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki ayetleri bu doku içinde görmek, onları  anlamamızı kolaylaştırır. Ayetlerin sebebi nüzulünü bilmeden, ashabı kiramdan da gelen rivayetleri dikkate almadan sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız.

   Kur’an’ı anlamaya çalışırken üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır. Kur’an, Arapçanın  imkânları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit gibi edebî tarzları kullanmaktadır.

   Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir.

 

 



[1] Doç.Dr. Halis ALBAYRAK, KUR’AN’IN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE KUR’AN’IN KUR’AN’LA TEFSİRİ, Şule yayınları 1996, İst.

[2] Mü’minun, 9,

[3] Maun,4,5,6

[4] Ankebut,45


1 Yorum - Yorum Yaz



AYSUN ÖZSUNAR

                                                                                                                                                                YÜKSEK LİSANS/ 13912727

 

 


 

 

 

BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ ÇERÇEVESİNDE TEFSİR, HADİS VE FIKIH USULU

 

   Kur’an-ı Kerim, vahyin son halkası olup insanlığı her iki dünyada mutluluğa ulaştıracak prensip ve esasları içerir. Ancak bu mutlu sona ulaşmak, öncelikle Kur’an-ı Kerim’in doğru olarak anlaşılıp yorumlanmasına, sonrada uygulanmasına bağlıdır.

 

   Kur’an ilimleri, Kur’an-ı Kerim’i tüm yönleriyle ele alır. Bu ilimler, Kur’an’ın doğru anlaşılması için, Kur’an’la ilgili veya Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmaların  oluşturduğu bir bilgi alanıdır. Kur’an ilmlerinde bilgi bütünlüğü esastır. Bilgi akışı Kur’an disiplinlerinde içiçedir, birbirinden bağımsız, parçacı bir anlayış yoktur.

 

   Bilgi temelde insanın varlık ontolojisiyle ilgilidir. İnsan yapısı gereği, duygu, düşünce, olgu, olay kısacası farkında olduğu herşeyi anlamak, zihnine takılan sorulara cevap bulmak, kendini gerçekleştirmek ister. İşte insanın varlığını sürdürmesi, kendine ait uygarlığını oluşturması bilgi sayesinde olur. Kendi varlığının farkına varan insan, doğal olarak etrafında olanlarında farkındadır. Dış dünyadaki varlıkların zihnimizde bıraktığı izler bilgiyi oluşturur.

 

  ‘’İnsan, özne olarak bilen bir varlıktır, bilmek ister…Kendini ve kendisi dışındaki şeyleri, nesneleri bilmek ister. Çünkü nesneler, bilinmesi gereken şeylerdir. Öyle ise nesne araştırılan şeydir, yani insan bilgisinin konusudur. Dolayısıyla bilgi, özne ile nesne arasında kurulan bir bağdan doğmaktadır. İnsan bu bağı, bilgi edimleri (fiil-acte) ile kurar. Yani bilgi özneden nesneye, insandan nesneye doğru yönelen bilinçlilik halidir. Bilgi fiilinin olabilmesi için öznenin bilgi konusuna yönelmesi şarttır. Çünkü yönelme olmadan bilgi olmaz.’’[1]

 

  Bilgi bütünlüğü kavramında, ‘’‘’Bütün’’ kelimesi, Türkçe’de tam, eksiksiz, parçalanmamış, parçalandığında hüviyeti değişen, birtakım niceliklerin toplamı anlamını ifade etmektedir. ‘‘Bütünlük’’ ise, bütün olma hali anlamındadır. ‘’[2] Kur’an-ı Kerim bütünlüğü, Kur’an’ın tüm özelliklerini, Kur’an’ı tüm alt dalları ile bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kur’an’ı Kerim’i anlamlandırmada, Kur’an-ı oluşturan kelime, cümle, ayet, sure bazında parçalara indirgeyip anlama yerine, Kur’an’i cümleler ile oluşan bütünlük, tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, Kur’an’i cümleler ve sureler arasındaki bütünlük, surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlük gibi topyekün bir anlama yapılmalıdır.

 

   İslami Bilimlerde, bilgi kaynağı sağlam ve güvenilir olmalıdır. Kaynağı bilinmeyen bilginin sağlıklı bir şekilde değerlendirlmesi mümkün değildir. İslami bilimlerde; vahiy, hadis-sünnet, icma ve diğer alimlerin görüşleri bilginin kaynaklarını oluşturmaktadır.

 

  Vahyi bilgi, Hz.Muhammed’e vahiy yoluyla gelen Kur’an’i bilgidir ve gelen vahiy peygamberimiz tarafından vahiy meleklerine yazdırılmıştır. Hz.Muhammed ile birlikte vahiy kapısı kapanmış olduğundan, Kur’an dışındaki, müslümanların tarihleri boyunca ürettiği tüm bilgiler beşeri bilgilerdir. Dolayısıyla üretilen bu bilgiler  tenkit ve tahlile açıktır.

 

  İslam bilimleri, islamın tabiatından çıkan, Kur’an ve sünnetten kaynaklanan, temeli, amacı, tarzı ile kendine has bir kimliği ve özelliği olan bilimlerdir. Bu çerçevede Temel İslam Bilimleri olarak görülebilecek disiplinler tefsir, hadis, kelam, fıkıh ve fıkıh usuludür.Bu bilimler, din olarak doğrudan İslam’a ait inanç, ibadet, ahlak ve haram,helal konularını incelemektedir. Hz.Peygamber’in hayatı(siyer), daha sonraki İslam Tarihi, tarih boyunca ortaya çıkan düşünce ekollerini inceleyen Mezhepler Tarihi, İslam alimlerinin hayatlarını ele alan Rical Tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan Arap Dili ve Belegat ve diğer bazı bilimler yardımcı İslami Bilimler veya dolaylı dini bilimlerdir.

 

  İslamın ilk döneminde, müslümanlar tarafından Kur’an ve sünnette kullanılan bilgiler daha çok dini konulara ilişkin münferit olayları araştıran bilgiler olup sistemli ve bir disiplin halinde değildi. İlimleri tasnifinden  önceki dönemlerde ençok tefsir, hadis, fıkıh ilgili eserler yazılmış, yazılan bu eserlerde merkezi bir yer işgal eden eserlerin başında hadis literatürü gelmiştir. İslam düşünce tarihinde, görüşlerin ve yazıların sıralandığı, düzenlendiği, belli konular ve özellikler çerçevesinde dizilmesi Abbasiler dönemindedir. Bilimlerin tasnif edilmeye başlandığı III. asrın sonları ile IV. asrın başlarına kadar birçok itikadi ve siyasi mezhep oluşmuş ve farklı görüşleri destekleyen pekçok Kelami eser kaleme alınmıştır. Başlangıçta içiçe olan tefsir, hadis, fıkıh terimleri, daha sonraki dönemlerde, bağımsız bir bilimdalı anlamıyla teknik anlamlarını kazanmışlardır. Aristo’nun eserlerinin Arapça’ya çevrilmesiyle birlikte, İslam dünyasında sistemli dini bilginin dışında Müslümanlara ait olmayan bilginin varlığı anlaşıldı. Böylece felsefe ve diğer yabancı bilimlerde ilim sınıfına dahil edildi.

 

    Müslümanlar, Kur’an’ın ilmi teşvik edici emirlerine uygulamaya çalışmışlar, İslamı yaymak için kısa sürede dünyanın çeşitli yerlerine fetihler yaparak, fethettikleri yerlerdeki insanlığın ortak birikimi olan ilmi mirası alıp değerlendirmeye ve geliştirmeye çalışmışlardır. Ali Sami en-Neşşar, İslam düşüncesinin oluşumunu ele alan eserinde bu durumu şöyle açıklamaktadır:

 

  ‘’Kur’an ve Hz.Muhammed’in (s.a.v) ilme teşvik edici buyrukları sayesinde, Müslümanlar, fethettikleri ve galebe çaldıkları tüm bir dünyaya karşı, Kur’an’a yönelip onu okumaya ve üzerinde düşünmeye başladılar. Kur’an’ın ayetleri ise, ‘’çok yönlü anlamlar yüklü’’ydü. Herkes ‘’ona istediği anlamı’’ veriyordu. İlahi nassın derinliklerine kadar inen bu tefekkür ve tedebbürden sonra İslam düşünce yapısı şekillenmeye başladı. Bu çerçeve içerisinde insanlar değişik yollar ve metodlar izlemeye koyuldular. Ama herşeye rağmen tüm bu yolların dayandığı asıl kök birdi ve o da Kur’an’dı. İslami hayat, tümüyle Kur’an’ın yorumundan ibaretti. Kur’an’ın ameli (pratik) hayata yönelik kanunlarından fıkıh doğdu. Ona, metafiziği irdeleyen bir kitap olarak bakıldığında kelam ilmi ortaya çıktı. Bir lügat, bir dil olarak mütalaa edildiğinde ise dil ilmi diye bir etkinlik alanı ortaya çıkmış oldu. Bu şekilde örnekler arttırılabilir. İşte İslami ilimler, Kur’an’i çerçevede doğdular, aynı çerçevede olgunlaşıp geliştiler ve kemale erdiler. Karşılaştıkları değişik ümmetlerin sahip oldukları ilim alanlarına karşı eleştirilerini yahut desteklerini yine Kur’an’ın ışığında tesbit ettiler.’’[3]

 

  Tefsir Usulü

 

  İslamın en önde gelen kaynağı Kur’an’ı Kerimdir. Kur’an’nın pek çok tarifi vardır. Kur’an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz.Muhammed’e Arapça olarak indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmediği aciz kaldığı arapça muciz bir kelamdır.

 

  Kur’an’ı Kerim vahiy yoluyla Allah tarafından peygamberimiz Hz.Muhammed (a.s.)’a, 610 tarihinde Hira mağrasında tek başına tefekkür halinde iken inmiştir. Kur’an, Hz.Peygamber’in dili olan Arapça ile, Cebrail tarafından yirmi üç yıl süreyle parça parça indirilmiştir.

 

  Kur’an’ı Kerim, Ashab tarafından ezberlenerek ve vahiy katipleri tarafından parça parça malzemeler üzerinde yazıya geçirilerek inirildiği gibi korunmuş, parça parça olan bu yazılar Hz.Ebu Bekir tarafından mushaf haline getirilmiş, Hz.Osman tarfından da, mushaf çoğaltılarak çeşitli şehirlere gönderilmiş,  bütün müslümanların elinde tek bir kitap olarak günümüze kadar  gelmiştir.

 

  Kur’an’ın tefsiri, anlaşılması ve yorumlanmasına ait çabalar, onun rehberliğinde bir hayat yaşamasına, müslümanların zihin, duygu ve inanç duygularında sürekli canlı tutulmuştur. Bu çabalar, müslümanların ilmi faaliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturmuştur. Tefsir Usulu İlmi, Kur’an’ın anlaşılmasına ve yorumlanmasına yardımcı olmak maksadıyla belli yöntemler ve metodlar tavsiye etmektedir.

 

  Tefsir kelimesinin kökü hakkında farklı iki görüş vardır.Bunlardan biri; "فسر" kelimesi, sözlükte bir şeyi açıklamak, ortaya çıkarmak, üzeri örtülü bir şeyi açmak gibi manalara gelir. Diğeri "سفر"  ‘ise, Araplar arasında kapalı bir şeyi açmak, aydınlatmak, ortaya çıkarmak manalarında kullanılır Arap bir kadın yüzünü açtığında, "سفرت المرئة"  derler. İki kökte benzer anlam taşır. Taklib sanatı gözönüne alınarak, تفسير kelimesinin bu iki kökten türediği söylenebilir. Emin el-Huli : ‘’…سفر و فسر  mastarlarının her ikisinde de keşfetmek, ortaya çıkarmak anlamı vardır. Ancak, سفر  kelimesi maddi zahiri bir keşf, فسر  sözcüğünde ise manevi bir keşf sözkonusudur.’’[4] Diyerek mana ile ilgili olması bakımından تفسر lafzının فسر ‘dan türemiş olduğunu ileri sürmektedir.

 

  Usul ‘’asl’’ kelimesinin çoğuludur. Sözlükte temel, esas, dayanak ve kök manasına gelir. Kaide ve delil gibi anlamlarıda vardır. Terim olarak ise, ‘’hükmü tek başına sabit olup, başkasının kendi üzerine bina edildiği şey’’[5] diye tarif edilmiştir.Buna göre Usul, ‘’…herhangi bir ilim dalıyla alakalı bilgilerin sistemli bir şekilde yerleştirilmesinde kullanılan belli esas ve metodlar demektir.’’[6]

 

  Tefsir İlmi, insanlığı hem bu dünyada hem de ahirette mutluluğa kavuşturan, Yüce Allah’ın Kur’an’ı Kerim’den kastettiği manayı, Yüce Allah’ın isteğine uygun bir şekilde anlamak, anlatmak ve ondan faydalı hükümler çıkarılmasını açıklayan bir ilimdir.

 

  Tefsir İlmi, Kur’an ayetlerinin indiği ortamın şartları çerçevesinde anlaşılmasını ve açıklanmasını amaçlar. Hz.Peygamber ve sahabe dönemindeki ilmi faaliyetler başlangıç dönemini oluşturur. Hz.Peygamber, Kur’an’ı ilk tefsir eden kişidir. Hz.Peygamber, değişik vesilerle Kur’an’la ilgili açıklamalarda bulunmuş ancak tamamını tefsir etmemiştir. Hz.Peygamber ve sahabe Kur’an’ı Kerim’i hem sözleriyle hemde eylemleriyle tefsir etmişlerdir. Ashap anlayamadıkları yeri, Peygamberimize sorup öğreniyorlardı. Hz.Peygamber sahabelere onar ayet ezberlettiriyor, bu ayetlerle amel etmelerinden sonra, yaşamlarına aktarıldıktan sonra, diğer on ayete geçiyorlardı. Hz.Peygamberin vefatından sonra, Kur’an’ın açıklanmasıyla, bu konuda öne çıkmış bilgili, kavrayışı keskin sahabiler meşgul oldu. Sahabenin Kur’an tefsiri kaynakları, Hz.Peygamber, Arap dili ve edebiyatı, müşahedeleri, yahudi ve hıristiyan alimleri olarak sayılabilir. Sahabe’nin ayetlerin nuzul sebebleri ile ilgili müşahedeleri sonraki nesiller için Kur’an Tefsiri açısından önemlidir. Sahabe döneminde tefsirle ilgili görüşlerin ve açıklamaların büyük bir kısmı Abdullah b.Abbas’a dayanır. Hz.Muhammed ve sahabe döneminde yapılan ilk tefsir çalışmaları, hicri II.asrın sonları, ile III.asrın başlarından itibaren yeni bir oluşum sürecine girmiştir. Tedvin süreci dediğimiz bu süreçte, tefsir çalışmaları genel olarak rivayet ve dirayet olmak üzere iki yaklaşım doğrultusunda gelişme göstermiştir. Hz.Peygamber’den, sahabeden, ve tabiinden nakledilen rivayetlere göre yapılan tefsirler rivayet tefsirleri, nakilden ziyade akla başvurularak yapılan tefsirede dirayet tefsirleri denir.

 

  Müslümanlar on beş asır boyunca Kur’an’ı anlamak ve yorumlamak için çaba göstermişlerdir. Kur’an’ın sağlıklı bir şekilde tefsirinin yapılması için tefsir ilmine ihtiyaç vardır. Sözkonusu ilmin amacı, kendi hususları tesbit etmek, ilkeleri ortaya koymak, kendi metodolojisine uygun olarak Kur’an’ın hem lafzi hemde içsel manalarının anlaşılmasında yardımcı bir unsur olarak kullanmaktadır.

 

  ‘’Şunu belirtmek gerekmektedir ki, bir taraftan kaynak itibariyle Mutlak varlıktan gelen ilahi vahyin, bir beşer aracılığı ile, beşer bir dille, beşere aktarımı ve bunun tarihsel akılda karşılık bulması ve hayata taşınması; diğer taraftan da belli bir zaman sürecinde indirilen vahyin, o tarihi ortamda –tamamen olmasa da- belli sebeplere binaen indirilmiş olması yani meydana gelen bir kısım problemlerin çözülmesi veya Hz.Peygambere yöneltilen bazı soruların vahiyle cevaplanması vb. hususlar, Kur’an’ı anlamanın, özellikle onun toplumsal alana ilişkin mesajını kavramanın pek de kolay olmadığını göstermektedir.’’[7]

 

  Kur’an’ı yorumlamaya çalışan her müfessir, kendi döneminin içinde bulunduğu kültürel, siyasi, sosyal olay ve anlayışlardan etkilenmiş, daha çok içinde bulundukları döneme daha etkin çözümler getirmiş, kendinden sonraki dönemlerin ve bu dönemlerdeki ilmi, fikri değişimlerin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamamıştır. Kur’an’ı anlamak için sadece geçmişi günümüze taşımak tek başına yeterli değildir.Elbette ki, geçen on beş asırlık büyük islam geleneğinin tecrübelerinden yararlanılmalı, yeni projeler üreterek Kur’an günümüz anlayışına sunulmalıdır.

 

Hadis Usulü

 

  Kur’an dışında ki , bilgi kaynakları vahiy kaynaklı değildirler. Bunların başında Rasulullah’ın sözlerini ve yaptıklarının içeren sünnet gelmektedir.

 

  Hadis sözlükte, konuşulan söz, kıssa, haber ve yeni anlamına gelmektedir. Terim olarak, Hz.Muhammed’in söz, fiil ve takrirlerini bildiren haberlerin tamamı demektir. Takrir, Hz.Muhammed’in başkalarında görüp de itiraz etmediği davranışlar için kullanılır. Hatta bazı hadis alimleri bu bilim dalının kapsamını, Hz.Peygamberi’in fiziki yapısı ile sahabe ve tabiinin yani sahabeden sonra gelen neslin şahsi beyan ve fetvalarıyla ilgili haberlerini de içine alacak şekilde genişletmişlerdir. Bu durumda Hz.Peygamberden rivayet edilen hadislere merfu, sahabeden rivayet edilenlere mevkuf ve tabiinden gelen rivayetlere ise maktu hadis veya haber adını vermişlerdir. Hicri I.asrın sonlarından itibaren Hz.Peygamber, sahabe ve tabiinden gelen haberler, belli bir ayrıma tabi tutulmaksızın genel anlamda eser olarak da adlandırılmaktadır. Yine Hadis ile Sünnet kimi bilginler tarafından farklı olarak mütalaa edilmesine rağmen çoğu zaman her ikisinin de Hz.Peygamberin söz, fiil ve takrirleri için eş anlamda kullanılması yaygınlaşmıştır.

 

  Hadis İlmi, hadis veya haber olarak gelen rivayetlerin Hz.Muhammed’e ait olup olmadıklarını, isnad zincirini ve onları rivayet edenlerinin ahlak ve adalet sıfatlarını inceleyerek tespit etmeye çalışan bir bilimdir. Ravilerin adalet, hafıza gücü (zabt) ve güvenilirlik meziyetleri ve eksik yönlerini inceleyen Cerh ve Ta’dil İlmi; Ravilerin biyografileri, durumları ve tabakalarını inceleyen Hadis Ravileri İlmi, hadislerde görülen mana ihtilaflarını inceleyip çözüme kavuşturan Muhtelifu’l Hadis, hadisin senedinde, metninde ve her ikisinde birden bulunan kusurları inceleyen İlelü’l Hadis; hadislerin anlaşılmasını güçleştiren bir takım kelime ve deyimleri açıklayan Garibu’l Hadis; hükmü kaldırılan ve onun yerine konulan yeni hükümleri inceleyen Nasih ve Mensuh İlmi; hadislerin yazım aşamalarını inceleyen Kitabetü’l Hadis gibi hadis ilmi içerisinde ele alınan alt dallar oluşmuştur.[8]

 

  Hadisin toplanması ve yazılması ile ilgili ilk girişimler bazı sahabiler tarafından yapılmak istenmiş ancak, Hz.Peygamber hadislerin Kur’an’ı Kerim’le karışması endişesiyle ve okuryazarlığında çok gelişmiş olmaması sebebiyle buna izin vermemiştir. Çünkü yazı yazmayı bilenler genelde Kur’an yazımı ile meşgullerdi. Sünnetin cüzi bir kısmı, - Kur’an’ı Kerim birçok hafız tarafından ezberlenip, başka bir şeyle karışma tehlike ve endişesi ortadan kalkınca- , Hz.Peygamber’in izni ile yazılmıştır. Ancak Kur’an’ı Kerim gibi tamamı biraraya toplanmamıştır. İlk dört halife döneminde de, genelde şifahi rivayetlere önem verilmiş, Kur’an’ı Kerim’le karıştırılır, Allah’ın kitabına başka bir kitap eş koşulur kaygısıyla izin verilmemiştir. Hz.Peygamber ve sahabeden sonra; Müslümanların Hz.Peygamber ve ashabına olan samimi bağlılıkları, Kur’an ve Hz.Muhammed’in emir ve buyrukları doğrultusunda bir hayat yaşama arzusu, Müslüman bilinci tarafından canlı tutuldu ve Peygamber’in davranış ve tutumları (sünnet), toplumun gelenekleri olarak yerleştirilmeye çalışıldı. Hz.Peygamberin vefatından sonra yaşanan siyasi anlaşmazlıklar ve bunların ardından Hz.Peygamber’e isnad edilen uydurma hadislerin artması, hadis ilminin doğuşunu hazırlayan sebeblerdendir.

