DİA Kur’ân maddesini mütalaanızın sonuçlarını maddeler halinde yazınız.
Hedef Tarih: 23 Nisan 2013
Değerlendirme: Toplam en yüksek puan 30’dur. Dönem sonu sınavı puanına eklenecektir.
A) Kelimenin hemzesiz(kelime harf-i ta'rifli olarak "el-kurân şeklindedir ve ne "kara'e fiilinden ne de başka bir kökten türemiştir)
B) Hemzelî olduğunu savunanlar. el-Eş'arî ile birlikte bir grup âlime göre kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak" anlamındadır.
--> Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.( Fetret dönemi)
Mekki Sureler:
Medeni Sureler:
- İnkarcılardan, eğer gerçekten Kur’an’ın kul sözü olduğuna inanıyorlarsa, o zaman inen kısmın bir benzerini yazıp getirsinler ( Tûr Suresi)
- İddialarında samimi iseler, Kur’an’in bir benzerini getirsinler ( Hûd Suresi)
- Kur’an’ın bir suresinin benzerini getirsinler (Yûnus Suresi)
A) Kelimenin hemzesiz(kelime harf-i ta'rifli olarak "el-kurân şeklindedir ve ne "kara'e fiilinden ne de başka bir kökten türemiştir)
B) Hemzelî olduğunu savunanlar. el-Eş'arî ile birlikte bir grup âlime göre kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak" anlamındadır.
--> Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.( Fetret dönemi)
Mekki Sureler:
Medeni Sureler:
- İnkarcılardan, eğer gerçekten Kur’an’ın kul sözü olduğuna inanıyorlarsa, o zaman inen kısmın bir benzerini yazıp getirsinler ( Tûr Suresi)
- İddialarında samimi iseler, Kur’an’in bir benzerini getirsinler ( Hûd Suresi)
- Kur’an’ın bir suresinin benzerini getirsinler (Yûnus Suresi)
HAMDULLAH KAYA Öğrenci No: 12912772
ESBAB-I NÜZUL’E YENİ BİR BAKIŞ VE BU BAĞLAMDA SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Esbâb-ı nüzul rivayetleri Kur’an-ı Kerim Ayetlerin anlamlarının eksiksiz anlaşılmasında izlenen en önemli yollardan biri olmuştur. Ama bu bağlama kullanılan metodun, ilkeleri ile birlikte tam bir şekilde ortaya konulduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir. Usul açısından vaki olan bu eksiklik, esbab-ı nüzul rivayetleri, genel olarak da tefsir rivayetleri üzerinde tereddütlerin meydana gelmesine sebebiyitvermiştir. Sa’lebe kıssasında da bu eksiklikler çarpıcı bir şekilde gözükmektedir.
Sa’lebe kıssası tefsirciler arasında meşhur bir hadisedir. Genelde tevbe suresinin 75.ayetinin sebeb-i nuzulu olarak bu hadise zikredilmektedir ama bu hadisenin sıhhatı tefsirciler tarafından pek araştırılmadığı gözükmektedir ama Beyhaki gibi bazı müfessirler hadisin senedinin zayıflığına işaret etmişlerdir. Beyhakî şu değerlendirmeyi yapar: “Bu, tefsir ehli arasında meşhur bir hadistir. Zayıf senedlerle mevsul olarak rivayet edilmiştir” .
SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
1-İlken hadis usulü açısından sa’lebe hadisi rivayet açısından tenkid edilmelidir. zira bu hadisin senedi zayıftır. İmam Buharî bu kıssanın bir tarikini rivayet eden Ebû Umâme hadisinin senedindeki Ali b.Yezid hakkında munkeru’l-Hadîs”demiştir.
2- Rivayetler tasnif edilmelidir her bir rivayetin zama-mekan-şartlarına bakarak sınıflandırmak,ona göre değerlendirme yapmak gerekmektedir.
3) Tarih ilminden yararlanılmalı ve ona göre değerlendirme yapılmalıdır.
4) Kur’ân’i bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
Öyleyse Kur’ân’ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin değerlendirilmesinde bu metodlar takip edilmeli ve tefsir kitaplarındaki pek çok zayıf hatta aslı olmayan rivayetler çıkartılarak tefsir ilmi israiliyyattan temizlenilmelidir.
Sa'lebe b. Hatıb adında iki ayrı sahabe vardır. bunlardan birisi Sa'lebe b. Hatıb b. Amr el-Ensari'dir ve bu İbn İshak ile Musa b. Ukbe'nin ifade ettiğine göre bedir ashabındandır. İbn Kelbi ise bu sahabenin Uhud savaşında öldüğünü söylemiştir. (El-İsabe 928)
diğeri ise; Sa'lebe b. Hatıb (veya ibn ebi Hatıb) el-Ensari'dir. İbn İshak bunu Mescidi Dırar'ı bina edenler arasında sayar. el-Baverdi, İbn Seken, İbn Şahin ve başkaları önceki ile bunun aynı kişi olduğunu zikrederler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den mal ile rızıklandırılması için dua istemesine gelince, bunu Taberi tefsirinde (10/130) Kurtubi (8/209) Vahidi Esbabı Nuzul (180) İbn Asakir (Tehzibu Tarihi Dımeşk-4/20) rivayet etmişlerdir. tevbe suresinin 75. ayetinin sebebi nüzulü olarak bu rivayet zikredilir.
Hafız İbn Hacer der ki: Eğer bu kıssa sahih ise - ki sahih olduğunu zannetmem - bu kıssada geçen Sa'lebe'nin daha önce zikri geçen bedir ehlinden olan Sa'lebe ile aynı kişi olmasında şüphe vardır. nitekim İbnu'l-Kelbi'nin şu sözleri ikisinin farklı kişiler olduğunu gösterir: "Bedir ashabından olan (Salebe) Uhud'da şehit olmuştur." Yine İbn Merduye'nin Tefsirinde mezkur ayet hakkında İbn Abbas'tan şu nakli de bunu destekler: "Bu adam kendisine abdullahtayfut no: 12952708 Salebe b. Ebi Hatıb denen ensardan bir kimsedir." bu rivayette onun ismi: Salebe b. Ebi Hatıb şeklindedir. bedir ashabından olan salebeye gelince, onun isminin Salebe b. Hatıb olduğunda ittifak edilmiştir. nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den: "Bedire ve hudeybiyeye katılan hiç kimse ateşe girmeyecek" buyurduğu sabit olmuştur...." el-1. İlk olarak hadis usulü açısından eleştiriye tabi tutulmalıdır. Hadisin senedinin zayıf olduğu tespit edilmiştir. hadis büyük muhaddislerce de zayıf addedilmiştir 2. Rivayetler bellibir tasnifetabi tutulmalı. Salebe kıssası tefsir için sebebi nüzül rivayeti olma ihtimali daha fazladır. Rivayet kalıplarına baktığımızda da Salebe kıssası sebeb ifade etmede nass olmayan rivayetler grubundadır.3) Tarih ilminden istifade edilmeli ve ona göre bi neticeye varılmali
4) Kur’ânı bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmesi.
Tefsir maddesi ile ilgili mütalaa
Tefsir, Kur’an- ı Kerim ayetlerini açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden terim; Kur’an ayetlerini yorumlama ilmi ve bu alandaki eserlerin ortak adıdır. Tefsir işini yapacak kişinin başta dil ve Kur’an ilimleri olmak üzere pek çok konuda bilgisinin bulunması gerekir.
Tefsiri, ‘Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki muradını beşerin gücü oranında bulmaya yardımcı olan bir ilim dalı’ şeklinde kısaca tarif etmek de mümkündür.
Buna göre Tefsir ile te’vil arasında bir ayırım vardır. Tefsir genellikle Hz. Peygamber’in vefatıyla sona erdiği, zira Kur’an’ın muradını ancak Rasulullah’ın anlayabileceğini, diğerlerinin yaptıkları faaliyetin ise Kur’an’ın muhtemel manalarını çıkarmak anlamına gelen te’vil olduğu kabul edilmiştir.
Mahiyeti ve Önemi
Rasulullah ‘ın ‘Kur’anı irab ediniz ve onun garib lafızlarını araştırınız’ hadisi tefsire teşvik ettiğinin bir göstergesidir. Kur’an’ı doğru anlamak ve tefsir etmek için en önemli şart, onun Alllah Kelamı olduğunu ve kendisine özgü bir yapısının bulunduğunu kabul etmektir. Allah Kur’an’ı muttakiler için bir hidayet rehberi olarak göndermiştir. Takva ise insanın kalbinde Allah, melek, kitap, peygamber, kader ve ahiret inancı ile kökleşir. Dolayısıyla Kur’an’ı doğru anlayabilmek için ilk önce müslümanca düşünmeyi öğrenmemiz gerekir. Müslümanca düşünebilmek ise, İslam’ı en güzel şekilde yaşamak suretiyle gerçekleşir.
Kur’an mahiyeti itibariyle insanın anlayabileceği şartlarına göre oluşturulmuştur. Zira Allah’ın muhatabı insandır.
Kur’an’ı doğru anlamak ve tefsir etmek için en önemli şart, onun Alllah Kelamı olduğunu ve kendisine özgü bir yapısının bulunduğunu kabul etmektir. Allah Kur’an’ı muttakiler için bir hidayet rehberi olarak göndermiştir. Takva ise insanın kalbinde Allah, melek, kitap, peygamber, kader ve ahiret inancı ile kökleşir.
Kur’an’ın bazı ayetleri muhkem, bazıları ise müteşabihtir. Müteşabihler müfessirin önüne büyük fırsatlar açacağı gibi onun için tehlikeler de arzedebilir Nitekim, İbn Abbas’a göre Kur’an’ı anlaşılması bakımından dört aşamada ele almak mümkündür. İlki, Araplar’ın dil sayesinde anladıkları ayetler, ikincisi insanların anlamakta mazur görülemeyecek kadar açık olanlar, üçüncüsü Kur’an’ı anlama hususunda derinleşen alimlerin bilebileceği ayetler, dördüncüsü anlamını sadece Allah’ın bildiği ayetlerdir.
Kur’an insanlar için bir hidayet kaynağı olduğuna göre onu anlama çabasının önemi tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Tefsir ilminin de konusu itibariyle Allah’ın insanlar için gönderdiği son ilahi tebliği incelemesi ve insanların anlayabileceği şekilde açıklamaya çalışması, bu ilmin şerefini ortaya koymaktadır. Allah vahyin muhataplarına ayetleri üzerinde düşünme ve onları anlama sorumluluğu yüklemekte, bu çaba içerisine girmeyenleri kınamaktadır.
Tarihsel gelişimi ve İlim haline Gelmesi
Kur’an’ın ilk tefsirinin Hz. Peygamber olduğu noktasında bir ihtilaf yoktur. Tefsiri ondan ashabı almış, ashap da bu bilgileri tabiine aktarmıştır. Resulullah yer yer ashabın yanlış anlama ve yorumlarını tashih etmekte, yer yer doğrudan bir ayeti veya sureyi yorumlamakta veya kapalı bir noktasını açıklamakta, sorulara cevap mahiyetinde tefsir etmektedir. Bu bilgileri bize aktran ise bütün bu rivayetleri tedvin eden muteber hadis kaynaklarıdır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ise, sahabi tefsirinde göze çarpan en önemli husus, Kur’an’ın tarihi olaylara atıfta bulunan birçok ayetin yorumu için Ehl-I Kitap’tan intikal eden bilgilerden yararlanılmasıdır. Bununla ilgili Hz. Peygamber’den cevaz almışlardı. Şunu unutmamak gerekir ki sahabileri bilmedikleri konular hakkında çok ihtiyatlı davranırlardı. Sadece Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas gibi önde gelen sahabilerin Resulullah’tan gelen yorumları kullanarak, Kur’an’ın tamamına yakınını tefsir ettikleri bilinmektedir.Sahabe tefsirinde müşkil konuların halli için Arap tarihinden faydalanıldığı da dikkat çekmektedir.
Tefsir faaliyetlerinin gelişmesi ve tedvinin yanında tefsir okulları da oluşmaya başlanmıştır. Ilk dönem tefsir okulları arasında en güçlü olanı İbn Abbas’a dayanan Mekke tefsir okuludur.
Bir diğer önemli tefsir okulu Ubey b. Ka’b a dayanan Medine okuludur. Abdullah b. mesud’un öğrencileri ve arkadaşlarının temsil etiiği Irak okulu da Mekke okulu kadar güçlüdür.
Tabiin ve tebeu’t-tabiin devrinde tefsir bir hayli genişlemiştir. Dil ilimlerinin gelişmesi ve tedvin faaliyetlerinin artması ile oluşan dil bilgilerinin, şiir, nesir, deyim ve atasözlerinin delil olarak kullanılması, İsrailiyat’ın daha da artması ve ulema arasındaki tartışmaların nakledilmesi etkili olmuştur. Böylece tefsir faaliyetleri çekirdek dönem diye adlandırdığımız Hz. Peygamber döneminden itibaren, sahabe tabiun etbeu’t-tabiun dönemlerinden günümüze kadar gelişerek ilerlemektedir.
Rivayet, dirayet, işari, lugavi, karma gibi çeşitli tefsirler olsa da, bu bölümlerinin bazı sakıncaları olduğu görülür. Zira tercih edilecek tefsir yöntemlerinin Kur’an’ın asıl amacı dışında bir sonuca ulaşabilir. Kur’an tefsirindeki en önemli prensip ise Kur’an’a önyargısız yaklaşılması ve onun götürdüğü istikametin takip edilmesidir. Ancak bu çeşitlenmelerin her biri Kur’an’ı çeşitli yönleriyle tahkik etmemizi sağlar. Ayrıca Kur’an’ın azametinin de bir göstergesidir.
Ø Kur’ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler var:
- قرآن à Hemzeli. “k-r-e” kökünden türemiştir diyenler çoğunluktadır. Ancak "kara'e” fiilinin masdarlanna göre "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" anlamlarından hangisini ifade ettiği hususunda ihtilâf vardır.
- القران à Hemzesiz. Kıraat alimlerinden ibn Kesir böyle okur. Hiçbir kökden türememiştir (İmam Safir gibi); Tevrat ve İncil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir, “kam” kökünden (Eş’arî gibi) veya “karâ” kökünden (Kurtubi gibi) geldiğini söyliyenlerde olmuştur.
Ø Terim olarak: "Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır."
Ø Farklı isimleri vardır: tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah gibi.
Ø Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.
Ø ilk inen ayet “ikra” ayetidir.
Ø ilk inen sûrenin hangisi olduğu ihtilaflıdır.
Ø Son inen âyetin hangisi olduğu da ihtilaflıdır.
Ø Hadis kaynaklarında Kur'an'ın inişi hakkında farklı bilgiler verilmektedir. Üç görüş var:
- Kur'an, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiştir.
- Kur'an, her yılın Kadir gecesinde o yıl nazil olacak miktarda dünya semasına indirilmiştir.
- Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi küsur yıl boyunca nüzulü devam etmiştir
Ø günümüzde yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir.
Ø Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler. Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır.
Ø Kur'an'ın Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.
Ø Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen vahiy kâtipleri nazil olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malzemeler çok çeşitli olup en meşhurları develerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yerleri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüslerdir.
Ø Hz. Ebu Bekir döneminde Yemame savaşında pek çok hafızın şehid edilmesinin ardından Zeyd b. Sabit önderliğinde bir komisyon kurulup Kur’an cem edilmeye başlanmıştır.
Ø Kıraat farklılıkları sebebiyle seferde olan ordu arasında ciddi ihtilaflar çıkmış. Bunun üzerine Hz. Osman Kureyş lehçesini esas alarak, Hafsa’nın elindeki Ebu Bekir nüshasını çoğaltma kararı almış ve istinsah edilen mushafları büyük şehirlere göndermiştir.
Ø Kur’an harflerine ilk defa nokta veren Ebü'l-Esved ed-Düelî’dir.
Ø Kur’an’da 114 sure bulunur.
Ø İlk sure Fatiha, son sure ise Nas suresidir.
Ø En kısa sure Kevser, en uzunu ise Bakara suresidir.
Ø Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi, onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde kalmasını ve zaman içerisinde toplumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere rağmen insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır.
Ø Kur'an müslümanın hayatında sadece anlamı araştırılan sıradan bir mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiyle Müslümanlığını okuma ve dinleme ilişkisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır.
Ø Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Meselâ İbn Cerîr et-Taberî Kur'an'ın muhtevasını tevhid, haberler ve kıssalar, diyânât [1][709] Zemahşerî Allah'ı lâyık olduğu şekliyle tanıtmak, ibadet, emir ve nehiy. va'd ve va-îd; Râzî ilâhiyyât, meâd, nübüvvât, kaza ve kader şeklinde tasnif eder
Ø Mekki Sureler:
Ø Bu sûrelerde genellikle tevhid ve âhiret konuları hakkında insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmolojik ve psikolojik deliller gösterilir ve insanlar akıllarını kullanarak bunlardan yararlanmaya çağrılır. İlk vahiylerden itibaren Kur'an'ın bütününde, gerek kozmik düzeni oluşturan varlık ve olaylar gerekse tarihte yaşanmış olanlar basit ve önemsiz şeyler olmayıp Allah'ın kudretine delâlet eden, O'nun birliğini ve yüce sıfatlarını anlayıp kavramada insanların yararlanması gereken alâmetler, işaretler olarak gösterilmektedir.
Ø Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuz-laşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür.
Ø İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.
Ø "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.
Ø Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir
Ø Medeni Sureler:
Ø müminler topluluğu için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip sistemleştirilmesi, hem de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başladığından Medenî sûrelerde Mekkî sûrelerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanında ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır.
Ø vahiy gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmıştır.
Ø Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir.
Ø Münafıklar bu surelerde ele alınırlar.
Ø genel olarak savaş hükümlerine ve kurallarına geniş yer verilmiştir.
Ø üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifadelere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazanmıştır.
Ø Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan başka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak suretiyle ispat etmiştir.
Ø Kur'an'ın i'câzını ispatlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu düşünülmektedir.
Ø Kur'an'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr ve Kur'an'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'an'la meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır.
Ø Kur’an arapça nazil olmuştur.
Ø Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir.
Ø Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:
- Mevcut Edebî Şekillerden Farklı Oluşu.
Seyyid Kutub'un ifadesiyle Kur'an üslûbunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.
- Lafız ve Mâna Dengesi.
Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır, onda anlam kelimeye tam olarak bürünüp lafız halini alır.
- Gönüllere Tesir Edişi.
Birçok gayri müslim Kur'an'ın bu etkisi sayesinde müslüman olmuş, düşmanlıkları dostluklara, inkârları imana dönüşmüştür.
- Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk.
- Edebî Tasvir.
- Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu.
- Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi.
- Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi.
Ø Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Ø Zamanla yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır. Örneğin müfessirin öznelliğinden gelen aksamalar ve eksiklikler etkili olabilmektedir. Nitekim müfessirin öznelliği dil ve tarih malzemesini kullanmasına olumsuz yönde tesir edebilir.
Ø Klasik metodolojinin bu tutumunu bir yetersizlik olarak gören ve az ya da çok modernist bir karakter taşıyan yeni yorum yaklaşımları da ortaya çıkmıştır. Bunların bir ölçüde paylaştığı temel iddia, Kur'an'ın evrensel ve tarih üstü mesajlarıyla aslî ilke ve amaçlarının yöntemlere bağlı kalınarak metinden çıkarılması ve bunların değişik tarihsel durumlara uygulanmasıdır.
Ø Çeşitli Kur’an ilimleri vardır (Ulumu’l Kur’an): resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.
Ø Kur’an, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.
Ø Kur'ân-ı Kerîm kronolojik olarak Tevrat. Zebur ve İncil gibi diğer ilâhî kitaplardan sonra geldiği ve takdim ettiği dini tamamen yeni ve öncekilerden büsbütün farklı bir din değil. Hz. Âdem'den itibaren bütün peygamberlerde tebliğ edilen ilâhî dinin son şekli olarak tanımladığı için diğerlerini kuşatıcı bir mahiyet arzetmekte, önceki peygamberlere inanmayı da şart koşmaktadır.
Ø Kur'an'la Kitâb-ı Mukaddes arasındaki bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır. Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Meryem ve oğlu îsâ ile havariler gibi konular Kitâb-ı Mukaddes'le Kur'an'da ortak konulardır.
Ø Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında gelişmiştir. Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.
Ø Kur’an ile alakalı olan literatürü şu başlıklarda toplamak mümkün:
- Tefsirler: rivayet, dirayet, lugavi, işari vs.
- Ulumu’l Kuran: (yukarda zikredilmiştir)
- Batı'da Kur'an ve Tefsir Araştırmaları
Dia Kur’an Maddesi
Kur'ân kelimesi kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir. Kelime olarak da "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak" anlamındadır. Ancak kelime Kur'an'ın indiği yıllar öncesinden İtibaren "okumak, bir bilgiyi zihinde muhafaza etmek" mânasında da kullanılmıştır. Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.Alak sûresinin ilk beş âyetinin ilk inen âyetler olduğunda ittifak bulunmaktadır. Fakat hangi surenin ilk indiği ile ilgili ihtilaflar mevcuttur.
Arap yazısının İptidai oluşu ve okuma yazma bilenlerin azlığı gibi sebeplerle yazma işi az sayıda müslümanla sınırlı kalmıştır. Ülkeler arası ticaret yapan Mekkeliler'de okur yazar sayısı Medineliler'e göre daha yüksekti.
Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen vahiy kâtipleri nazil olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malzemeler çok çeşitli olup en meşhurları develerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yerleri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüslerdir.
Hz. Peygamber'in o döneminde Kur'an'ın iki kapak arasına alınmamasının sebebi: Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır.
Kur'an vahyine ait bölümlerin âyet ve sûre şeklinde belirlenmesi risâletin ilk yıllarında olmuştur. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.
Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı içermektedir. Klasik literatürde Kur'an'ın mahiyeti üzerinde gelişen söylem buradan hareketle biri fenomenolojik, diğeri özsel olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Fukahanın yaklaşımı Kur'an'ın insanlara ulaştığı ve onlara gözüktüğü halini dikkate alırken kelâmcılarınki onun daha çok Allah ile olan irtibatını vurgulamaktadır.
Kur’an’ın Yazısı ve mânası bir taraftan hafızların zihninde, diğer taraftan mushafların sayfalarında tevâtüren nakledilmiştir. Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi, onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde kalmasını ve zaman içerisinde toplumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır.
Kur'an'da dinî muhtevanın yanında tıp. cedel, astronomi, hendese, cebir, geleceğe ait bilgiler gibi din dışı alanlara dair ilimlerin, hatta terzilik, demircilik, ipekçilik, dokumacılık, çiftçilik, denizcilik, atıcılık gibi çeşitli mesleklere dair temel bilgilerin de bulunduğunu ifade etmiştir.
Mekkî Sûreler ve İçerikleri:
Kur’an’ın başka dillere tercümesini açıkça emreden veya yasaklayan bir ifade yoktur Anlamdan bir şey kaybetmeden tercüme etmek çok zordur. Pek çok âlim, tercümeye karşı çıkmaktadır. Çünkü bu faaliyetin Kur’an’ın mucize oluş özelliğini ortadan kaldıracağını düşünürler. Kur’an sırf Araplara hitap etmemektedir. O tüm insanlar için bir hidayet kaynağıdır. Tek Araplara indiğini söylemek ondan faydalanmayı engeller, bu da Allah’ın her şeyi kuşatan rahmetini daraltır, yani diğer dillere çevirmek gerekli Rasulullah sahabeden bazı kişilerin yabancı dil öğrenmesini istemiştir.
Çeşitli Kur’an ilimleri vardır (Ulumu’l Kur’an): resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.
İslam Kur'an üzere temellenmiştir. Yahudilik de kendi kutsal kitaplarıyla temellenir. Buna karşın Hıristiyanlık Hz. İsa ile ilgili inançlar üzerine temellenmiştir. Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncilden sonra gelmiş olsa bile, farklı bir dini anlatmaz.
O kendinden önce gelenleri de kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Kur'an ile diğer kutsal kitaplar arasında geliş yolu açısından farklılıklar vardır. Kur'an'ın bir araya getirilmesinde ve muhafaza edilmesinde ezberin büyük önemi vardır. Buna karşın Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde ezber bir muhafaza yolu olarak uygulanmamıştır.
Tevrat'ın tarih içinde yedi asır boyunca bir çok defa kaybolduğu, düşman eline geçtiği, çeşitli değişikliklere uğradığı, Yahudi kaynaklarında belirtilmektedir. Tevrat Hz. Musa'dan üç asır sonra nihai şeklini almıştır.
İncil için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. İncil de Hz. İsa'dan en az otuz yıl sonra yazılmaya başlanmıştır. Zaten hristiyanlar İsa'nın kendisinin vahiy olduğunu söylemektedirler
Kur'an Türk edebiyatının edebi sanatlarini, belegat anlayışını temellendirmistir. Doğrudan dille ilgili olmayan konularda bile Kuran'ın ve islamın edebiyatımız üzerinde cok büyük etkilri vardır. Türk edebiyatının en eski metinlerinden olan kutgubilig ve atabetül hakaik da bile ayet ve hadislerde karşılaşmak mümkündür. 11.yy'da hazırlanmaya başlanan Türkçe Kur'an tercümeleri, Türk dilinin kelime kadrosu ve gramerine ait zengin araştırma alanlarından biridir.
Türkce tefsirler de benzer bir ilgi ve öneme sahiptirler. Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında da bazı yazar ve şairlerin eserlerinde Kur'an ayetlerinin açık ya da kapalı etkileri görülür ( Arif Nihat Asya, Ali ulvi kurucu, sezai Karakoç, Nazan Bekiroğlu vb.)
I.Tarif ve İsimleri
Kur’an kelimesinin hemzesiz ve hemzeli olduğu görüşünü savunanlar iki gruptur. Hemzesiz olduğunu savunanlar: 1) kelime ‘’ el-kuran’’ şeklindedir ve ne ‘’ kara’e’’ fiilinden ne de başka fiilden türemiştir. 2) Kam kökünden türemiştir ve ‘’ bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak,katmak’’ anlamındadır. Hemzeli olduğunu savunanlar: Kur’an isminin ‘’okumak’’ anlamına gelen ‘’kara’e’’ filinden türemiştir.
Terim olarak: Kur’an, Allah tarafından, Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça muciz bir kelamdır.
II. Tarihi
Hz. Peygambere 40 yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. Gecesinde peyderpey inmeye başlamıştır. İlk nazil olan Alak suresinin ilk beş ayetinin nüzulundan sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Hicretten önce nazilan olan ayet ve surelere Mekki, hicretten sonra nazil olanlara da Medeni denilmiştir. Surelerin 86’sı Mekki, 28’i Medeni’dir. Hz. Peygamber gelen vahyleri tebliğ ediyor, ardından bunları vahy katiplerine yazdırıyordu. Yemame Savaşı ile diğer bazı savaşlarda hafız sahabilerden bir kısmının şehid olması, Hz. Ömer’i telaşlandırmış, Kuran’ın toplanması fikri husunda Halife Hz. Ebu Bekir’i ikna etmiştir. Böylece Kuran sahifeleri mushaf haline getirmiştir. İleride ortaya çıkan kıraat ihtilafleri yüzünden Halife Hz. Osman Hafsa’nın elindeki Ebu Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermiştir. Fakat yinede zaman zaman okuma güçlükleri ve ciddi okuma yanlışları olmuştur. Bunun nedeni Hz. Osman’ın mushaflarında noktaların ve harekelemenin bulunmayışıydı. Bu yüzden Ebu’l Esved ed-Düeli mushafı baştan sonra kadar harekelemiştir.
III. Tertibi
Kur’an-ı Kerim ayetlerden ve surelerden oluşur. Kuran’da 114 sure bulunmaktadır. En kısa sureleri ücer ayetlik Asr, Kevser ve Nasr sureleridir. En uzun suresi 286 ayetten oluşan Bakara’dır.Alimler ayetlerin tertibinin vahye dayalı (tevkifi) bulunduğu hususunda fikir birliği içindedir.
IV. Mahiyeti
Kuran ‘’Allah’ın kelamı’’ olarak tanımlanır ve bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Kur’an’ın muhtevası ana hatlarıyla haber ve inşa kısımlarına ayrılmaktadır.Kelam ilminde Kur’an’ın mahiyeti hakkındaki tartışmalar, esas itibariyle doğrudan doğruya Kuran hakkında olmayıp Allah’ın sıfatlarıyla ilgilidir. V. Yüzyıldan sonra Allah’ın sıfatlarının zatının ne aynı ne de gayri, ancak zatı ile kaim ezeli ve ebedi sıfatlar olduğu üzerinde ittifak sağlanmıştır. Kur’an’ın mahiyetiyle olan müzakereler, varlık ve değer konusundaki ontolojik bir tavra bağlı olarak anlam kazanmaktadır. Klasik literatürde Kur’an’ın mahiyeti üzerinde gelişen söylem biri fenomenolojik, diğeri özsel olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Kelamcıların tarifi haddi olurken fakihlerin yaptığı tanım resm olmaktadır. Fukahanın yaklaşımı Kuran’ın insanlara ulaştığı ve onlara gözüktüğü halini dikkate alırken kelamcılarınki onun daha çok Allah ile olan irtibatını vurgulamaktadır. Kur’an’ın üslubu onu herhangi bir döneme ve bazı şartlara has kılmaktan çıkarmaktadır. Kur’an’ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Kur’an’ın ahengi, Arapça bilmeyenleri bile etkileyecek bir sanat içeriği içerdiği için mucize olmasının önemli bir parçası sayılmıştır.
V. Muhtevası
A)Mekki sureler
Bu dönemde nazil olan sureler ağırlıklı olarak Allah’ın birliği (tevhid), kudreti ,lütüfkarlığı ve ahiret konuları hakkındadır. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuz-laşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. "Dinin ana gayeleri" denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlak prensipleri de Mekki surelerin ağırlıklı konularındandır. Geçmiş peygamberlere ve kavimlere dair kıssaları içerir. Medeniyetlerin nasıl yok olduğunu Mekkeli İnkarcılara hatırlatıp onları uyarma amacı taşır. Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir.
B) Medeni Sureler
Medine’de teşekkül edecek müminler topluluğu için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip sistemleştirilmesi, hem de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başladığından Medenî sûrelerde Mekkî sûrelerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanında ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır. Ayrıca vahiy gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmıştır. Peygamber ilk defa Medine’de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış ve zamanla Hıristiyan kesimlerle ilişkilerde başlamıştır. Bu sebeble bu dönemde inen surelerde Ehl-i kitaba ve onların tarihlerine geniş yer verilmiştir. ‘’ Münafık’’ denilen toplulukla ilgili meseleler Medeni surelerin muhtevasında ağırlık kazanmıştır. Müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlara bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine de diplomasi kuralların yer verilmiştir. Bu surelerin üslubu muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifadelere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazanmıştır. Medeni surelerde muhtevanın gereği olarak hacimlerin giderek genişlediği görülür.
VI. İcazı ve Üslubu
Kur’an apaçık Arapça ile nazil olan bir kitabı ana dili Arapça olmayan bir kişinin dikte etmesini mantık dışı bulup.reddeder. Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan başka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak suretiyle ispat etmiştir. Kur’an Hz.Muhammed’in en büyük mucizesi oluşu, ayetlerde ifade edilidiği üzere onun beşer sözü değil Allah kelamı olmasından kaynaklanır. Bir benzerini ortaya koymanın imkansızlığı da Allah kelamı oluşunun zorunlu bir sonucudur.
Kur’an apaçık Arap diliyle nazil olmuştur ve kendine has bir anlatım tarzına sahiptir. Kuran’da akaid esasları, teşri hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üsluplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslublarla ifade edilmiştir.
Kur’an’ın dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır:
1. Mevcut Edebi Şekillerden Farklı Oluşu
2. Lafız ve Mana Dengesi
3. Gönüllere Tesir Edişi
4. Ses ve Tertip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk
5. Edebi Tasvir
6. Edebi Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu
7. Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi
8. Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi
Ortaya konan görüşlerin hepsini i’cazü’l-Kur’an konusunda birlikte değerlendirmek mümkündür. Fakat i’cazın asıl sebebi onun Allah kelamı olmasından kaynaklanır.
VII. Açıklanması ve Yorumlanması
Tefsir disiplinin birinci amacı, ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları belirlemektir. Bunun için yapılması gereken şey Kuran’ın Dil bilimi ve metin yönünden tahlil edip, tarih bilgisini ve Kur’an’ın tarihi bağlamını incelemektir. Bundan dolayı Hadis koleksiyonlarından ve tarih kaynaklarından yararlanılmalıdır. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Burada ortaya çıkan problemlerden birisi Kur’an’ın Yorumlanmasında Öznellik sorunudur. Kur’ani değerlerin sonraki dönemlere taşınması, onun başllattığı kültür geleneğinin devam edip canlı tutulması için gereklidir.
VIII. Kur’an İlimleri
= Kuran’la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur’an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur’an’ın indiği döneme kadar gider. Kur’an ilimleri Kur’an’ın vahyi,nüzulu, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati,tefsiri, i’cazı, nasih ve mensuhu, İ’rabı, dil, üslup ve belagatı, ayet ve hadislerin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşabih hakkındaki düşünceleri kapsar.
IX. Tercümesi
Kur’an’ın başka dillere tercümesini açıkça emreden veya yasaklayan bir ifade yoktur. Kur’anın tercüme edilmesinin zaruri olduğunu savunanlar olduğu gibi, edilmemesi gerektiğini savunanlarda olmuştur. Tercümeyi genel olarak harfi (lafzi) ve tefsiri (manevi) diye ikiye ayırmak mümkündür. Harfi çeviride harf, fiil ve isimlerin manaları karşılanıp karşılanmadığına bakılmaksızın, Kur’ani ibarelerin harfen nakline dayanırTefsiri tercüme asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şekli özelliklerine bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak manaya itibar edilir. Satır arası Kur’an tercümelerinde ise her kelimenin altına o kelimenin tercüme edilen dildeki karşılığı yazılır. Bu tür çevirilerde cümle yapısı, söz dizimi vb. hususlarda tercümenin yapıldığı dilin kurallarına uyulmaz.
X. Kuranla İlgili Fıkhi Hükümler
Kur’an, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.
XI. Kur’an ve Kitab-ı Mukaddes
Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncil’den sonra gelmiştir. Fakat takdim ettiği dini tamamen yeni ve öncekilerdem büsbütün farklı bir din değildir. Hz. Adem'den itibaren bütün peygamberlerde tebliğ edilen ilahi dinin son şekli olarak tanımladığı için diğerlerini kuşatıcı bir mahiyet arzetmekte, önceki peygamberlere inanmayı da şart koşmaktadır. Özellikle Tevrat ve İncil hakkında ayrıntılı bilgiler içermesi yanında bu kitaplardaki birçok kıssa ve konuyu ihitva etmekte, bunlarda yer alan, kendisinin de benimsediği evrensel ilkeleri tekrarlamakta , geçmiş kitapların içeriklerinin orijinal şekliyle ne oranda muhafaza edilebildiğini, hangi hususlarda değişikliğe uğratıldığını bildirmektedir. Kur’anda konuşan Tanrı, muhatap ise peygamber ve insanlar olduğu halde, Kitab-ı Mukaddeste olaylar üçüncü şahıs tarafından anlatılır. Kuran diğer kitaplara nazaran daha iyi korunmuş, orijinal ve otantik şekliyle günümüze kadar ulaşmıştır. Gerek Yahudiler gerekse Hıristiyanlar Kur’an’ın asıl kaynağının kendi kutsal metinleti olması gerektiğini savunmakta ve ona yönelik eleştirilerde bulunmaktadırlar. Hıristiyan apolojetik yazarlar, Kur’anın vahy mahsulü ilahi kelam olmayıp Hz. Muhammed tarafından yazıldığını ileri sürmüşlerdir. Hıristiyanların Kur’an’a bakışı tarih boyunca genelde menfi olmuştur.