 

  Hadis ilminin ilk aşamasında sahabilere isnad edilen sahifeler söz konusu iken, ikinci aşamada müsned türü eserler, üçüncü aşamada ise musannef ve cami türü eserler ele alınmıştır. Bir disiplin olarak, hadisler kaynaklarına, ravilerin sayısına, sıhhatine, senedinde kopukluk bulunup bulunmamasına, ravilerin güvenirliğine göre bazı kısımlara ayrılmıştır. Peygamber’in Ashab’ın sünnet konusundaki tutumları sünnetin dinde bir kaynak olduğunun isbatıdır. Müslümanlar bir konu hakkında önce Kur’an’a bakmışlar, bulamadıklarında ise Sünnete başvurmuşlardır.

 

  Hz.Peygamber Kur’an’ın anlamlarını en yakından, en iyi bilen ve onları hayata aktaran ilk kişidir. Hadisler, Kur’an daki kapalı ifadelere açıklama, genel ifadelerede sınırlamalar getirmiştir. Hatta Kur’an’ın açıklamasından da öte, onda belirtilmeyen ayrıntılarıda göstermiştir. Örneğin, namaz kılınması Kur’an da emredilmiş, ancak ashab nasıl namaz kılınacağını Hz.Peygamber’den öğrenmiş ve kendinden sonraki nesillerede aynı şekilde öğretmişlerdir. Hz.Peygamber’in abdest, zekat hac gibi ibadetlerle yaptıklarıda bu şekildedir.

 

 

 

 

 

  Fıkıh Usulü

 

  Fıkıh, sözlükte bir şeyi bilmek, iyi ve tam olarak anlamak, derinlemesine kavramak anlamına gelmektedir. İslam’ın ilk dönemlerinde fıkıh kelimesinin kullanımı bu sözlük anlamını korumakla beraber, genelde, Kur’an ve hadis merkezli dini bilgi ve anlayışı ifade eden bir kavrama dönüşmüştür. Fıkıh, dini bilginin gelişip çeşitli bilim dallarının ortaya çıkmasına paralel olarak II./VIII. yüzyılın sonlarından itibaren terim anlamı kazanmıştır. Bu bağlamda fıkıh ilmi, İslamın ferdi ve ictimai hayata dair ameli hükümleri bilmeyi ve incelemeyi konu edinen bir bilimdalı olarak tanımlanmaktadır.[9] Fıkıh Usulü ilmi ise, belli usul  ve yöntemler kullanarak Kur’an ve hadisten hüküm çıkarmanın yollarını öğreten bir bilim dalıdır.

 

  Müslüman hayatların İslami esaslara göre düzenlenebilmesi için, belli bir zihni ve ameli disipline ihtiyaç vardır. Fıkıh ile uğraşan herkesin usule müracat etmesi kaçınılmazdır. Fıkıh Usulu İslam tarihinde müstesna bir yere sahiptir. Fıkıh ile uğraşan herkesin usule müracat etmesi kaçınılmazdır.

 

  İslam Fıkhının usul ve füruna dair temelleri Hz.Peygamber döneminde atılmıştır. Çünkü fıkıhla ilgili hükümler fıkhın ilk iki kaynağı kur’an ve sünnet tarafından doğrudan bildirilmiştir. Bu iki kaynak birbirini tamamlayıcı şekilde çalışmıştır.

 

  İlk dört halife ve Emeviler dönemi ikinci dönem olup, özellikle Emeviler dönemi siyaset-fıkıh ilişkisi bakımdan önemlidir. Siyasi istikrar, maddi gelişmeler, fıkhın toplumsal hayatın problemleriyle yakından ilgilenilmesine ve onlara çözümler üretmesine zemin hazırlamıştır. Vahyin sona ermesiyle birlikte fıkhi faaliyetler, Kitap ve sünnetin sınırlı nassları ve ictihada dayandırılmaktadır. Sahabenin farklı bölgelere yayılması ve buralarda çok çeşitli problemlerle karşılaşmaları üzere içinde bulundukları şartlara göre çözüm yolları üretmişler ve ictihadlarını çeşitlendirmişlerdir. Fıkıh sisteminin teşekkülünü tamamladığı dönemde Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli olmak üzere dört büyük fıkıh ekolü ortaya çıkmıştır. Fıkıh ilmine dair erken dönemde yazılan eserler bize ulaşmamakla birlikte, mezhep imamlarına ait görüşler derlenip belli bir sistematiğe kavuşturulmuş ve dolayısıyla önemli fıkhi metinler ortaya çıkmıştır.

 

  İslam bilimleri, İslamın temel kaynakları üzerine inşa edilmiştir. Bu temel kaynaklar; Kur’an, Sünnet, İcma, Kıyas-ı Fukuha ve diğer ictihat yöntemleri ve örf olarak sayılmışlardır.(Kur’an ve Sünnete yukarıda değinildiğinden tekrar ele alınmayacaktır.)

 

    İcma, bir topluluğun birarada bulunabilmesinin gereği olarak, dini bir konuda müslümanların bir mütabakat ve ittifak ortaya koymalarıdır. Kur’an’ın ve sünnetin dinde delil oluşu gibi konularda mutakabat ilk dönem müslümanlar arasında sağlanmış ve daha sonraki müslümanlar bunlara katılmıştır. Müslümanlar içinde bütün halkın katılacağı icma, beş vakit namaz, Ramazan orucu, zekat ve haccın farz oluşu gibi konulardır.

 

Kur’an ve sünnetteki durumlar, müslümanların karşısına çıkan her yeni durumlar karşısında sınırlı, ancak insanların karşısına çıkan durumlar ise sınırsızdır. Bu olaylara bir hüküm getirmek ancak ictihat ile mümkün olur.

 

  Kıyas, Kur’an, sünnet ve icma üzerine, müctehidin akıl yeteneğiyle yeni hükümler üretmesidir. Müctehid, kaynaklarda verilmiş bir hükmün hangi özelliğe dayandırılarak konulduğunu belirler ve bu özelliğe sahip yeni bir olayla karşılaştığında önceki hükmü yenisine uygular. Kıyasta asıl, fer, aslın hükmü ve illet unsurları içinde bulunmalıdır. Kaynaklardan illeti çıkarmak mümkün değilse, illeti ortaya çıkarmak için ayrıca bir ictihad yapılır. İstihsan, istihsab, maslahatı mürsele, sahabe kavli, örf gibi kaynaklarda yardımcı kaynaklardır.

 

  İstihsan, ictihad yollarından biri olup, İmam Ebu Hanife’nin geliştirdiği bir yöntemdir. İstihsan, bir müctehidin, bir konuda, onun benzerlerinde verdiği hükümden vazgeçmesini gerektiren bir delile dayanarak o hükmü bırakıp başka bir hüküm vermeye karar vermesidir.

 

  Mesalih-i Mürsele, üzerine bir hüküm geliştirildiğinde insanlara bir yarar sağlayan ve bir zararıda gideren durumlardır. Fıkhın en önemli delillerinden biri sayılmıştır. Hz.Peygamberden sonra sahabe  bu delili sıklıkla kullanmıştır. Dinde  insan için gerçekleştirilmesi amaçlanan en genel yararlar maslahat olarak adlandırılır. Bunlar dinin, neslin, canın, aklın ve malın korunması gibi maslahatlardır.

 

  Örf, insanaların çoğunluğunun benimseyip yapmayı alışkanlık haline getirdiği işlerdir. Buna ameli örf denir.Halk içerisinde bazı kelimeler,asıl anlamlarından farklı bir anlamda kullanılırlar ve bu anlam herkes tarafından bilinir.Örf herhangi bir devirde, bütün müslüman ülkelerde  kabul edilirse  buna örf-i amm, bazı müslümanların örfünede örf-i hass denir.

 

  Son Söz Olarak;

 

  İslam Bilimleriyle uğraşan müslüman bilgin, araştırmalarını mutlaka Kur’an’a dayandırmaya çalışmıştır. Böylece Kur’an ve onun getirdiği dünya görüşü, İslam düşünce ve bilmini her bakımdan teorik ve pratik açıdan etkilemiştir. 

 

  Kur’an ve Hz.Peygamber ilme, bilgiye ve öğrenmeye teşvik eden buyrukları doğrultusunda, İslam düşüncesinin yavaş yavaş gelişerek, dinamik ve canlı bir bünyeye kavuşan yapısı, toplumsal, siyasi, ekonomik ve ilmi açıdan içeriden önemli değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. Bu değişim ve düşünceler, çeşitli fikri, itikadi ve siyasi ekollerin kuramsallaşmasına ve bağımsız bilim dallarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Toplumun iç dinamikleri, dış dinamiklerinden daha etkili oldu. Bu gelişmeler islam bilimlerinin yapısını, muhtevasını, metodunu belirlemede birinci derecede rol oynadı.

 

  Kur’an Kerim bilgiyi, öğrenmeyi ve öğretmeyi, biriktirmeyi herhangi bir zaman ve mekan sınırlaması yapmadan bireysel ve toplumsal bir görev kılıp, akletmeye, incelemye, araştırmaya, düşünmeye ibadet olarak bakar ve bu çabaya dini ve ahlaki bir değer verir. Bigi insan için bir erdem olduğundan ve herzaman değişmeye ve gelişmeye müsait olduğundan, her bilenden daha iyi bir bilen vardır. Yani bilgi statik değil dinamiktir. Bundan dolayı, toplumun bütün bireylerin ve katmanların bilgi üretilmesinde ve faydalı bir şekilde kullanılmasında etkin bir rol almaları istenmektedir. Kur’an’la ilgilenen her alim kendi çağının ilmi ve fikri düzeyinde elde ettiği yeni bilgiler ışığında fıtri bir tavırla Kur’an’ı Kerime yaklaşmış ve yaklaşmayada devam edecektir. Kur’an ilimlerine herçağın aktüel bilgisini eklemiş olacaktır.

 

    Tefsir,Hadis, Fıkıh, Kelam gibi  islami her bir bilimdalı, her ne kadar kendi bilgi edinme usulleri ve süreçleri geliştirsede, temel yöntem ve ilkelerde uzlaşarak bütünlük sağlamıştır.Çünkü hepsinin ana kaynağı Kur’an’ı Kerim’dir.

 

 

 

               KAYNAKÇA

 

  • Cerrahoğlu,İ.(1983),Tefsir Usulu,Ankara:Türkiye Vakfı Yayınları

  • Serinsu,A.N.Nisan 2008,Kur’an ve Bağlam,İstanbul:Şule Yayınları

  • Bolay, S.H.(2004), Felsefeye Giriş, Ankara:Akçağ Yayınları

  • Demirci,M.2009,Tefsir Usulu,İstanbul: M.Ü.İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları

  • Karaman,H.1996, ‘’Fıkıh’’, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul:Diyanet Vakfı Yayınları

  • Kandemir,Y.1997, ‘’Haids’’,Tdv İslam Ansiklopedisi, İstanbul:Diyanet Vakfı Yayınları

  • Macit Nadim, ‘’Kelamcıların Kur’an’ı Anlama Yöntemi ve Sorunları’’,İslamiyat,CII,sy;1, Ankara 1999

  • el-Huli Emin, Mısır 1944,et-Tefsir ma’alimu hayatihi menhecuhu’l-yevm

  • el-Curcani,İstanbul 1327, Ta’rifat

  • en-Neşşar, A.S(1999).İslam’da Felsefi Düşünce’nin Doğuşu I-II,(Çev.Osman Tunç),Ankara:İnsan Yayınları

  • Çakan,İ.L.(2011), Hadis Usulü, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları

  • Karakaya,H.(2008),Fıkıh Usulü,İstanbul: İkra Yayınları

  • Ankuzem,2009,İslam Bilimlerinde Yöntem,Ankara: Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Yayınları

 



[1] Bolay, S.H.(2004), Felsefeye Giriş, Ankara:Akçağ Yayınları,s18

[2] Prof.Dr.Ahmet Nedim Serinsu,Nisan 2008,Kur’an ve Bağlam,İstanbul:Şule Yayınları,s205

[3] en-Neşşar, A.S(1999).İslam’da Felsefi Düşünce’nin Doğuşu I-II,(Çev.Osman Tunç),Ankara:İnsan Yayınları, s 319-320

[4] el-Huli Emin, Mısır 1944,et-Tefsir ma’alimu hayatihi menhecuhu’l-yevm,s5

[5] el-Curcani,İstanbul 1327, Ta’rifat,s,22

[6] Prof.Dr.Muhsin Demirci,Tefsir Usulu,İstanbul,s23

[7] Macit Nadim, ‘’Kelamcıların Kur’an’ı Anlama Yöntemi ve Sorunları’’,İslamiyat,CII,sy;1, Ankara 1999,s.113-114

[8] Kandemir,Y.1997, ‘’Haids’’,Tdv İslam Ansiklopedisi, İstanbul:Diyanet Vakfı Yayınları, s15,27-64

[9] Karaman,H.1996, ‘’Fıkıh’’, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul:Diyanet Vakfı Yayınları,13,1-14

 

 



0 Yorum - Yorum Yaz


BİRLEŞİK DOKTORA

ALİ BAHADIR ÖZDEMİR

ÖĞRENCİ NO :13952701

2013/2014 GÜZ DÖNEMİ

                              BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 

  İlim için birçok tanımlar yapılır. Genel olarak insan zihnine (ve gönlüne) konu olan her şey demektir. Sözlük anlamıyla ilim, mutlak olarak bilmek, bir şeyin şuurda hâsıl olması, sağlam olarak bilmek, kesin olarak bilmek, deneyerek bilmek, bir şeyin gerçeğini bilmek manalarına gelmektedir. İslâm âlimlerinin çoğuna göre ilim: “Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “mâlum olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir.”

İlim, insanın vahiy, akıl ve duyu organları aracılığıyla elde ettiği kesin bilgilere denir. İlim, âhiret yolunu dosdoğru gösteren (kılavuzluk yapan) bilgiler topluluğudur. Şerif Cürcânî'ye göre ilim: Gerçeğe ve vâkıaya uygun düşen inanç, bilgi ve kanaattir. Bir şeyi olduğu gibi idrâk etmektir

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                             a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

Bizim burada önemi üzerinde duracağımız ilimler nakli ilimler yani kur’an ve Sünnete dayalı ilimlerdir.

Kur’an, bilgi kaynağı olarak, vahiy  başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. Hayatın gayesi, Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi vasıtalarıyla Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla tanır ve bilir.

Kur’an yaklaşık 23 senede 14 asır evvel Efendimiz(sav)e peyderpey olarak ilahi kelam olarak vahiy edilmiştir.Vahiy, Resulullah’a yöneltilen suallere veya sadır olan vakıa ve hadiselere binaen dönemin meselelerine çözüm ve de sorularına cevap vermek üzere Hak Teala tarafından elçisi Cebrail   vasıtasıyla habibi Muhammed(sav)’e nazil olmuştur. Bu da esbab-ı nüzul ilmini doğurmuştur. Tabi indiği döneme ve insanlarına ışık tutarken aslında Kur’an daha sonraki nesillere ta ki ile yevmi’d-dine bir sirac olacaktır. Elbette bu doğru anlam, doğru yorum ve doğru yaşam çerçevesi dahilinde olması gerekir.

  Bu arada Kur’an bu gelişmelerle nazil olurken, Resulullah (sav) Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için tefsir  te’vil ‘de bulunmuştur. Daha sonraki dönemlerde Resulullah’ı anlama çabaları , bir takım toplumsal gelişmelere, dini alanda farklılaşmaları doğurdu. İtikadi Fıkhi mezhepleri beraberinde doğurdu. Bunun neticesi olarak ta tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi ilimler yanında esbab-ı nüzul,nasih-mensuh, siyak-sibak gibi disiplinleri de ortaya koydu. Bu ilim disiplinler ilk zamanlarda farklı farklı ilim ve disiplin değilken daha sonra (hicri 2. asırdan itibaren) ayrı ayrı ilimlere taksim edildi.

Burada anlattıklarımıza binaen, İslam bilgi bütünlüğünün ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Arap dilinin anlaşılması ,İslami ilimlerin anlaşılması, sonraki dönemlere nakli (sahabe-tabiin-tabeu-tabiin ve sonraki dönemler) ehemmiyet arz ediyor.  

 Netice itibarı ile ; bütün İslami ilimler

  Hz. Peygamber döneminde olsun daha sonraki dönemlerde olsun  İslam dininin  yani Kur’an’ın ve Kur’an’ı bize sözlü- fiili olarak Hz.Aişe validemizin tabiriyle ‘’yaşayan Kur’an olan’’   Hz. Resulullah’ın sünnetini kavrama ,yaşama ve aktarma çabasını amaçlamaktadır. Bu amaç güdülürken, vurguladığımız gibi, Arap dilini, vahiy sürecindeki olay ve vakıalar, önceki topluluklara ait bilgiler (özellikle ehl-i kitaba ait bilgiler ve onlarla ilgili inen  ayetleri anlamak)  bilgi bütünlüğü açısından elzemiyet arz eder.   

  Selam ve saygılarımla .


0 Yorum - Yorum Yaz


Mürtaza Trabzon / Yüksek Lisans Öğrencisi 2013-2014/

      Öğrenci No:13912724

Bütün Fikrin Gerekliliği

Bilgi en genel manada şuurun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet bütünlük arz ederse bizleri doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür etsinler diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken sonuç olarak bütüncül bir bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir. En başta inanların bunu anlaması gerekir. Bu çabanın peşinde olmayan inananların dine zararları düşmanlarından daha fazla olmaktadır. “Görenle görmeyen bir midir?” (Enam:50) Bütün’e ulaşamamış kimse kör gibidir. Mevlana şöyle bir temsil verir:

“Hintliler bir fili halka göstermek için getirip karanlık bir ahıra kapattılar. Hayvanı görmek için o karanlık yere bir hayli adam toplandı. File ellerini sürmeye başladılar. Birisi eline hortumunu geçir­di:

- Fil bir oluğa benziyor, dedi. Başka biri filin kulağını yakaladı:

- Fil, yelpaze gibi bir hayvan, dedi. Filin ayağını yakalayan ise:

- Fil bir direğe benziyor, dedi.

Bir başkası da sırtına dokunmuştu:

- Fil, taht gibi, dedi.

Herkes filin neresine dokunduysa ona göre anlatmaya başladı.”

Bunun gibi Kur’an’a muhatap olanların kimi onu yalnızca bir sevap kaynağı, kimi de fenni ilimler için bir keşif kaynağı sanmışlar ve temel gayeyi göz ardı etmişlerdir. 

Bizleri bütünlüğe kavuşturacak sağlam kaynaklarımız vardır. Yeter ki o asli/esas kaynaklarımıza muhatap olurken çok yönlü ve donanımlı olmamız gerektiğini bilelim. Onun hidayet ışığını taşıdığımız zaman karanlık aydınlanacak hakikat meydana çıkacaktır. Yüce Allah varlığın her yönüyle ilgilenmiştir. Yani ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak insanın eşya ve hadiselere mana verirken bütüncül bir yaklaşıma ihtiyacı vardır.

Sonuç olarak;

 İslam dini var olanı bütünlük içinde kavramıştır. Müslüman bütüncül bir bilgi birikimine sahip olmalıdır.  Ama ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. İnsanın anlama kapasitesi sınırlıdır. Bunun için müşterek bir çalışma yapmak gerekmektedir. Zira yüce kitabımız Kur’an’ın hakkıyla anlaşılması bütüncül bir bilgiye sahip olmakla mümkündür.


0 Yorum - Yorum Yaz

BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ    31.12.2013

Adı: Fikret

Soyadı: AKMAN

Öğrenci No: 12912768

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi içinde yaşadığımız dünyayı ve olayları yorumlamak ve yönetmek için uyguladığımız bir dizi anlayış, kavrayış ve genellemeler ile bize güçlü bir kavrayış ve bakış açısı kazandıran her türlü zihni faaliyettir.  Bilgi, sosyal olaylarda karşımıza çıkan eylem ve olayları anlamamıza yardım eden işaret ve kodlamalardır. Bilgi, insanların ve organizasyonların etkin bir biçimde eylem gerçekleştirmeleri için sahip olmaları gereken kapasitedir. Bilgi, deney, tecrübe, yorum ya da fikrin bir araya gelmesi ile oluşan enformasyondur. Bilgi, sosyal olaylarda, karar ve eylemler için uygulanmaya hazır yüksek değerde bir enformasyon şeklidir. Bilgi kişisel anlamda düzenlenmiş enformasyondur ve genelde deney ve tecrübelerin bileşiminden oluşur. Sosyal olayların nedenlerini doğru bir şekilde kavramamıza ve en doğru ya da en güzeli seçmemize yardımcı olan anlama, kavrama ve akıl yürütme aşamalarında isabetli karar almamız bilginin, sistematik bir biçimde işlenmesi, Gözlem ve tecrübelerle yeniden şekillendirilmesi halinde mümkün olabilir.  Bilgi kolayca biriktirilip saklanamaz. Bilgi bilgisayarlardan daha çok insanların beyninde yer alan şeylerdir. Bilgi, hammaddelerde olduğu gibi, ihtiyaç duyulduğunda işçilerin kullanımına sunulabilmesi için genellikle, depolanamaz, kodlanamaz veya istiflenemez. İnsan aklı ile işlenmediği sürece değersizdir ve bilgi haline gelmez. Bilgi, insan aklı ile enformasyonun işlenmesi, yaratılması, düzenlenmesi veya kullanılmasıdır. Allah her şeyi bilmektedir ve insanın bilgisi Allah'ın bilgisinin yanında çok az bir şeydir. Kur' an-ı Kerim' de bilgi değişik formlarda kullanılmıştır. Allah mutlak bilendir. Allah'ın bu bilgi içinde insana bildirdikleri sayesinde insan, kâinata hükmedebilmektedir. Vahiy kültürü de Allah'ın insana kendi bilgisinden bildirmesi sayesinde oluşmuştur. İslam bilimleri olarak görülebilecek disiplinler kelam, fıkıh ve fıkıh usulü, tefsir ve hadistir. Bu bilimler, din olarak doğrudan İslam’a ait inanç, ibadet,  ahlak, haram-helal konularını incelemektedir. Hz. Peygamber’in hayatı (siyer) ve sonraki islam tarihi, tarih boyunca ortaya çıkan düşünce ekollerini inceleyen mezhepler tarihi, islam bilginlerinin hayatını ele alan rical tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan arap dili ve belağatı islam bilimleri çerçevesine dahil edilmektedir. tefsir ilminin kendisinden faydalandığı birçok bilim dalı bulunmaktadır. Ancak tefsir ilminin diğer bilim dalları ile olan ilişkisi yalnızca bunlarla sınırlı değildir. Bu bilimler haricinde tefsirin kendilerine kaynaklık ettiği, malzeme sunduğu bilimler de yer almaktadır. Örneğin tefsir disiplinin Kur’an ayetlerini açıklaması, fıkıh, kelam ve daha birçok bilim dalına materyal sağlamaktadır. Çünkü bilindiği üzere İslamî İlimlerin temel kaynağı Kur’an-ı kerimdir. Tefsir sadece ayetlerin indiği anda ne kastettiklerini ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Tefsirin ortaya çıkardığı bu anlamların yorumlanması ve Kur’an’ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması fıkıh ve kelam disiplinleri tarafından yapılmıştır. Kur’an’ın içeriğinde yer alan ahlak, siyaset, itikat, hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin ayetlerin yorumlanıp sistemli hale getirilmesi bu disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kur’an’da yer alan ahlak, siyaset ve itikat konularının yorumlanması ve değişik zamanlarda yaşama taşınması işlemi kelam disiplini tarafından; genel anlamıyla hukuk ve ibadet konuları ve bu alanlara ilişkin ayetlerin sistemli bir şekilde yorumlanması fıkıh disiplini tarafından; tefsir de dâhil olmak üzere bütün disiplinlerin izleyeceği yöntem, Kur’an ibarelerinin anlamlarını ve değerlerini belirleme, ortaya koyma ve bunları hayata yansıtmanın önemi ise fıkıh usulü tarafından geliştirilmiştir. İlimler her ne kadar  tasnif edilseler de aralarındaki ilişki hiçbir zaman kesintiye uğramaz. Çünkü yapısı gereği fıkıh, tefsir ve hadisten ayrılamaz. Çünkü ana maddeleri bu iki kaynaktır. Bir ayetin maksadı anlaşılmadan, nüzul sebebi bilinmeden ayetten hüküm çıkarmak mümkün değildir. Hadis hiçbir zaman Kur’an ile çelişmez. . Bilgi kaynağı olması bakımından vahyin ikinci kısmı olarak nitelediğimiz peygamberimiz tarafından bildirilen bilgilerin güvenilirliği noktasında her hangi bir şüphe yoktur. Kelam da fıkhı geliştirmekle yükümlüdür, fıkıh da kelam için bir konu alanı teşkil eder. Kısacası her ilim dalı birbiri ile yakın bir ilişki halindedir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


     2013-2014 Yüksek Lisans Öğrencisi Hacı Turan DEMİRCİOĞLU 12912775

                                    BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

               Bilgi sözlük manası arapça (ع-ل-م) kökünden türetilmiş öğrenme, araştırma, üzerinde çalışılan içerik ve perspektife göre pek çok çeşitte anlamlar içeren bir kavramdır. Bilinçli varlık olan insanın kendini ve dışındakileri anlama bilme yeteneğine bilgi denir. Veya öğrenme, araştırma veya gözlem sonucu elde edilen gerçek ilkelerin bütününe verilen isimdir. Veya doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevalarının tümüdür.          İslami terminolojide genel olarak el-İlm veya el-ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır.[1]

              Kur’an-ı Kerimde bilgi en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir. Burada kelime tam manasıyla tek gerçek olan hakka dayandığı için mutlak ve objektif bir geçerliliğe sahiptir. Vahiyle özdeşleşen anlamıyla ilim kesin bilgi demektir. Bu bilgi sayesinde cahiliye(bilgisizlik) çağının kapatıldığı imasıyla kelimenin anlamı (değer) mefhumunu da ihtiva edecek şekilde genişletilir.’’Sana ilim geldikten sonra onların heveslerine uyarsan…’’  [2] Ayetindeki ilim ile  ’’ Ey insanlar, size rabbinizden bir burhan geldi…’’ [3] Ayetindeki burhan kesin ve kanıtlanmış bilgiyi ifade eder.

               Kur’an-ı Kerim’ e bilginin değeri açısından bakıldığında bilgide kesinlik mefhumunun öne çıktığı görülür. İlme’lyakin ayne’l yakin hakka’l yakin terimlerinin geçtiği ayetler bu bakımdan dikkat çekicidir. Bilgi bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken ve yorumlarken lazım olan bilginin bütünüdür. Bu dini konuda olunca iş daha da önemlidir. Dini bir bütün olarak anlayıp yaşamak için, dini metinlerin kapsamlı ve doğru anlaşılması Fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, Arap Dili ve Belagati gibi ilimlerin de bütüncül anlaşılıp değerlendirilmesi gerekir. Bilgi bütünlüğü yanlış anlamalardan ve yanlış değerlendirmelerden uzak olmamızı sağlar. Kur’an’ı Kerim’in doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınması gerekir. Dini bir bütün olarak  ele almak elzemdir. Özellikle bir konuyu bir ayet ve bir hadisten yola çıkarak anlamaya veya anlatmaya çalışmak çok yanlış olur.

              Bizde güzel atasözü vardır:  ‘’Yarım doktor candan yarım hoca dinden eder.’’ Ben buna  ‘’yarım avukat da maldan eder’’ sözünü ilave etmek istiyorum. Aslında tüm yaratılanın tek bir bütüne ait parçalar olduğunu bilmek, bu bilinçle hareket etmek önemlidir.  İslam bir bütündür, ya tam kabul edilir veya hiç kabul edilmez, bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek, Müslüman zihin bütünlüğünün olmaması anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman Allah Teâlâ (c.c.), İslam’ın bir bütün olarak kabul edilmesini istemektedir; aksi halde imanın geçersiz olacağını ifade etmektedir. Şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab’a iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” [4] Kur’an ve sünnet birbirinden ayrılmaz bir bütünün (İşlâm’in) iki parçasıdır. Sünnetin anlaşılması için Kur’an’a mutlaka ihtiyaç olduğu gibi, Kur’an’ın yorumu için de sünnete mutlaka ihtiyaç vardır. Zira Kur’ân-i Kerim, Allah Teâlâ’dan sonra Hz. Peygamber’e itaati ve onun sözünü dinlemeyi pek çok yerde emretmektedir. Hz. Peygamber’e itaat etmeyenlerin ve onu üzenlerin yaptıkları hayırlı işlerinin dahi boşa gideceğini, Allah’a ve elçisi Muhammed’e (sallallahü aleyhi ve sellem) itaat edenlerin cennete girecekleri, Allah’ın onları nimetine gark edeceği ve kurtuluşa eren ve de başarıyı elde edenin onlar olacağını haber vermektedir. Bütün bu sayılanların aksine hareket edenlerin ise büyük bir sapıklığa düşecekleri, acı bir azap içerisinde sonsuza dek cehennemde kalacakları bildirilmektedir

 



[1] Diyanat Ansiklopedisi cilt 6 s.158

[2] Bakara 2/120     

[3] Nisa 4/174 

[4] Nisâ:4/136       


1 Yorum - Yorum Yaz


 

2013-2014 Yüksek Lisans -Abdullah ARSLAN-12912771

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

           Kur’an Rabbimizin bir kelamıdır. Rabbimiz, Peygamberimiz(S.A.V.) zamanında toplumu şekillendirirken her an sahabeleri yönlendirmektedir. Şu olayı hatırlamak yerinde olacaktır:

            Hz. Ebubekir ile Hz Ömer yolda giderken efendimizin bir akrabasına uğruyorlar. O kişi ağlıyor, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer kadına “efendimiz öldüğü için mi ağlıyorsun?” diye sorunca kadın “vahiy kesildiği için ağlıyorum.” cevabını veriyor.[1]

            Sahabe ile Rabbimiz sürekli iletişim halindedir; teşvikler, destekler, azarlamalar, Müslüman olmayanların tutum ve durumlarından haber vermesi vs. Kuran bir nevi kayıta geçirilen canlı tarihtir.

            7.y.y.’a ait fikirlerinin daha doğrusu uygulamaların dünyanın dört bir tarafında aynen Kur’an metninden yola çıkarak uygulanmasının gerçekçi olmadığı meydanda. Yasama, yürütme, yargı konumunda Kur’an evrensel değildir. Yani sadece metnin, tüm sorunlarımıza çare sunacağı gibi bir hataya düşmemeliyiz. Kur’an metnini biz, Allah olduğunu kabul edersek, ilk dönem sahabelerine iltimas geçildiğini söylemek durumunda kalacağız. Halbuki Allah duruma, şartlara, mekana göre her an yeni kanunlar vaz ediyor. Burada Kur’an’ı anlamak için ayetlerin iniş mekanını, yerini, şartlarını iyi gözlemlemeliyiz. Konuyu bağlamından koparmamalıyız. Ayet ne için indi ise ondan farklı zorlama yorumlara gitmemeliyiz.[2] 

            Sadece metnin yetmediğine delil, Hz Ömer ve Hz Ebu Bekir’in örnekleridir. Onlar Kur’an’ın şartlarını iyi okumuşlar ve ganimetin savaşa katılanlara dağıtılması emri var iken o ganimeti beytü’l-mala koymuşlar, Hz Ebubekir de zekat vermeyen Müslümanlar ile savaşa gitmiştir.

            Bu delillerin sunulmasından kasıt vahiy gelmeye devam etse idi yapılmış olan bu iki işin emri verilirdi. Bunun delili de şudur: Nüzulü iyi okumak; yani şartlara göre değişen konumdur. 

             ‘‘Kur’an, realiteden kopmuş değildir. O zaman yapılması gereken Kur’an’a verdiğimiz kimlik ki o da; metinden yararlanmak suretiyle toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmek...’’[3] Biz bundan ‘‘Kur’an, FITRATA uygun olmak zorunda’’ olduğunu anlıyoruz.

            Kuran ışığından yararlanmasını bilenler, insanı ve insanlığı kurtarır. Hz Ebubekir ve Hz. Ömer örneklerinde olduğu gibi. Sorunları Kur’an’a çözdürmek, onun ilkelerini merkeze alan donanımlı bireylerin meydana getireceği bir eylemdir.

            İki Kur’an var. Birincisi 23 senede peyderpey inen, duruma şartlara uygun konuşan Kur’an. Diğeri bu inişten sonra kendisine anlam yüklenen Kur’an. Bu ikinci Kur’an’ a Allah’ın otoritesi yüklendi.[4]

            İslam bir bütündür, ya tam kabul edilir veya hiç kabul edilmez, bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek, Müslüman zihin bütünlüğünün olmaması anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman Allah Teâlâ (c.c.), İslam’ın bir bütün olarak kabul edilmesini istemektedir; aksi halde imanın geçersiz olacağını ifade etmektedir. Şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab’a iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.”[5] Kur’an ve sünnet birbirinden ayrılmaz bir bütünün (İşlâm’in) iki parçasıdır. Sünnetin anlaşılması için Kur’an’a mutlaka ihtiyaç olduğu gibi, Kur’an’ın yorumu için de sünnete mutlaka ihtiyaç vardır.

           

 



[1] Müslim, 2454, İbni Kayyım el-Cevziyye, Zadu’l-Mead, İklim Yayınları: 1/80

[2] Halis ALBAYRAK, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak

[3] Halis ALBAYRAK, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak

[4] Halis ALBAYRAK, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak

[5] Nisâ:4/136


0 Yorum - Yorum Yaz


Murat CAN: 12912777

YÜKSELİSANS

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Müslüman bireyin, önce İman, sonra amel için yeteri derecede bilgi donanıma sahip olması gerektiği malumdur. İslam geleneğinin üzerine kurulduğu ilk kaynak Kur'andır. Kur'an ile birlikte Sünnet, Sahabe sözleri ve icma’ metinsel kaynaklar olarak rivayet formunda sonraki nesillere aktarılmıştır. Bu kaynakları işlemek ve geleneği sürdürmek amacıyla çeşitli akademik disiplinler oluşmuştur. Bu disiplinler Kelam, Fıkıh, Hadis ve Tefsir olarak sıralanabilir. Bunlar ihtiyaçlar doğrultusunda gelişim gösterdiler ve birbirlerinden -tamamen olmasa da- ayrılarak kendilerine ayrılan alanlarda çalışmalarını sürdürdüler. Tefsir, Fıkıh ve Hadis disiplinleri, İslam geleneğinde kaynakların yorumlama sürecinin birbirini tamamlayan belli aşamalarını oluştururlar. bütün bu ilimlerin başlangıcında o ilmin tanımı yapılırken “hata Yapmama” veya “Kişiyi Hata Yapmaktan Koruma” şeklindeki bir amaç ve gaye edinildiğine vurgu yapıldığını görmekteyiz.

İlk dönemlerde İslam ilimleri farklı alanlara ayrılmamıştı ve o devirdeki ilim ehli de ilimlerin tamamıyla ilgileniyordu. Günümüz de olduğu gibi belli bir konu veya ilim dalında branşlaşma yoktu. Yani şahıslar bir bilgi bütünlüğüne sahiplerdi. Gerek hadis, gerek tefsir ve gerekse de fıkıh tarihine baktığımız zaman, bu ilimlerin önde gelen âlimlerinin aynı şahıslar olduğunu görürüz. Günümüzde Temel İslam ilimleri ayrı ayrı usulleri ve kuralları olan birer disiplinler –ilim dalları- olarak ele alınsalar da birbirlerinden tamamen bağımsız değillerdir. Öncelikle bu ilimlerin, ilk neş’et ettiği kaynağın tek olması ve bu kaynağın daha iyi anlaşılmasına yönelik olarak bu ilimlerin ortaya çıkmaları dolayısıyla birbirlerine bağımlıdırlar.

Hadis, peygamberimizin söz, fiil ve takrirlerinden oluşur. Hadislerin oluşum süreçlerini tamamlayıp amel edilebilir (örneklik teşkil eder) hale gelmesine ise sünnet denir. Sünnet, kaynak olma itibariyle İslam’da ikinci temel kaynak konumundadır. Hadis ilmi, sünnete dönüşme sürecinde, hadisin sübutunu ve güvenirliliğini konu edinir. Hadis ilimleri ile sübutu ve güvenirliliği teyit edilen sünnet, tefsir ve fıkıh ilimleri için, Kur’an’ı yorumlamada ve ondan hüküm çıkarmada temel teşkil eder. Bu açıdan Hadis ilmi, Tefsir ve Fıkıh ilmine kaynaklık eder.

Kur’an’ın açıklanması için geliştirilen disipline Tefsir denir. Tefsir, klasik dönemde, bütün bir dini ilimler silsilesinin bir parçası idi ve bu bütün içinde işliyordu. Tefsir ilmi genel olarak, Kur’an ayetlerinin indirildiği andaki kastedilen anlamını, indiği zaman dilimindeki koşulları, dilin o dönemdeki kullanım ve gramer farklılıklarını ve nüzul sebeplerini göz önünde bulundurarak vermeyi amaçlar. Böylece tefsirde izlenen bu yöntem, Kur’an’ın anlamlarının öznel eğilimlerce farklı anlamlara çekilmesinin önüne geçmiş olur. Bu açıdan tefsir, ayetlere açıklama getirirken hadis, tarih ve dil bilimlerinden yararlanır. Tefsir ilmi Hadis ilminden, peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaları ve nüzul ortamını bilmek açısından, tarih ve dil ilimlerinden de benzer amaçlarla yararlanır.

Tefsir Kur’an’dan elde edilen değerlerin değişik zamanlara taşınması için tek başına yeterli değildir ve Tefsirin Kur’an’ın anlamını anılan yöntemlerle ortaya koymasıyla Kur’an’ın yorumlanması bitmemektedir. Bu açıdan tefsir, aynı kaynaktan beslenen fıkıh disiplininin, elde edilen tefsiri bilgiyi doğru bir şekilde kullanmasına zemin hazırlar. Fıkıh kitap, sünnet ve diğer (icma ve kıyas) kaynakları kullanarak elde ettiği bilgiyle Müslümanların hayatlarında izleyecekleri ameli hükümleri ortaya koyar. Böylece tefsirin ortaya çıkardığı anlamları yorumlamak ve ondan yeni durumlar için normatif sonuçlar üretmek Fıkıh ilmi tarafından gerçekleştirilir. Çünkü tefsirin ürettiği bilginin bir yaptırım özelliği bulunmamaktadır. Fıkıh ilmi, Kur’an’ı anlama sürecini adeta tefsirin bıraktığı yerden devam ettirerek hüküm üretir.

Sonuç olarak Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimlerinin gelişimi ile ilgili yaptığımız bu değerlendirmelerden İslam ilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını görmekteyiz. Kur’an, İslam ilimlerinin en başta gelen kaynağıdır. Kur’an’ın doğru anlamlarına ulaşmak için tefsir disiplini geliştirilmiştir. Tefsir de bu anlamları Peygamber ve onun Ashabından öğrenmek amacıyla hadise ve onların konuştuğu Arapçaya başvurmak zorundadır. Böylece Tefsir, Hadislerle birlikte İslam’ın en başta gelen kaynağını açıklamış olmaktadır. Fıkıh ise bu açıklamalarla, Kur’an’ı diğer kaynaklarla birlikte bir kaynak olarak ele almakta ve yeni durumlar için bu kaynaklardaki bilgilere uygun hükümler üretmektedir.

Şurası bilinmelidir ki, İslâm âlimlerinin bütün bu ilim dallarında ortaya koyduğu birikim, tesadüfen oluşmuş ya da tarihin belli bir döneminden sonra kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Bu ilim dallarının her biri, temel metot ve hareket tarzlarını Hz. Peygamber (sav)’in, ashabına yönelik yönlendirme ve uygulamaları oluşturmuştur. Dolayısıyla bu ilim dallarının her biri, Kur’an’ın doğru anlaşılmasını ve yaşanmasını temin eden alternatifsiz vasıtalardır. Onlar olmadan Kur’an’ın, murad-ı ilahîye uygun biçimde anlaşılması da yaşanması da mümkün değildir. Şu halde Kur’an’ı anlama ve yorumlama sürecinde, bu ilimlerden herhangi birini dışarda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden herhangi biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin ötekilerini ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.