XII. Edebiyat
Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında gelişmiştir. Türkler arasında şekillenen edebiyat islami bir edebiyat olmuştur. Bu edebiyatın ilim ve fikir kaynağı başlangıcta tamamen Kur’an’dır.Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur. Kur’an Türk edebiyatının edebi sanatlarını, belagat anlayışını temellendirmiştir.
XIII. Literatür
A) Tefsirler
1) Rivayet Tefsiri
2) Dirayet Tefsiri
3) Lugavi Tefsirler
4) İşari ve Tasavvufi Tefsirler
5) Mezhebi Tefsirler
6) İlmi, İçtimai, Edebi Tefsirler
B) Kur’an ilimleri
- nasih/mensuh,esbab’ı-nüzul, i’cazu’l-Kuran, muhkem/müteşabih vb.
C) Batı’da Kuran ve Tefsir Araştırmaları
Başlangıçtan XIX. Yüzyıla kadar yapılan çalışmalardaki temel konu Hz. Peygamber’in kişiliği ve onun Kur’an’la ilişkisi olmuş, Kur’an ise ilahi kaynaklı olmayan ve Hz. Muhammed ve ona yardım edenler tarafından uydurulan bşr kitap olarak nitelendirilmiştir. Bu katı eleştiriler XIX. Yüzyılda yeni bir üslup tarzına bürünmüştür. Özü aynı olmakla birlikte daha bilimsel ve objektif görünen bu tarz, diyaloga zemin hazırlamanın yolu olarak kullanılmıştır.
I. Tarifi Ve İsimleri
- Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır.
Bu görüşleri, kelimenin hemzesiz ve hemzelî olduğunu savunanlar olarak iki
grupta ele almak mümkündür. Kur'ân isminin hemzesiz olduğunu söyleyenler içinde
yer alan İmam Safirden rivayet edilen, başka ilim adamlarının da desteklediği
birinci görüşe göre kelime harf-i ta'rifli olarak "el-kurân şeklindedir ve
ne "kara'e fiilinden ne de başka bir kökten türemiştir; Tevrat ve İncil
gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir. On
kıraat imamından İbn Kesîr kelimeyi hemzesiz, diğerleri hemzeli olarak okurlar.
Ebü'l-Hasan el-Eş'arî ile birlikte bir grup âlime göre kelime kam kökünden
türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak"
anlamındadır.
- Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ,
İbn Cerîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim adamlarından
Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân isminin
"kara'e" fiilinden türeyen hemzeli bir kelime olduğu görüşündedir.
Ancak bunlar arasında da "kara'e fiilinin masdarlanna göre
"okumak", "toplamak" ve "açıklamak" anlamlarından
hangisini ifade ettiği hususunda ihtilâf vardır. İbn Abbas kelimenin masdan
olan "kur'ân"ın "açıklamak, beyan etmek" mânasına geldiğini
söylerken Katâde b. Diâme ve Zeccâc, "toplamak ve bir araya getirmek"
anlamında "kara'tü'ş-şey'e kar'en" veya "kara'tü'l-mâe
fı'l-havzi" kullanışındaki fiilden mastar olduğunu ifade ederler. Taberî.
her iki görüşün de Arap dilinde yerinin olduğunu belirtmekle birlikte bu görüşlerden İbn
Abbas'a ait olanı tercih eder. Cevheri, Râgıb el-İsfahânî, İbn Atıyye
el-Endelüsî gibi birçok âlim ise kelimenin "okumak" (kıraat, tilâvet)
mânasına gelen "kara'e" fiilinden isim olduğunu söyler.
- "Kara'e"nin asıl kök anlamı itibariyle doğrudan
"kıraat" ve "tilâvet" anlamına gelmediğini Arap dilcileri
de belirtmektedir. Ancak kelime Kur'ân'ın indiği yıllar öncesinden İtibaren
"okumak, bir bilgiyi zihinde muhafaza etmek" mânasında da
kullanılmıştır.
- Kur'ân'ın diğer isim ve sıfatlarının sayısı konusunda bir görüş
birliğinin bulunmaması, aslında isim olmayan bazı kelimelerin İsim veya sıfat
olarak kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır.
- Ancak bu kelimelerin bazıları Kur'ân'ın ismi olarak kabul
edilebilirse de alî, habl, es-sırâtü'l müstakim, fasl, nebeün azîm gibi çoğunun
isim değil Kur'ân'a bir şekilde işaret eden lafızlardan veya onun vasıflarından
olduğu görülmektedir.
- Muhammed Tâhir b. Âşûr'a göre ise Kur'ân'in en meşhur isimleri
şunlardır: Kur'ân, tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah.
II. Tarihi
- Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştığında yalnız kalma ve tefekküre
dalma arzusuyla Hira ma-ğarasına gitmeye başladı.
- Cebrail ilk defa yanına gelerek ona "oku" dedi.
- Kur'ân'ın ilgili âyetlerinden
çıkarılan sonuca göre Kur'ân, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 60 yılı
Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.
- Hz. Muhammed'i peygamberliğe hazırlayıcı gelişmeler olarak
düşünülürse bu rivayet ilk inen âyetlerin "oku" emriyle başladığı
şeklindeki bilgiyle çelişmemektedir. Vahyin Hz. Muhammed Hira mağarasında
uykuda iken geldiğine dair nakiller ise Buhârî ve Müslim'in rivayetleri
karşısında yeterince güvenilir görünmemektedir.
- Hadis kaynaklarında Kur'ân'ın inişi hakkında farklı bilgiler
verilmektedir. Süyûtî konuyla ilgili rivayetleri üç ana grupta ele almıştır.
Birinci gruba göre Kur'ân, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya
semasına inmiş, daha sonra yirmi veya yirmi üç yıl içinde parça parça Hz.
Peygamber'e vahyedilmiştir. Süyûtî, senedlerini sahih gördüğü bu rivayetlerin
muhtevasını daha uygun ve tutarlı bulur. İkinci grup rivayetlere göre Kur'ân,
her yılın Kadir gecesinde o yıl nazil olacak miktarda dünya semasına
indirilmiş, ardından gerektiği zaman gerektiği kadarı Resûl-i Ekrem'e
vahyedilmiştir. Üçüncü grup rivayetlere göre ise Kur'ân ilk defa Kadir
gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi kü-sur yıl boyunca nüzulü devam
etmiştir. Ancak Süyûtî'nin konuyla İlgili olarak naklettiği rivayetlerin
neredeyse tamamının başta İbn Abbas olmak üzere sahabe sözü olması bunların
büyük oranda şahsî kanaatler olduğunu göstermekte. Ayrıca mushaftaki bir âyet
veya sûreye de Kur'ân dendiği dikkate alındığında, Kur'ân'ın ramazan ayında ve
Kadir gecesinde nazil olduğunu bildiren ifadelerden onun tamamının bu ayda ve
gecede indiği sonucunu çıkarmak gerekmemektedir.
- Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet
kesilmiştir.
- Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk
âyetleri olmuştur. Uzun bir zamandan sonra ikinci bir kesinti Duhâ sûresinin
nüzulünden önce yaşanmıştır.
- Alak sûresinin ilk beş âyetinin ilk inen âyetler olduğunda
ittifak bulunmakla birlikte ilk inen sûrenin hangisi olduğu ihtilaflıdır.
- Medine döneminde nazil olan ilk sûre ise Bakara'dır. Son inen
âyetin hangisi olduğu da ihtilaflıdır.
- Zerkeşî'ye göre sûrelerin seksen beşi Mekkî, yirmi dokuzu
Medenî Süyûtiye göre ise seksen ikisi
Mekkî. yirmisi Medenî
- Kur'ân kendisinden bahsederken birçok yerde "el-kur'ân"
ve "el-kitâb" kelimelerini kullanmıştır.
- Araplar güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesinde nazil olan âyet
ve süreleri ezberlemekte bir sıkıntı çekmiyorlardı.
- Arap yazısının İptidai oluşu ve okuma yazma bilenlerin azlığı
gibi sebeplerle yazma işi az sayıda müslümanla sınırlı kalıyordu.
- Ticaretle uğraşan, bilhassa ülkeler arası ticaret yapan
Mekkeliler'de okur yazar sayısı Medineliler'e göre daha yüksekti.
- Nazil olan âyetlerin Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren
yazıldığına dair bizzat Kur'ân'da hadis
kaynaklarında ve tarih kitaplarında
bilgiler bulunmaktadır.
- Vahyin erken dönemlerden itibaren yazıldığına dair en önemli
delillerden biri Hz. Ömer'in müslüman olması hadisesidir. Ömer, kız kardeşi ve
eniştesi yazılı bir metin üzerinden Tâhâ sûresini okumakta iken onların yanına
girmiş, okudukları metni istemiş ve gusül abdesti aldıktan sonra bunu okumuştur
- Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen vahiy kâtipleri nazil
olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malzemeler çok çeşitli
olup en meşhurları develerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri
parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yer-leri
(asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve
papirüslerdir.
- Hz. Peygamber'in o dönemde Kur'ân'ın iki kapak arasına
alınmamasının asıl sebebi Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman
kesileceğinin bilinmemesidir. Ancak ramazan aylarında Resûl-i Ekrem ile
Cebrail'in o güne kadar inen âyetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumaları
(arza) uygula-masından Kur'ân'ın bir kitap şeklini alma yolunda olduğu
anlaşılmaktadır.
- Özellikle Resûl-i Ekrem'in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki
son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş, böylece mushaf ortaya
çıkmıştır. Hz. Peygamber'in sağlığında Kur'ân'ın tamamını ez-berleyenlerin
sayısı onu aştığı anlaşılmaktadır.
- Yemâme savaşında hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid
olması Hz. Ömer'i telâşlandırarak
harekete geçirmiştir. Kur'ân'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû Bekir'e
açtı. Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer heyet
üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri
kontrol etmiş ve yazmışlardır. Tevbe sûresinin son iki âyetiyle (9/128-129)
Ahzâb sûresinin 23. âyeti sadece Huzeyme b. Sabit el-Ensârî'de bulunmuş. T
- Tevbe süresindeki bu iki âyetin son inen âyetlerden olması
sebebiyle hafızalarda taze olduğundan diğer sahâbîler bu âyetlerin varlığını
ezberleriyle desteklemişlerdir. İki kapak arasındaki bu derlemeye
"mushaf" adı verilmiş, bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun
vefat ile kızı ve aynı zamanda Resûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal etmiştir.
- Hz. Ömer ve Osman devrinde artanfetihlerle genişleyen İslâm
coğrafyasında Araplar'ın dışındaki müslümanlar, kendi bölgelerinde meşhur olan
sahâbînin mushaf ve kıraatiyle Kur'ân'ı öğrenip okuyor, muhtemelen bu
mushaflardan kendileri İçin özel nüshalar çıkarıyorlardı. Bu uygulama devam
ederken "yedi harf" ruhsatına ve Arap dilinin yapısına bağlı olarak
ortaya çıkan bazı kıraat farklılıklarını doğru biçimde değerlendiremeyenler
bunu önemli bir ihtilâf sebebi olarak gördüler ve ciddi tartışmalar
başlattılar.
- Yardımcılarla birlikte üyelerinin sayısı on ikiye ulaşan heyet
çalışmalarını başarıyla tamamladı ve orijinal nüsha Hafsa'ya iade edildi. 25-30
(646-651) yıllan arasında gerçekleştirilen bu çalışma sonunda çoğaltılan yedi
(veya dört, beş, sekiz) Kur'ân nüshası birer kâri ile birlikte Mekke, Küfe,
Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn'e gönderilmiş, bir nüsha da Medine'de
bırakılmıştır.
- Hz. Osman bunların dışında yazılmış Kur'ân sayfalarının ve özel
mushafların imha edilmesini emretmiştir. Kur'ân'ın çoğaltılmasında esas alınan
önemli iki husustan biri sûrelerin sıralamasının son okuyuşta ortaya konan
şekle göre yapılması, diğeri ise değişik okuyuşlara müsait olan lehçe
farklılıklarının terkedilerek Kureyş lehçesinin esas alınmasıdır.
- Çoğaltılarak çeşitli beldelere gönderilen Kur'ân nüshaları büyük
kabul görmüş. Kur'ân öğretimi bu nüshalara göre yapılmış, bazı Kur'ân
nüshalanyla kıraatlerde yer alan ve resmî mushaf hattına uymayan yedi harf
ruhsatına bağlı okuyuşlar şâz kıraatler olarak nitelendirilip terkedilmiştir.
- Ancak bu mushaflara rağmen zaman zaman okuma güçlükleri ve ciddi
okuma yanlışları da olmuştur. Bunun temel sebebi Hz. Osman'ın mushaflarında
noktaların ve harekelemenin bulunmayışıydı. Bu meseleyi çözmek için ilk
harekete geçen yönetici. Halife Abdülmelik b. Mervân'ın Irak valisi Ziyâd b.
Ebîh olmuştur.
- Kur'ân'ın harekelenmesi büyük ölçüde okuma kolaylığı getirmişse
de yanlışların tam olarak önüne geçilememiştir. Çünkü Arap dilini ve Kur'ân'ı
yeni öğrenenlerin benzer harfleri birbirinden ayırmadaki güçlükleri devam
etmiştir. İrak Valisi Haccâc, buna çözüm bulmak üzere İbn Ya'mer ve Nasr b.
Âsım'ı görevlendirmiş, onlar da Ebü'l-Esved'den öğrendikleri noktalama
işaretlerini Kur'ân'a uygulamışlardır. Bu şekilde yazılan mushaflar İslâm
âlemine hızlı bir biçimde yayılmıştır. Halîl b. Ahmed ise günümüzde kullanılan
harekeleri ve diğer noktalama işaretlerini geliştirerek bu çalışmalara son
şeklini vermiştir.
III. Tertibi
- Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve değişik sayılarda âyetlerin yer
aldığı sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en
meşhuru Âyetü'l-kürsî'dir. Deyn âyeti, ribâ âyeti, kumar âyeti gibi
adlandırmalar ise daha çok âyetin konusuyla ilgilidir.
- Kur'ân vahyine ait bölümlerin âyet ve sûre şeklinde belirlenmesi
risâletin ilk yıllarında olmuştur. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'ân'da 114
sûre bulunmaktadır.
- Tevbe sûresinin müşrik ve kâfirlere ültimatomla başladığından
eman bildiren besmelenin bu ültima-tomla çelişeceği şeklindedir.
- Kur'ân'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en
uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.
- Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'ân'ın Cebrail ile
Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip
bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez.
IV. Mahiyeti
- Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kelâm
anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap)
içermektedir.
- Hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması
gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'ân'da "her şey"in bilgisi
bulunmaktadır. Buradaki "her şey" cüzî olanı değil esas itibariyle
küllî olanı belirtmektedir.
- Klasik fıkıh usulü eserlerinde Kur'ân-ı Kerîm'i tanımlayanlar onu
daha çok fenomenolojik bir şekilde, yani İnsanlara ulaşmış ilâhî bir kelâm
olması cihetinden ele alırlar.
- Kur'ân'ın ne olduğu sorusu cevaplandırılırken onun nazım ve mâna
olduğunun zikredilmesi aynı zamanda lisanî olanın bütün özelliklerini
taşıdığını ifade etmektedir. Bütün bu unsurlar, Kur'ân-ı Kerîm ile fert ve
toplum arasındaki irtibatı müslümanın sağ duyusu üzerinden kurma ve muhafaza
etme açısından belirleyici bir öneme sahip olagelmiştir.
- Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları
onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın
sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. Allah'ın
sıfatlarına dair görüş ayrılıkları her ne kadar 11. (Vlll.) yüzyılın İkinci
yarısından itibaren ortaya çıkmışsa da tartışmanın kaynağını, hıristiyanların
Hz. îsâ'nın "Allah'ın kelimesi" olduğunu belirten ifadeyi onu
ilâhlaştırmanın bir gerekçesi olarak kullanmaları oluşturmaktadır. Nitekim
hıristiyanların teslisi temellendirirken bunları zâttan ayrı bir tür sıfat
olarak göstermeye meyletmeleri, müslümanların bir kısmını bu konuda daha hassas
bir tavır benimsemeye sevketmiştir. Bu çerçevede Allah'ın diğer sıfatları gibi
kelâm sıfatının da kadîm olmadığı, zâtından ayrı bir sıfat olarak kabul
edilemeyeceği, bundan dolayı Kur'ân'ın Allah kelâmı olmakla birlikte hadis,
dolayısıyla mahlûk olması gerektiği tezini savunmuşlardır. Bu görüşü benimseyen
sınırlı bir grup İslâm dünyasında V. (Xi.) yüzyıla kadar var-lığını devam
ettirmiş olsa da bu yüzyıldan sonra Allah'ın sıfatlarının zâtının ne aynı ne de
gayri, ancak zâtı ile kâim ezelî ve ebedî sıfatlar olduğu üzerinde genel bir
ittifak sağlanmıştır.
- Klasik literatürde Kur'ân'ın mahiyeti üzerinde gelişen söylem
buradan hareketle biri fenomenolojik, diğeri özsel olmak üzere iki kısma
ayrılmaktadır. Klasik mantıkta bu iki yaklaşım şekline dayalı olarak yapılan
tanımlara "had" ve "resm" denilmektedir. Buna göre
kelâmcıların tarifi Kur'ân'ın haddi olurken fakihlerin yaptığı tanım resm olmaktadır.
Bu iki söylem bir ve aynı şey hakkında gelişmiş olmakla birlikte onu iki ayrı
cihetten ele almaktadır. Fukahanın yaklaşımı Kur'ân'ın insanlara ulaştığı ve
onlara gözüktüğü halini dikkate alırken kelâmcılarınki onun daha çok Allah ile
olan irtibatını vurgulamaktadır. Bu anlamda Kur'ân. Allah'ın ses ve harflerden
bağımsız olarak zâtı ile kâim olan nefsî kelâmıdır ve mânalardan ibarettir. Bu
açıdan Kur'ân'ın mahlûk olduğundan bahsetmek anlamlı değildir. İkinci tanım ise
(resm) bu tarifi dikkate almakla birlikte esas itibariyle insanlara ulaştığı
haliyle Kur'ân'ı ifade etmektedir. Buna göre Kur'ân nazım ve mânadır.
- Nazım ve mâna bir taraftan hafızların zihninde, diğer taraftan
mushafların sayfalarında tevâtüren nakledilmiştir.
- Kur'ân'ın mucize olması üzerinde durulurken tabii bir dilde
mümkün olan en yüksek ifade gücüne sahip olmasını açıklamaya yönlendirmektedir.
- Kur'ân'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir
şekilde göstermesi, onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte
hep hayatın üstünde kalmasını ve zaman içerisinde top-lumsal hayatta ortaya
çıkan değişikliklere rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi
olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır.
- Geçmişte ve gelecekte İnsanlığın ve her bir insanın varlık yapısı
gereği karşı karşıya kalacağı durumları aydınlatacak bir ışık olma, kendisine
tâbi olunduğunda ortaya çıkacak insan fiilleri ve bu fiillerin birbiriyle
irtibatlanması neticesinde meydana gelecek "örf" adı verilen -ilimler
ve müesseseler gibi daha üst oluşumlara ilâhî bir renk verme imkânını kendi
içinde taşımaktadır.
- Kur'ân'ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve
dinlenmesidir
- Kur'ân müslümanın hayatında sadece anlamı araştırılan sıradan bir
mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiyle Müslümanlığını okuma ve
dinleme ilişkisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır. Kur'ân'ın ahengi, Arapça
bilmeyenleri bile etkileyecek bir sanat içerdiği için mucize olmasının önemli
bir parçası sayılmıştır. Onun nazmının ve üslûbunun bazı özellikleri yanında
kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviyesi mucize
olmasının en önemli alâmeti olarak kabul edilmektedir.
V. Muhtevası
- Bazı eserlerde Kur'ân'ın muhtevası birkaç ana başlık altında
toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Meselâ İbn Cerîr et-Taberî Kur'ân'ın
muhtevasını tevhid, haberler ve kıssalar, diyânât Zemahşerî Allah'ı lâyık olduğu şekliyle
tanıtmak, ibadet, emir ve nehiy. va'd ve vaîd; Râzî ilâhiyyât, meâd, nübüvvât,
kaza ve kader şeklinde tasnif eder. Ebû Bekir İbnü'I-Arabî, Kur'ân'daki
bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplayarak bunları şöyle
açıklamıştır: Tevhid yaratılmışlara dair bilgilerle Allah'ın isimleri,
sıfatları ve fiillerine ilişkin konulan kapsar. Tezkir ödüllendirme vaadi ve
cezalandırma tehdidi, cennet ve cehennem, iç ve dış temizliğiyle ilgili
konulardan oluşur. Ahkâm yükümlülükler, faydalı ve zararlı şeylerin neler
olduğu, emirler, nehiyler ve menduplar hakkındaki bilgileri içine alır. Aynı
müellif Kur'ân'da en fazla tezkire dair konuların yer aldığını belirtir. Fatiha
sûresi Kur'ân'daki itikad, ibadet ve ahlâktan oluşan ana konuları Öz olarak
içerdiğinden "ümmü'lkitâb" ve "ümmü'l-Kur'ân" olarak
adlandırılmış. İhlâs sûresi özellikle tevhid konusunu özetlediği için Kur'ân'ın
üçte biri sayılmıştır.
- Kur'ân'ın muhtevasına giren konuları, dinî ve dünyevî mahiyetteki
bilgi ve meslek alanlarını da içine alacak şekilde genişleterek yüzlerle ifade
eden, hatta insan zihninin ulaştığı ve ulaşacağı her türlü bilginin en azından
öz olarak yahut işaret yoluyla Kur'ân'da yer aldığını ileri süren görüşler de
vardır.
- Kur'ân'da dinî muhtevanın yanında tıp. cedel, astronomi, hendese,
cebir, geleceğe ait bilgiler gibi din dışı alanlara dair ilimlerin, hatta
terzilik, demircilik, ipekçilik, dokumacılık, çiftçilik, denizcilik, atıcılık
gibi çeşitli mesleklere dair temel bilgilerin de bulunduğunu ifade etmiştir.
- Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür:
A) Mekkî Sûreler.
1. Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci,
maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil
olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve
lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret
meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını
geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir
ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar. Bu sûrelerde
genellikle tevhid ve âhiret konuları hakkında insanın bizzat kendi oluşumundan,
canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmolojik ve psikolojik deliller
gösterilir ve insanlar akıllarını kullanarak bunlardan yararlanmaya çağrılır
İlk yıllarda inen sûrelerin bazılarında risâlet görevinin
ağırlığına karşılık gücü hakkında tereddütlü ve sıkıntılı olduğu anlaşılan Hz.
Peygamber'e. Allah'ın daha Önce kendisini nasıl esirgeyip lütuf ve ihsanda
bulunduğu hatırlatılarak ümit verilmektedir.
2. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde
putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak
üslûbun da giderek sertleştiği görülür. Müşriklerle yoğun bir mücadeleye
girilerek putperestliğin anlamsızlığını, putların hiçliğini, onlara tapmanın
gereksizliğini ortaya koymak, müşriklerin vahiy, peygamberlik ve meleklerle
ilgili itirazlarını reddedip yanlış telakkilerini düzeltmek üzere aklî ve
kozmolojik kanıtlar gösterilir. İnkarcılar, atalarından kalma inançları körü
körüne sürdürmek yerine bu konularda akıllarını kullanmaya çağrılır.
3. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların
esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi
nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. Meselâ Alak sûresinde
(96/6-8) insanın bu bağlamda Mekeü putperest lider tipinin zenginlik iddiasıyla
şımarması eleştirilip ölüm sonrasına ve uhrevî sorumluluğa sadece.
"Kuşkusuz dönüş rabbinedir" şeklinde değinilmekte,
ardından gelen âyetlerde âhireti de ima eden kısa bilgiler ve inkarcılara
yönelik eleştiriler yer almaktadır.
4. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün
dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması
hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin
ağırlıklı konularındandır. Şâtıbî, Mekkî sûrelerde bu konularda ana hususların
bildirildiğini. Medenî sûrelerde ise bunların ayrıntısının veya tamamlayıcı
unsurlarının ortaya konduğunu belirtir
5. Daha çok Mekke döneminin ortalarında nazil olmaya başlayan ve
hacimleri gittikçe genişleyen sûrelerde
Araplar'ın en azından bir kısmı hakkında bilgi sahibi oldukları Nûh
kavmi. Ad, Semûd. İsrâiloğulları gibi eski kavimlerle onlara gönderilmiş olan
peygamberlerin hayatından ibret ve ders almaya değer bilgiler verilerek Hz.
Muhammed'in davet ettiği dindeki temel ilkelerin bütün peygamberlerin
tebliğlerinde yer almış evrensel ilâhî hakikatler olduğu, önceki peygamberlerin
de tebliğ faaliyetleri sırasında Hz. Muhammed'in çektiklerine benzer sıkıntılar
yaşadıkları ve bunlara göğüs gerdikleri, onların davetlerini kabul edenlerin
kurtuluşa erdikleri, inkâr edenlerin ise Allah'ın mutlak yasası (sünnetullah)
gereğince helak olup gittikleri bildirilir. Söz konusu kıssalarda tarihin
tasvir edilmesinden çok muhatapların ders ve ibret almaları amaçlanmıştır.
6. Resûlullah'ın kendisini himaye eden amcası Ebû Tâlib'i ve zevcesi
Hz. Hatice'yi kaybettiği, öte yandan Mekkeliler'in küÇümseme ve alaylarının
düşmanlık ve eziyete dönüştüğü, bu sebeple yeni bir sığınak aranmaya başlandığı
Mekke devrinin son yıllarında Mekke Araplan'nın dışında yeni muhataplar da söz
konusu olduğundan bu dönemde gelen sûrelerin üslûp ve muhtevasında kısmî bir
değişiklik olduğu gö-rülmektedir. Artık sadece Mekkeliler'e değil, aynı zamanda
yer yer "ey insanlar" tarzında başlayan ifade kalıbıyla başka
topluluklara da hitap edilmektedir.
7. Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan
sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Çoğunlukla kısa hacimli
olan bu sûrelerde iyi niyetli insanları, gönülleri hidayete açık olanları
derinden etkileyip ikna etmeyi, buna karşılık bâttl inançlarını, zulüm ve
haksızlıklarını sürdürmekte ısrar eden müşrik aristokratlara meydan okuyup
onları âciz bırakmayı hedefleyen bir üslûp hâkimdir. Ayetler kısa, seçili,
muhtevanın gerektirdiği durumlarda sert seslidir; genellikle muhatabı aklî
yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım
özelliği hâkimdir.
B) Medenî Sûreler.
1. Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye
dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak
ilkeler" şeklinde özetlemek mümkündür.
2. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek
belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan
ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik
nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç
meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur.
3. Mekke'de mütecanis bir
putperest Arap topluluğu varken Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi
topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler
başlamış, bu sebeple başta Medenî sûrelerin en uzunlarından olan Bakara ve Âl-i
İmrân olmak üzere bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak
Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir.
4. Medine'de İslâmiyet'e düşman olmakla birlikte müslümanların her
geçen gün güçlenmesi karşısında Peygamber'le açıktan mücadele etmeyi göze
alamayan bir Arap ve yahudi topluluğu ortaya çıkmış, "münafık"
denilen bu toplulukla ilgili meseleler Medenî sûrelerin muhtevasında ağırlık
kazanmıştır.
5. Müslümanlar ilk defa
Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî
sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların
sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş
yer verilmiştir.
6. Medenî sûrelerin
muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye, şiirsel bir dil kullanmaya
Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından bu sûrelerin üslûbu
muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifadelere, mecaz ve istiarelere
daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazanmıştır. Mekke döneminin
özellikle ilk zamanlarında inen sûrelerin ve âyetlerin daha kısa olmasına
karşılık Medenî sûrelerde muhtevanın gereği olarak hacimlerin giderek
genişlediği görülür.
VI. İcazı Ve Üslubu
- Hz. Muhammed'i çeşitli zamanlarda mecnun, şair, kâhin veya
sihirbaz ya da büyüye tutulmuş olmakla itham etmeleri üzerine Kur-'an'da bu iddiaların gerçek dışı olduğu
belirtilmiştir. Kur'ân'ı şeytanlar
tarafından kâhinlere telkin edilen sözler olarak gören inkarcıların iddiaları
reddedilmiş. Kur'ân'ın Cebrail tarafından yeri ve gökleri yaratan âlemlerin rabbi
katından indirildiği beyan edilmiştir. İnkarcılar, Kur'ân ve kaynağı hakkında öne
sürdükleri iddiaların tutarsızlığını görünce başka yollar aramaya başladılar.
Eski kavim-lere dair kıssaların anlatıldığını görünce Kur'ân'a başkalarının da
yardımıyla Muhammed'in uydurduğu bir yalan, kendisine dikte edilen eski
milletlerin efsaneleri yakıştırmasını yaptıkları gibi Kur'ân'ı Muhammed'e bir yabancının
öğrettiğini de söylediler.
- Peygamberliğini ilân eden bir kişinin doğru sözlü olup
olmadığının anlaşılabilmesi için benzerini insanların yapamayacağı mucize
denilen harikuladelikler ortaya koyması gerekir.
- Kur'ân'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en
önemli husus, böyle bir edebî ortamda Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr ve Kur'ân'ın
Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'ân'la
meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan
(i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır. Üç aşamada gerçekleşen bu meydan
okumada önce inkarcılardan, eğer gerçekten Kur'ân'ın kul sözü olduğuna
inanıyorlarsa o zamana kadar inen kısmının bir benzerini kendi-lerinin yazıp
getirmeleri istenmiştir. Bunu
başaramadıkları anlaşılınca ikinci aşamada iddialarında samimi iseler Kur'ân'ınkine
benzer on sûre hazırlayıp getirmeleri, aksi halde gerçeği kabul edip müslüman olmaları
talep edilmiştir. Üçüncü aşamada ise Kur'ân'ın Allah'tan başkası tarafından
uydurulmuş bir söz olmadığı, âlemlerin rabbinden geldiğinde kuşku bulunmadığı teyit
edildikten sonra inkâr edenlerden Kur'ân'ın bir süresinin benzerini getirmeleri
istenmiştir. Bu son aşamadaki meydan okuma Medine döneminde tekrar edilmiştir.
- Kur'ân'ın i'câzının risâlet dönemiyle sınırlı olduğunu, daha
sonraki asırlarda benzerinin getirilebileceğini öne sürenler olmuşsa da başta
Bâkıllânî olmak üzere âlimlerin çoğu i'câzın kıyamete kadar geçerli olduğu
görüşündedir. Çünkü meydan okuma âyetlerinde zaman sınırlaması yapılmamıştır.
Ayrıca Kur'ân-ı Kerim. Hz. Muhammed'in en büyük mucizesi olup mantıkî olarak risâleti ebedî olan
Peygamber'in mucizesinin de ebedî olması gerekir.
A) Dili ve Üslûbu.
- Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin "apaçık" Arap diliyle
nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in
Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'ân'da
diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur'ân, Arapça inmiş olmakla birlikte
kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde
Arapça'daki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir
anlatım tarzına sahiptir. Kur'ân'da
akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı
üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere
verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'ân'ın üslûbunda
beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı
arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir. Dili ve üslûbu öne
çıkaran âlimlere göre Kur'ân'ın i'câzı onun sadece Arapça kelimeler kullanmış
olmasıyla alâkalı görülmemelidir, çünkü bu kelimeleri Araplar daha önce de
kul-lanıyorlardı. İ'câz sadece anlam yönüyle de ilgili değildir, zira Kur'ân'ın
mânasının çoğu eski kutsal kitaplarda da mevcuttur, öte yandan Kur'ân'da yer
alan ilâhî bilgiler, varlığın başlangıcı ve işleyişi, insanın yaratılışı ve
akıbeti, gaybdan haber verme gibi hususlar da Kur'ân'ın kendi bünyesine has
i'câzı oluşturmaz; bu tür bilgiler Kur'ân'ın dışında Arapça'daki bir başka söz
dizimi, hatta bir başka dille veya dil dışı bir yolla da anlatılabilir.
- Kaynaklarda Kur'ân'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen
Özelliklerden belli başlıları şunlardır:
1. Mevcut Edebî Şekillerden Farklı Oluşu. Kur'ân'ın nazil olduğu
dönemde Arapça'da nazım ve nesir olmak üzere iki edebî şekil vardı. Nazım
kaside veya recez, nesir ise seçili veya mürsel (düz serbest) şeklinde olurdu.
Âlimlerin çoğunluğuna göre Kur'ân'm söz dizimini ve üslûbunu bunlardan
hiçbirine dahi etmek mümkün değildir.
2. Lafız ve Mâna Dengesi. Kur'ân ifadelerini oluşturan kelimeler öyle
seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır, onda anlam
kelimeye tam olarak bürünüp lafız halini alır. Kısa ve özlü anlatımın tercih
edildiği yerlerde mâna ihmal edilmediği gibi muhtevanın ayrıntısına girilmesi
gerektiği yerlerde de söz israfına gidilmez.
3. Gönüllere Tesir Edişi. Kur'ân'ın İnsanı etkisi altına alıp kendine
çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda
insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle
ürpertir. Kur'ân'ın i'câz yönünden olan bu tesirini konu edinen âyetler de
bulunmaktadır
4. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk. Kur'ân'daki harflerin,
kelimelerin ve cümlelerin seslendirilmesi esnasında ortaya çıkan, kulağa ve
ruha hoş gelen, diğer söz türlerinde hiç rastlanmayan bir mûsiki vardır.
Fonetik açıdan Kur'ân, şehirlilerin ifadesindeki yumuşaklıkla bedevîlerin
anlatış tarzındaki sertliği hikmetli bir ölçüde birleştirerek meydana getirdiği
ahenkli bir ses sayesinde ancak zihinlerde tasavvur edilebilen bir ses armonisi
gerçekleştirmiştir
5. Edebî Tasvir. Edebî tasvirleri açısından bakıldığında Kur'ân'ın
nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata İlâve olarak
kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları Kur-'an'ın güzelliğine
götüren tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biri olarak görülür. Kur'ân'ı
dinleyen bir kimse, bu tas-virin okunmakta olan bir kelâm olduğunu unutup onu
bizzat şahit olduğu bir hadise olarak zihninde canlandırır.
6. Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu. Kur'ân teşri, kıssa,
tarih, cedel ve münazara, mev'iza gibi edebî türlerin hepsinde fesahatini en
yüksek seviyede daima korumuş, sûrelerde bir konudan diğerine geçişleri en
mükemmel şekilde sağlamıştır. Halbuki bir edebiyatçının edebî türlerin hepsi
hakkında ileri düzeyde bilgi sahibi olması, hepsiyle ilgilenmesi mümkün
olmadığından bütün alanlarda mahir olması da imkânsızdır. Nitekim Arap edipleri
daha çok övünme, kahramanlık, mev'iza, medih ve hiciv tarzlarında söz
söylemişler, her biri bunların bir veya ikisinde mahir olabilmiş, savaş, deve,
ceylan, şarap gibi belli konuları tavsifte yoğunlaşmıştır.