Günümüzde bilgi bütünlüğünü sağlamanın en sağlıklı yolu; değişik ilim ve bilim dallarında branşlaşmış ilim adamlarının bir araya gelmeleridir, Bu da dernek, vakıf vb kuruluşlar adı altında kolektif çalışmak suretiyle mümkün olabilir. Hiç şüphesiz iletişim araçlarını ve onlardan gereği gibi istifade etmeği de unutmamalıdır. Çünkü bunlar sayesinde daha çok insanla iletişime geçilir, daha çok meseleye çözümler üretilir. İlimlerin ve bilgi alma yöntemlerinin bir bütün olduğu unutulmamalıdır.

Kaynak: Kur'ân ve Bağlam - Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Bilginin bütünlüğünü bilimsel tanımlarla değil de tefsir, hadis, fıkıh usûlleri üzerinden ele almak istiyorum. Hepsinin ortak noktasının Kur’an’dan hareketle Şari’nin maksadının anlaşılması olarak söyleyebilir miyiz?

Bu ilimleri birbirinden ayrı düşünemeyiz, zaten tefsir başlangıçta hadis ilminden bir parça idi. Bu ilimlerin hiç biri ayrı ilimler olarak başlamadılar.

Hadis, tefsir, fıkıh birbirinden bağımsız olmamışlardır, hicri ikinci ve üçüncü asır hepsinin ortak bir şekilde geliştiği, çeşitlendiği, en fazla eserlerin verildiği dönem olmuştur. Çünkü bu üç ilim de ortak tarih içinde, ortak insan topluluğu içinde, ortak ihtiyaçlar dahilinde icra ediliyordu. Biri ilerlemiş diğeri durmuş değildir, hepsi eş zamanlı devam etmiştir.

Fıkıh tefsire ve hadise, tefsir hadise ihtiyaç duyar, mesela ayette bildirilen ulu’l emrin müçtehit anlamını çıkarmak için tefsire, ya da icmaın delil olması için “ümmetim hata üzerinde birleşmez” (Tirmizi, 9/11) hadisine ihtiyaç vardır. Tefsir ilmi ile meşgul olan birçok müfessirin önce hadis, fıkıh, hadis usulü, fıkıh usulü, tarih gibi diğer ilimleri önce öğrendiklerinin zikredilmesinin sebebi bu olmalıdır. Bu demektir ki, hadis usulü terimleri bilinmeli ki tefsirde mevcut rivayetler değerlendirilebilsin (mu’dal, munkatı vs.). Fukahayı Seb’a’nın mürsellerinin en sahih mürsel sayılması, Said ibn Müseyyeb örneğinde olduğu gibi.

Tefsir okumalarında ravi isimlerini doğru telaffuz edebilmenin yolu hadis usulündeki mu’telif ve muhtelifleri bilmekten geçer. Mesela İbn Hacer’in Tabsiru’l Muntebeh bi Tahriru’l Muştebeh’i bu konunun en iyilerindendir.

Hadis usulünde meydana getirilmiş çeşitli sahalardaki kitaplar, (ravilerin dizini, isimlerinin farklı okunuşları, künyeleri, lakapları, cerh ve tadile ait bilgileri içeren bütün külliyat tefsirin destekçisidir.

Bilginin bütünlüğü ilimlerin terminolojilerine tam vakıf olmayı da gerektirmektedir. Birbiriyle ilişkili ve bütünlük arzeden ilimlerde kelimelerin sözlük ve terminolojik anlamlarının aynı olmama ihtimali, hatta anlamların zamanla farklılaşmış olma ihtimalleri bilginin bütün olarak elde edilmesini gerektirir.

Sonuç olarak zikrettiğimiz usuller üzerinden her ilim kendi çalışmasını yaparak hem kendine hem diğerine katkı sunarken ortaya çıkan da bütün bir bilgi olmuş oluyor.


0 Yorum - Yorum Yaz


Bilginin Bütünlüğü:

Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlm yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.

Bilgi bütünlüğü: Bir bilgiyi yorumlarken lazım olan bilgi şümulü.

Bilimsel çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması "bilgi bütünlüğü"ne bağlıdır. Bu bütüncül açı kişiyi hataya düşmekten korur.

Alim olmak bir ilim sahasında ihtisaslaşırken o saha ile irtibatlı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Örneğin tefsir ilmi ile iştigal eden bir kimsenin gramer, tarih, belagat, hadis, senet vb. ilimleri bilmesi gerekir.

Bilim tarihine genel hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin olmadığını müşahade ederiz. Bu bilginler günümüzdekinin aksine, birçok alanda söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.

Günümüz tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki "tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.

Fakat zamanla bu birliktelik ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya başlamıltır.

Gerek tefsir, gerek hadis, gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde söhret bulmuşlardır. 

İslam dininde bilimler her ne kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gigi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre gelişmişleridr. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin bilgi ifade eder.

Günümüzde dini ilimlerin her birinde mutahassıs olmak oldukça zordur. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kollektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. 

Kaynaklar:

Müslüman kültüründe bilgi bütünlüğü: Aydın kudat

 İslam bilimlerinde yöntem, ünite 3

Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir tarihi 


0 Yorum - Yorum Yaz


MÜCELLA TEKİN / 12912776 / YÜKSEK LİSANS

Bilginin bütünlüğünü bilimsel tanımlarla değil de tefsir, hadis, fıkıh usûlleri üzerinden ele almak istiyorum. Hepsinin ortak noktasının Kur’an’dan hareketle Şari’nin maksadının anlaşılması olarak söyleyebilir miyiz?

Bu ilimleri birbirinden ayrı düşünemeyiz, zaten tefsir başlangıçta hadis ilminden bir parça idi. Bu ilimlerin hiç biri ayrı ilimler olarak başlamadılar.

Hadis, tefsir, fıkıh birbirinden bağımsız olmamışlardır, hicri ikinci ve üçüncü asır hepsinin ortak bir şekilde geliştiği, çeşitlendiği, en fazla eserlerin verildiği dönem olmuştur. Çünkü bu üç ilim de ortak tarih içinde, ortak insan topluluğu içinde, ortak ihtiyaçlar dahilinde icra ediliyordu. Biri ilerlemiş diğeri durmuş değildir, hepsi eş zamanlı devam etmiştir.

Fıkıh tefsire ve hadise, tefsir hadise ihtiyaç duyar, mesela ayette bildirilen ulu’l emrin müçtehit anlamını çıkarmak için tefsire, ya da icmaın delil olması için “ümmetim hata üzerinde birleşmez” (Tirmizi, 9/11) hadisine ihtiyaç vardır. Tefsir ilmi ile meşgul olan birçok müfessirin önce hadis, fıkıh, hadis usulü, fıkıh usulü, tarih gibi diğer ilimleri önce öğrendiklerinin zikredilmesinin sebebi bu olmalıdır. Bu demektir ki, hadis usulü terimleri bilinmeli ki tefsirde mevcut rivayetler değerlendirilebilsin (mu’dal, munkatı vs.). Fukahayı Seb’a’nın mürsellerinin en sahih mürsel sayılması, Said ibn Müseyyeb örneğinde olduğu gibi.

Tefsir okumalarında ravi isimlerini doğru telaffuz edebilmenin yolu hadis usulündeki mu’telif ve muhtelifleri bilmekten geçer. Mesela İbn Hacer’in Tabsiru’l Muntebeh bi Tahriru’l Muştebeh’i bu konunun en iyilerindendir.

Hadis usulünde meydana getirilmiş çeşitli sahalardaki kitaplar, (ravilerin dizini, isimlerinin farklı okunuşları, künyeleri, lakapları, cerh ve tadile ait bilgileri içeren bütün külliyat tefsirin destekçisidir.

Bilginin bütünlüğü ilimlerin terminolojilerine tam vakıf olmayı da gerektirmektedir. Birbiriyle ilişkili ve bütünlük arzeden ilimlerde kelimelerin sözlük ve terminolojik anlamlarının aynı olmama ihtimali, hatta anlamların zamanla farklılaşmış olma ihtimalleri bilginin bütün olarak elde edilmesini gerektirir.

Sonuç olarak zikrettiğimiz usuller üzerinden her ilim kendi çalışmasını yaparak hem kendine hem diğerine katkı sunarken ortaya çıkan da bütün bir bilgi olmuş oluyor.


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    05.01.2014

Nazım Çetin, Yüksek Lisans.                                                                05.01.2014

Öğrenci No: 12912769                                         

Bilgi Bütünlüğü  

 

      

 

       Bilgi Bütünlüğü  bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur. Bilginin saklanması veya açık/kapalı iletişim ağlarından iletimi sırasında içerik açısından herhangi bir değişime uğratılmamış olması, özgün halinde korunmasıdır.

 

        Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve el-ma'rife terimleriyle ifade edi­len bilgi daha ziyade bilen (özne) ile bili­nen (nesne) arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürün­müş sonucu olarak anlaşılmıştır.

        İlim devam etmekte olan bir süreçtir. Geçmişi, anı ve geleceği vardır. Bu bakımdan onu bu bütünlük içinde ele almak lazım. Konusu Allah’ın kelamı olan Kur’an  ve onun lafızlarından murad edilen manayı bulup ortaya çıkarmak olduğu için “ Eşrefu’l ulum” diye  nitelenen tefsir de böyle bir bütünlüğe sahiptir.

        Kur’an, insanlık tarihinde en önemli medeniyetlerden biri olan İslam kültür be medeniyetinin temel kaynağıdır. Kur’an ilmin insan için bir şeref vesilesi olduğunu söylemektedir.[1] Öncelikle Kur’an’a göre ilmin  ne olduğuna bir bakalım. Kur’an vahye ilim demektedir.[2] Hz. Peygamber’e  şöyle dua etmesini söylemektedir ; “ Deki : Rabbim ilmimimi artır.”[3]Bütün bunlar İslam’ın ilme, bilgiye ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

        Sahabe-i Kiram Kur’an ve vahiy sevdalısı kimselerdi. Aynı şekilde onlar  Hz. Peygamber’e  de büyük bir muhabbetle bağlıydılar. Vahiy onların hayatının bir parçası idi. Vahye bu kadar bağlılıkları onların hayatını değiştirdi. Vahiy geldikçe hayatları anlam kazanıyordu. Hatta gelen vahyi kaçırmamak için hane-i saadette nöbet tutuyorlardı.

       Şu olay, Sahabe’nin Kur’an sevgisini bizlere güzel bir şekilde anlatmaktadır: Hz. Peygamber daha yeni ebedî âleme irtihal etmişti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’le birlikte Ümmü Eymen’in ziyaretine gitmişlerdi. Yanına vardıklarında bu yaşlı kadın ağlıyordu. Onu bu halde görünce  “Niçin ağlıyorsun, Allah’ın Rasûlü’nün Allah katında ereceği mükâfatın daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? Diyerek onu teselli etmek istediler. Bunun üzerine vahiy sevdalısı bu kadıncağızın dilinden şu sözler döküldü: “ Bilmez olur muyum? Elbette ki Allah’ın elçisi, sonsuz güzelliklere ve yüceliklere ermiştir. Ben onun ölümüne değil, onun ölümüyle vahyin kesilmesine ağlıyorum.” Bu söz onları da hüzünlendirdi ve onlar da ağlamaya başladılar.[4]

       Şu ayet , ashabın vahiy karşısındaki durumunu  münafıklarla mukayeseli bir şekilde anlatmaktadır: “ Yeni bir sure indirildiğinde münafıklardan bazıları; ‘ Bu inen kısım hanginizin imanını artırdı acaba? diterekvahyi küçümserler. Fakat mü’minlere gelince, bu, onların imanını ve sebatını artırır, sevinip birbirlerini müjdelerler.’[5]

       Kur’an, ilk Müslümanların karşılaştığı engeller, muhaliflerle yaptıkları savaşlar ve İslam davetinin geçirdiği aşamalarla ilgili bizlere önemli tespit ve uyarılarda bulunur. Bütün bu anlatımlarda Kur’an’ın kalplere işleyen ve vicdanları harekete geçiren bir anlatım tarzı vardır. Dolayısıyla bunlarda esas olan tarihi bir hadisenin nakledilmesi değildir. Aksine bütün çağ ve dönemlerde yaşayan müminlere yönelik ikaz ve ibretler söz konusudur.Hadiselerin ötesinde gizlenmiş bulunan değerler ortaya konuluyor ve böylece insana çıkarması gereken dersler hatırlatılıyor. Müminlerin savaş atmosferinde  yaşadıkları iç çalkantılar , imani hayatlarındaki teslimiyet veya gevşeklikler, işte bütün bunlar ayetlerde  tasvir edilmektedir. Böylece nesiller boyunca insanın karşılaşacağı benzer zorluklar, psikolojik gelgitler karşısında izleyeceği yol ve yöntemler  ortaya konmaktadır.

       Bilgi Bütünlüğünü Kur’an açısından ele aldığımızda vahyin nazil olduğu sosyolojik ortam, toplumsal yapı, o dönemde yaşayan insanların psikolojik durumları, ayetlerin  sebebi nüzûlleri, ayetlerin bize ulaştırılması esnasındaki nakil durumu, ayetleri  Hz. Peygamber (s.a)değerlendirilmesi, ayetleri   sahabenin değerlendirilmesi, ayetlerin  hadislerle birlikte  değerlendirilmesi, bizden önce yaşamış olan alimlerimizin ayetleri değerlendirmeleri ve bu hususta göz önünde bulundurulması gereken her şeyin bir bütün halinde değerlendirilmesidir.

       Günümüzde tefsir ve müfessir için çok muazzam bir birikim, malzeme ve kaynak bolluğu mevcuttur. Bu hazine en güzel şekilde  tümü birlikte değerlendirilmelidir.Tefsirin salt bir rivayet, nakilcilik ve hikaye etme olmayıp, yorumlama; Kur’an’ın lafız ve manaları üzerinde, muteber yöntemlerle kafa yorma, görüşler ve öneriler üretme, “tedebbür”, “ta’akkul” ve  “tezekkür”de bulunma anlamlarını kapsadığından haraketle, kendi çağımızın ihtiyaç ve meselelerini, onların  ibare ve terkiplerini tekrarlamakla değil, ama, onların sorun çözücü , dinamik yöntemlerinden ilham alarak karşılama yoluna girmeliyiz.[6]



[1]  Bakara; 2/31.

[2]  Bakara; 2/120.

[3]  Taha; 20/114.

[4]  Müslim, Fedâilü’s-sahabe, 103.

[5]  Tevbe; 9/124.

[6]  Roger Garaudy, 20.yy Biyografisi,çev.A.Zeki Ünal, Fecr Yayınları,1989,s.292.


0 Yorum - Yorum Yaz


Bilginin bütünlügü

Bilimsel çalışmalarda kişi her hangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması ve iyi meyve vermesi, “Bilgi Bütünlüğü”ne bağlıdır. Çalışmasına bütüncül bir bakışla giriş yapabilmesi de buna bağlı olduğu gibi. Bu bütüncül açı, kişiyi ilim ederken ve işlerken hataya düşmekten korur. İslam dinine müteallik gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler olsun gerek gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin girizgahlarında o ilmin tanımı yapılırken “hata Yapmama” veya “Kişiyi Hata Yapmaktan Koruma” şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz.

Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç  önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere yada taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir


0 Yorum - Yorum Yaz


Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

Tarihi seyir içerisinde İslam dininin Müslümanlara bıraktığı maddi ve manevi miras zenginliğidir. Bu zengin miras Müslüman olan bütün kavimlerin ortak eseridir. Müslüman kültürü ilmiyle, imanıyla ameliyle bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde formülize edenler de vardır.

  Bilgi bütünlüğünün, neticelere göre ortaya çıkan bir değer olması daha sahici ve kalıcı gibi gelmektedir. Ancak burada dini alandaki ilmi çalışmalarda özellikle temel ilke usulleri olan alanlarda farklı birden fazla  neticelerin doğması sorunu öncelikle haletmek gerek. Misal vermek gerekirse İslami ilimlerden herhangi birinde yapılan çalışmada elde edilmek istenen amaçlar farklı farklı olabilir. Maddi, manevi sosyal psikolojik v.s. gibi. Bana göre amaçlar faklılaştığı oranda o ilmi çalışmada bütünlük de o derce dağılır. “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen iş, aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. Peki  başta “Allah rızasına nail olmak” idealini bir tarafa bıraktıktan sonra, ilmi çalışmalarda özellikle de dini ilimlerin gaye ve yardımcı dallarında bütünlüğü sağlayacak slogan  terkip ne olabilir? İşte burada az önce anılan ilim dallarının hemen hemen hepsinde ille-i gaiyye  kavramı gözümüze çarpmaktadır. “Hata yapmamak”. Bana göre Müslüman kültüründe bilginin bütünlüğünün omurgasını teşkil eden  bu terkiptir. Bu terkip üzere bina edilen/ edilmeye çalışılan iş bütüncül olur. Nitekim Müslüman kültürünün beslendiği değer kaynaklarımıza baktığımızda hep bu sihirli terkibe vurgu yaptıklarını görmekteyiz. 

İslamî ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım bu noktada bir  bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye, şuur ve bilincin hep melhuz olduğu görülmektedir. İslamî ilimlerde bilgi bütünlüğünü sağlayan işte bu mülahazadır. Elbette bu mülahaza var ve diri durdukça o ilim alanıyla ilgili çalışma yapılırken alanın temelini teşkil eden usul ve temel ilkeler daima göz önünde tutulacaktır. Aslında Müslüman kültüründe “hata yapmama” düşüncesi ki, gaye-i illiye yani amaç ve hedef-sonuç konumunda olmasına rağmen kişiye, işe giriş yapmadan önce de bir bütüncül bakışı kazandırır. Bu bütünlük vasfı özellikle din ilimleri adına daha önemi haiz olduğu görülmektedir. 


0 Yorum - Yorum Yaz


Her müslüman önce İman, sonra amel için yeteri derecede bilgi ve birikime sahip olmakla yükümlüdür. İlmihal olarak  tabir edilen bilgi bütünü aslında bir müslümanın yaşam içerisinde ihtiyaç duyacağı bilgilerden müteşekkildir. İlgi bütünlüğüne güzel bir örnek teşkil eden ilmihal; akaid esasları, fıkhi ve ahlaki normların bir araya getirilmesinden meydana gelmektedir. Biri olmadan diğeri eksik kalacak olan bu bilgiler ilmihal diye tabir ettiğimiz bütünü oluşturmaktadır.  Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU’nun ilim, irfan ve hikmet kavramları üzerine örneklendirdiği bilgi bütünlüğü Hz Muhammed’in Şeriatı bağlamında inceleyecek olursak cenab-ı peygamberden bu yana ortaya konan bütün bir islam aleminin ortaya koyduğu çalışmalardan müteşekkildir. Allahın emirlerini, Kur’an-ı Kerimi hakkıyla açıklayabilmemiz için Sünnet ve hadislere, tarihsel bilgi ve bizden öncekilerin bize taşıdığı nakillere muhtacız. Allah’tan geleni bize bildirme makamında olmasından dolayı şari’ noktasında olan peygamberin sözlerini tam manasıyla anlayabilmek için yine sahabelerden gelen rivayetlere ve dönemin tarihsel bilgisine sahip olmamız gerekmektedir. Dil sisteminin dinamik yapısınıda dikkate aldığımızda bilgi bütünlüğünden bağımsız yapılacak dini ve tarihi okumalar şüphesiz eksik kalacak, kastedilen mefhumu hakkıyla ortaya koyamayacaktır. Geçmiş dönem islam alimleri birçok alanda ihtisas görmüşlerdir. Günümüzde bu belki imkan dahilinde değildir; ancak yine de birbiriyle bağlantılı olan disiplinlere hakim olmak islam kültürünün öngördüğü “alim” kavramının önemli bir özelliği konumundadır.


0 Yorum - Yorum Yaz


2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

TAHİR EROL

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO: 13912726

MÜSLÜMAN KÜLTÜRÜNDE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ

  Her müslüman önce İman, sonra amel için yeteri derecede bilgi ve birikime sahip olmakla yükümlüdür. İlmihal olarak  tabir edilen bilgi bütünü aslında bir müslümanın yaşam içerisinde ihtiyaç duyacağı bilgilerden müteşekkildir. İlgi bütünlüğüne güzel bir örnek teşkil eden ilmihal; akaid esasları, fıkhi ve ahlaki normların bir araya getirilmesinden meydana gelmektedir. Biri olmadan diğeri eksik kalacak olan bu bilgiler ilmihal diye tabir ettiğimiz bütünü oluşturmaktadır.  Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU’nun ilim, irfan ve hikmet kavramları üzerine örneklendirdiği bilgi bütünlüğü Hz Muhammed’in Şeriatı bağlamında inceleyecek olursak cenab-ı peygamberden bu yana ortaya konan bütün bir islam aleminin ortaya koyduğu çalışmalardan müteşekkildir. Allahın emirlerini, Kur’an-ı Kerimi hakkıyla açıklayabilmemiz için Sünnet ve hadislere, tarihsel bilgi ve bizden öncekilerin bize taşıdığı nakillere muhtacız. Allah’tan geleni bize bildirme makamında olmasından dolayı şari’ noktasında olan peygamberin sözlerini tam manasıyla anlayabilmek için yine sahabelerden gelen rivayetlere ve dönemin tarihsel bilgisine sahip olmamız gerekmektedir. Dil sisteminin dinamik yapısınıda dikkate aldığımızda bilgi bütünlüğünden bağımsız yapılacak dini ve tarihi okumalar şüphesiz eksik kalacak, kastedilen mefhumu hakkıyla ortaya koyamayacaktır. Geçmiş dönem islam alimleri birçok alanda ihtisas görmüşlerdir. Günümüzde bu belki imkan dahilinde değildir; ancak yine de birbiriyle bağlantılı olan disiplinlere hakim olmak islam kültürünün öngördüğü “alim” kavramının önemli bir özelliği konumundadır.


0 Yorum - Yorum Yaz


EMRE YILDIZ / Yüksek Lisans / Özel Öğrenci

 

Bilgi, günlük hayatımızda sıkça yer bulan kavram olmasına rağmen bilginin tanımını yapmak gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Çünkü, zamana ve değişen koşullara göre de gelişen/genişleyen bir kavramdır. Önceleri bilgi insanı şekillendiren, haber değeri taşıyan bir olgu iken günümüzde bilgi bir üretim faktörüdür ve alınıp satılma özelliğine sahiptir. Bilgi, bir bilim dalına göre bir seçim yapmamız söz konusu olduğunda gereksinim duyduğumuz şey iken, diğerine göre ise geçmişten gelen haber veya var olana dair kavramdır. Zihnin herhangi bir biçimde resmi veya gayri resmi olarak iletilen, kaydedilen, yayınlanan fikirlerin gerçek ve hayali ürünleridir. Genel olarak ise bilgi; öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat.

Bütünlük (bütünsellik) sözcüğü ise bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamlarındandır.

Bu konuda bilginin elde edilmesi, anlaşılması ve işlenmesi konusunda üzerinde durulması gereken husus, “Bilginin Bütünlüğü”dür. Yukarıda yapmış olduğumuz tanımlara bakıldığında bilimlerin bilgiyi elde etme veya işleme konusunda farklılık gösterseler de, bu bilgi alanlarının diğerleriyle olan ilişkisi ise bilginin bütünlüğünü göstermektedir. Bilgi bütünlüğü; bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

İslam dinine müteallik gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler olsun gerek gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun,  bütün ilimlerin birbirleriyle iletişim halinde olduğunu görmekteyiz. Hadis ilmi bilgiyi, rivayetlerle günümüze taşırken; Tefsir ilmi bu bilgiyi anlamaya ve yorumlamaya çalışmış; Fıkıh ilmi ise diğer bu iki ilmin kazanımlarını kullanarak bilgiyi işlemiştir. Bu da gösteriyor ki bilginin işlenmesi veya iletilmesindeki farklılıklar aslında onun daha iyi anlaşılması için farklı filtrelerden geçirilerek süzülmesi işlemidir.

Alim olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Tabi ki, bu vasfın fikri, ahlaki, ictimai gibi birbirini tamamlayan yanları da vardır. Kişiyi, ilmi sahasında bilgiyi işlerken, pratiğe yansıtırken hataya düşmekten korur.  Bilgi bütünlüğüne misal, bir kişi tefsir alanında ihtisaslaşmaya dönük bir çalışma yaparken mesela gramer, tarih, belağat, hadis ve senet gibi ilimleri bilmelidir. İslamî ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım bu noktada bir bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir.

İlim, iman ve amel bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde formülize edilebilir.  İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve “Fe’lem ennehu la ilahe illa’llah (Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur)1 anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir2. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”3  Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır.

Farklı ilimlerin farklı usullerle işledikleri bilgi, değer anlamında da diğer başka ilimlerde kendilerine yer bulmaktadır. “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen iş, aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. Bilginin bütünlüğünün omurgasını teşkil eden bu düzendir. Bu düzen üzere bina edilen/ edilmeye çalışılan iş bütüncül olur. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye, şuur ve bilincin hep var olduğu görülmektedir. İslamî ilimlerde bilgi bütünlüğünü sağlayan işte bu mülahazadır. Zaten kaynak olarak tek bir nokta (Kur’an-ı Kerim) da birleşen bu ilimleri birbirlerinden bağımsız düşünmemizin imkanı yoktur. Bunu tarihsel süreç içerisinde görmemiz mümkündür. İslami ilimlerin gelişme veya duraklama dönemlerine bakıldığında paralellik göstermektedir. Bu da aralarında süregelen etkileşimin en somut örneğidir.

Zira Kur’an’ın anlaşılmasında, özellikle Kur’an’ın kendini bağlı addettiği bilimler bütünlüğünü gerektirir. Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı önem arz etmektedir. Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.


1 Muhammed süresi, Ayet: 19

2 Buharî, İlim, 10

3 Talak süresi, Ayet: 12


KAYNAKLAR

• Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule Yay. Kasım 2012 İstanbul

• Wikipedia.org,

Aydın Kudat, Müslüman Kültüründe Bilgi Bütünlüğü

 


0 Yorum - Yorum Yaz


                                                 İBRAHİM KARA 13912722

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ                                                                                        Müslüman kişilik, önce İman, sonra amel için yeteri derecede bilgi donanıma sahip olmayı gerektirdiği malumdur. İlm-i Hal olarak  tabir edilen bilgi manzumesinin dini açıdan yeri, önemi ve hükmü fıkıh kayıtlarımızda yer almaktadır. Bilimsel çalışmalarda kişi her hangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması ve iyi meyve vermesi, “Bilgi Bütünlüğü”ne bağlıdır. Çalışmasına bütüncül bir bakışla giriş yapabilmesi de buna bağlı olduğu gibi. Bu bütüncül açı, kişiyi ilim ederken ve işlerken hataya düşmekten korur. İslam dinine müteallik gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler olsun gerek gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin girizgahlarında o ilmin tanımı yapılırken “hata Yapmama” veya “Kişiyi Hata Yapmaktan Koruma” şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Onun için özellikle İslam kültür tarihinde, kadim bir gelenek olan medrese ilimleri öğrenme hiyerarşisine henüz maddi ve suri ilel’ler aşamasında bile fail ile’sinde bu gaye-ı illiye’ye hassasiyetle uyulduğunu görmekteyiz. Bu şuur ve ideal  “Alim” kavramıyla benzeşmektedir. Zira Alim olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Tabi ki, bu vasfın fikri, ahlaki, içtimai gibi mütemmim yanları da vardır. Kişiyi, ilmi sahasında bilgiyi işlerken, pratiğe yansıtırken hataya düşmekten korur.  Bilgi bütünlüğüne misal, bir kişi tefsir alanında ihtisaslaşmaya dönük bir çalışma yaparken mesela gramer, tarih, belağat, hadis ve senet gibi ilimleri bilmelidir.

                     Biz bu makalemizde başlığı teşkil eden terkip üzerinde duracak, daha sonra Tefsir gibi Kur’an mihverli olan hatta tefsir ilminin ayrılmaz bir parçası mesabesinde olan Kıraat ilminde bilgi bütünlüğü konusunu İbn-i Cezeri örneğine yer vererek konuyu toparlamaya çalışacağız.

              Makalemizin başlığı teşkil eden   “Müslüman kültüründe bilginin bütünlüğü” terkibinde yer alan kavramları vuzuha kavuşturmak amacıyla biraz irdelemekte fayda mülahaza etmekteyiz. Şimdi bu terkibi biraz açalım. Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat.

                Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü. İnsana ilişkin bir kavram olarak kültür, tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemidir. Bir grup insanın bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir[1].

             Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

            Müslüman Kültürü: Tarihi seyir içerisinde İslam dininin Müslümanlara bıraktığı maddi ve manevi miras zenginliğidir. Bu zengin miras Müslüman olan bütün kavimlerin ortak eseridir. Müslüman kültürü ilmiyle, imanıyla ameliyle bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde formülize edenler de vardır.

          Prof. Dr. Ahmed Nedim SERİNSU Hocamız; ilim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde oturttuğu ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliğine dikkat çekmekte ve bu eksikliği gidermek için hem ülke içinde hem de yurtdışında öncülük ettiği bir çok projeyle giderme çabası içende olduğunu ifade etmektedir.

                “Müslüman Kültüründe Bilginin Bütünlüğü” meselesi mevzu-u bahis olduğunda, özellikle beslenmekte olduğumuz ya da beslenmek durumunda olduğumuz dini mihverli zengin mirasımız söz konusu olduğunda, bu bütünlüğün öncüllerde mi olacak yoksa neticelerde mi olacak diye iki nokta çıkar karşımıza.

            Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış v.s. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve “Fe’lem ennehu la ilahe illa’llah (Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur)[2]anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir[3]. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü,“Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”[4]  Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin manbaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi küll’i terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır. 

            Bilgi bütünlüğünün, neticelere göre ortaya çıkan bir değer olması daha sahici ve kalıcı gibi gelmektedir. Ancak burada dini alandaki ilmi çalışmalarda özellikle temel ilke usulleri olan alanlarda farklı birden fazla  neticelerin doğması sorunu öncelikle haletmek gerek. Misal vermek gerekirse İslami ilimlerden herhangi birinde yapılan çalışmada elde edilmek istenen amaçlar farklı farklı olabilir. Maddi, manevi sosyal psikolojik v.s. gibi. Bana göre amaçlar faklılaştığı oranda o ilmi çalışmada bütünlük de o derce dağılır. “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen iş, aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. Peki  başta “Allah rızasına nail olmak” idealini bir tarafa bıraktıktan sonra, ilmi çalışmalarda özellikle de dini ilimlerin gaye ve yardımcı dallarında bütünlüğü sağlayacak slogan  terkip ne olabilir? İşte burada az önce anılan ilim dallarının hemen hemen hepsinde ille-i gaiyye  kavramı gözümüze çarpmaktadır. “Hata yapmamak”. Bana göre Müslüman kültüründe bilginin bütünlüğünün omurgasını teşkil eden  bu terkiptir. Bu terkip üzere bina edilen/ edilmeye çalışılan iş bütüncül olur. Nitekim Müslüman kültürünün beslendiği değer kaynaklarımıza baktığımızda hep bu sihirli terkibe vurgu yaptıklarını görmekteyiz. Tecvit ilmi telaffuz ve tilavette hata yapmamayı, Kıraat ilmi herhangi bir imama göre Ku’an-ı Kerimi okurken onun temel ölçütlerine göre hata ve telfik’e düşmemeyi, sarf ve nahiv ilimleri kelimeleri üretirken / türetirken ve cümle içerisinde dizimi yaparken hata yapmamayı, mantık ve felsefe fikir ve tefekkürde hata yapmamayı, Usulü’l-fıkıh ve fıkhın temel kaideleri, muhakeme yaparken yada dışarıdaki hayatı yaşarken ve yorumlarken hata yapmamayı amaçlar. Fıkıh ilminde, branşlaşmaya dönük çalışma yapmak isteyen kişi, fıkıh ilmiyle direk ve dolaylı olarak irtibatı olan alanlarda da yeteri oranda bilgi birikimine sahip olmayı gerektirir. Diğer bir ifadeyle anlatacak olursak, fıkıh ilminin beslendiği Ku’an, Sünnet, Kıyas, İcma’ v.d. gibi ilimlerde yeteri derecede malumat sahibi olmayı gerektirir.        

                  Müslüman kültüründen ve pratik hayatından müşahhas bir misal vermek gerekirse; Müslüman’a yapılması farz olan bir şeyi, onu yerine getirebilmek için bilgi donanıma sahip olması üzerine farzdır.    Farz olan namazı hakkıyla eda etmek için bu ibadetinin bütünlüğünü sağlayan erkan ve şartlarını bilmek ve yerine getirme de farzdır. Burada farz olan bilgi ile kast edilen şey iman ve amel için gerekli olandır. Ayrıca bilginin değeri de fikir, tefekkür ve amele yansımasıyla orantılıdır. İmam-ı A”zam (150/792) hazretleri buyuruyor ki: “İyi bil ki, uzuvların göze tabi olması gibi amel de ilme tabidir. Az amelle ilim, çok amelle birlikte olan cehaletten hayırlıdır. Bunun içindir ki, Allahü c.c. şöyle buyurur: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[5] Büyük fıkıh alimlerinden Süfyan es-Sevri hazretleri şöyle buyuruyor: “İlim ameli davet eder. Eğer amel geldiyse ne güzel, gelmezse ilim de göçer gider.” der.  İşte Müslüman kültüründeki bütünlük budur. İlim ile amel / amel ile ilim bütünlüğü. Nitekim Hz. Muhammed Efendimiz s.a.v. kişiye gerekli olan ölçüyü meşhur hadisinde ne güzel gösteriyor. Talha ibn Ubeydullah r.a. anlatıyor: “Allah Rasulü s.a.v.’e Necid ahalisinden bir adam geldi. Saçları karışıktı. Kulağımıza sesinin mırıltısı geliyordu, ancak ne dediğini anlayamıyorduk. Allah Rasulü s.a.v.’e iyice yaklaşınca gördük ki, İslâm’dan soruyormuş. Allah Rasulü s.a.v.;  Gece ve gündüzde beş vakit namaz, demişti ki adam tekrar sordu:  Bu beş dışında bir borcum var mı? Allah Rasulü s.a.v.; Hayır, ama istersen nafile kılarsın, dedi. Sonra ‘Ramazan orucu da var’ deyince adam: Bunun dışında oruç var mı, diye sordu. Allah Resulü s.a.v.; Hayır! Ancak dilersen nafile tutarsın, dedi. Sonra Allah Rasulü s.a.v. ona zekâtı hatırlattı. Adam: ‘Zekât dışında borcum var mı?’ dedi. Allah Rasulü s.a.v. ‘Hayır, ama nafile verirsen o başka!’ dedi. Adam geri döndü ve giderayak: Bunlara ilave yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım, dedi. Allah Rasulü s.a.v. de;  Sözünde durursa kurtuluşa erdi, buyurdu” [6].

            İslamî ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım bu noktada bir  bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye, şuur ve bilincin hep melhuz olduğu görülmektedir. İslamî ilimlerde bilgi bütünlüğünü sağlayan işte bu mülahazadır. Elbette bu mülahaza var ve diri durdukça o ilim alanıyla ilgili çalışma yapılırken alanın temelini teşkil eden usul ve temel ilkeler daima göz önünde tutulacaktır. Aslında Müslüman kültüründe “hata yapmama” düşüncesi ki, gaye-i illiye yani amaç ve hedef-sonuç konumunda olmasına rağmen kişiye, işe giriş yapmadan önce de bir bütüncül bakışı kazandırır. Bu bütünlük vasfı özellikle din ilimleri adına daha önemi haiz olduğu görülmektedir.

            Bilimler birliği mi Bilimsel tasnifimi? Bir alanda bilgi bütünlüğü iki şekilde sağlanabilir. Biri birden fazla kişinin teşrik-i mesayi etmek suretiyle kolektif çalışma yapmaları. Diğeri ise kişinin çalıştığı alan ile ilgili olan diğer ilimler konusunda da yeteri oranda donanıma sahip olmasıdır. Bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde bağlı hale geldiği, bir ilmi sahada yapılan ihtisaslaşmanın bir çok alanda bilgi birikimini zaruri hale getirdiği, ayrıca meşgalelerin alabildiğine sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamanın ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. Bilgi bütünlüğü, özellikle Kuran ilimlerinde, bilimlerin bölünmesini uygun görülmemektedir. Zira Kur’an’ın anlaşılmasında, özellikle Kuranın kendini bağlı addettiği bilimler bütünlüğünü gerektirir. Bunlarında başında Kıraat ve Gramer ilimleri ile Senet ve Nakli ilimler gelmektedir.

              Kıraat ilmi üstatlarına baktığımız zaman hepsi hadis, tefsir, tarih ve fıkıh gibi konularda ilmi birikime sahip olduklarını görmekteyiz. Mekke’de Abdullah b. Kesir (öl. 120/737), Medine’de Nâfi b. Abdurrahman (öl. 169/785), Sam’da Ibn Âmir (öl. 118/736), Basra’da Ebû Amr b. Alâ (öl. 154/770) ve Yakub (öl. 205/820), Kûfe’de Hamza b. Habib (öl. 188/803) ile Âsim b. Behdele (öl. 127/744) ve daha sayamadığımız nice Kıraat alimi her biri hadis, tefsir, tarih, fıkıh /fıkıh usulu ve sarf-nahiv / gramer alanlarında ilmi donanıma sahip idiler. Müşahhas olması babından bir şahsiyeti örnek vermek gerekirse, bu konuda İbn-i Cezeri’nin ilmi birikim ve bütünlüğüne güzel bir örnektir[7]. Yüzden fazla eser yazmış olan İmam İbni Cezerî Tecvit ve kıraat ilmi sahasında geniş bir ilmi birikime sahip olup   bu sahada yapmış olduğu hizmetlerle   tebarüz etmiştir. Tecvit ve kıraat ilminin temel kaidelerini ihtiva eden eserler  kaleme almış dolaştığı bir çok islam diyarında “Dar’ül-Kur’n”lar inşa’ edip bir sayısız  Kur’an talebesi yetiştirmek suretiyle Kur’an’a ve Kur’an ilimlerine büyük hizmetler gerçekleştirmiştir. İslam diyarlarından Arabistan, Kuzey Afrika, Anadolu, ve Asya ülkelerinde bulunduğu esnalarda  özellikle Kur’an-ı kerimin tilavetinde ortaya çıkan yanlışlar ve bid’atlar dikkatlerini çekmiştir. Mahharic-ı hüruf ve sıfat-ı hüruf hususunda  hataların telafisi için büyük gayretler sarf etmiştir.

         İbnü’l-Cezerî’nin ilmî kişiliğinin zirveye ulaştığı alan hiç şüphesiz kıraat ilmidir. Sadece kıraat okuduğu hocalarının sayısının kırkın üzerinde olması onun bu ilme tutku ölçüsünde kendini verdiğini göstermektedir bk[8].

           Kıraat ve hadis ilmindeki önemini dikkate alarak isnâd konusunu ele alan İbnü’l-Cezerî, onu dinin bir rüknü olarak anlamış, “En-Neşr Fi’l-Kıraati’l-Aşr” adlı eserini yazarken istifade ettiği kıraat kitaplarıyla ilgili tüm senedlerini bu eserin girişinde verdiği gibi Câmi‘u’l-esânîd adlı kitabını da bu maksatla kaleme almıştır.

               İbnü’l-Cezerî’nin ilmî mesaisi içinde hadisin önemli bir yeri vardır. Gençlik yıllarında hadis tahsiline ciddi şekilde eğildiği gibi yetişkinlik döneminde gittiği her yerde hadis dersleri vermiş, Sahîh-i Buhârî’yi ve kendi eseri Şerhu’l-Mesâbîh’i çeşitli talebe gruplarına defalarca takrir etmiş, Kahire’de Ahmed b. Hanbel ve Şâfi‘î’nin Müsned’lerini okutmuştur[9]. Ebü’l-Fütûh Ahmed b. Abdullah et-Tâvûsî kendi döneminde onun gerek âlî isnâd ve hadislerin hıfzı, gerekse cerh ve ta‘dîl konularında yegâne âlim olduğunu belirtmiş, Buhârî ve Müslim’in es-Sahîh’leri, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce’nin Sünen’leri, Dârimî, Şâfi‘î ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’leri, Mâlik’in Muvatta’ı, Beğavî ve Nevevî’nin bazı eserleriyle ilgili senedlerini ortaya koyduğunu söylemiştir. Süyûtî de onun için kıraatte eşşiz bir imamdı, derken hadiste hâfız olduğuna işaret etmiştir.

                İbnü’l-Cezerî zamanın fıkıh otoritelerinden de fıkıh tahsil etmiştir[10]. Başta Kıraat olmak üzer, Hadis, Siyer, Tarih, Tabakat,  ve daha bir çok ilmi alanlarda eserler telif etmiştir. İşte böyle bilgi donanım ve yanında ihlas ve ciddiyet vasfına haiz  İbnü’l-Cezerî gibi şahsiyetler bir ilim alanında çalışma yaparken bilgiyi işlerken ortaya koydukları eserler tabileri tarafından ma’haz edinmekte,  bu gibi şahsiyetler birer ekol olabilmektedirler.