7. Aynı Anda Farklı Seviyelere
Hitap Etmesi. Birçok âyetin ilk bakışta kavranan mânası aynı kalmakla birlikte
daha derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç
anlamları, anlam katmanları da bulunabilir; hatta onun mânalarından gelecek
nesillere de yeni taraflar kalabilir. Farklı anlayışla-ra imkân veren bir âyeti
ilk nesiller kendi durumlarına göre, daha sonraki nesiller de ulaştıkları ilmî
seviyelere göre açıklarlar.
8. Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi. Kur'ân'a has üslûp
tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini
birden tatmin etmesidir. Buna karşılık beşerin ifade gücü akılla duygu arasında
aynı anda denge kuramaz. Çünkü insanın düşünen kuvvesiyle duyan kuvvesi
arasında sürekli bir dengenin bulunması imkânsızdır.
B) Diğer İ'câz Görüşleri.
- Kaynaklarda Kur'ân'ın dil ve üslûbunun dışında i'câz yönleri de
zikredilir. Üzerinde durulan hususlardan biri Kur'ân'ın gayb alanına ilişkin
haberler içermesidir. Kur'ân'da Hz. Âdem'den itibaren geçmiş peygamberlerin ve
milletlerin kıssaları yer alır. Okuma yazması olmayan, herhangi bir kimseden
öğrenim görmeyen bir kişinin vahiy almadan bu tarihî hadiseleri anlatması,
onlara şahit olmuş gibi tasvir etmesi mümkün değildir. Yapılacak bir savaşta
Bizanslılar'ın İranlılar'a galip geleceği Bedir Savaşı'nda düşman ordusunun
yenilgiye uğratılacağı müslümanların Mes-cid-i Harâm'a güvenle
girecekleri insanların kitleler halinde İslâm'ı benimseyecekleri
İslâm dininin diğer bütün dinlere üstün
geleceği gibi birçok olayın önceden
haber verilmesi Kur'ân'ın geleceğe yönelik gaybî-i'câzî yönünü oluşturur.
VII. Açıklanması Ve Yorumlanması
A) Kur'ân'ın Açıklanması.
- Kur'ân-ı Kerîm'in Arap diliyle nazil olduğunun ifade edilmesi
öncelikle onun belli bir beşer dilinde indirildiğine, ikinci olarak da onun mesajını
aktarmak İçin VII. yüzyıldaki Hicaz Arap kültürünün dil geleneğini, onun kelime
ve kavramlarını ve diğer kültürel ürünlerini bir malzeme olarak kullandığına
dikkat çekmeyi amaçlar.
1. Kur'ân'ın Dil Bilimi ve Metin Yönünden Tahlili. Tefsir ilminin
öncelikli görevi Kur'ân ibaresinin zahirî mânasını vermek olup bunun için dil
biliminin çerçevesine konulabilecek metotları ve verileri kullanır. Meselâ
tefsirlerde bir âyette geçen kelimelerin Kur'ân'da yer alan anlamları verilir.
Âyetin zahirî mânasına, ondaki ke-limelerin Kur'ân'da kullanıldığı anlamlarını
bilmek ve âyetin cümle yapısını gramer açısından doğru bir şekilde çözümlemekle
ulaşılır. Ancak bu, âyeti tam olarak anlamak için yeterli değildir. Âyetleri
anlamak için hâlâ göz önünde bulundurulması ve bilinmesi gereken hususlar
vardır. Bunlardan biri âyetin metinsel bağlamıdır; yani âyetin öncesi ve
sonra-sıyla bütün metin içindeki yerini bilmek gerekmektedir. Klasik tefsir
disiplini bu işlemi "Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsiri" şeklinde formüle
etmiştir. Ayrıca Kur'ân'ın bütünü içinde kendine has bir kavram dünyası
bulunmakta, Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanması bu kavram dünyasının çözümlenmesini
de gerektirmektedir.
Kur'ân'ın
gönderildiği Hicaz'daki VII. yüzyıl Arap topluluğunun Arapça'sını aktarması
beklenen sözlükler de müfessir-lerin vazgeçilmez kaynaklan arasında
bulunacaktır. Yine Hicaz Arapları'm tanıma, inceleme işlemi geniş bir çerçevede
Sâ-mî kültür geleneğinin ve onun dillerinin incelemesini de içerecektir.
2. Tarih Bilgisi ve Kur'ân'ın Tarihî Bağlamı. Açıklama sürecinde
yapılması gereken bir başka işlem de âyetlerin nazil olduğu ortam ve şartlar
hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu olayları
meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde belirlemektir. Klasik
Kur'ân ilimleri içinde bulunan sebeb-i nüzul bir ölçüde bunu yapmaya çalışır.
Çünkü her söz söylendiği zaman, mekân ve şartlar İçinde anlam kazanmaktadır.
Sözün tarihî bağlamına yeterince dikkat edilmemesi tefsirlerde zaman zaman
görülebilen bir eksikliktir. Meselâ kıblenin değiştirilmesini konu alan
âyetteki "kitap verilenler" ibaresini
Kurtubî, "yahu-diler ve hıristiyanlar" şeklinde tefsir etmiştir. Halbuki
âyetin indiği ortamda ve olaylar dizisinde hıris-tiyanlara rastlanmaz. Nitekim
ilk dönem müfessirlerinden Taberî'nin bu âyetle İlgili olarak aktardığı
rivayette hiristiyanlardan söz edilmemiştir.
a) Hadis Koleksiyonları. Kur'ân'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar,
âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimelerin mânaları hakkında en
sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur'ân'ın insanlara
aktarıcısı olan Hz. Pey-gamber'in sözleridir.
b) Tarih Kaynaklan. Kur'ân'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih
kaynaklarına dair çalışmalar Kur'ân'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar
götürülmelidir. Bunun amacı, Kur'ân'ın vahyedilme-ye başlandığı kültürel ortam,
ekonomik yapı. toplumsal ilişkiler ve dinî inanç biçimleri vb. hususlarla
ilgili atmosferi ve şartlan daha ayrıntılı biçimde ortaya koymaktır. Bu husus, Kur'ân'ın
karşılaştığı toplumla nasıl bir diyaloga girdiğini ve onu nasıl eğittiğini
anlamamıza yardımcı olacaktır.
B) Kur'ân'ın Yorumlanması. Tefsir
- Kur'ân âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini
üstlenmiştir. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar
yorumlanarak Kur'ân'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması,
müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur.
Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat
içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler
arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından
gerçekleştirilmiştir. Bu disiplinler, âyetlerin sözlük anlamı ve bu çerçevede
tefsirin kendilerine sunduğu farklı açıklamaların yanı sıra gelenek içindeki
zengin birikimi ve yaşanılan zamanın şartlarını da dikkate almak durumundaydı.
Karşılaşılan problemler çoğaldıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama
sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama
problemleri ortaya çıkmıştır.
1. Kur'ân'ın Yorumlanmasında Öznellik Sorunu. İnsan belli bir kültür
dünyası içinde doğmaktadır. Kişinin bundan tamamen sıyrılması mümkün olmadığı
gibi mutlak surette gerekli de görülmemektedir. Bir yorumcunun Kur'ân'a
yaklaşırken yaşadığı dünyadan soyutlanarak boş bir zihinle yorum yapması mümkün
değildir. Tefsir disiplininin işleyişinde de müfessirin öznelliğinden gelen
aksamalar ve eksiklikler etkili olabilmektedir. Nitekim müfessirin öznelliği
dil ve tarih malzemesini kullanmasına olumsuz yönde tesir edebilir.
Anlama süreci
sadece dil ve tarih malzemesini kullanan tefsirle sınırlı değildir; süreç bu
temel işlemden sonra da devam etmekte ve Kur'ân'a ait değerlerin onu anlayanın
kendi zamanına aktarılmasını içine almaktadır. Anlama sürecinin bu ikinci
merhalesi, anlayan kişinin öznelliğinden çok daha yoğun bir şekilde etkilenen
aşamaları içermektedir.
Yorumcuların belli
bir zeminde fikir birliğine ulaşmalarına imkân veren, hatta onları buna
yönlendiren âmiller de bulunmaktadır. Yorumluların her birinin belli bir metni
ve kendi tarih-selliğini ortak bir zemin kabul etmesi onlara belli bir çerçeve
sağlayacak, her biri kendi tarihselliğinin sorunlarına Kur'ân okuyucusu olarak
yaklaşacaktır
2. Kur'ân'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması. Kur'ânî değerlerin
sonraki dönemlere taşınması, onun başlattığı kültür geleneğinin devam edip
canlı tutulması için gereklidir. Bu işlem pratikte, son derece simgesel
olanından başlayarak hayatı derinden ilgilendirecek olanına kadar geniş bir yelpazede
değişik düzeylerde ve şekillerde gerçekleştirilmiştir.
İnanç, ahlâk,
hukuk, siyaset vb. alanlara dair temel Kur'ânî muhteva ve değerlerin değişik
zamanlara metodik ve sistematik olarak taşınması, İslâm kültürünün bireysel ve
daha çok kurumsal çerçevede işletilmesiyle ilgili olup bundan dolayı Kur'ân
metninin en ciddi ve sistematik değerlendirme tarzıdır.
Teorik olarak
çözümlenmesi mümkün görünen bu gerilimin örnekleri İslâm kültür tarihi
içerisinde görülmüştür. Meselâ kelâm fırkaları arasında sıkça gözlendiği üzere
bazı yorumcular, kendi düşünce dünyalarını ve ideolojilerini Kur'ân'-dan ve
Sünnet'ten delillendirmeyi amaçlamışlar, zaman zaman belli bir anlayışı
oluşturmak ve karşı yorumu altetmek maksadıyla Kur'ân'ın kendine ait
bağımsızlığını, dilsel ve tarihsel bağlamını ihlâl etmişlerdir.
Klasik
metodolojinin bu tutumunu bir yetersizlik olarak gören ve az ya da çok
modernist bir karakter taşıyan yeni yorum yaklaşımları da ortaya çıkmıştır.
Bunların bir ölçüde paylaştığı temel iddia, Kur'ân'ın evrensel ve tarih üstü
mesajlarıyla aslî ilke ve amaçlarının yöntemlere bağlı kalınarak metinden
çıkarılması ve bunların değişik tarihsel durumlara uygulanmasıdır.
Yorumlama
sürecinin içerdiği bütün problemlerle bu yaklaşım da karşılaşmaktadır. En başta
Kur'ân'ın temel ve öncelikli ilkelerinin neler olduğu, bunların nasıl
tanımlanacağı, içlerinin nasıl doldurulacağı yorumcular için ciddi bir ihtilâf
sebebi olmaktadır. Çünkü bütün bu işlemler yorumcunun tarihselliğinden bağımsız
olarak gerçekleştirilemez, öte yandan yorumcuların kendi dönemlerinde çözüm
bekleyen problemlerin tanımlan ve bu problemlere hangi Kur'ânî ilkenin
uygulanması gerektiği de birer ihtilâf konusudur.
VIII. Kur'ân İlimleri
- Kur'ân ilimleri (ulûmü'i-Kur'ân) tamlaması esas itibariyle Kur'ân'la
doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur'ân-ı Ke-rîm'le alâkası olmayan,
fakat kendisinden Kur'ân'ın yorumunda dolaylı olarak yararlanılan ilimlerin Kur'ân
ilmi sayılıp sayılmayacağı hususu tartışılmıştır. Bu sebeple zaman zaman kullanılan
"Kur'ânî ilim-ler şeklindeki tamlamanın ulûmü'l-Kur'ân terkibinin anlamını
vermediği için Kur'ân ilimleri yerinde kullanılması yanlış olur. Meselâ
astronomi, matematik, biyoloji gibi İlimler Kur'ânî oldukları halde genel
kabule göre Kur'ân ilimlerinden değildir. Kur'ân ilimleri Kur'ân'ın vahyi,
nü.zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati,
tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı, âyet ve
sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşâbihi hakkındaki disiplinleri
kapsar.
- Kur'ân ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'ân'ın indiği döneme
kadar gider. Çünkü ilk âyetin nazil oluşundan bahseden Hz. Peygamber vahyin
nasıl geldiğini ve vahiy meleğinin durumunu da açıklamıştır. Onun ilk vahiy
sonrasındaki halini yorumlayan ve inen âyetlerin kendisinin peygamber olduğuna
delâlet ettiğini bildiren Varaka b. Nevfel ile Resûlullah'ın anlattıklarını ve
geçmişteki durumunu birlikte değerlendirerek, "Allah seni mahcup
etmeyecektir" diyen Hz. Hatice aynı zamanda Alak sûresinin ilk âyetlerinin
birer müfessiri sayılabilir. Peygamberlikle görevlendirilmesinin ardından gelen
âyetleri müslümanlara okuyup tefsir eden Re-sûl-i Ekrem bunun kendisine verilmiş
ilâhî bir görev olduğunu biliyordu.
Ayrıca âyetleri tefsiri sırasında zaman zaman âyetlerdeki mânası kapalı
kelimeleri açıklıyor, ashabın anlamakta zorluk çektiği yerler hakkında
açıklamalar yapıyordu. Nitekim sahâbîle-rin, "İnanıp da imanlarına bir
zulüm katmayanlar mealindeki âyette geçen "zulüm"
kavramını farklı anlayıp tedirgin olmaları üzerine Resûlullah buradaki zulüm
kelimesini "şirk" olarak tefsir etmiştir. Hz. Peygamber'in bir soru
üzerine İsrâ süresindeki (17/79) "makâ-men mahmuden" ibaresini
"şefaat" olarak yorumlaması da
bir başka örnek olarak
zikredilebilir. İmsak vaktinin bildirildiği âyette geçen "beyaz ip" ve "siyah İp"i
Resûl-i Ekrem'in gece ile gündüzün birbirinden ayrılması vakti olarak
açıklaması mecaz ilmi için açık bir
delil olmuştur. Es-bâb-ı nüzul ilminin daha Mekke döneminde iken ortaya
çıktığını gösteren pek çok örnek vardır. Bu ilim özellikle ashap tarafından
sûre ve âyetler nakledilirken kullanılıyor ve yanlış anlamaların önüne
geçiliyordu. Ancak bütün bunlar sadece sözlü kültür olarak devam etmiş olup
Resûl-i Ekrem ve sahabe döneminde Kur'ân tefsirine ve ilimlerine dair bir eser
telif edilmemiştir.
- Teknik anlamda ve bir bütün olarak ulû-mü'l-Kur'ân tabirinin ne
zaman kullanılmaya başlandığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Bazıları,
bu tabirin ilk defa Muhammed b. Halef b. Merzübân'a (ö. 309/921) nisbet edilen
el-Hâvîiîhilû-mi'İ-Kur'ân'da geçtiğini söylemiştir.
- Bu konudaki ilk sistematik çalışma İbnü'l-Cevzî'ye ait
Fünûnü'l-einân ile Süyûtî'nin el-îtkân
fî culû-mi'l-Kur'ân'ınm gölgesinde kalmışlardır. Bu eserlerde yer alan, Kur'ân
ilmi olarak adlandırılabilecek alanlar şunlardır: Mekkî-Medenîsûreler, esbâb-ı
nüzul, nâ-sih-mensuh, Kur'ân'ın isimleri, toplanması, çoğaltılması ve tertibi,
sûre ve âyet bilgileri, münâsebâtü'l-âyât ve's-süver, kıraat ve tecvid
bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân,
garîbü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir,
emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla
k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr,
kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, mü-fessirin
âdabı ve şartları.
- Kur'ân'ın diliyle ilgili ilimlerin başında, Kur'ân'ın dil bilgisi
bakımından doğru okunup yazılmasından ve farklı vecihlerin ne gibi anlam
kaymaları ve zenginliği ortaya çıkardığından bahseden i'râbü'l-Kur'ân gelir.
Hz. Peygamber hatasız konuşmaya ve Kur'ân'ı dil bilgisi bakımından doğru
okumaya dikkat çekmişse de bu ilmin temellerinin Hz. Ali tarafından atıldığı
söylenir.
- Kur'ân'ın cümle yapısıyla ve âyetlerin anlamıyla ilgili ilim
dallarının başında em-sâlü'l-Kur'ân gelir. Kur'ân, insanların bazı konuları
daha kolay anlayabilmeleri için yer yer örnekleme ve temsil getirme yoluna
gitmiştir. Meselâ amelleri boşa giden kişilerin durumu suyun üzerinde oluşan ve
daha sonra kaybolup giden köpükle anlatılmış
ayrıca örümcek evi sivrisinek
ve eşek örnek olarak
zikredilmiştir. Kur'ân'da âyetlerden bazıları muhkem, bazıları müte-şâbih
olarak adlandırılmış, muhkem için "kitabın anası" denilmiştir.
- Kur'ân'ın dil ve anlatım özellikleriyle ilgili ilimlerin başında
üslûbü'l-Kur'ân gelir. Kur'ân nazil olduğu farklı dönemlerde farklı üslûplar
ortaya koymuş, onun üslûbu anlatılan konu ve olaya bağlı olarak değişiklik
göstermiştir. İnanç ve ahlâk konularıyla geçmiş milletlerin durumundan bahseden
Mekkî sûreler şiir veya hitabet üslûbuna yakın bir tarzda gelmişken ferdî ve
içtimaî hukuk konularından bahseden Medenî sûre ve âyetlerde yalın bir anlatım
tarzı öne çıkmıştır.
IX. Tercümesi
- Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere
tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur.
- Tercümeyi genel
olarak harfi (lafzî) ve tefsiri (manevî) diye ikiye ayırmak mümkündür. Harfi
tercüme nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbirine muvafık
olması şartıyla bir dildeki lafızları başka bir dildeki benzer lafızlarla
ifade etmektir. Bu tercüme şeklinde asıl dildeki hiçbir kelime atılmaz.
Kur'ân-ı Kerim açısından bakıldığında harfi tercüme, "mütercimin
kapasitesi ve dilin yeterliliği nisbetinde Kur'ân'ın her lafzının yerine tercüme
edilen dilde o lafzın karşılığı olan başka bir lafzın konması. Kur'ân'ın kelime,
ibare yahut nas cihetiyle Arapça'dan başka bir dile aktarılması" şeklinde
tanımlanabilir. Bu tür çeviri gerçekte bazı harf, fiil ve İsimlerin mânalannı
karşılayıp karşılamadığına veya ne ölçüde karşılandığına bakılmaksızın Kur'ânî
ibarelerin harfen nakline dayanır. Harfî tercümenin ilmî ve hukukî eserlerde
kullanımı kolay ve pratik ise de edebî eserler ve özellikle Kur'ân-ı Kerîm
açısından uygulanması son derece güç, hatta bazan imkânsızdır.
Tefsirî tercüme asıl
dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı
kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride
esas olarak mânaya itibar edilir; bazı tabirler atılabilir veya ilâveler yapılabilir.
Bu tercüme tarzında mütercim, asıl dildeki ifadeleri iyice anladıktan sonra
onların belirttiği mânayı başka bir dile kendi üslûp ve ifadesiyle nakleder.
Tefsirî tercümede tercümenin harf ve lafızlarında, cümle ve ibarelerinde, îcâz
ve ıtnabında, hacim ve kapsamında asıl metne eşitlik şart olmadığı gibi her
harf ve kelimesinin tercüme edilmesi de zorunlu değildir. Türkiye'de Kur'ân-ı
Kerîm tercümesi yerine daha çok "meal" lafzı kullanılmakta olup bu
tercihle yapılan tercümenin eksik ve yetersiz olduğu belirtilmekte ve Kur'ân'ın
yerini tutmadığına işaret edilmektedir.
- Kur'ân-ı Kerîm'in Tercümesi Tarihi. Kur'ân'ın
tercümesi tarihini İslâmiyet'in ilk dönemlerine kadar götürmek mümkündür.
- Buna göre okunan âyetler din âlimleriyle saray mensupları için
tercüme edilmiş olmalıdır.
- Kaynaklarda belirtildiğine göre aslında ilk tercüme Farsça'ya çok
yakın olan Hû-zistan diliyle yapılan, Mu'tezile âlimi Ebû Ali el-Cübbârye (ö.
303/916) ait çeviridir. Ancak bu çalışmanın günümüze ulaşıp ulaşmadığı
bilinmemektedir.
- Kur'ân tercümelerinde
ise bütün bir âyetin veya bir bölümünün normal cümlelerle açıklaması yapılır.
Türkler tarih boyunca Uygur ve Arap alfabeleriyle bu iki tarzda Kur'ân'ı
tercüme etmişler 1928 yılında kabul edilen Latin alfabesiyle daha çok meâlen
tercüme örnekleri ortaya koymuşlardır.
a) Uygur Alfabesiyle
Yapılan Kur'ân Tercümeleri. Türkler Müslümanlığı kabul ettikleri dönemlerde
Uygur alfabesini kullandıklarına göre ilk Türkçe Kur'ân tercümeleri bu dille
yapılmış olmalıdır.
b) Arap Alfabesiyle Yapılan Kur'ân Tercümeleri. Türkler,
İslâmiyet'e girdikten kısa bir süre sonra Uygur alfabesini terkederek Arap
harflerini kullanmaya başlamışlar, Kur'ân-ı Kerîm tercümelerini son dönemlere
kadar bu alfabeyle kaleme almışlardır. İlk Türkçe Kur'ân tercümesi V. (XI.)
yüzyılın başlarında, daha Önce yapılmış olan Farsça çeviri esas alınarak satır
arası tercüme metoduyla hazırlanmıştır.
c) Latin Alfabesiyle
Yapılan Kur'ân Tercümeleri. Türkiye'de Cumhuriyetin ilânından sonra kısa bir
süre içinde birkaç tercüme neşredildi. Bunların çoğu Arapça'ya vâkıf olmayan
ve yeterli derecede dinî bilgisi bulunmayan kişilerce yapılmıştı mütercimler
arasında hıristiyan olanlar da vardı. Bu durumdan rahatsızlık duyulması üzerine
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin isteğiyle Diyanet İşleri Reisliği, ulemâ
nezdinde tasvip görecek ve halk arasında itibar kazanacak bir tercümenin
hazırlanmasını kararlaştırdı. Tercüme görevi Mehmed Akif e (Ersoy) verildi.
X. Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler
- Kur'ân-ı Kerîm,
tefsir ilminin merkezinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli
seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muham-med'e
indirilen vahiy olduğuna inanılması yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından
kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh
usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'ân, okunmasının
ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle
öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.
- Kur'ân ve İbadet.
İbadete, ister Allah'a duyulan saygı ve bağlılığın gereği olarak O'nun rızâsına
uygun davranma çabası şeklinde genel bir çerçeve çizilsin, ister Allah ve
Resulü tarafından yapılması emredilen ve yaratana itaati simgeleyen özel
davranış biçimleri şeklinde daha dar kapsamlı bir tanım getirilsin, Kur'ân
okuma her iki açıdan da başlı başına ibadet niteliğinde bir davranıştır. İslâm
dininin anlaşılması ve hayata aktarılması için Kur-'an'ın muhtevasının
bilinmesi, getirdiği mesajın kavranması öncelikli ve vazgeçilmez bir önem
taşır. Ancak üzerinde hiçbir tartışmanın cereyan etmediği bu ilke Kur'ân'm
okunuşunun ibadet olmasına, Kur'ân okuyana sırf bu davranışı sebebiyle ecir ve
sevap verilmesi imkânına engel teşkil etmez. Gerek Kur'ân'da gerekse hadislerde
Kur'ân'la ilgili diğer
önemli sorumlulukların yanında Kur'ân okumanın gerekliliği ve fazileti
üzerinde sıkça durulur. Kur'ân'm bazı yerlerde kendini "zikr" olarak
nitelemesinin de Kur'ân okumanın geniş anlamıyla Allah'ı anma kapsamında görülmesine
zemin hazırladığı söylenebilir. İbadetleri mahiyetlerine göre doğrudan
ibadet, vesile ibadet şeklinde ikiye ayıran fakihler Kur'ân Öğretmeyi abdest,
ezan ve imamet gibi vesile ibadetler arasında sayarken Kur'ân okumayı namaz ve
oruç gibi doğrudan ibadet olan fiillerden görmüşler ve onun sünnet grubunda yer
alan bir ibadet olduğunu belirtmişlerdir. Bunun sonucu olarak Kur'ân okuma ve
dinleme, tarih boyunca bütün müslüman toplumların büyük hassasiyet gösterdikleri,
etrafında çeşitli kurumlar ve kültürel zenginlik oluşturdukları temel bir
ibadet tarzı olmuş, mânasını anlamadığı halde Kur'ân okuma ve dinleme, mânasını
anlayarak ve üzerinde düşünerek okuma derecesinde olmasa bile ibadet olarak görülmüştür.
- Kur'ân'ın Ücretle
Okunması ve Öğretilmesi. Kur'ân'ı okuma ile onu başkasına öğretme arasında
mahiyet farkı bulunduğu, birincisi doğrudan ibadet iken ikincisi vesile
niteliğinde bir ibadet olduğu ve başkasına intikal eden bir yararı içerdiği
için fıkhı hüküm yönüyle birbirinden ayrılır.
Ücretle Kur'ân Okuma.
Konu Öncelikli olarak bir ibadetten doğacak sevabın başkasına bağışlanmasının
mümkün olup olmayacağı hususuyla yakından alâkalıdır. İbadetlerin ifası
karşılığında Allah katında sevap elde edilmesi, ibadetin niteliğine ve
kişinin samimiyetine bağlı olarak kul ile Allah arasında kalan bir meseledir
ve tamamıyla Allah'ın dilemesine bağlıdır. Bununla birlikte İslâm âlimleri bu
konuda şahsî kanaatlerini açıklayarak mükelleflere yardımcı olmak istemişlerdir.
Fakihler. hac ve sadaka gibi kısmen veya tamamen malî ibadetlerle dua ve
istiğfar gibi amellerin sevabından ölülerin yararlanabileceği görüşünü
benimserken namaz. oruç. Kur'ân okuma gibi bedenî ibadetlerde daha mütereddit
davranmış, çoğunluk, bu konuda Allah'ın dilemesi kaydını da getirerek iyimser
bir yaklaşım sergilemiştir. Bağışlanmak üzere okunan Kur'ân'ın sevabından
ölülerin de faydalanabileceği görüşü. İmam Mâlik ve Şafiî hariç fakihlerin
çoğunluğunca kabul edilir. Ancak ücret karşılığı okumada niyet ve amaç
ibadetlerin genel çizgisine göre farklılık taşıdığı için hem ücretle okumanın
cevazı hem de sevabının başkasına intikal imkânı hakkında söz söylemek daha da
zorlaşmaktadır.
- Kur'ân'la Tedavi. Hastalıkla mücadele ve tedavi esasen tıp ilminin konusu
olmakla birlikte tıbben tedavi imkânının bulunmadığı durumlarda insanlar inancın
yapıcı etkisine sığınarak ondan manen ve ruhen güç alır, dinî metinler ve
dualar okuyarak tedaviye yönelirler. Hz. Peygamber hastalıkların çaresinin
bulunduğunu ve tedavi olunması gerektiğini bildirmiş ayrıca okuyarak tedaviyi
tıbbî tedavinin yerini alan, alternatif bir tedavi değil ona yardımcı bir
yöntem olarak onaylamıştır.
XI. Kur'ân ve
Kitâb-ı Mukaddes
- Kur'ân İslâm'ın temel kaynağı, müslümanlann inanç ve yaşayışları
için başlıca hareket noktasıdır. Çünkü tebliğcisinin rolü ne kadar büyük olursa
olsun İslâm, yaşayan bir şahıs üzerine değil bir mesaj yani Kur'ân üzerine
temellenmiştir.
- Mevcut İnciller'in
Hz. îsâ tarafından yazılmadığı hıristiyanlarca da kabul edilmektedir.
İnciller, Hz. îsâ'dan en az otuz yıl sonra yazılmaya başlanmış ve 1. yüzyılın
sonunda yazma işi tamamlanmıştır. Yeni Ahid'in yazma nüshaları ise 11 ve 111.
yüzyıllara ait fragmanların mevcudiyetine rağmen genellikle IV. yüzyıla
tarihlenmektedir.
Kur'ân'a gelince, onun
tamamı doğrudan Allah'ın kelâmı olup bu kelâm vahiy şeklinde Hz. Muhammed'e
gönderilmiş, nüzul sürecinin başından itibaren Resûl-i Ekrem ve bazı sahâbîler
tarafından bütün âyetlerinin ezberlenmesi yanında ihtiyaç duyulduğu andan
itibaren yazıya geçirilmiştir. Peygamberin vefatından hemen sonra ilk halife
Hz. Ebû Bekir zamanında kitap haline getirilmiş, Hz. Osman döneminde istinsah
edilerek çoğaltılmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm ile
Kitâb-ı Mukaddes smda muhteva ve üslûp yönünden erlikler yanında önemli
farklılıklar da jır. Kitâb-ı Mukaddes, çeşitli yazarlar Ptarafından farklı
dönemlerde kaleme alınmış değişik edebî türlerdeki yazılardan oluşmaktadır.
Onda tarihî türdeki yazıla-; nn yanında dinî hükümler, felsefî diyaloglar,
hikmet türü bölümler, dua ve münâ-câtlar yer almaktadır. Kitâb-ı Mukaddes'e I
ait bölümlerin çoğu adını taşıyan kişiler tarafından yazılmış değildir; ayrıca ba-' zan
birden çok kitap belli bir yazarın adına : nisbet edilmiştir. İndiler ise Hz.
îsâ'nın hayatını anlatan biyografi kitapları olup değişik yazarlarca kaleme
alınmıştır ve bu yazarların gördükleri, duydukları veya ulaşabildikleri
kaynaklardan derledikleri bilgileri ihtiva etmektedir. Kur'ân ise hem Ahd-i
Atîk'ten hem Ahd-i Cedîd'den farklı olarak Hz. Peygamber'e bizzat Allah veya
onun görevlendirdiği vahiy meleği tarafından ulaştırıldığı için onda konuşan
daima Tanrı, muhatap ise Hz. Peygamber ile değişik inanç grupları ve genel
olarak insanlardır. Halbuki Kitâb-ı Mukaddeste olaylar umumiyetle üçüncü şahıs
tarafından anlatılmaktadır, öte yandan Kitâb-ı Mukaddes'te olaylar zaman ve
mekân boyutuna inilerek ele alınmakta, dolayısıyla Eski Ahid İsrâiloğullan'nın
tarihini. Yeni Ahid ise Hz. Isâ ve havarilerin hayat ve faaliyetlerini anlatan
birer tarih kitabı hüviyetini taşımaktadır.
Temelde bir tarih
kitabı değil bir hidayet ve irşad kitabı olduğundan Kur'ân'la, tarihî olayları
kronolojik akış içerisinde tasvir etme endişesinden ziyade tarihten aktarılan
örneklerden hareketle muhatap kitlelere belli mesajların verilmesi hedeflenmiştir.
Bu sebeple Kur'ân'da olaylar ve bilgiler zaman ve mekân tayini yapılmaksızın
verilmekte, olaylarla onu okuyanlar arasına bir mesafe konulmamaktadır. Kur'ân
vahyinin, Resûlullah'a gelmesinin ardından hemen anında tebliğ edilmesi ve
hayata geçirilip yaşanan hayatla bütünlük sağlaması gerektiğinden
Resûlullah'ın vahyi aktarmayı geciktirmesi, gelen âyetleri edebî bir metin
haline getirecek düzenlemeyi yapmak için bekletmesi ve hepsi tamamlanınca
tedvin ederek nakletmesi mümkün olmadığı gibi Kur'ân'ın irşad ve eğitime
yönelik hedeflerini gerçekleştirmesi bakımından yararlı da değildi.
- Genellikle üç döneme
ayrılarak incelenen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli
devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'ân'ın
etkisi altında gelişmiştir. Bu derin etki, Tanzimat'ın ardından Batı
medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür. Oç
dönemden ikincisine verilen çeşitli isimler de bu etkiyi ifade etmektedir.
Türk edebiyatının bu dönemi hakkında Osmanlı edebiyatı, divan edebiyatı, eski
Türk edebiyatı, klasik edebiyat gibi isimlendirmelerin yanında M. Fuad
Köprülü'den başlayarak İslâmî karakterini belirtecek şekilde adlandırılması
genel bir kabul görmüştür, Köprülü'ye göre İslâm ümmeti dairesine girmiş
kavimler için Kur'ân dilinin üstünlüğü ve hâkimiyetiyle Kitap ve Sünnet'in
vahdeti bütün güzel sanatlarda olduğu gibi lisan ve edebiyatta da hâkimiyetini
gösterdiğinden Türkler
arasında şekillenen
edebiyat İslâmî bir edebiyat olarak gelişmiştir.
- Türk edebiyatının
kitap halindeki bilinen en eski metinleri olan Kutadgu Bilig (XI. yüzyıl) ve
Atabetü'l-hakâyık (XII. yüzyıl) İslâmî edebiyatın da ilk manzum örneklen olarak
muhtevalarını Kur'ân'dan almıştır. Bu eserlerdeki âyet ve hadisler ilk defa
Türkçe'ye tercüme edilmiş olmaktadır. XI. yüzyılda hazırlanmaya başlanan
Türkçe Kur'ân tercümeleri, özellikle Türk dilinin kelime kadrosu ve gramerine
ait zengin araştırma alanlarından birini teşkil etmektedir. Bu arada diğer bir
alan olarak Türkçe tefsirlerin de aynı öneme sahip olduğu ve araştırmacıların
ilgisini beklediği belirtilmelidir.
Eski Türk edebiyatında
inşâ denilen nesir dilinde Kur'ân'ın, cümle yapısından metnin örgüsüne kadar
geniş bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Gerek sanatkârane gerekse sade
nesirdeki bu durum hakkında Nihad Sami Banarli şöyle demektedir:
"Kur'ân-ı Kerîm'in bir seciler ve aliterasyonlar saltanatı içinde söylenen
zengin rnûsikili ilâhî lisanı daha İslâm'ın ilk eserlerinden başlayarak gerek
Arap gerek İran gerekse Türk edebiyatlarında nesirle söyleyişin mukaddes bir
örneği biliniyordu. "Sözlerin en güzeli" olan bu mukaddes örnek. Dede
Korkut hikâyelerindeki sade nesirden başlayarak Sinan Paşa gibi büyük
sanatkârların elinde çok zevkli eserlerin ortaya konmasına vesile olmuş.
Cevdet Paşa'nın kalemiyle XX. yüzyıla ulaşmıştır.
A) Tefsirler. Kur'ân'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'ân
literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder. Hz. Peygamber'in Kur'ân yorumu
Önceleri sözlü hadis rivayetlerinin bir parçası olarak varlığını sürdürürken zamanla
tefsir ilmi hadisten ayrılarak müstakil hale geldi ve özgün eserler vücuda
getirildi.
1. Rivayet Tefsirleri. Resül- Ekrem'in ve ashabın Kur'ân yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe
tarafından kaleme alınan herhangi bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen
rivayetler derlenerek bazı tefsir kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir.
Bunların en meşhuru Fîrû-zâbâdî tarafından derlenen İbn Abbas tefsiridir.
2. Dirayet Tefsirleri. Tarihi eski olmakla birlikte gelişmesi rivayet metodundan sonraya kalan
dirayet metoduna göre yazılmış tefsirlerin ilk Örnekleri Mutezile ekolü
âlimlerince kaleme alınmıştır. II. (Vlll.) yüzyıldan itibaren telif edilen
luga-vî tefsirleri bu kategori içerisine almak mümkündür. Dirayet metodunun
kullanıldığı tefsirlere örnek olarak Mâtürîdî, Fah-reddin er-Râzî, Kâdî
Beyzâvî, Ebü'l-Bere-kât en-Nesefî tarafından yazılan eserler zikredilebilir.
3. Lugavî Tefsirler. II. (VIII.) yüzyılın ortalarından itibaren Arap dili üzerine yapılan
köklü çalışmalar, Kur'ân dilini tanıma ve Kur'ân'ı dil bakımından yorumlama
gibi hususları da içine almış, ilk dilcilerin pek çoğu aynı zamanda Kur'ân'm
dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yapmıştır. Garîbü'l-Kur'ân'a dair günümüze
ulaşan eserler içerisinde İbn Kutey-be. İbnü'l-Mülakkın ve Fahreddin
et-Tu-rayhî'nin Ğanbü'l-Kur'ân'ı.
4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler. Tasavvuf ehli Kur'ân tefsirinde bâtını yorumlan öne çıkarmıştır.
Muhyiddin İbnü'l-Arabrnin eserlerinde de işârî tefsirin geniş örnekleri vardır.
5. Mezhebi Tefsirler.
Ehl-i sünnet dışında yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla
katkıda bulunan ekol Mu'tezile olmuştur. Bu mezhebin hareketi uzun soluklu
olmamışsa da ilk dönemde yazılan dirayet tefsirleri içerisinde önemli bir
yeri vardır. Ebû Bekir el-Esam ve Ebû Ali el-Cübbâî'nin tefsirleri ve
Zemahşerî'nin el-Keşşâfı Mu'tezile ekolünün önemli tefsirleridir
6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler. Batl'-da gözlenen
bilimsel ve sosyolojik gelişmeler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yansından
itibaren yazılan Kur'ân tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir. Misyonerlerin
yoğun faaliyet gösterdiği Hint alt kıtasında Seyyid Ahmed Han, Arap dünyasında
Muhammed Abduh ve Muhammed Reşîd Rızâ bu harekete öncülük etmişlerdir. Ahmed
Mustafa el-Merâ-gi'nin Teisîrü'l-Merâğî's'ı, Seyyid Kutub'un Fî
Zılâli'l'Kurân'ı ve Tantâvî Cevherî'nin eî-Cevâhir'l bu türün diğer
örnekleridir.
7. Ahkâm Âyetleri Tefsirleri. Kur'ân'in yalnız
ahkâma dair âyetleri üzerine yazılan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir. Konuyla
ilgili ilk sistematik eser Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsîrü'l-hamsi mi'e öye
mine'I-Kur'ân'ıdır. İmam Şâfıî Ebû
Ca'fer et-Tahâvî, Cessâs, Ki-yâ el-Herrâsî ve Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'-nin
Ahkâmü'I-Kurân'ar. Süyütî'nin el-İklîî" ilk dönemden itibaren yazılan
önemli ahkâm tefsirleridir.
B) Kur'ân İlimleri. Erken dönemlerden
başlayarak Kur'ân ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır. Özellikle
III. (IX.) yüzyıldan itibaren bu çalışmalarda önemli bir artış olmuş ve
Mekkî-Medenî, esbâb-ı nüzul, nâsih-mensûh.
KUR’AN
Kur’an kelimesinin kökü konusunda farklı görüiler ortaya konulmuş, bunlardan birisi Allah tarafından konulmuş özel isim „el-Kur’an“dır, diğer görüşe göre ise bir kökten türemiştir ve bunun „Kara’e“ kökü olduğunu öne sürmüşlerse de anlamında yine fikir ayrılığına düşmüşlerdir.
Kur’an, Hz. Peygamber kırk yaşında iken, 610 yılının Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır ve 23 yılda tamamlanmıştır. Kur’an’ın indirlişi hakkında, yine fikir ayrılığı vardır.
Ebu Bekir zamanında derlenip, iki kapak arasına alınıp, „mushaf“ adı verilen bu kitap, Hz. Ebu Bekir’den sonra Hz. Ömer’e, onun vefatından sonra da kızı Hafsa’ya intikal etmiştir. Daha sonra bu nüsha yediye (veya 4, 5, 8’e) çoğaltılmıştır ve karilerle birlikte Mekke, Kufe, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiştir, bir nüsha da Medine’de bırakılmıştır.
Kur'an vahyine ait bölümlerin âyet ve sûre şeklinde belirlenmesi risâletin ilk yıllarında olmuştur. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr olup, en uzun sûresi Bakaradır, bu da 286 âyetten oluşur. Kur'an, Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı mukabele edilerek tertib edilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı söz demek olupbir muhataba yönelik olmayı içermektedir.
Kur'ân-ı Kerîm‘in muhtevasını belirlerken mekki ve medeni ayetleri ayırmak gereklidir.
Mekki surelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar. Bu sûrelerde genellikle tevhid ve âhiret konuları hakkında insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmolojik ve psikolojik deliller gösterilir ve insanlar akıllarını kullanarak bunlardan yararlanmaya çağrılır. Ayrıca putperestlik de git gide daha sert bir şekilde yerilir.
Mekki sureler kısa ve özdür ve fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Ayrıca "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçları olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.
Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya uygun olarak vahiy de gittikçe normatifleşmiştir, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç meselelerinin çözümü için uğraşmıştır.
Medeni surelerde ise münafıklarla ilgili konular da ele alınmıştır. Uslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir. Anlatımda açıklık ağırlık kazanmıştır ve dolayısıyla da hacim kazanmış ve uzamıştır sureler.
Nuzul zamanında Hz. Muhammed’e farklı ithamlarda bulunmuşlardır. Bunlardan bir tanesi Kur’an’ı onun uydurması olduğudur ki bu konuda Kur’an açıkça deliller getirir ve icazını kanıtlar. Kur’an, icazını ortaya koymak için, belagat, edebiyat vs.nin had safhaya ulaştığı o devirde, meydan okumuştur ve ne o zaman ne de günümüze kadar hala bir benzeri sure dahi getirilememiştir. Bu neydan okuma üç aiamada gerçekleşmiştir; birinci aşamadatur suresinde geçtiği gibi inkarcılardan, eğer gerçekten Kur’an’ın kul sözü olduğuna inanıyorlarsa o zamana kadar inen kısmının bir benzerini kendilerinin yapıp getirmeleri istenmiştir. Bunu başaramamışlardır ve bu sefer ikinci aşamada hud suresinde yadığı gibi, eğer bu iddaada samimi iseler Kur’an’ınkine benzer on sure hazırlayıp getirmeleri istenmiştir. Bunu da başaramamışlar ve son olarak yunus suresinde görüldüğü gibi Kur’an’ın Allah’tan başkası tarafından uydurulmuş bir söz olmadığı, alemlerin Rabbinden geldiğinde kuşku bulunmadığı teyit edildikten sonra inkar edenlerden Kur’an’ın sadece bir suresinin benzerini getirmeleri istenmiştir. Bu meydan okuma Medine döneminde tekrar edilmiştir ancak bunu da başaramamışlardır ve mağlub edilmişlerdir. Bu icaz risalet dönemiyle sınırlı değildir, Bakiilani gibi alimlerin çoğo bunun kıyamete kadar devam edeceğini savunmuşlardır.
Ayrıca dili ve uslubü bakımından mevcut edebi şekillere benzemez. O zamandaki mevcut olan Nazım ve Nesir şekillerinden farklı bir söz dizimi ve uslubu vardır.
Lafız ve mana dengesi vardır, gönüllere tesir eder, ses ve terkip nizamı ahenklidir ki bu da kulağa ve ruha hoş gelir ve hitap eder.
Aynı anda farklı seviyelere ayrıca akla ve duyguya dengeli bir şekilde hitap eder. Bunların dışında gayba dair bilgiler barındırması, 23 yılda parça parça inmiş olmasına rağmen çelişiksiz olması gibi hususlar da icazına dair delillerdendir. Okuma yazması olmayan, başkalarından ders almayan bir peygamberin bunları kendiliğinden söylemesi imkan dışıdır.
Kur’an’ın açıklanmasında Tefsir ilmi devreye girer ki bu ilmin ilk amacı ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları belirlemektir. Tefsir ilmi Kur’an ibaresinin zahiri manasını verip bunun için dil biliminin çerçevesine konulabilecek metotları ve verileri kullanmaktadır. Bunun için Tarih bilgisi ve Kur’an’ın tarihi bağlamından yararlanarak, nuzul ortamının şartlarını, sözkonusu fertleri veya toplulukları doğru belirlemek gereklidir. Bu verilere ise hadis koleksiyonları ve tarih kaynaklarından ulşılmalıdır.
Kur’an’ın tercüme edildiği en eski dillerden biri Türkçe’dir. Ancak Kur’an’ın tercüme edilmesinin caiz olup olmadığı da tartışılmıştır. Edilmemesi gerekeni savunanlar ise Kur’an’ın lafzen de muciz olduğunu öne sürenlerdir.
Kur’an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncilden sonra gelmiştir ve onları kapsayıcı mahiyettedir, yeni veya başka bir din getirmemiştir. Dolayısıyla farklılarla birlikter bezerlikleri de vardır. Örneğin kıssalarda benzerlikler, genesis ile anlatımlarda benzerlikler gibi. Bunlardan dolayı Kur’an’ın Kutsal Kitab kaynaklı olduğunu öne sürenler varsa da, Kur’an’da bu öğretilere yapılan eleştirilerden de anlaşılacağı üzere, yapılan araştırmaların da sonucu doğrultusunda bunun imkansız olduğu açık bir vak’adır.
DİA Tefsir maddesi
Kur’ anı kerim ayetlerini açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden bir bilim dalıdır. Sözlükte açıklamak, beyan etmek anlamlarına gelir. Fsr kökünden gelir ve kapalılığı gidermek manasındadır. İnsanın iç yüzünü, tabiatını ortaya çıkaran ‘ sefer’ de bu kökten gelmektedir. Tefsirin tanımlarını bir araya getirerek şu şekilde bi tanım yapmak mümkündür. “sarf, nahiv ve belagat gibi dil bilimlerinden; esbab-ı nuzul, nasih mensuh, muhkem müteşabih gibi kur’ an ilimlerinden; mantık ve fıkıh usulü gibi yöntem bilimlerinden yararlanılarak kur’an manalarının açıklanmasını ve ondan hüküm çıkarılmasını öğreten ilimdir. Tefsir yapanın diğer tercüme faaliyeti yapanların dışında bulunmuş, tefsirin mutlaka bir dayanağının olmasına, tefsir yapanın başta dil ve Kur’an ilimleri olmak üzere pek çok konuda bilgisinin bulunmasına vurgu yapılmıştır.
Kuran-ı Kerim’ in yorumu tefsir dışında tevil, tebyin, beyan, talim, tafsil, tasrif, irab, serh, gibi kelimeler de kullanılmaktadır.
Tevil, Allah’ ın Kur’ an lafzında açık olmayan muradını kelamın akışına, Kitap ve Sünnete uygun düşen bir şekilde açıklamak demektir. Kur’ an-ı kerimi açıklama görevi de Resul-i Ekreme verilmiştir. Bu Nahl suresinde bu durum açıklanmaktadır.
Kur’ an da yer alan ‘ muallimühül kitabe’ ibaresinde Hz. Peygamberin’ in kendisine indirilen vahyi öğretme görevinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda Resul-i Ekrem, ‘Kur’anı irab ediniz ve onun garip lafızlarını araştırınız buyurmaktadır.
Birçok sahabi de bu olguyu yerine getirmiştir.
Kısaca özetleyecek olursak, tefsir kelimesi, tabiin döneminden başlayarak Kur’ an ın yorumu için yazılan kitaplar için de kullanılmıştır. İmam Maturidi ve Taberi’nin eserlerinden anlaşıldığı üzere 3. Yüzyıldan itibaren tefsir yerine tevil kelimesi tercih edilmiştir.
Tefsir’ in mahiyeti ve önemi
Kur’ an ı doğru anlamak için en önemli şart, Allah kelamı olduğunu ve kendisine özgü bir yapısının olduğunu kabul etmektir. Bunun önemini ayetlerde ‘muttakiler için hidayet ve rehber’ olarak gönderildiği vurgulanmıştır. Takva ise insanın kalbinde Allah, melek, kitap, peygamber, kader ve ahiret inancı ile kökleşir. Kur’ân’ı tefsir etmeye niyetlenen kişinin ibadet yönünden taşıması gereken en önemli özellik, Allah’ a teslim olmasıdır. Aynı zamanda inancı hayatına yansımayan kişinin Kur’ anı tefsir edemeyeceği belirtilmiştir. Kur’ an ı Kerimde dünyadan ahirete, geçmişten geleceğe, bireyden topluma birçok konuda kısa veya daha kapsamlı bir şekilde yer verilmiştir. Bu kadar kapsamlı ilahi bir kitabı iki temel başlık altında toplamak mümkündür. Bu konularla bağlantılı olarak bir de nesih konusu mevcuttur.
Tefsire yönelen kişi bir yandan Kur’ an da çelişki ve yanlışlık olmayacağını kabul ederken öte yandan gücünün sınırlarını unutmadan Kur’ an ‘ın müteşabihlerini çözmeye çalışır.
İbn abbasa göre Kur’ân’ı anlamak 4 aşamada mümkündür.
1. Arapların dili sayesinde anladıkları ayetler,
2. insanların anlamamalı mümkün olmayacak derecede açık olan ayetler.
3. Kur’ anı anlama hususunda derinleşen alimlerin bileceği ayetler.
4. Anlamalarını sadece Allah’ ın bildiği ayetler.
Taberi ise Kur’anı tefsir bakımından 3 kısma ayırır.
1. Kıyametin kopuş vakti, sura üflenmesi gibi Allah ın bilgisi dahilinde bulunan hususlar
2. Allah’ ın tefsirini Hz. Peygambere bıraktığı ayetler
3. Dile ve usluba hakim ilim ehlinin bilebileceği
Suyuti tefsir öğrenmenin Farzı Kifaye olduğunu dile getirmekte, bu konuda ulamanın ima ettiğini savunmaktadır. Bu âlime göre, tefsirin konusu Kur’ an ı incelemek, amacı ise bu tebliği her seviyeden insana anlatarak açıklamaktır.
Kur’ an ve Tefsir ilminin temelleri
Kur’ an dil açısından çok kuvvetli olan bir topluma indirilmiştir. Tabi indirilen tüm ayetleri eksiksiz anlamaları mümkün değildir. Dildi ne kadar iyi kullansalar da, hiç bilmedikleri konular da bu vesileyle duymuşlardır. Dolayısıyla Araplar nazil olan ayetlerden bir kısmını ya hiç kavrayamıyorlar yada kelime bilgilerinden hareketle yüzeysel bir şekilde anlıyorlardı. Ancak burada Hz. Peygamber devreye girmektedir. Özellikle Mekke döneminde nazil olan ayetlerde yer alan Ölüm sonrası, melekler ve yaratılış ile ilgili müteşabih kapsamına giren ayetleri anlamakta zorlanıyorlardı. Bu sebeple vahyin çeşitli yönlerinden bir kısmı ilk muhatapların durumuna uygun düşüyor, bu da onların Kur’ an ı kerime ilgi duymasını sağlıyordu.
Hz. Peygamber o dönemde kevni ayetleri açıklamaktan kaçınmışlardı, bunun sebebi ise açıkladığı takdirde bunu anlamayacakları için İslam’ dan uzaklaşacaklar veya bu ayrıntılar içerisinde yollarını şaşıracaklardı. Hz. Peygamber’ in Kur’ an ın tamamını tefsir edip etmemesi hususunda iki farklı görüş mevcuttur. Bazı âlimler tamamını tefsir ettiğini ileri sürmekte bazıları ise sadece belirli ayetlere değindiğini savunmaktadırlar.
Tarihsel gelişimi ve ilim haline gelmesi
Kur’ an ın ilk müfessirinin Hz. Peygamber olduğuna şüphe yoktur. Tefsiri ondan ashabı almış, ashab da bu bilgileri ağabeyine aktarmışlardır. Bunlar da peygamber ve ashab tefsirini bir araya getirmişlerdir. Bu kaynaklara bakıldığında resulullah’ ın tefsirini farklı şekillerde ortaya çıktığı görülür. Ayetteki kapalılığın giderilmesi, bilinmeyen bir kelimenin izahı, ayetin ayetle tefsir edilmesi, ayete anlatılan bir olaya dair ayrıntı verilmesi bu tefsir şekillerindendir.
Sahabilerin tefsir yaparken çok dikkatli davrandıkları, bilmedikleri konularda fazla yorum yapmadıkları bilinmektedir. Burada çok dikkat çeken bir husus Ehl-i kitaptan gelen bilgilerin kullanılmaya başlamasıdır. İlk tam Kur’ an tefsirini kaleme alan Mukatil b. Süleyman’ ın eseri ikinci ve üçüncü nesildeki bu değişimi açıkça ortaya oymaktadır.
İlk dönem tefsir okulları arasında en güçlü olanı Mekke tefsir okuludur; çünkü Hz. Peygamber kendisi için ‘ Allah’ ım! Onu dinde derin anlayışlı kl ve ona tevili öğret’ şeklinde dua ettiği ibn Abbasa dayanmaktadır. İbn abbas’ ın tefsir rivayetleri farklı kollardan gelmektedir. Bunlarda güvenilir olanlar olduğu gibi, güvenilir olmayanlar da vardır.
Diğer önemli bir tefsir okulu Medine de bulunmaktadır. Ashaptan Übey b. Kab’ a dayanan bu okulda da birçok sahabi mevcuttur.
Tabiin ve tebeut tabiin döneminde tefsir bir hayli genişleiştir. Bu dönemde dirayet tefsiri kategorisine giren yorumların dikkate değer biçimde çoğaldığı görülmektedir. Tefsirin kitap olarak tasnifi hadis mecmualarından öncedir.
Bu dönemde yine rivayet tefsirinin yanında başlayan lugavi tefsir eğilimi tefsir çalışmalarına ayrı bir hareketlilik kazanmıştır. Bu şekilde tefsirde yeni bir dal ortaya çıkmıştır. Bunda İslam tolumundaki fikri gelişimin ve değişimin büyük payı vardır. Arap olmayan ve sonradan müslüman olan kişiler çoğaldıkça, Kur’ anı anlamada yeni sorunlar ortaya çıkmıştır.
İlk dönem kur’ an tefsiri için belki de son söz niteliğindeki çalışmayı İbn Cerir et- Taberi gerçekleştirmiştir. Taberi den sonra hacimli ve derli toplu bir çalışma yapılmamışsa da farklı metodlarla onun eseri kadar şöhret kazanan tefsirler yazılmıştır. Bunlara örnek verecek olursak, Zemahşeri’ nin ‘el keşşaf’ ını, Fahreddin er Razi’ nin ‘mefatihul gaybını’ zikretmek doğu olacaktır.
Tefsirin Çeşitleri
Kaynakları ve Yöntemleri Bakımından Tefsirler:
* Rivayet Tefsiri: Me'sur tefsir diye de adlandırılan bu tür tefsirde kaynak olarak yalnızca Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygamber'in Sünneti, Sahabe ve Sahabe'den faydalanan nesil esas alınır ve müfessir yalnızca bu yollardan gelen bilgilerle yetinir ve Kur'an'ı bu kaynaklardan hareketle yorumlar.
* Dirayet Tefsiri: Re'y tefsiri ve Aklî tefsir diye de anılan bu yöntemde müfessir, mevcut kaynaklarla yetinmeyip, bu kaynakların verilerini eleştirir ve ayetleri yorumlar. Kısacası burada akletme ve ictihad esastır. İlk ortaya çıkan dirayet tefsirleri, Hasan-ı Basrî ve Katâde b. Diâme nin sonradan derlenip kitap haline getirilen tefsir görüşleridir.
* İşârî Tefsir: Tasavvufî tefsir de denilen bu türdeki tefsirler, Kur'an'ın keşf ve ilham yoluyla açıklandığı iddiasındaki tefsirlerdir. Bu tür müfessirler, çoğunlukla ayetlerin zâhiri manasına karşı çıkmamakla birlikte Kur'an'ın iç anlamıyla uğraştıklarını söylemektedirler. Onlara göre bu tefsir şekli insanın gönül ve his dünyasının bir yansımasıdır ve ayetlerin iç yorumlarına uğraşmak için bilgi birikimi, tefekkür ve ahlâkî olgunluk gerekmektedir.
* Lügavî/Filolojik Tefsir: Bu tür tefsir yönteminde, lafızların ve cümlelerin delâletine, Kur'an'ın üslûbuna ve dilin inceliğine dikkat edilerek ayetlerin anlamlarında kaymaların ve yanlış yorumların ortaya çıkmasının engellenmesi amaçlanmaktadır.
* Karma Yöntem: Adından da anlaşıldığı gibi bu yöntem, yukarıda sayılan bütün yöntemleri içine alan tefsir yöntemidir. Bu, çok sayıda dirayet tefsirinde kullanılır. Bir yandan rivayetlere yer verilir, diğer yandan dil ve kıraat tahlilleri yapılır ve geniş ölçüde aklî yorum kullanılır.
Yaklaşımları Bakımından Tefsirler:
* Mezhebî Tefsir: Bu tefsirler daha çok ehl-i Sünnet dışındaki mezhep ve fırkalara mensup olan âlimler tarafından yazılır. Bu tefsirleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
> Mu'tezile ekolünün
> Şia ekolünün tefsirleri
> Hâricî ekolünün tefsirleri
> Çağdaş Mezhebî akım tefsirleri
* İlmî Tefsir: Kur'an-ı Kerim'de çokça zikredilen doğa, astronomi ve hayvanlar hakkındaki bilgiler, insanların dikkatini çekmiş ve âlimler kevnî hakikatlerden bahseden ayetler hakkında fikir yürütmüşlerdir. İlmî tefsirin bir örneği olarak Gazalî Cevâhirül Kur'an adlı eserinde, ilmî tefsire dair bilgi vererek Kur'an'ın bütün ilimleri ihtivâ ettiği iddiasında bulunmaktadır. İbrahim Musa eş-Şâtibî ise, ilmî tefsir hareketine karşı olumsuz yaklaşmıştır.
* İçtimaî Tefsir: bu türe ait eserler merkeze daha çok muhatap kitlenin sosyal, bireysel ve toplumsal ihtiyaçları ve güncel hayatı ele alır. Örnek olarak Seyyid Kutub’un Fi Zilali’l Kur’an’ı, Mevdudi’nin Tefhimu’l Kur’an’ı, ve Said Havva’nın el-Esas fi’t Tefsir’i gösterilebilir.
Konu Merkezli Tefsirler
- Ahkâm Tefsiri: Konulu tefsir yönteminin kullanıldığı en eski tefsir türü olan bu türlerin kaynağı sözlü rivayetler, tedvin döneminde telif edilen kitaplar ve hadis mecmualarıdır.
- Konulu Tefsir: Bu tür tefsirlerde bir konu esas alınarak bu konu etrafında ayetler toplanır ve birlikte yorumlanır.
I. Tarifi Ve İsimleri
Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır.
Bir görüşe göre Tevrat ve İncil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir.
Diğer görüşte ise kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak" anlamındadır.
Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân" isminin "kara'e" fiilinden türeyen bir kelime olduğu görüşündedir. Ancak bunlar arasında da "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" anlamlarından hangisini ifade ettiği hususunda ihtilâf vardır.
Son olarak ta kök olarak ‘karâ'ini’ kabul edilmektedir. Çünkü Kur'an âyetlerinden bir kısmı diğerini tasdik etmekte ve âyetler birbirine benzemektedir.
II. Tarihi
Hıra dağına tefekküre çıkan hz Muhammed, çıkmadan önce kendinde daha önce olmayan hallerle karşılaşır. Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah'a ibadet ediyordu. Dört beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen bu hazırlık döneminin ardından vahiy meleği Cebrail ilk defa yanına gelerek ona "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem" cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine "oku" dedi. Hz. Muhammed yine, "Ben okuma bilmem" deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrail kendisini üçüncü defa sıkıp bıraktıktan sonra, Alak suresinin ilk 5 ayetini olmak üzere
"Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. O, insana bilmediğini öğretti"
mealindeki âyetleri okudu ve uzaklaşıp gitti. Dehşete kapılan Hz. Muhammed evine dönerek eşi Hatice'ye, "Beni örtünüz" dedi, bir süre dinlendi, kalkınca başından geçenleri ona anlattı. Hatice, Allah'ın kendisini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti. Ardından birlikte Hatice'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler, önce Hz. Musa'ya da gelen "nâmûs" (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi. Böylece Hz. Mu-hammed kendisinin peygamberlikle görevlendirildiğini anladı. Hatice de ona iman ederek ilk müslüman olma şerefini kazandı. Konu hakkındaki rivayetlerden ve Kur'an'ın ilgili âyetlerinden çıkarılan sonuca göre Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.
Yukarıda ifade edilen Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.
Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir. Ancak üç yıl gibi uzun bir süre olması vakıayla örtüşmemekte. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur.
Günümüzde yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır. Kur'an'ın Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.
III. Tertibi
Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en
meşhuru Âyetü'l-kürsî'dir. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.
Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez. Halbuki bu okuma her yıl yapılmış ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur.
IV. Mahiyeti
Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır.
Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Kur'an'ın muhtevası bu yönelmişlikle irtibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Haber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'an'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır. Buradaki "her şey" cüzî olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmektedir. Kur`an-ı Kerim okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatındaki merkezî yerini ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Kelâmcılar Kur'ân-ı Kerîm'i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır.
V. Muhtevası
Kur'ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur'an'ı okuyan veya din-leyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmaları etkileyici bir faktördür. Nitekim bugüne kadar yapılan çalışmalarda Kur'an'ın muhtevası hakkında ancak sınırlı ve yaklaşık bilgiler verilebilmiş; Kur'an'da yer alan konuların tesbiti, konu başlıklarının seçimi, bunların sayılan, muhtevaları, âyetlerin içeriklerine göre değişik konuiara dağıtımı gibi hususlarda birbirinden hayli farklı tercih ve tasnifler ortaya çıkmıştır. Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Ebû Bekir İb-nü'I-Arabî, Kur'an'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplar.
Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür:
A) Mekkî Sûreler
1. Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar.
2. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür.
3. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.
4. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.
5. Mekke devrinin son yıllarında Mekke Araplan'nın dışında yeni muhataplar da söz konusu olduğundan bu dönemde gelen sûrelerin üslûp ve muhtevasında kısmî bir değişiklik olduğu görülmektedir. "ey insanlar" tarzında başlayan ifadeler
6. Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Ayetler kısa, seçili, muhtevanın gerektirdiği durumlarda sert seslidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâkimdir.
B) Medenî Sûreler
1. Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak ilkeler" şeklinde özetlemek mümkündür. Bundan sonra Medine'de müminler için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenmesine dayalı, hem de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başlamasıyla ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır.
2. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur. Nitekim özellikle Medenî sûrelerde tekrar edilen Allah'a ve Resulü'ne itaat buyruğu ile bu itaatten yüz çevirenlere yönelik ciddi eleştiriler bunu açıkça göstermektedir.
3. Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler başlamış, bu sebeple bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir.
4. Müslümanlar ilk defa Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.
5. Medenî sûrelerin muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir.
VI. İcazı Ve Üslubu
Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu ve Allah katından vahiy aldığını insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti giderek artan bir muhalefet hareketi başlatmışlardı. Allah'ın hiçbir şey indirmediğini Kur'an'ın Allah kelâmı değil beşer sözü olduğunu, onu Muhammed'in kendisi uydurup Allah'a nisbet ettiğini söylemeleri. Hz. Muhammed'i çeşitli zamanlarda mecnun, şair, kâhin veya sihirbaz ya da büyüye tutulmuş olmakla itham etmeleri üzerine Kur-'an'da bu iddiaların gerçek dışı olduğu belirtilmiştir.
Kur'an'ın i'câzını ispatlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu düşünülmektedir.
Kur'an'ın başlıca i'câz noktaları hakkında ortaya konan görüşler şu şekilde özetlenebilir:
A) Dili ve Üslûbu
Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı
olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. Kur'an'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir. Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:
1. Mevcut Edebî Şekillerden Farklıdır. S.Kutub'un ifadesiyle ‘Kur'an, üslûbunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.
2. Lafız ve mâna dengesi vardır. Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır.
3. Kur'an'ın, gönüllere Tesir Edişi İnsanı etkisi altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle ürpertir
4. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk`i ise aynı şekilde etkileyicidir. 5. Edebî tasvirleri açısın-dan bakıldığında Kur'an'ın nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata İlâve olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları Kur-'an'ın güzelliğine götüren tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biri olarak görülür
6. Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu da Kur'an`ın özellikleri arasında yer almaktadır.
7. Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi, yani birçok âyetin ilk bakışta kavranan mânası aynı kalmakla birlikte daha derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları, anlam katmanları da bulunabilir; hatta onun mânalarından gelecek nesillere de yeni taraflar kalabilir.
8. Kur'an'a has üslûp tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tatmin etmesidir.
B) Diğer İ'câz Görüşleri.
Kur'an'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda hz Peygamber'in peygamberliğini inkâr ve Kur'an'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'an'la meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır.
VII. Açıklanması Ve Yorumlanması
Müslümanların geleneğinde tefsir ilmi. âyetlerin ilk muhatapları ve onları takip eden nesiller tarafından nasıl anlaşıldığına dair rivayetlerin derlenmesi ve İslâm ümmetinin bu alandaki birikiminin Kur'an lafzının doğrudan ve dolaylı anlatımıyla irtibatlandınlması görevini üstlenmiş, Kur'an'ın yorumlanması ve onun öğrettiği değerlerin günümüze taşınması işlemi, müslümanların geliştirdiği bütün ilimlerin az veya çok ilgilendiği ortak bir amaç olmuştur.
A) Kur'an'ın Açıklanması.
Tefsir disiplininin neyi konu edindiğinin açıkça ortaya konması gerekmektedir. Bu disiplinin birinci amacı, ilâhî sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği mânaları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabilir olacaktır. Kur'an'ın muhataplarınca anlaşılır olma kaygısı kendisi tarafından esasen birçok defa açıkça belirtilmiştir. Kur'an'ın, kendisinin Arapça bir kitap olarak indirildiğini ve böylece
muhataplarının diliyle onlara anlaşılır kılındığını bildirmesi de bunu gösterir 1[811]Zira Kur'ân-ı Kerîm'in Arap diliyle nazil olduğunun ifade edilmesi öncelikle onun belli bir beşer dilinde indirildiğine, ikinci olarak da onun mesajını aktarmak İçin VII. yüzyıldaki Hicaz Arap kültürünün dil geleneğini, onun kelime ve kavramlarını ve diğer kültürel ürünlerini bir malzeme olarak kullandığına dikkat çekmeyi amaçlar.
1. Kur'an'ın Dil Bilimi ve Metin Yönünden Tahlili.
2. Tarih Bilgisi ve Kur'an'ın Tarihî Bağlamı.
a) Hadis Koleksiyonları. Kur'an'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar, âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimelerin mânaları hakkında en sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur'an'ın insanlara aktarıcısı olan Hz. Pey-gamber'in sözleridir.
b) Tarih Kaynaklan. Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'an'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar götürülmelidir
B) Kur'an'ın Yorumlanması. Tefsir
Kur'an âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini üstlenmiştir. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu disiplinler, âyetlerin sözlük anlamı ve bu çerçevede tefsirin kendilerine sundu-ğu farklı açıklamaların yanı sıra gelenek içindeki zengin birikimi ve yaşanılan zamanın şartlarını da dikkate almak durumundaydı. Karşılaşılan problemler çoğaldıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır.
1. Kur'an'ın Yorumlanmasında Öznellik Sorunu.
2. Kur'an'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması.
VIII. Kur'an İlimleri
Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider.
Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Kur'an'ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nazil olduğu yer ve zamanın bilinmesinde büyük faydalar vardır
Ulumu’l Kur’an - Kur’an ilimleri : resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.
Teknik anlamda ve bir bütün olarak ulû-mü'1-Kur'ân tabirinin ne zaman kullanılmaya başlandığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır
IX. Tercümesi
Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluştuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür.
- Kur'an'ın tercümesini zaruri görürken
- bir kısmı yine Kur'an'dan hareketle onun başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nakli halinde bu Özelliğinin ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir.
Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.
X. Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler
Kur'ân-ı Kerîm, tefsir ilminin merkezinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muham-med'e indirilen vahiy olduğuna inanılması yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder.2[910] Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.
Kur'an yüce yaratıcının kelâmı olduğu için İslâm geleneğinde ona her zaman çok üstün saygı gösterilmiş, âdaba aykırı sayılabilecek davranışlardan özenle kaçınılmış, Kur'an okumanın kendisi de öteden beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak görülmüştür
XI. Kur'an Ve Kitâb-I Mukaddes
Kur'an İslâm'ın temel kaynağı, müslümanlann inanç ve yaşayışları için başlıca hareket noktasıdır. Çünkü tebliğcisinin rolü ne kadar büyük olursa olsun İslâm, yaşayan bir şahıs üzerine değil bir mesaj yani Kur'an üzerine temellenmiştir. Fakat kur’an’la kıtâb-ı Mukaddes arasında çok fark vardır; bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır.ortak noktalar : Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Meryem ve oğlu îsâ ile havariler.
XII. Edebiyat
Genellikle üç döneme ayrılarak incelenen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında geliş-miştir. Bu derin etki, Tanzimat'ın ardından Batı medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür.
Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.
XIII. Literatür
Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışmalar, biri Kur'an'ın açıklanması ve yorumuyla ilgili eserler, diğeri Kur'an'ın toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muhtevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden inceleyen eserler olmak üzere başlıca iki gruba ayrılır.
Tefsirler. Kur'an'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'an literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder. Zamanla tefsir ilmi hadisten ayrılarak müstakil hale geldi ve özgün eserler
vücuda getirildi.
1. Rivayet Tefsirleri.
2. Dirayet Tefsirleri.
3. Lugavî Tefsirler.
4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler.
5. Mezhebi Tefsirler.
6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler.
B) Kur'an İlimleri. Erken dönemlerden başlayarak Kur'an ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır
I. Tarifi Ve İsimleri
Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır.
Bir görüşe göre Tevrat ve İncil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir.
Diğer görüşte ise kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak" anlamındadır.
Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân" isminin "kara'e" fiilinden türeyen bir kelime olduğu görüşündedir. Ancak bunlar arasında da "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" anlamlarından hangisini ifade ettiği hususunda ihtilâf vardır.
Son olarak ta kök olarak ‘karâ'ini’ kabul edilmektedir. Çünkü Kur'an âyetlerinden bir kısmı diğerini tasdik etmekte ve âyetler birbirine benzemektedir.
II. Tarihi
Hıra dağına tefekküre çıkan hz Muhammed, çıkmadan önce kendinde daha önce olmayan hallerle karşılaşır. Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah'a ibadet ediyordu. Dört beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen bu hazırlık döneminin ardından vahiy meleği Cebrail ilk defa yanına gelerek ona "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem" cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine "oku" dedi. Hz. Muhammed yine, "Ben okuma bilmem" deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrail kendisini üçüncü defa sıkıp bıraktıktan sonra, Alak suresinin ilk 5 ayetini olmak üzere
"Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. O, insana bilmediğini öğretti"
mealindeki âyetleri okudu ve uzaklaşıp gitti. Dehşete kapılan Hz. Muhammed evine dönerek eşi Hatice'ye, "Beni örtünüz" dedi, bir süre dinlendi, kalkınca başından geçenleri ona anlattı. Hatice, Allah'ın kendisini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti. Ardından birlikte Hatice'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler, önce Hz. Musa'ya da gelen "nâmûs" (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi. Böylece Hz. Mu-hammed kendisinin peygamberlikle görevlendirildiğini anladı. Hatice de ona iman ederek ilk müslüman olma şerefini kazandı. Konu hakkındaki rivayetlerden ve Kur'an'ın ilgili âyetlerinden çıkarılan sonuca göre Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.