SONUÇ

                 Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere yada taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

 

 


[1] Parekh,B.,Çok kültürlülüğü Yeniden Düşünmek, Phoenix Yay., Ankara, 2002.

[2] Muhammed süresi, Ayet: 19

[3] Buharî, İlim, 10

[4] Talak süresi, Ayet: 12

[5] Zümer süresi, Ayet:9

[6] Buharî, İman : 34

[7] Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ali b. Yusuf) (Dımaşk 751/1350-833/1429 )

[8] İbn-i Cezeri, Gâyetü’n-Nihâye, II, 250

[9]İbn Hacer, VIII, 246; İbnü’l-İmâd, VII, 205

[10]İbn Hacer, VIII, 247; İbnü’l-İmâd, VII, 205-206.

 


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    09.01.2014

Rukiye Öztürk - Yüksek Lisans - 12912778

 

Bilginin Bütünlüğü

        

            Bilginin tanımını yaparken varacağımız sonuç ilerlediğimiz yol ile paralel olacaktır. Bilgi için; öğrenme, araştırma ya da gözlem yoluyla elde edilen gerçek ya da genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler, malumat ya da insan zekâsının kapsayabileceği olgu, gerçek ve ilkelerin tümüne verilen ad ya da bilim, insan anlağının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünsel ürün şeklinde tanımlar yapmak mümkündür.

            Kur’an-ı Kerim’i anlamada ve açıklamada ise tefsir ilmi devreye girer. Nüzul döneminde ashap büyük ölçüde Kur’an ayetlerini anlıyordu ve tefsire ihtiyaçları yok denecek kadar azdı. Yirmi üç sene kadar devam eden bu süreçte en önemli gündem maddesi olan Kur’an onları ilgilendiren hemen her konuda hayatla iç içeydi ve anlaşılmaması içinde bir sebep yoktu.

            İsmail Cerrahoğlu bu konuda şunlar ifade etmiştir:

            “ Arap dili yazı ile pek işlenmediğinden cümleler kısa ve manalarda çok genişti. Kur’an-ı Kerim’de de bu ifade şekli mevcuttu. Bu gibi ifadelerde hatibin rolü çok mühimdir. Hz. Peygamber konuşması esnasında hareket ve mimikleriyle müşkil ve kapalı olan noktaları açıklamış olurdu. Zira aynı ibareyi bir hatip, diğeri hatip olmayan iki kişi söylese muhatap hatip olanınkini izaha lüzum görmeden anlar, diğerininkini ise anlayamaz. ”

            Peygamberimiz bizzat yaşadığı hayatta fazla yorum yapmaması, yapsa bile bu yorumların ve açıklamaların az olması, vahyin canlı bir söz olmasına bağlanabilir. Zaten vahyin inzal sürecinde büyük ölçüde cevap verilmekteydi: “ Peygamberleri apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman ve onlarında bunu üzerine düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik. ” ( Nahl Suresi: 44 )

            Fakat günümüzde durum değişmiştir. Hz. Peygamber artık hayatta değildir ve Kur’an’ı Kerim’in anlaşılması da zorlaşmıştır. Bu nedenle de elde olan bilgilerin tasnifi ve nasıl kullanıldığı büyük önem kazanmıştır. Evet, maksat aynıdır doğru bilgiyi olması gerektiği gibi anlamak ve algılamak ancak gidilen yol ve yöntemlerin farklılığı beraberinde ihtilafı ve hatta hataları getirebilir.       

            Günümüzde de geçmişte de niyet hep aynıdır: Kur’an-ı Kerim’i hayata kılavuz edebilmektir. Kamil insan, olunması gereken insan modelini ortaya koyma çalışmaları esnasında her bir ilim insana, onun aklına, duygularına başka pencereden bakar. Bu bakış açılarının hiçbirisi bir diğerinden daha önemsiz değildir. Hepsi birlikte değerlendirilmelidir. Ancak bu değerlendirmeler asla birbirinden kopuk olmamalıdır.

            Çünkü dini ilimlerin tümü hayatın farklı alanlarında ilerlemekle birlikte aynı kökten gelirler ve aynı sonuca bağlanırlar. Örneğin tefsir ilmi ile hadis tarihinin ve fıkıh tarihinin bağı tartışılmazdır. Diyelim ki siyer kitaplarında nakledilen bir olay var. Bu olayın senedinin incelenmesi gerekir. Burada tarihten yaralanılır. Psikolojik ve sosyolojik açıdan yapılan incelemeler güçlendirir. Aksi halde tek yönlü yapılan değerlendirmeler eksik kalacaktır. Diğer ilimlerle yapılan ortak çalışma sonucu meydana getirilenler ise daha tutarlı ve daha kabul edilebilir olacaktır.

 

 Kaynaklar:

 

Gezer, Süleyman: Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Kur’an, Ankara, 2008

Albayrak, Halis: Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, İstanbul, 2011


0 Yorum - Yorum Yaz


Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri dersi, “Bilginin Bütünlüğü”ne ilişkin araştırma ödevi

MERVE KURT

Yüksek Lisans Öğrenci no:13912723

 

İslamî Bilgi Sistemi’nde Bilginin Bütünlüğü Meselesi: Muhammed Abid el-Câbirî Örneği

Bilgi bütünlüğü, söz konusu bilginin özünde yer alan veriye ilişkin temsili “güvenilirlik” olarak tanımlanmaktadır.[1] Diğer bir ifade ile bilgi bütünlüğü, bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.[2] Dolayısıyla bilgi bütünlüğünün zeminini bilginin doğruluğu ve güvenilirliği teşkil etmektedir.

İslamî bilgi sisteminde, bilginin bütünlüğü denilince akla iki tür bilgi gelir. Birincisi, “îman”a konu olan “vahyin bilgisi”dir. Buna göre birey edindiği bilgiyi Kur’an-ı Kerim aracılığıyla Rabbinden, doğrudan alır.  Kur’an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız[3] ayetine istinaden bu bilgi türü alıcıya saf, katıksız ulaşan bilgidir. Kur’an-ı Kerim metnine ilişkin bilgi bütünlüğü bu sebeple imanın konusudur. Uzun yıllardır süregelen ve oryantalistlerin başı çektiği kuran metninin orijinal olmadığı, başka bir ifade ile sonradan yazıldığı iddiaları mezkur “vahyin bilgisi”ne yönelik saldırılardır. Ne ki bu iddiaların her biri temelsiz kalmakta, itibar görmemektedir. Bu tür yaklaşımlar başka bir çalışmanın konusu olacağından bu bilgi türüne burada değinmekle yetineceğiz.

Bilginin bütünlüğüne ilişkin ikinci tür ise “Kuran-ı Kerim Mirası”na konu olan bilgidir. Burada “miras” kelimesini tercih ediş sebebimiz, insanlığa indiği günden bu yana Kuran-ı Kerim’i anlamak için neş’et eden ilim mirasını ifade etmesine yöneliktir. Bu miras tek başına bir bütün olmakla birlikte, kendi içerisinde farklı bilgi sitemlerini barındırmaktadır. Kuşeyri (ö.1072) islamî bilgi sitemini üç kategori halinde tasnif etmektedir. Bunlar: Beyan, Burhan ve İrfan bilgi sistemleridir. Beyan bilgi sistemi “nass”ı temel alır. Dolayısıyla tefsir, hadis, fıkıh ve kelam gibi ilimler beyan bilgi sisteminin parçasıdır. Burhan bilgi sistemi ise “akıl” çerçevesinde ürünler ortaya koyar. Dirayetin rol aldığı her tür içinde burhan bilgi sisteminden parçalar barındırmaktadır. İrfan bilgi sistemi ise “sezgi” ve “keşf” ekseninde hayat bulmuştur. Kuşeyri’nin tasnifinden yola çıkarak Cabiri (ö.2010) çeşitli tespitlerde bulunur. Cabiri’ye göre Beyan bilgi sistemi İslam havzasında neş'et etmiş orijinal tek sistemdir ve bilginin nakille (nass) olacağı temeline dayanır ve aracı dildir. Burhan bilgi sistemi, bilginin akılla (logos) elde edileceğini söyleyen sistemdir ve aracı mantıktır. İrfan ise, bilginin sezgiyle (gnos) alınacağını söyleyen sistemdir ve aracı 'mürşit'tir. Câbirî beyan, irfan ve burhan diye sistematize ettiği bu üç bilgi sistemini ayrı ayrı tahlil eder.[4]

Bu bilgi türlerinin ilki beyandır. Beyan’ın yoğunlaştığı düzlemin nass olduğunu, esas itibariyle Arap-İslam düşüncesinin inkişafının da burada olduğunu, özellikle Sünni ideoloji beyan sisteminin bir ürünü haline geldiğini ifade eden Câbirî, bir bilgi eylemi olarak beyanı, görünüş (zuhur), gösterme (izhar), anlayış (fehm) ve anlatma (ifham); bir bilgi sahası olarak ise ‘halis’ İslami ilimleri olan din ve dil ilimlerinin bina ettiği bilgi dünyası olarak ele alır.
Beyan alanı içinde teorik/nazari faaliyet nassların tefsiri için kurallar koymak, nassları akli yollarla savunmak, cedel ve tartışmaya dayalı olarak temellendirmek olduğunu söyler. Bir bilgi sistemi olarak beyanı da âlimin kavramlarının ve zihni icatlarının tümünü kapsadığını ifade eder. Fıkıh, kelam ve fıkıh gibi ilimleri beyan bilgi alanına dâhil eden Câbirî, bu ilimleri ve bu ilimler üzerinden ilmi tefekkürde bulunan âlimleri derinlemesine analiz eder.

İkinci bilgi sistemi irfan olup, ilimlerini Şii düşüncesi, İsmailiye felsefesi, Kur'an'ın batıni tefsiri, işraki felsefe, kimya, tababet, astroloji büyü tılsımlar… gibi dalların oluşturduğu irfan, metod olarak keşf ve ilhama dayandıran Câbirî bir bilgi eylemi olarak irfanın irfan ehli tarafından keşf ve iyan olarak isimlendirir. [5]Her ne kadar irfancılar kabul etmese de kaynağının hermetik tasavvur olduğunu söyler. Bir bilgi sahası olarak irfan ise, inanç ve efsanelerin bir karışımı olup, irfan ehlinin o dinin metinlerinin zahirinin arkasında gizli olan hakikati ortaya çıkarmak üzere bina ettikleri sistemdir. Buradan hareketle Câbirî, tasavvufi, batini, Şii-İsmaili irfan düşüncesinin esas itibariyle hermetik Pisagorculuğa dayandığını ifade ederek İslâm’ı derinden etkileyen bu akımların analizlerine devam eder.

Mantık, matematik, tabiat, metafizik ve ilahiyat ilimlerinin oluşturduğu burhan, Câbirî epistemolojisinde pergelin sabit ayağıdır. Câbirî, bir bilgi kaynağı olarak burhanın öncüller ve onlardan zorunlu olarak çıkan bir sonuçtan oluşan akıl yürütme olduğunu söylerken, bir bilgi alanı olarak da burhanın Arap kültürünün tercüme yoluyla ve özellikle de Aristotoles’in kitaplarının tercümesi yoluyla giren bir ilim ve felsefe evreni olduğunu ifade eder. Câbirî, "Bu saha Arap kültürüne, aslında kendisini oluşturan beyana, kendisini içten vurmaya çalışan irfana karşı mücadelesinde destek olmak üzere nakledildiğine göre, İslam’da burhani nazari faaliyetin de bu durumdan etkilenmesi gerekirdi: Beyan ile burhan arasındaki ilişkilerin de metot açısından (nahiv-mantık) düzenlenmesi gerekiyordu. Ayrıca bu ikisi arasındaki ilişkinin dünya görüşü açısından da düzenlenmesi (kelam ilmi ve felsefe) gerekiyordu...[6]

 

Câbirî bugünkü gelinen noktada, Arap/İslam kültürünü, toplumsal, siyasal ve kültürel planda kapsamlı bir krizle karşı karşıya görmektedir.[7] Fakat bu kriz sadece günümüzle alakalı olmaktan ziyade, tarihsel arka planla alakalı bir krizdir. Ona göre, bu krizin tarihsel arka planında, Arap/İslam kültüründe mevcut olan epistemolojik paradigmaların rekabet ve çatışma ilişkisi ile kökleşmiş olan kültürel yapı bulunmaktadır.[8]

 

Sonuç olarak, bilginin bütünlüğü, Câbirî’nin ifade ettiği epistemolojik paradigmalar arası çatışma ve rekabet olduğunda ortadan kalkmaktadır. Kur’an’ın ifadesi ile bu durumda herkes “…dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olmuşlardır. Her zümre kendi yanında olanla sevinir durur.”[9] Halbuki Kur'an bilgi sistemleri açısından tekilci değil aksine çoğulcudur. Bütün bu bilgi sistemleri birbirleriyle zıtlaştırılmadan ya da aynılaştırılıp biri diğerinde yok edilmeden, hakikatin birer boyutu olarak doğru bir hiyerarşiyle insan düşüncesinin istifadesine sunulabilir.[10]



[1] http://www.aicpa.org/interestareas/frc/assuranceadvisoryservices/downloadabledocuments/asec-information-integrity-white-paper.pdf

[2] http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm

[3] Hicr,9

[4] http://www.kuranihayat.com/content/c%C3%A2bir%C3%AE-ve-yeni-bir-ak%C4%B1l-in%C5%9Fas%C4%B1-k%C3%BCbra-%C3%A7omakli

[5] el-Câbirî, Arap İslam Kültürünün Akıl Yapısı, Çev. Burhan Köroğlu ve Arkadaşları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2001, s. 288., Çağdaş Arap Düşüncesinde Yeniden Yapılanma, Çev. Ali ihsan Pala, Mehmet Şirin Çıkar, Kitabiyat yayınları,

Ankara 2001

[7] İbrahim Keskin, Arap/İslam Kültürünün Yapısalcı Analizinin İmkanı, Uludağ Üni. İlahiyat Fak. Dergisi 2010, say.1

[8] A.g.e

[9] Rum, 32


0 Yorum - Yorum Yaz


2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

İBRAHİM UÇAN

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO:13912777

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat, insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce demektir.

Bütünsellik sözcüğü ise; bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamlarındandır.

Bilgi bütünlüğü; bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek, tam ve eksiksiz kavrayabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek bütün fertleri ile ele almak gerekir. Böyle bir davranış yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur.

Kuran'ı anlamanın yolu da onu bir bütün olarak ele almak ile gerçekleşir. Kuran'ı kendi bütünlüğü içinde anlamamak, Kuran'ı anlamama gibi bir sonuca götürür.

Kuran-ı Kerimin bütünlüğü; Kuranın tüm özelliklerini, Kuranı tüm alt dalları ile bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kuran-ı Kerimi anlamlandırmada, Kuran-ı oluşturan kelime, cümle, ayet ve sure bazında parçalara indirgeyip anlama yerine, Kuran-ı cümleler ile oluşan bütünlük, tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, ayetler ve sureler arasındaki bütünlük, surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi topyekûn bir anlama yapılmalıdı

Zemahşeri de Kuran'ın, tek bir söz hükmünde olduğunu ifade ederken, kanaatımızca onun, bir bütün olduğunu ve bu bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini vurgulamış olmaktadır. Çağdaş alimlerden Mahmut şeltut ise, "Fıkhu'l-Kuran ve's-Sünne " adlı eserinde Kuran'ın farklı hükümler taşıyan ayetlerinin ardarda sıralanması metodunu, onun bir bütün olduğuna ve pratikte onun bir kısmını nazar-ı itibara alıp bir kısmını almamanın doğru olmayacağına bir işaret olarak görmektedir. Hepsinden daha önemlisi, Allah Rasülü, En'am süresinin 82. ayetindeki "ظلم " kelimesini Lukman Süresinin 13. ayetiyle açıklarken ayetleri tek başlarına ele almanın zaman zaman kişileri Kuran'ın zihniyetine uygun düşmeyen sonuçlara vardıracağını,dolayısıyla ifadeleri, Kuran'ın bütünlüğüne arzetmenin gerekli olduğunu, ashabının şahsında bütün Kuran araştırıcılarına öğretmiştir.

Sonuç olarak, konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım ise yanlış sonuçlara götürür.


0 Yorum - Yorum Yaz


                                 2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

                                                           BAHAR DÖNEMİ

                           AYŞE SARI

                                    YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

                                       ÖĞRENCİ NO:13912776

 

                                         BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

    Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat demektir.

    Bütünlük ise; parçaları birbirine eksiksiz bağlı olan birliği dile getirir. Alman düşünürü Kant da bütünlüğü düşüncenin ana kavramlarından saymış ve teklikle çokluğun birleşimi olarak tanımlamıştır. Bir misalle açıklamak gerekirse; evren, parçaları çeşitli biçimlerle birbirine bağlı bir bütündür. Örneğin bir elma, elma ağacının değil, bütün bir doğanın ürünüdür.

    Bilgi bütünlüğü de; bir konuyu anlamlandırırken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca “bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur” seklinde tarif edilebilir.

 

    Bilgi temelde insanın varlık ontolojisiyle ilgilidir. İnsan yapısı gereği, duygu, düşünce, olgu, olay kısacası farkında olduğu her şeyi anlamak, zihnine takılan sorulara cevap bulmak, kendini gerçekleştirmek ister. İşte insanın varlığını sürdürmesi, kendine ait uygarlığını oluşturması bilgi sayesinde olur. Kendi varlığının farkına varan insan, doğal olarak etrafında olanlarında farkındadır. Dış dünyadaki varlıkların zihnimizde bıraktığı izler bilgiyi oluşturur.

 

    Bütüncül ve kapsamlı bilgi yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. O konuyla ilgili bir ayet yahut bir hadisten yola çıkarak o konu hakkında hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin konularını anlamaya ve anlatmaya çalışmalıyız.

 

     Müslümanlar için bilgi kaynaklarının başında gelen vahyi (Kuran-ı Kerim), doğru bir şekilde anlamak ve aktarmak da bilgi bütünlüğünü gerektirir. İlk dönem alimlerimiz bunun farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh, sarf, nahiv, ulumu’l kuran ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi, eski alimlerimizin bütüncül bilgiye önem verdiklerini bize göstermektedir. Buna göre Kuran’ın  doğru anlaşılması fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, arap dili ve belagati gibi ilimlerin  bilinmesini gerekli kılmaktadır.

     Kur’an’ı  doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını  ifade eden bu bilgiler âyetlerin  hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da  âyetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki âyetleri bu doku içinde görmek, onları  anlamamızı kolaylaştırır. ‘Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir’[3] ayetinin nüzül sebebini bilmeden okuduğumuzda ve bu hükmü uyguladığınızda İslam bir terör dini olarak ortaya çıkar.

 

    Kur’an, bilgi kaynağı olarak, vahiy  başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. Hayatın gayesi, Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi vasıtalarıyla Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla tanır ve bilir.

 

   Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir.

                                                                                      

 


0 Yorum - Yorum Yaz


BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 2013 / 2014 BAHAR YARIYILI ÖDEVİ
     ÖMER FARUK SERDAROĞLU
  YÜKSEK LİSANS ÖZEL ÖĞRENCİ


Bilgi sözlük manası arapça (i-l-m) kökünden türemiş; öğrenme, araştırma gibi anlamlara gelen bir kavramdır. Akıllı varlık olan insanın kendini ve dışındakileri anlama bilme yeteneğine bilgi denir. Veya öğrenme, araştırma veya gözlem sonucu elde edilen gerçek ilkelerin bütününe verilen isimdir. Doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevalarının tamamıdır. İslami kültürde genel olarak el-İlm veya el-ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki veyahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır.

Bilgi, insan şuurunun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet bütünlük arz ederse insanı doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür etsinler diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken genel bir bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir. İnsanların önce bunu anlaması gerekir. Bu çabanın peşinde olmayan müslümanların, dine zararları düşmanlarından daha fazla olmaktadır. “Görenle görmeyen bir midir?” (En’am:50)

Yine bilgi, sosyal olaylarda karşımıza çıkan eylem ve olayları anlamamıza yardım eden işaret ve kodlamalardır. İnsanların ve organizasyonların etkin bir biçimde eylem gerçekleştirmeleri için sahip olmaları gereken kapasitedir. Deney, tecrübe, yorum ya da fikrin bir araya gelmesi ile oluşan enformasyondur. Sosyal olaylarda, karar ve eylemler için uygulanmaya hazır yüksek değerde bir enformasyon şeklidir. Bilgi kişisel anlamda düzenlenmiş enformasyondur ve genelde deney ve tecrübelerin bileşiminden oluşur. Sosyal olayların nedenlerini doğru bir şekilde kavramamıza ve en doğru ya da en güzeli seçmemize yardımcı olan anlama, kavrama ve akıl yürütme aşamalarında isabetli karar almamız bilginin, sistematik bir biçimde işlenmesi, Gözlem ve tecrübelerle yeniden şekillendirilmesi halinde mümkün olabilir.  Bilgi kolayca biriktirilip saklanamaz.