Yukarıda ifade edilen Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.
Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir. Ancak üç yıl gibi uzun bir süre olması vakıayla örtüşmemekte. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur.
Günümüzde yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır. Kur'an'ın Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.
III. Tertibi
Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en
meşhuru Âyetü'l-kürsî'dir. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.
Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez. Halbuki bu okuma her yıl yapılmış ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur.
IV. Mahiyeti
Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır.
Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Kur'an'ın muhtevası bu yönelmişlikle irtibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Haber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'an'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır. Buradaki "her şey" cüzî olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmektedir. Kur`an-ı Kerim okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatındaki merkezî yerini ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Kelâmcılar Kur'ân-ı Kerîm'i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır.
V. Muhtevası
Kur'ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur'an'ı okuyan veya din-leyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmaları etkileyici bir faktördür. Nitekim bugüne kadar yapılan çalışmalarda Kur'an'ın muhtevası hakkında ancak sınırlı ve yaklaşık bilgiler verilebilmiş; Kur'an'da yer alan konuların tesbiti, konu başlıklarının seçimi, bunların sayılan, muhtevaları, âyetlerin içeriklerine göre değişik konuiara dağıtımı gibi hususlarda birbirinden hayli farklı tercih ve tasnifler ortaya çıkmıştır. Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Ebû Bekir İb-nü'I-Arabî, Kur'an'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplar.
Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür:
A) Mekkî Sûreler
1. Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar.
2. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür.
3. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.
4. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.
5. Mekke devrinin son yıllarında Mekke Araplan'nın dışında yeni muhataplar da söz konusu olduğundan bu dönemde gelen sûrelerin üslûp ve muhtevasında kısmî bir değişiklik olduğu görülmektedir. "ey insanlar" tarzında başlayan ifadeler
6. Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Ayetler kısa, seçili, muhtevanın gerektirdiği durumlarda sert seslidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâkimdir.
B) Medenî Sûreler
1. Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak ilkeler" şeklinde özetlemek mümkündür. Bundan sonra Medine'de müminler için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenmesine dayalı, hem de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başlamasıyla ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır.
2. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur. Nitekim özellikle Medenî sûrelerde tekrar edilen Allah'a ve Resulü'ne itaat buyruğu ile bu itaatten yüz çevirenlere yönelik ciddi eleştiriler bunu açıkça göstermektedir.
3. Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler başlamış, bu sebeple bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir.
4. Müslümanlar ilk defa Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.
5. Medenî sûrelerin muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir.
VI. İcazı Ve Üslubu
Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu ve Allah katından vahiy aldığını insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti giderek artan bir muhalefet hareketi başlatmışlardı. Allah'ın hiçbir şey indirmediğini Kur'an'ın Allah kelâmı değil beşer sözü olduğunu, onu Muhammed'in kendisi uydurup Allah'a nisbet ettiğini söylemeleri. Hz. Muhammed'i çeşitli zamanlarda mecnun, şair, kâhin veya sihirbaz ya da büyüye tutulmuş olmakla itham etmeleri üzerine Kur-'an'da bu iddiaların gerçek dışı olduğu belirtilmiştir.
Kur'an'ın i'câzını ispatlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu düşünülmektedir.
Kur'an'ın başlıca i'câz noktaları hakkında ortaya konan görüşler şu şekilde özetlenebilir:
A) Dili ve Üslûbu
Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı
olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. Kur'an'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir. Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:
1. Mevcut Edebî Şekillerden Farklıdır. S.Kutub'un ifadesiyle ‘Kur'an, üslûbunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.
2. Lafız ve mâna dengesi vardır. Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır.
3. Kur'an'ın, gönüllere Tesir Edişi İnsanı etkisi altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle ürpertir
4. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk`i ise aynı şekilde etkileyicidir. 5. Edebî tasvirleri açısın-dan bakıldığında Kur'an'ın nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata İlâve olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları Kur-'an'ın güzelliğine götüren tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biri olarak görülür
6. Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu da Kur'an`ın özellikleri arasında yer almaktadır.
7. Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi, yani birçok âyetin ilk bakışta kavranan mânası aynı kalmakla birlikte daha derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları, anlam katmanları da bulunabilir; hatta onun mânalarından gelecek nesillere de yeni taraflar kalabilir.
8. Kur'an'a has üslûp tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tatmin etmesidir.
B) Diğer İ'câz Görüşleri.
Kur'an'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda hz Peygamber'in peygamberliğini inkâr ve Kur'an'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'an'la meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır.
VII. Açıklanması Ve Yorumlanması
Müslümanların geleneğinde tefsir ilmi. âyetlerin ilk muhatapları ve onları takip eden nesiller tarafından nasıl anlaşıldığına dair rivayetlerin derlenmesi ve İslâm ümmetinin bu alandaki birikiminin Kur'an lafzının doğrudan ve dolaylı anlatımıyla irtibatlandınlması görevini üstlenmiş, Kur'an'ın yorumlanması ve onun öğrettiği değerlerin günümüze taşınması işlemi, müslümanların geliştirdiği bütün ilimlerin az veya çok ilgilendiği ortak bir amaç olmuştur.
A) Kur'an'ın Açıklanması.
Tefsir disiplininin neyi konu edindiğinin açıkça ortaya konması gerekmektedir. Bu disiplinin birinci amacı, ilâhî sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği mânaları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabilir olacaktır. Kur'an'ın muhataplarınca anlaşılır olma kaygısı kendisi tarafından esasen birçok defa açıkça belirtilmiştir. Kur'an'ın, kendisinin Arapça bir kitap olarak indirildiğini ve böylece
muhataplarının diliyle onlara anlaşılır kılındığını bildirmesi de bunu gösterir 1[811]Zira Kur'ân-ı Kerîm'in Arap diliyle nazil olduğunun ifade edilmesi öncelikle onun belli bir beşer dilinde indirildiğine, ikinci olarak da onun mesajını aktarmak İçin VII. yüzyıldaki Hicaz Arap kültürünün dil geleneğini, onun kelime ve kavramlarını ve diğer kültürel ürünlerini bir malzeme olarak kullandığına dikkat çekmeyi amaçlar.
1. Kur'an'ın Dil Bilimi ve Metin Yönünden Tahlili.
2. Tarih Bilgisi ve Kur'an'ın Tarihî Bağlamı.
a) Hadis Koleksiyonları. Kur'an'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar, âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimelerin mânaları hakkında en sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur'an'ın insanlara aktarıcısı olan Hz. Pey-gamber'in sözleridir.
b) Tarih Kaynaklan. Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'an'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar götürülmelidir
B) Kur'an'ın Yorumlanması. Tefsir
Kur'an âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini üstlenmiştir. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu disiplinler, âyetlerin sözlük anlamı ve bu çerçevede tefsirin kendilerine sundu-ğu farklı açıklamaların yanı sıra gelenek içindeki zengin birikimi ve yaşanılan zamanın şartlarını da dikkate almak durumundaydı. Karşılaşılan problemler çoğaldıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır.
1. Kur'an'ın Yorumlanmasında Öznellik Sorunu.
2. Kur'an'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması.
VIII. Kur'an İlimleri
Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider.
Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Kur'an'ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nazil olduğu yer ve zamanın bilinmesinde büyük faydalar vardır
Ulumu’l Kur’an - Kur’an ilimleri : resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.
Teknik anlamda ve bir bütün olarak ulû-mü'1-Kur'ân tabirinin ne zaman kullanılmaya başlandığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır
IX. Tercümesi
Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluştuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür.
- Kur'an'ın tercümesini zaruri görürken
- bir kısmı yine Kur'an'dan hareketle onun başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nakli halinde bu Özelliğinin ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir.
Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.
X. Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler
Kur'ân-ı Kerîm, tefsir ilminin merkezinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muham-med'e indirilen vahiy olduğuna inanılması yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder.2[910] Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.
Kur'an yüce yaratıcının kelâmı olduğu için İslâm geleneğinde ona her zaman çok üstün saygı gösterilmiş, âdaba aykırı sayılabilecek davranışlardan özenle kaçınılmış, Kur'an okumanın kendisi de öteden beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak görülmüştür
XI. Kur'an Ve Kitâb-I Mukaddes
Kur'an İslâm'ın temel kaynağı, müslümanlann inanç ve yaşayışları için başlıca hareket noktasıdır. Çünkü tebliğcisinin rolü ne kadar büyük olursa olsun İslâm, yaşayan bir şahıs üzerine değil bir mesaj yani Kur'an üzerine temellenmiştir. Fakat kur’an’la kıtâb-ı Mukaddes arasında çok fark vardır; bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır.ortak noktalar : Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Meryem ve oğlu îsâ ile havariler.
XII. Edebiyat
Genellikle üç döneme ayrılarak incelenen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında geliş-miştir. Bu derin etki, Tanzimat'ın ardından Batı medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür.
Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.
XIII. Literatür
Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışmalar, biri Kur'an'ın açıklanması ve yorumuyla ilgili eserler, diğeri Kur'an'ın toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muhtevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden inceleyen eserler olmak üzere başlıca iki gruba ayrılır.
Tefsirler. Kur'an'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'an literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder. Zamanla tefsir ilmi hadisten ayrılarak müstakil hale geldi ve özgün eserler
vücuda getirildi.
1. Rivayet Tefsirleri.
2. Dirayet Tefsirleri.
3. Lugavî Tefsirler.
4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler.
5. Mezhebi Tefsirler.
6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler.
B) Kur'an İlimleri. Erken dönemlerden başlayarak Kur'an ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır
KUR'AN
Tarifi Ve İsimleri
Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır.
Kur'an'ın terim anlamıyla ilgili olarak çeşitli tanımlamalar yapılmış, bunlar bü-yük ölçüde bir araya getirilerek şöyle bir tarife ulaşılmıştır: "Kur'an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır."
Muhammed Tâhir b. Âşûr'a göre ise Kur'an'in en meşhur isimleri şunlardır: Kur'ân, tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah.
Tarihi
Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştığında kendisinde daha önce görülmeyen bazı haller, rüya, ışık ve ses olarak belirmeye başlamıştır. Yine bu yaşlarda iken yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira mağarasına gidip orada kalırdı. Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah'a ibadet ediyordu. Dört beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen bu hazırlık döneminin ardından vahiy meleği Cebrail ilk defa yanına gelerek ona "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem" cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine "oku" dedi. Hz. Muhammed yine, "Ben okuma bilmem" deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrail kendisini üçüncü defa sıkıp bıraktıktan sonra, Alak suresinin ilk 5 ayetini olmak üzere "Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. O, insana bilmediğini öğretti" mealindeki âyetleri okudu ve uzaklaşıp gitti. Dehşete kapılan Hz. Muhammed evine dönerek eşi Hatice'ye, "Beni örtünüz" dedi, bir süre dinlendi, kalkınca başından geçenleri ona anlattı. Hatice, Allah'ın kendisini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti. Ardından birlikte Hatice'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler. Varaka Resûl-i Ekrem'e, kendisine gelenin daha önce Hz. Musa'ya da gelen "nâmûs" (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi. Böylece Hz. Muhammed kendisinin peygamberlikle görevlendirildiğini anladı. Hatice de ona iman ederek ilk müslüman olma şerefini kazandı. Konu hakkındaki rivayetlerden ve Kur'an'ın ilgili âyetlerinden çıkarılan sonuca göre Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.
Hira dağında geçirilen inziva hayatından Hz. Muhammed'in bir peygamberlik beklentisi içerisinde olduğu sonucu da çıkarılmamalıdır ki, bu Kur'an'da açıkça ifade edilmektedir.
Yukarıda ifade edilen Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.
Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir. Ancak üç yıl gibi uzun bir süre olması vakıayla örtüşmemekte. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur.
Âlimler Kur'an'ın peyderpey indirilmesindeki hikmetler üzerinde durmuş ve buna toplumun vahye olan ilgisinin canlı tutulması, Resûl-i Ekrem'e olan bağlılığın vefatına kadar sürdürülmesi, eğitim ve uygulama kolaylığı sağlamak için hükümlerde tedriciliğin gözetilmesi, toplum hayatındaki önceliklerin belirlenmesi, vahye karşı düşmanlık besleyenlere zaman tanınarak gönüllerinin kazanılması gibi amaçları neden olarak ileri sürmüştürler.
Günümüzde yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır. Kur'an'ın Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir. Hz. Peygamber gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ ediyor, ardından bunu vahiy kâtiplerine yazdırıyordu. Yazı malzemesinin az olduğu bu dönem içerisinde ayetler develerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yerleri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüs üzerine yazılıyordu. Kırk kadar vahiy kâtibinin çoğu Mekkeli'dir. Yazılı kültüre uzak olan Araplar güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesinde nazil olan âyet ve süreleri ezberlemekte bir sıkıntı çekmiyorlardı. O dönemde Kur'an'ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir. Ancak ramazan aylarında Resûl-i Ekrem ile Cebrail'in o güne kadar inen âyetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumaları (arza) uygulamasından Kur'an'ın bir kitap şeklini alma yolunda olduğu anlaşılmaktadır. Bazı rivayetlerde Zeyd b. Sabit ile Übey b. Kâ'b gibi sahâbîlerin bu okumaları yakından takip ettikleri belirtilmektedir. Özellikle Resûl-i Ekrem'in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş, böylece mushaf ortaya çıkmıştır.
Son okumada tertibi belirlenen ve pek çok sahâbî tarafından bu son şekliyle yazılıp ezberlenen Kur'an okunmaya devam ederken Yemâme savaşı ile diğer bazı savaşlarda hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması Hz. Ömer'i telâşlandırarak harekete geçirmiştir. Kur'an'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû Bekir'e açan Ömer bu hususta onu ikna etmiş, Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır. Böylece Kur'an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve Hz. Ebû Bekir'e teslim edilmiştir. İki kapak arasındaki bu derlemeye "mushaf" adı verilmiş, bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Re-sûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal etmiştir. Hz. Ebû Bekir'in talimatıyla cemedilen Kur'an başta Hz. Ömer ve Ali olmak üzere bütün sahabenin onayını almış (icmâ), kimseden bir itiraz gelmemiştir. Hz. Ebû Bekir'in bu mushafı tedbir olarak muhafaza edilmiş, sahâbîler de kendi nüshalarına ve ezberlerine göre okuyuşlarını sürdürmüşlerdir.
Tarihi gelişmelerin yanı sıra bazı şikâyet ve ihtilâfları da göz önünde bulunduran Osman Hafsa'nın elindeki Ebû Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermeye karar verdi. İstinsah ve çoğaltma işi için başkanlığını yine Zeyd b. Sâbit'in yaptığı Abdullah b. Zübeyr, Saîd b. Âs ve Abdurrahman b. Haris b. Hi-şâm'dan oluşan bir heyeti görevlendirip yazımda ihtilâfa düştüklerinde Kur'an'ın nazil olduğu Kureyş lehçesini esas almalarını emretti. Yardımcılarla birlikte üyelerinin sayısı on ikiye ulaşan heyet çalışmalarını başarıyla tamamladı ve orijinal nüsha Hafsa'ya iade edildi. 25-30 (646-651) yıllan arasında gerçekleştirilen bu çalışma sonunda çoğaltılan yedi (veya dört, beş, sekiz) Kur'an nüshası birer kâri ile birlikte Mekke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn'e gönderilmiş, bir nüsha da Medine'de bırakılmıştır. Çoğaltılarak çeşitli beldelere gönderilen Kur'an nüshaları büyük kabul görmüştür. Kur'an öğretimi bu nüshalara göre yapılmıştır.
Tertibi
Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en meşhuru Âyetü'l-kürsî'dir. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.
Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez. Halbuki bu okuma her yıl yapılmış ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur.
Mahiyeti
Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Kur'an'ın muhtevası bu yönelmişlikle irtibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Haber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'an'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır. Buradaki "her şey" cüzî olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmektedir. Kur`an-ı Kerim okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatındaki merkezî yerini ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Kelâmcılar Kur'ân-ı Kerîm'i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır.
İnsanlara ulaştığı haliyle Kur'ân-ı Ke-rîm'in Arapça olması, bir taraftan tabii bir dille ve o dilin kuralları içinde ifade edildiğini gösterirken diğer taraftan bunun ötesinde lisanî olanın bütün özelliklerini üzerinde taşıdığını ortaya koymaktadır. Bu husus onun anlaşılabilirliğinin esasını teşkil etmektedir. Bilhassa Kur'an'ın, muhataplarını hep geleceğe yönelik bir duruşa sevketmesi ve insanlara matuf bir talep ve davet olması, dolayısıyla inşâî olması onun mahiyetinin bir parçasıdır. Geçmişte ve gelecekte İnsanlığın ve her bir insanın varlık yapısı gereği karşı karşıya kalacağı durumları aydınlatacak bir ışık olma, kendisine tâbi olunduğunda ortaya çıkacak insan fiilleri ve bu fiillerin birbiriyle irtibatlanması neticesinde meydana gelecek "örf" adı verilen ilimler ve müesseseler gibi daha üst oluşumlara ilâhî bir renk verme imkânını kendi içinde taşımaktadır.
Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Ayrıca onun nazmının ve üslûbunun bazı özellikleri yanında kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviyesi mucize olmasının en önemli alâmeti olarak kabul edilmektedir.
Muhtevası
Kur'ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur'an'ı okuyan veya dinleyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmaları etkileyici bir faktördür. Nitekim bugüne kadar yapılan çalışmalarda Kur'an'ın muhtevası hakkında ancak sınırlı ve yaklaşık bilgiler verilebilmiş; Kur'an'da yer alan konuların tesbiti, konu başlıklarının seçimi, bunların sayılan, muhtevaları, âyetlerin içeriklerine göre değişik konuiara dağıtımı gibi hususlarda birbirinden hayli farklı tercih ve tasnifler ortaya çıkmıştır. Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Ebû Bekir İb-nü'I-Arabî, Kur'an'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplar.
Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür:
1. Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar.
2. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür. Müşriklerle yoğun bir mücadeleye girilerek putperestliğin anlamsızlığını, putların hiçliğini, onlara tapmanın gereksizliğini ortaya koymak, müşriklerin vahiy, peygamberlik ve meleklerle ilgili itirazlarını reddedip yanlış telakkilerini düzeltmek üzere aklî ve kozmolojik kanıtlar gösterilir
3. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.
4. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.
5. Mekke devrinin son yıllarında Mekke Araplan'nın dışında yeni muhataplar da söz konusu olduğundan bu dönemde gelen sûrelerin üslûp ve muhtevasında kısmî bir değişiklik olduğu görülmektedir. Artık sadece Mekkeliler'e değil, aynı zamanda yer yer "ey insanlar" tarzında başlayan ifade kalıbıyla başka topluluklara da hitap edilmektedir.
6.Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Çoğunlukla kısa hacimli olan bu sûrelerde iyi niyetli insanları, gönülleri hidayete açık olanları derinden etkileyip ikna etmeyi, buna karşılık bâttl inançlarını, zulüm ve haksızlıklarını sürdürmekte ısrar eden müşrik aristokratlara meydan okuyup onları âciz bırakmayı hedefleyen bir üslûp hâkimdir. Ayetler kısa, seçili, muhtevanın gerektirdiği durumlarda sert seslidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâkimdir,
1. Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak ilkeler" şeklinde özetlemek mümkündür. Bundan sonra Medine'de müminler için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenmesine dayalı, hem de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başlamasıyla ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır.
2. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur. Nitekim özellikle Medenî sûrelerde tekrar edilen Allah'a ve Resulü'ne itaat buyruğu ile bu itaatten yüz çevirenlere yönelik ciddi eleştiriler bunu açıkça göstermektedir.
3. Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler başlamış, bu sebeple bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir.
4. Müslümanlar ilk defa Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.
5. Medenî sûrelerin muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir.
Icazı Ve Üslubu
Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu ve Allah katından vahiy aldığını insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti giderek artan bir muhalefet hareketi başlatmışlardı. Allah'ın hiçbir şey indirmediğini Kur'an'ın Allah kelâmı değil beşer sözü olduğunu, onu Muhammed'in kendisi uydurup Allah'a nisbet ettiğini söylemeleri. Hz. Muhammed'i çeşitli zamanlarda mecnun, şair, kâhin veya sihirbaz ya da büyüye tutulmuş olmakla itham etmeleri üzerine Kur-'an'da bu iddiaların gerçek dışı olduğu belirtilmiştir.
Kur'an'ın i'câzını ispatlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu düşünülmektedir.
Kur'an'ın başlıca i'câz noktaları hakkında ortaya konan görüşler şu şekilde özetlenebilir:
A) Dili ve Üslûbu
Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. Kur'an'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir. Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:
1. Mevcut Edebî Şekillerden Farklıdır. S.Kutub'un ifadesiyle ‘Kur'an, üslûbunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.
2. Lafız ve mâna dengesi vardır. Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır.
3. Kur'an'ın, gönüllere Tesir Edişi İnsanı etkisi altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle ürpertir
4. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk`i ise aynı şekilde etkileyicidir. 5. Edebî tasvirleri açısından bakıldığında Kur'an'ın nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata İlâve olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları Kur-'an'ın güzelliğine götüren tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biri olarak görülür
6. Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu da Kur'an`ın özellikleri arasında yer almaktadır.
7. Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi, yani birçok âyetin ilk bakışta kavranan mânası aynı kalmakla birlikte daha derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları, anlam katmanları da bulunabilir; hatta onun mânalarından gelecek nesillere de yeni taraflar kalabilir.
8. Kur'an'a has üslûp tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tatmin etmesidir.
B) Diğer İ'câz Görüşleri
Kaynaklarda Kur'an'ın dil ve üslûbunun dışında i'câz yönleri de zikredilir. Üzerinde durulan hususlardan biri Kur'an'ın gayb alanına ilişkin haberler içermesidir. Kur'an'da Hz. Âdem'den itibaren geçmiş peygamberlerin ve milletlerin kıssaları yer alır. Okuma yazması olmayan, herhangi bir kimseden öğrenim görmeyen bir kişinin vahiy almadan bu tarihî hadiseleri anlatması, onlara şahit olmuş gibi tasvir etmesi mümkün değildir. Yapılacak bir savaşta Bizanslılar'ın İranlılar'a galip geleceği Bedir Savaşı'nda düşman ordusunun yenilgiye uğratılacağı müslümanların Mes-cid-i Harâm'a güvenle girecekleri insanların kitleler halinde İslâm'ı benimseyecekleri İslâm dininin diğer bütün dinlere üstün geleceği gibi birçok olayın önceden haber verilmesi Kur'an'ın geleceğe yönelik gaybî-i'câzî yönünü oluşturur. Bunların yanında bazı âyetler münafıkların İç yüzünü, yahudilerin ruh hallerini ortaya koymaktadır. Hz. Peygamberin, kendisi açısından gayb alanına giren bu tür haberleri vahye dayanmadan önceden haber vermesi imkânsızdır.
Açıklanması Ve Yorumlanması
Müslümanların geleneğinde tefsir ilmi. âyetlerin ilk muhatapları ve onları takip eden nesiller tarafından nasıl anlaşıldığına dair rivayetlerin derlenmesi ve İslâm ümmetinin bu alandaki birikiminin Kur'an lafzının doğrudan ve dolaylı anlatımıyla irtibatlandınlması görevini üstlenmiş, Kur'an'ın yorumlanması ve onun öğrettiği değerlerin günümüze taşınması işlemi, müslümanların geliştirdiği bütün ilimlerin az veya çok ilgilendiği ortak bir amaç olmuştur.
A) Kur'an'ın Açıklanması
Tefsir disiplininin neyi konu edindiğinin açıkça ortaya konması gerekmektedir. Bu disiplinin birinci amacı, ilâhî sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği mânaları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabilir olacaktır. Kur'an'ın muhataplarınca anlaşılır olma kaygısı kendisi tarafından esasen birçok defa açıkça belirtilmiştir. Kur'an'ın, kendisinin Arapça bir kitap olarak indirildiğini ve böylece muhataplarının diliyle onlara anlaşılır kılındığını bildirmesi de bunu gösterir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'in Arap diliyle nazil olduğunun ifade edilmesi öncelikle onun belli bir beşer dilinde indirildiğine, ikinci olarak da onun mesajını aktarmak İçin VII. yüzyıldaki Hicaz Arap kültürünün dil geleneğini, onun kelime ve kavramlarını ve diğer kültürel ürünlerini bir malzeme olarak kullandığına dikkat çekmeyi amaçlar.
1. Kur'an'ın Dil Bilimi ve Metin Yönünden Tahlili.
2. Tarih Bilgisi ve Kur'an'ın Tarihî Bağlamı.
a) Hadis Koleksiyonları. Kur'an'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar, âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimelerin mânaları hakkında en sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur'an'ın insanlara aktarıcısı olan Hz. Pey-gamber'in sözleridir.
b) Tarih Kaynaklan. Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'an'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar götürülmelidir
B) Kur'an'ın Yorumlanması. Tefsir
Kur'an âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini üstlenmiştir. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu disiplinler, âyetlerin sözlük anlamı ve bu çerçevede tefsirin kendilerine sunduğu farklı açıklamaların yanı sıra gelenek içindeki zengin birikimi ve yaşanılan zamanın şartlarını da dikkate almak durumundaydı. Karşılaşılan problemler çoğaldıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır.
1. Kur'an'ın Yorumlanmasında Öznellik Sorunu.
2. Kur'an'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması.
Kur'an İlimleri
Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider.
Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Kur'an'ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nazil olduğu yer ve zamanın bilinmesinde büyük faydalar vardır
Ulumu’l Kur’an - Kur’an ilimleri : resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.
Teknik anlamda ve bir bütün olarak ulû-mü'1-Kur'ân tabirinin ne zaman kullanılmaya başlandığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır
Tercümesi
Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluştuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür.
- Kur'an'ın tercümesini zaruri görürken
- bir kısmı yine Kur'an'dan hareketle onun başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nakli halinde bu Özelliğinin ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir.
Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.
Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler
Kur'ân-ı Kerîm, tefsir ilminin merkezinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muham-med'e indirilen vahiy olduğuna inanılması yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.
Kur'an yüce yaratıcının kelâmı olduğu için İslâm geleneğinde ona her zaman çok üstün saygı gösterilmiş, âdaba aykırı sayılabilecek davranışlardan özenle kaçınılmış, Kur'an okumanın kendisi de öteden beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak görülmüştür
Kur'an Ve Kitâb-I Mukaddes
Kur'an İslâm'ın temel kaynağı, müslümanlann inanç ve yaşayışları için başlıca hareket noktasıdır. Çünkü tebliğcisinin rolü ne kadar büyük olursa olsun İslâm, yaşayan bir şahıs üzerine değil bir mesaj yani Kur'an üzerine temellenmiştir. Fakat kur’an’la kıtâb-ı Mukaddes arasında çok fark vardır; bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır.ortak noktalar : Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Meryem ve oğlu îsâ ile havariler.
Edebiyat
Genellikle üç döneme ayrılarak incelenen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında gelişmiştir. Bu derin etki, Tanzimat'ın ardından Batı medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür.
Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.
Literatür
Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışmalar, biri Kur'an'ın açıklanması ve yorumuyla ilgili eserler, diğeri Kur'an'ın toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muhtevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden inceleyen eserler olmak üzere başlıca iki gruba ayrılır.
Tefsirler
Kur'an'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'an literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder. Zamanla tefsir ilmi hadisten ayrılarak müstakil hale geldi ve özgün eserler vücuda getirildi.
1. Rivayet Tefsirleri.
2. Dirayet Tefsirleri.
3. Lugavî Tefsirler.
4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler.
5. Mezhebi Tefsirler.
6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler.
B) Kur'an İlimleri. Erken dönemlerden başlayarak Kur'an ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır
Son okumada tertibi belirlenen ve pek çok sahâbî tarafından bu son şekliyle yazılıp ezberlenen Kur'an okunmaya devam ederken Yemâme savaşı ile diğer bazı savaşlarda hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması Hz. Ömer'i telâşlandırarak harekete geçirmiştir. Kur'an'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû Bekir'e açan Ömer bu hususta onu ikna etmiş, Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır. Böylece Kur'an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve Hz. Ebû Bekir'e teslim edilmiştir. İki kapak arasındaki bu derlemeye "mushaf" adı verilmiş, bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Re-sûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal etmiştir. Hz. Ebû Bekir'in talimatıyla cemedilen Kur'an başta Hz. Ömer ve Ali olmak üzere bütün sahabenin onayını almış (icmâ), kimseden bir itiraz gelmemiştir. Hz. Ebû Bekir'in bu mushafı tedbir olarak muhafaza edilmiş, sahâbîler de kendi nüshalarına ve ezberlerine göre okuyuşlarını sürdürmüşlerdir.
Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez. Halbuki bu okuma her yıl yapılmış ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur.
Muhtevası
- 6.Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Çoğunlukla kısa hacimli olan bu sûrelerde iyi niyetli insanları, gönülleri hidayete açık olanları derinden etkileyip ikna etmeyi, buna karşılık bâttl inançlarını, zulüm ve haksızlıklarını sürdürmekte ısrar eden müşrik aristokratlara meydan okuyup onları âciz bırakmayı hedefleyen bir üslûp hâkimdir. Ayetler kısa, seçili, muhtevanın gerektirdiği durumlarda sert seslidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâkimdir,
5. Medenî sûrelerin muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir.
Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. Kur'an'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir. Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:
8. Kur'an'a has üslûp tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tatmin etmesidir.
Tefsir disiplininin neyi konu edindiğinin açıkça ortaya konması gerekmektedir. Bu disiplinin birinci amacı, ilâhî sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği mânaları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabilir olacaktır. Kur'an'ın muhataplarınca anlaşılır olma kaygısı kendisi tarafından esasen birçok defa açıkça belirtilmiştir.
b) Tarih Kaynaklan. Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'an'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar götürülmelidir
2. Kur'an'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması.
Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.
- Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır:
-Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştığında kendisinde
daha önce görülmeyen bazı haller ortaya çıkmaya başlamıştı. Hayatında
benzerini yaşadığı rüyalar görüyor, nereden geldiğini anlamadığı sesler
duyuyor, ışıklar farkediyordu. Yine bu yaşlarda iken yalnız kalma ve tefekküre
dalma arzusuyla Hira mağarasına gitmeye ve orada azığı bitinceye kadar
kalmaya başladı.Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor
ve Allah'a ibadet ediyordu.
-Vahiy meleği Cebrail ilk defa yanına gelerek ona
"oku" dedi.
- Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra
vahiy bir müddet kesilmiştir.
-Kur’an, Hz. Peygamber kırk yaşında iken, 610
yılının Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır ve 23 yılda
tamamlanmıştır (Kur’an’ın indirlişi hakkında fikir ayrılığı vardır).
- Ebu Bekir zamanında derlenip, iki kapak arasına alınıp, „mushaf“ adı
verilen bu kitap, Hz. Ebu Bekir’den sonra Hz. Ömer’e, onun vefatından sonra da
kızı Hafsa’ya intikal etmiştir. Daha sonra bu nüsha yediye (veya 4, 5, 8’e)
çoğaltılmıştır ve karilerle birlikte Mekke, Kufe, Şam, Yemen ve Bahreyn’e
gönderilmiştir, bir nüsha da Medine’de bırakılmıştır.
-Kur'an vahyine ait bölümlerin âyet ve sûre şeklinde belirlenmesi risâletin
ilk yıllarında olmuştur.
-Kur'ân-ı Kerîm‘in muhtevasını belirlerken mekki ve medeni ayetleri
ayrılır;
-Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliyle
gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur.
Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla
birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul
edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin
teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde Arapça'daki yaygın şekillere göre
farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir.
- Kur’an’ın dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır:
1. Mevcut Edebi Şekillerden Farklı Oluşu
2. Lafız ve Mana Dengesi
3. Gönüllere Tesir Edişi
4. Ses ve Tertip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk
5. Edebi Tasvir
6. Edebi Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu
7. AynıAnda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi
8. Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi
-Kur'an'ı kavrama
sürecinde tefsir disiplininin ilgi alanına giren açıklama aşamasıKur'an'ın
anlaşılması yolunda ilk ve en önemli adımı oluşturmaktadır. Bu disiplinin birinci amacı,ilâhî sözlerin ilk muhataplarına
iletildiğinde kastettiği mânalarıbelirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm
da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir;
bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar
içinde yer aldığında beşer için anlaşılabilir olacaktır. Kur'an'ın
muhataplarınca anlaşılır olma kaygısıkendisi tarafından esasen birçok defa
açıkça belirtilmiştir. Kur'an'ın, kendisinin Arapça bir kitap olarak
indirildiğini ve böylece muhataplarının diliyle onlara anlaşılır kılındığını
bildirmesi de bunu gösterir
-Tefsir, Kur'an âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini
üstlenmiştir. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar
yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması,müslüman
ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur.
- Kur'an ilimleri Kur'an'ın vahyi, nüzûlü,
yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri,
İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin
birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşâbihi hakkındaki disiplinleri kapsar.
- Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak
devam etmiştir.
-Kur'an'ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nazil olduğu yer ve
zamanın bilinmesinde büyük faydalar vardır
- Kur’an’ın açıklanmasında Tefsir ilmi devreye girer ki bu ilmin ilk amacı
ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları
belirlemektir.
- Tefsir ilmi Kur’an ibaresinin zahiri manasını verip bunun için dil
biliminin çerçevesine konulabilecek metotları ve verileri kullanmaktadır. Bunun
için Tarih bilgisi ve Kur’an’ın tarihi bağlamından yararlanarak, nuzul
ortamının şartlarını,sözkonusu fertleri veya toplulukları doğru belirlemek
gereklidir. Bu verilere ise hadis koleksiyonları
ve tarih kaynaklarından ulaşılmalıdır.
- Kur'ân-ı
Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut
yasaklayan bir ifade yoktur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluştuğu
dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür. Bir kısım
âlimler, bazı âyetlere ve sünnetteki uygulamalara bakarak Kur'an'ın tercümesini
zaruri görürken diğer bir kısmı yine Kur'an'dan hareketle onun başka dillere
çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere
nakli halinde bu özelliğinin ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir.
Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri
Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.
- Tercümeyi genel olarak harfi (lafzî) ve tefsiri (manevî)
diye ikiye ayırmak mümkündür.
·
Harfi tercüme; nazmın nazma, tertibin
tertibe, hatta kelimelerin birbirine muvafık olması şartıyla bir dildeki lafızları
başka bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir.
·
Tefsiri tercüme; asıl
dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı
kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır.
- Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışmalar, biri
Kur'an'ın açıklanması ve yorumuyla ilgili eserler, diğeri Kur'an'ın toplanıp
mushaf haline getirilmesi, tertibi, muhtevası ve özellikleri, kıraati, dil ve
üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden inceleyen eserler olmak
üzere başlıca iki gruba ayrılır. Bu iki alanda oluşan zengin literatüre Batı'da
Kur'an üzerine yapılan çalışmaları da eklemek gerekir. Bu iki alanda oluşan
zengin literatüre Batı'da Kur'an üzerine yapılan çalışmaları da eklemek
gerekir.
- Tefsirler;
Kur'an'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'an
literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder
·
Rivayet Tefsirleri; Resul-i Ekrem'in ve ashabın Kur'an yorumlarını ihtiva
eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alınan herhangi bir çalışma
bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı tefsir kitaplarının
oluşturulduğu bilinmektedir.
·
Dirayet Tefsirleri; Tarihi eski olmakla birlikte gelişmesi rivayet
metodundan sonraya kalan dirayet metoduna göre yazılmış tefsirlerin ilk örnekleri
Mutezile ekolü âlimlerince kaleme alınmıştır.
·
Lugavî Tefsirler; II. (VIII.) yüzyılın ortalarından itibaren Arap
dili üzerine yapılan köklü çalışmalar, Kur'an dilini tanıma ve Kur'an'ı dil
bakımından yorumlama gibi hususları da içine almış, ilk dilcilerin pek çoğu
aynı zamanda Kur'an'ın dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yapmıştır
·
İşârî ve Tasavvufî Tefsirler; Tasavvuf ehli Kur'an
tefsirinde bâtını yorumları öne çıkarmıştır.
·
Mezhebi Tefsirler; Ehl-i sünnet dışında yer alan mezhep ve fırkalar
içinde tefsir ilmine en fazla katkıda bulunan ekol Mu'tezile olmuştur.
·
İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler; Batı’da gözlenen bilimsel ve sosyolojik
gelişmeler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yazılan Kur'an
tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir.
·
Ahkâm Âyetleri Tefsirler;. Kur'an'in yalnız ahkâma dair âyetleri
üzerine yazılan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir.
Kur'an
dia:
I tarif
ve isimleri
Kur'ân
kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır. Bu görüşleri,
kelimenin hemzesiz ve hemzelî olduğunu savunanlar olarak iki grupta ele
almakmümkündür. Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b.
Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim
adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân
isminin "kara'e" fiilinden türeyen hemzeli bir kelime olduğu
görüşündedir.Kur'an son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş
özel isimdir. İbn Abbas kelimenin masdan olan "kur'ân"ın
"açıklamak, beyan etmek" mânasına geldiğini söylerken Katâde b.
Diâme ve Zeccâc, "toplamak ve bir araya getirmek" anlamında
"kara'-tü'ş-şey'e kar'en" veya "kara'tü'1-mâe fı'l-havzi"
kullanışındaki fiilden masdar olduğunu ifade ederler. Taberî. her iki görüşün
de Arap dilinde yerinin olduğunu belirtmekle birlikte bu görüşlerden İbn
Ab-bas'a ait olanı tercih eder. Kur'an'ın terim anlamı: "Kur'an, Allah tarafından
Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz.
Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla
ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süresiyle biten, başkalarının
benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır."
II
tarihi:
Hz.
Peygamber kırk yaşına geldiğinde kendisinde bazı haller zuhur etmeye başladı.
Bu birkaç yıl devam ettikten sonra Cebrail (as.) kendisine gelerek ona ''oku''
dedi ve böylece ilk vahiy nazil olmuş bulundu. Dehşete kapılan Hz. Peygamber
eşi ile birlikte Varaka b. Nevfel'e gitti. Onun açıklamalarından sonra Hz. Muhammed
kendisinin peygamberlikle görevlendirildiğini anladı. Alak sûresinin ilk beş
âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu dönemin süresi
hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir.
Bu Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri
olmuştur. Kur'an'ın ilk ve son ayetlerinin hangileri olduğu ihtilaflıdır. Yaygın
olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Kur'an
peyderpey indirilmeye başlıyor, Hz. Peygamber de gelen vahyi katiplere
yazdırıyordu. Kur'an Hz. Peygamber zamanında iki kapak arasınada değildi.
Yemame savaşında birçok hafızın vefat etmiş olması Hz. Ömer'i harekete geçirmiş
ve Kur'an'ın cem edilmesi noktasında Hz. Ebu Bekir(r.a.)'e teklif sunmuş. Hz.
Ebu Bekir bunu başta kabul etmese de sonra kalbi tatmin oldu ve kur'an cem
edildi. Hz Osman döneminde kıraat ıhtilaflarını berteraf etmek için Kureyş
kıraatı esas alınarak kur'an çoğaltılarak farklı coğrafyalara dağıtıldı. Bu
mushafta noktalama ve harekeleme bulunmadığından dolayı yine okuma hataları
oluşmuş. Bundan dolayı Halife Abdülmelik b. Mer-vân döneminde mushaf baştan sona
kadar harekelenmiştir.
III
Tertibi:
Kur'an
ayet ve surelerden oluşur. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser
ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır. Âyetlerin tertibi
vahye dayalıdır. Buna dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem
arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin
karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez.
IV
Mahiyeti:
Kur'ân-ı
Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kur'an'a muhatap olan
insanlar, onu başından itibaren Hz. Peygamber'in kendilerine tebliğ ettiği ve
onlara ulaştığı haliyle kavramış ve öylece kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in
Hz. Peygamber'e inzal edildiği, kendi başına bir mucize olduğu, mushaflara
yazıldığı, hafızalarda korunduğu, okunması ile ibadet edildiği ve tevâtüren
nakledildiği belirtilir. Kelâm ilminde Kur'an'ın mahiyeti hakkındaki
tartışmalar, esas itibariyle doğrudan doğruya Kur'ân hakkında olmayıp Allah'ın
sıfatlarıyla ilgilidir. Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş
ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın
sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. V. yüzyıldan
sonra Allah'ın sıfatlarının zâtının ne aynı ne de gayri, ancak zâtı ile kâim
ezelî ve ebedî sıfatlar olduğu üzerinde genel bir ittifak sağlanmıştır.
Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi,
onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde
kalmasını ve zaman içerisinde toplumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere
rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza
etmesini sağlamıştır. Ayrıca Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun
okunması ve dinlenmesidir. Bundan dolayı Kur'an okuma ve dinleme müslüman olmanın
ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
V
Muhtevası:
Kur'ân-ı
Kerîm, Hz. Peygamber'in İlk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve
davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hal ve şartlara
göre farklı zamanlarda âyet veya sûre şeklinde nazil olduğundan, konu
bütünlüğü oluşturacak şekilde bir sıra izlemediği gibi mevcut mushaflardaki
sûrelerin bizzat Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra
dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı
arzetmemektedir.
Mekki
sureler:
Bu dönemde
nazil olan sûrelerde genellikle tevhid ve âhiret konuları hakkında insanın
bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmolojik ve
psikolojik deliller gösterilir ve insanlar akıllarını kullanarak bunlardan yararlanmaya
çağrılır. Bir yandan Allah'ın, üstün kudretiyle yaratıp yönetmesinde eşsiz ve
ortaksız olduğu belirtilerek O'nun dışındaki herhangi bir varlığa tanrılık
isnat edilmesinin anlamsızlığı ortaya konmakta, öte yandan O'nun lütuf ve
kereminin genişliği anlatılarak hem insanların yalnız O'na minnet duyup kulluk
etmeleri, hem de tamamen O'nun ihsanından ibaret olan ellerindeki nimetlerden
başkalarını da yararlandırmaları gerektiği ifade edilmektedir. Mekki surelerde
diyalektik bir yöntem hakimdir. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin
gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin
genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. "Dinin ana
gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan
olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle
fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır. Daha
çok Mekke döneminin ortalarında nazil olmaya başlayan ve hacimleri gittikçe
genişleyen sûrelerde Araplar'ın en azından bir kısmı hakkında bilgi sahibi
oldukları Nûh kavmi. Ad, Semûd. İsrâiloğulları gibi eski kavimlerle onlara
gönderilmiş olan peygamberlerin hayatından ibret ve ders almaya değer bilgiler
verilerek Hz. Muhammed'in davet ettiği dindeki temel ilkelerin bütün
peygamberlerin tebliğlerinde yer almış evrensel ilâhî hakikatler olduğu
belirtilmiştir.
Medeni
sureler:
Medenî
sûrelerde Mekkî sûrelerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanında ibadetler
ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır. Seksen sekiz yerde tekrar edilen
"ey iman edenler" şeklindeki hitap tarzının tamamı Medine'de inen
âyetlerde yer almaktadır. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde
giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiyde gittikçe
artan ölçüde normatif bir değer kazanmıştır. Bakara ve Âl-i İmrân olmak üzere
bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba,
onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir. Münafıklar ile ilgili
meseleler Medenî sûrelerin muhtevasında ağırlık kazanmıştır. Medeni surelerde
savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.
VI
İcazı ve Üslubu:
Hz.
Muhammed, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu ve Allah katından vahiy aldığını
insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle
Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti giderek
artan bir muhalefet hareketi başlatmışlardı. Hz Peygambere olmadık iftiralar
ettiler. Fakat bu iftiraların ne kadar tutarsız olduğunu kendileri de çok iyi
biliyordu. Hz. Muhammed'in en büyük mucizesi ise Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'an,
kendisinin mucize oluşunu Allah'tan başka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini
bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak suretiyle ispat etmiştir.
Nitekim inkâr edenlerden Kur'an'ın bir süresinin benzerini getirmeleri
istenmiştir.
Kur'an'ın
dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır: 1. Mevcut edebî şekillerden
farklı oluşu. 2.
Lafız ve mâna dengesi. 3.
Gönüllere tesir edişi. 4.
Ses ve terkip nizamında ortaya çıkan ahenk. 5. Edebî tasvir. 6. Edebî türlerin
hepsinde mükemmel oluşu. 7.Aynı
anda farklı seviyelere hitap etmesi. 8.
Akla ve duyguya dengeli olarak hitap etmesi.
Kur'an'ın
açıklanması:
Tefsir ilminin öncelikli görevi Kur'an ibaresinin zahirî mânasını vermektir. Bunun için dilbilimin metotlarını kullanmıştır. Fakat sadece bu metot yeterli değildir. Ayetin siyak-sibakı da göz önünde bulundurulması gerekir. Ayrıca Kur'an'ın bütünü içinde kendine has bir kavram dünyası bulunmakta, Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanması bu kavram dünyasının çözümlenmesini de gerektirmektedir. Kur'an'ın, öğretisini belli bir tarih diliminde Hicaz bölgesinde yaşayan belli bir nesle ve o neslin diliyle aktardığı düşünüldüğünde onun anlaşılması için kullandığı Arapça'yı ayrıntılarıyla bilmenin Önemi hemen ortaya çıkar. İslâm Öncesi Arap toplumlarındaki sosyal yapı ve ilişki biçimlerinin bilinmesi, Kur'an'ın nasıl bir topluma hitap ettiği konusunda değerli açılımlar kazandıracak bir Önem taşır. Kur'an'ın gönderildiği Hicaz'daki VII. yüzyıl Arap topluluğunun Arapça'sını aktarması beklenen sözlükler de müfessirlerin vazgeçilmez kaynaklan arasında bulunacaktır. Âyetlerin nazil olduğu ortam ve şartlar hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu olayları meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde belirlemek, yapılması gereken en önemli işlerden birisidir. Bununla birlikte hadis külliyatimiz ve tarihi verilerden de muhakkak istifade edilmesi gerekir.
Kur'an ilimleri:
Kur'an ilimleri, Kur'an'la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur'an ilimleri Kur'an'ın vahyi, nü.zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşâbihi hakkındaki disiplinleri kapsar. Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider. Çünkü ilk âyetin nazil oluşundan bahseden Hz. Peygamber vahyin nasıl geldiğini ve vahiy meleğinin durumunu da açıklamıştır. Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Sahâbîler Kur'an'la ilgili sorulan cevaplandırırken Hz. Peygamber'den öğrendikleri açıklamalara, burada yeterli bilgi bulamadıklarında Arap dili ve şiirine başvuruyor, şahsî görüşlerini en sona bırakıyorlardı.
Kur'an ile ilgili fıkhi hükümler:
Fıkıh ilim dalında Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır. Bu konuların her birinde ulemanın görüşleri zikredilmiştir. Bu görüşlerin her birinin ödeve aktarılmasını gerekli görmedim.
Literatür:
A) tefsirler
1. Rivayet Tefsirleri. Resul-İ Ekrem'in ve ashabın Kur'an yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alınan herhangi bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı tefsir kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir. Bunların en meşhuru Fîrû-zâbâdî tarafından derlenen İbn Abbas tefsiridir.
2. Dirayet Tefsirleri. Tarihi eski olmakla birlikte gelişmesi rivayet metodundan sonraya kalan dirayet metoduna göre yazılmış tefsirlerin ilk Örnekleri Mutezile ekolü âlimlerince kaleme alınmıştır. II. (Vlll.) yüzyıldan itibaren telif edilen lugavî tefsirleri bu kategori içerisine almak mümkündür. İşârîve bâtınî tefsirler geniş anlamda dirayet yönteminin ürünleri sayılırsa da bunların dirayetin ana çizgisinden farklı özellikleri bulunmaktadır.
3. Lugavî Tefsirler. II. (VIII.) yüzyılın ortalarından itibaren Arap dili üzerine yapılan köklü çalışmalar, Kur'an dilini tanıma ve Kur'an'ı dil bakımından yorumlama gibi hususları da içine almış, ilk dilcilerin pek çoğu aynı zamanda Kur'an'm dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yapmıştır.
4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler. Tasavvuf ehli Kur'an tefsirinde bâtını yorumlan öne çıkarmıştır. Tefsir ilminde bir otorite ve tasavvuf tarihinde önemli şahsiyetlerden biri kabul edilen Hasan-ı Basrî, bâtını yorumları öne çıkarmamakla birlikte bazı açıklamaları sebebiyle ilk dönem işârî tefsirlerinde görüşlerine geniş yer verilmiştir.
5. Mezhebi Tefsirler. Ehl-i sünnet dl-şında yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla katkıda bulunan ekol Mu'tezile olmuştur. Bu mezhebin hareketi uzun soluklu olmamışsa da ilk dönemde yazılan dirayet tefsirleri içerisinde önemli bir yeri vardır.
6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler. Batl'-da gözlenen bilimsel ve sosyolojik gelişmeler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yansından itibaren yazılan Kur'an tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir.
7. Ahkâm Âyetleri Tefsirleri. Kur'an'in yalnız ahkâma dair âyetleri üzerine yazılan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir. Konuyla ilgili ilk sistematik eser Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsîrü'l-hamsi mi'e öye mine'I-Kur'ân'ıdır.
C) Batı'da kur'an ve tefsir araştırmaları
Başlangıçtan XIX. yüzyıla kadar yapılan çalışmalarda en temel konu Hz. Peygamber'in kişiliği ve onun Kur'an'la ilişkisi olmuş, Kur'an ise ilâhî kaynaklı olmayan ve Hz. Muhammed'le ona yardım edenler tarafından uydurulan bir kitap olarak nitelendirilmiştir. Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e yönelik olarakXVIII. yüzyılın sonuna kadar devam eden katı eleştiriler XIX. yüzyılda yeni bir üslûp tarzına bürünmüştür. Özü aynı olmakla birlikte daha bilimsel ve objektif görünen bu tarz, diyaloga zemin hazırlamanın bir yolu olarak kullanılmıştır.
Kur’an maddesi ile ilgili mütalaa
Kur’an Hz. Peygamber’e tefekkür için gittiği Hira mağarasında 40 yaşında iken inmeye başladı. İlk inen ayet oku emriyle başlamaktadır.
Hadis kaynaklarında Kur'an'ın inişi hakkında farklı bilgiler verilmektedir. Süyûtî konuyla ilgili rivayetleri üç ana grupta ele almıştır.
1.gruba göre Kur'an, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiş, daha sonra yirmi veya yirmi üç yıl içinde parça parça Hz. Peygamber'e vahyedilmiştir.
2. grup rivayetlere göre Kur'an, her yılın Kadir gecesinde o yıl nazil olacak miktarda dünya semasına indirilmiş, ardından gerektiği zaman gerektiği kadarı Resûl-i Ekrem'e vahyedilmiştir.
3. grup rivayetlere göre ise Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi küsür yıl boyunca nüzulü devam etmiştir. Ancak Süyûtî'nin konuyla İlgili olarak naklettiği rivayetlerin neredeyse tamamının başta İbn Abbas olmak üzere sahabe sözü olması bunların büyük oranda şahsî kanaatler olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen vahiy kâtipleri nazil olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malzemeler çok çeşitli olup en meşhurları develerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yerleri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüslerdir.
Hz. Peygamber'in o dönemde Kur'an'ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir.
Ancak Yemâme savaşında hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması Hz. Ömer'i telâşlandırarak harekete geçirmiştir. Kur'an'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû Bekir'e açtı. Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır.
İki kapak arasındaki bu derlemeye "mushaf" adı verilmiştir., bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Resûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal etmiştir.Hz. Osman bunların dışında yazılmış Kur'an sayfalarının ve özel mushafların imha edilmesini emretmiştir.
Çoğaltılarak çeşitli beldelere gönderilen Kur'an nüshaları büyük kabul görmüş.
Ancak bu mushaflara rağmen zaman zaman okuma güçlükleri ve ciddi okuma yanlışları da olmuştur. Bunun temel sebebi Hz. Osman'ın mushaflarında noktaların ve harekelemenin bulunmayışıydı. Bu meseleyi çözmek için ilk harekete geçen yönetici. Halife Abdülmelik b. Mervân'ın Irak valisi Ziyâd b. Ebîh olmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı gerektirir. Bu muhatap ise biz insanlardır.
Kur’an Hidayet olarak da anılır. Hidayet ise daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'an'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır.
Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi, onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde kalmasını ve zaman içerisinde toplumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olma işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır. Ayrıca O’nun en büyük özelliklerinden birisi de hem okunması, hem dinlenilmesidir. Kişi bunu zevkle yaptığı gibi aynı zamanda bu bir ibadettir.
Kur’an insan hayatının her alanine hitap eder. Bunu ihtiva ettiği konulardan da rahatlıkla anlayabiliriz.
Kur’an’ın muhtevasını mekki ve medeni surelere ayırarak ele alabiliriz. Mekki surelerin nazil olduğu dönemde Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar. Medine dönemini ise, Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak ilkeler" şeklinde özetlemek mümkündür. Burada Kur’an’ın takip ettiği tedrici yöntem göze çarpmaktadır. İnsanların gönlüne İslam’ı yerleştirmeden, buyrukların gelmediğini. İnsanlara ilk önce müslümanca düşünmenin öğretildiği, daha sonra buyrukların indiğini görmekteyiz.
Kur’an nazil olduğu zamanda Hz. Peygamber (s.a.v.) farklı ithamlara maruz kalmıştır. Hz. Peygamber’e peygamberliğini kanıtlaması için mucizeler istenmiştir. O’nun en büyük mucizesi Kur’an’dır. Kur’an, O’nun benzerini yapmalarını isteyerek inkarcılara meydan okumuştur. Kur’an’ın î’cazı kıyamete kadar sürecektir. Kur’an gerek dil ve uslub, gerek gaybî konuları içermesi açısından îcazdır.
Kur’an tercüme faaliyetleri konusunda tartışmalar olmuştur. Kimi alimler Kur’an’ın lafzının da mu’ciz olduğu için tercüme faaliyetlerini caiz görmeselerde Kur’an tercüme edilmiştir. Zira Kur’an sırf Araplara hitap etmemektedir. Tüm insanlar için bir hidayet kaynağıdır. Kur’an’ı diğer dillere tercüme etmemek, arap olmayanlar için ondan faydalanmayı engeller ki bu da Allah’ın rahmetini daraltmak anlamına gelir. Nitekim Resulullah bazı sahabilerde farklı dilleri öğrenmelerini istemiştir. Dolayısıyla Kur’an’ı tercüme faaliyetleri İslamiyet’in ilk dönemlerine kadar gider. Tercüme edildiği en eski dilerden biri de Türkçedir.
Tercüme iki şekilde gerçekleşmiştir. 1. Harfi tercüme: asıl dildeki hiçbir kelime atlanılmadan yapılan tercime, 2. Tefsiri tercüme: Şekli özelliklere bakılmaksızın, bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır.
Hıristiyan dünyasında da Kur’an tercümeleri olmuştur. Dünya dinlerinin hemen hepsine tercime edilmiştir.
Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncil’den sonra gelmiş olsa da, farklı bir dini anlatmaz. O kendinden önce gelenleri de kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Kur’an günümüze kadar tek bir harfi bile değişmeden gelmiştir. Zira bu konuda Cenab-ı Hak’kın sözü vardır. Kur’an yazılı olarak muhafaza edildiği gibi, insanlar zihinlerinde de hıfz ederler. Kur'an doğrudan Peygamber’e Allah tarafından yazdırılmıştır. İncil veya Tevrat gibi sonradan yazılmamıştır. İncil daha çok tarih kitabı gibidir. Oysa Kuran'ın tarih anlatma gibi bir kaygısı yoktur. Kronoloji, yer, kişiler, tarihi bir perspektifle ele alınmaz. Kur'an anlatımlarında mesaja yoğunlaşır. Kur’an ile Tevrat ve İncil arasında bazı benzerlikler olduğundan dolayı Yahudi ve Hıristiyanlar Kur'an'ın kaynağının kendi kitaplarının olduğunu iddia ederler. Bazı Oryantalistler ise Kur'an 'ın vahiy dışı ve Hz. Muhammed tarafından yazılmış olduğunu ortak bir kanaatle savunurlar. Kuran'a karşı olan önyargılı tavır,20.yy'ın ikinci yarısından itibaren daha olumlu ve akademik bir anlayışa dönüşmüştür. Bu özellikle II. Vatikan konsilinden sonra olmuştur. Bu dönemden sonra şarkiyatçıların çalısmalarının önemli bir kısımında önyargılı görüş ve değerlendirmeler olsa da, Kur'an ilimlerine katkı sağlayacak değerde çalışmalar da olmuştur.
Kur'an
kelimesi'nin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır:
-
Allah
tarafından son din için gönderilen (Tevrat ve İncil gibi) kitaba verilmiş özel
isim
-
kam kökünden
türemiş ve "bir şeyi diğer bir şeye
yaklaştırmak, katmak" anlamında
-
Abdullah
b. Abbas, ebû Ubeyde, Zeccâc ve
Bâkıllânî gibi alimler ve çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Hamdi ve Muhammed
Tâhir b. Âşûr, el-kur'ân isminin kara'e
fiilinden türeyen bir kelime olduğu kanaatinde olmuşlardır.
Kur'an-ı
Kerim, Kur'an kavramı'nın yanı sıra tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy ve
kelâmullah gibi terimlerle de anılmaktadır.
Terim
anlamı olarak Kur'an'ın çeşitli tanımlamaları yapılmıştır ve genel anlamda şu tarife
ulaşılmıştır: "Kur'an, Allah tarafından
Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed'e
indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet
edilen, Fâtiha sûresiyle başlayıp Nâs sûresiyle biten, başkalarının benzerini
getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır".
Tarihi
Kur'an,
Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye
başlamıştır.
Hira
dağında geçirilen inziva hayatından Hz. Muhammed'in bir peygamberlik beklentisi
içerisinde olduğu sonucu da çıkarılmamalıdır ki, bu Kur'an'da açıkça ifade
edilmektedir.
Alak
sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu
dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı
müddetler nakledilmektedir. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir
sûresinin ilk âyetleri olmuştur.
Âlimler
Kur'an'ın peyderpey indirilmesindeki hikmetler üzerinde durmuş ve buna toplumun
vahye olan ilgisinin canlı tutulması, Resûl-i Ekrem'e olan bağlılığın vefatına
kadar sürdürülmesi, eğitim ve uygulama kolaylığı sağlamak için hükümlerde
tedriciliğin gözetilmesi, toplum hayatındaki önceliklerin belirlenmesi, vahye
karşı düşmanlık besleyenlere zaman tanınarak gönüllerinin kazanılması gibi
amaçları neden olarak ileri sürmüştürler.
Günümüzde
yaygın olan görüşe göre sûrelerin 86sı Mekkî, 28i Medenî'dir. Bazı Mekkî
sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır.
Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü
çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî
değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma
sahiptir.
Hz.
Peygamber gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ ediyor, ardından bunu
vahiy kâtiplerine yazdırıyordu. Yazı malzemesinin az olduğu bu dönem
içerisinde ayetler develerin kürek ve kaburga kemikleri, tabaklanmış deri parçaları,
yaprak taşlar, hurma dallarının uygun yerleri, seramik parçaları, tahta,
parşömen ve papirüs üzerine yazılıyordu. Kırk kadar vahiy kâtibinin çoğu
Mekkeli'dir. Yazılı kültüre
uzak olan Araplar güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesinde nazil olan âyet ve
süreleri ezberlemekte bir sıkıntı çekmiyorlardı.
O
dönemde Kur'an'ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resûlullah
hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir. Ancak ramazan
aylarında Resûl-i Ekrem ile Cebrail'in o güne kadar inen âyetleri birbirlerine
karşılıklı olarak okumaları (arza) uygulamasından Kur'an'ın bir kitap şeklini
alma yolunda olduğu anlaşılmaktadır. Resûl-i Ekrem'in vefat ettiği yılın ramazan
ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş, böylece mushaf
ortaya çıkmıştır.
Son
okumada tertibi belirlenen ve pek çok sahâbî tarafından bu son şekliyle yazılıp
ezberlenen Kur'an, bazı savaşlarda hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid
olması ile Hz. Ömer, telâşlanarak Kur'an'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû
Bekir'e açmış ve bu hususta onu ikna
etmiş, Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer
heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri
kontrol etmiş ve yazmışlardır. Böylece Kur'an yazılı malzeme ve ezber
yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve Hz. Ebû Bekir'e teslim edilmiştir.
İki
kapak arasındaki bu derlemeye "mushaf" adı verilmiş, bu kitap Ebû
Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Resûlullah'm eşi
olan Hafsa'ya intikal etmiştir. Hz. Ebû Bekir'in talimatıyla cemedilen Kur'an
başta Hz. Ömer ve Ali olmak üzere bütün sahabenin onayını almış (icmâ),
kimseden bir itiraz gelmemiştir. Hz. Ebû Bekir'in bu mushafı tedbir olarak
muhafaza edilmiş, sahâbîler de kendi nüshalarına ve ezberlerine göre
okuyuşlarını sürdürmüşlerdir.
Tarihi
gelişmelerin yanı sıra bazı şikâyet ve ihtilâfları da göz önünde bulunduran
Osman Hafsa'nın elindeki Ebû Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere
göndermeye karar verdi.
25-30
(646-651) yıllan arasında gerçekleştirilen bu çalışma sonunda çoğaltılan 7 Kur'an
nüshası birer kâri ile birlikte Mekke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn'e
gönderilmiş, bir nüsha da Medine'de bırakılmıştır. Çoğaltılarak çeşitli
beldelere gönderilen Kur'an nüshaları büyük kabul görmüş ve Kur'an öğretimi
bu nüshalara göre yapılmıştır.
Kur'ân-ı
Kerim âyetlerden ve sûrelerden oluşmaktadır.
Hz.
Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır.
Kur'an'ın
en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten
meydana gelen Bakara'dır.
Âyetlerin
tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında
karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin
karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez. Halbuki bu okuma her yıl yapılmış
ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur.
Kur'ân-ı
Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade
ettiği için bir muhataba yönelik olmayı içermektedir. Kur'an'ın muhtevası bu
yönelmişlikle irtibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte
ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır.
Haber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli,
kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin
nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir.
Kur`an-ı
Kerim okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatındaki
merkezî yerini ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Kelâmcılar Kur'ân-ı
Kerîm'i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bundan dolayı
Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun
geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının mahiyetiyle
ilgili tartışmaların bir parçasıdır.
İnsanlara
ulaştığı haliyle Kur'ân-ı Kerîm'in Arapça olması, bir taraftan tabii bir dille
ve o dilin kuralları içinde ifade edildiğini gösterirken diğer taraftan bunun
ötesinde lisanî olanın bütün özelliklerini üzerinde taşıdığını ortaya koymaktadır.
Bu husus onun anlaşılabilirliğinin esasını teşkil etmektedir.
Kur'an'ın,
muhataplarını hep geleceğe yönelik bir duruşa sevketmesi ve insanlara matuf bir
talep ve davet olması onun mahiyetinin bir parçasıdır.
Kur'an'ın
önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Ayrıca onun
nazmının ve üslûbunun bazı özellikleri yanında kendisine inanan ve uyan
insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviyesi mucize olmasının en önemli alâmeti
olarak kabul edilmektedir.
Kur'ân-ı
Kerîm, Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de
sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı
oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip
şekli, tekrarların da katkısıyla Kur'an'ı okuyan veya dinleyenlerin aynı anda
birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve
uyarıya muhatap olmaları etkileyici bir faktördür.
Kur'ân-ı
Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür:
·
ağırlıklı
olarak Allah'ın birliğine, kudretine, âhiret gününe, haşir, amellerin karşılığı
gibi âhiret meselelerine dair âyetler ve insanlarda bir ahlâk bilinci
oluşturmayı hedefleyen âyetler vardır.
·
putperestliğin
anlamsızlığını, onlara tapmanın gereksizliğini ortaya koymak, müşriklerin
vahiy, peygamberlik ve meleklerle ilgili itirazlarını reddedip yanlış telakkilerini
düzeltmek üzere aklî ve kozmolojik kanıtlar gösterilir.
·
"Dinin
ana gayeleri" denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din,
can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve
ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.
·
Yüksek
bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve
belagat değeri de çok yüksektir. Çoğunlukla kısa hacimli olan bu sûrelerde
iyi niyetli insanları, gönülleri hidayete açık olanları derinden etkileyip
ikna etmeyi, buna karşılık bâtıl inançlarını, zulüm ve haksızlıklarını
sürdürmekte ısrar eden müşrik aristokratlara meydan okuyup onları âciz bırakmayı
hedefleyen bir üslûp hâkimdir.
·
Medine'de
müminler için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenmesine dayalı, hem
de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başlamasıyla ibadetler ve
muamelât konuları ağırlık kazanmıştır.
·
Medine
şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve
siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir değer
kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî
liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç meselelerinin çözümündeki rolü
belirgin bir şekilde ortaya konmuştur.
·
Peygamber
ilk defa Medine'de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla
hıristiyan kesimlerle ilişkiler başlamış, bu sebeple bu dönemde inen bazı
sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça
geniş yer verilmiştir.
·
Müslümanlar
ilk defa Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları
için Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri
savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi
kurallarına geniş yer verilmiştir.
·
Medenî
sûrelerin muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye,
şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından
bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir.
Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı
kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak Arap diliyle nazil olmuştur.
Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla
birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul
edilir.
Kur'an,
Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve
konuların ifadeye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir.
Kur'an'da
akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı
üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere
verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda
beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı
arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir.
Kaynaklarda
Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları
şunlardır:
o
Mevcut
Edebî Şekillerden Farklıdır.
o
Lafız ve
mâna dengesi vardır. Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir
ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır.
o
Kur'an'ın,
gönüllere tesir edişi İnsanı etkisi
altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler
kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı
âyetler de korku ve dehşetle ürpertir.
o
Ses ve
terkip nizamında ortaya çıkan ahengi aynı şekilde etkileyicidir.
o
Kur'an'ın
nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata İlâve olarak
kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden tasvir üslûbu da onun i'câz
yönlerinden biridir.
o
Aynı anda
farklı seviyelere hitap etmesiyle birlikte daha derinden bakıldığında farklı
kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları, anlam katmanları da
bulunabilir.
o
Kur'an'a
has üslûp tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her
ikisini birden tatmin etmesidir.
Bu konu Tefsir maddesi altında işlendiğinden,
burada tekrar değinilmeyecektir.
Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste
Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade
yoktur. Ancak fıkıh ekollerinin oluştuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara
konu edildiği görülür. Bir kısmı Kur'an'ın tercümesini zaruri görürken, bir
kısmı yine Kur'an'dan hareketle onun başka dillere çevrilemeyeceğini,
lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nakli halinde bu özelliğinin
ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir.
Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri
Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.
Kur'anla İlgili Fıkhî
Hükümler
Kur'ân-ı Kerîm, Allah katından
Hz. Muhammed'e indirilen vahiy olduğuna inanılması yönüyle İslâm'ın inanç
esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması
yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder.
Fıkıh ilim dalında Kur'an, okunmasının
ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle
öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.
Kur'an
yüce yaratıcının kelâmı olduğu için İslâm geleneğinde ona her zaman çok üstün
saygı gösterilmiş, âdaba aykırı sayılabilecek davranışlardan özenle kaçınılmış,
Kur'an okumanın kendisi de öteden beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak
görülmüştür.
Kur'an dia:
I tarif ve
isimleri
Kur'ân
kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır. Bu görüşleri,
kelimenin hemzesiz ve hemzelî olduğunu savunanlar olarak iki grupta ele
almakmümkündür. Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b.
Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim
adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân
isminin "kara'e" fiilinden türeyen hemzeli bir kelime olduğu
görüşündedir.Kur'an son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmişözel
isimdir. İbn Abbas kelimenin masdan olan "kur'ân"ın "açıklamak,
beyan etmek" mânasına geldiğini söylerken Katâde b. Diâme ve Zeccâc,
"toplamak ve bir araya getirmek" anlamında "kara'-tü'ş-şey'e
kar'en" veya "kara'tü'1-mâe fı'l-havzi" kullanışındaki fiilden
masdar olduğunu ifade ederler. Taberî. her iki görüşün de Arap dilinde
yerinin olduğunu belirtmekle birlikte bu görüşlerden İbn Ab-bas'a ait olanı
tercih eder. Kur'an'ın terim anlamı: "Kur'an, Allah tarafından Cebrail
vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e
indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet
edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süresiyle biten, başkalarının benzerini
getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır."
II tarihi:
Hz.
Peygamber kırk yaşına geldiğinde kendisinde bazı haller zuhur etmeye başladı.Bu
birkaç yıl devam ettikten sonra Cebrail (as.) kendisine gelerek ona ''oku''
dedi ve böylece ilk vahiy nazil olmuş bulundu. Dehşete kapılan Hz. Peygamber
eşi ile birlikte Varaka b. Nevfel'e gitti. Onun açıklamalarından sonra Hz. Muhammed
kendisinin peygamberlikle görevlendirildiğini anladı. Alak sûresinin ilk
beşâyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu dönemin süresi
hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir.
Bu Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri
olmuştur. Kur'an'ın ilk ve son ayetlerinin hangileri olduğu ihtilaflıdır.
Yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir.
Kur'an peyderpey indirilmeye başlıyor, Hz. Peygamber de gelen vahyi katiplere
yazdırıyordu. Kur'an Hz. Peygamber zamanında iki kapak arasınada değildi.
Yemame savaşında birçok hafızın vefat etmiş olması Hz. Ömer'i harekete
geçirmişve Kur'an'ın cem edilmesi noktasında Hz. Ebu Bekir(r.a.)'e teklif
sunmuş. Hz. Ebu Bekir bunu başta kabul etmese de sonra kalbi tatmin oldu ve
kur'an cem edildi. Hz Osman döneminde kıraat ıhtilaflarını berteraf etmek için
Kureyşkıraatı esas alınarak kur'an çoğaltılarak farklı coğrafyalara dağıtıldı.
Bu mushafta noktalama ve harekeleme bulunmadığından dolayı yine okuma
hatalarıoluşmuş. Bundan dolayı Halife Abdülmelik b. Mer-vân döneminde mushaf
baştan sona kadar harekelenmiştir.
III Tertibi:
Kur'an ayet
ve surelerden oluşur. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve
Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır. Âyetlerin tertibi
vahye dayalıdır. Buna dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem
arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin
karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez.
IV Mahiyeti:
Kur'ân-ıKerîm
"Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kur'an'a muhatap olan insanlar,
onu başından itibaren Hz. Peygamber'in kendilerine tebliğ ettiği ve onlara
ulaştığı haliyle kavramış ve öylece kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in Hz.
Peygamber'e inzal edildiği, kendi başına bir mucize olduğu, mushaflara
yazıldığı, hafızalarda korunduğu, okunması ile ibadet edildiği ve tevâtüren
nakledildiği belirtilir. Kelâm ilminde Kur'an'ın mahiyeti hakkındaki
tartışmalar, esas itibariyle doğrudan doğruya Kur'ân hakkında olmayıp Allah'ın
sıfatlarıyla ilgilidir. Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair
görüşayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp
Allah'ın sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. V.
yüzyıldan sonra Allah'ın sıfatlarının zâtının ne aynı ne de gayri, ancak zâtı
ile kâim ezelî ve ebedî sıfatlar olduğu üzerinde genel bir ittifak sağlanmıştır.
Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi,
onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde
kalmasını ve zaman içerisinde toplumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere
rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza
etmesini sağlamıştır. Ayrıca Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun
okunması ve dinlenmesidir. Bundan dolayı Kur'an okuma ve dinleme müslüman olmanın
ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
V Muhtevası:
Kur'ân-ıKerîm,
Hz. Peygamber'in İlk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve
davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hal ve şartlara
göre farklı zamanlarda âyet veya sûre şeklinde nazil olduğundan, konu
bütünlüğü oluşturacak şekilde bir sıra izlemediği gibi mevcut mushaflardaki
sûrelerin bizzat Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra
dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir
yapıarzetmemektedir.
Mekki
sureler:
Bu dönemde
nazil olan sûrelerde genellikle tevhid ve âhiret konuları hakkında insanın
bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmolojik ve
psikolojik deliller gösterilir ve insanlar akıllarını kullanarak bunlardan yararlanmaya
çağrılır. Bir yandan Allah'ın, üstün kudretiyle yaratıp yönetmesinde eşsiz ve
ortaksız olduğu belirtilerek O'nun dışındaki herhangi bir varlığa tanrılık
isnat edilmesinin anlamsızlığı ortaya konmakta, öte yandan O'nun lütuf ve
kereminin genişliği anlatılarak hem insanların yalnız O'na minnet duyup kulluk
etmeleri, hem de tamamen O'nun ihsanından ibaret olan ellerindeki nimetlerden
başkalarını da yararlandırmaları gerektiği ifade edilmektedir. Mekki surelerde
diyalektik bir yöntem hakimdir. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin
gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin
genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. "Dinin ana
gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak
görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle
fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır. Daha
çok Mekke döneminin ortalarında nazil olmaya başlayan ve hacimleri gittikçe
genişleyen sûrelerde Araplar'ın en azından bir kısmı hakkında bilgi sahibi
oldukları Nûh kavmi. Ad, Semûd. İsrâiloğulları gibi eski kavimlerle onlara
gönderilmiş olan peygamberlerin hayatından ibret ve ders almaya değer bilgiler
verilerek Hz. Muhammed'in davet ettiği dindeki temel ilkelerin bütün
peygamberlerin tebliğlerinde yer almış evrensel ilâhî hakikatler olduğu
belirtilmiştir.
Medeni
sureler:
Medenî
sûrelerde Mekkî sûrelerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanında ibadetler
ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır. Seksen sekiz yerde tekrar edilen
"ey iman edenler" şeklindeki hitap tarzının tamamı Medine'de inen
âyetlerde yer almaktadır. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde
giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiyde gittikçe
artan ölçüde normatif bir değer kazanmıştır. Bakara ve Âl-i İmrân olmak üzere
bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba,
onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir. Münafıklar ile ilgili
meseleler Medenî sûrelerin muhtevasında ağırlık kazanmıştır. Medeni surelerde
savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.
VIİcazı ve
Üslubu:
Hz.
Muhammed, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu ve Allah katından vahiy aldığınıinsanlara
ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin
aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti giderek
artan bir muhalefet hareketi başlatmışlardı. Hz Peygambere olmadık iftiralar
ettiler. Fakat bu iftiraların ne kadar tutarsız olduğunu kendileri de çok iyi
biliyordu. Hz. Muhammed'in en büyük mucizesi ise Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'an,
kendisinin mucize oluşunu Allah'tan başka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini
bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak suretiyle ispat etmiştir.
Nitekim inkâr edenlerden Kur'an'ın bir süresinin benzerini getirmeleri
istenmiştir.
Kur'an'ın
dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır: 1. Mevcut edebî şekillerden
farklı oluşu. 2.Lafız ve mâna
dengesi. 3.Gönüllere tesir
edişi. 4.Ses ve terkip
nizamında ortaya çıkan ahenk. 5.
Edebî tasvir. 6. Edebî türlerin
hepsinde mükemmel oluşu. 7.Aynıanda
farklı seviyelere hitap etmesi. 8.Akla
ve duyguya dengeli olarak hitap etmesi.
Kur'an'ın
açıklanması:
Tefsir ilminin
öncelikli görevi Kur'an ibaresinin zahirî mânasını vermektir. Bunun için
dilbilimin metotlarını kullanmıştır. Fakat sadece bu metot yeterli değildir.
Ayetin siyak-sibakı da göz önünde bulundurulması gerekir. Ayrıca Kur'an'ın
bütünü içinde kendine has bir kavram dünyası bulunmakta, Kur'ân-ı Kerîm'in
açıklanması bu kavram dünyasının çözümlenmesini de gerektirmektedir.
Kur'an'ın, öğretisini belli bir tarih diliminde Hicaz bölgesinde yaşayan belli
bir nesle ve o neslin diliyle aktardığı düşünüldüğünde onun anlaşılması için
kullandığı Arapça'yı ayrıntılarıyla bilmenin Önemi hemen ortaya çıkar. İslâm
Öncesi Arap toplumlarındaki sosyal yapı ve ilişki biçimlerinin bilinmesi,
Kur'an'ın nasıl bir topluma hitap ettiği konusunda değerli açılımlar
kazandıracak bir Önem taşır. Kur'an'ın gönderildiği Hicaz'daki VII. yüzyıl Arap
topluluğunun Arapça'sını aktarması beklenen sözlükler de müfessirlerin
vazgeçilmez kaynaklan arasında bulunacaktır. Âyetlerin nazilolduğu ortam ve
şartlar hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu
olayları meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde
belirlemek, yapılması gereken en önemli işlerden birisidir. Bununla birlikte
hadis külliyatimiz ve tarihi verilerden de muhakkak istifade edilmesi gerekir.
Kur'an
ilimleri:
Kur'an
ilimleri, Kur'an'la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur'an ilimleri
Kur'an'ın vahyi, nü.zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması,
hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı,
âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşâbihi hakkındaki
disiplinleri kapsar. Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği
döneme kadar gider. Çünkü ilk âyetin nazil oluşundan bahseden Hz. Peygamber
vahyin nasıl geldiğini ve vahiy meleğinin durumunu da açıklamıştır.
Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam
etmiştir. Sahâbîler Kur'an'la ilgili sorulan cevaplandırırken Hz. Peygamber'den
öğrendikleri açıklamalara, burada yeterli bilgi bulamadıklarında Arap dili ve
şiirine başvuruyor, şahsî görüşlerini en sona bırakıyorlardı.
Kur'an ile
ilgili fıkhi hükümler:
Fıkıh ilim
dalında Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması
ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır. Bu
konuların her birinde ulemanın görüşleri zikredilmiştir. Bu görüşlerin her
birinin ödeve aktarılmasını gerekli görmedim.
Literatür:
A) tefsirler
1. Rivayet Tefsirleri. Resul-İ Ekrem'inve
ashabın Kur'an yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alınan
herhangi bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı
tefsir kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir. Bunların en meşhuru
Fîrû-zâbâdî tarafından derlenen İbn Abbas tefsiridir.
2. Dirayet Tefsirleri. Tarihi eski olmakla
birlikte gelişmesi rivayet metodundan sonraya kalan dirayet metoduna göre
yazılmış tefsirlerin ilk Örnekleri Mutezile ekolü âlimlerince kaleme
alınmıştır. II. (Vlll.) yüzyıldan itibaren telif edilen lugavî tefsirleri bu
kategori içerisine almak mümkündür. İşârîve bâtınî tefsirler geniş anlamda
dirayet yönteminin ürünleri sayılırsa da bunların dirayetin ana çizgisinden
farklı özellikleri bulunmaktadır.
3. Lugavî Tefsirler. II. (VIII.) yüzyılın ortalarından
itibaren Arap dili üzerine yapılan köklü çalışmalar, Kur'an dilini tanıma ve
Kur'an'ı dil bakımından yorumlama gibi hususları da içine almış, ilk dilcilerin
pek çoğu aynı zamanda Kur'an'm dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yapmıştır.
4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler. Tasavvufehli
Kur'an tefsirinde bâtını yorumlan öne çıkarmıştır. Tefsir ilminde bir otorite
ve tasavvuf tarihinde önemli şahsiyetlerden biri kabul edilen Hasan-ı Basrî,
bâtını yorumları öne çıkarmamakla birlikte bazı açıklamaları sebebiyle ilk
dönem işârî tefsirlerinde görüşlerine geniş yer verilmiştir.
5. Mezhebi Tefsirler. Ehl-i sünnet dl-şında
yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla katkıda bulunan ekol
Mu'tezile olmuştur. Bu mezhebin hareketi uzun soluklu olmamışsa da ilk dönemde
yazılan dirayet tefsirleri içerisinde önemli bir yeri vardır.
6.İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler. Batl'-da
gözlenen bilimsel ve sosyolojik gelişmeler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yansından
itibaren yazılan Kur'an tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir.
7.Ahkâm Âyetleri Tefsirleri. Kur'an'in yalnız
ahkâma dair âyetleri üzerine yazılan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir. Konuyla
ilgili ilk sistematik eser Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsîrü'l-hamsi mi'e öye
mine'I-Kur'ân'ıdır.
C) Batı'da
kur'an ve tefsir araştırmaları
Başlangıçtan
XIX. yüzyıla kadar yapılan çalışmalarda en temel konu Hz. Peygamber'in
kişiliği ve onun Kur'an'la ilişkisi olmuş, Kur'an ise ilâhî kaynaklı olmayan ve
Hz. Muhammed'le ona yardım edenler tarafından uydurulan bir kitap olarak
nitelendirilmiştir. Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e yönelik olarakXVIII. yüzyılın
sonuna kadar devam eden katı eleştiriler XIX. yüzyılda yeni bir üslûp tarzına
bürünmüştür. Özü aynı olmakla birlikte daha bilimsel ve objektif görünen bu
tarz, diyaloga zemin hazırlamanın bir yolu olarak kullanılmıştır.
Kur'an madessi
Tarif ve isimleri
Kur'ân
kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır. Bu görüşleri,
kelimenin hemzesiz ve hemzelî olduğunu savunanlar olarak iki grupta ele almak mümkündür.
Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr
et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı
Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân isminin
"kara'e" fiilinden türeyen hemzeli bir kelime olduğu
görüşündedir.Kur'an son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş
özel isimdir. İbn Abbas kelimenin masdar olan "kur'ân"ın
"açıklamak, beyan etmek" mânasına geldiğini söylerken Katâde b.
Diâme ve Zeccâc, "toplamak ve bir araya getirmek" anlamında olduğunu
ifade ederler. Taberî her iki görüşün de Arap dilinde yerinin olduğunu belirtmekle
birlikte bu görüşlerden İbn Ab-bas'a ait olanı tercih eder. Kur'an'ın terim
anlamı: "Kur'an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen
bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan,
tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs
süresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz
bir kelâmdır."
Tarihi
Hz. Peygamber
kırk yaşına geldiğinde kendisinde bazı haller zuhur etmeye başladı. Bu birkaç
yıl devam ettikten sonra Cebrail (as.) kendisine gelerek ona ''oku'' dedi ve
böylece ilk vahiy nazil olmuş bulundu. Dehşete kapılan Hz. Peygamber eşi ile
birlikte Varaka b. Nevfel'e gitti. Onun açıklamalarından sonra Hz. Muhammed
kendisinin peygamberlikle görevlendirildiğini anladı. Alak sûresinin ilk beş
âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu Fetret döneminden
sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur. Kur'an'ın ilk
ve son ayetlerinin hangileri olduğu ihtilaflıdır. Yaygın olan görüşe göre
sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Kur'an peyderpey
indirilmeye başlıyor, Hz. Peygamber de gelen vahyi katiplere yazdırıyordu.
Kur'an Hz. Peygamber zamanında iki kapak arasınada değildi. Yemame savaşında
birçok hafızın vefat etmiş olması Hz. Ömer'i harekete geçirmiş ve Kur'an'ın cem
edilmesi noktasında Hz. Ebu Bekir(r.a.)'e teklif sunmuş. Hz. Ebu Bekir bunu
başta kabul etmese de sonra kalbi tatmin oldu ve kur'an cem edildi. Hz. Osman
döneminde kıraat ihtilaflarını berteraf etmek için Kureyş kıraatı esas alınarak
kur'an çoğaltılarak farklı coğrafyalara dağıtıldı. Bu mushafta noktalama ve
harekeleme bulunmadığından dolayı yine okuma hataları oluşmuş. Bundan dolayı
Halife Abdülmelik b. Mer-vân döneminde mushaf baştan sona kadar harekelenmiştir.
Tertibi
Kur'an ayet
ve surelerden oluşur. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve
Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır. Âyetlerin tertibi
vahye dayalıdır. Buna dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem
arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin
karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez.
Mahiyeti
Kur'ân-ı
Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kur'an'a muhatap olan
insanlar, onu başından itibaren Hz. Peygamber'in kendilerine tebliğ ettiği ve
onlara ulaştığı haliyle kavramış ve öylece kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in
Hz. Peygamber'e inzal edildiği, kendi başına bir mucize olduğu, mushaflara
yazıldığı, hafızalarda korunduğu, okunması ile ibadet edildiği ve tevâtüren
nakledildiği belirtilir. Kelâm ilminde Kur'an'ın mahiyeti hakkındaki
tartışmalar, esas itibariyle doğrudan doğruya Kur'ân hakkında olmayıp Allah'ın
sıfatlarıyla ilgilidir. Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş
ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın
sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. V. yüzyıldan
sonra Allah'ın sıfatlarının zâtının ne aynı ne de gayri, ancak zâtı ile kâim
ezelî ve ebedî sıfatlar olduğu üzerinde genel bir ittifak sağlanmıştır.
Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi,
onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde
kalmasını ve zaman içerisinde toplumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere
rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza
etmesini sağlamıştır. Ayrıca Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun
okunması ve dinlenmesidir. Bundan dolayı Kur'an okuma ve dinleme müslüman olmanın
ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Muhtevası
Kur'ân-ı
Kerîm, Hz. Peygamber'in İlk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve
davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hal ve şartlara
göre farklı zamanlarda âyet veya sûre şeklinde nazil olduğundan, konu bütünlüğü
oluşturacak şekilde bir sıra izlemediği gibi mevcut mushaflardaki sûrelerin
bizzat Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de
sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemektedir.
Mekki sureler
Bu dönemde
nazil olan sûrelerde genellikle tevhid ve âhiret konuları hakkında insanın
bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmolojik ve
psikolojik deliller gösterilir ve insanlar akıllarını kullanarak bunlardan yararlanmaya
çağrılır. Bir yandan Allah'ın, üstün kudretiyle yaratıp yönetmesinde eşsiz ve
ortaksız olduğu belirtilerek O'nun dışındaki herhangi bir varlığa tanrılık
isnat edilmesinin anlamsızlığı ortaya konmakta, öte yandan O'nun lütuf ve
kereminin genişliği anlatılarak hem insanların yalnız O'na minnet duyup kulluk
etmeleri, hem de tamamen O'nun ihsanından ibaret olan ellerindeki nimetlerden
başkalarını da yararlandırmaları gerektiği ifade edilmektedir. Mekki surelerde
diyalektik bir yöntem hakimdir. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin
gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin
genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. "Dinin ana
gayeleri" denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can,
akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk
prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır. Daha çok Mekke
döneminin ortalarında nazil olmaya başlayan ve hacimleri gittikçe genişleyen
sûrelerde Araplar'ın en azından bir kısmı hakkında bilgi sahibi oldukları Nûh
kavmi. Ad, Semûd. İsrâiloğulları gibi eski kavimlerle onlara gönderilmiş olan
peygamberlerin hayatından ibret ve ders almaya değer bilgiler verilerek Hz.
Muhammed'in davet ettiği dindeki temel ilkelerin bütün peygamberlerin
tebliğlerinde yer almış evrensel ilâhî hakikatler olduğu belirtilmiştir.
Medeni sureler
Medenî
sûrelerde Mekkî sûrelerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanında ibadetler
ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır. Seksen sekiz yerde tekrar edilen
"ey iman edenler" şeklindeki hitap tarzının tamamı Medine'de inen
âyetlerde yer almaktadır. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde
giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiyde gittikçe artan
ölçüde normatif bir değer kazanmıştır. Bakara ve Âl-i İmrân olmak üzere bu dönemde
inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihlerine
oldukça geniş yer verilmiştir. Münafıklar ile ilgili meseleler Medenî sûrelerin
muhtevasında ağırlık kazanmıştır. Medeni surelerde savaş hükümlerine ve
diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.
İcazı ve Üslubu
Hz. Muhammed,
kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu ve Allah katından vahiy aldığını
insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle
Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti giderek
artan bir muhalefet hareketi başlatmışlardı. Hz Peygambere olmadık iftiralar
ettiler. Fakat bu iftiraların ne kadar tutarsız olduğunu kendileri de çok iyi
biliyordu. Hz. Muhammed'in en büyük mucizesi ise Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'an,
kendisinin mucize oluşunu Allah'tan başka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini
bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak suretiyle ispat etmiştir.
Nitekim inkâr edenlerden Kur'an'ın bir süresinin benzerini getirmeleri
istenmiştir.
Kur'an'ın
dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır: 1. Mevcut edebî şekillerden farklı
oluşu. 2. Lafız ve mâna dengesi. 3. Gönüllere tesir edişi. 4. Ses ve terkip nizamında ortaya çıkan
ahenk. 5. Edebî tasvir. 6.
Edebî türlerin hepsinde mükemmel oluşu. 7.Aynı anda farklı
seviyelere hitap etmesi. 8. Akla ve duyguya dengeli olarak hitap
etmesi.
Kur'an'ın açıklanması
Tefsir
ilminin öncelikli görevi Kur'an ibaresinin zahirî mânasını vermektir. Bunun
için dilbilimin metotlarını kullanmıştır. Fakat sadece bu metot yeterli
değildir. Ayetin siyak-sibakı da göz önünde bulundurulması gerekir. Ayrıca Kur'an'ın bütünü içinde kendine
has bir kavram dünyası bulunmakta, Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanması bu kavram
dünyasının çözümlenmesini de gerektirmektedir. Kur'an'ın, öğretisini belli bir
tarih diliminde Hicaz bölgesinde yaşayan belli bir nesle ve o neslin diliyle
aktardığı düşünüldüğünde onun anlaşılması için kullandığı Arapça'yı
ayrıntılarıyla bilmenin Önemi hemen ortaya çıkar. İslâm Öncesi Arap
toplumlarındaki sosyal yapı ve ilişki biçimlerinin bilinmesi, Kur'an'ın nasıl
bir topluma hitap ettiği konusunda değerli açılımlar kazandıracak bir Önem
taşır. Kur'an'ın gönderildiği
Hicaz'daki VII. yüzyıl Arap topluluğunun Arapça'sını aktarması beklenen
sözlükler de müfessirlerin vazgeçilmez kaynaklan arasında bulunacaktır.
Âyetlerin nazil olduğu ortam ve
şartlar hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu
olayları meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde
belirlemek, yapılması gereken en önemli işlerden birisidir. Bununla birlikte
hadis külliyatimiz ve tarihi verilerden de muhakkak istifade edilmesi gerekir.
Kur'an ilimleri
Kur'an
ilimleri, Kur'an'la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur'an
ilimleri Kur'an'ın vahyi, nü.zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması,
çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil,
üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşâbihi
hakkındaki disiplinleri kapsar.Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri
Kur'an'ın indiği döneme kadar gider. Çünkü ilk âyetin nazil oluşundan bahseden
Hz. Peygamber vahyin nasıl geldiğini ve vahiy meleğinin durumunu da açıklamıştır. Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an
üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Sahâbîler Kur'an'la ilgili
sorulan cevaplandırırken Hz. Peygamber'den öğrendikleri açıklamalara, burada
yeterli bilgi bulamadıklarında Arap dili ve şiirine başvuruyor, şahsî
görüşlerini en sona bırakıyorlardı.
Kur'an ile ilgili fıkhi hükümler
Fıkıh ilim
dalında Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması
ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır. Bu
konuların her birinde ulemanın görüşleri zikredilmiştir. Bu görüşlerin her
birinin ödeve aktarılmasını gerekli görmedim.
Literatür
A) tefsirler
1. Rivayet
Tefsirleri. Resul-İ Ekrem'in ve
ashabın Kur'an yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alınan
herhangi bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı
tefsir kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir. Bunların en meşhuru Fîrû-zâbâdî
tarafından derlenen İbn Abbas tefsiridir.
2. Dirayet
Tefsirleri. Tarihi eski olmakla birlikte gelişmesi rivayet metodundan sonraya
kalan dirayet metoduna göre yazılmış tefsirlerin ilk Örnekleri Mutezile ekolü
âlimlerince kaleme alınmıştır. II. (Vlll.) yüzyıldan itibaren telif edilen
lugavî tefsirleri bu kategori içerisine almak mümkündür. İşârîve bâtınî
tefsirler geniş anlamda dirayet yönteminin ürünleri sayılırsa da bunların
dirayetin ana çizgisinden farklı özellikleri bulunmaktadır.
3. Lugavî Tefsirler. II. (VIII.) yüzyılın ortalarından itibaren
Arap dili üzerine yapılan köklü çalışmalar, Kur'an dilini tanıma ve Kur'an'ı
dil bakımından yorumlama gibi hususları da içine almış, ilk dilcilerin pek
çoğu aynı zamanda Kur'an'm dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yapmıştır.
4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler. Tasavvuf ehli Kur'an tefsirinde bâtını yorumlan
öne çıkarmıştır. Tefsir ilminde bir otorite ve tasavvuf tarihinde önemli
şahsiyetlerden biri kabul edilen Hasan-ı Basrî, bâtını yorumları öne
çıkarmamakla birlikte bazı açıklamaları sebebiyle ilk dönem işârî tefsirlerinde
görüşlerine geniş yer verilmiştir.
5. Mezhebi Tefsirler.
Ehl-i sünnet dl-şında yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla
katkıda bulunan ekol Mu'tezile olmuştur. Bu mezhebin hareketi uzun soluklu
olmamışsa da ilk dönemde yazılan dirayet tefsirleri içerisinde önemli bir
yeri vardır.
6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler. Batl'-da gözlenen bilimsel ve
sosyolojik gelişmeler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yansından itibaren
yazılan Kur'an tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir.
7. Ahkâm Âyetleri Tefsirleri. Kur'an'in yalnız ahkâma dair âyetleri
üzerine yazılan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir. Konuyla ilgili ilk
sistematik eser Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsîrü'l-hamsi mi'e öye
mine'I-Kur'ân'ıdır.
C) Batı'da kur'an ve tefsir araştırmaları
Başlangıçtan
XIX. yüzyıla kadar yapılan çalışmalarda en temel konu Hz. Peygamber'in
kişiliği ve onun Kur'an'la ilişkisi olmuş, Kur'an ise ilâhî kaynaklı olmayan ve
Hz. Muhammed'le ona yardım edenler tarafından uydurulan bir kitap olarak
nitelendirilmiştir. Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e yönelik olarakXVIII. yüzyılın
sonuna kadar devam eden katı eleştiriler XIX. yüzyılda yeni bir üslûp tarzına
bürünmüştür. Özü aynı olmakla birlikte daha bilimsel ve objektif görünen bu
tarz, diyaloga zemin hazırlamanın bir yolu olarak kullanılmıştır.
Kur’an-ı Kerim
Son vahiy dini olan İslâm'ın kutsal kitabı. Kur'ân,
tercih edilen görüşe göre, "karae" fiilinden edilen bir mastar olup,
Allâh'ın son kitabına özel ad olmuştur. Kök anlamı; okumak, toplamak, bir araya
getirmek demektir.
Kur'ân-ı Kerim'in özlü tarifi şöyledir: Yüce Allah,
tarafından Hz. Muhammed'e arapça olarak indirilmiş, bize kadar tevatür yoluyla
nakledilmiş, mushaflarda yazılı, Fatiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile sona
eren kelâmıdır.
Kur'ân-ı Kerim'in, Hz Muhammed'in risaletinin başında
ilk inen âyetleri şunlardır: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir
kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin, kalemle öğreten, insana bilmediğini
bildiren en büyük kerem sahibidir" (el-Alâk, 96/1-5). İlk inen âyetlerin
inananları okumaya, öğrenmeye, yazmağa ve araştırmaya çağırması ilim için büyük
teşvik mesajı taşır.
İslâm'ın kutsal kitabının özel adı olan Kur'an
kelimesi, Cenab-ı Hak tarafından altmış sekiz kadar âyette kullanılır.
İslâm hukukunda Kur'ân için daha çok "Kitap" ismi kullanılır. Birçok
âyette "el-Kitâb" kelimesinin Kur'ân-ı Kerîm anlamında kullanıldığı
görülür "Elif. Lâm. Mîm. Bu o kitaptır ki, kendisinde (Allah tarafından
gönderildiğinde) hiç şüphe yoktur" (el-Bakara, 2/1). Bundan başka çeşitli
âyetlerde Kur'ân için başka isimler de kullanılmıştır.
Kur'ân'ın Toplanması:
Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sağlığında Kur'an'ın bütününü
yazmıştır. İnen her âyeti bizzat Hz. Peygamber tarafından vahiy katiplerine
okunur, onlar da yerlerine yazarlardı. Hz. Peygamber, vahyi ezberleyenler
yanında, onu bir de yanlışsız olarak yazabilecek kâtipler edinmiş ve kendisine
bir âyet nazil olduğu zaman, onu bu katipler aracılığıyla yazdırmıştır. Hz. Ebu
Bekir, Ömer b. Hattab, Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, Zubeyr b. el-Avvâm,
Ubeyy ibn Ka'b, Zeyd b. Sâbit, Muâviye b. Ebî Süfyan, Muhammed b. Mesleme, Eban
b. Sa'd, Hz. Peygambere vahiy katipliği yapan sahabilerden bazılarıdır.
Kur’an-ı Kerim Yüz on dört sûre, altıbin altıyüz altmış
altı âyetten müteşekkildir. Kur'an-ı Kerim Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs
sûresi ile son bulmuştur. Ondört yerinde tilâvet secdesi yer almaktadır.
Kur'an sûreleri bazen bir bütün olarak bazen de
bölümler halinde indirildi. Bazı sûreleri Mekke'de inmesi dolayısıyla
"Mekkî", bazıları Medine'de indirildiklerinden "Medenî"
diye nitelendirilmiş ve yirmi iki yılda tamamlanmıştır.
Hz. Ömer devrinde Kur'an öğretimine hız verildi. Gerek
Medine'de gerekse sınırları günden güne genişleyen İslam Devletinin diğer
merkezlerinde en sıhhatli kaynak olan hâfiz sahabilerin öğretmen ve gözetmenliğinde
pek çok hâfız yetiştirilmiştir. Fakat zamanla fetihlerin hız kazanması ve yeni
fethedilen yerlerde ortaya çıkan kavim ve kabilelerin müslüman oluşu farklı
şive ve lehçelere göre okuyuş ayrılıklarını ortaya çıkarmıştır.
Hz. Osman (r.a) tarafından değişik vilâyet merkezlerine
gönderilen nüshalar asırların geçmesiyle kayboldu. Günümüzde halen onlardan bir
tanesi İstanbul Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası Taşkent'te
bulunmaktadır.
Kur'an yirmi üç yılda parça parça indirilmiştir. On üç
yıl kadar süren Mekke döneminde inen âyet ve sûreler daha çok İslâm inanç ve
ahlâkı ile ilgili konuları kapsar. Allah'ın birliğine, meleklere, peygambere,
kitaplara ve âhiret gününe iman gibi. Hz. Âdem (a.s)'den beri gelen tevhid
inancı işlenir. Allah'a ortak koşma ile mücadele edilir ve geçmiş milletlerden
ibretli kıssalar anlatılır.
Kur'an-ı Kerim'de yer alan hükümler insanların gücü
yeteceği ölçüdedir. Ayette şöyle buyurulur: "Allah hiçbir kimseye gücünün
yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286)
Hükümlerde başka bir özellik de kolaylık prensibidir. "Allah size kolaylık
diler. Size güçlük istemez" (el-Bakara, 2/185, ayrıca şu ayetlere bakınız:
el-Bakara, 2/286, Âlu İmran, 3/159)
Ayetlerin olaylar üzerine inişi, tam ihtiyaç sırasında
gelişi, toplumda gerekli etkiyi göstermesine yardımcı olmuştur. Bu yüzden,
ayetlerin iniş sebepleri (esbab-ü nüzul). Kur'an tefsirlerinde önemli bi alt
yapı oluşturmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm bir benzeri yazılamayan, en üstün edebiyat ve üslûp
özelliklerine sahiptir. Yanlız Araplar için değil, yeryüzündeki tüm insanları
doğru yola iletmek için gelmiştir.
Kur'an-ı Kerim'in içine aldığı hükümler; ibadetler, muâmeleler ve cezâ olmak
üzere genel olarak üçe ayrılır. İnsanın okuyup, düşünüp, anlayıp hayatını
İslam’a uygun şekilde sürdürmesini sağlar.
I.
Tarifi
ve İsimleri
- Kur’an kelimesinin kökü konusunda görüşler
ikiye ayrılır: hemzeli ve hemzesiz olduğunu savunanlar
- Hemzesiz olduğunu savunanlar:
her hangi bir kökünün olmadığını, Allah tarafından verilen özel isim olduğunu
savunurlar
- Hemzeli olduğunu savunanlar:
‘’kara’e’’ kökünden geldiğini savunurlar, ancak okumak, toplamak, açıklamak
anlamlarının hangileri doğru olduğu hakkında ihtilaflar vardır
- Tarifi:
‘’Kur’an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde
son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, Mushaflarda yazılan, tevatürle
nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatihe suresiyle başlayıp Nas suresiyle
biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça muciz bir
kelamdır.
- İsimleri:
Mâverdî’ye göre: “el-kur’an, el-furkân, el-kitâb, ez-zikir”
Tâhir b. Âşûr’a göre: “Kur’an, tenzil, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah”
II.
Tarihi
-
Kur’an
610 yılı, Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır
- Hira mağarasında Cebrail (as)’in Hz.
Muhammed (sas)’e yönelttiği “oku” emri ile başlamıştır
- İlk vahiyden sonra “Fetret Dönemi”
başlamış, burada vahiy bir müddet kesilmiştir, daha sonra Müddessir suresi ile
bu dönem sona ermiş, yine vahyin kesilmesi ile bir müddet sonra Du-hâ suresi
nazil olmuştur
- Peyderpey indirilmesinin hikmetleri
arasında;
Toplumun vahye olan ilgisinin canlı tutulması, Hz. Muhammed (sas)’e olan
bağlılığın vefatına kadar sürdürülmesi, eğitim ve uygulama kolaylığı sağlamak
için hükümlerde tedriciliğin gözetilmesi, toplum hayatındaki önceliklerin
belirlenmesi, vahye karşı düşmanlık besleyenlere zaman tanınarak gönüllerinin
kazanılması, sayılabilir
-
Hicret
öncesi inen ayetlere Mekkî (86 sure), hicret sonrası inen ayetlere ise Medenî
(28 sure) ayetler denmiştir
(Mekkî sureler içerisinde Medenî, Medenî sureler içerisinde de Mekkî ayetler
bulunmaktadır)
- Kur’an kendisini “el-kur’an” ve “el-kitâb”
şeklinde tanımlayarak, hem okunan, hem de ya yazılan bir vahiy olduğuna işaret
etmektedir
- Hz. Muhammed (sas) aldığı vahyi ilk önce
insanlara tebliğ etmiş, ardından bunları kâtiplerine yazdırmıştır
- Okuma yazarlığın az olması nedeniyle ezbere
daha çok önem verilmiş, araplar ezberlemekte sıkıntı çekmemişlerdir, ancak
Mekke’nin son dönemlerine doğru okuma yazma bilenlerin sayısı artmış, Medine’de
hem yazı malzemesi hem de yazı bilenlerin sayısı çoğalmıştır
- Hz. Muhammed (sas) zamanında Kur’an iki
kapak arasına alınmamış, bunun sebebi ise vahyin ne zaman biteceğinin
bilinmemesi olarak gösterilmiştir
- O, vefat etmeden önce Kur’an son okuyuşta
karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiştir, böylece Mushaf ortaya çıkmıştır
- Kur’an’ı ezbere bilenlerin bir kısmının
şehit olması, Hz. Ömer (ra)’i Kur’an’ın yok olacağı endişesi kaplamış, Kur’an’ı
kitap haline getirmeyi dönemin halifesi Hz. Ebu Bekir (ra)’e önermiş, o da bu
görevi Zeyd b. Sabit’e vermiş, heyet ile birlikte Kur’an parçaları incelenmiş,
son okunuş da dikkate alınarak Kur’an yazılmıştır
- İlk mushaf Ebu Bekir (ra)’e teslim edilmiş,
onun vefatı sonrası Hz. Ömer (ra)’e devredilmiş, onun vefatıyla da kızı
Hafsa’ya verilmiştir
- İslam coğrafyasının genişlemesi,
mushafların da çoğalmasına neden olmuş, bu bireysel mushaflar Hz. Osman (ra)
tarafından toplatılmış, asıl mushaf çoğaltılarak bölgelere dağıtılmıştır
- Harekesiz yazılan Kur’an Mushaflarının
anlaşılmasında sıkıntıların çıkması ile birlikte, bunlar Mervân tarafından
görevlendirilen ed-Düelî harekelemiştir; fetha için harf üstlerine kırmızı
mürekkepli nokta, esre için harf altlarına bir nokta, ötre için harf önlerine
bir nokta koydurmuş, tenvin ise iki nokta ile gösterilmiştir
-
Günümüzde
kullanılan harekeleri ve diğer noktalama işaretlerini geliştiren Halil b. Ahmed
olmuştur
III.
Tertibi
-
Kur’an
ayetlerden oluşan surelerden oluşur, Kur’an’da 114 sure vardır
- Tevbe Suresi hariç, bütün sureler Besmele
ile başlar; nedeni: Tevbe Suresi’nin müşrik ve kafirlere uyarı ile
başladığından dolayı, besmelenin bu uyarı ile çelişeceği düşüncesi
-
En
kısa sureleri: “Asr”, “Kevser” ve “İhlas” (3er ayet)
-
En
uzun suresi: “Bakara” (286 ayet)
- Surelerin sıralaması Hz. Peygamber’e ait
bir tasarruftur, Cebrail’in isteği doğrultusunda yaptığı yönündeki hadise binaen,
âlimler vahye dayalı olarak ayetlerin tertibinin oluştuğu hususunda fikir
birliği içindedirler
- Kur’an’ın yazılmasında da bu tertip esas
alınmıştır
IV.
Mahiyeti
- “Allah kelâmı”
- Kur’an’ın muhtevası haber ve hidayet olarak
ikiye ayrılır; haber, Allah’ın isimleri – sıfatları, ahiret, kıssa, kevni
olanın gerçekleşmesi; hidayet, neyin nasıl yapılması gerektiği -> Kur’an’da
küllî olarak her şeyin bilgisi mevcut
- Fukahalara göre Kur’an, Hz. Peygamber
döneminde tarafından tayin edici olarak kabul edilmiş, daha sonra yaşayanlar
için belirleyici unsur olarak kabul edilmiştir; ayrıca Müslüman hayatında
merkezî bir konuma sahiptir
- Kelamcılara göre Kur’an, Allah kelamı
olması hasebiyle insanüstü kaynağa sahiptir
- Kur’an’ın önemli özellikleri okunması ve
dinlenmesidir
- Kur’an, okuma ve dinleme ilişkisi içinde
sürdürdüğü bir hitaptır
- Kur’an’ın ahengi Arapça bilmeyenleri bile
etkileyecek dâhili bir sanat içerdiğinden dolayı mucizedir; kendisine inanan ve
uyan kişileri ulaştırdığı yüksek ahlak seviyesi, mucize olduğunun en önemli
alametidir
V.
Muhtevası
- Kur’an-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in ilk
muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve davranışlarına, ihtiyaçlarına,
olayların gelişimine vb. değişik hal ve şartlara göre farklı zamanlarda nazil
olduğu için, muhtevası bütününe yayılmıştır
-
Kur’an’ın
muhtevası:
Taberî: “tevhid”, “haberler” ve “kıssalar”
Zemahşerî: “Allah’ı layık olduğu şekliyle tanıtmak”, “ibadet”, “emir” ve
“nehiy”
Râzî: “ilahiyyat”, “meâd”, “nübüvvet”, “kaza” ve “kader”
İbni Arabî: “tevhid”, “tezkir” ve “ahkâm”
a.
Mekkî
Sureler
i. Ağırlıklı olarak Allah’ın birliğine,
kudretine, lütufkârlığına, ahiret gününe, amellerin karşılığı gibi ahiret
meselelerine dair ayetlerle, insanlarda merhamet, feragat duygularını
geliştirmeyi, insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlak bilinci oluşturmayı
hedefleyen ayetler var
ii. Putperestlerin tutumları sertleştikçe,
Mekkî surelerdeki üslup da giderek sertleştiği görülüyor; putperestlerle
mücadeleye giriliyor
iii. İlk nazil olan kısa surelerde geçen özlü
açıklamalar varken, zamanla geniş surelerde detaylara gidilmiştir; ahiret
konusunda aklî deliller getirilmiş, ibadet şuuru için ahlaki olgunluk hazırlanmıştır
iv. Temel hükümlerle fazilet ve ahlak
prensipleri de Mekkî surelerin ağırlıklı konularındandır; sınıf, nesep ve
servet farkı olmaksızın, herkese karşı sevgi, merhamet ve adalet duygusu
vurgulanmıştır
v. Bir kısım Arapların bildiği eski kavimlerle
ve peygamberlerle ibret ve ders almaya yönelik bilgiler verilmiştir;
Peygamberlere eziyet edildiği, ancak o kavimlerin daha sonra helak oldukları
anlatılır
vi. Mekke’nin son dönemlerine doğru Arapların
dışında yeni muhataplar söz konusu; yer yer “Ey insanlar” ibaresi mevcut
vii. Belagat ve fesahat değeri çok yüksek olan
sureler Mekke’de nazil olmuştur
b. Medenî Sureler
i. Genel muhtevası ilahi iradeye dayalı yeni
bir toplum kurmanın inanç ve ahlak temelini oluşturacak ilkelerden oluşur;
ii. Hz. Peygamber’in siyasî liderlik nüfuzuyla
donatılması akabinde, vahiy de normatif değer kazanmıştır; Allah’a ve Resulü’ne
itaat
iii. Medine’de karşılaşılan ilk Yahudiler
olunca, ehl-i kitaba, tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir; Medine
döneminin başlangıcından onlara karşı oldukça yumuşak ifadeler yer alıyorken,
daha sonra problemler doğunca üslubu giderek sertleşiyor; Hristiyanlara yönelik
de yumuşak ifadeler yer alıyorken, teslis inancında diretenler sert bir şekilde
eleştiriliyor
iv. Hz. Peygamber’le açık mücadeleyi göze
alamayan Arap-Yahudi topluluk (“Münafık”) ile ilgili meseleler Medenî surelerin
muhtevasında çoğalmıştır
v. İlk defa Medine’de siyasî ve askerî güce
sahip oldukları için, Müslümanların geçirdikleri savaşlar, sonuçlar, genel
olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir
vi. Medenî surelerin üslubu daha sadedir;
sembolik ifadeler, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık
ağırlık kazanmıştır; Medenî sureler muhteva gereği daha hacimlidir
VI.
İcazı
Ve Üslubu
- Mekkeli putperestlerin Hz. Peygamber’e
hakaret edip, Kur’an’ı kendi yazdığını söylemeleri üzerine, Cebrail vasıtasıyla
Allah katından indirildiği Kur’an’da beyan edilmiştir
- Kur’an en büyük mucize oluşunu Allah’tan
başka hiç kimsenin benzerini gerçekleştiremeyeceğini, böylelikle onlara meydan
okuyarak göstermiştir
- Kur’an’ın icazını ispat üzere meydan okuma
yolunu seçmiştir, bu üç aşamada gerçekleşmiştir: ilk olarak nüzul sırasında
karşı çıkan putperestlerden inen kısmın benzerinin yazılıp getirilmesini
istemiş, bu yapılamayınca on sure hazırlanıp getirilmesi istenmiş, bu da yerine
getirilemeyince, Kur’an’ın bir suresinin benzerinin getirilmesi istenmiştir
a. Dili ve Üslubu
- Apaçık Arap diliyle nazil olmuştur, başta
Kureyş lehçesi ve diğer fasih lehçelerden oluşmuştur
- Anlatımında farklı üsluplarla görmek
mümkündür, uyarı, tehdit ve müjdelerde kendine has üslup farklılıkları göze
çarpmaktadır
- Kaynaklarda Kur’an’ın dili ve üslubu
hakkında belirtilen özelliklerden belli başlıları şunlardır:
i. Mevcut Edebî Şekillerden Farklı Oluşu
ii. Lafız ve Mana Dengesi
iii. Gönüllere Tesir Edişi
iv. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk
v. Edebi Tasvir
vi. Edebi Türlerin Hepsinden Mükemmel Oluşu
vii. Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi
viii. Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi
b. Diğer İcaz Görüşleri
- Gayb alanına ilişkin haber içerir, önceden
bildirilen hadiselerden bazıları şunlardır:
i. Yapılacak bir savaşta Bizanslıların
İranlılara galip geleceği
ii. Bedir Savaşı’nda düşman ordusunun yenilgiye
uğratılacağı
iii. Müslümanların Mescid-i Haram’a güvenle
girecekleri
iv. İnsanların kitleler halinde İslam’ı
benimseyecekleri
v. İslam dininin diğer bütün dinlere üstün
geleceği, vs.
VII. Açıklanması Ve Yorumlanması
- Tefsir disiplinin birinci amacı, ilahi
sözlerin ilk muhatapların iletildiğinde kastettiği belirlemektir
- Yapılması gerekenler: Kur’an’ın dil bilimi
ve metin yönünden tahlil edip, tarih bilgisini ve Kur’an’ın tarihi bağlamını
incelemektir; kaynak olarak: Hadis koleksiyonları ve tarih kaynakları
kullanılmalıdır
- Tefsir çalışmaları ile Kur’an değerlerinin
değişik zamanlara taşınması, ilim için önemli bir meşguliyet alanı oluşturmuştur
VIII. Kur’an İlimleri
- Kur’an ilimleri: vahyi, nüzulü, yazımı,
okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, icazı,
nasih-mensuhu, irabı, dil, üslup, ayet ve hadislerin birbiriyle ilgisi,
muhkem-müteşabih hakkındaki düşünceleri kapsar
IX.
Tercümesi
- Bir kısım kişiler Kur’an’ın tercümesini
zaruri görürken, bir kısım ise başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları
itibariyle muciz olma özelliğini yitireceğini düşünmüşlerdir
- Günümüze kadar birçok dillere çevrilmiştir
X.
Kur’an’la
İlgili Fıkhî Hükümler
- Fıkıh ilminin ana kaynağı olması
münasebetiyle Fıkıh usulünün konusudur
- Kur’an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz
ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması
yönünden ele alınır
- Kur’an öteden beri ibadet niteliğinde bir
davranış olarak görülmüştür
XI.
Kur’an
ve Kitab-ı Mukaddes
- Kronolojik olarak Tevrat, Zebur, İncil’den
sonra gelmiştir
- Bütün peygamberlerin tebliğ ettiklerinden farklı
bir din olmayarak, son tebliğ olma özelliği ile diğerlerini kuşatıcı bir
mahiyete sahiptir
- Tevrat ve İncil hakkında bilgilere sahiptir
- Tevrat ve İncil’de yer alan evrensel
ilkeleri benimsemekte, bunların orijinal şekilleri ne oranda muhafaza edildiği
ve ne denli değişikliklere uğradığı hakkında bilgiler mevcuttur
XII. Edebiyat
- Kur’an, Türk edebiyatına İslam kabulü
sonrası çok etki etmiş, bu etki altında Türk edebiyatı oldukça gelişmiştir
- İlim ve fikrine kaynaklık etmiştir
XIII. Literatür
- Kur’an üzerine yapılan çalışmalar ikiye
ayrılır:
a. Tefsirler
i. Rivayet Tefsirleri
ii. Dirayet Tefsirleri
iii. Lugavi Tefsirler
iv. İşari ve Tasavvufi Tefsirler
v. Mezhebi Tefsirler
vi. İlmi, İçtimai, Edebi Tefsirler
b. Kur’an İlimleri
(toplanıp mushaf haline getirilmesi,
tertibi, muhtevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslubu, icazı, vs.)
Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kur'an'ın muhtevası ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Haber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bilhassa Kur'an'ın, muhataplarını hep geleceğe yönelik bir duruşa sevketmesi ve insanlara matuf bir talep ve davet olması, dolayısıyla inşâî olması onun mahiyetinin bir parçasıdır.
Kur'ân-ı Kerîm’de, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Kur'an'da yer alan konuların tesbiti, konu başlıklarının seçimi, bunların sayılan, muhtevaları, âyetlerin içeriklerine göre değişik konulara dağıtımı gibi hususlarda birbirinden hayli farklı tercih ve tasnifler ortaya çıkmıştır. Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Ebû Bekir İb-nü'I-Arabî, Kur'an'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplar.
A) Mekkî Sûreler
Bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhi-ret gününe ve ba's, haşir, aihret, insanlığın eşitliği âyetler geniş yer tutar. Kur'an bir tek temel vakıa ile ilgileniyordu ki bu da müşriklerin inanç ve yaşayışlarının, beşerî ilişkilerinin gerçeklik, adalet ve dürüstlük ilkelerine göre düzeltil-mesiydi. Bundan dolayı Mekkî sûreler çoğunlukla dışa dönük bir hitap tarzı içeriyor, muhatap alınan toplumu inanç ve ahlâk yönünden aydınlatmayı ve ıslah etmeyi amaçlıyorduB) Medenî Sûreler
Genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak ilkeler". ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır. Medenî sûrelerde tarihî konular ve olaylar içinde bunlar vesile kılınarak evrensel İlkeler ve değerler verilir; insanın inanç ve ahlâk dünyasının düzeltilmesi, bilhassa paylaşma duygusunun güçlendirilmesi amaçlanır. Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak"apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde Arapça'daki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir.
Kur'an'ın Açıklanması:
Kur’an isminin “okumak” anlamına gelen “kara’e” fiilinden türediğini kabul edenler çoğunlukta.
Kur’an’ın terim anlamı: “Kur’an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, Mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça mûciz bir kelamdır.”
Kur’an’ın en meşhur isimleri şunlardır: Kur’an, Tenzil, Kitab, Furkan, Zikr, Vahy, Kelamullah.
Kur’an, Hz. Muhammed’e 40 yaşındayken 610 yılı Ramazan Ayının 27. gecesinde Hira mağarasında Cebrail vasıtasıyla inmeye başlamıştır.
İlk gelen vahiy, Alak suresinin ilk beş ayetidir. Bu ilk vahiyden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu süreye, Fetret dönemi denilmiştir. Fetret döneminin süresi hakkında 15 gün ile 3 yıl arasında değişen farklı süreler nakledilmiştir.
Sureler indirildiği yere bakılmaksızın hicretten önce nazil olan ayet ve sureler Mekkî, hicretten sonra nazil olanlar Medenî şeklinde bir tasnif yapılmıştır. Günümüzde yaygın olan görüşe göre surelerin 86 tanesi Mekkî, 28 tanesi Medenîdir. Bazı Mekkî sureler içinde Medenî ayetler, Medenî sureler içinde de Mekkî ayetler bulunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim ayetlerden ve değişik sayılarda ayetlerin yer aldığı surelerden oluşur. Hz. Osman’ın Mushaflarına göre Kur’an da 114 sure bulunmaktadır. Tevbe suresi dışındaki bütün surelerin başında besmele mevcuttur.
Kur’an’ın en kısa sureleri üçer ayetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun suresi ise 286 ayetten oluşan Bakara’dır.
Âlimler, ayetlerin tertibinin vahye dayalı (tevkifî) olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ayetlerin tertibine dair en önemli delil Kur’an’ın Cebrail ile Resul-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Çünkü içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez.
Kur’an Hz. Muhammed’e verilmiş en büyük mucizedir. Onun nazmının ve üslubunun yanında kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlak seviyesi mucize olmasının en önemli alametlerindendir. Dolayısıyla O’na inananlar, onu daha iyi anlayabilmek için üzerinde araştırma yapmaya gayret sarf edeceklerdir. Ona inanmayanlar ise onu eleştirebilmek, inananları ondan vazgeçirebilmek için onun üzerinde araştırmaya devam edeceklerdir.
Tarifi, İsimleri ve Muhtevası
Kur’ân
kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır:
-
İmam
Safir ve başka âlimlerin de desteklediği bir görüşe göre bir kökten
türememiştir ve “el-kur’ân” Allah tarafından verilmiş özel isimdir.
-
Eebu’l
Hasan el-Eş’ari ile bir gurp alime göre kam kökünden türemiştir ve “bir şeyi
diğerine yaklaştırmak, katmak” anlamındadır
-
Abdullah
b. Abbas ve Elmalılı Muhammed Hamid gibi âlimler “kara’e” fiilinden türeyen
hemzeli bir kelime olduğu görüşündeler. Bu kelimenin mastar anlamları “okumak”,
“toplamak” ve açıklamak” anlamındadır
Kur’an’ın
terim anlamını şu şekilde verebiliriz: "Kur'an, Allah tarafından
Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed'e
indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet
edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süresiyle biten, başkalarının benzerini
getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır."
Kur’an’ın
diğer isimleri ve sıfatları konusunda fikir birliği yoktur. Şeyzeli elli beş
isimden söz eder. Bunlardan birkaçtane zikredecek olursak: kitâb, kur'ân,
kelâm, nûr, hüdâ, rahmet, furkân, şifâ, zikir, kerîm, hikmet, en-nebeü'l-azîm,
ahsenü'l-hadîs, tenzîl, rûh, vahy, beyân, ilm, hak, hedy, îmân, emr, büşrâ,
beşîr, azîz, belâğ, kasas, suhuf, mükerreme.
Kur’an’ın muhtefvasını en güzel şu ayetlerin
mealleri açıklamaktadır: "Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık”,
"Bu kitabı sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı
ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik". Çeşitli tasnifler yapılmış
olsa dahi bizim tercih ettiğimiz tasnif şudur: Tevhid, Nübüvvet, Ahiret, İbadet
ve Ahlak.
-
Kur’an
610 yılı Ramazan ayının 27. Gecesinde inmeye başlamıştır.
-
Hz.
Peygamber 40 yaşında iken hira mağrasında Cebrail gözükür ve alak suresinin ilk
5 ayeti nazil olur.
-
Bundan
sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Fetret diye isimlendirilen bu dönemin
süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler
nakledilmektedir.
-
İlk
hangi surenin indiği ihtilaflı olmakla birlikte bunun Fatiha suresinin olma
ihtimali daha yüksektir.
-
İbn
Abbas’tan gelen rivayete göre Nasr rusesi son inen suredir
-
Kur’an’ın
peyderpey indirilmesindeki hikmeti âlimlere göre insanların sosyolojik ve
psikolojik yapısına uygun olması içindir. Eğitim ve uygulama kolaylığı
sağlamak, toplumun vahye olan ilgisini canlı tutulması ve islama düşman
olanlara müddet tanımak için yararlı olmuştur.
-
Hz.
Peygamber gelen vahiyleri tebliğ ediyor, ardından bunu vahiy kâtiplerine
yazdırıyordu.
-
Kâtipler ayetleri mevcut malzemelr üzerine
yazıyorlardı. Bu malzemelerin en meşhurları şunlardır: develerin kürek ve
kaburga kemikleri, tabaklanmış deri parçaları, yaprak taşları, hurma dalları,
papirüsler.
-
Ayetlerin
sureler içerisindeki tertibi vahye dayalı bulunduğu hususunda âlimlerin birçoğu
fikir birliği içindedir.
-
Hz.
Ebu Bekir döneminde birçok hafızın savaşlarda şehit olmaları Kur’an’ı iki kapak
arasıda toplama kararı alınmış. Bu görev Zeyd b. Sâbit’e verilmiş ve iki kapak
arasındaki bu derlemeye “Mushaf” adı verilmiş. Bu kitap Hz. Ebu Bekir’den sonra
Hz. Ömere, onun vefatı ile kızı Hafsa’ya intikal etmiştir.
-
Hz.
Osman döneminde İslam çoğrafyasının da genişlemesiyle bazı kıraat farklılıkları
ortaya çıkmıştır. Halife Kureyş lehçesini esas alarak Hafsa’dan getirttiği
mushafı çoğalttırdı. Çoğaltılan yedi Kur’an nüshası Mekke, Küfe, Basra, Şam,
Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiş, bir nüsha da Medine’de bırakılmıştır. Hz. Osman
bunların dışında yazılmış özel Mushafları imha edilmesini emretmiştir.
-
Kur’an’ı
ilk zamanlar harekesiz ve noktasızdı. Yanlış okumaların önlenmesi için
Abdülmelik b. Mervan döneminde Ebu’l Esved ed-Düelî Kur’an’ı harekelemiştir.
Halil b. Ahmed ise günümüzde kullanılan hareketelri ve diğer noktalama işlerini
geliştirmiştir.
Kur’an’daki sureler Mekki ve Medeni olarak tasnif edilmektedir:
a)
Mekki
surelerin temel özellikleri:
-
Tevhid
ve ahiret hakkında
-
Fazilet
ve ahlak presnsipleri
-
Ontolojik,
kozmolojik ve psikolojik deliller göstererek aklı kullanmaya davet
-
Makasıdü’ş-şeria
hususunda temel hükümlerle
-
Kısa
hacimli
-
Diyalektik
bir yöntem hâkim. Üslubu putperestlerin tutumuna göre giderek sertleşiyor
-
Yüksek
edebi zevk hâkim
-
“ey
insanlar” diye hatap edilmekte
-
Önceki
peygamberlerden öğütler
b)
Medeni
surelerin temel özellikleri:
-
Siyasi
ve hukuki konular içeren
-
İbadetler
ve muamelat ağırlıklı
-
Ehl-i
kitaba geniş yer verilmiştir
-
Münafıklar
hakkında ayetler
-
Savaş
hükümleri ve kuralları
-
Daha
sade ve sembolik ifadeler
-
Mecaz
ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazanmış
Kur’an nazil
olduğu toplumun dili üzere Arap diliyle nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in
Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da
diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur’an’ın dili ve üslubu hakkında belirtilen
özellikler şunlardır:
1. Mevcut Edebi
Şekillerden Farklı oluşu
2. Lafız ve Mana
Dengesi
3. Gönüllere Tesir
Edişi
4. Ses ve Tertip
Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk
5. Edebi Tasvir
6. Edebi Türlerin
Hepsinde Mükemmel Oluşu
7. AynıAnda Farklı
Seviyelere Hitap Etmesi
8. Akla ve Duyguya
Dengeli Olarak Hitap Etmesi
Kur’an’ı
açıklama ve yorumlama bilimine Tefsir denilmektedir. Bu disiplinin birinci
amacı, ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları
belirlemektir. Bu manada Kuran’ın zahiri manasını verebilmek için dil biliminin
metodlarından yararlanmalı, tarih bilgisini ve Kur’an’ın tarihi bağlamını incelenmesi
gerekmektedir. Bunu yaparken hadis koleksiyonlarından ve tarih kaynaklarından
yararlanılmalıdır.
Kur'an İlimleri
Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider.
Bu ilimler Kur’an’la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsan.
-
Meselâ
astronomi, matematik, biyoloji gibi ilimler Kur'ânî oldukları halde genel
kabule göre Kur'an ilimlerinden değildir.
-
Kur'an
ilimleri Kur'an'ın vahyi, nü’zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması,
çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil,
üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşâbihi
hakkındaki disiplinleri kapsar.
-
Eserlerde
yer alan Kur’an ilimleri şunlardır: Mekkî-Medenîsûreler, esbâb-ı nüzul,
nâ-sih-mensuh, Kur'an'ın isimleri, toplanması, çoğaltılması ve tertibi, sûre
ve âyet bilgileri, münâsebâtü'1-âyât ve's-süver, kıraat ve tecvid bilgileri,
fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, garîbü'l-Kur'ân,
müşkilü'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân,
aksâ-mü'1-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed,
mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih
ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, mü-fessirin âdabı ve
şartları.
Tercümesi
Kur’an’da ve hadislerde Kur’an’ın başka dillere tercümesini emreden yahut
yasaklayan bir ifade yoktur.
Tercümeyi
genel olarak ikiye ayırmak mümkündür:
-
Harfi:
bir dildeki lafızları başka bir dildeki benzer fafızlarla ifade etmek
-
Tefsiri:
Şekli özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille
açıklamak
Herhangi
bir eserin dahi anlam ve içeriğinden hiçbir şey kaybetmeden başka bir dile
çevrilmesi çok güç olduğuna göre Kur’an’ın tercümesi söz konusu edildiğinde bu
güçlüğün ve onun doğurduğu sorumluluğun kat kat artacağı açıktır
Kur'an'ın tercümesi tarihini İslâmiyet'in ilk dönemlerine kadar götürmek mümkündür.
Kur’an’ın tercüme edildiği en eski dillerden biri de Türkçe'dir. Eski
Türkçe Kur'an tercümeleri satır arası ve tefsin olmak üzere ikiye ayrılır.
Kur’an günümüzde birçok dillere tercüme edilmiştir.
Literatür
Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışmalar iki gruba ayrılır:
-
Kur'an'ın
açıklanması ve yorumuyla ilgili eserler
-
Kur'an'ın
toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muhtevası ve özellikleri,
kıraati, dil ve üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden inceleyen
eserler olmak üzere başlıca iki gruba ayrılır.
Bu iki alanda oluşan zengin literatüre Batı'da Kur'an üzerine yapılan
çalışmaları da eklemek gerekir.
Kur’an:
Kök konusunda farklı görüşler vardır:
-
Karn
-
Kara’in
-
Kara’e
Okumak, toplamak, açıklamak, beyân etmek gibi manalar
verilir.
Genel kabul kara’e köküdür.
·
Terim anlamı:
Kur’an Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti
bilinmeyen bir şekilde son Peygamber Hz Muhammed’e indirilen, mushaflarda yazılan,
tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, fatiha ile başlayan, nas
suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı, Arapça muciz
bir kelamdır.
Kur’an farklı isimlerle anılmıştır. Bunlardan bir kaçını
zikredelim: ‘ Kitâb, Kur’ân, Kelam, Hikmet, Nûr, Furkan, Kerim, Beyân, Vahy,
Suhuf, …’
·
Tarih:
Hz Muhammed 40 yaşında iken, yalnız kalıp tefekkür etmek
için Hira mağarasına gidiyordu ve orada azığı bitene kadar kalıyordu.
Bir gün Cebrail geldi ve ona “oku” dedi. “ben okuma bilmem”
diye cevapladı. Ve alak suresinin ilk 5 ayeti o gün nazil oldu.
Dehşete kapılan Hz Muhammed, eşi Hz Hatice’nin yanına
giderek beni örtünüz dedi. Kendine geldiğinde yaşadıklarını anlattı ve Hz
Hatice’nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e gittiler. Varaka Hz Peygamber’e
gelenin ‘namus’ (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa
kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi.
İlk iman eden ise eşi Hz Hatice oldu.
·
Tertibi:
114 sure vardır.
Tevbe suresi hariç, hepsi besmele ile başlar.
Bazı alimler ayetlerin tertibinin vahye dayalı bulunduğunu
düşünür.
Bu tertibe en önemli delil Hz Peygamber’in Cebrail ile
karşılıklı okumalarıdır.
Sahabe arasında bu tertiple ilgili herhangi bir ihtilafla
karşılaşılmamıştır.
·
Mahiyeti:
Kuran Allah kelamı olarak tanımlanır
Kur’an da ‘herşeyin’ bilgisi bulunmaktadır.
‘herşey’ külli olanı ifade eder.
Kur’an varlık ve değer konusundaki ontolojik bir tavra bağlı
olarak anlam kazanmaktadır.
Hareket noktası varlığın ve değerin Allah’la bağlantılı
biçimde anlaşılabileceği ilkesini teşkil eder.
·
Muhtevası:
Mekkî sureler: Allah’ın birliğine, kudretine,
lutufkarlığına, ahiret gününe, amelerin karşılığı gibi ahiret meselelerine dair
ayetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar
bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlak bilinci oluşturmayı
hedefleyen ayetler geniş yer tutar.
Zamanla ayrıntılara girilmeye başlanılıyor.
Mekkî sureler ve ayetlerde fesahat ve belagat değerleri çok
yüksektir.
Putperestlikle ve müşriklerle mücadele ediliyor, bunu ise
aklî ve kozmolojik kanıtlarla mekkî ayetlerde gösteriyor.
Medenî sureler: dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip
sistemleştirilmesi, hem de siyasi ve hukuki yapının oluşturulması süresi başladığından,
ibadetler ve muamelat konularına ağırlık verilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm
Tevrat ve
Incil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmişözel
isimdir.
Kuran Allah tarafindan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyenbir şekilde son Peygamber Hz Muhammed’e indirilen Mushaflarda yazilan, tevatürle
nakledilen, okunmasiyla ibadet edilen, Fatiha sûresiyle başlayıp Nâs sûresiyle
biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir
kelamdır; Hz Osman’ın Mushaflarının hattına uymayan kıraatlere ve kutsî
hadislere Kuran denilemez.
Âlimler Kuran’ın
peyderpey indirilmesindeki hikmetler üzerinde durmuşlar ve bunun Hz
Peygamber’in şahsı ve ümmeti için sağladığı yararlardan söz etmislerdir.
Sûrelerin Mekkî ve Medenî olmasıyla iligili görüşler arasında en fazla kabul
göreni, indiği yere bakmaksızın hicretten önce nâzil olan âyet ve sûrelerin
Mekkî hicretten sonra nâzil olanların Medenî sayılması gerektiği şeklindedir.
Kuran kendisinden bahsederken birçok yerde el kuran el kitab kelimelerini
kullanmıştır. Bu isimler onun hem okunan hem yazılan bir vahiy olduğuna işaret
etmektedir. Vahiy kâtipleri nâzil olan âyetleri develerin kürek kemikleri,
kaburga kemikleri, tabaklanmış deri parçaları vs..
Bazi âyetler özel adlarla anılmış olup
bunların en meşhuru Ayet El Kürsi’dir.
Hz Osman’ın Kuran’ı istinsah ve teksir ettirmesine kadar geçen on beş yıllık
süre içerisinde namazlarda ve Kuran’ı ezberleme çalışmalarında Hz Peygamber’in
vefatından önce belliolan tertip esas alınmış.
Kuran-ı Kerîm Allah kelâmı olarak tanımlanır.
Kuran’da herseyin bilgisi bulunmaktadır; Kuran’in mahiyetiyle ilgili
müzakereler varlik ve deger konusundaki ontolojik bir tavra bagli olarak anlam
kazanmakatadir. Klasik literaturde Kuran’in mahiyeti üzerinde gelisen söylem
buradan hareketle biri fenomenolojik digeri özsel olmak üzere iki kisma
ayrilmaktadir. Kuran’in iki önemli özelliklerinden okunmasi ve dinlenmesidir.
A.
Kur’an’in Açiklanmasi
Kavrama sürecinde tefsir disiplininin ilgi alanina giren açiklama asamasi
Kuran’in anlasilmasi yolunda ilk ve en önemli adimi olusturmaktadir.
1.
Kuran’in dil bilimi ve metin
yönünden tahlili
2.
Tarih bilgisi ve Kuran’in tarihi
baglami
a.
Hadis koleksiyonlari
b.
Tarih kaynaklari
B.
Kuran’in yorumlanmasi
1.
Kuran’in yorumlanmasinda öznellik
sorunu
2.
Kur’an’in degerlerinin günümüze
taşınması
Kuran’la dogrudan ilgili olan disiplinleri
kapsar.
Kuran ilimlerinin dogusu ve temelleri Kuran’in indigi döneme kadar gider. Cunku
ilk ayetin nazil olusundan bahseden Hz Peygamber vahyin nasil geldigini ve
vahiy meleginin durumunu da açiklanmistir.
A. Kuran ve ibadet:
B. Mushafa dokunmada abdest ve gusül şarti
C. Kuran’in ücretle okunmasi ve ögretilmesi
D. Ücretle Kuran okuma
E. Ücretle Kuran ôgretme
F. Kuranla tedavi
Kuranla daha once gelen ve ilahi vahiy oldugu
kuran tarafindan onaylanan kutsal kitaplar arasinda gerek vahyedilme ve
kaydedilmesi istinsah ve günümüze intikali gerekse ûslup ve muhteva yönünden
önemli farkliliklar mevcuttur.
Genellikle üç döneme ayrilarak incelenen turk
edebiyatinin sekil dokuz asirlik en uzun en verimli devresi İslam dini ve
medeniyetle ona hakim vasiflarini kazandiran kuran’in etkisi altinda
gelismistir.
1.
Tefsirler
a. Rivayet tefsirleri
b. Dirayet tefsirleri
c. Lugavi tefsirleri
d.Mezhebi tefsirleri
e. Ilmi içtimai edebi tefsirler
f. Ahkam ayetleri tefsirleri
2.
Kuran ilimleri
3.
Bati’da Kuran ve Tefsir arastirmalari
Tercümeler:
Kur'an'ın bir çok dilde tercüme çalışmaları yapılmıştır.
Bunlar lafzî ve yada manevî diye ikiye ayırabiliriz.
Harfî yada lafzî: nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbirine muvafık olması şartıyla bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir.
Tefsirî yada manevî: asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına sayısına vb şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır.
Yani manaya itibar edilir.
Birçok dilde tercümeler mevcuttur: Almanca, Fransızca, İngilizce, Yunanca, Rusça, Polonyaca, İtalyanca ve daha pek çok dilde çalışmalar vardır.
1.
Kur’an Maddesi
Kur’ân veya Kur’ân-ı Kerîm, İslam dininin Kutsal
Kitabı’dır. İslam'da, Allah tarafından Cebrail isimli melek aracılığıyla İslampeygamberi Muhammed bin Abdullah'a vahiyler şeklinde
indirildiğine inanılır.
İlk halife Ebubekir (632-634) zamanında bir araya getirilen Kur'an
nüshaları, üçüncü halife Osman bin Affan döneminde çoğaltılarak önemli merkezlere gönderilmiştir.
Kuran sözcüğü Arapça QARE'E sözcüğünün
üç harfli mastarıdır.
Kuran “okunan şey “veya “ okumak", Kerîm ise "soylu,
asil" ve "eli açık, cömert" anlamlarına gelir. Kuran
kelimesi, Kur'anın 58 ayetinde geçer. Ayrıca "kur'an" kelimesi
kur'anda "okunan, okuyuş, okuma" "ekli, katlı, derli"
anlamında da kullanılmıştır. "Biz onu, akıl etmeniz için Arapça
okunuşla indirdik." (Yusuf Suresi:
2) "Kuranı okuyacağında kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a
sığın." (Nahl Suresi: 98) "Kuran'dan indirir
olduklarımız, inananlara şifa ve rahmettir..." (İsrâ Suresi:
82).
İslam'da Kuran'ın, Cebrail ve Muhammed'in
birbirlerine karşılıklı okumaları ve sahabilerin ezberlemesiyle korunduğuna inanılır.
Vahyin Muhammed'in ölümüne kadar devam etmesi sebebiyle Muhammed'in sağlığı
sırasında Kuran’ın kitapta toplanmasına imkân yoktu. Vahyin Muhammed'in
ölümünden iki gün öncesine kadar devam ettiğine inanılmaktadır. Kuran sureleri
bazen bir bütün olarak bazen de bölümler halinde yazıldı. Mekke’de yazılanlar
"Mekkî", Medine'de yazılanlar "Medenî" olarak adlandırıldı.
Mekke dönemi
Kur'an yazımında 13 yıl kadar süren
ve Kur'anın hacimsel olarak 2/3 kısmını oluşturan Mekke dönemi "sözlü
kültür dönemi" olarak değerlendirilir. Bu dönemde ayet ve surelerin hemen
yazıya geçirilmesi gibi bir uygulamanın bulunmadığı, sözlü olarak ezberlendiği,
Kur'anın şiirselliğinin ezberlenerek korunmasına yardım ettiği, daha
sonraki hicrete yakın
birkaç yıl ile Medine dönemi olarak ifade edilen yazım döneminde bu hafıza
bilgilerine dayanılarak ayetlerin kayda geçirildiği ifade edilmektedir.
Mekke
döneminde Kuran'a, Kuran'ın Âdem'den
itibaren devam eden tevhid dini ve vahiy zincirinin devamı olduğu ibaresi
eklendi. Mekki ayet ve sureler İslâm inanç
ve ahlâkı ile ilgili konuları kapsar; Allah'ın
birliğine, meleklere, peygambere, kitaplara ve
'ahiret günü'ne
iman gibi konular işlenir, Allah ile eş tutulan putlar reddedilir.
Medine dönemi
Medine'de
yazılan âyet ve sûrelerde daha
çok aile ve devletin tanzimi, insanların birbiriyle veya devletle olan
ilişkilerini düzenleyen şer'i hukukun kuralları, anlaşmalar, barış ve savaş
durumları söz konusu edilir. M.S. 622 tarihinden itibaren bu hükümleri uygulamak için
yeterli güce sahip bir İslâm Devleti, Muhammed yönetiminde, Medine'de
oluşmuştu.
İnanışa göre yükümlülükler Allah tarafından
hafiften ağıra doğru yavaş yavaş 23 yıla yayılarak gönderilmiş, Muhammed ve
arkadaşları bunları uygulamaya geçirmiştir. İslam inanışında bu devrin
özelliği; iyi ve yararlı olanın alınması, kötü ve zararlı olanın
kaldırılmasıdır.
Yaklaşık 23 yıl sürdüğü ifade
edilen vahiyin 2/3 kısmını oluşturan Mekke döneminde
Kur'an büyük ölçüde yazılmamış, ancak hicrete yakın dönemler ile Medine
döneminde yazım işlemi yapılmıştır. Bu yazım materyali de Muhammed'in sağlığında mushaf hale getirilmemiş, değişik kişilerin
kendileri için yazıp sakladıkları parçalar şeklinde ve hıfz yolu ile muhafaza edilmiştir. Kur'anın orijinalliği konusunda
İlahiyatçılar arasında genel bir mutabakat olsa da bu konuda şüphe uyandıran
tutum ve rivayetlerin kaydedilmiş olduğu gözardı edilemez.