Genel ve kapsamlı bilgi yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. O konuyla ilgili bir ayet yahut bir hadisten yola çıkarak o konu hakkında hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin konularını anlamaya ve
anlatmaya çalışmalıyız.

Allah (c.c) mutlak bilendir. Allah'ın insana bildirdikleri sayesinde insan, kâinata hükmedebilmektedir.
İslam bilimleri ; Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh ve Fıkıh Usulü vb.. Bu bilimler, din olarak doğrudan İslama ait inanç, ibadet,  ahlak, haram-helal konularını incelemektedir. Hz. Peygamber’ (s.a.v) in hayatı (Siyer-i Nebi) ve sonrası islam tarihi, günümüze kadar ortaya çıkan düşünce ekollerini inceleyen Mezhepler Tarihi, islam bilginlerinin hayatını ele alan Ricaller Tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan Arap Dili ve Belağatı islam bilimleri çerçevesine dahil edilmektedir.
Bilindiği üzere İslamî İlimlerin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an da yer alan iman, itikat,ibadet,ahlak,muamelat (hukuk) gibi konulara ilişkin ayetlerin yorumlanıp sistemli hale getirilmesi dini disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kur’an’da yer alan ahlak ve itikat konularının yorumlanması ve değişik zamanlarda yaşama taşınması işlemi kelam disiplini tarafından; genel anlamıyla hukuk ve ibadet konuları ve bu alanlara ilişkin ayetlerin sistemli bir şekilde yorumlanması fıkıh disiplini tarafından; tefsir de dâhil olmak üzere bütün disiplinlerin izleyeceği yöntem, Kur’an ibarelerinin anlamlarını ve değerlerini belirleme, ortaya koyma ve bunları hayata yansıtmanın önemi ise fıkıh usulü tarafından geliştirilmiştir. İlimler her ne kadar  tasnif edilseler de aralarındaki ilişki hiçbir zaman kesintiye uğramaz. Çünkü yapısı gereği fıkıh, tefsir ve hadisten ayrılamaz.

Sonuç olarak Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimlerinin gelişimi ile ilgili yaptığımız bu değerlendirmelerden İslam ilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını görmekteyiz. Kur’an, İslam ilimlerinin en başta gelen kaynağıdır. Kur’an’ın doğru anlamlarına ulaşmak için tefsir disiplini geliştirilmiştir. Tefsir de bu anlamları Peygamber ve onun Ashabından öğrenmek amacıyla hadise ve onların konuştuğu Arapçaya başvurmak zorundadır. Böylece Tefsir, Hadislerle birlikte İslam’ın en başta gelen kaynağını açıklamış olmaktadır. Fıkıh ise bu açıklamalarla, Kur’an’ı diğer kaynaklarla birlikte bir kaynak olarak ele almakta ve yeni durumlar için bu kaynaklardaki bilgilere uygun hükümler üretmektedir.

Şurası bilinmelidir ki, İslâm âlimlerinin bütün bu ilim dallarında ortaya koyduğu birikim, tesadüfen oluşmuş ya da tarihin belli bir döneminden sonra kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Bu ilim dallarının her biri, temel metot ve hareket tarzlarını Hz. Peygamber (sav)’in, ashabına yönelik yönlendirme ve uygulamaları oluşturmuştur. Dolayısıyla bu ilim dallarının her biri, Kur’an’ın doğru anlaşılmasını ve yaşanmasını temin eden alternatifsiz vasıtalardır. Onlar olmadan Kur’an’ın, murad-ı ilahîye uygun biçimde anlaşılması da yaşanması da mümkün değildir. Şu halde Kur’an’ı anlama ve yorumlama sürecinde, bu ilimlerden herhangi birini dışarda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden herhangi biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin ötekilerini ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.

Günümüzde bilgi bütünlüğünü sağlamanın en sağlıklı yolu; değişik ilim ve bilim dallarında branşlaşmış ilim adamlarının bir araya gelmeleridir, Bu da dernek, vakıf vb kuruluşlar adı altında kolektif çalışmak suretiyle mümkün olabilir. Hiç şüphesiz iletişim araçlarını ve onlardan gereği gibi istifade etmeği de unutmamalıdır. Çünkü bunlar sayesinde daha çok insanla iletişime geçilir, daha çok meseleye çözümler üretilir. İlimlerin ve bilgi alma yöntemlerinin bir bütün olduğu unutulmamalıdır.

Tevfik Allah' (c.c) dandır.


0 Yorum - Yorum Yaz

ödev 1    26.10.2014

 Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri  1. Ödev: 

İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh" Hakkında On Beş Makale Literatürü 

 

Hamdi KARANFİL

Öğrenci  No: 14912718

Tezli  Yüksek Lisans

1.ERDİM, Sinan ,Buhârî’nin El-Câmi‘us-Sahîh’inde Rivâyeti Bulunan Kadın Sahâbiler , International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014, p. 849-866, ANKARA-TURKEY,

http://www.turkishstudies.net/Makaleler/2028145061_46ErdimSinan-sos-849-866.pdf

 

2.ÇAKAN, İsmail Lütfi, Bireysel ve Toplumsal Gelişmede Sünnetin Yeri ve Sahîh-i Buhârî,Sünnetin Bireysel ve Toplumsal Değişimdeki Rolü -Sempozyum-, 11-12 Mayıs 2007, Meram/Konya, Konevi Kültür Merkezi, 2008, s. 41-47

http://isamveri.org/pdfdrg/D176760/2008/2008_CAKANIL.pdf

 

3.POLAT, Selahaddin , Buhârî’nin Sahîh’ine Yapılan Bazı Tenkidlerin Değerlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1990, sayı: 4, s. 237-255

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_POLATS.pdf

 

4.Cirit, H. (2005). Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh İle Küleynî’nin el-Kâfî Adlı Eserlerinin Hadis Literatüründeki Yeri ve Önemi. Bakı Dövlet Universiteti İlahiyyat Fakültesinin Elmi Mecmuası. Sayı 1. Cilt - sf 203-220

 

http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02632/2005_3/2005_3_CIRITH.pdf

 

5. ÖZMEN,Ramazan, el-Buhari’nin Haber-i Vahid Savunusunda Kullandığı Ayetler Üzerine Bir İnceleme.  Yüzüncü Yıl Üni. İlâhiyât Fakültesi Hadis Anabilim Dalı  Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı:1

http://www.dinbilimleri.com/DergiPdfDetay.aspx?ID=127

 

6.TERZİ, Mustafa Zeki ,Buhârî’nin Sahîh’indeki Siyer ve Meğâzî Rivayetleri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1991, sayı: 5, s. 147-156

http://isamveri.org/pdfdrg/D00095/1991_5/1991_5_TERZIMZ.pdf

 

7.ARSLAN, Şükrü,Buhârî'nin Sahihindeki "Kitabu't-Tefsir"inin Filolojik Açıdan Bir Değerlendirmesi, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 195-204

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_ARSLANS.pdf

 

8.KILIÇ, Yusuf, Buhâri'nin El-Câmiu's-Sahih'inin İslam Hukukunun Kaynağı Olması Bakımından Ehemmiyeti, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 211-220

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_KILICY.pdf

 

9.ÇOŞKUN, Ahmet,Buhârî'nin Sahihindeki Bazı Rivayetlerde ve Bab Başlıklarında Rızık ve İktisat, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 283-292

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_COSKUNA.pdf

 

10.ERTAN, Veli, Vefatının Yıl Dönümü Nedeniyle Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Mütercim Prof. Kamil Miras (1874-1957),Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1989, cilt: XXV, sayı: 2, s. 13-22

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_106-107/1971_c10_106-107_ERTANV.pdf

 

11.KOÇYİĞİT, Talat, İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh”i, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi], 1971, cilt: X, sayı: 104-105, s. 19-23

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_104-105/1971_c10_104-105_KOCYIGITT.pdf

 

 

12.TOKSARI, Ali,Sahîhu’l-Buhârî’nin Bab Başlıklarının Özellikleri ve Değeri (Terâcimu Sahihi’l-Buharî), Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 109-132

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_TOKSARIA.pdf

 

 

13.KARACABEY, Salih,  Sahîh-i Buhârî’nin İlk Şerhi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1992, cilt: IV, sayı: 4, s. 237-248

http://isamveri.org/pdfdrg/D00193/1992_4/1992_4_KARACABEYS3.pdf

 

 

14.AŞIKKUTLU, E. (2014). Buhari Döneminde (III/IX. Asır) İmanla İlgili Yaklaşımlar ve Sahih'inin İman Bölümü Çerçevesinde Buhari'nin lman Yaklaşımı. Marmara ÜNiversitesi İLahiyat FaküLtesi Dergisi, 0(19).

http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruifd/article/view/1012002009

 

15.Kemal Sandıkçı, S.Sahîhu'l-Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar II, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1985, cilt: XXI, sayı: 2, s. 50-55

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_SANDIKCIK.pdf

 


0 Yorum - Yorum Yaz

ÖDEV1    26.10.2014

 Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri  1. Ödev: 

İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh" Hakkında On Beş Makale Literatürü 

 

Hamdi KARANFİL

Öğrenci  No: 14912718

Tezli  Yüksek Lisans

1.ERDİM, Sinan ,Buhârî’nin El-Câmi‘us-Sahîh’inde Rivâyeti Bulunan Kadın Sahâbiler , International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014, p. 849-866, ANKARA-TURKEY,

http://www.turkishstudies.net/Makaleler/2028145061_46ErdimSinan-sos-849-866.pdf

 

2.ÇAKAN, İsmail Lütfi, Bireysel ve Toplumsal Gelişmede Sünnetin Yeri ve Sahîh-i Buhârî,Sünnetin Bireysel ve Toplumsal Değişimdeki Rolü -Sempozyum-, 11-12 Mayıs 2007, Meram/Konya, Konevi Kültür Merkezi, 2008, s. 41-47

http://isamveri.org/pdfdrg/D176760/2008/2008_CAKANIL.pdf

 

3.POLAT, Selahaddin , Buhârî’nin Sahîh’ine Yapılan Bazı Tenkidlerin Değerlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1990, sayı: 4, s. 237-255

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_POLATS.pdf

 

4.Cirit, H. (2005). Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh İle Küleynî’nin el-Kâfî Adlı Eserlerinin Hadis Literatüründeki Yeri ve Önemi. Bakı Dövlet Universiteti İlahiyyat Fakültesinin Elmi Mecmuası. Sayı 1. Cilt - sf 203-220

 

http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02632/2005_3/2005_3_CIRITH.pdf

 

5. ÖZMEN,Ramazan, el-Buhari’nin Haber-i Vahid Savunusunda Kullandığı Ayetler Üzerine Bir İnceleme.  Yüzüncü Yıl Üni. İlâhiyât Fakültesi Hadis Anabilim Dalı  Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı:1

http://www.dinbilimleri.com/DergiPdfDetay.aspx?ID=127

 

6.TERZİ, Mustafa Zeki ,Buhârî’nin Sahîh’indeki Siyer ve Meğâzî Rivayetleri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1991, sayı: 5, s. 147-156

http://isamveri.org/pdfdrg/D00095/1991_5/1991_5_TERZIMZ.pdf

 

7.ARSLAN, Şükrü,Buhârî'nin Sahihindeki "Kitabu't-Tefsir"inin Filolojik Açıdan Bir Değerlendirmesi, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 195-204

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_ARSLANS.pdf

 

8.KILIÇ, Yusuf, Buhâri'nin El-Câmiu's-Sahih'inin İslam Hukukunun Kaynağı Olması Bakımından Ehemmiyeti, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 211-220

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_KILICY.pdf

 

9.ÇOŞKUN, Ahmet,Buhârî'nin Sahihindeki Bazı Rivayetlerde ve Bab Başlıklarında Rızık ve İktisat, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 283-292

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_COSKUNA.pdf

 

10.ERTAN, Veli, Vefatının Yıl Dönümü Nedeniyle Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Mütercim Prof. Kamil Miras (1874-1957),Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1989, cilt: XXV, sayı: 2, s. 13-22

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_106-107/1971_c10_106-107_ERTANV.pdf

 

11.KOÇYİĞİT, Talat, İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh”i, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi], 1971, cilt: X, sayı: 104-105, s. 19-23

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_104-105/1971_c10_104-105_KOCYIGITT.pdf

 

 

12.TOKSARI, Ali,Sahîhu’l-Buhârî’nin Bab Başlıklarının Özellikleri ve Değeri (Terâcimu Sahihi’l-Buharî), Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 109-132

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_TOKSARIA.pdf

 

 

13.KARACABEY, Salih,  Sahîh-i Buhârî’nin İlk Şerhi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1992, cilt: IV, sayı: 4, s. 237-248

http://isamveri.org/pdfdrg/D00193/1992_4/1992_4_KARACABEYS3.pdf

 

 

14.AŞIKKUTLU, E. (2014). Buhari Döneminde (III/IX. Asır) İmanla İlgili Yaklaşımlar ve Sahih'inin İman Bölümü Çerçevesinde Buhari'nin lman Yaklaşımı. Marmara ÜNiversitesi İLahiyat FaküLtesi Dergisi, 0(19).

http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruifd/article/view/1012002009

 

15.Kemal Sandıkçı, S.Sahîhu'l-Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar II, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1985, cilt: XXI, sayı: 2, s. 50-55

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_SANDIKCIK.pdf

 


0 Yorum - Yorum Yaz

ÖDEV1    27.10.2014

 Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri  1. Ödev: 

İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh" Hakkında On Beş Makale Literatürü 

 

Hamdi KARANFİL

Öğrenci  No: 14912718

Tezli  Yüksek Lisans

1.ERDİM, Sinan ,Buhârî’nin El-Câmi‘us-Sahîh’inde Rivâyeti Bulunan Kadın Sahâbiler , International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014, p. 849-866, ANKARA-TURKEY,

http://www.turkishstudies.net/Makaleler/2028145061_46ErdimSinan-sos-849-866.pdf

 

2.ÇAKAN, İsmail Lütfi, Bireysel ve Toplumsal Gelişmede Sünnetin Yeri ve Sahîh-i Buhârî,Sünnetin Bireysel ve Toplumsal Değişimdeki Rolü -Sempozyum-, 11-12 Mayıs 2007, Meram/Konya, Konevi Kültür Merkezi, 2008, s. 41-47

http://isamveri.org/pdfdrg/D176760/2008/2008_CAKANIL.pdf

 

3.POLAT, Selahaddin , Buhârî’nin Sahîh’ine Yapılan Bazı Tenkidlerin Değerlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1990, sayı: 4, s. 237-255

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_POLATS.pdf

 

4.Cirit, H. (2005). Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh İle Küleynî’nin el-Kâfî Adlı Eserlerinin Hadis Literatüründeki Yeri ve Önemi. Bakı Dövlet Universiteti İlahiyyat Fakültesinin Elmi Mecmuası. Sayı 1. Cilt - sf 203-220

 

http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02632/2005_3/2005_3_CIRITH.pdf

 

5. ÖZMEN,Ramazan, el-Buhari’nin Haber-i Vahid Savunusunda Kullandığı Ayetler Üzerine Bir İnceleme.  Yüzüncü Yıl Üni. İlâhiyât Fakültesi Hadis Anabilim Dalı  Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı:1

http://www.dinbilimleri.com/DergiPdfDetay.aspx?ID=127

 

6.TERZİ, Mustafa Zeki ,Buhârî’nin Sahîh’indeki Siyer ve Meğâzî Rivayetleri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1991, sayı: 5, s. 147-156

http://isamveri.org/pdfdrg/D00095/1991_5/1991_5_TERZIMZ.pdf

 

7.ARSLAN, Şükrü,Buhârî'nin Sahihindeki "Kitabu't-Tefsir"inin Filolojik Açıdan Bir Değerlendirmesi, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 195-204

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_ARSLANS.pdf

 

8.KILIÇ, Yusuf, Buhâri'nin El-Câmiu's-Sahih'inin İslam Hukukunun Kaynağı Olması Bakımından Ehemmiyeti, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 211-220

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_KILICY.pdf

 

9.ÇOŞKUN, Ahmet,Buhârî'nin Sahihindeki Bazı Rivayetlerde ve Bab Başlıklarında Rızık ve İktisat, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 283-292

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_COSKUNA.pdf

 

10.ERTAN, Veli, Vefatının Yıl Dönümü Nedeniyle Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Mütercim Prof. Kamil Miras (1874-1957),Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1989, cilt: XXV, sayı: 2, s. 13-22

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_106-107/1971_c10_106-107_ERTANV.pdf

 

11.KOÇYİĞİT, Talat, İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh”i, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi], 1971, cilt: X, sayı: 104-105, s. 19-23

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_104-105/1971_c10_104-105_KOCYIGITT.pdf

 

 

12.TOKSARI, Ali,Sahîhu’l-Buhârî’nin Bab Başlıklarının Özellikleri ve Değeri (Terâcimu Sahihi’l-Buharî), Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 109-132

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_TOKSARIA.pdf

 

 

13.KARACABEY, Salih,  Sahîh-i Buhârî’nin İlk Şerhi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1992, cilt: IV, sayı: 4, s. 237-248

http://isamveri.org/pdfdrg/D00193/1992_4/1992_4_KARACABEYS3.pdf

 

 

14.AŞIKKUTLU, E. (2014). Buhari Döneminde (III/IX. Asır) İmanla İlgili Yaklaşımlar ve Sahih'inin İman Bölümü Çerçevesinde Buhari'nin lman Yaklaşımı. Marmara ÜNiversitesi İLahiyat FaküLtesi Dergisi, 0(19).

http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruifd/article/view/1012002009

 

15.Kemal Sandıkçı, S.Sahîhu'l-Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar II, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1985, cilt: XXI, sayı: 2, s. 50-55

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_SANDIKCIK.pdf

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


 Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri  1. Ödev: 

İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh" Hakkında On Beş Makale Literatürü 

 

Hamdi KARANFİL

Öğrenci  No: 14912718

Tezli  Yüksek Lisans

1.ERDİM, Sinan ,Buhârî’nin El-Câmi‘us-Sahîh’inde Rivâyeti Bulunan Kadın Sahâbiler , International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014, p. 849-866, ANKARA-TURKEY,

http://www.turkishstudies.net/Makaleler/2028145061_46ErdimSinan-sos-849-866.pdf

 

2.ÇAKAN, İsmail Lütfi, Bireysel ve Toplumsal Gelişmede Sünnetin Yeri ve Sahîh-i Buhârî,Sünnetin Bireysel ve Toplumsal Değişimdeki Rolü -Sempozyum-, 11-12 Mayıs 2007, Meram/Konya, Konevi Kültür Merkezi, 2008, s. 41-47

http://isamveri.org/pdfdrg/D176760/2008/2008_CAKANIL.pdf

 

3.POLAT, Selahaddin , Buhârî’nin Sahîh’ine Yapılan Bazı Tenkidlerin Değerlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1990, sayı: 4, s. 237-255

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_POLATS.pdf

 

4.Cirit, H. (2005). Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh İle Küleynî’nin el-Kâfî Adlı Eserlerinin Hadis Literatüründeki Yeri ve Önemi. Bakı Dövlet Universiteti İlahiyyat Fakültesinin Elmi Mecmuası. Sayı 1. Cilt - sf 203-220

 

http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02632/2005_3/2005_3_CIRITH.pdf

 

5. ÖZMEN,Ramazan, el-Buhari’nin Haber-i Vahid Savunusunda Kullandığı Ayetler Üzerine Bir İnceleme.  Yüzüncü Yıl Üni. İlâhiyât Fakültesi Hadis Anabilim Dalı  Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı:1

http://www.dinbilimleri.com/DergiPdfDetay.aspx?ID=127

 

6.TERZİ, Mustafa Zeki ,Buhârî’nin Sahîh’indeki Siyer ve Meğâzî Rivayetleri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1991, sayı: 5, s. 147-156

http://isamveri.org/pdfdrg/D00095/1991_5/1991_5_TERZIMZ.pdf

 

7.ARSLAN, Şükrü,Buhârî'nin Sahihindeki "Kitabu't-Tefsir"inin Filolojik Açıdan Bir Değerlendirmesi, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 195-204

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_ARSLANS.pdf

 

8.KILIÇ, Yusuf, Buhâri'nin El-Câmiu's-Sahih'inin İslam Hukukunun Kaynağı Olması Bakımından Ehemmiyeti, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 211-220

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_KILICY.pdf

 

9.ÇOŞKUN, Ahmet,Buhârî'nin Sahihindeki Bazı Rivayetlerde ve Bab Başlıklarında Rızık ve İktisat, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 283-292

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_COSKUNA.pdf

 

10.ERTAN, Veli, Vefatının Yıl Dönümü Nedeniyle Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Mütercim Prof. Kamil Miras (1874-1957),Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1989, cilt: XXV, sayı: 2, s. 13-22

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_106-107/1971_c10_106-107_ERTANV.pdf

 

11.KOÇYİĞİT, Talat, İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh”i, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi], 1971, cilt: X, sayı: 104-105, s. 19-23

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_104-105/1971_c10_104-105_KOCYIGITT.pdf

 

 

12.TOKSARI, Ali,Sahîhu’l-Buhârî’nin Bab Başlıklarının Özellikleri ve Değeri (Terâcimu Sahihi’l-Buharî), Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 109-132

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_TOKSARIA.pdf

 

 

13.KARACABEY, Salih,  Sahîh-i Buhârî’nin İlk Şerhi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1992, cilt: IV, sayı: 4, s. 237-248

http://isamveri.org/pdfdrg/D00193/1992_4/1992_4_KARACABEYS3.pdf

 

 

14.AŞIKKUTLU, E. (2014). Buhari Döneminde (III/IX. Asır) İmanla İlgili Yaklaşımlar ve Sahih'inin İman Bölümü Çerçevesinde Buhari'nin lman Yaklaşımı. Marmara ÜNiversitesi İLahiyat FaküLtesi Dergisi, 0(19).

http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruifd/article/view/1012002009

 

15.Kemal Sandıkçı, S.Sahîhu'l-Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar II, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1985, cilt: XXI, sayı: 2, s. 50-55

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_SANDIKCIK.pdf

 


0 Yorum - Yorum Yaz

ÖDEV1    27.10.2014

 Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri  1. Ödev: 

İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh" Hakkında On Beş Makale Literatürü 

 

Hamdi KARANFİL

Öğrenci  No: 14912718

Tezli  Yüksek Lisans

1.ERDİM, Sinan ,Buhârî’nin El-Câmi‘us-Sahîh’inde Rivâyeti Bulunan Kadın Sahâbiler , International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014, p. 849-866, ANKARA-TURKEY,

http://www.turkishstudies.net/Makaleler/2028145061_46ErdimSinan-sos-849-866.pdf

 

2.ÇAKAN, İsmail Lütfi, Bireysel ve Toplumsal Gelişmede Sünnetin Yeri ve Sahîh-i Buhârî,Sünnetin Bireysel ve Toplumsal Değişimdeki Rolü -Sempozyum-, 11-12 Mayıs 2007, Meram/Konya, Konevi Kültür Merkezi, 2008, s. 41-47

http://isamveri.org/pdfdrg/D176760/2008/2008_CAKANIL.pdf

 

3.POLAT, Selahaddin , Buhârî’nin Sahîh’ine Yapılan Bazı Tenkidlerin Değerlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1990, sayı: 4, s. 237-255

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_POLATS.pdf

 

4.Cirit, H. (2005). Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh İle Küleynî’nin el-Kâfî Adlı Eserlerinin Hadis Literatüründeki Yeri ve Önemi. Bakı Dövlet Universiteti İlahiyyat Fakültesinin Elmi Mecmuası. Sayı 1. Cilt - sf 203-220

 

http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02632/2005_3/2005_3_CIRITH.pdf

 

5. ÖZMEN,Ramazan, el-Buhari’nin Haber-i Vahid Savunusunda Kullandığı Ayetler Üzerine Bir İnceleme.  Yüzüncü Yıl Üni. İlâhiyât Fakültesi Hadis Anabilim Dalı  Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı:1

http://www.dinbilimleri.com/DergiPdfDetay.aspx?ID=127

 

6.TERZİ, Mustafa Zeki ,Buhârî’nin Sahîh’indeki Siyer ve Meğâzî Rivayetleri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1991, sayı: 5, s. 147-156

http://isamveri.org/pdfdrg/D00095/1991_5/1991_5_TERZIMZ.pdf

 

7.ARSLAN, Şükrü,Buhârî'nin Sahihindeki "Kitabu't-Tefsir"inin Filolojik Açıdan Bir Değerlendirmesi, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 195-204

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_ARSLANS.pdf

 

8.KILIÇ, Yusuf, Buhâri'nin El-Câmiu's-Sahih'inin İslam Hukukunun Kaynağı Olması Bakımından Ehemmiyeti, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 211-220

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_KILICY.pdf

 

9.ÇOŞKUN, Ahmet,Buhârî'nin Sahihindeki Bazı Rivayetlerde ve Bab Başlıklarında Rızık ve İktisat, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 283-292

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_COSKUNA.pdf

 

10.ERTAN, Veli, Vefatının Yıl Dönümü Nedeniyle Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Mütercim Prof. Kamil Miras (1874-1957),Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1989, cilt: XXV, sayı: 2, s. 13-22

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_106-107/1971_c10_106-107_ERTANV.pdf

 

11.KOÇYİĞİT, Talat, İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh”i, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi], 1971, cilt: X, sayı: 104-105, s. 19-23

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_104-105/1971_c10_104-105_KOCYIGITT.pdf

 

 

12.TOKSARI, Ali,Sahîhu’l-Buhârî’nin Bab Başlıklarının Özellikleri ve Değeri (Terâcimu Sahihi’l-Buharî), Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 109-132

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_TOKSARIA.pdf

 

 

13.KARACABEY, Salih,  Sahîh-i Buhârî’nin İlk Şerhi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1992, cilt: IV, sayı: 4, s. 237-248

http://isamveri.org/pdfdrg/D00193/1992_4/1992_4_KARACABEYS3.pdf

 

 

14.AŞIKKUTLU, E. (2014). Buhari Döneminde (III/IX. Asır) İmanla İlgili Yaklaşımlar ve Sahih'inin İman Bölümü Çerçevesinde Buhari'nin lman Yaklaşımı. Marmara ÜNiversitesi İLahiyat FaküLtesi Dergisi, 0(19).

http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruifd/article/view/1012002009

 

15.Kemal Sandıkçı, S.Sahîhu'l-Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar II, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1985, cilt: XXI, sayı: 2, s. 50-55

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_SANDIKCIK.pdf

 


0 Yorum - Yorum Yaz


 Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri  1. Ödev: 

İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh" Hakkında On Beş Makale Literatürü 

 

Hamdi KARANFİL

Öğrenci  No: 14912718

Tezli  Yüksek Lisans

1.ERDİM, Sinan ,Buhârî’nin El-Câmi‘us-Sahîh’inde Rivâyeti Bulunan Kadın Sahâbiler , International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014, p. 849-866, ANKARA-TURKEY,

http://www.turkishstudies.net/Makaleler/2028145061_46ErdimSinan-sos-849-866.pdf

 

2.ÇAKAN, İsmail Lütfi, Bireysel ve Toplumsal Gelişmede Sünnetin Yeri ve Sahîh-i Buhârî,Sünnetin Bireysel ve Toplumsal Değişimdeki Rolü -Sempozyum-, 11-12 Mayıs 2007, Meram/Konya, Konevi Kültür Merkezi, 2008, s. 41-47

http://isamveri.org/pdfdrg/D176760/2008/2008_CAKANIL.pdf

 

3.POLAT, Selahaddin , Buhârî’nin Sahîh’ine Yapılan Bazı Tenkidlerin Değerlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1990, sayı: 4, s. 237-255

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_POLATS.pdf

 

4.Cirit, H. (2005). Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh İle Küleynî’nin el-Kâfî Adlı Eserlerinin Hadis Literatüründeki Yeri ve Önemi. Bakı Dövlet Universiteti İlahiyyat Fakültesinin Elmi Mecmuası. Sayı 1. Cilt - sf 203-220

 

http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02632/2005_3/2005_3_CIRITH.pdf

 

5. ÖZMEN,Ramazan, el-Buhari’nin Haber-i Vahid Savunusunda Kullandığı Ayetler Üzerine Bir İnceleme.  Yüzüncü Yıl Üni. İlâhiyât Fakültesi Hadis Anabilim Dalı  Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı:1

http://www.dinbilimleri.com/DergiPdfDetay.aspx?ID=127

 

6.TERZİ, Mustafa Zeki ,Buhârî’nin Sahîh’indeki Siyer ve Meğâzî Rivayetleri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1991, sayı: 5, s. 147-156

http://isamveri.org/pdfdrg/D00095/1991_5/1991_5_TERZIMZ.pdf

 

7.ARSLAN, Şükrü,Buhârî'nin Sahihindeki "Kitabu't-Tefsir"inin Filolojik Açıdan Bir Değerlendirmesi, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 195-204

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_ARSLANS.pdf

 

8.KILIÇ, Yusuf, Buhâri'nin El-Câmiu's-Sahih'inin İslam Hukukunun Kaynağı Olması Bakımından Ehemmiyeti, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 211-220

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_KILICY.pdf

 

9.ÇOŞKUN, Ahmet,Buhârî'nin Sahihindeki Bazı Rivayetlerde ve Bab Başlıklarında Rızık ve İktisat, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 283-292

http://isamveri.org/pdfdrg/D00199/1991_4/1991_4_COSKUNA.pdf

 

10.ERTAN, Veli, Vefatının Yıl Dönümü Nedeniyle Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Mütercim Prof. Kamil Miras (1874-1957),Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1989, cilt: XXV, sayı: 2, s. 13-22

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_106-107/1971_c10_106-107_ERTANV.pdf

 

11.KOÇYİĞİT, Talat, İmam Buhârî ve “El-Cami‘u’s-Sahîh”i, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi], 1971, cilt: X, sayı: 104-105, s. 19-23

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1971_c10/1971_c10_104-105/1971_c10_104-105_KOCYIGITT.pdf

 

 

12.TOKSARI, Ali,Sahîhu’l-Buhârî’nin Bab Başlıklarının Özellikleri ve Değeri (Terâcimu Sahihi’l-Buharî), Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 109-132

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_TOKSARIA.pdf

 

 

13.KARACABEY, Salih,  Sahîh-i Buhârî’nin İlk Şerhi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1992, cilt: IV, sayı: 4, s. 237-248

http://isamveri.org/pdfdrg/D00193/1992_4/1992_4_KARACABEYS3.pdf

 

 

14.AŞIKKUTLU, E. (2014). Buhari Döneminde (III/IX. Asır) İmanla İlgili Yaklaşımlar ve Sahih'inin İman Bölümü Çerçevesinde Buhari'nin lman Yaklaşımı. Marmara ÜNiversitesi İLahiyat FaküLtesi Dergisi, 0(19).

http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruifd/article/view/1012002009

 

15.Kemal Sandıkçı, S.Sahîhu'l-Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar II, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1985, cilt: XXI, sayı: 2, s. 50-55

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_SANDIKCIK.pdf

 


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin bütünlüğü    03.11.2014

 

Adı ve Soyadı: Habib BAYGIN

Öğrenci No: 14952703 (B.DOKTORA)

Dönem: 2014/2015 GÜZ DÖNEMİ

Konu: Bilgiinin Bütünlüğü

 

 

Bilimsel çalışmalarda kişi her hangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması ve iyi meyve vermesi, "Bilgi Bütünlüğü"ne bağlıdır. Çalışmasına bütüncül bir bakışla giriş yapabilmesi de buna bağlı olduğu gibi. Bu bütüncül açı, kişiyi ilim ederken ve işlerken hataya düşmekten korur. İslam dinine müteallik gerek Kur'an, Sünnet gibi asli ilimler olsun gerek gramer, edebiyat gibi fer'i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin girizgahlarında o ilmin tanımı yapılırken "hata Yapmama" veya "Kişiyi Hata Yapmaktan Koruma" şeklindeki gaye-ı illiye'ye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Onun için özellikle İslam kültür tarihinde, kadim bir gelenek olan medrese ilimleri öğrenme hiyerarşisine henüz maddi ve suri ilel'ler aşamasında bile fail ile'sinde bu gaye-ı illiye'ye hassasiyetle uyulduğunu görmekteyiz. Bu şuur ve ideal "Alim" kavramıyla benzeşmektedir. Zira Alim olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Tabi ki, bu vasfın fikri, ahlaki, içtimai gibi mütemmim yanları da vardır. Kişiyi, ilmi sahasında bilgiyi işlerken, pratiğe yansıtırken hataya düşmekten korur. Bilgi bütünlüğüne misal, bir kişi tefsir alanında ihtisaslaşmaya dönük bir çalışma yaparken mesela gramer, tarih, belağat, hadis ve senet gibi ilimleri bilmelidir.
Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat.
Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü. İnsana ilişkin bir kavram olarak kültür, tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemidir. Bir grup insanın bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir
Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.
Müslüman Kültürü: Tarihi seyir içerisinde İslam dininin Müslümanlara bıraktığı maddi ve manevi miras zenginliğidir. Bu zengin miras Müslüman olan bütün kavimlerin ortak eseridir. Müslüman kültürü ilmiyle, imanıyla ameliyle bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde formülize edenler de vardır.

Müslüman kültüründen ve pratik hayatından müşahhas bir misal vermek gerekirse; Müslüman'a yapılması farz olan bir şeyi, onu yerine getirebilmek için bilgi donanıma sahip olması üzerine farzdır. Farz olan namazı hakkıyla eda etmek için bu ibadetinin bütünlüğünü sağlayan erkan ve şartlarını bilmek ve yerine getirme de farzdır.
Kuran'ın muhatabı olan bizler Kuran'ın tefsiri ile ilgilenirken bilginin bütünlüğü Kuran'ın doğru anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Kuran üzerine araştırma yapan bir insan ele aldığı bir konuyu incelerken bütüncül bir anlayışla değerlendirmesi gerekmektedir. Kuran naslarının bütünlüğü konusu müfessir ve araştırmacıların görmezden gelemeyecekleri bir konudur. Zira Kuran dikkatle incelendiği zaman görülecektir ki onu oluşturan parçalar en küçüğünden en büyüğüne kadar birbiri ile bağlantılı bir yapı oluşturmaktadır. Bir başka ifade ile Kuran'ın parçaları yerine göre birbirini tamamlayan yerine göre birbirini açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. Bundan dolayı eş-Şatıbi Kuran'ın bütünlüğü bağlamından hareketle sözgelimi namazın farziyetini sadece ‘namaz kılınız' şeklindeki ilahi emirlerden değil namazla ilgili Kuran'da yer alan bütün delillerden çıkarmaktadır
Kuran tefsir edilirken bilginin bütünlüğünün ifade ettiği diğer bir anlam ise,yukarda anlatılan tarihi süreçte ortaya konan tefsir literatürü araştırılarak ve dikkate alınarak Tefsir çalışmalarının yapılmasıdır. Yani kuran yorumcusunun Kuran'ı doğru anlayıp anlamlandırması indiği dönemden günümeze kadar yapılmış çalışmaları incelemesi ilk muhatapların anladığı manaya ulaşması, yapılan çalışmaları araştırmasına bağlıdır. Yorumcu bu çalışma esnasında tarih içerisinde ayetlere Hz. Peygamber efendimizden ve sahabi neslinden itibaren müfessirlerin yapmış olduğu tefsirlerin, yorumların hangilerinin tarihi ve dönemsel ve yerel olduğunu ve hangilerinin evrensel ve tutarlı olduğunu tespit etme fırsatını elde etmiş olacaktır.
.
Sonuç olarak Müslüman ve İslami alanda ihtisas yapacak olan akademisyenlerin ve araştırmacıların bütüncül bir bilgi birikimine sahip olmaları gerekir. Çünkü İslami ilimlerin tamamı birbiriyle yakından ilişkilidir. Nitekim bütün İslami ilimlerin ana kaynağı Kuran ve ilahi muradın anlama ameliyesi olan Tefsir olunca Bilginin Bütünlüğü daha da önem kazanmaktadır. Zira diğer İslami ilimlerin tamamı ya kuranın anlaşılması için birer araç ya da Kuranı anlama tekniklerini öğretmeyi gaye edinmiş amaçlardır.

________________________________________
[1]Faruki, İsmail Raci, İslam Kültür Atlası, çev: M.Okan Kibaroğlu,Zerrin Kibaroğlu, İnkılab Yay.
[2] Demirci,Muhsin, Tefsir Usulü, İFAV, İstanbul 2013

 


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin bütünlüğü    04.11.2014

1 -Cirit, H. (2005). Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh İle Küleynî’nin el-Kâfî Adlı Eserlerinin Hadis Literatüründeki Yeri ve Önemi. Bakı Dövlet Universiteti İlahiyyat Fakültesinin Elmi Mecmuası. Sayı 1. Cilt - sf 203-220

http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02632/2005_3/2005_3_CIRITH.pdf

 

 

 

2  -Ali Kasım el-Omarî, Muhammed ,Buhârî'nin Cerh ve Tadil Hakkındaki Metodu, çeviren Necati Avcı, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 171-178

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_AVCIN.pdf

 

 

3-  Bağcı, Hacı Musa , Hadis Metodolojisinde Sahihu’l-Buhârî’nin Sıhhat Bakımından Tasnif Edilen İlk Eser Olduğu Fikrinin Eleştirel Analizi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt: XLV, sayı: 1, s. 39-56

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/728/9232.pdf

 

 

 

4-  PROVENCAL, E. Levi, Çev: CİHAN, Sadık, “Sahihi Buhari’nin Magrib Nüshasının İncelenmesi”,  Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 1 (1986), s. 59-76

 

http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/399307012_198601030340.pdf

 

 

5-  Âşıkkutlu, Emin Buhârî Döneminde (III/IX. Asır) Îmanla İlgili Yaklaşımlar ve Sahîh'inin İman Bölümü Çerçevesinde Buhârî'nin Îman Yaklaşımı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2000, sayı: 19, s. 59-83

 

isamveri.org/pdfdrg/D00072/2000_19/2000_19_ASIKKUTLUE.pdf

 

6-  KARACABEY Salih, SAHİH'İ BUHARİ’NİN İLK ŞERHİ, ULUDAĞ ÜNiVERSiTESi iLAHiYAT FAKÜLTESi Sayı: 4, Cilt: 4, Yı!: 4, 1992

http://ktp.isam.org.tr/makaleilh/

 

7-  Polat, Salâhaddin ,Buhari'nin Sahih'ine Yapılan Tenkidler, Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 85-100

http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_POLATS.pdf

 

8-  BİLGEN, Osman, “Buhari’nin Siyer/Meğazi Rivayetlerine Yaklaşımı”, Iğdır Üniversitesi I. Uluslararası Iğdır Sempozyumu Sosyal Bilimler Bildiri Kitabı (19-21 Nisan 2012-Iğdır), Iğdır-2013, s. 23-32

http://www.igdir.edu.tr/f_sbens/sempozyum/sempozyum.pdf

 

 

9-  Koçyiğit,Talat İmam Buhari ve el-Câmi's-Sahîh Diyanet İlmi Dergisi[Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi], 1971 104105 şubatmart 1971 cilt:10 sayı:9
http://hadis.diyanet.gov.tr/dosyalar/1116103660.pdf

 

 

10-  Sofuoğlu, M. Cemâl, Muhammed Sadık Necmi’nin Buhâri’ye Yönelttiği Bazı Tenkidler, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1989, sayı: 6, s. 89-94

 

11-  Toksarı, Ali ,Sahîhu’l-Buhârî’nin Bab Başlıklarının Özellikleri ve Değeri (Terâcimu Sahihi’l-Buharî), Büyük Türk - İslâm Bilgini Buhâri (811-569) -Uluslararası Sempozyum-, 18-20 Haziran 1987, 1996, s. 109-132http://isamveri.org/pdfdrg/D170563/1996/1996_TOKSARIA.pdf

 

12-  Çakın, Kamil “Buharinin Otoritesini Kazanma Süreci, İSLAMİ ARAŞTIRMALAR CİLT: 10,SAYI:1-2-3-4, 1997

http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/e74db204c186848.pdf?sid=0d1b45989cc8590fb84d9356c248f9a3

 

13-  Sandıkçı, Kemal,Sahîhu'l-Buhari Üzerine Yapılan Çalışmalar, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet], 1985, cilt: XXI, sayı: 1, s. 39-63
http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1985_c21/1985_c21_2/1985_c21_2_SANDIKCISK.pdf1

 

 

14-  Yardım, Ali Buhâri ve et-Târih’ul-Kebîr’i, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1989, sayı: 5, s. 181-193

http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php

 

15-  ÖZMEN,Ramazan, el-Buhari’nin Haber-i Vahid Savunusunda Kullandığı Ayetler Üzerine Bir İnceleme.  Yüzüncü Yıl Üni. İlâhiyât Fakültesi Hadis Anabilim Dalı  Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı:1

http://www.dinbilimleri.com/DergiPdfDetay.aspx?ID=127


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi