Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)

Sayfa 2    17.04.2013

DİA Kur’ân maddesini mütalaanızın sonuçlarını maddeler halinde yazınız.

Hedef Tarih: 23 Nisan 2013

Değerlendirme: Toplam en yüksek puan 30’dur. Dönem sonu sınavı puanına eklenecektir.


Fatma Altuntaş    13.05.2013

  • Kur'ân kelimesinin türediği kök konu­sunda farklı görüşler vardır: 
A) Kelimenin hemzesiz(kelime harf-i ta'rifli olarak "el-kurân şeklindedir ve ne "kara'e fii­linden ne de başka bir kökten türemiştir)
B) Hemzelî olduğunu savunanlar. el-Eş'arî ile birlikte bir grup âlime gö­re kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, kat­mak" anlamındadır.

 

  • Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştı­ğında iken yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira ma­ğarasına gitmeye başladı ve burada Cebrail (a.s.) ilk defa ya­nına gelerek ona "oku" dedi. Kur'an'ın inişi hak­kında farklı görüşler bildirilmektedir:
  1. Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiş, daha sonra yirmi veya yirmi üç yıl içinde parça parça Hz. Peygamber'e vahyedilmiştir
  2. Kur'an, her yılın Kadir gece­sinde o yıl nazil olacak miktarda dünya se­masına indirilmiş, ardından gerektiği za­man gerektiği kadarı Resûl-i Ekrem'e vahyedilmiştir.
  3. Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi kü­sur yıl boyunca nüzulü devam etmiştir.

      --> Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulün­den sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.( Fetret dönemi)

  • Mekkeliler'de okur yazar sayısı Medineliler'e gö­re daha yüksektià Nazil olan âyetlerin Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren yazıldı­ğına dair bizzat Kur'an'da  hadis kaynaklarında ve ta­rih kitaplarında bilgiler bulunmaktadır. Hz. Peygam­ber'in sağlığında Kur'an'ın tamamını ez­berleyenlerin sayısı onu aştığı anlaşılmaktadır. İki kapak arasın­da Kur’an derlenir ve buna "mushaf" adı verilir. Bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Resûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal et­miştir. Hz. Osman zamanında çoğaltılıyor. Çoğaltılan yedi (veya dört, beş, sekiz) Kur'an nüshası birer kâri ile birlikte Mek­ke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bah­reyn'e gönderilmiş, bir nüsha da Medi­ne'de bırakılmıştır. Zaman zaman okuma güçlükleri ve ciddi okuma yanlışları da olmuştur. Bunun temel se­bebi Hz. Osman'ın mushaflarında nokta­ların ve harekelemenin bulunmayışıydı. Bu meseleyi çözmek için ilk harekete ge­çen yönetici. Halife Abdülmelik b. Mervân'ın Irak valisi Ziyâd b. Ebîh olmuştur.
    • Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır
    • "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır
    • Kur'ân-ı Kerîm'in mah­lûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının ma­hiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır.
    • İçeriği: Farklı âlimler tarafından farklı ana konulara ayrılır. Bunlar şöyledir:  tevhid, haberler ve kıssalar/ ibadet, emir ve nehiy. va'd ve vaîd/ meâd, nübüvvât, kaza ve kader/ tevhid, tezkir ve ahkâm. konuları, ge­nişleterek yüzlerle ifade eden, hatta insan zihninin ulaştığı ve ulaşacağı her türlü bilginin en azından öz olarak yer aldığını ileri süren görüşler de vardır.

 

  • Özetle Muhtevası:
Mekki Sureler:
  •  
    • Bu sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmo­lojik ve psikolojik deliller gösterilir ve in­sanlar akıllarını kullanarak bunlardan ya­rarlanmaya çağrılır.
    • Vahiy, peygamberlik ve meleklerle ilgili itirazlarını reddedip yanlış telakkile­rini düzeltmek üzere aklî ve kozmolojik kanıtlar gösterilir
    • “Dinin ana gayeleri”  denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.
    • Bir çok kıssa yer alır. Kıssalarda tarihin tasvir edilmesinden çok muhatapların ders ve ibret almaları amaçlanmıştır.

 

Medeni Sureler:
  •  
    • "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak il­keler"
    • belirginleşen hu­kukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmış
    • bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir
    • Hz. Muhammed’den ortaya mucize koyması beklenmiştir-- > en büyük mucizesi: Kur’an. Kur’an inkarcılara meydan okumuştur:
  1. İnkarcılardan, eğer gerçekten Kur’an’ın kul sözü olduğuna inanıyorlarsa, o zaman inen kısmın bir benzerini yazıp getirsinler ( Tûr Suresi)
  2. İddialarında samimi iseler, Kur’an’in bir benzerini getirsinler ( Hûd Suresi)
  3. Kur’an’ın bir suresinin benzerini getirsinler (Yûnus Suresi)

 

  • Kur’an Arap diliyle nasıl olmuştur. Kur’anın icaz yönü, okuma yazması olmayan, başkalarından ders aşmayan bir peygamberin bunları kendiliğinden söylemesinin imkân dışı görmesinden dolayıdır. Kur’an’ın bazı ayetleri insana sevinç ve haz verir, ferahlatır. Bazı ayetler ise korku verir ve dehşetle ürpertir. Kısacası Kur’an ayetleri Gönüllere tesir eder. Ayrıca Kur’an’da ki harflerin, kelimelerin ve cümlelerin seslendirilmesi esasında ortaya çıkan, kulağa ve ruha hoş gelen, diğer söz türlerinde hiç rastlanmayan bir musiki vardır. İlk bakışta ayetlerin kavranan manası aynı kalsa da, derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları olduğu görülür. Kur’an zeka ve duyguya aynı anda hitap eder.

 

  • Tefsir, Kur’an’ın açıklamasıdır. Tefsir ilminin öncelikli görevi Kur’an ibaresinin zahiri manasını vermektir. Bunun için, dil biliminin çerçevesine konulabilecek metotları ve verileri kullanır. Kur’an’ın bütünü içinde kendine has bir kavram dünyası bulunmaktadır. Tefsir, Kur’an ayetlerinin kastettiği anlamları açıklama görevini üstlenmiştir.İnsan belli bir kültür dünyası içerisinde doğmuştur ve kişi bundan tamam sıyrılamaz. Bu ön kabullerle Kur’an tefsir edilmemelidir.
  • Kur’an’ın başka dillere tercümesini açıkça emreden veya yasaklayan bir ifade yoktur. Kur’anın tercüme edilmesi gerektiğini savunanlar olduğu gibi, edilmemesi gerektiğini savunanlarda olmuştur. Kur’an iki şekilde tercüme edilebilir: A) Harfi (lafzı)tercüme: Bu tercümede asıl dildeki hiçbir kelime atılmaz. Bu tür çeviride harf, fiil ve isimlerin manaları karşılanıp karşılanmadığına bakılmaksızın, Kur’ani ibarelerin harfen nakline dayanır. B) Tefsiri (manevi)tercüme: Şekli özelliklere bağlı kalmaksızın, bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır.àManaya itibar edilir. Anlaşılanlar, kendi üslubuna göre nakledilir. Türkiye’de buna MEAL denir. (Kur’an’ın yerini tutmaz ) Kur’an sırf Araplara hitap etmemektedir. O tüm insanlar için bir hidayet kaynağıdır. Tek Araplara indiğini söylemek ondan faydalanmayı engeller, bu da Allah’ın her şeyi kuşatan rahmetini daraltır à yani diğer dillere çevirmek gereklidir. Kur’an-i Kerim’in Tercüme Tarih İslamiyet’in ilk dönemlerine kadar gider. Peygamberimiz komşu ülkelere yazdığı mektuplar da ki ayetler de tercüme edilirdi. Eski Türkçe Kur’an tercümeleri; A) Satır arası: Kelime kelime tercüme, B) Tefsir Kur’an tercümeleri: tüm ayet veya bölümü birden tercüme. İlk tercümeler kısa sureler, Yasın, Nebe, Mülk gibi çok okunan sürelerdir. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Türkçe (latın alfabesiyle) tercümeler başlıyor. Diyanet Mehmet Akif Ersoy’a tercüme görevi veriyor, bazı endişelerinden dolayı, tercümeyi teslim etmiyor. Elmalılı tefsir görevi alır.

 

  • Kur’an Şer’i hükümlerin ilk ve temel kaynağıdır. Kur’an okuma başlı başına ibadet niteliğindedir. Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre mushafa abdestsiz dokunmak caiz değildir (delil olarak Vakıa 79 gösterilir). Konuyla ilgili Hadisler zayıf,  Ayetten’de böyle bir hüküm çıkarılamıyor. İnsanları Kur’an okumaya teşvik etmeli ve aralardaki engelleri kaldırmalıyız. Fakihler, Kur’an okumayı dilenme, mal edinme ve dünyevi menfaat sağlama vasıtası yapmayı yasaklamıştır. İslam coğrafyası genişler ve hizmet ayrı bir meslek haline gelir. Ücret karşılığı öğretime cevaz verilmiştir. Tıbben tedavi imkânı olmayan insanlara inancın yapıcı etkisine sığınarak ondan manen ve ruhen güç alır. Alternatif tedavi değildir (yardımcıdır). Belli Sure ve ayetlerin tedavi edici özelliği var.

 

  • İslam Kur'an üzere temellenmiştir. Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncil’den sonra gelmiş olsa bile, farklı bir dini anlatmaz. O kendinden önce gelenleri de kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Kur'an ile diğer kutsal kitaplar arasında geliş yolu açısından farklılıklar vardır. Kur’an inmesiyle birlikte hemen yazılmış ve ezberlenmiştir. Diğer Kitab-ı Mukaddes tahrife uğramıştır, ayrıca farklı zamanlarda farklı yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. Olaylar üçüncü şahıs tarafından anlatılmakta. Kur'an'ın teslisin uydurma olduğunu söylemesi de Hıristiyanların Kur'an'ın Hz. Muhammed tarafından yazılan bir metin olduğunu iddia etmelerine yol açmıştır. Martin Luther başta olmak üzere Protestan reformcuların İslam’a olan yaklaşımları düşmanca olmuştur.

  • Türk Edebiyatı'nı Kur'an derinden etkilemiştir. Kur'an Türk Edebiyatı'nın hemen hemen her dalında etki etmiştir. Kur'an Türk edebiyatının edebi sanatlarını, belagat anlayışını temellendirmiştir. Türk edebiyatının en eski metinlerinden olan Kutadgu Bilig ve Atabetü’l- Hakaik da bile ayet ve hadislerde karşılaşmak mümkündür cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında da bazı yazar ve şairlerin eserlerinde Kur'an ayetlerinin açık ya da kapalı etkileri görülür.

0 Yorum - Yorum Yaz


  • Kur'ân kelimesinin türediği kök konu­sunda farklı görüşler vardır: 
A) Kelimenin hemzesiz(kelime harf-i ta'rifli olarak "el-kurân şeklindedir ve ne "kara'e fii­linden ne de başka bir kökten türemiştir)
B) Hemzelî olduğunu savunanlar. el-Eş'arî ile birlikte bir grup âlime gö­re kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, kat­mak" anlamındadır.

 

  • Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştı­ğında iken yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira ma­ğarasına gitmeye başladı ve burada Cebrail (a.s.) ilk defa ya­nına gelerek ona "oku" dedi. Kur'an'ın inişi hak­kında farklı görüşler bildirilmektedir:
  1. Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiş, daha sonra yirmi veya yirmi üç yıl içinde parça parça Hz. Peygamber'e vahyedilmiştir
  2. Kur'an, her yılın Kadir gece­sinde o yıl nazil olacak miktarda dünya se­masına indirilmiş, ardından gerektiği za­man gerektiği kadarı Resûl-i Ekrem'e vahyedilmiştir.
  3. Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi kü­sur yıl boyunca nüzulü devam etmiştir.

      --> Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulün­den sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.( Fetret dönemi)

  • Mekkeliler'de okur yazar sayısı Medineliler'e gö­re daha yüksektià Nazil olan âyetlerin Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren yazıldı­ğına dair bizzat Kur'an'da  hadis kaynaklarında ve ta­rih kitaplarında bilgiler bulunmaktadır. Hz. Peygam­ber'in sağlığında Kur'an'ın tamamını ez­berleyenlerin sayısı onu aştığı anlaşılmaktadır. İki kapak arasın­da Kur’an derlenir ve buna "mushaf" adı verilir. Bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Resûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal et­miştir. Hz. Osman zamanında çoğaltılıyor. Çoğaltılan yedi (veya dört, beş, sekiz) Kur'an nüshası birer kâri ile birlikte Mek­ke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bah­reyn'e gönderilmiş, bir nüsha da Medi­ne'de bırakılmıştır. Zaman zaman okuma güçlükleri ve ciddi okuma yanlışları da olmuştur. Bunun temel se­bebi Hz. Osman'ın mushaflarında nokta­ların ve harekelemenin bulunmayışıydı. Bu meseleyi çözmek için ilk harekete ge­çen yönetici. Halife Abdülmelik b. Mervân'ın Irak valisi Ziyâd b. Ebîh olmuştur.
    • Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır
    • "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır
    • Kur'ân-ı Kerîm'in mah­lûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının ma­hiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır.
    • İçeriği: Farklı âlimler tarafından farklı ana konulara ayrılır. Bunlar şöyledir:  tevhid, haberler ve kıssalar/ ibadet, emir ve nehiy. va'd ve vaîd/ meâd, nübüvvât, kaza ve kader/ tevhid, tezkir ve ahkâm. konuları, ge­nişleterek yüzlerle ifade eden, hatta insan zihninin ulaştığı ve ulaşacağı her türlü bilginin en azından öz olarak yer aldığını ileri süren görüşler de vardır.

 

  • Özetle Muhtevası:
Mekki Sureler:
  •  
    • Bu sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmo­lojik ve psikolojik deliller gösterilir ve in­sanlar akıllarını kullanarak bunlardan ya­rarlanmaya çağrılır.
    • Vahiy, peygamberlik ve meleklerle ilgili itirazlarını reddedip yanlış telakkile­rini düzeltmek üzere aklî ve kozmolojik kanıtlar gösterilir
    • “Dinin ana gayeleri”  denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.
    • Bir çok kıssa yer alır. Kıssalarda tarihin tasvir edilmesinden çok muhatapların ders ve ibret almaları amaçlanmıştır.

 

Medeni Sureler:
  •  
    • "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak il­keler"
    • belirginleşen hu­kukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmış
    • bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir
    • Hz. Muhammed’den ortaya mucize koyması beklenmiştir-- > en büyük mucizesi: Kur’an. Kur’an inkarcılara meydan okumuştur:
  1. İnkarcılardan, eğer gerçekten Kur’an’ın kul sözü olduğuna inanıyorlarsa, o zaman inen kısmın bir benzerini yazıp getirsinler ( Tûr Suresi)
  2. İddialarında samimi iseler, Kur’an’in bir benzerini getirsinler ( Hûd Suresi)
  3. Kur’an’ın bir suresinin benzerini getirsinler (Yûnus Suresi)

 

  • Kur’an Arap diliyle nasıl olmuştur. Kur’anın icaz yönü, okuma yazması olmayan, başkalarından ders aşmayan bir peygamberin bunları kendiliğinden söylemesinin imkân dışı görmesinden dolayıdır. Kur’an’ın bazı ayetleri insana sevinç ve haz verir, ferahlatır. Bazı ayetler ise korku verir ve dehşetle ürpertir. Kısacası Kur’an ayetleri Gönüllere tesir eder. Ayrıca Kur’an’da ki harflerin, kelimelerin ve cümlelerin seslendirilmesi esasında ortaya çıkan, kulağa ve ruha hoş gelen, diğer söz türlerinde hiç rastlanmayan bir musiki vardır. İlk bakışta ayetlerin kavranan manası aynı kalsa da, derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları olduğu görülür. Kur’an zeka ve duyguya aynı anda hitap eder.

 

  • Tefsir, Kur’an’ın açıklamasıdır. Tefsir ilminin öncelikli görevi Kur’an ibaresinin zahiri manasını vermektir. Bunun için, dil biliminin çerçevesine konulabilecek metotları ve verileri kullanır. Kur’an’ın bütünü içinde kendine has bir kavram dünyası bulunmaktadır. Tefsir, Kur’an ayetlerinin kastettiği anlamları açıklama görevini üstlenmiştir.İnsan belli bir kültür dünyası içerisinde doğmuştur ve kişi bundan tamam sıyrılamaz. Bu ön kabullerle Kur’an tefsir edilmemelidir.
  • Kur’an’ın başka dillere tercümesini açıkça emreden veya yasaklayan bir ifade yoktur. Kur’anın tercüme edilmesi gerektiğini savunanlar olduğu gibi, edilmemesi gerektiğini savunanlarda olmuştur. Kur’an iki şekilde tercüme edilebilir: A) Harfi (lafzı)tercüme: Bu tercümede asıl dildeki hiçbir kelime atılmaz. Bu tür çeviride harf, fiil ve isimlerin manaları karşılanıp karşılanmadığına bakılmaksızın, Kur’ani ibarelerin harfen nakline dayanır. B) Tefsiri (manevi)tercüme: Şekli özelliklere bağlı kalmaksızın, bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır.àManaya itibar edilir. Anlaşılanlar, kendi üslubuna göre nakledilir. Türkiye’de buna MEAL denir. (Kur’an’ın yerini tutmaz ) Kur’an sırf Araplara hitap etmemektedir. O tüm insanlar için bir hidayet kaynağıdır. Tek Araplara indiğini söylemek ondan faydalanmayı engeller, bu da Allah’ın her şeyi kuşatan rahmetini daraltır à yani diğer dillere çevirmek gereklidir. Kur’an-i Kerim’in Tercüme Tarih İslamiyet’in ilk dönemlerine kadar gider. Peygamberimiz komşu ülkelere yazdığı mektuplar da ki ayetler de tercüme edilirdi. Eski Türkçe Kur’an tercümeleri; A) Satır arası: Kelime kelime tercüme, B) Tefsir Kur’an tercümeleri: tüm ayet veya bölümü birden tercüme. İlk tercümeler kısa sureler, Yasın, Nebe, Mülk gibi çok okunan sürelerdir. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Türkçe (latın alfabesiyle) tercümeler başlıyor. Diyanet Mehmet Akif Ersoy’a tercüme görevi veriyor, bazı endişelerinden dolayı, tercümeyi teslim etmiyor. Elmalılı tefsir görevi alır.

 

  • Kur’an Şer’i hükümlerin ilk ve temel kaynağıdır. Kur’an okuma başlı başına ibadet niteliğindedir. Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre mushafa abdestsiz dokunmak caiz değildir (delil olarak Vakıa 79 gösterilir). Konuyla ilgili Hadisler zayıf,  Ayetten’de böyle bir hüküm çıkarılamıyor. İnsanları Kur’an okumaya teşvik etmeli ve aralardaki engelleri kaldırmalıyız. Fakihler, Kur’an okumayı dilenme, mal edinme ve dünyevi menfaat sağlama vasıtası yapmayı yasaklamıştır. İslam coğrafyası genişler ve hizmet ayrı bir meslek haline gelir. Ücret karşılığı öğretime cevaz verilmiştir. Tıbben tedavi imkânı olmayan insanlara inancın yapıcı etkisine sığınarak ondan manen ve ruhen güç alır. Alternatif tedavi değildir (yardımcıdır). Belli Sure ve ayetlerin tedavi edici özelliği var.

 

  • İslam Kur'an üzere temellenmiştir. Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncil’den sonra gelmiş olsa bile, farklı bir dini anlatmaz. O kendinden önce gelenleri de kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Kur'an ile diğer kutsal kitaplar arasında geliş yolu açısından farklılıklar vardır. Kur’an inmesiyle birlikte hemen yazılmış ve ezberlenmiştir. Diğer Kitab-ı Mukaddes tahrife uğramıştır, ayrıca farklı zamanlarda farklı yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. Olaylar üçüncü şahıs tarafından anlatılmakta. Kur'an'ın teslisin uydurma olduğunu söylemesi de Hıristiyanların Kur'an'ın Hz. Muhammed tarafından yazılan bir metin olduğunu iddia etmelerine yol açmıştır. Martin Luther başta olmak üzere Protestan reformcuların İslam’a olan yaklaşımları düşmanca olmuştur.

  • Türk Edebiyatı'nı Kur'an derinden etkilemiştir. Kur'an Türk Edebiyatı'nın hemen hemen her dalında etki etmiştir. Kur'an Türk edebiyatının edebi sanatlarını, belagat anlayışını temellendirmiştir. Türk edebiyatının en eski metinlerinden olan Kutadgu Bilig ve Atabetü’l- Hakaik da bile ayet ve hadislerde karşılaşmak mümkündür cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında da bazı yazar ve şairlerin eserlerinde Kur'an ayetlerinin açık ya da kapalı etkileri görülür.

0 Yorum - Yorum Yaz


HAMDULLAH KAYA Öğrenci No: 12912772

ESBAB-I NÜZUL’E YENİ BİR BAKIŞ VE BU BAĞLAMDA SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Esbâb-ı nüzul rivayetleri Kur’an-ı Kerim Ayetlerin anlamlarının eksiksiz anlaşılmasında izlenen en önemli yollardan biri olmuştur. Ama bu bağlama kullanılan metodun, ilkeleri ile birlikte tam bir şekilde ortaya konulduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir. Usul açısından vaki olan bu eksiklik, esbab-ı nüzul rivayetleri, genel olarak da tefsir rivayetleri üzerinde tereddütlerin meydana gelmesine sebebiyitvermiştir. Sa’lebe kıssasında da bu eksiklikler çarpıcı bir şekilde gözükmektedir.
Sa’lebe kıssası tefsirciler arasında meşhur bir hadisedir. Genelde tevbe suresinin 75.ayetinin sebeb-i nuzulu olarak bu hadise zikredilmektedir ama bu hadisenin sıhhatı tefsirciler tarafından pek araştırılmadığı gözükmektedir ama Beyhaki gibi bazı müfessirler hadisin senedinin zayıflığına işaret etmişlerdir. Beyhakî şu değerlendirmeyi yapar: “Bu, tefsir ehli arasında meşhur bir hadistir. Zayıf senedlerle mevsul olarak rivayet edilmiştir” .
SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
1-İlken hadis usulü açısından sa’lebe hadisi rivayet açısından tenkid edilmelidir. zira bu hadisin senedi zayıftır. İmam Buharî bu kıssanın bir tarikini rivayet eden Ebû Umâme hadisinin senedindeki Ali b.Yezid hakkında munkeru’l-Hadîs”demiştir.
2- Rivayetler tasnif edilmelidir her bir rivayetin zama-mekan-şartlarına bakarak sınıflandırmak,ona göre değerlendirme yapmak gerekmektedir.
3) Tarih ilminden yararlanılmalı ve ona göre değerlendirme yapılmalıdır.
4) Kur’ân’i bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Öyleyse Kur’ân’ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin değerlendirilmesinde bu metodlar takip edilmeli ve tefsir kitaplarındaki pek çok zayıf hatta aslı olmayan rivayetler çıkartılarak tefsir ilmi israiliyyattan temizlenilmelidir.

Sa'lebe b. Hatıb adında iki ayrı sahabe vardır. bunlardan birisi Sa'lebe b. Hatıb b. Amr el-Ensari'dir ve bu İbn İshak ile Musa b. Ukbe'nin ifade ettiğine göre bedir ashabındandır. İbn Kelbi ise bu sahabenin Uhud savaşında öldüğünü söylemiştir. (El-İsabe 928)
diğeri ise; Sa'lebe b. Hatıb (veya ibn ebi Hatıb) el-Ensari'dir. İbn İshak bunu Mescidi Dırar'ı bina edenler arasında sayar. el-Baverdi, İbn Seken, İbn Şahin ve başkaları önceki ile bunun aynı kişi olduğunu zikrederler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den mal ile rızıklandırılması için dua istemesine gelince, bunu Taberi tefsirinde (10/130) Kurtubi (8/209) Vahidi Esbabı Nuzul (180) İbn Asakir (Tehzibu Tarihi Dımeşk-4/20) rivayet etmişlerdir. tevbe suresinin 75. ayetinin sebebi nüzulü olarak bu rivayet zikredilir.
Hafız İbn Hacer der ki: Eğer bu kıssa sahih ise - ki sahih olduğunu zannetmem - bu kıssada geçen Sa'lebe'nin daha önce zikri geçen bedir ehlinden olan Sa'lebe ile aynı kişi olmasında şüphe vardır. nitekim İbnu'l-Kelbi'nin şu sözleri ikisinin farklı kişiler olduğunu gösterir: "Bedir ashabından olan (Salebe) Uhud'da şehit olmuştur." Yine İbn Merduye'nin Tefsirinde mezkur ayet hakkında İbn Abbas'tan şu nakli de bunu destekler: "Bu adam kendisine abdullahtayfut no: 12952708 Salebe b. Ebi Hatıb denen ensardan bir kimsedir." bu rivayette onun ismi: Salebe b. Ebi Hatıb şeklindedir. bedir ashabından olan salebeye gelince, onun isminin Salebe b. Hatıb olduğunda ittifak edilmiştir. nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den: "Bedire ve hudeybiyeye katılan hiç kimse ateşe girmeyecek" buyurduğu sabit olmuştur...." el-1. İlk olarak hadis usulü açısından eleştiriye tabi tutulmalıdır. Hadisin senedinin zayıf olduğu tespit edilmiştir. hadis büyük muhaddislerce de zayıf addedilmiştir 2. Rivayetler bellibir tasnifetabi tutulmalı. Salebe kıssası tefsir için sebebi nüzül rivayeti olma ihtimali daha fazladır. Rivayet kalıplarına baktığımızda da Salebe kıssası sebeb ifade etmede nass olmayan rivayetler grubundadır.3) Tarih ilminden istifade edilmeli ve ona göre bi neticeye varılmali
4) Kur’ânı bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmesi.


0 Yorum - Yorum Yaz

Hatice Öztürk 09070345    15.05.2013

Tefsir maddesi ile ilgili mütalaa

 

Tefsir, Kur’an- ı Kerim ayetlerini açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden terim; Kur’an ayetlerini yorumlama ilmi ve bu alandaki eserlerin ortak adıdır. Tefsir  işini yapacak kişinin başta dil ve Kur’an ilimleri olmak üzere pek çok konuda bilgisinin bulunması gerekir.

Tefsiri, ‘Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki muradını beşerin gücü oranında bulmaya yardımcı olan  bir ilim dalı’ şeklinde kısaca tarif etmek de mümkündür.

Buna göre Tefsir ile te’vil arasında bir ayırım vardır. Tefsir genellikle Hz. Peygamber’in vefatıyla sona erdiği, zira Kur’an’ın muradını ancak Rasulullah’ın anlayabileceğini, diğerlerinin yaptıkları faaliyetin ise Kur’an’ın muhtemel manalarını çıkarmak anlamına gelen te’vil olduğu kabul edilmiştir.

 

Mahiyeti ve Önemi

 

Rasulullah ‘ın ‘Kur’anı irab ediniz ve onun garib lafızlarını araştırınız’ hadisi tefsire teşvik ettiğinin bir göstergesidir. Kur’an’ı doğru anlamak ve tefsir etmek için en önemli şart, onun Alllah Kelamı olduğunu ve kendisine özgü bir yapısının bulunduğunu kabul etmektir. Allah Kur’an’ı muttakiler için bir hidayet rehberi olarak göndermiştir. Takva ise insanın kalbinde Allah, melek, kitap, peygamber, kader ve ahiret inancı ile kökleşir. Dolayısıyla Kur’an’ı doğru anlayabilmek için ilk önce müslümanca düşünmeyi öğrenmemiz gerekir. Müslümanca düşünebilmek ise, İslam’ı en güzel şekilde yaşamak suretiyle gerçekleşir.

Kur’an mahiyeti itibariyle insanın anlayabileceği şartlarına göre oluşturulmuştur. Zira Allah’ın muhatabı insandır.

Kur’an’ı doğru anlamak ve tefsir etmek için en önemli şart, onun Alllah Kelamı olduğunu ve kendisine özgü bir yapısının bulunduğunu kabul etmektir. Allah Kur’an’ı muttakiler için bir hidayet rehberi olarak göndermiştir. Takva ise insanın kalbinde Allah, melek, kitap, peygamber, kader ve ahiret inancı ile kökleşir.

Kur’an’ın bazı ayetleri muhkem, bazıları ise müteşabihtir. Müteşabihler müfessirin önüne büyük fırsatlar açacağı gibi onun için tehlikeler de arzedebilir  Nitekim, İbn Abbas’a göre Kur’an’ı anlaşılması bakımından dört aşamada ele almak mümkündür. İlki, Araplar’ın dil sayesinde anladıkları ayetler, ikincisi insanların anlamakta mazur görülemeyecek kadar açık olanlar, üçüncüsü Kur’an’ı anlama hususunda derinleşen alimlerin bilebileceği ayetler, dördüncüsü anlamını sadece Allah’ın bildiği ayetlerdir.

Kur’an insanlar için bir hidayet kaynağı olduğuna göre onu anlama çabasının önemi tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Tefsir ilminin de konusu itibariyle Allah’ın insanlar için gönderdiği son ilahi tebliği incelemesi ve insanların anlayabileceği şekilde açıklamaya çalışması, bu ilmin şerefini ortaya koymaktadır. Allah vahyin muhataplarına ayetleri üzerinde düşünme ve onları anlama sorumluluğu yüklemekte, bu çaba içerisine girmeyenleri kınamaktadır.

 

Tarihsel gelişimi ve İlim haline Gelmesi

Kur’an’ın ilk tefsirinin Hz. Peygamber olduğu noktasında bir ihtilaf yoktur. Tefsiri ondan ashabı almış, ashap da bu bilgileri tabiine aktarmıştır. Resulullah yer yer ashabın yanlış anlama ve yorumlarını tashih etmekte, yer yer doğrudan bir ayeti veya sureyi yorumlamakta veya kapalı bir noktasını açıklamakta, sorulara cevap mahiyetinde tefsir etmektedir. Bu bilgileri bize aktran ise bütün bu rivayetleri tedvin eden muteber hadis kaynaklarıdır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ise, sahabi tefsirinde göze çarpan en önemli husus, Kur’an’ın tarihi olaylara atıfta bulunan birçok ayetin yorumu için Ehl-I Kitap’tan intikal eden bilgilerden yararlanılmasıdır. Bununla ilgili Hz. Peygamber’den cevaz almışlardı. Şunu unutmamak gerekir ki sahabileri bilmedikleri konular hakkında çok ihtiyatlı davranırlardı. Sadece Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas gibi önde gelen sahabilerin Resulullah’tan gelen yorumları kullanarak, Kur’an’ın tamamına yakınını tefsir ettikleri bilinmektedir.Sahabe tefsirinde müşkil konuların halli için Arap tarihinden faydalanıldığı da dikkat çekmektedir.

 

 Tefsir faaliyetlerinin gelişmesi ve tedvinin yanında tefsir okulları da oluşmaya başlanmıştır. Ilk dönem tefsir okulları arasında en güçlü olanı İbn Abbas’a dayanan Mekke tefsir okuludur.

 Bir diğer önemli tefsir okulu Ubey b. Ka’b a dayanan Medine okuludur. Abdullah b. mesud’un öğrencileri ve arkadaşlarının temsil etiiği Irak okulu da Mekke okulu kadar güçlüdür.

 

Tabiin ve tebeu’t-tabiin devrinde tefsir bir hayli genişlemiştir. Dil ilimlerinin gelişmesi ve tedvin faaliyetlerinin artması ile oluşan dil bilgilerinin, şiir, nesir, deyim ve atasözlerinin delil olarak kullanılması, İsrailiyat’ın daha da artması ve ulema arasındaki tartışmaların nakledilmesi etkili olmuştur.  Böylece tefsir faaliyetleri çekirdek dönem diye adlandırdığımız Hz. Peygamber döneminden itibaren, sahabe tabiun etbeu’t-tabiun dönemlerinden günümüze kadar  gelişerek  ilerlemektedir.

 

Rivayet, dirayet, işari, lugavi, karma gibi çeşitli tefsirler olsa da, bu bölümlerinin bazı sakıncaları olduğu görülür. Zira tercih edilecek tefsir yöntemlerinin Kur’an’ın asıl amacı dışında bir sonuca ulaşabilir. Kur’an tefsirindeki en önemli prensip ise Kur’an’a önyargısız yaklaşılması ve onun götürdüğü istikametin takip edilmesidir. Ancak bu çeşitlenmelerin her biri Kur’an’ı çeşitli yönleriyle tahkik etmemizi sağlar. Ayrıca Kur’an’ın azametinin de bir göstergesidir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Ø  Kur’ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler var:

-      قرآن à Hemzeli. “k-r-e” kökünden türemiştir diyenler çoğunluktadır. Ancak "kara'e” fiilinin masdarlanna göre "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" an­lamlarından hangisini ifade ettiği husu­sunda ihtilâf vardır.

-      القران à Hemzesiz. Kıraat alimlerinden ibn Kesir böyle okur. Hiçbir kökden türememiştir (İmam Safir gibi); Tevrat ve İncil gibi son din için gönderi­len kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir, “kam” kökünden (Eş’arî gibi) veya “karâ” kökünden (Kurtubi gibi) geldiğini söyliyenlerde olmuştur.

Ø  Terim olarak: "Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır."

Ø  Farklı isimleri vardır: tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah gibi.

Ø  Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesin­de inmeye başlamıştır.

Ø  ilk inen ayet “ikra” ayetidir.

Ø  ilk inen sûrenin hangisi olduğu ihti­laflıdır.

Ø  Son inen âyetin han­gisi olduğu da ihtilaflıdır.

Ø  Hadis kaynaklarında Kur'an'ın inişi hak­kında farklı bilgiler verilmektedir. Üç görüş var:

-      Kur'an, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiştir.

-      Kur'an, her yılın Kadir gece­sinde o yıl nazil olacak miktarda dünya se­masına indirilmiştir.

-      Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi kü­sur yıl boyunca nüzulü devam etmiştir

Ø  günümüz­de yaygın olan görüşe göre sûrelerin sek­sen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir.

Ø  Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler. Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bu­lunmaktadır.

Ø  Kur'an'ın Mekkî olan âyet­lerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadise­lerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bah­sedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.

Ø  Hz. Peygamber tarafından görevlendi­rilen vahiy kâtipleri nazil olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malze­meler çok çeşitli olup en meşhurları deve­lerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yer­leri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüslerdir.

Ø  Hz. Ebu Bekir döneminde Yemame savaşında pek çok hafızın şehid edilmesinin ardından Zeyd b. Sabit önderliğinde bir komisyon kurulup Kur’an cem edilmeye başlanmıştır.

Ø  Kıraat farklılıkları sebebiyle seferde olan ordu arasında ciddi ihtilaflar çıkmış. Bunun üzerine Hz. Osman Kureyş lehçesini esas alarak, Hafsa’nın elindeki Ebu Bekir nüshasını çoğaltma kararı almış ve istinsah edilen mushafları büyük şehirlere göndermiştir.

Ø  Kur’an harflerine ilk defa nokta veren Ebü'l-Esved ed-Düelî’dir.

Ø  Kur’an’da 114 sure bulunur.

Ø  İlk sure Fatiha, son sure ise Nas suresidir.

Ø  En kısa sure Kevser, en uzunu ise Bakara suresidir.

Ø  Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde gös­termesi, onun tarih boyunca sürekli ha­yat içinde olmakla birlikte hep hayatın üs­tünde kalmasını ve zaman içerisinde top­lumsal hayatta ortaya çıkan değişiklikle­re rağmen insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır.

Ø  Kur'an müslümanın hayatında sadece anlamı araştırılan sıradan bir mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiy­le Müslümanlığını okuma ve dinleme iliş­kisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır.

Ø  Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık al­tında toplanırken bazılarında yüzlerce ko­nu sıralanır. Meselâ İbn Cerîr et-Taberî Kur'an'ın muhtevasını tevhid, haberler ve kıssalar, diyânât [1][709] Zemahşerî Allah'ı lâyık olduğu şekliyle ta­nıtmak, ibadet, emir ve nehiy. va'd ve va-îd; Râzî ilâhiyyât, meâd, nübüvvât, kaza ve kader şeklinde tasnif eder

Ø  Mekki Sureler:

Ø  Bu sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmo­lojik ve psikolojik deliller gösterilir ve in­sanlar akıllarını kullanarak bunlardan ya­rarlanmaya çağrılır. İlk vahiylerden itiba­ren Kur'an'ın bütününde, gerek kozmik düzeni oluşturan varlık ve olaylar gerekse tarihte yaşanmış olanlar basit ve önem­siz şeyler olmayıp Allah'ın kudretine de­lâlet eden, O'nun birliğini ve yüce sıfatla­rını anlayıp kavramada insanların yarar­lanması gereken alâmetler, işaretler ola­rak gösterilmektedir.

Ø  Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperest­lerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuz-laşmasına paralel olarak üslûbun da gide­rek sertleştiği görülür.

Ø  İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimle­rinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûre­lerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.

Ø  "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.

Ø  Yüksek bir edebî zevkin hâkim oldu­ğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksek­tir

Ø  Medeni Sureler:

Ø  müminler topluluğu için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip sistemleştirilmesi, hem de siyasî ve hu­kukî yapının oluşturulması süreci başla­dığından Medenî sûrelerde Mekkî sûre­lerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanın­da ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır.

Ø  vahiy gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsi­yeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmıştır.

Ø  Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir.

Ø  Münafıklar bu surelerde ele alınırlar.

Ø  genel olarak savaş hükümlerine ve kurallarına geniş yer verilmiştir.

Ø  üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifa­delere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazan­mıştır.

Ø  Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan baş­ka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak su­retiyle ispat etmiştir.

Ø  Kur'an'ın i'câzını is­patlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu dü­şünülmektedir.

Ø  Kur'an'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda Hz. Muhammed'in peygamberliğini in­kâr ve Kur'an'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'an'la meydan okunması, onun, bü­tün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır.

Ø  Kur’an arapça nazil olmuştur.

Ø  Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden un­surların da bulunduğu kabul edilir.

Ø  Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli baş­lıları şunlardır:

-      Mevcut Edebî Şekiller­den Farklı Oluşu.

Seyyid Kutub'un ifadesiyle Kur'an üslûbu­nun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.

-      Lafız ve Mâna Dengesi.

Kur'an ifade­lerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır, onda anlam kelimeye tam olarak bürünüp lafız halini alır.

-      Gönüllere Tesir Edişi.

Birçok gayri müslim Kur'an'ın bu etkisi sayesinde müslüman olmuş, düşmanlık­ları dostluklara, inkârları imana dönüş­müştür.

-      Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çı­kan Ahenk.

-      Edebî Tasvir.

-      Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu.

-      Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi.

-      Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hi­tap Etmesi.

Ø  Müslü­man geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğret­tiği değerlerin değişik zamanlara taşın­ması, müslüman ilim ve fikir adamları­nın önemli bir meşguliyet alanını oluş­turmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin ha­yat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasın­da bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi di­siplinler tarafından gerçekleştirilmiştir.

Ø  Zamanla yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır. Örneğin müfessirin öznelliğinden gelen aksamalar ve eksiklikler etkili olabilmektedir. Nitekim müfessirin öznelliği dil ve tarih malzeme­sini kullanmasına olumsuz yönde tesir edebilir.

Ø  Klasik metodolojinin bu tutumunu bir yetersizlik olarak gören ve az ya da çok modernist bir karakter taşıyan yeni yo­rum yaklaşımları da ortaya çıkmıştır. Bun­ların bir ölçüde paylaştığı temel iddia, Kur'an'ın evrensel ve tarih üstü mesajla­rıyla aslî ilke ve amaçlarının yöntemlere bağlı kalınarak metinden çıkarılması ve bunların değişik tarihsel durumlara uy­gulanmasıdır.

Ø  Çeşitli Kur’an ilimleri vardır (Ulumu’l Kur’an): resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.

Ø  Kur’an, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

Ø  Kur'ân-ı Kerîm kronolojik olarak Tevrat. Zebur ve İncil gibi diğer ilâhî kitaplardan sonra geldiği ve takdim ettiği dini tama­men yeni ve öncekilerden büsbütün farklı bir din değil. Hz. Âdem'den itibaren bütün peygamberlerde tebliğ edilen ilâhî dinin son şekli olarak tanımladığı için diğerle­rini kuşatıcı bir mahiyet arzetmekte, ön­ceki peygamberlere inanmayı da şart koşmaktadır.

Ø  Kur'an'la Kitâb-ı Mukaddes arasındaki bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır. Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'­dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Mer­yem ve oğlu îsâ ile havariler gibi konular Kitâb-ı Mukaddes'le Kur'an'da ortak ko­nulardır.

Ø  Türk edebiyatının sekiz-dokuz asır­lık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında geliş­miştir. Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı tür­lerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.

Ø  Kur’an ile alakalı olan literatürü şu başlıklarda toplamak mümkün:

-      Tefsirler: rivayet, dirayet, lugavi, işari vs.

-      Ulumu’l Kuran: (yukarda zikredilmiştir)

-      Batı'da Kur'an ve Tefsir Araştırma­ları

 

0 Yorum - Yorum Yaz

Kübra Türkmen 09070346    17.05.2013

Dia Kur’an Maddesi

      Kur'ân kelimesi kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir. Kelime olarak da "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, kat­mak" anlamındadır. Ancak kelime Kur'an'ın indiği yıllar öncesinden İtibaren "okumak, bir bilgiyi zihinde muhafaza etmek" mâna­sında da kullanılmıştır. Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesin­de inmeye başlamıştır.Alak sûresinin ilk beş âyetinin ilk inen âyetler olduğunda ittifak bulunmaktadır. Fakat hangi surenin ilk indiği ile ilgili ihtilaflar mevcuttur.

      Arap yazısının İptidai oluşu ve okuma yazma bilenlerin azlığı gibi sebeplerle yazma işi az sayıda müslümanla sınırlı kalmıştır. Ülkeler arası ticaret yapan Mekkeliler'de okur yazar sayısı Medineliler'e gö­re daha yüksekti.

   Hz. Peygamber tarafından görevlendi­rilen vahiy kâtipleri nazil olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malze­meler çok çeşitli olup en meşhurları deve­lerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yer­leri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüslerdir.

      Hz. Peygamber'in o döneminde Kur'an'ın iki kapak arası­na alınmamasının sebebi: Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman ke­sileceğinin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır.

      Kur'an vahyine ait bölümlerin âyet ve sûre şeklinde belirlenmesi risâletin ilk yılların­da olmuştur. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sû­releri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.

      Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı içermektedir. Klasik literatürde Kur'an'ın mahiyeti üzerinde gelişen söylem buradan hare­ketle biri fenomenolojik, diğeri özsel ol­mak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Fukahanın yak­laşımı Kur'an'ın insanlara ulaştığı ve on­lara gözüktüğü halini dikkate alırken kelâmcılarınki onun daha çok Allah ile olan irtibatını vurgulamaktadır.

      Kur’an’ın Yazısı ve mâ­nası bir taraftan hafızların zihninde, diğer taraftan mushafların sayfalarında tevâtüren nakledilmiştir. Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde gös­termesi, onun tarih boyunca sürekli ha­yat içinde olmakla birlikte hep hayatın üs­tünde kalmasını ve zaman içerisinde top­lumsal hayatta ortaya çıkan değişiklikle­re rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır.

Kur'an'da dinî muhtevanın yanında tıp. cedel, astronomi, hendese, cebir, gele­ceğe ait bilgiler gibi din dışı alanlara dair ilimlerin, hatta terzilik, demircilik, ipek­çilik, dokumacılık, çiftçilik, denizcilik, atı­cılık gibi çeşitli mesleklere dair temel bil­gilerin de bulunduğunu ifade etmiştir.

   Mekkî Sûreler ve İçerikleri:

  • Bu sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan bahsedilir
  • Uslûb gide­rek sertleştir. İnkarcılar, atalarından kalma inançları körü körüne sürdürmek yerine bu konularda akıllarını kullanma­ya çağrılır.
  • Dinin ana gayeleri de denilen ve bütün dinlerin ortak amaçları olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümler ağırlıklı konulardandır
  • Kıssalar yer alır ve kıssalarda tarihin tasvir edilmesinden çok muhatapların ders ve ibret almaları amaçlanır
  • Artık sadece Mekkeliler'e değil, aynı zamanda başka topluluklara da hitap edilmektedir.
  • Ayetler kısa, seçili, muh­tevanın gerektirdiği durumlarda sert ses­lidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâ­kimdir.
Medeni Sûreler ve İçerikleri:
  • Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak il­keler" şeklinde özetlemek mümkündür.
  • Hz. Muhammed'in şahsi­yeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, mümin­lerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur.
  • Başta Medenî sûrelerin en uzunlarından olan Bakara ve Âl-i İmrân olmak üzere bu dö­nemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir.
  • Münafıklarla ilgili meseleler Medenî sûrelerin muhte­vasında ağırlık kazanmaktadı
  • Medenî sûrelerin muh­tevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine yer verilmiştir.
  • Bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifa­delere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazan­mıştır.

Kur’an’ın başka dillere tercümesini açıkça emreden veya yasaklayan bir ifade yoktur Anlamdan bir şey kaybetmeden tercüme etmek çok zordur. Pek çok âlim, tercümeye karşı çıkmaktadır. Çünkü bu faaliyetin  Kur’an’ın mucize oluş özelliğini ortadan kaldıracağını düşünürler. Kur’an sırf Araplara hitap etmemektedir. O tüm insanlar için bir hidayet kaynağıdır. Tek Araplara indiğini söylemek ondan faydalanmayı engeller, bu da Allah’ın her şeyi kuşatan rahmetini daraltır,  yani diğer dillere çevirmek gerekli Rasulullah sahabeden bazı kişilerin yabancı dil öğrenmesini istemiştir.

Çeşitli Kur’an ilimleri vardır (Ulumu’l Kur’an): resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.

İslam Kur'an üzere temellenmiştir. Yahudilik de kendi kutsal kitaplarıyla temellenir. Buna karşın Hıristiyanlık Hz. İsa ile ilgili inançlar üzerine temellenmiştir. Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncilden sonra gelmiş olsa bile, farklı bir dini anlatmaz.

O kendinden önce gelenleri de kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Kur'an ile diğer kutsal kitaplar arasında geliş yolu açısından farklılıklar vardır. Kur'an'ın bir araya getirilmesinde ve muhafaza edilmesinde ezberin büyük önemi vardır. Buna karşın Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde ezber bir muhafaza yolu olarak uygulanmamıştır.

Tevrat'ın tarih içinde yedi asır boyunca bir çok defa kaybolduğu, düşman eline geçtiği, çeşitli değişikliklere uğradığı, Yahudi kaynaklarında belirtilmektedir. Tevrat Hz. Musa'dan üç asır sonra nihai şeklini almıştır.

İncil için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. İncil de Hz. İsa'dan en az otuz yıl sonra yazılmaya başlanmıştır. Zaten hristiyanlar İsa'nın kendisinin vahiy olduğunu söylemektedirler

Kur'an Türk edebiyatının edebi sanatlarini, belegat anlayışını temellendirmistir. Doğrudan dille ilgili olmayan konularda bile Kuran'ın ve islamın edebiyatımız üzerinde cok büyük etkilri vardır. Türk edebiyatının en eski metinlerinden olan kutgubilig ve atabetül hakaik da bile ayet ve hadislerde karşılaşmak mümkündür.  11.yy'da hazırlanmaya başlanan Türkçe Kur'an tercümeleri, Türk dilinin kelime kadrosu ve gramerine ait zengin araştırma alanlarından biridir.  

Türkce tefsirler de benzer bir ilgi ve öneme sahiptirler. Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında da bazı yazar ve şairlerin eserlerinde Kur'an ayetlerinin açık ya da kapalı etkileri görülür ( Arif Nihat Asya, Ali ulvi kurucu, sezai Karakoç, Nazan Bekiroğlu vb.)

 


0 Yorum - Yorum Yaz

Serkan Ateş (09070360)    18.05.2013

I.Tarif ve İsimleri

Kur’an kelimesinin hemzesiz ve hemzeli olduğu görüşünü savunanlar iki gruptur.          Hemzesiz olduğunu savunanlar:                                                                                                           1) kelime ‘’ el-kuran’’ şeklindedir ve ne ‘’ kara’e’’ fiilinden ne de başka fiilden türemiştir.           2) Kam kökünden türemiştir ve ‘’ bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak,katmak’’ anlamındadır.                                                                                                                                       Hemzeli olduğunu savunanlar: Kur’an isminin ‘’okumak’’ anlamına gelen ‘’kara’e’’ filinden türemiştir.

Terim olarak: Kur’an, Allah tarafından, Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça muciz bir kelamdır.

II. Tarihi

Hz. Peygambere 40 yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. Gecesinde peyderpey inmeye başlamıştır. İlk nazil olan Alak suresinin ilk beş ayetinin nüzulundan sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Hicretten önce nazilan olan ayet ve surelere Mekki, hicretten sonra nazil olanlara da Medeni denilmiştir. Surelerin 86’sı Mekki, 28’i Medeni’dir. Hz. Peygamber gelen vahyleri tebliğ ediyor, ardından bunları vahy katiplerine yazdırıyordu. Yemame Savaşı ile diğer bazı savaşlarda hafız sahabilerden bir kısmının şehid olması, Hz. Ömer’i telaşlandırmış, Kuran’ın toplanması fikri husunda Halife Hz. Ebu Bekir’i ikna etmiştir. Böylece Kuran sahifeleri mushaf haline getirmiştir. İleride ortaya çıkan kıraat ihtilafleri yüzünden Halife Hz. Osman Hafsa’nın elindeki Ebu Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermiştir. Fakat yinede zaman zaman okuma güçlükleri ve ciddi okuma yanlışları olmuştur. Bunun nedeni Hz. Osman’ın mushaflarında noktaların ve harekelemenin bulunmayışıydı. Bu yüzden Ebu’l Esved ed-Düeli mushafı baştan sonra kadar harekelemiştir.

III. Tertibi

Kur’an-ı Kerim ayetlerden ve surelerden oluşur. Kuran’da 114 sure bulunmaktadır. En kısa sureleri ücer ayetlik Asr, Kevser ve Nasr sureleridir. En uzun suresi 286 ayetten oluşan Bakara’dır.Alimler ayetlerin tertibinin vahye dayalı (tevkifi) bulunduğu hususunda fikir birliği içindedir.

IV. Mahiyeti

Kuran ‘’Allah’ın kelamı’’ olarak tanımlanır ve bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Kur’an’ın muhtevası ana hatlarıyla haber ve inşa kısımlarına ayrılmaktadır.Kelam ilminde Kur’an’ın mahiyeti hakkındaki tartışmalar, esas itibariyle doğrudan doğruya Kuran hakkında olmayıp Allah’ın sıfatlarıyla ilgilidir. V. Yüzyıldan sonra Allah’ın sıfatlarının zatının ne aynı ne de gayri, ancak zatı ile kaim ezeli ve ebedi sıfatlar olduğu üzerinde ittifak sağlanmıştır. Kur’an’ın mahiyetiyle olan müzakereler, varlık ve değer konusundaki ontolojik bir tavra bağlı olarak anlam kazanmaktadır. Klasik literatürde Kur’an’ın mahiyeti üzerinde gelişen söylem biri fenomenolojik, diğeri özsel olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Kelamcıların tarifi haddi olurken fakihlerin yaptığı tanım resm olmaktadır. Fukahanın yaklaşımı Kuran’ın insanlara ulaştığı ve onlara gözüktüğü halini dikkate alırken kelamcılarınki onun daha çok Allah ile olan irtibatını vurgulamaktadır. Kur’an’ın üslubu onu herhangi bir döneme ve bazı şartlara has kılmaktan çıkarmaktadır. Kur’an’ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Kur’an’ın ahengi, Arapça bilmeyenleri bile etkileyecek bir sanat içeriği içerdiği için mucize olmasının önemli bir parçası sayılmıştır.

V. Muhtevası

A)Mekki sureler

Bu dönemde nazil olan sureler ağırlıklı olarak Allah’ın birliği (tevhid), kudreti ,lütüfkarlığı ve ahiret konuları hakkındadır. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperest­lerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuz-laşmasına paralel olarak üslûbun da gide­rek sertleştiği görülür. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimle­rinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûre­lerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. "Dinin ana gayeleri" denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlak prensipleri de Mekki surelerin ağırlıklı konularındandır. Geçmiş peygamberlere ve kavimlere dair kıssaları içerir. Medeniyetlerin nasıl yok olduğunu Mekkeli İnkarcılara hatırlatıp onları uyarma amacı taşır. Yüksek bir edebî zevkin hâkim oldu­ğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksek­tir.

B) Medeni Sureler

Medine’de teşekkül edecek  müminler topluluğu için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip sistemleştirilmesi, hem de siyasî ve hu­kukî yapının oluşturulması süreci başla­dığından Medenî sûrelerde Mekkî sûre­lerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanın­da ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır. Ayrıca vahiy gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsi­yeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmıştır. Peygamber ilk defa Medine’de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış ve zamanla Hıristiyan kesimlerle ilişkilerde başlamıştır. Bu sebeble bu dönemde inen surelerde Ehl-i kitaba ve onların tarihlerine geniş yer verilmiştir. ‘’ Münafık’’ denilen toplulukla ilgili meseleler Medeni surelerin muhtevasında ağırlık kazanmıştır. Müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlara bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine de diplomasi kuralların yer verilmiştir. Bu surelerin üslubu muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifa­delere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazan­mıştır. Medeni surelerde muhtevanın gereği olarak hacimlerin giderek genişlediği görülür.

VI. İcazı ve Üslubu

Kur’an apaçık Arapça ile nazil olan bir kitabı ana dili Arapça olmayan bir kişinin dikte etmesini mantık dışı bulup.reddeder. Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan baş­ka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak su­retiyle ispat etmiştir. Kur’an Hz.Muhammed’in en büyük mucizesi oluşu, ayetlerde ifade edilidiği üzere onun beşer sözü değil Allah kelamı olmasından kaynaklanır. Bir benzerini ortaya koymanın imkansızlığı da Allah kelamı oluşunun zorunlu bir sonucudur.

Kur’an apaçık Arap diliyle nazil olmuştur ve kendine has bir anlatım tarzına sahiptir. Kuran’da akaid esasları, teşri hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üsluplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslublarla ifade edilmiştir.

Kur’an’ın dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır:

1.       Mevcut Edebi Şekillerden Farklı Oluşu

2.       Lafız ve Mana Dengesi

3.       Gönüllere Tesir Edişi

4.       Ses ve Tertip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk

5.       Edebi Tasvir

6.       Edebi Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu

7.       Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi

8.       Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi

Ortaya konan görüşlerin hepsini i’cazü’l-Kur’an konusunda birlikte değerlendirmek mümkündür. Fakat i’cazın asıl sebebi onun Allah kelamı olmasından kaynaklanır.

VII. Açıklanması ve Yorumlanması

Tefsir disiplinin birinci amacı, ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları belirlemektir. Bunun için yapılması gereken şey Kuran’ın Dil bilimi ve metin yönünden tahlil edip, tarih bilgisini ve Kur’an’ın tarihi bağlamını incelemektir. Bundan dolayı Hadis koleksiyonlarından ve tarih kaynaklarından yararlanılmalıdır. Müslü­man geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğret­tiği değerlerin değişik zamanlara taşın­ması, müslüman ilim ve fikir adamları­nın önemli bir meşguliyet alanını oluş­turmuştur. Burada  ortaya çıkan problemlerden birisi Kur’an’ın Yorumlanmasında Öznellik sorunudur. Kur’ani değerlerin sonraki dönemlere taşınması, onun başllattığı kültür geleneğinin devam edip canlı tutulması için gereklidir.

VIII. Kur’an İlimleri

= Kuran’la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur’an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur’an’ın indiği döneme kadar gider. Kur’an ilimleri Kur’an’ın vahyi,nüzulu, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati,tefsiri, i’cazı, nasih ve mensuhu, İ’rabı, dil, üslup ve belagatı, ayet ve hadislerin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşabih hakkındaki düşünceleri kapsar.

IX. Tercümesi

Kur’an’ın başka dillere tercümesini açıkça emreden veya yasaklayan bir ifade yoktur. Kur’anın tercüme edilmesinin zaruri olduğunu savunanlar olduğu gibi, edilmemesi gerektiğini savunanlarda olmuştur. Tercümeyi genel olarak harfi (lafzi) ve tefsiri (manevi) diye ikiye ayırmak mümkündür. Harfi çeviride harf, fiil ve isimlerin manaları karşılanıp karşılanmadığına bakılmaksızın, Kur’ani ibarelerin harfen nakline dayanırTefsiri tercüme asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şekli özelliklerine bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak manaya itibar edilir. Satır arası Kur’an tercümelerinde ise her kelimenin altına o kelimenin tercüme edilen dildeki karşılığı yazılır. Bu tür çevirilerde cümle yapısı, söz dizimi vb. hususlarda tercümenin yapıldığı dilin kurallarına uyulmaz.

X. Kuranla İlgili Fıkhi Hükümler

Kur’an, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

XI. Kur’an ve Kitab-ı Mukaddes

Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncil’den sonra gelmiştir. Fakat takdim ettiği dini tamamen yeni ve öncekilerdem büsbütün farklı bir din değildir. Hz. Adem'den itibaren bütün peygamberlerde tebliğ edilen ilahi dinin son şekli olarak tanımladığı için diğerle­rini kuşatıcı bir mahiyet arzetmekte, ön­ceki peygamberlere inanmayı da şart koşmaktadır. Özellikle Tevrat ve İncil hakkında ayrıntılı bilgiler içermesi yanında bu kitaplardaki birçok kıssa ve konuyu ihitva etmekte, bunlarda yer alan, kendisinin de benimsediği evrensel ilkeleri tekrarlamakta , geçmiş kitapların içeriklerinin orijinal şekliyle ne oranda muhafaza edilebildiğini, hangi hususlarda değişikliğe uğratıldığını bildirmektedir. Kur’anda konuşan Tanrı, muhatap ise peygamber ve insanlar olduğu halde, Kitab-ı Mukaddeste olaylar üçüncü şahıs tarafından anlatılır. Kuran diğer kitaplara nazaran daha iyi korunmuş, orijinal ve otantik şekliyle günümüze kadar ulaşmıştır. Gerek Yahudiler gerekse Hıristiyanlar Kur’an’ın asıl kaynağının kendi kutsal metinleti olması gerektiğini savunmakta ve ona yönelik eleştirilerde bulunmaktadırlar. Hıristiyan apolojetik yazarlar, Kur’anın vahy mahsulü ilahi kelam olmayıp Hz. Muhammed tarafından yazıldığını ileri sürmüşlerdir. Hıristiyanların Kur’an’a bakışı tarih boyunca genelde menfi olmuştur.

XII. Edebiyat

Türk edebiyatının sekiz-dokuz asır­lık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında geliş­miştir. Türkler arasında şekillenen edebiyat islami bir edebiyat olmuştur. Bu edebiyatın ilim ve fikir kaynağı başlangıcta tamamen Kur’an’dır.Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı tür­lerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur. Kur’an Türk edebiyatının edebi sanatlarını, belagat anlayışını temellendirmiştir.

XIII. Literatür

A)      Tefsirler

1) Rivayet Tefsiri

2) Dirayet Tefsiri

3) Lugavi Tefsirler

4) İşari ve Tasavvufi Tefsirler

5) Mezhebi Tefsirler

6) İlmi, İçtimai, Edebi Tefsirler

 B) Kur’an ilimleri

- nasih/mensuh,esbab’ı-nüzul, i’cazu’l-Kuran, muhkem/müteşabih vb.

C) Batı’da Kuran ve Tefsir Araştırmaları

Başlangıçtan XIX. Yüzyıla kadar yapılan çalışmalardaki temel konu Hz. Peygamber’in kişiliği ve onun Kur’an’la ilişkisi olmuş, Kur’an ise ilahi kaynaklı olmayan ve Hz. Muhammed ve ona yardım edenler tarafından uydurulan bşr kitap olarak nitelendirilmiştir. Bu katı eleştiriler XIX. Yüzyılda yeni bir üslup tarzına bürünmüştür. Özü aynı olmakla birlikte daha bilimsel ve objektif görünen bu tarz, diyaloga zemin hazırlamanın yolu olarak kullanılmıştır.

 


0 Yorum - Yorum Yaz

Hatice KIRMACI 09070336    18.05.2013

I. Tarifi Ve İsimleri

- Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır. Bu görüşleri, kelimenin hemzesiz ve hemzelî olduğunu savunanlar olarak iki grupta ele almak mümkündür. Kur'ân isminin hemzesiz olduğunu söyleyenler içinde yer alan İmam Safirden rivayet edilen, başka ilim adamlarının da desteklediği birinci görüşe göre kelime harf-i ta'rifli olarak "el-kurân şeklindedir ve ne "kara'e fiilinden ne de başka bir kökten türemiştir; Tevrat ve İncil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir. On kıraat imamından İbn Kesîr kelimeyi hemzesiz, diğerleri hemzeli olarak okurlar. Ebü'l-Hasan el-Eş'arî ile birlikte bir grup âlime göre kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak" anlamındadır.

- Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Cerîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân isminin "kara'e" fiilinden türeyen hemzeli bir kelime olduğu görüşündedir. Ancak bunlar arasında da "kara'e fiilinin masdarlanna göre "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" anlamlarından hangisini ifade ettiği hususunda ihtilâf vardır. İbn Abbas kelimenin masdan olan "kur'ân"ın "açıklamak, beyan etmek" mânasına geldiğini söylerken Katâde b. Diâme ve Zeccâc, "toplamak ve bir araya getirmek" anlamında "kara'tü'ş-şey'e kar'en" veya "kara'tü'l-mâe fı'l-havzi" kullanışındaki fiilden mastar olduğunu ifade ederler. Taberî. her iki görüşün de Arap dilinde yerinin olduğunu  belirtmekle birlikte bu görüşlerden İbn Abbas'a ait olanı tercih eder. Cevheri, Râgıb el-İsfahânî, İbn Atıyye el-Endelüsî gibi birçok âlim ise kelimenin "okumak" (kıraat, tilâvet) mânasına gelen "kara'e" fiilinden isim olduğunu söyler.

- "Kara'e"nin asıl kök anlamı itibariyle doğrudan "kıraat" ve "tilâvet" anlamına gelmediğini Arap dilcileri de belirtmektedir. Ancak kelime Kur'ân'ın indiği yıllar öncesinden İtibaren "okumak, bir bilgiyi zihinde muhafaza etmek" mânasında da kullanılmıştır.

- Kur'ân'ın diğer isim ve sıfatlarının sayısı konusunda bir görüş birliğinin bulunmaması, aslında isim olmayan bazı kelimelerin İsim veya sıfat olarak kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır.

- Ancak bu kelimelerin bazıları Kur'ân'ın ismi olarak kabul edilebilirse de alî, habl, es-sırâtü'l müstakim, fasl, nebeün azîm gibi çoğunun isim değil Kur'ân'a bir şekilde işaret eden lafızlardan veya onun vasıflarından olduğu görülmektedir.

- Muhammed Tâhir b. Âşûr'a göre ise Kur'ân'in en meşhur isimleri şunlardır: Kur'ân, tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah.

II. Tarihi

- Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştığında yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira ma-ğarasına gitmeye başladı.

- Cebrail ilk defa yanına gelerek ona "oku" dedi.

- Kur'ân'ın ilgili âyetlerinden  çıkarılan sonuca göre Kur'ân, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 60 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.

- Hz. Muhammed'i peygamberliğe hazırlayıcı gelişmeler olarak düşünülürse bu rivayet ilk inen âyetlerin "oku" emriyle başladığı şeklindeki bilgiyle çelişmemektedir. Vahyin Hz. Muhammed Hira mağarasında uykuda iken geldiğine dair nakiller ise Buhârî ve Müslim'in rivayetleri karşısında yeterince güvenilir görünmemektedir.

- Hadis kaynaklarında Kur'ân'ın inişi hakkında farklı bilgiler verilmektedir. Süyûtî konuyla ilgili rivayetleri üç ana grupta ele almıştır. Birinci gruba göre Kur'ân, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiş, daha sonra yirmi veya yirmi üç yıl içinde parça parça Hz. Peygamber'e vahyedilmiştir. Süyûtî, senedlerini sahih gördüğü bu rivayetlerin muhtevasını daha uygun ve tutarlı bulur. İkinci grup rivayetlere göre Kur'ân, her yılın Kadir gecesinde o yıl nazil olacak miktarda dünya semasına indirilmiş, ardından gerektiği zaman gerektiği kadarı Resûl-i Ekrem'e vahyedilmiştir. Üçüncü grup rivayetlere göre ise Kur'ân ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi kü-sur yıl boyunca nüzulü devam etmiştir. Ancak Süyûtî'nin konuyla İlgili olarak naklettiği rivayetlerin neredeyse tamamının başta İbn Abbas olmak üzere sahabe sözü olması bunların büyük oranda şahsî kanaatler olduğunu göstermekte. Ayrıca mushaftaki bir âyet veya sûreye de Kur'ân dendiği dikkate alındığında, Kur'ân'ın ramazan ayında ve Kadir gecesinde nazil olduğunu bildiren ifadelerden onun tamamının bu ayda ve gecede indiği sonucunu çıkarmak gerekmemektedir.

- Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.

- Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur. Uzun bir zamandan sonra ikinci bir kesinti Duhâ sûresinin nüzulünden önce yaşanmıştır.

- Alak sûresinin ilk beş âyetinin ilk inen âyetler olduğunda ittifak bulunmakla birlikte ilk inen sûrenin hangisi olduğu ihtilaflıdır.

- Medine döneminde nazil olan ilk sûre ise Bakara'dır. Son inen âyetin hangisi olduğu da ihtilaflıdır.

- Zerkeşî'ye göre sûrelerin seksen beşi Mekkî, yirmi dokuzu Medenî  Süyûtiye göre ise seksen ikisi Mekkî. yirmisi Medenî

- Kur'ân kendisinden bahsederken birçok yerde "el-kur'ân" ve "el-kitâb" kelimelerini kullanmıştır.

- Araplar güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesinde nazil olan âyet ve süreleri ezberlemekte bir sıkıntı çekmiyorlardı.

- Arap yazısının İptidai oluşu ve okuma yazma bilenlerin azlığı gibi sebeplerle yazma işi az sayıda müslümanla sınırlı kalıyordu.

- Ticaretle uğraşan, bilhassa ülkeler arası ticaret yapan Mekkeliler'de okur yazar sayısı Medineliler'e göre daha yüksekti.

- Nazil olan âyetlerin Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren yazıldığına dair bizzat Kur'ân'da   hadis kaynaklarında  ve tarih kitaplarında bilgiler bulunmaktadır.

- Vahyin erken dönemlerden itibaren yazıldığına dair en önemli delillerden biri Hz. Ömer'in müslüman olması hadisesidir. Ömer, kız kardeşi ve eniştesi yazılı bir metin üzerinden Tâhâ sûresini okumakta iken onların yanına girmiş, okudukları metni istemiş ve gusül abdesti aldıktan sonra bunu okumuştur

- Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen vahiy kâtipleri nazil olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malzemeler çok çeşitli olup en meşhurları develerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yer-leri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüslerdir.

- Hz. Peygamber'in o dönemde Kur'ân'ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir. Ancak ramazan aylarında Resûl-i Ekrem ile Cebrail'in o güne kadar inen âyetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumaları (arza) uygula-masından Kur'ân'ın bir kitap şeklini alma yolunda olduğu anlaşılmaktadır.

- Özellikle Resûl-i Ekrem'in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş, böylece mushaf ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber'in sağlığında Kur'ân'ın tamamını ez-berleyenlerin sayısı onu aştığı anlaşılmaktadır.

- Yemâme savaşında hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması  Hz. Ömer'i telâşlandırarak harekete geçirmiştir. Kur'ân'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû Bekir'e açtı. Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır. Tevbe sûresinin son iki âyetiyle (9/128-129) Ahzâb sûresinin 23. âyeti sadece Huzeyme b. Sabit el-Ensârî'de bulunmuş. T

- Tevbe süresindeki bu iki âyetin son inen âyetlerden olması sebebiyle hafızalarda taze olduğundan diğer sahâbîler bu âyetlerin varlığını ezberleriyle desteklemişlerdir. İki kapak arasındaki bu derlemeye "mushaf" adı verilmiş, bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Resûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal etmiştir.

- Hz. Ömer ve Osman devrinde artanfetihlerle genişleyen İslâm coğrafyasında Araplar'ın dışındaki müslümanlar, kendi bölgelerinde meşhur olan sahâbînin mushaf ve kıraatiyle Kur'ân'ı öğrenip okuyor, muhtemelen bu mushaflardan kendileri İçin özel nüshalar çıkarıyorlardı. Bu uygulama devam ederken "yedi harf" ruhsatına ve Arap dilinin yapısına bağlı olarak ortaya çıkan bazı kıraat farklılıklarını doğru biçimde değerlendiremeyenler bunu önemli bir ihtilâf sebebi olarak gördüler ve ciddi tartışmalar başlattılar.

- Yardımcılarla birlikte üyelerinin sayısı on ikiye ulaşan heyet çalışmalarını başarıyla tamamladı ve orijinal nüsha Hafsa'ya iade edildi. 25-30 (646-651) yıllan arasında gerçekleştirilen bu çalışma sonunda çoğaltılan yedi (veya dört, beş, sekiz) Kur'ân nüshası birer kâri ile birlikte Mekke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn'e gönderilmiş, bir nüsha da Medine'de bırakılmıştır.

- Hz. Osman bunların dışında yazılmış Kur'ân sayfalarının ve özel mushafların imha edilmesini emretmiştir. Kur'ân'ın çoğaltılmasında esas alınan önemli iki husustan biri sûrelerin sıralamasının son okuyuşta ortaya konan şekle göre yapılması, diğeri ise değişik okuyuşlara müsait olan lehçe farklılıklarının terkedilerek Kureyş lehçesinin esas alınmasıdır.

- Çoğaltılarak çeşitli beldelere gönderilen Kur'ân nüshaları büyük kabul görmüş. Kur'ân öğretimi bu nüshalara göre yapılmış, bazı Kur'ân nüshalanyla kıraatlerde yer alan ve resmî mushaf hattına uymayan yedi harf ruhsatına bağlı okuyuşlar şâz kıraatler olarak nitelendirilip terkedilmiştir.

- Ancak bu mushaflara rağmen zaman zaman okuma güçlükleri ve ciddi okuma yanlışları da olmuştur. Bunun temel sebebi Hz. Osman'ın mushaflarında noktaların ve harekelemenin bulunmayışıydı. Bu meseleyi çözmek için ilk harekete geçen yönetici. Halife Abdülmelik b. Mervân'ın Irak valisi Ziyâd b. Ebîh olmuştur.

- Kur'ân'ın harekelenmesi büyük ölçüde okuma kolaylığı getirmişse de yanlışların tam olarak önüne geçilememiştir. Çünkü Arap dilini ve Kur'ân'ı yeni öğrenenlerin benzer harfleri birbirinden ayırmadaki güçlükleri devam etmiştir. İrak Valisi Haccâc, buna çözüm bulmak üzere İbn Ya'mer ve Nasr b. Âsım'ı görevlendirmiş, onlar da Ebü'l-Esved'den öğrendikleri noktalama işaretlerini Kur'ân'a uygulamışlardır. Bu şekilde yazılan mushaflar İslâm âlemine hızlı bir biçimde yayılmıştır. Halîl b. Ahmed ise günümüzde kullanılan harekeleri ve diğer noktalama işaretlerini geliştirerek bu çalışmalara son şeklini vermiştir.

III. Tertibi

- Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve değişik sayılarda âyetlerin yer aldığı sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en meşhuru Âyetü'l-kürsî'dir. Deyn âyeti, ribâ âyeti, kumar âyeti gibi adlandırmalar ise daha çok âyetin konusuyla ilgilidir.

- Kur'ân vahyine ait bölümlerin âyet ve sûre şeklinde belirlenmesi risâletin ilk yıllarında olmuştur. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'ân'da 114 sûre bulunmaktadır.

- Tevbe sûresinin müşrik ve kâfirlere ültimatomla başladığından eman bildiren besmelenin bu ültima-tomla çelişeceği şeklindedir.

- Kur'ân'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.

- Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'ân'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez.

 

IV. Mahiyeti

 

- Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir.

- Hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'ân'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır. Buradaki "her şey" cüzî olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmektedir.

- Klasik fıkıh usulü eserlerinde Kur'ân-ı Kerîm'i tanımlayanlar onu daha çok fenomenolojik bir şekilde, yani İnsanlara ulaşmış ilâhî bir kelâm olması cihetinden ele alırlar.

- Kur'ân'ın ne olduğu sorusu cevaplandırılırken onun nazım ve mâna olduğunun zikredilmesi aynı zamanda lisanî olanın bütün özelliklerini taşıdığını ifade etmektedir. Bütün bu unsurlar, Kur'ân-ı Kerîm ile fert ve toplum arasındaki irtibatı müslümanın sağ duyusu üzerinden kurma ve muhafaza etme açısından belirleyici bir öneme sahip olagelmiştir.

- Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. Allah'ın sıfatlarına dair görüş ayrılıkları her ne kadar 11. (Vlll.) yüzyılın İkinci yarısından itibaren ortaya çıkmışsa da tartışmanın kaynağını, hıristiyanların Hz. îsâ'nın "Allah'ın kelimesi" olduğunu belirten ifadeyi onu ilâhlaştırmanın bir gerekçesi olarak kullanmaları oluşturmaktadır. Nitekim hıristiyanların teslisi temellendirirken bunları zâttan ayrı bir tür sıfat olarak göstermeye meyletmeleri, müslümanların bir kısmını bu konuda daha hassas bir tavır benimsemeye sevketmiştir. Bu çerçevede Allah'ın diğer sıfatları gibi kelâm sıfatının da kadîm olmadığı, zâtından ayrı bir sıfat olarak kabul edilemeyeceği, bundan dolayı Kur'ân'ın Allah kelâmı olmakla birlikte hadis, dolayısıyla mahlûk olması gerektiği tezini savunmuşlardır. Bu görüşü benimseyen sınırlı bir grup İslâm dünyasında V. (Xi.) yüzyıla kadar var-lığını devam ettirmiş olsa da bu yüzyıldan sonra Allah'ın sıfatlarının zâtının ne aynı ne de gayri, ancak zâtı ile kâim ezelî ve ebedî sıfatlar olduğu üzerinde genel bir ittifak sağlanmıştır.

- Klasik literatürde Kur'ân'ın mahiyeti üzerinde gelişen söylem buradan hareketle biri fenomenolojik, diğeri özsel olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Klasik mantıkta bu iki yaklaşım şekline dayalı olarak yapılan tanımlara "had" ve "resm" denilmektedir. Buna göre kelâmcıların tarifi Kur'ân'ın haddi olurken fakihlerin yaptığı tanım resm olmaktadır. Bu iki söylem bir ve aynı şey hakkında gelişmiş olmakla birlikte onu iki ayrı cihetten ele almaktadır. Fukahanın yaklaşımı Kur'ân'ın insanlara ulaştığı ve onlara gözüktüğü halini dikkate alırken kelâmcılarınki onun daha çok Allah ile olan irtibatını vurgulamaktadır. Bu anlamda Kur'ân. Allah'ın ses ve harflerden bağımsız olarak zâtı ile kâim olan nefsî kelâmıdır ve mânalardan ibarettir. Bu açıdan Kur'ân'ın mahlûk olduğundan bahsetmek anlamlı değildir. İkinci tanım ise (resm) bu tarifi dikkate almakla birlikte esas itibariyle insanlara ulaştığı haliyle Kur'ân'ı ifade etmektedir. Buna göre Kur'ân nazım ve mânadır.

- Nazım ve mâna bir taraftan hafızların zihninde, diğer taraftan mushafların sayfalarında tevâtüren nakledilmiştir.

- Kur'ân'ın mucize olması üzerinde durulurken tabii bir dilde mümkün olan en yüksek ifade gücüne sahip olmasını açıklamaya yönlendirmektedir.

- Kur'ân'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi, onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde kalmasını ve zaman içerisinde top-lumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır.

- Geçmişte ve gelecekte İnsanlığın ve her bir insanın varlık yapısı gereği karşı karşıya kalacağı durumları aydınlatacak bir ışık olma, kendisine tâbi olunduğunda ortaya çıkacak insan fiilleri ve bu fiillerin birbiriyle irtibatlanması neticesinde meydana gelecek "örf" adı verilen -ilimler ve müesseseler gibi daha üst oluşumlara ilâhî bir renk verme imkânını kendi içinde taşımaktadır.

- Kur'ân'ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir

- Kur'ân müslümanın hayatında sadece anlamı araştırılan sıradan bir mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiyle Müslümanlığını okuma ve dinleme ilişkisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır. Kur'ân'ın ahengi, Arapça bilmeyenleri bile etkileyecek bir sanat içerdiği için mucize olmasının önemli bir parçası sayılmıştır. Onun nazmının ve üslûbunun bazı özellikleri yanında kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviyesi mucize olmasının en önemli alâmeti olarak kabul edilmektedir.

 

V. Muhtevası

 

- Bazı eserlerde Kur'ân'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Meselâ İbn Cerîr et-Taberî Kur'ân'ın muhtevasını tevhid, haberler ve kıssalar, diyânât  Zemahşerî Allah'ı lâyık olduğu şekliyle tanıtmak, ibadet, emir ve nehiy. va'd ve vaîd; Râzî ilâhiyyât, meâd, nübüvvât, kaza ve kader şeklinde tasnif eder. Ebû Bekir İbnü'I-Arabî, Kur'ân'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplayarak bunları şöyle açıklamıştır: Tevhid yaratılmışlara dair bilgilerle Allah'ın isimleri, sıfatları ve fiillerine ilişkin konulan kapsar. Tezkir ödüllendirme vaadi ve cezalandırma tehdidi, cennet ve cehennem, iç ve dış temizliğiyle ilgili konulardan oluşur. Ahkâm yükümlülükler, faydalı ve zararlı şeylerin neler olduğu, emirler, nehiyler ve menduplar hakkındaki bilgileri içine alır. Aynı müellif Kur'ân'da en fazla tezkire dair konuların yer aldığını belirtir. Fatiha sûresi Kur'ân'daki itikad, ibadet ve ahlâktan oluşan ana konuları Öz olarak içerdiğinden "ümmü'lkitâb" ve "ümmü'l-Kur'ân" olarak adlandırılmış. İhlâs sûresi özellikle tevhid konusunu özetlediği için Kur'ân'ın üçte biri sayılmıştır.

- Kur'ân'ın muhtevasına giren konuları, dinî ve dünyevî mahiyetteki bilgi ve meslek alanlarını da içine alacak şekilde genişleterek yüzlerle ifade eden, hatta insan zihninin ulaştığı ve ulaşacağı her türlü bilginin en azından öz olarak yahut işaret yoluyla Kur'ân'da yer aldığını ileri süren görüşler de vardır.

- Kur'ân'da dinî muhtevanın yanında tıp. cedel, astronomi, hendese, cebir, geleceğe ait bilgiler gibi din dışı alanlara dair ilimlerin, hatta terzilik, demircilik, ipekçilik, dokumacılık, çiftçilik, denizcilik, atıcılık gibi çeşitli mesleklere dair temel bilgilerin de bulunduğunu ifade etmiştir.

- Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür:

 

A) Mekkî Sûreler.

1. Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar. Bu sûrelerde genellikle tevhid ve âhiret konuları hakkında insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmolojik ve psikolojik deliller gösterilir ve insanlar akıllarını kullanarak bunlardan yararlanmaya çağrılır

İlk yıllarda inen sûrelerin bazılarında risâlet görevinin ağırlığına karşılık gücü hakkında tereddütlü ve sıkıntılı olduğu anlaşılan Hz. Peygamber'e. Allah'ın daha Önce kendisini nasıl esirgeyip lütuf ve ihsanda bulunduğu hatırlatılarak ümit verilmektedir.

 

2. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür. Müşriklerle yoğun bir mücadeleye girilerek putperestliğin anlamsızlığını, putların hiçliğini, onlara tapmanın gereksizliğini ortaya koymak, müşriklerin vahiy, peygamberlik ve meleklerle ilgili itirazlarını reddedip yanlış telakkilerini düzeltmek üzere aklî ve kozmolojik kanıtlar gösterilir. İnkarcılar, atalarından kalma inançları körü körüne sürdürmek yerine bu konularda akıllarını kullanmaya çağrılır.

 

3. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. Meselâ Alak sûresinde (96/6-8) insanın bu bağlamda Mekeü putperest lider tipinin zenginlik iddiasıyla şımarması eleştirilip ölüm sonrasına ve uhrevî sorumluluğa sadece.

"Kuşkusuz dönüş rabbinedir" şeklinde değinilmekte, ardından gelen âyetlerde âhireti de ima eden kısa bilgiler ve inkarcılara yönelik eleştiriler yer almaktadır.

 

4. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır. Şâtıbî, Mekkî sûrelerde bu konularda ana hususların bildirildiğini. Medenî sûrelerde ise bunların ayrıntısının veya tamamlayıcı unsurlarının ortaya konduğunu belirtir

 

5. Daha çok Mekke döneminin ortalarında nazil olmaya başlayan ve hacimleri gittikçe genişleyen sûrelerde  Araplar'ın en azından bir kısmı hakkında bilgi sahibi oldukları Nûh kavmi. Ad, Semûd. İsrâiloğulları gibi eski kavimlerle onlara gönderilmiş olan peygamberlerin hayatından ibret ve ders almaya değer bilgiler verilerek Hz. Muhammed'in davet ettiği dindeki temel ilkelerin bütün peygamberlerin tebliğlerinde yer almış evrensel ilâhî hakikatler olduğu, önceki peygamberlerin de tebliğ faaliyetleri sırasında Hz. Muhammed'in çektiklerine benzer sıkıntılar yaşadıkları ve bunlara göğüs gerdikleri, onların davetlerini kabul edenlerin kurtuluşa erdikleri, inkâr edenlerin ise Allah'ın mutlak yasası (sünnetullah) gereğince helak olup gittikleri bildirilir. Söz konusu kıssalarda tarihin tasvir edilmesinden çok muhatapların ders ve ibret almaları amaçlanmıştır.

 

6. Resûlullah'ın kendisini himaye eden amcası Ebû Tâlib'i ve zevcesi Hz. Hatice'yi kaybettiği, öte yandan Mekkeliler'in küÇümseme ve alaylarının düşmanlık ve eziyete dönüştüğü, bu sebeple yeni bir sığınak aranmaya başlandığı Mekke devrinin son yıllarında Mekke Araplan'nın dışında yeni muhataplar da söz konusu olduğundan bu dönemde gelen sûrelerin üslûp ve muhtevasında kısmî bir değişiklik olduğu gö-rülmektedir. Artık sadece Mekkeliler'e değil, aynı zamanda yer yer "ey insanlar" tarzında başlayan ifade kalıbıyla başka topluluklara da hitap edilmektedir.

 

7. Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Çoğunlukla kısa hacimli olan bu sûrelerde iyi niyetli insanları, gönülleri hidayete açık olanları derinden etkileyip ikna etmeyi, buna karşılık bâttl inançlarını, zulüm ve haksızlıklarını sürdürmekte ısrar eden müşrik aristokratlara meydan okuyup onları âciz bırakmayı hedefleyen bir üslûp hâkimdir. Ayetler kısa, seçili, muhtevanın gerektirdiği durumlarda sert seslidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâkimdir.

 

B) Medenî Sûreler.

 

1. Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak ilkeler" şeklinde özetlemek mümkündür.

2. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur.

3.  Mekke'de mütecanis bir putperest Arap topluluğu varken Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler başlamış, bu sebeple başta Medenî sûrelerin en uzunlarından olan Bakara ve Âl-i İmrân olmak üzere bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir.

4. Medine'de İslâmiyet'e düşman olmakla birlikte müslümanların her geçen gün güçlenmesi karşısında Peygamber'le açıktan mücadele etmeyi göze alamayan bir Arap ve yahudi topluluğu ortaya çıkmış, "münafık" denilen bu toplulukla ilgili meseleler Medenî sûrelerin muhtevasında ağırlık kazanmıştır.

5.  Müslümanlar ilk defa Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.

6.  Medenî sûrelerin muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifadelere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazanmıştır. Mekke döneminin özellikle ilk zamanlarında inen sûrelerin ve âyetlerin daha kısa olmasına karşılık Medenî sûrelerde muhtevanın gereği olarak hacimlerin giderek genişlediği görülür.

 

VI. İcazı Ve Üslubu

 

- Hz. Muhammed'i çeşitli zamanlarda mecnun, şair, kâhin veya sihirbaz ya da büyüye tutulmuş olmakla itham etmeleri üzerine  Kur-'an'da bu iddiaların gerçek dışı olduğu belirtilmiştir.  Kur'ân'ı şeytanlar tarafından kâhinlere telkin edilen sözler olarak gören inkarcıların iddiaları reddedilmiş. Kur'ân'ın Cebrail tarafından  yeri ve gökleri yaratan âlemlerin rabbi katından indirildiği beyan edilmiştir.  İnkarcılar, Kur'ân ve kaynağı hakkında öne sürdükleri iddiaların tutarsızlığını görünce başka yollar aramaya başladılar. Eski kavim-lere dair kıssaların anlatıldığını görünce Kur'ân'a başkalarının da yardımıyla Muhammed'in uydurduğu bir yalan, kendisine dikte edilen eski milletlerin efsaneleri yakıştırmasını yaptıkları gibi  Kur'ân'ı Muhammed'e bir yabancının öğrettiğini de söylediler.

- Peygamberliğini ilân eden bir kişinin doğru sözlü olup olmadığının anlaşılabilmesi için benzerini insanların yapamayacağı mucize denilen harikuladelikler ortaya koyması gerekir.

- Kur'ân'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr ve Kur'ân'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'ân'la meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır. Üç aşamada gerçekleşen bu meydan okumada önce inkarcılardan, eğer gerçekten Kur'ân'ın kul sözü olduğuna inanıyorlarsa o zamana kadar inen kısmının bir benzerini kendi-lerinin yazıp getirmeleri istenmiştir.  Bunu başaramadıkları anlaşılınca ikinci aşamada iddialarında samimi iseler Kur'ân'ınkine benzer on sûre hazırlayıp getirmeleri, aksi halde gerçeği kabul edip müslüman olmaları talep edilmiştir. Üçüncü aşamada ise Kur'ân'ın Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş bir söz olmadığı, âlemlerin rabbinden geldiğinde kuşku bulunmadığı teyit edildikten sonra inkâr edenlerden Kur'ân'ın bir süresinin benzerini getirmeleri istenmiştir. Bu son aşamadaki meydan okuma Medine döneminde tekrar edilmiştir.

- Kur'ân'ın i'câzının risâlet dönemiyle sınırlı olduğunu, daha sonraki asırlarda benzerinin getirilebileceğini öne sürenler olmuşsa da başta Bâkıllânî olmak üzere âlimlerin çoğu i'câzın kıyamete kadar geçerli olduğu görüşündedir. Çünkü meydan okuma âyetlerinde zaman sınırlaması yapılmamıştır. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim. Hz. Muhammed'in en büyük mucizesi olup  mantıkî olarak risâleti ebedî olan Peygamber'in mucizesinin de ebedî olması gerekir.

 

A) Dili ve Üslûbu.

 

- Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin "apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur.  Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'ân'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir.  Kur'ân, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde Arapça'daki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir.  Kur'ân'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'ân'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir. Dili ve üslûbu öne çıkaran âlimlere göre Kur'ân'ın i'câzı onun sadece Arapça kelimeler kullanmış olmasıyla alâkalı görülmemelidir, çünkü bu kelimeleri Araplar daha önce de kul-lanıyorlardı. İ'câz sadece anlam yönüyle de ilgili değildir, zira Kur'ân'ın mânasının çoğu eski kutsal kitaplarda da mevcuttur, öte yandan Kur'ân'da yer alan ilâhî bilgiler, varlığın başlangıcı ve işleyişi, insanın yaratılışı ve akıbeti, gaybdan haber verme gibi hususlar da Kur'ân'ın kendi bünyesine has i'câzı oluşturmaz; bu tür bilgiler Kur'ân'ın dışında Arapça'daki bir başka söz dizimi, hatta bir başka dille veya dil dışı bir yolla da anlatılabilir.

 

- Kaynaklarda Kur'ân'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:

1. Mevcut Edebî Şekillerden Farklı Oluşu. Kur'ân'ın nazil olduğu dönemde Arapça'da nazım ve nesir olmak üzere iki edebî şekil vardı. Nazım kaside veya recez, nesir ise seçili veya mürsel (düz serbest) şeklinde olurdu. Âlimlerin çoğunluğuna göre Kur'ân'm söz dizimini ve üslûbunu bunlardan hiçbirine dahi etmek mümkün değildir.

2. Lafız ve Mâna Dengesi. Kur'ân ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır, onda anlam kelimeye tam olarak bürünüp lafız halini alır. Kısa ve özlü anlatımın tercih edildiği yerlerde mâna ihmal edilmediği gibi muhtevanın ayrıntısına girilmesi gerektiği yerlerde de söz israfına gidilmez.

3. Gönüllere Tesir Edişi. Kur'ân'ın İnsanı etkisi altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle ürpertir. Kur'ân'ın i'câz yönünden olan bu tesirini konu edinen âyetler de bulunmaktadır

4. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk. Kur'ân'daki harflerin, kelimelerin ve cümlelerin seslendirilmesi esnasında ortaya çıkan, kulağa ve ruha hoş gelen, diğer söz türlerinde hiç rastlanmayan bir mûsiki vardır. Fonetik açıdan Kur'ân, şehirlilerin ifadesindeki yumuşaklıkla bedevîlerin anlatış tarzındaki sertliği hikmetli bir ölçüde birleştirerek meydana getirdiği ahenkli bir ses sayesinde ancak zihinlerde tasavvur edilebilen bir ses armonisi gerçekleştirmiştir

5. Edebî Tasvir. Edebî tasvirleri açısından bakıldığında Kur'ân'ın nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata İlâve olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları Kur-'an'ın güzelliğine götüren tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biri olarak görülür. Kur'ân'ı dinleyen bir kimse, bu tas-virin okunmakta olan bir kelâm olduğunu unutup onu bizzat şahit olduğu bir hadise olarak zihninde canlandırır.

6. Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu. Kur'ân teşri, kıssa, tarih, cedel ve münazara, mev'iza gibi edebî türlerin hepsinde fesahatini en yüksek seviyede daima korumuş, sûrelerde bir konudan diğerine geçişleri en mükemmel şekilde sağlamıştır. Halbuki bir edebiyatçının edebî türlerin hepsi hakkında ileri düzeyde bilgi sahibi olması, hepsiyle ilgilenmesi mümkün olmadığından bütün alanlarda mahir olması da imkânsızdır. Nitekim Arap edipleri daha çok övünme, kahramanlık, mev'iza, medih ve hiciv tarzlarında söz söylemişler, her biri bunların bir veya ikisinde mahir olabilmiş, savaş, deve, ceylan, şarap gibi belli konuları tavsifte yoğunlaşmıştır.

7.  Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi. Birçok âyetin ilk bakışta kavranan mânası aynı kalmakla birlikte daha derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları, anlam katmanları da bulunabilir; hatta onun mânalarından gelecek nesillere de yeni taraflar kalabilir. Farklı anlayışla-ra imkân veren bir âyeti ilk nesiller kendi durumlarına göre, daha sonraki nesiller de ulaştıkları ilmî seviyelere göre açıklarlar.

8. Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi. Kur'ân'a has üslûp tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tatmin etmesidir. Buna karşılık beşerin ifade gücü akılla duygu arasında aynı anda denge kuramaz. Çünkü insanın düşünen kuvvesiyle duyan kuvvesi arasında sürekli bir dengenin bulunması imkânsızdır.

 

B) Diğer İ'câz Görüşleri.

 

- Kaynaklarda Kur'ân'ın dil ve üslûbunun dışında i'câz yönleri de zikredilir. Üzerinde durulan hususlardan biri Kur'ân'ın gayb alanına ilişkin haberler içermesidir. Kur'ân'da Hz. Âdem'den itibaren geçmiş peygamberlerin ve milletlerin kıssaları yer alır. Okuma yazması olmayan, herhangi bir kimseden öğrenim görmeyen bir kişinin vahiy almadan bu tarihî hadiseleri anlatması, onlara şahit olmuş gibi tasvir etmesi mümkün değildir. Yapılacak bir savaşta Bizanslılar'ın İranlılar'a galip geleceği Bedir Savaşı'nda düşman ordusunun yenilgiye uğratılacağı   müslümanların Mes-cid-i Harâm'a güvenle girecekleri   insanların kitleler halinde İslâm'ı benimseyecekleri  İslâm dininin diğer bütün dinlere üstün geleceği  gibi birçok olayın önceden haber verilmesi Kur'ân'ın geleceğe yönelik gaybî-i'câzî yönünü oluşturur.

 

VII. Açıklanması Ve Yorumlanması

A) Kur'ân'ın Açıklanması.

 

- Kur'ân-ı Kerîm'in Arap diliyle nazil olduğunun ifade edilmesi öncelikle onun belli bir beşer dilinde indirildiğine, ikinci olarak da onun mesajını aktarmak İçin VII. yüzyıldaki Hicaz Arap kültürünün dil geleneğini, onun kelime ve kavramlarını ve diğer kültürel ürünlerini bir malzeme olarak kullandığına dikkat çekmeyi amaçlar.

1. Kur'ân'ın Dil Bilimi ve Metin Yönünden Tahlili. Tefsir ilminin öncelikli görevi Kur'ân ibaresinin zahirî mânasını vermek olup bunun için dil biliminin çerçevesine konulabilecek metotları ve verileri kullanır. Meselâ tefsirlerde bir âyette geçen kelimelerin Kur'ân'da yer alan anlamları verilir. Âyetin zahirî mânasına, ondaki ke-limelerin Kur'ân'da kullanıldığı anlamlarını bilmek ve âyetin cümle yapısını gramer açısından doğru bir şekilde çözümlemekle ulaşılır. Ancak bu, âyeti tam olarak anlamak için yeterli değildir. Âyetleri anlamak için hâlâ göz önünde bulundurulması ve bilinmesi gereken hususlar vardır. Bunlardan biri âyetin metinsel bağlamıdır; yani âyetin öncesi ve sonra-sıyla bütün metin içindeki yerini bilmek gerekmektedir. Klasik tefsir disiplini bu işlemi "Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsiri" şeklinde formüle etmiştir. Ayrıca Kur'ân'ın bütünü içinde kendine has bir kavram dünyası bulunmakta, Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanması bu kavram dünyasının çözümlenmesini de gerektirmektedir.

 

            Kur'ân'ın gönderildiği Hicaz'daki VII. yüzyıl Arap topluluğunun Arapça'sını aktarması beklenen sözlükler de müfessir-lerin vazgeçilmez kaynaklan arasında bulunacaktır. Yine Hicaz Arapları'm tanıma, inceleme işlemi geniş bir çerçevede Sâ-mî kültür geleneğinin ve onun dillerinin incelemesini de içerecektir.

 

2. Tarih Bilgisi ve Kur'ân'ın Tarihî Bağlamı. Açıklama sürecinde yapılması gereken bir başka işlem de âyetlerin nazil olduğu ortam ve şartlar hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu olayları meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde belirlemektir. Klasik Kur'ân ilimleri içinde bulunan sebeb-i nüzul bir ölçüde bunu yapmaya çalışır. Çünkü her söz söylendiği zaman, mekân ve şartlar İçinde anlam kazanmaktadır. Sözün tarihî bağlamına yeterince dikkat edilmemesi tefsirlerde zaman zaman görülebilen bir eksikliktir. Meselâ kıblenin değiştirilmesini konu alan âyetteki   "kitap verilenler" ibaresini Kurtubî, "yahu-diler ve hıristiyanlar" şeklinde tefsir etmiştir. Halbuki âyetin indiği ortamda ve olaylar dizisinde hıris-tiyanlara rastlanmaz. Nitekim ilk dönem müfessirlerinden Taberî'nin bu âyetle İlgili olarak aktardığı rivayette hiristiyanlardan söz edilmemiştir.

a) Hadis Koleksiyonları. Kur'ân'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar, âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimelerin mânaları hakkında en sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur'ân'ın insanlara aktarıcısı olan Hz. Pey-gamber'in sözleridir.

b) Tarih Kaynaklan. Kur'ân'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'ân'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar götürülmelidir. Bunun amacı, Kur'ân'ın vahyedilme-ye başlandığı kültürel ortam, ekonomik yapı. toplumsal ilişkiler ve dinî inanç biçimleri vb. hususlarla ilgili atmosferi ve şartlan daha ayrıntılı biçimde ortaya koymaktır. Bu husus, Kur'ân'ın karşılaştığı toplumla nasıl bir diyaloga girdiğini ve onu nasıl eğittiğini anlamamıza yardımcı olacaktır.

 

B) Kur'ân'ın Yorumlanması. Tefsir

 

- Kur'ân âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini üstlenmiştir. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'ân'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu disiplinler, âyetlerin sözlük anlamı ve bu çerçevede tefsirin kendilerine sunduğu farklı açıklamaların yanı sıra gelenek içindeki zengin birikimi ve yaşanılan zamanın şartlarını da dikkate almak durumundaydı. Karşılaşılan problemler çoğaldıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır.

1. Kur'ân'ın Yorumlanmasında Öznellik Sorunu. İnsan belli bir kültür dünyası içinde doğmaktadır. Kişinin bundan tamamen sıyrılması mümkün olmadığı gibi mutlak surette gerekli de görülmemektedir. Bir yorumcunun Kur'ân'a yaklaşırken yaşadığı dünyadan soyutlanarak boş bir zihinle yorum yapması mümkün değildir. Tefsir disiplininin işleyişinde de müfessirin öznelliğinden gelen aksamalar ve eksiklikler etkili olabilmektedir. Nitekim müfessirin öznelliği dil ve tarih malzemesini kullanmasına olumsuz yönde tesir edebilir.  

            Anlama süreci sadece dil ve tarih malzemesini kullanan tefsirle sınırlı değildir; süreç bu temel işlemden sonra da devam etmekte ve Kur'ân'a ait değerlerin onu anlayanın kendi zamanına aktarılmasını içine almaktadır. Anlama sürecinin bu ikinci merhalesi, anlayan kişinin öznelliğinden çok daha yoğun bir şekilde etkilenen aşamaları içermektedir.

 

            Yorumcuların belli bir zeminde fikir birliğine ulaşmalarına imkân veren, hatta onları buna yönlendiren âmiller de bulunmaktadır. Yorumluların her birinin belli bir metni ve kendi tarih-selliğini ortak bir zemin kabul etmesi onlara belli bir çerçeve sağlayacak, her biri kendi tarihselliğinin sorunlarına Kur'ân okuyucusu olarak yaklaşacaktır

2. Kur'ân'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması. Kur'ânî değerlerin sonraki dönemlere taşınması, onun başlattığı kültür geleneğinin devam edip canlı tutulması için gereklidir. Bu işlem pratikte, son derece simgesel olanından başlayarak hayatı derinden ilgilendirecek olanına kadar geniş bir yelpazede değişik düzeylerde ve şekillerde gerçekleştirilmiştir.

            İnanç, ahlâk, hukuk, siyaset vb. alanlara dair temel Kur'ânî muhteva ve değerlerin değişik zamanlara metodik ve sistematik olarak taşınması, İslâm kültürünün bireysel ve daha çok kurumsal çerçevede işletilmesiyle ilgili olup bundan dolayı Kur'ân metninin en ciddi ve sistematik değerlendirme tarzıdır.

            Teorik olarak çözümlenmesi mümkün görünen bu gerilimin örnekleri İslâm kültür tarihi içerisinde görülmüştür. Meselâ kelâm fırkaları arasında sıkça gözlendiği üzere bazı yorumcular, kendi düşünce dünyalarını ve ideolojilerini Kur'ân'-dan ve Sünnet'ten delillendirmeyi amaçlamışlar, zaman zaman belli bir anlayışı oluşturmak ve karşı yorumu altetmek maksadıyla Kur'ân'ın kendine ait bağımsızlığını, dilsel ve tarihsel bağlamını ihlâl etmişlerdir.

            Klasik metodolojinin bu tutumunu bir yetersizlik olarak gören ve az ya da çok modernist bir karakter taşıyan yeni yorum yaklaşımları da ortaya çıkmıştır. Bunların bir ölçüde paylaştığı temel iddia, Kur'ân'ın evrensel ve tarih üstü mesajlarıyla aslî ilke ve amaçlarının yöntemlere bağlı kalınarak metinden çıkarılması ve bunların değişik tarihsel durumlara uygulanmasıdır.

            Yorumlama sürecinin içerdiği bütün problemlerle bu yaklaşım da karşılaşmaktadır. En başta Kur'ân'ın temel ve öncelikli ilkelerinin neler olduğu, bunların nasıl tanımlanacağı, içlerinin nasıl doldurulacağı yorumcular için ciddi bir ihtilâf sebebi olmaktadır. Çünkü bütün bu işlemler yorumcunun tarihselliğinden bağımsız olarak gerçekleştirilemez, öte yandan yorumcuların kendi dönemlerinde çözüm bekleyen problemlerin tanımlan ve bu problemlere hangi Kur'ânî ilkenin uygulanması gerektiği de birer ihtilâf konusudur.

 

VIII. Kur'ân İlimleri

 

- Kur'ân ilimleri (ulûmü'i-Kur'ân) tamlaması esas itibariyle Kur'ân'la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur'ân-ı Ke-rîm'le alâkası olmayan, fakat kendisinden Kur'ân'ın yorumunda dolaylı olarak yararlanılan ilimlerin Kur'ân ilmi sayılıp sayılmayacağı hususu tartışılmıştır. Bu sebeple zaman zaman kullanılan "Kur'ânî ilim-ler şeklindeki tamlamanın ulûmü'l-Kur'ân terkibinin anlamını vermediği için Kur'ân ilimleri yerinde kullanılması yanlış olur. Meselâ astronomi, matematik, biyoloji gibi İlimler Kur'ânî oldukları halde genel kabule göre Kur'ân ilimlerinden değildir. Kur'ân ilimleri Kur'ân'ın vahyi, nü.zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşâbihi hakkındaki disiplinleri kapsar.

- Kur'ân ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'ân'ın indiği döneme kadar gider. Çünkü ilk âyetin nazil oluşundan bahseden Hz. Peygamber vahyin nasıl geldiğini ve vahiy meleğinin durumunu da açıklamıştır. Onun ilk vahiy sonrasındaki halini yorumlayan ve inen âyetlerin kendisinin peygamber olduğuna delâlet ettiğini bildiren Varaka b. Nevfel ile Resûlullah'ın anlattıklarını ve geçmişteki durumunu birlikte değerlendirerek, "Allah seni mahcup etmeyecektir" diyen Hz. Hatice aynı zamanda Alak sûresinin ilk âyetlerinin birer müfessiri sayılabilir. Peygamberlikle görevlendirilmesinin ardından gelen âyetleri müslümanlara okuyup tefsir eden Re-sûl-i Ekrem bunun kendisine verilmiş ilâhî bir görev  olduğunu biliyordu. Ayrıca âyetleri tefsiri sırasında zaman zaman âyetlerdeki mânası kapalı kelimeleri açıklıyor, ashabın anlamakta zorluk çektiği yerler hakkında açıklamalar yapıyordu. Nitekim sahâbîle-rin, "İnanıp da imanlarına bir zulüm katmayanlar   mealindeki âyette geçen "zulüm" kavramını farklı anlayıp tedirgin olmaları üzerine Resûlullah buradaki zulüm kelimesini "şirk" olarak tefsir etmiştir. Hz. Peygamber'in bir soru üzerine İsrâ süresindeki (17/79) "makâ-men mahmuden" ibaresini "şefaat" olarak yorumlaması da   bir başka örnek olarak zikredilebilir. İmsak vaktinin bildirildiği âyette geçen  "beyaz ip" ve "siyah İp"i Resûl-i Ekrem'in gece ile gündüzün birbirinden ayrılması vakti olarak açıklaması  mecaz ilmi için açık bir delil olmuştur. Es-bâb-ı nüzul ilminin daha Mekke döneminde iken ortaya çıktığını gösteren pek çok örnek vardır. Bu ilim özellikle ashap tarafından sûre ve âyetler nakledilirken kullanılıyor ve yanlış anlamaların önüne geçiliyordu. Ancak bütün bunlar sadece sözlü kültür olarak devam etmiş olup Resûl-i Ekrem ve sahabe döneminde Kur'ân tefsirine ve ilimlerine dair bir eser telif edilmemiştir.

- Teknik anlamda ve bir bütün olarak ulû-mü'l-Kur'ân tabirinin ne zaman kullanılmaya başlandığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Bazıları, bu tabirin ilk defa Muhammed b. Halef b. Merzübân'a (ö. 309/921) nisbet edilen el-Hâvîiîhilû-mi'İ-Kur'ân'da geçtiğini söylemiştir.

- Bu konudaki ilk sistematik çalışma İbnü'l-Cevzî'ye ait Fünûnü'l-einân  ile Süyûtî'nin el-îtkân fî culû-mi'l-Kur'ân'ınm gölgesinde kalmışlardır. Bu eserlerde yer alan, Kur'ân ilmi olarak adlandırılabilecek alanlar şunlardır: Mekkî-Medenîsûreler, esbâb-ı nüzul, nâ-sih-mensuh, Kur'ân'ın isimleri, toplanması, çoğaltılması ve tertibi, sûre ve âyet bilgileri, münâsebâtü'l-âyât ve's-süver, kıraat ve tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, garîbü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, mü-fessirin âdabı ve şartları.

- Kur'ân'ın diliyle ilgili ilimlerin başında, Kur'ân'ın dil bilgisi bakımından doğru okunup yazılmasından ve farklı vecihlerin ne gibi anlam kaymaları ve zenginliği ortaya çıkardığından bahseden i'râbü'l-Kur'ân gelir. Hz. Peygamber hatasız konuşmaya ve Kur'ân'ı dil bilgisi bakımından doğru okumaya dikkat çekmişse de bu ilmin temellerinin Hz. Ali tarafından atıldığı söylenir.

- Kur'ân'ın cümle yapısıyla ve âyetlerin anlamıyla ilgili ilim dallarının başında em-sâlü'l-Kur'ân gelir. Kur'ân, insanların bazı konuları daha kolay anlayabilmeleri için yer yer örnekleme ve temsil getirme yoluna gitmiştir. Meselâ amelleri boşa giden kişilerin durumu suyun üzerinde oluşan ve daha sonra kaybolup giden köpükle anlatılmış   ayrıca örümcek evi  sivrisinek  ve eşek  örnek olarak zikredilmiştir. Kur'ân'da âyetlerden bazıları muhkem, bazıları müte-şâbih olarak adlandırılmış, muhkem için "kitabın anası" denilmiştir.

- Kur'ân'ın dil ve anlatım özellikleriyle ilgili ilimlerin başında üslûbü'l-Kur'ân gelir. Kur'ân nazil olduğu farklı dönemlerde farklı üslûplar ortaya koymuş, onun üslûbu anlatılan konu ve olaya bağlı olarak değişiklik göstermiştir. İnanç ve ahlâk konularıyla geçmiş milletlerin durumundan bahseden Mekkî sûreler şiir veya hitabet üslûbuna yakın bir tarzda gelmişken ferdî ve içtimaî hukuk konularından bahseden Medenî sûre ve âyetlerde yalın bir anlatım tarzı öne çıkmıştır.

IX. Tercümesi

- Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yok­tur.

- Tercümeyi genel olarak harfi (lafzî) ve tefsiri (manevî) diye ikiye ayırmak müm­kündür. Harfi tercüme nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbi­rine muvafık olması şartıyla bir dildeki la­fızları başka bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir. Bu tercüme şeklinde asıl dildeki hiç­bir kelime atılmaz. Kur'ân-ı Kerim açısından bakıldığında harfi tercüme, "mü­tercimin kapasitesi ve dilin yeterliliği nisbetinde Kur'ân'ın her lafzının yerine ter­cüme edilen dilde o lafzın karşılığı olan başka bir lafzın konması. Kur'ân'ın keli­me, ibare yahut nas cihetiyle Arapça'dan başka bir dile aktarılması" şeklinde ta­nımlanabilir. Bu tür çeviri gerçekte bazı harf, fiil ve İsimlerin mânalannı karşılayıp karşılamadığına veya ne ölçüde karşılan­dığına bakılmaksızın Kur'ânî ibarelerin harfen nakline dayanır. Harfî tercümenin ilmî ve hukukî eserlerde kullanımı kolay ve pratik ise de edebî eserler ve özellikle Kur'ân-ı Kerîm açısından uygulanması son derece güç, hatta bazan imkânsızdır.

Tefsirî tercüme asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün an­lamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak mânaya itibar edilir; bazı tabirler atılabilir veya ilâveler yapıla­bilir. Bu tercüme tarzında mütercim, asıl dildeki ifadeleri iyice anladıktan sonra onların be­lirttiği mânayı başka bir dile kendi üslûp ve ifadesiyle nakleder. Tefsirî tercümede tercümenin harf ve lafızlarında, cümle ve ibarelerinde, îcâz ve ıtnabında, hacim ve kapsamında asıl metne eşitlik şart olma­dığı gibi her harf ve kelimesinin tercüme edilmesi de zorunlu değildir. Türkiye'de Kur'ân-ı Kerîm tercümesi yerine daha çok "meal" lafzı kullanılmakta olup bu tercih­le yapılan tercümenin eksik ve yetersiz olduğu belirtilmekte ve Kur'ân'ın yerini tutmadığına işaret edilmektedir.

 

- Kur'ân-ı Kerîm'in Tercümesi Tarihi. Kur'ân'ın tercümesi tarihini İslâmiyet'in ilk dönemlerine kadar götürmek müm­kündür.

- Buna göre okunan âyetler din âlimleriyle saray men­supları için tercüme edilmiş olmalıdır.

- Kaynaklarda belirtildiğine göre aslında ilk tercüme Farsça'ya çok yakın olan Hû-zistan diliyle yapılan, Mu'tezile âlimi Ebû Ali el-Cübbârye (ö. 303/916) ait çeviridir. Ancak bu çalışmanın günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir.

- Kur'ân tercüme­lerinde ise bütün bir âyetin veya bir bö­lümünün normal cümlelerle açıklaması yapılır. Türkler tarih boyunca Uygur ve Arap alfabeleriyle bu iki tarzda Kur'ân'ı tercüme etmişler 1928 yılında kabul edilen Latin alfabesiyle da­ha çok meâlen tercüme örnekleri ortaya koymuşlardır.

 

a) Uygur Alfabesiyle Yapılan Kur'ân Tercümeleri. Türkler Müslümanlığı kabul ettikleri dönemlerde Uygur alfabesini kullandıklarına göre ilk Türkçe Kur'ân tercümeleri bu dille yapılmış olmalıdır.

 

 b) Arap Alfabesiyle Yapılan Kur'ân Tercümeleri. Türkler, İslâmiyet'e girdikten kısa bir süre sonra Uygur alfabesini terkederek Arap harflerini kullan­maya başlamışlar, Kur'ân-ı Kerîm tercü­melerini son dönemlere kadar bu alfa­beyle kaleme almışlardır. İlk Türkçe Kur'ân tercümesi V. (XI.) yüzyılın başlarında, daha Önce yapılmış olan Farsça çeviri esas alınarak satır arası tercüme metoduyla hazırlanmıştır.

 

c) Latin Alfabesiyle Yapılan Kur'ân Ter­cümeleri. Türkiye'de Cumhuriyetin ilâ­nından sonra kısa bir süre içinde birkaç tercüme neşredildi. Bunların çoğu Arap­ça'ya vâkıf olmayan ve yeterli derecede dinî bilgisi bulunmayan kişilerce yapılmış­tı mütercimler arasında hıristiyan olanlar da vardı. Bu durumdan rahatsızlık duyulması üzerine Türkiye Bü­yük Millet Meclisi'nin isteğiyle Diyanet İş­leri Reisliği, ulemâ nezdinde tasvip göre­cek ve halk arasında itibar kazanacak bir tercümenin hazırlanmasını kararlaştırdı. Ter­cüme görevi Mehmed Akif e (Ersoy) veril­di.

 

X. Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler

 

- Kur'ân-ı Kerîm, tefsir ilminin merke­zinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muham-med'e indirilen vahiy olduğuna inanılma­sı yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'ân, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

 

- Kur'ân ve İbadet. İbadete, ister Allah'a duyulan saygı ve bağlılığın gereği olarak O'nun rızâsına uygun davranma çabası şeklinde genel bir çerçeve çizilsin, ister Allah ve Resulü tarafından yapılması em­redilen ve yaratana itaati simgeleyen özel davranış biçimleri şeklinde daha dar kap­samlı bir tanım getirilsin, Kur'ân okuma her iki açıdan da başlı başına ibadet nite­liğinde bir davranıştır. İslâm dininin an­laşılması ve hayata aktarılması için Kur-'an'ın muhtevasının bilinmesi, getirdiği mesajın kavranması öncelikli ve vazgeçil­mez bir önem taşır. Ancak üzerinde hiç­bir tartışmanın cereyan etmediği bu ilke Kur'ân'm okunuşunun ibadet olmasına, Kur'ân okuyana sırf bu davranışı sebebiy­le ecir ve sevap verilmesi imkânına engel teşkil etmez. Gerek Kur'ân'da gerekse hadislerde

Kur'ân'la ilgili diğer önemli sorumlulukların yanında Kur'ân okumanın gerek­liliği ve fazileti üzerinde sıkça durulur. Kur'ân'm bazı yerlerde kendini "zikr" ola­rak nitelemesinin de Kur'ân okumanın geniş anlamıyla Allah'ı anma kapsamın­da görülmesine zemin hazırladığı söyle­nebilir. İbadetleri mahiyetlerine göre doğ­rudan ibadet, vesile ibadet şeklinde ikiye ayıran fakihler Kur'ân Öğretmeyi abdest, ezan ve imamet gibi vesile ibadetler arasında sayarken Kur'ân okumayı namaz ve oruç gibi doğrudan ibadet olan fiillerden görmüşler ve onun sünnet grubunda yer alan bir ibadet olduğunu belirtmişlerdir. Bunun sonucu olarak Kur'ân okuma ve dinleme, tarih boyunca bütün müslüman toplumların büyük hassasiyet gösterdik­leri, etrafında çeşitli kurumlar ve kültürel zenginlik oluşturdukları temel bir ibadet tarzı olmuş, mânasını anlamadığı halde Kur'ân okuma ve dinleme, mânasını an­layarak ve üzerinde düşünerek okuma derecesinde olmasa bile ibadet olarak gö­rülmüştür.

 

- Kur'ân'ın Ücretle Okunması ve Öğre­tilmesi. Kur'ân'ı okuma ile onu başkasına öğretme arasında mahiyet farkı bulun­duğu, birincisi doğrudan ibadet iken ikin­cisi vesile niteliğinde bir ibadet olduğu ve başkasına intikal eden bir yararı içer­diği için fıkhı hüküm yönüyle birbirinden ayrılır.

Ücretle Kur'ân Okuma. Konu Öncelikli olarak bir ibadetten doğacak sevabın başkasına bağışlanmasının mümkün olup olmayacağı hususuyla yakından alâkalı­dır. İbadetlerin ifası karşılığında Allah ka­tında sevap elde edilmesi, ibadetin nite­liğine ve kişinin samimiyetine bağlı ola­rak kul ile Allah arasında kalan bir mese­ledir ve tamamıyla Allah'ın dilemesine bağlıdır. Bununla birlikte İslâm âlimleri bu konuda şahsî kanaatlerini açıklayarak mükelleflere yardımcı olmak istemişler­dir. Fakihler. hac ve sadaka gibi kısmen veya tamamen malî ibadetlerle dua ve istiğfar gibi amellerin sevabından ölüle­rin yararlanabileceği görüşünü benimser­ken namaz. oruç. Kur'ân okuma gibi be­denî ibadetlerde daha mütereddit dav­ranmış, çoğunluk, bu konuda Allah'ın di­lemesi kaydını da getirerek iyimser bir yaklaşım sergilemiştir. Bağışlanmak üze­re okunan Kur'ân'ın sevabından ölülerin de faydalanabileceği görüşü. İmam Mâ­lik ve Şafiî hariç fakihlerin çoğunluğunca kabul edilir. Ancak ücret karşılığı okumada niyet ve amaç ibadetlerin genel çizgi­sine göre farklılık taşıdığı için hem üc­retle okumanın cevazı hem de sevabının başkasına intikal imkânı hakkında söz söylemek daha da zorlaşmaktadır.

 

- Kur'ân'la Tedavi. Hastalıkla mücadele ve tedavi esasen tıp ilminin konusu ol­makla birlikte tıbben tedavi imkânının bulunmadığı durumlarda insanlar inan­cın yapıcı etkisine sığınarak ondan manen ve ruhen güç alır, dinî metinler ve dualar okuyarak tedaviye yönelirler. Hz. Peygam­ber hastalıkların çaresinin bulunduğunu ve tedavi olunması gerektiğini bildirmiş ayrıca okuyarak tedaviyi tıbbî tedavinin yerini alan, al­ternatif bir tedavi değil ona yardımcı bir yöntem olarak onaylamıştır.

 

XI. Kur'ân ve Kitâb-ı Mukaddes

- Kur'ân İslâm'ın temel kaynağı, müslümanlann inanç ve yaşayışları için başlıca hareket noktasıdır. Çünkü tebliğcisinin rolü ne kadar büyük olursa olsun İslâm, yaşayan bir şahıs üzerine değil bir me­saj yani Kur'ân üzerine temellenmiştir.

- Mevcut İnciller'in Hz. îsâ tara­fından yazılmadığı hıristiyanlarca da ka­bul edilmektedir. İnciller, Hz. îsâ'dan en az otuz yıl sonra yazılmaya başlanmış ve 1. yüzyılın sonunda yazma işi tamamlan­mıştır. Yeni Ahid'in yazma nüshaları ise 11 ve 111. yüzyıllara ait frag­manların mevcudiyetine rağmen ge­nellikle IV. yüzyıla tarihlenmektedir.

Kur'ân'a gelince, onun tamamı doğru­dan Allah'ın kelâmı olup bu kelâm vahiy şeklinde Hz. Muhammed'e gönderilmiş, nüzul sürecinin başından itibaren Resûl-i Ekrem ve bazı sahâbîler tarafından bü­tün âyetlerinin ezberlenmesi yanında ih­tiyaç duyulduğu andan itibaren yazıya ge­çirilmiştir. Peygamberin vefatından he­men sonra ilk halife Hz. Ebû Bekir zama­nında kitap haline getirilmiş, Hz. Osman döneminde istinsah edilerek çoğaltılmış­tır.

Kur'ân-ı Kerîm ile Kitâb-ı Mukaddes smda muhteva ve üslûp yönünden erlikler yanında önemli farklılıklar da jır. Kitâb-ı Mukaddes, çeşitli yazarlar Ptarafından farklı dönemlerde kaleme alın­mış değişik edebî türlerdeki yazılardan oluşmaktadır. Onda tarihî türdeki yazıla-; nn yanında dinî hükümler, felsefî diyalog­lar, hikmet türü bölümler, dua ve münâ-câtlar yer almaktadır. Kitâb-ı Mukaddes'e I ait bölümlerin çoğu adını taşıyan kişiler  tarafından yazılmış değildir; ayrıca ba-' zan birden çok kitap belli bir yazarın adına : nisbet edilmiştir. İndiler ise Hz. îsâ'nın hayatını anlatan biyografi kitapları olup değişik yazarlarca kaleme alınmıştır ve bu yazarların gördükleri, duydukları veya ulaşabildikleri kaynaklardan derledikleri bilgileri ihtiva etmektedir. Kur'ân ise hem Ahd-i Atîk'ten hem Ahd-i Cedîd'den farklı olarak Hz. Peygamber'e bizzat Allah veya onun görevlendirdiği va­hiy meleği tarafından ulaştırıldığı için on­da konuşan daima Tanrı, muhatap ise Hz. Peygamber ile değişik inanç grupları ve genel olarak insanlardır. Halbuki Kitâb-ı Mukaddeste olaylar umumiyetle üçün­cü şahıs tarafından anlatılmaktadır, öte yandan Kitâb-ı Mukaddes'te olaylar za­man ve mekân boyutuna inilerek ele alınmakta, dolayısıyla Eski Ahid İsrâiloğullan'nın tarihini. Yeni Ahid ise Hz. Isâ ve havarilerin hayat ve faaliyetlerini anlatan birer tarih kitabı hüviyetini taşı­maktadır.

Temelde bir tarih kitabı değil bir hida­yet ve irşad kitabı olduğundan Kur'ân'la, tarihî olayları kronolojik akış içerisinde tasvir etme endişesinden ziyade tarihten aktarılan örneklerden hareketle muhatap kitlelere belli mesajların verilmesi hedef­lenmiştir. Bu sebeple Kur'ân'da olaylar ve bilgiler zaman ve mekân tayini yapılmak­sızın verilmekte, olaylarla onu okuyanlar arasına bir mesafe konulmamaktadır. Kur'ân vahyinin, Resûlullah'a gelmesinin ardından hemen anında tebliğ edilmesi ve hayata geçirilip yaşanan hayatla bü­tünlük sağlaması gerektiğinden Resûlullah'ın vahyi aktarmayı geciktirmesi, ge­len âyetleri edebî bir metin haline geti­recek düzenlemeyi yapmak için beklet­mesi ve hepsi tamamlanınca tedvin ede­rek nakletmesi mümkün olmadığı gibi Kur'ân'ın irşad ve eğitime yönelik hedef­lerini gerçekleştirmesi bakımından yararlı da değildi.

 

XII. Edebiyat

 

- Genellikle üç döneme ayrılarak incele­nen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asır­lık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'ân'ın etkisi altında geliş­miştir. Bu derin etki, Tanzimat'ın ardın­dan Batı medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür. Oç dönemden ikincisine verilen çeşitli isim­ler de bu etkiyi ifade etmektedir. Türk edebiyatının bu dönemi hakkında Osman­lı edebiyatı, divan edebiyatı, eski Türk edebiyatı, klasik edebiyat gibi isimlen­dirmelerin yanında M. Fuad Köprülü'den başlayarak İslâmî karakterini belirtecek şekilde adlandırılması genel bir kabul görmüştür, Köprülü'ye göre İslâm üm­meti dairesine girmiş kavimler için Kur'ân dilinin üstünlüğü ve hâkimiyetiyle Ki­tap ve Sünnet'in vahdeti bütün güzel sa­natlarda olduğu gibi lisan ve edebiyatta da hâkimiyetini gösterdiğinden Türkler

arasında şekillenen edebiyat İslâmî bir edebiyat olarak gelişmiştir.

 

- Türk edebiyatının kitap halindeki bili­nen en eski metinleri olan Kutadgu Bilig (XI. yüzyıl) ve Atabetü'l-hakâyık (XII. yüzyıl) İslâmî edebiyatın da ilk manzum örneklen olarak muhtevalarını Kur'ân'dan almıştır. Bu eserlerdeki âyet ve hadisler ilk defa Türkçe'ye tercüme edilmiş ol­maktadır. XI. yüzyılda hazırlanmaya baş­lanan Türkçe Kur'ân tercümeleri, özellikle Türk dilinin kelime kadrosu ve grameri­ne ait zengin araştırma alanlarından bi­rini teşkil etmektedir. Bu arada diğer bir alan olarak Türkçe tefsirlerin de aynı öneme sahip olduğu ve araştırmacıların ilgi­sini beklediği belirtilmelidir.

Eski Türk edebiyatında inşâ denilen nesir dilinde Kur'ân'ın, cümle yapısından metnin örgüsüne kadar geniş bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Gerek sanatkârane gerekse sade nesirdeki bu du­rum hakkında Nihad Sami Banarli şöyle demektedir: "Kur'ân-ı Kerîm'in bir seci­ler ve aliterasyonlar saltanatı içinde söy­lenen zengin rnûsikili ilâhî lisanı daha İs­lâm'ın ilk eserlerinden başlayarak gerek Arap gerek İran gerekse Türk edebiyat­larında nesirle söyleyişin mukaddes bir örneği biliniyordu. "Sözlerin en güzeli" olan bu mukaddes örnek. Dede Korkut hikâyelerindeki sade nesirden başlayarak Si­nan Paşa gibi büyük sanatkârların elinde çok zevkli eserlerin ortaya konmasına ve­sile olmuş. Cevdet Paşa'nın kalemiyle XX. yüzyıla ulaşmıştır.

 

XIII. Literatür

 

A) Tefsirler. Kur'ân'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'ân literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder. Hz. Peygamber'in Kur'ân yorumu Önceleri sözlü hadis rivayet­lerinin bir parçası olarak varlığını sür­dürürken zamanla tefsir ilmi hadisten ayrılarak müstakil hale geldi ve özgün eserler vü­cuda getirildi.

 

1. Rivayet Tefsirleri. Resül- Ekrem'in ve ashabın Kur'ân yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alı­nan herhangi bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı tefsir kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir. Bunların en meşhuru Fîrû-zâbâdî tarafından derlenen İbn Abbas tefsiridir.

 

2. Dirayet Tefsirleri. Tarihi eski olmak­la birlikte gelişmesi rivayet metodundan sonraya kalan dirayet metoduna göre yazılmış tefsirlerin ilk Örnekleri Mutezile ekolü âlimlerince kaleme alınmıştır. II. (Vlll.) yüzyıldan itibaren telif edilen luga-vî tefsirleri bu kategori içerisine almak mümkündür. Dirayet metodunun kullanıldı­ğı tefsirlere örnek olarak Mâtürîdî, Fah-reddin er-Râzî, Kâdî Beyzâvî, Ebü'l-Bere-kât en-Nesefî tarafından yazılan eser­ler zikredilebilir.

 

3. Lugavî Tefsirler. II. (VIII.) yüzyılın or­talarından itibaren Arap dili üzerine ya­pılan köklü çalışmalar, Kur'ân dilini tanı­ma ve Kur'ân'ı dil bakımından yorumla­ma gibi hususları da içine almış, ilk dil­cilerin pek çoğu aynı zamanda Kur'ân'm dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yap­mıştır. Garîbü'l-Kur'ân'a dair günü­müze ulaşan eserler içerisinde İbn Kutey-be. İbnü'l-Mülakkın ve Fahreddin et-Tu-rayhî'nin Ğanbü'l-Kur'ân'ı.

 

4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler. Tasavvuf ehli Kur'ân tefsirinde bâtını yorumlan öne çıkarmıştır. Muhyiddin İbnü'l-Arabrnin eserlerin­de de işârî tefsirin geniş örnekleri vardır.

5. Mezhebi Tefsirler. Ehl-i sünnet dışında yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla katkıda bulunan ekol Mu'tezile olmuştur. Bu mezhebin hare­keti uzun soluklu olmamışsa da ilk dö­nemde yazılan dirayet tefsirleri içerisin­de önemli bir yeri vardır. Ebû Bekir el-Esam ve Ebû Ali el-Cübbâî'nin tefsirleri ve Zemahşerî'nin el-Keşşâfı Mu'tezile ekolünün önemli tefsirleridir

6.  İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler. Batl'-da gözlenen bilimsel ve sosyolojik geliş­meler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yansın­dan itibaren yazılan Kur'ân tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir. Misyoner­lerin yoğun faaliyet gösterdiği Hint alt kıtasında Seyyid Ahmed Han, Arap dün­yasında Muhammed Abduh ve Muham­med Reşîd Rızâ bu harekete öncülük etmişlerdir. Ahmed Mustafa el-Merâ-gi'nin Teisîrü'l-Merâğî's'ı, Seyyid Kutub'un Fî Zılâli'l'Kurân'ı ve Tantâvî Cevherî'nin eî-Cevâhir'l bu türün diğer örnekleridir.

7.  Ahkâm Âyetleri Tefsirleri. Kur'ân'in yalnız ahkâma dair âyetleri üzerine yazı­lan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir. Ko­nuyla ilgili ilk sistematik eser Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsîrü'l-hamsi mi'e öye mine'I-Kur'ân'ıdır. İmam Şâfıî  Ebû Ca'fer et-Tahâvî, Cessâs, Ki-yâ el-Herrâsî ve Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'-nin Ahkâmü'I-Kurân'ar. Süyütî'nin el-İklîî" ilk dönemden itibaren yazılan önemli ahkâm tefsirleridir.

B)  Kur'ân İlimleri. Erken dönemler­den başlayarak Kur'ân ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır. Özel­likle III. (IX.) yüzyıldan itibaren bu çalış­malarda önemli bir artış olmuş ve Mekkî-Medenî, esbâb-ı nüzul, nâsih-mensûh.

 C)  Batı'da Kur'ân ve Tefsir Araştırma­ları. Hıristiyan ve yahudilerin İslâm'la il­gili çalışmalarının tarihi sahabe dönemi­ne kadar gitmekteyse de sistematik Kur'ân araştırmaları daha sonradır. Başlan­gıçtan XIX. yüzyıla kadar yapılan çalışma­larda en temel konu Hz. Peygamber'in kişiliği ve onun Kur'ân'la ilişkisi olmuş, Kur'ân ise ilâhî kaynaklı olmayan ve Hz. Muhammed'le ona yardım edenler tara­fından uydurulan bir kitap olarak nitelen­dirilmiştir. Ancak Batılılar'ın gerek Kur'ân gerek Resûl-i Ekrem'le ilgili iddiaları arasında ayrıntıda bir birlik olmadığı gö­rülmektedir.


0 Yorum - Yorum Yaz

Feyza Kamalı 09070377    18.05.2013

KUR’AN

Kur’an kelimesinin kökü konusunda farklı görüiler ortaya konulmuş, bunlardan birisi Allah tarafından konulmuş özel isim „el-Kur’an“dır, diğer görüşe göre ise bir kökten türemiştir ve bunun „Kara’e“ kökü olduğunu öne sürmüşlerse de anlamında yine fikir ayrılığına düşmüşlerdir.

Kur’an, Hz. Peygamber kırk yaşında iken, 610 yılının Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır ve 23 yılda tamamlanmıştır. Kur’an’ın indirlişi hakkında, yine fikir ayrılığı vardır.

Ebu Bekir zamanında derlenip, iki kapak arasına alınıp, „mushaf“ adı verilen bu kitap, Hz. Ebu Bekir’den sonra Hz. Ömer’e, onun vefatından sonra da kızı Hafsa’ya intikal etmiştir. Daha sonra bu nüsha yediye (veya 4, 5, 8’e) çoğaltılmıştır ve karilerle birlikte Mekke, Kufe, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiştir, bir nüsha da Medine’de bırakılmıştır.

Kur'an vahyine ait bölümlerin âyet ve sûre şeklinde belirlenmesi risâletin ilk yılların­da olmuştur. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sû­releri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr olup, en uzun sûresi Bakaradır, bu da 286 âyetten oluşur. Kur'an, Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı mukabele edilerek tertib edilmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır. Kelâm anlamlı söz demek olupbir muhataba yönelik olmayı içermektedir.

 Kur'ân-ı Kerîm‘in muhtevasını belirlerken mekki ve medeni ayetleri ayırmak gereklidir.

Mekki surelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin kar­şılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetler­le insanlarda merhamet ve feragat duy­gularını geliştirmeyi, temel haklar bakı­mından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar. Bu sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmo­lojik ve psikolojik deliller gösterilir ve in­sanlar akıllarını kullanarak bunlardan ya­rarlanmaya çağrılır. Ayrıca putperestlik de git gide daha sert bir şekilde yerilir.

Mekki sureler kısa ve özdür ve fesahat ve belagat değeri de çok yüksek­tir. Ayrıca "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçları olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.

Medine şartlarında ortaya çıkan ye­ni düzen içinde giderek belirginleşen hu­kukî ve siyasî yapıya uygun olarak vahiy de gittikçe normatifleşmiştir, Hz. Muhammed'in şahsi­yeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, mümin­lerin iç meselelerinin çözümü için uğraşmıştır.

Medeni surelerde ise münafıklarla ilgili konular da ele alınmıştır. Uslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir. Anlatımda açıklık ağırlık kazan­mıştır ve dolayısıyla da hacim kazanmış ve uzamıştır sureler.

Nuzul zamanında Hz. Muhammed’e farklı ithamlarda bulunmuşlardır. Bunlardan bir tanesi Kur’an’ı onun uydurması olduğudur ki bu konuda Kur’an açıkça deliller getirir ve icazını kanıtlar. Kur’an, icazını ortaya koymak için, belagat, edebiyat vs.nin had safhaya ulaştığı o devirde, meydan okumuştur ve ne o zaman ne de günümüze kadar hala bir benzeri sure dahi getirilememiştir. Bu neydan okuma üç aiamada gerçekleşmiştir; birinci aşamadatur suresinde geçtiği gibi inkarcılardan, eğer gerçekten Kur’an’ın kul sözü olduğuna inanıyorlarsa o zamana kadar inen kısmının bir benzerini kendilerinin yapıp getirmeleri istenmiştir. Bunu başaramamışlardır ve bu sefer ikinci aşamada hud suresinde yadığı gibi, eğer bu iddaada samimi iseler Kur’an’ınkine benzer on sure hazırlayıp getirmeleri istenmiştir. Bunu da başaramamışlar ve son olarak yunus suresinde görüldüğü gibi Kur’an’ın Allah’tan başkası tarafından uydurulmuş bir söz olmadığı, alemlerin Rabbinden geldiğinde kuşku bulunmadığı teyit edildikten sonra inkar edenlerden Kur’an’ın sadece bir suresinin benzerini getirmeleri istenmiştir. Bu meydan okuma Medine döneminde tekrar edilmiştir ancak bunu da başaramamışlardır ve mağlub edilmişlerdir. Bu icaz risalet dönemiyle sınırlı değildir, Bakiilani gibi alimlerin çoğo bunun kıyamete kadar devam edeceğini savunmuşlardır.

Ayrıca dili ve uslubü bakımından mevcut edebi şekillere benzemez. O zamandaki mevcut olan Nazım ve Nesir şekillerinden farklı bir söz dizimi ve uslubu vardır.

Lafız ve mana dengesi vardır, gönüllere tesir eder, ses ve terkip nizamı ahenklidir ki bu da kulağa ve ruha hoş gelir ve hitap eder.

Aynı anda farklı seviyelere ayrıca akla ve duyguya dengeli bir şekilde hitap eder. Bunların dışında gayba dair bilgiler barındırması, 23 yılda parça parça inmiş olmasına rağmen çelişiksiz olması gibi hususlar da icazına dair delillerdendir. Okuma yazması olmayan, başkalarından ders almayan bir peygamberin bunları kendiliğinden söylemesi imkan dışıdır. 

Kur’an’ın açıklanmasında Tefsir ilmi devreye girer ki bu ilmin ilk amacı ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları belirlemektir. Tefsir ilmi Kur’an ibaresinin zahiri manasını verip bunun için dil biliminin çerçevesine konulabilecek metotları ve verileri kullanmaktadır. Bunun için Tarih bilgisi ve Kur’an’ın tarihi bağlamından yararlanarak, nuzul ortamının şartlarını, sözkonusu fertleri veya toplulukları doğru belirlemek gereklidir. Bu verilere ise hadis koleksiyonları ve tarih kaynaklarından ulşılmalıdır. 

Kur’an’ın tercüme edildiği en eski dillerden biri Türkçe’dir. Ancak Kur’an’ın tercüme edilmesinin caiz olup olmadığı da tartışılmıştır. Edilmemesi gerekeni savunanlar ise Kur’an’ın lafzen de muciz olduğunu öne sürenlerdir.

Kur’an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncilden sonra gelmiştir ve onları kapsayıcı mahiyettedir, yeni veya başka bir din getirmemiştir. Dolayısıyla farklılarla birlikter bezerlikleri de vardır. Örneğin kıssalarda benzerlikler, genesis ile anlatımlarda benzerlikler gibi. Bunlardan dolayı Kur’an’ın Kutsal Kitab kaynaklı olduğunu öne sürenler varsa da, Kur’an’da bu öğretilere yapılan eleştirilerden de anlaşılacağı üzere, yapılan araştırmaların da sonucu doğrultusunda bunun imkansız olduğu açık bir vak’adır.


0 Yorum - Yorum Yaz

Yasemin Okutan 09070342    18.05.2013

DİA Tefsir maddesi

Kur’ anı kerim ayetlerini açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden bir bilim dalıdır. Sözlükte açıklamak, beyan etmek anlamlarına gelir. Fsr kökünden gelir ve kapalılığı gidermek manasındadır. İnsanın iç yüzünü, tabiatını ortaya çıkaran ‘ sefer’ de bu kökten gelmektedir. Tefsirin tanımlarını bir araya getirerek şu şekilde bi tanım yapmak mümkündür. “sarf, nahiv ve belagat gibi dil bilimlerinden; esbab-ı nuzul, nasih mensuh, muhkem müteşabih gibi kur’ an ilimlerinden; mantık ve fıkıh usulü gibi yöntem bilimlerinden yararlanılarak kur’an manalarının açıklanmasını ve ondan hüküm çıkarılmasını öğreten ilimdir. Tefsir yapanın diğer tercüme faaliyeti yapanların dışında bulunmuş, tefsirin mutlaka bir dayanağının olmasına, tefsir yapanın başta dil ve Kur’an ilimleri olmak üzere pek çok konuda bilgisinin bulunmasına vurgu yapılmıştır.

Kuran-ı Kerim’ in yorumu tefsir dışında tevil, tebyin, beyan, talim, tafsil, tasrif, irab, serh, gibi kelimeler de kullanılmaktadır.

Tevil, Allah’ ın Kur’ an lafzında açık olmayan muradını kelamın akışına, Kitap ve Sünnete uygun düşen bir şekilde açıklamak demektir. Kur’ an-ı kerimi açıklama görevi de Resul-i Ekreme verilmiştir. Bu Nahl suresinde bu durum açıklanmaktadır.

Kur’ an da yer alan ‘ muallimühül kitabe’ ibaresinde Hz. Peygamberin’ in kendisine indirilen vahyi öğretme görevinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda Resul-i Ekrem, ‘Kur’anı irab ediniz ve onun garip lafızlarını araştırınız buyurmaktadır.

Birçok sahabi de bu olguyu yerine getirmiştir.

Kısaca özetleyecek olursak, tefsir kelimesi, tabiin döneminden başlayarak Kur’ an ın yorumu için yazılan kitaplar için de kullanılmıştır. İmam Maturidi ve Taberi’nin eserlerinden anlaşıldığı üzere 3. Yüzyıldan itibaren tefsir yerine tevil kelimesi tercih edilmiştir.

 

Tefsir’ in mahiyeti ve önemi

Kur’ an ı doğru anlamak için en önemli şart, Allah kelamı olduğunu ve kendisine özgü bir yapısının olduğunu kabul etmektir. Bunun önemini ayetlerde ‘muttakiler için hidayet ve rehber’ olarak gönderildiği vurgulanmıştır. Takva ise insanın kalbinde Allah, melek, kitap, peygamber, kader ve ahiret inancı ile kökleşir. Kur’ân’ı tefsir etmeye niyetlenen kişinin ibadet yönünden taşıması gereken en önemli özellik, Allah’ a teslim olmasıdır. Aynı zamanda inancı hayatına yansımayan kişinin Kur’ anı tefsir edemeyeceği belirtilmiştir. Kur’ an ı Kerimde dünyadan ahirete, geçmişten geleceğe, bireyden topluma birçok konuda kısa veya daha kapsamlı bir şekilde yer verilmiştir. Bu kadar kapsamlı ilahi bir kitabı iki temel başlık altında toplamak mümkündür. Bu konularla bağlantılı olarak bir de nesih konusu mevcuttur.

Tefsire yönelen kişi bir yandan Kur’ an da çelişki ve yanlışlık olmayacağını kabul ederken öte yandan gücünün sınırlarını unutmadan Kur’ an ‘ın müteşabihlerini çözmeye çalışır.

İbn abbasa göre Kur’ân’ı anlamak 4 aşamada mümkündür.

1. Arapların dili sayesinde anladıkları ayetler,

2. insanların anlamamalı mümkün olmayacak derecede açık olan ayetler.

3. Kur’ anı anlama hususunda derinleşen alimlerin bileceği ayetler.

4. Anlamalarını sadece Allah’ ın bildiği ayetler.

Taberi ise Kur’anı tefsir bakımından 3 kısma ayırır.

1. Kıyametin kopuş vakti, sura üflenmesi gibi Allah ın bilgisi dahilinde bulunan hususlar

2. Allah’ ın tefsirini Hz. Peygambere bıraktığı ayetler

3. Dile ve usluba hakim ilim ehlinin bilebileceği

Suyuti tefsir öğrenmenin Farzı Kifaye olduğunu dile getirmekte, bu konuda ulamanın ima ettiğini savunmaktadır. Bu âlime göre, tefsirin konusu Kur’ an ı incelemek, amacı ise bu tebliği her seviyeden insana anlatarak açıklamaktır.

Kur’ an ve Tefsir ilminin temelleri

Kur’ an dil açısından çok kuvvetli olan bir topluma indirilmiştir. Tabi indirilen tüm ayetleri eksiksiz anlamaları mümkün değildir. Dildi ne kadar iyi kullansalar da, hiç bilmedikleri konular da bu vesileyle duymuşlardır. Dolayısıyla Araplar nazil olan ayetlerden bir kısmını ya hiç kavrayamıyorlar yada kelime bilgilerinden hareketle yüzeysel bir şekilde anlıyorlardı. Ancak burada Hz. Peygamber devreye girmektedir. Özellikle Mekke döneminde nazil olan ayetlerde yer alan Ölüm sonrası, melekler ve yaratılış ile ilgili müteşabih kapsamına giren ayetleri anlamakta zorlanıyorlardı. Bu sebeple vahyin çeşitli yönlerinden bir kısmı ilk muhatapların durumuna uygun düşüyor, bu da onların Kur’ an ı kerime ilgi duymasını sağlıyordu.

Hz. Peygamber o dönemde kevni ayetleri açıklamaktan kaçınmışlardı, bunun sebebi ise açıkladığı takdirde bunu anlamayacakları için İslam’ dan uzaklaşacaklar veya bu ayrıntılar içerisinde yollarını şaşıracaklardı. Hz. Peygamber’ in Kur’ an ın tamamını tefsir edip etmemesi hususunda iki farklı görüş mevcuttur. Bazı âlimler tamamını tefsir ettiğini ileri sürmekte bazıları ise sadece belirli ayetlere değindiğini savunmaktadırlar.

Tarihsel gelişimi ve ilim haline gelmesi

Kur’ an ın ilk müfessirinin Hz. Peygamber olduğuna şüphe yoktur. Tefsiri ondan ashabı almış, ashab da bu bilgileri ağabeyine aktarmışlardır. Bunlar da peygamber ve ashab tefsirini bir araya getirmişlerdir. Bu kaynaklara bakıldığında resulullah’ ın tefsirini farklı şekillerde ortaya çıktığı görülür. Ayetteki kapalılığın giderilmesi, bilinmeyen bir kelimenin izahı, ayetin ayetle tefsir edilmesi, ayete anlatılan bir olaya dair ayrıntı verilmesi bu tefsir şekillerindendir.

Sahabilerin tefsir yaparken çok dikkatli davrandıkları, bilmedikleri konularda fazla yorum yapmadıkları bilinmektedir. Burada çok dikkat çeken bir husus Ehl-i kitaptan gelen bilgilerin kullanılmaya başlamasıdır. İlk tam Kur’ an tefsirini kaleme alan Mukatil b. Süleyman’ ın eseri ikinci ve üçüncü nesildeki bu değişimi açıkça ortaya oymaktadır.

İlk dönem tefsir okulları arasında en güçlü olanı Mekke tefsir okuludur; çünkü Hz. Peygamber kendisi için ‘ Allah’ ım! Onu dinde derin anlayışlı kl ve ona tevili öğret’ şeklinde dua ettiği ibn Abbasa dayanmaktadır. İbn abbas’ ın tefsir rivayetleri farklı kollardan gelmektedir. Bunlarda güvenilir olanlar olduğu gibi, güvenilir olmayanlar da vardır.

Diğer önemli bir tefsir okulu Medine de bulunmaktadır. Ashaptan Übey b. Kab’ a dayanan bu okulda da birçok sahabi mevcuttur.

Tabiin ve tebeut tabiin döneminde tefsir bir hayli genişleiştir. Bu dönemde dirayet tefsiri kategorisine giren yorumların dikkate değer biçimde çoğaldığı görülmektedir. Tefsirin kitap olarak tasnifi hadis mecmualarından öncedir.

Bu dönemde yine rivayet tefsirinin yanında başlayan lugavi tefsir eğilimi tefsir çalışmalarına ayrı bir hareketlilik kazanmıştır. Bu şekilde tefsirde yeni bir dal ortaya çıkmıştır. Bunda İslam tolumundaki fikri gelişimin ve değişimin büyük payı vardır. Arap olmayan ve sonradan müslüman olan kişiler çoğaldıkça, Kur’ anı anlamada yeni sorunlar ortaya çıkmıştır.

İlk dönem kur’ an tefsiri için belki de son söz niteliğindeki çalışmayı İbn Cerir et- Taberi gerçekleştirmiştir. Taberi den sonra hacimli ve derli toplu bir çalışma yapılmamışsa da farklı metodlarla onun eseri kadar şöhret kazanan tefsirler yazılmıştır. Bunlara örnek verecek olursak, Zemahşeri’ nin ‘el keşşaf’ ını, Fahreddin er Razi’ nin ‘mefatihul gaybını’ zikretmek doğu olacaktır.

 

Tefsirin Çeşitleri

 

Kaynakları ve Yöntemleri Bakımından Tefsirler:

* Rivayet Tefsiri: Me'sur tefsir diye de adlandırılan bu tür tefsirde kaynak olarak yalnızca Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygamber'in Sünneti, Sahabe ve Sahabe'den faydalanan nesil esas alınır ve müfessir yalnızca bu yollardan gelen bilgilerle yetinir ve Kur'an'ı bu kaynaklardan hareketle yorumlar.

 

* Dirayet Tefsiri: Re'y tefsiri ve Aklî tefsir diye de anılan bu yöntemde müfessir, mevcut kaynaklarla yetinmeyip, bu kaynakların verilerini eleştirir ve ayetleri yorumlar. Kısacası burada akletme ve ictihad esastır. İlk ortaya çıkan dirayet tefsirleri, Hasan-ı Basrî ve Katâde b. Diâme nin sonradan derlenip kitap haline getirilen tefsir görüşleridir.

 

* İşârî Tefsir: Tasavvufî tefsir de denilen bu türdeki tefsirler, Kur'an'ın keşf ve ilham yoluyla açıklandığı iddiasındaki tefsirlerdir. Bu tür müfessirler, çoğunlukla ayetlerin zâhiri manasına karşı çıkmamakla birlikte Kur'an'ın iç anlamıyla uğraştıklarını söylemektedirler. Onlara göre bu tefsir şekli insanın gönül ve his dünyasının bir yansımasıdır ve ayetlerin iç yorumlarına uğraşmak için bilgi birikimi, tefekkür ve ahlâkî olgunluk gerekmektedir.

 

* Lügavî/Filolojik Tefsir: Bu tür tefsir yönteminde, lafızların ve cümlelerin delâletine, Kur'an'ın üslûbuna ve dilin inceliğine dikkat edilerek ayetlerin anlamlarında kaymaların ve yanlış yorumların ortaya çıkmasının engellenmesi amaçlanmaktadır.

 

* Karma Yöntem: Adından da anlaşıldığı gibi bu yöntem, yukarıda sayılan bütün yöntemleri içine alan tefsir yöntemidir. Bu, çok sayıda dirayet tefsirinde kullanılır. Bir yandan rivayetlere yer verilir, diğer yandan dil ve kıraat tahlilleri yapılır ve geniş ölçüde aklî yorum kullanılır.

 

Yaklaşımları Bakımından Tefsirler:

 

* Mezhebî Tefsir: Bu tefsirler daha çok ehl-i Sünnet dışındaki mezhep ve fırkalara mensup olan âlimler tarafından yazılır. Bu tefsirleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

 

> Mu'tezile ekolünün

> Şia ekolünün tefsirleri

> Hâricî ekolünün tefsirleri

> Çağdaş Mezhebî akım tefsirleri

 

* İlmî Tefsir: Kur'an-ı Kerim'de çokça zikredilen doğa, astronomi ve hayvanlar hakkındaki bilgiler, insanların dikkatini çekmiş ve âlimler kevnî hakikatlerden bahseden ayetler hakkında fikir yürütmüşlerdir. İlmî tefsirin bir örneği olarak Gazalî Cevâhirül Kur'an adlı eserinde, ilmî tefsire dair bilgi vererek Kur'an'ın bütün ilimleri ihtivâ ettiği iddiasında bulunmaktadır. İbrahim Musa eş-Şâtibî ise, ilmî tefsir hareketine karşı olumsuz yaklaşmıştır.

 

* İçtimaî Tefsir: bu türe ait eserler merkeze daha çok muhatap kitlenin sosyal, bireysel ve toplumsal ihtiyaçları ve güncel hayatı ele alır. Örnek olarak Seyyid Kutub’un Fi Zilali’l Kur’an’ı, Mevdudi’nin Tefhimu’l Kur’an’ı, ve Said Havva’nın el-Esas fi’t Tefsir’i gösterilebilir.

 

Konu Merkezli Tefsirler

- Ahkâm Tefsiri: Konulu tefsir yönteminin kullanıldığı en eski tefsir türü olan bu türlerin kaynağı sözlü rivayetler, tedvin döneminde telif edilen kitaplar ve hadis mecmualarıdır.

- Konulu Tefsir: Bu tür tefsirlerde bir konu esas alınarak bu konu etrafında ayetler toplanır ve birlikte yorumlanır.


0 Yorum - Yorum Yaz

yasemin okutan 09070342    18.05.2013

I. Tarifi Ve İsimleri

 

Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır.

Bir görüşe göre Tevrat ve İncil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir.

Diğer görüşte ise kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak" anlamındadır.

Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân" isminin "kara'e" fiilinden türeyen bir kelime olduğu görüşündedir. Ancak bunlar arasında da "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" anlamlarından hangisini ifade ettiği hususunda ihtilâf vardır.

Son olarak ta kök olarak ‘karâ'ini’ kabul edilmektedir. Çünkü Kur'an âyetlerinden bir kısmı diğerini tasdik etmekte ve âyetler birbirine benzemektedir.

 

II. Tarihi

 

Hıra dağına tefekküre çıkan hz Muhammed, çıkmadan önce kendinde daha önce olmayan hallerle karşılaşır. Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah'a ibadet ediyordu. Dört beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen bu hazırlık döneminin ardından vahiy meleği Cebrail ilk defa yanına gelerek ona "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem" cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine "oku" dedi. Hz. Muhammed yine, "Ben okuma bilmem" deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrail kendisini üçüncü defa sıkıp bıraktıktan sonra, Alak suresinin ilk 5 ayetini olmak üzere

"Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. O, insana bilmediğini öğretti"

 

mealindeki âyetleri okudu ve uzaklaşıp gitti. Dehşete kapılan Hz. Muhammed evine dönerek eşi Hatice'ye, "Beni örtünüz" dedi, bir süre dinlendi, kalkınca başından geçenleri ona anlattı. Hatice, Allah'ın kendisini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti. Ardından birlikte Hatice'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler, önce Hz. Musa'ya da gelen "nâmûs" (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi. Böylece Hz. Mu-hammed kendisinin peygamberlikle görevlendirildiğini anladı. Hatice de ona iman ederek ilk müslüman olma şerefini kazandı. Konu hakkındaki rivayetlerden ve Kur'an'ın ilgili âyetlerinden çıkarılan sonuca göre Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.

Yukarıda ifade edilen Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.

Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir. Ancak üç yıl gibi uzun bir süre olması vakıayla örtüşmemekte. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur.

 

Günümüzde yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır. Kur'an'ın Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.

 

 

 

III. Tertibi

 

Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en

meşhuru Âyetü'l-kürsî'dir. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.

Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez. Halbuki bu okuma her yıl yapılmış ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur.

 

IV. Mahiyeti

 

Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır.

Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Kur'an'ın muhtevası bu yönelmişlikle irtibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Haber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'an'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır. Buradaki "her şey" cüzî olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmektedir. Kur`an-ı Kerim okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatındaki merkezî yerini ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Kelâmcılar Kur'ân-ı Kerîm'i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır.

 

V. Muhtevası

 

Kur'ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur'an'ı okuyan veya din-leyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmaları etkileyici bir faktördür. Nitekim bugüne kadar yapılan çalışmalarda Kur'an'ın muhtevası hakkında ancak sınırlı ve yaklaşık bilgiler verilebilmiş; Kur'an'da yer alan konuların tesbiti, konu başlıklarının seçimi, bunların sayılan, muhtevaları, âyetlerin içeriklerine göre değişik konuiara dağıtımı gibi hususlarda birbirinden hayli farklı tercih ve tasnifler ortaya çıkmıştır. Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Ebû Bekir İb-nü'I-Arabî, Kur'an'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplar.

 

Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür:

 

A) Mekkî Sûreler

 

1. Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar.

 

2. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür.

3. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.

4. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.

5. Mekke devrinin son yıllarında Mekke Araplan'nın dışında yeni muhataplar da söz konusu olduğundan bu dönemde gelen sûrelerin üslûp ve muhtevasında kısmî bir değişiklik olduğu görülmektedir. "ey insanlar" tarzında başlayan ifadeler

6. Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Ayetler kısa, seçili, muhtevanın gerektirdiği durumlarda sert seslidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâkimdir.

 

 

B) Medenî Sûreler

 

1. Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak ilkeler" şeklinde özetlemek mümkündür. Bundan sonra Medine'de müminler için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenmesine dayalı, hem de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başlamasıyla ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır.

2. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur. Nitekim özellikle Medenî sûrelerde tekrar edilen Allah'a ve Resulü'ne itaat buyruğu ile bu itaatten yüz çevirenlere yönelik ciddi eleştiriler bunu açıkça göstermektedir.

3. Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler başlamış, bu sebeple bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir.

4. Müslümanlar ilk defa Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.

5. Medenî sûrelerin muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir.

 

VI. İcazı Ve Üslubu

 

Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu ve Allah katından vahiy aldığını insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti giderek artan bir muhalefet hareketi başlatmışlardı. Allah'ın hiçbir şey indirmediğini Kur'an'ın Allah kelâmı değil beşer sözü olduğunu, onu Muhammed'in kendisi uydurup Allah'a nisbet ettiğini söylemeleri. Hz. Muhammed'i çeşitli zamanlarda mecnun, şair, kâhin veya sihirbaz ya da büyüye tutulmuş olmakla itham etmeleri üzerine Kur-'an'da bu iddiaların gerçek dışı olduğu belirtilmiştir.

Kur'an'ın i'câzını ispatlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu düşünülmektedir.

Kur'an'ın başlıca i'câz noktaları hakkında ortaya konan görüşler şu şekilde özetlenebilir:

 

A) Dili ve Üslûbu

 

Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı

olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. Kur'an'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir. Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:

1. Mevcut Edebî Şekillerden Farklıdır. S.Kutub'un ifadesiyle ‘Kur'an, üslûbunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.

2. Lafız ve mâna dengesi vardır. Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır.

3. Kur'an'ın, gönüllere Tesir Edişi İnsanı etkisi altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle ürpertir

4. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk`i ise aynı şekilde etkileyicidir. 5. Edebî tasvirleri açısın-dan bakıldığında Kur'an'ın nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata İlâve olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları Kur-'an'ın güzelliğine götüren tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biri olarak görülür

6. Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu da Kur'an`ın özellikleri arasında yer almaktadır.

7. Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi, yani birçok âyetin ilk bakışta kavranan mânası aynı kalmakla birlikte daha derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları, anlam katmanları da bulunabilir; hatta onun mânalarından gelecek nesillere de yeni taraflar kalabilir.

8. Kur'an'a has üslûp tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tatmin etmesidir.

 

B) Diğer İ'câz Görüşleri.

 

Kur'an'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda hz Peygamber'in peygamberliğini inkâr ve Kur'an'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'an'la meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır.

 

VII. Açıklanması Ve Yorumlanması

 

Müslümanların geleneğinde tefsir ilmi. âyetlerin ilk muhatapları ve onları takip eden nesiller tarafından nasıl anlaşıldığına dair rivayetlerin derlenmesi ve İslâm ümmetinin bu alandaki birikiminin Kur'an lafzının doğrudan ve dolaylı anlatımıyla irtibatlandınlması görevini üstlenmiş, Kur'an'ın yorumlanması ve onun öğrettiği değerlerin günümüze taşınması işlemi, müslümanların geliştirdiği bütün ilimlerin az veya çok ilgilendiği ortak bir amaç olmuştur.

 

A) Kur'an'ın Açıklanması.

 

Tefsir disiplininin neyi konu edindiğinin açıkça ortaya konması gerekmektedir. Bu disiplinin birinci amacı, ilâhî sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği mânaları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabilir olacaktır. Kur'an'ın muhataplarınca anlaşılır olma kaygısı kendisi tarafından esasen birçok defa açıkça belirtilmiştir. Kur'an'ın, kendisinin Arapça bir kitap olarak indirildiğini ve böylece

muhataplarının diliyle onlara anlaşılır kılındığını bildirmesi de bunu gösterir 1[811]Zira Kur'ân-ı Kerîm'in Arap diliyle nazil olduğunun ifade edilmesi öncelikle onun belli bir beşer dilinde indirildiğine, ikinci olarak da onun mesajını aktarmak İçin VII. yüzyıldaki Hicaz Arap kültürünün dil geleneğini, onun kelime ve kavramlarını ve diğer kültürel ürünlerini bir malzeme olarak kullandığına dikkat çekmeyi amaçlar.

1. Kur'an'ın Dil Bilimi ve Metin Yönünden Tahlili.

2. Tarih Bilgisi ve Kur'an'ın Tarihî Bağlamı.

a) Hadis Koleksiyonları. Kur'an'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar, âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimelerin mânaları hakkında en sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur'an'ın insanlara aktarıcısı olan Hz. Pey-gamber'in sözleridir.

 

b) Tarih Kaynaklan. Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'an'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar götürülmelidir

 

B) Kur'an'ın Yorumlanması. Tefsir

 

Kur'an âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini üstlenmiştir. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu disiplinler, âyetlerin sözlük anlamı ve bu çerçevede tefsirin kendilerine sundu-ğu farklı açıklamaların yanı sıra gelenek içindeki zengin birikimi ve yaşanılan zamanın şartlarını da dikkate almak durumundaydı. Karşılaşılan problemler çoğaldıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır.

 

1. Kur'an'ın Yorumlanmasında Öznellik Sorunu.

2. Kur'an'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması.

 

VIII. Kur'an İlimleri

Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider.

Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Kur'an'ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nazil olduğu yer ve zamanın bilinmesinde büyük faydalar vardır

Ulumu’l Kur’an - Kur’an ilimleri : resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.

Teknik anlamda ve bir bütün olarak ulû-mü'1-Kur'ân tabirinin ne zaman kullanılmaya başlandığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır

 

 

 

IX. Tercümesi

 

Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluştuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür.

- Kur'an'ın tercümesini zaruri görürken

- bir kısmı yine Kur'an'dan hareketle onun başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nakli halinde bu Özelliğinin ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir.

Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.

 

X. Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler

Kur'ân-ı Kerîm, tefsir ilminin merkezinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muham-med'e indirilen vahiy olduğuna inanılması yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder.2[910] Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

 

 

Kur'an yüce yaratıcının kelâmı olduğu için İslâm geleneğinde ona her zaman çok üstün saygı gösterilmiş, âdaba aykırı sayılabilecek davranışlardan özenle kaçınılmış, Kur'an okumanın kendisi de öteden beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak görülmüştür

 

XI. Kur'an Ve Kitâb-I Mukaddes

 

Kur'an İslâm'ın temel kaynağı, müslümanlann inanç ve yaşayışları için başlıca hareket noktasıdır. Çünkü tebliğcisinin rolü ne kadar büyük olursa olsun İslâm, yaşayan bir şahıs üzerine değil bir mesaj yani Kur'an üzerine temellenmiştir. Fakat kur’an’la kıtâb-ı Mukaddes arasında çok fark vardır; bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır.ortak noktalar : Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Meryem ve oğlu îsâ ile havariler.

 

XII. Edebiyat

 

Genellikle üç döneme ayrılarak incelenen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında geliş-miştir. Bu derin etki, Tanzimat'ın ardından Batı medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür.

Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.

 

XIII. Literatür

 

Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışmalar, biri Kur'an'ın açıklanması ve yorumuyla ilgili eserler, diğeri Kur'an'ın toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muhtevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden inceleyen eserler olmak üzere başlıca iki gruba ayrılır.

 

Tefsirler. Kur'an'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'an literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder. Zamanla tefsir ilmi hadisten ayrılarak müstakil hale geldi ve özgün eserler

vücuda getirildi.

 

1. Rivayet Tefsirleri.

2. Dirayet Tefsirleri.

3. Lugavî Tefsirler.

4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler.

5. Mezhebi Tefsirler.

6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler.

 

B) Kur'an İlimleri. Erken dönemlerden başlayarak Kur'an ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır


0 Yorum - Yorum Yaz

yasemin okutan 09070342    18.05.2013

I. Tarifi Ve İsimleri

 

Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır.

Bir görüşe göre Tevrat ve İncil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir.

Diğer görüşte ise kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak" anlamındadır.

Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân" isminin "kara'e" fiilinden türeyen bir kelime olduğu görüşündedir. Ancak bunlar arasında da "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" anlamlarından hangisini ifade ettiği hususunda ihtilâf vardır.

Son olarak ta kök olarak ‘karâ'ini’ kabul edilmektedir. Çünkü Kur'an âyetlerinden bir kısmı diğerini tasdik etmekte ve âyetler birbirine benzemektedir.

 

II. Tarihi

 

Hıra dağına tefekküre çıkan hz Muhammed, çıkmadan önce kendinde daha önce olmayan hallerle karşılaşır. Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah'a ibadet ediyordu. Dört beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen bu hazırlık döneminin ardından vahiy meleği Cebrail ilk defa yanına gelerek ona "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem" cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine "oku" dedi. Hz. Muhammed yine, "Ben okuma bilmem" deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrail kendisini üçüncü defa sıkıp bıraktıktan sonra, Alak suresinin ilk 5 ayetini olmak üzere

"Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. O, insana bilmediğini öğretti"

 

mealindeki âyetleri okudu ve uzaklaşıp gitti. Dehşete kapılan Hz. Muhammed evine dönerek eşi Hatice'ye, "Beni örtünüz" dedi, bir süre dinlendi, kalkınca başından geçenleri ona anlattı. Hatice, Allah'ın kendisini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti. Ardından birlikte Hatice'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler, önce Hz. Musa'ya da gelen "nâmûs" (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi. Böylece Hz. Mu-hammed kendisinin peygamberlikle görevlendirildiğini anladı. Hatice de ona iman ederek ilk müslüman olma şerefini kazandı. Konu hakkındaki rivayetlerden ve Kur'an'ın ilgili âyetlerinden çıkarılan sonuca göre Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.

Yukarıda ifade edilen Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.

Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir. Ancak üç yıl gibi uzun bir süre olması vakıayla örtüşmemekte. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur.

 

Günümüzde yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır. Kur'an'ın Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.

 

 

 

III. Tertibi

 

Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en

meşhuru Âyetü'l-kürsî'dir. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.

Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez. Halbuki bu okuma her yıl yapılmış ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur.

 

IV. Mahiyeti

 

Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır.

Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Kur'an'ın muhtevası bu yönelmişlikle irtibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Haber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'an'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır. Buradaki "her şey" cüzî olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmektedir. Kur`an-ı Kerim okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatındaki merkezî yerini ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Kelâmcılar Kur'ân-ı Kerîm'i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır.

 

V. Muhtevası

 

Kur'ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur'an'ı okuyan veya din-leyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmaları etkileyici bir faktördür. Nitekim bugüne kadar yapılan çalışmalarda Kur'an'ın muhtevası hakkında ancak sınırlı ve yaklaşık bilgiler verilebilmiş; Kur'an'da yer alan konuların tesbiti, konu başlıklarının seçimi, bunların sayılan, muhtevaları, âyetlerin içeriklerine göre değişik konuiara dağıtımı gibi hususlarda birbirinden hayli farklı tercih ve tasnifler ortaya çıkmıştır. Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Ebû Bekir İb-nü'I-Arabî, Kur'an'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplar.

 

Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür:

 

A) Mekkî Sûreler

 

1. Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar.

 

2. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür.

3. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.

4. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.

5. Mekke devrinin son yıllarında Mekke Araplan'nın dışında yeni muhataplar da söz konusu olduğundan bu dönemde gelen sûrelerin üslûp ve muhtevasında kısmî bir değişiklik olduğu görülmektedir. "ey insanlar" tarzında başlayan ifadeler

6. Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Ayetler kısa, seçili, muhtevanın gerektirdiği durumlarda sert seslidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâkimdir.

 

 

B) Medenî Sûreler

 

1. Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak ilkeler" şeklinde özetlemek mümkündür. Bundan sonra Medine'de müminler için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenmesine dayalı, hem de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başlamasıyla ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır.

2. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur. Nitekim özellikle Medenî sûrelerde tekrar edilen Allah'a ve Resulü'ne itaat buyruğu ile bu itaatten yüz çevirenlere yönelik ciddi eleştiriler bunu açıkça göstermektedir.

3. Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler başlamış, bu sebeple bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir.

4. Müslümanlar ilk defa Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.

5. Medenî sûrelerin muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir.

 

VI. İcazı Ve Üslubu

 

Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu ve Allah katından vahiy aldığını insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti giderek artan bir muhalefet hareketi başlatmışlardı. Allah'ın hiçbir şey indirmediğini Kur'an'ın Allah kelâmı değil beşer sözü olduğunu, onu Muhammed'in kendisi uydurup Allah'a nisbet ettiğini söylemeleri. Hz. Muhammed'i çeşitli zamanlarda mecnun, şair, kâhin veya sihirbaz ya da büyüye tutulmuş olmakla itham etmeleri üzerine Kur-'an'da bu iddiaların gerçek dışı olduğu belirtilmiştir.

Kur'an'ın i'câzını ispatlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu düşünülmektedir.

Kur'an'ın başlıca i'câz noktaları hakkında ortaya konan görüşler şu şekilde özetlenebilir:

 

A) Dili ve Üslûbu

 

Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı

olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. Kur'an'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir. Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:

1. Mevcut Edebî Şekillerden Farklıdır. S.Kutub'un ifadesiyle ‘Kur'an, üslûbunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.

2. Lafız ve mâna dengesi vardır. Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır.

3. Kur'an'ın, gönüllere Tesir Edişi İnsanı etkisi altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle ürpertir

4. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk`i ise aynı şekilde etkileyicidir. 5. Edebî tasvirleri açısın-dan bakıldığında Kur'an'ın nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata İlâve olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları Kur-'an'ın güzelliğine götüren tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biri olarak görülür

6. Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu da Kur'an`ın özellikleri arasında yer almaktadır.

7. Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi, yani birçok âyetin ilk bakışta kavranan mânası aynı kalmakla birlikte daha derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları, anlam katmanları da bulunabilir; hatta onun mânalarından gelecek nesillere de yeni taraflar kalabilir.

8. Kur'an'a has üslûp tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tatmin etmesidir.

 

B) Diğer İ'câz Görüşleri.

 

Kur'an'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda hz Peygamber'in peygamberliğini inkâr ve Kur'an'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'an'la meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır.

 

VII. Açıklanması Ve Yorumlanması

 

Müslümanların geleneğinde tefsir ilmi. âyetlerin ilk muhatapları ve onları takip eden nesiller tarafından nasıl anlaşıldığına dair rivayetlerin derlenmesi ve İslâm ümmetinin bu alandaki birikiminin Kur'an lafzının doğrudan ve dolaylı anlatımıyla irtibatlandınlması görevini üstlenmiş, Kur'an'ın yorumlanması ve onun öğrettiği değerlerin günümüze taşınması işlemi, müslümanların geliştirdiği bütün ilimlerin az veya çok ilgilendiği ortak bir amaç olmuştur.

 

A) Kur'an'ın Açıklanması.

 

Tefsir disiplininin neyi konu edindiğinin açıkça ortaya konması gerekmektedir. Bu disiplinin birinci amacı, ilâhî sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği mânaları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabilir olacaktır. Kur'an'ın muhataplarınca anlaşılır olma kaygısı kendisi tarafından esasen birçok defa açıkça belirtilmiştir. Kur'an'ın, kendisinin Arapça bir kitap olarak indirildiğini ve böylece

muhataplarının diliyle onlara anlaşılır kılındığını bildirmesi de bunu gösterir 1[811]Zira Kur'ân-ı Kerîm'in Arap diliyle nazil olduğunun ifade edilmesi öncelikle onun belli bir beşer dilinde indirildiğine, ikinci olarak da onun mesajını aktarmak İçin VII. yüzyıldaki Hicaz Arap kültürünün dil geleneğini, onun kelime ve kavramlarını ve diğer kültürel ürünlerini bir malzeme olarak kullandığına dikkat çekmeyi amaçlar.

1. Kur'an'ın Dil Bilimi ve Metin Yönünden Tahlili.

2. Tarih Bilgisi ve Kur'an'ın Tarihî Bağlamı.

a) Hadis Koleksiyonları. Kur'an'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar, âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimelerin mânaları hakkında en sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur'an'ın insanlara aktarıcısı olan Hz. Pey-gamber'in sözleridir.

 

b) Tarih Kaynaklan. Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'an'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar götürülmelidir

 

B) Kur'an'ın Yorumlanması. Tefsir

 

Kur'an âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini üstlenmiştir. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu disiplinler, âyetlerin sözlük anlamı ve bu çerçevede tefsirin kendilerine sundu-ğu farklı açıklamaların yanı sıra gelenek içindeki zengin birikimi ve yaşanılan zamanın şartlarını da dikkate almak durumundaydı. Karşılaşılan problemler çoğaldıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır.

 

1. Kur'an'ın Yorumlanmasında Öznellik Sorunu.

2. Kur'an'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması.

 

VIII. Kur'an İlimleri

Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider.

Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Kur'an'ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nazil olduğu yer ve zamanın bilinmesinde büyük faydalar vardır

Ulumu’l Kur’an - Kur’an ilimleri : resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.

Teknik anlamda ve bir bütün olarak ulû-mü'1-Kur'ân tabirinin ne zaman kullanılmaya başlandığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır

 

 

 

IX. Tercümesi

 

Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluştuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür.

- Kur'an'ın tercümesini zaruri görürken

- bir kısmı yine Kur'an'dan hareketle onun başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nakli halinde bu Özelliğinin ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir.

Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.

 

X. Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler

Kur'ân-ı Kerîm, tefsir ilminin merkezinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muham-med'e indirilen vahiy olduğuna inanılması yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder.2[910] Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

 

 

Kur'an yüce yaratıcının kelâmı olduğu için İslâm geleneğinde ona her zaman çok üstün saygı gösterilmiş, âdaba aykırı sayılabilecek davranışlardan özenle kaçınılmış, Kur'an okumanın kendisi de öteden beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak görülmüştür

 

XI. Kur'an Ve Kitâb-I Mukaddes

 

Kur'an İslâm'ın temel kaynağı, müslümanlann inanç ve yaşayışları için başlıca hareket noktasıdır. Çünkü tebliğcisinin rolü ne kadar büyük olursa olsun İslâm, yaşayan bir şahıs üzerine değil bir mesaj yani Kur'an üzerine temellenmiştir. Fakat kur’an’la kıtâb-ı Mukaddes arasında çok fark vardır; bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır.ortak noktalar : Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Meryem ve oğlu îsâ ile havariler.

 

XII. Edebiyat

 

Genellikle üç döneme ayrılarak incelenen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında geliş-miştir. Bu derin etki, Tanzimat'ın ardından Batı medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür.

Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.

 

XIII. Literatür

 

Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışmalar, biri Kur'an'ın açıklanması ve yorumuyla ilgili eserler, diğeri Kur'an'ın toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muhtevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden inceleyen eserler olmak üzere başlıca iki gruba ayrılır.

 

Tefsirler. Kur'an'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'an literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder. Zamanla tefsir ilmi hadisten ayrılarak müstakil hale geldi ve özgün eserler

vücuda getirildi.

 

1. Rivayet Tefsirleri.

2. Dirayet Tefsirleri.

3. Lugavî Tefsirler.

4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler.

5. Mezhebi Tefsirler.

6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler.

 

B) Kur'an İlimleri. Erken dönemlerden başlayarak Kur'an ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır


0 Yorum - Yorum Yaz

Merve Yildizhan    18.05.2013

KUR'AN

Tarifi Ve İsimleri

Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır.

  • Bir görüşe göre Tevrat ve İncil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir
  • Diğer görüşte ise kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak" anlamındadır. 
  • Üçüncü olarak ta kök olarak ‘karâ'ini’ kabul edilmektedir. Çünkü Kur'an âyetlerinden bir kısmı diğerini tasdik etmekte ve âyetler birbirine benzemektedir.
  • Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlimlerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân"  isminin "kara'e" fiilinden türeyen bir kelime olduğu görüşündedir. Ancak bunlar arasında da "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" anlamlarından hangisini ifade ettiği hususunda ihtilâf vardır. 

Kur'an'ın terim anlamıyla ilgili olarak çeşitli tanımlamalar yapılmış, bunlar bü-yük ölçüde bir araya getirilerek şöyle bir tarife ulaşılmıştır: "Kur'an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır."  

Muhammed Tâhir b. Âşûr'a göre ise Kur'an'in en meşhur isimleri şunlardır: Kur'ân, tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah.

Tarihi

Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştığında kendisinde daha önce görülmeyen bazı haller, rüya, ışık ve ses olarak belirmeye başlamıştır. Yine bu yaşlarda iken yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira mağarasına gidip orada kalırdı. Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah'a ibadet ediyordu. Dört beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen bu hazırlık döneminin ardından vahiy meleği Cebrail ilk defa yanına gelerek ona "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem" cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine "oku" dedi. Hz. Muhammed yine, "Ben okuma bilmem" deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrail kendisini üçüncü defa sıkıp bıraktıktan sonra, Alak suresinin ilk 5 ayetini olmak üzere "Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. O, insana bilmediğini öğretti" mealindeki âyetleri okudu ve uzaklaşıp gitti. Dehşete kapılan Hz. Muhammed evine dönerek eşi Hatice'ye, "Beni örtünüz" dedi, bir süre dinlendi, kalkınca başından geçenleri ona anlattı. Hatice, Allah'ın kendisini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti. Ardından birlikte Hatice'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler. Varaka Resûl-i Ekrem'e, kendisine gelenin daha önce Hz. Musa'ya da gelen "nâmûs" (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi. Böylece Hz. Muhammed kendisinin peygamberlikle görevlendirildiğini anladı. Hatice de ona iman ederek ilk müslüman olma şerefini kazandı. Konu hakkındaki rivayetlerden ve Kur'an'ın ilgili âyetlerinden çıkarılan sonuca göre Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.

Hira dağında geçirilen inziva hayatından Hz. Muhammed'in bir peygamberlik beklentisi içerisinde olduğu sonucu da çıkarılmamalıdır ki, bu Kur'an'da açıkça ifade edilmektedir.

Yukarıda ifade edilen Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.

Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir. Ancak üç yıl gibi uzun bir süre olması vakıayla örtüşmemekte. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur. 

Âlimler Kur'an'ın peyderpey indirilmesindeki hikmetler üzerinde durmuş ve buna toplumun vahye olan ilgisinin canlı tutulması, Resûl-i Ekrem'e olan bağlılığın vefatına kadar sürdürülmesi, eğitim ve uygulama kolaylığı sağlamak için hükümlerde tedriciliğin gözetilmesi, toplum hayatındaki önceliklerin belirlenmesi, vahye karşı düşmanlık besleyenlere zaman tanınarak gönüllerinin kazanılması gibi amaçları neden olarak ileri sürmüştürler.

Günümüzde yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır. Kur'an'ın Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir. Hz. Peygamber gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ ediyor, ardından bunu vahiy kâtiplerine yazdırıyordu. Yazı malzemesinin az olduğu bu dönem içerisinde ayetler develerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yerleri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüs üzerine yazılıyordu. Kırk kadar vahiy kâtibinin çoğu Mekkeli'dir. Yazılı kültüre uzak olan Araplar güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesinde nazil olan âyet ve süreleri ezberlemekte bir sıkıntı çekmiyorlardı. O dönemde Kur'an'ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir. Ancak ramazan aylarında Resûl-i Ekrem ile Cebrail'in o güne kadar inen âyetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumaları (arza) uygulamasından Kur'an'ın bir kitap şeklini alma yolunda olduğu anlaşılmaktadır. Bazı rivayetlerde Zeyd b. Sabit ile Übey b. Kâ'b gibi sahâbîlerin bu okumaları yakından takip ettikleri belirtilmektedir. Özellikle Resûl-i Ekrem'in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş, böylece mushaf ortaya çıkmıştır. 

Son okumada tertibi belirlenen ve pek çok sahâbî tarafından bu son şekliyle yazılıp ezberlenen Kur'an okunmaya devam ederken Yemâme savaşı ile diğer bazı savaşlarda hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması Hz. Ömer'i telâşlandırarak harekete geçirmiştir. Kur'an'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû Bekir'e açan Ömer bu hususta onu ikna etmiş, Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır. Böylece Kur'an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve Hz. Ebû Bekir'e teslim edilmiştir. İki kapak arasındaki bu derlemeye "mushaf" adı verilmiş, bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Re-sûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal etmiştir. Hz. Ebû Bekir'in talimatıyla cemedilen Kur'an başta Hz. Ömer ve Ali olmak üzere bütün sahabenin onayını almış (icmâ), kimseden bir itiraz gelmemiştir. Hz. Ebû Bekir'in bu mushafı tedbir olarak muhafaza edilmiş, sahâbîler de kendi nüshalarına ve ezberlerine göre okuyuşlarını sürdürmüşlerdir. 

Tarihi gelişmelerin yanı sıra bazı şikâyet ve ihtilâfları da göz önünde bulunduran Osman Hafsa'nın elindeki Ebû Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermeye karar verdi. İstinsah ve çoğaltma işi için başkanlığını yine Zeyd b. Sâbit'in yaptığı Abdullah b. Zübeyr, Saîd b. Âs ve Abdurrahman b. Haris b. Hi-şâm'dan oluşan bir heyeti görevlendirip yazımda ihtilâfa düştüklerinde Kur'an'ın nazil olduğu Kureyş lehçesini esas almalarını emretti. Yardımcılarla birlikte üyelerinin sayısı on ikiye ulaşan heyet çalışmalarını başarıyla tamamladı ve orijinal nüsha Hafsa'ya iade edildi. 25-30 (646-651) yıllan arasında gerçekleştirilen bu çalışma sonunda çoğaltılan yedi (veya dört, beş, sekiz) Kur'an nüshası birer kâri ile birlikte Mekke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn'e gönderilmiş, bir nüsha da Medine'de bırakılmıştır. Çoğaltılarak çeşitli beldelere gönderilen Kur'an nüshaları büyük kabul görmüştür. Kur'an öğretimi bu nüshalara göre yapılmıştır. 

Tertibi

Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en meşhuru Âyetü'l-kürsî'dir. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sûreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.

Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez. Halbuki bu okuma her yıl yapılmış ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur. 

Mahiyeti

Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Kur'an'ın muhtevası bu yönelmişlikle irtibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Haber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'an'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır. Buradaki "her şey" cüzî olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmektedir. Kur`an-ı Kerim okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatındaki merkezî yerini ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Kelâmcılar Kur'ân-ı Kerîm'i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. 

İnsanlara ulaştığı haliyle Kur'ân-ı Ke-rîm'in Arapça olması, bir taraftan tabii bir dille ve o dilin kuralları içinde ifade edildiğini gösterirken diğer taraftan bunun ötesinde lisanî olanın bütün özelliklerini üzerinde taşıdığını ortaya koymaktadır. Bu husus onun anlaşılabilirliğinin esasını teşkil etmektedir. Bilhassa Kur'an'ın, muhataplarını hep geleceğe yönelik bir duruşa sevketmesi ve insanlara matuf bir talep ve davet olması, dolayısıyla inşâî olması onun mahiyetinin bir parçasıdır. Geçmişte ve gelecekte İnsanlığın ve her bir insanın varlık yapısı gereği karşı karşıya kalacağı durumları aydınlatacak bir ışık olma, kendisine tâbi olunduğunda ortaya çıkacak insan fiilleri ve bu fiillerin birbiriyle irtibatlanması neticesinde meydana gelecek "örf" adı verilen ilimler ve müesseseler gibi daha üst oluşumlara ilâhî bir renk verme imkânını kendi içinde taşımaktadır.

Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Ayrıca onun nazmının ve üslûbunun bazı özellikleri yanında kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviyesi mucize olmasının en önemli alâmeti olarak kabul edilmektedir.

Muhtevası

Kur'ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur'an'ı okuyan veya dinleyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmaları etkileyici bir faktördür. Nitekim bugüne kadar yapılan çalışmalarda Kur'an'ın muhtevası hakkında ancak sınırlı ve yaklaşık bilgiler verilebilmiş; Kur'an'da yer alan konuların tesbiti, konu başlıklarının seçimi, bunların sayılan, muhtevaları, âyetlerin içeriklerine göre değişik konuiara dağıtımı gibi hususlarda birbirinden hayli farklı tercih ve tasnifler ortaya çıkmıştır. Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Ebû Bekir İb-nü'I-Arabî, Kur'an'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplar.

Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür:

  1. Mekkî Sûreler

1. Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar. 

2. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür. Müşriklerle yoğun bir mücadeleye girilerek putperestliğin anlamsızlığını, putların hiçliğini, onlara tapmanın gereksizliğini ortaya koymak, müşriklerin vahiy, peygamberlik ve meleklerle ilgili itirazlarını reddedip yanlış telakkilerini düzeltmek üzere aklî ve kozmolojik kanıtlar gösterilir

3. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. 

4. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır. 

5. Mekke devrinin son yıllarında Mekke Araplan'nın dışında yeni muhataplar da söz konusu olduğundan bu dönemde gelen sûrelerin üslûp ve muhtevasında kısmî bir değişiklik olduğu görülmektedir. Artık sadece Mekkeliler'e değil, aynı zamanda yer yer "ey insanlar" tarzında başlayan ifade kalıbıyla başka topluluklara da hitap edilmektedir. 

6.Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir. Çoğunlukla kısa hacimli olan bu sûrelerde iyi niyetli insanları, gönülleri hidayete açık olanları derinden etkileyip ikna etmeyi, buna karşılık bâttl inançlarını, zulüm ve haksızlıklarını sürdürmekte ısrar eden müşrik aristokratlara meydan okuyup onları âciz bırakmayı hedefleyen bir üslûp hâkimdir. Ayetler kısa, seçili, muhtevanın gerektirdiği durumlarda sert seslidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâkimdir,

  1. Medenî Sûreler

1. Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak ilkeler" şeklinde özetlemek mümkündür. Bundan sonra Medine'de müminler için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenmesine dayalı, hem de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başlamasıyla ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır. 

2. Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, müminlerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur. Nitekim özellikle Medenî sûrelerde tekrar edilen Allah'a ve Resulü'ne itaat buyruğu ile bu itaatten yüz çevirenlere yönelik ciddi eleştiriler bunu açıkça göstermektedir.

3. Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler başlamış, bu sebeple bu dönemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir. 

4. Müslümanlar ilk defa Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.

5. Medenî sûrelerin muhtevasını oluşturan konular fesahat ve belagat sergilemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadığından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir. 

Icazı Ve Üslubu

Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu ve Allah katından vahiy aldığını insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti giderek artan bir muhalefet hareketi başlatmışlardı. Allah'ın hiçbir şey indirmediğini Kur'an'ın Allah kelâmı değil beşer sözü olduğunu, onu Muhammed'in kendisi uydurup Allah'a nisbet ettiğini söylemeleri. Hz. Muhammed'i çeşitli zamanlarda mecnun, şair, kâhin veya sihirbaz ya da büyüye tutulmuş olmakla itham etmeleri üzerine  Kur-'an'da bu iddiaların gerçek dışı olduğu belirtilmiştir. 

Kur'an'ın i'câzını ispatlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu düşünülmektedir. 

Kur'an'ın başlıca i'câz noktaları hakkında ortaya konan görüşler şu şekilde özetlenebilir:

A) Dili ve Üslûbu

Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebebiyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. Kur'an'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir. Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır: 

1. Mevcut Edebî Şekillerden Farklıdır. S.Kutub'un ifadesiyle ‘Kur'an, üslûbunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.

2. Lafız ve mâna dengesi vardır. Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır. 

3. Kur'an'ın, gönüllere Tesir Edişi  İnsanı etkisi altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle ürpertir

4. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk`i ise aynı şekilde etkileyicidir. 5. Edebî tasvirleri açısından bakıldığında Kur'an'ın nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata İlâve olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları Kur-'an'ın güzelliğine götüren tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biri olarak görülür

6. Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu da  Kur'an`ın özellikleri arasında yer almaktadır. 

7. Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi, yani birçok âyetin ilk bakışta kavranan mânası aynı kalmakla birlikte daha derinden bakıldığında farklı kültür düzeyindeki insanlarca sezilebilen iç anlamları, anlam katmanları da bulunabilir; hatta onun mânalarından gelecek nesillere de yeni taraflar kalabilir. 

8. Kur'an'a has üslûp tarzlarından biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tatmin etmesidir. 

B) Diğer İ'câz Görüşleri

Kaynaklarda Kur'an'ın dil ve üslûbunun dışında i'câz yönleri de zikredilir. Üzerinde durulan hususlardan biri Kur'an'ın gayb alanına ilişkin haberler içermesidir. Kur'an'da Hz. Âdem'den itibaren geçmiş peygamberlerin ve milletlerin kıssaları yer alır. Okuma yazması olmayan, herhangi bir kimseden öğrenim görmeyen bir kişinin vahiy almadan bu tarihî hadiseleri anlatması, onlara şahit olmuş gibi tasvir etmesi mümkün değildir. Yapılacak bir savaşta Bizanslılar'ın İranlılar'a galip geleceği Bedir Savaşı'nda düşman ordusunun yenilgiye uğratılacağı müslümanların Mes-cid-i Harâm'a güvenle girecekleri insanların kitleler halinde İslâm'ı benimseyecekleri İslâm dininin diğer bütün dinlere üstün geleceği gibi birçok olayın önceden haber verilmesi Kur'an'ın geleceğe yönelik gaybî-i'câzî yönünü oluşturur. Bunların yanında bazı âyetler münafıkların İç yüzünü, yahudilerin ruh hallerini ortaya koymaktadır. Hz. Peygamberin, kendisi açısından gayb alanına giren bu tür haberleri vahye dayanmadan önceden haber vermesi imkânsızdır. 

Açıklanması Ve Yorumlanması

Müslümanların geleneğinde tefsir ilmi. âyetlerin ilk muhatapları ve onları takip eden nesiller tarafından nasıl anlaşıldığına dair rivayetlerin derlenmesi ve İslâm ümmetinin bu alandaki birikiminin Kur'an lafzının doğrudan ve dolaylı anlatımıyla irtibatlandınlması görevini üstlenmiş, Kur'an'ın yorumlanması ve onun öğrettiği değerlerin günümüze taşınması işlemi, müslümanların geliştirdiği bütün ilimlerin az veya çok ilgilendiği ortak bir amaç olmuştur. 

A) Kur'an'ın Açıklanması

Tefsir disiplininin neyi konu edindiğinin açıkça ortaya konması gerekmektedir. Bu disiplinin birinci amacı, ilâhî sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği mânaları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabilir olacaktır. Kur'an'ın muhataplarınca anlaşılır olma kaygısı kendisi tarafından esasen birçok defa açıkça belirtilmiştir. Kur'an'ın, kendisinin Arapça bir kitap olarak indirildiğini ve böylece muhataplarının diliyle onlara anlaşılır kılındığını bildirmesi de bunu gösterir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'in Arap diliyle nazil olduğunun ifade edilmesi öncelikle onun belli bir beşer dilinde indirildiğine, ikinci olarak da onun mesajını aktarmak İçin VII. yüzyıldaki Hicaz Arap kültürünün dil geleneğini, onun kelime ve kavramlarını ve diğer kültürel ürünlerini bir malzeme olarak kullandığına dikkat çekmeyi amaçlar.

1. Kur'an'ın Dil Bilimi ve Metin Yönünden Tahlili. 

2. Tarih Bilgisi ve Kur'an'ın Tarihî Bağlamı. 

a) Hadis Koleksiyonları. Kur'an'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar, âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimelerin mânaları hakkında en sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur'an'ın insanlara aktarıcısı olan Hz. Pey-gamber'in sözleridir. 

b) Tarih Kaynaklan. Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'an'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar götürülmelidir

B) Kur'an'ın Yorumlanması. Tefsir

Kur'an âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini üstlenmiştir. Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu disiplinler, âyetlerin sözlük anlamı ve bu çerçevede tefsirin kendilerine sunduğu farklı açıklamaların yanı sıra gelenek içindeki zengin birikimi ve yaşanılan zamanın şartlarını da dikkate almak durumundaydı. Karşılaşılan problemler çoğaldıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır.

1. Kur'an'ın Yorumlanmasında Öznellik Sorunu.

2. Kur'an'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması. 

Kur'an İlimleri

Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider.

Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Kur'an'ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nazil olduğu yer ve zamanın bilinmesinde büyük faydalar vardır

Ulumu’l Kur’an - Kur’an ilimleri : resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.

Teknik anlamda ve bir bütün olarak ulû-mü'1-Kur'ân tabirinin ne zaman kullanılmaya başlandığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır

Tercümesi

Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluştuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür.

 - Kur'an'ın tercümesini zaruri görürken 

- bir kısmı yine Kur'an'dan hareketle onun başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nakli halinde bu Özelliğinin ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir. 

Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.

Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler

Kur'ân-ı Kerîm, tefsir ilminin merkezinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muham-med'e indirilen vahiy olduğuna inanılması yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

Kur'an yüce yaratıcının kelâmı olduğu için İslâm geleneğinde ona her zaman çok üstün saygı gösterilmiş, âdaba aykırı sayılabilecek davranışlardan özenle kaçınılmış, Kur'an okumanın kendisi de öteden beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak görülmüştür

Kur'an Ve Kitâb-I Mukaddes

Kur'an İslâm'ın temel kaynağı, müslümanlann inanç ve yaşayışları için başlıca hareket noktasıdır. Çünkü tebliğcisinin rolü ne kadar büyük olursa olsun İslâm, yaşayan bir şahıs üzerine değil bir mesaj yani Kur'an üzerine temellenmiştir. Fakat kur’an’la kıtâb-ı Mukaddes arasında çok fark vardır; bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır.ortak noktalar : Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Meryem ve oğlu îsâ ile havariler.

Edebiyat

Genellikle üç döneme ayrılarak incelenen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında gelişmiştir. Bu derin etki, Tanzimat'ın ardından Batı medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür. 

Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.

Literatür

Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışmalar, biri Kur'an'ın açıklanması ve yorumuyla ilgili eserler, diğeri Kur'an'ın toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muhtevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden inceleyen eserler olmak üzere başlıca iki gruba ayrılır. 

Tefsirler 

Kur'an'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'an literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder. Zamanla tefsir ilmi hadisten ayrılarak müstakil hale geldi ve özgün eserler vücuda getirildi.

1. Rivayet Tefsirleri. 

2. Dirayet Tefsirleri.

3. Lugavî Tefsirler. 

4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler. 

5. Mezhebi Tefsirler. 

6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler. 

B) Kur'an İlimleri. Erken dönemlerden başlayarak Kur'an ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır


0 Yorum - Yorum Yaz

rabia Genç 09070362    18.05.2013

KUR'AN  

Tarifi Ve İsimleri

  Kur'ân kelimesinin türediği kök konu­sunda farklı görüşler vardır.-       Bir görüşe göre Tevrat ve İncil gibi son din için gönderi­len kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir. -       Diğer görüşte ise kelime kam kökünden türemiştir ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, kat­mak" anlamındadır. -       Üçüncü olarak ta kök olarak ‘karâ'ini’ kabul edilmektedir. Çünkü Kur'an âyetlerinden bir kısmı diğerini tasdik et­mekte ve âyetler birbirine benzemekte­dir.-       Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlim­lerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân"  isminin "kara'e" fi­ilinden türeyen bir kelime oldu­ğu görüşündedir. Ancak bunlar arasında da "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" an­lamlarından hangisini ifade ettiği husu­sunda ihtilâf vardır.   Kur'an'ın terim anlamıyla ilgili olarak çeşitli tanımlamalar yapılmış, bunlar bü-yük ölçüde bir araya getirilerek şöyle bir tarife ulaşılmıştır: "Kur'an, Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır."  Muhammed Tâhir b. Âşûr'a göre ise Kur'an'in en meşhur isimleri şun­lardır: Kur'ân, tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah.  Tarihi Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştı­ğında kendisinde daha önce görülmeyen bazı haller, rüya, ışık ve ses olarak belirmeye başlamıştır. Yine bu yaşlarda iken yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira ma­ğarasına gidip orada kalırdı. Burada kendi­sinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah'a ibadet ediyordu. Dört beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen bu hazırlık döneminin ardından vahiy meleği Cebrail ilk defa ya­nına gelerek ona "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem" cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine "oku" dedi. Hz. Muhammed yine, "Ben okuma bilmem" deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrail kendisini üçüncü defa sıkıp bırak­tıktan sonra, Alak suresinin ilk 5 ayetini olmak üzere "Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. O, insana bilmediğini öğretti" mealindeki âyetleri okudu ve uzaklaşıp gitti. Dehşete kapılan Hz. Muhammed evine dönerek eşi Hatice'ye, "Beni örtünüz" de­di, bir süre dinlendi, kalkınca başından geçenleri ona anlattı. Hatice, Allah'ın ken­disini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti. Ardından birlikte Hati­ce'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler. Varaka Resûl-i Ekrem'e, kendisi­ne gelenin daha önce Hz. Musa'ya da ge­len "nâmûs" (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi. Böylece Hz. Mu­hammed kendisinin peygamberlikle gö­revlendirildiğini anladı. Hatice de ona iman ederek ilk müslüman olma şerefini kazandı. Konu hakkındaki rivayetlerden ve Kur'an'ın ilgili âyetlerinden çıkarılan sonuca gö­re Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesin­de inmeye başlamıştır.Hira dağında geçirilen inziva hayatından Hz. Muhammed'in bir peygamberlik beklentisi içerisinde oldu­ğu sonucu da çıkarılmamalıdır ki, bu Kur'an'da açıkça ifade edilmektedir.Yukarıda ifade edilen Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulün­den sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl ara­sında değişen farklı müddetler nakledil­mektedir. Ancak üç yıl gibi uzun bir süre olması vakıayla örtüşmemekte. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur.    Günümüz­de yaygın olan görüşe göre sûrelerin sek­sen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bu­lunmaktadır. Kur'an'ın Mekkî olan âyet­lerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadise­lerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bah­sedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir. Hz. Peygamber gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ edi­yor, ardından bunu vahiy kâtiplerine yaz­dırıyordu. Yazı malzemesinin az olduğu bu dönem içerisinde ayetler deve­lerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yer­leri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüs üzerine yazılıyordu. Kırk kadar va­hiy kâtibinin çoğu Mekkeli'dir. Yazılı kültüre uzak olan Arap­lar güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesin­de nazil olan âyet ve süreleri ezberlemek­te bir sıkıntı çekmiyorlardı. O dönemde Kur'an'ın iki kapak arası­na alınmamasının asıl sebebi Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman ke­sileceğinin bilinmemesidir. Ancak rama­zan aylarında Resûl-i Ekrem ile Cebrail'in o güne kadar inen âyetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumaları (arza) uygula­masından Kur'an'ın bir kitap şeklini alma yolunda olduğu anlaşılmaktadır. Bazı rivayetlerde Zeyd b. Sabit ile Übey b. Kâ'b gibi sahâbîlerin bu okumaları yakından takip et­tikleri belirtilmektedir. Özellikle Resûl-i Ekrem'in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçek­leşmiş, böylece mushaf ortaya çıkmıştır.   

Son okumada tertibi belirlenen ve pek çok sahâbî tarafından bu son şekliyle ya­zılıp ezberlenen Kur'an okunmaya devam ederken Yemâme savaşı ile diğer bazı sa­vaşlarda hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması Hz. Ömer'i telâşlandırarak harekete geçirmiştir. Kur'an'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû Bekir'e açan Ömer bu hususta onu ikna etmiş, Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getir­diği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yaz­mışlardır. Böylece Kur­'an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve Hz. Ebû Be­kir'e teslim edilmiştir. İki kapak arasın­daki bu derlemeye "mushaf" adı verilmiş, bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Re-sûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal et­miştir. Hz. Ebû Bekir'in talimatıyla cemedilen Kur'an başta Hz. Ömer ve Ali olmak üzere bütün sahabenin onayını almış (icmâ), kimseden bir itiraz gelmemiştir. Hz. Ebû Bekir'in bu mushafı tedbir olarak muhafaza edilmiş, sahâbîler de kendi nüshalarına ve ezberlerine göre okuyuşlarını sürdürmüşlerdir.

  Tarihi gelişmelerin yanı sıra bazı şikâyet ve ihtilâfları da göz önün­de bulunduran Osman Hafsa'nın elindeki Ebû Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermeye karar verdi. İstinsah ve ço­ğaltma işi için başkanlığını yine Zeyd b. Sâbit'in yaptığı Abdullah b. Zübeyr, Saîd b. Âs ve Abdurrahman b. Haris b. Hi-şâm'dan oluşan bir heyeti görevlendirip yazımda ihtilâfa düştüklerinde Kur'an'ın nazil olduğu Kureyş lehçesini esas alma­larını emretti. Yardımcılarla birlikte üyelerinin sayısı on ikiye ulaşan heyet çalış­malarını başarıyla tamamladı ve orijinal nüsha Hafsa'ya iade edildi. 25-30 (646-651) yıllan arasında gerçekleştirilen bu çalışma sonunda çoğaltılan yedi (veya dört, beş, sekiz) Kur'an nüshası birer kâri ile birlikte Mek­ke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bah­reyn'e gönderilmiş, bir nüsha da Medi­ne'de bırakılmıştır. Çoğaltılarak çeşitli beldelere gönderilen Kur'an nüs­haları büyük kabul görmüştür. Kur'an öğre­timi bu nüshalara göre yapılmıştır.    Tertibi Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en meşhuru Âyetü'l-kürsî'dir. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Kur'an'ın en kısa sû­releri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır. 

Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi dü­şünülemez. Halbuki bu okuma her yıl ya­pılmış ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur.

  Mahiyeti Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Kur'an'ın muhtevası bu yönelmişlikle ir­tibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Ha­ber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hida­yet daha çok neyin nasıl yapılması gerek­tiğini, yani olması gerekeni ifade etmek­tedir. Bu çerçevede Kur'an'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır. Buradaki "her şey" cüzî olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmek­tedir. Kur`an-ı Kerim okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatın­daki merkezî yerini ifade etmesi açısın­dan önem taşımaktadır. Kelâmcılar Kur'ân-ı Kerîm'i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in mah­lûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının ma­hiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır.  İnsanlara ulaştığı haliyle Kur'ân-ı Ke-rîm'in Arapça olması, bir taraftan tabii bir dille ve o dilin kuralları içinde ifade edildiğini gösterirken diğer taraftan bu­nun ötesinde lisanî olanın bütün özellik­lerini üzerinde taşıdığını ortaya koymak­tadır. Bu husus onun anlaşılabilirliğinin esasını teşkil etmektedir. Bilhassa Kur'an'ın, muhataplarını hep geleceğe yönelik bir duruşa sevketmesi ve insanlara matuf bir talep ve davet olması, dolayısıyla inşâî olması onun mahiyetinin bir parçasıdır. Geçmişte ve gelecekte İnsanlığın ve her bir insanın varlık yapısı gereği karşı karşıya kalacağı durumları aydınlatacak bir ışık olma, kendisine tâbi olunduğunda ortaya çıkacak insan fiilleri ve bu fiillerin birbiriyle irtibatlanması neticesinde mey­dana gelecek "örf" adı verilen ilimler ve müesseseler gibi daha üst oluşumlara ilâhî bir renk verme imkânını kendi için­de taşımaktadır. Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Ayrıca onun nazmının ve üslûbunun bazı özel­likleri yanında kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviye­si mucize olmasının en önemli alâmeti olarak kabul edilmektedir. 

 

Muhtevası Kur'ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeri­ğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eser­lerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konu­lar mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarla­rın da katkısıyla Kur'an'ı okuyan veya din­leyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmala­rı etki­leyici bir faktördür. Nitekim bugüne kadar yapılan çalışmalarda Kur'an'ın muhtevası hakkın­da ancak sınırlı ve yaklaşık bilgiler verile­bilmiş; Kur'an'da yer alan konuların tesbiti, konu başlıklarının seçimi, bunların sayılan, muhtevaları, âyetlerin içerikleri­ne göre değişik konuiara dağıtımı gibi hu­suslarda birbirinden hayli farklı tercih ve tasnifler ortaya çıkmıştır. Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık al­tında toplanırken bazılarında yüzlerce ko­nu sıralanır. Ebû Bekir İb-nü'I-Arabî, Kur'an'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplar.Kur'ân-ı Kerîm'in muhte­vasını şöylece özetlemek mümkündür: -       Mekkî Sûreler -       Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperest­lerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak üslûbun da gide­rek sertleştiği görülür. Müşriklerle yoğun bir mü­cadeleye girilerek putperestliğin anlam­sızlığını, putların hiçliğini, onlara tapma­nın gereksizliğini ortaya koymak, müşriklerin vahiy, peygamberlik ve meleklerle ilgili itirazlarını reddedip yanlış telakkile­rini düzeltmek üzere aklî ve kozmolojik kanıtlar gösterilir -       İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimle­rinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûre­lerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.   -       "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.  -       Mekke devrinin son yılların­da Mekke Araplan'nın dışında yeni mu­hataplar da söz konusu olduğundan bu dönemde gelen sûrelerin üslûp ve muh­tevasında kısmî bir değişiklik olduğu gö­rülmektedir. Artık sadece Mekkeliler'e değil, aynı zamanda yer yer "ey insanlar" tarzında başlayan ifade kalıbıyla başka topluluklara da hitap edilmektedir.    

-       6.Yüksek bir edebî zevkin hâkim oldu­ğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksek­tir. Çoğunlukla kısa hacimli olan bu sûre­lerde iyi niyetli insanları, gönülleri hida­yete açık olanları derinden etkileyip ikna etmeyi, buna karşılık bâttl inançlarını, zu­lüm ve haksızlıklarını sürdürmekte ısrar eden müşrik aristokratlara meydan oku­yup onları âciz bırakmayı hedefleyen bir üslûp hâkimdir. Ayetler kısa, seçili, muh­tevanın gerektirdiği durumlarda sert ses­lidir; genellikle muhatabı aklî yönden ikna etme hedefi yanında onu duygusal yönden de kuşatan bir anlatım özelliği hâ­kimdir,

     Medenî Sûreler 1. Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak il­keler" şeklinde özetlemek mümkündür. Bundan sonra Medine'de müminler için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenmesine dayalı, hem de siyasî ve hu­kukî yapının oluşturulması süreci başlamasıyla ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır.  2. Medine şartlarında ortaya çıkan ye­ni düzen içinde giderek belirginleşen hu­kukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsi­yeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, mümin­lerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur. Nitekim özellikle Medenî sûrelerde tek­rar edilen Allah'a ve Resulü'ne itaat buy­ruğu ile bu itaatten yüz çevirenlere yö­nelik ciddi eleştiriler bunu açıkça göster­mektedir. 3. Peygamber ilk de­fa Medine'de bir yahudi topluluğu ile kar­şılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesim­lerle ilişkiler başlamış, bu sebeple bu dö­nemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir. 4. Müslümanlar ilk defa Medine'de si­yasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sa­hip oldukları için Medenî sûrelerin muh­tevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir. 

5. Medenî sûrelerin muhtevasını oluş­turan konular fesahat ve belagat sergi­lemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadı­ğından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir.

  İcazı Ve Üslubu Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın el­çisi olduğunu ve Allah katından vahiy al­dığını insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti gi­derek artan bir muhalefet hareketi baş­latmışlardı. Allah'ın hiçbir şey indirmedi­ğini Kur'an'ın Allah kelâmı değil beşer sözü olduğunu, onu Muham­med'in kendisi uydurup Allah'a nisbet et­tiğini söylemeleri. Hz. Muhammed'i çeşitli zamanlarda mecnun, şair, kâhin veya sihirbaz ya da büyüye tutulmuş olmakla itham etmeleri üzerine  Kur-'an'da bu iddiaların gerçek dışı olduğu be­lirtilmiştir. Kur'an'ın i'câzını is­patlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu dü­şünülmektedir. Kur'an'ın başlıca i'câz noktaları hak­kında ortaya konan görüşler şu şekilde özetlenebilir:   Dili ve Üslûbu 

Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliy­le gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil ol­muştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebe­biyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden un­surların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifade­ye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. Kur'an'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratı­lan arasındaki fark gibidir. Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli baş­lıları şunlardır:

  1. Mevcut Edebî Şekiller­den Farklıdır. S.Kutub'un ifadesiyle ‘Kur'an, üslûbu­nun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder. 2. Lafız ve mâna dengesi vardır. Kur'an ifade­lerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır.  3. Kur'an'ın, gönüllere Tesir Edişi  İnsanı etkisi altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle ürpertir 4. Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çı­kan Ahenk`i ise aynı şekilde etkileyicidir.  5. Edebî tasvirleri açısın­dan bakıldığında Kur'an'ın nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki inti­zam ve irtibata İlâve olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları Kur-'an'ın güzelliğine götüren tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biri olarak gö­rülür 6. Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu da  Kur'an`ın özellikleri arasında yer almaktadır.  7. Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi, yani birçok âyetin ilk bakışta kavra­nan mânası aynı kalmakla birlikte daha derinden bakıldığında farklı kültür düze­yindeki insanlarca sezilebilen iç anlamla­rı, anlam katmanları da bulunabilir; hat­ta onun mânalarından gelecek nesillere de yeni taraflar kalabilir.  

8. Kur'an'a has üslûp tarzların­dan biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tat­min etmesidir.

  Diğer İ'câz Görüşleri.  Kaynaklarda Kur'an'ın dil ve üslûbunun dışında i'câz yönleri de zikredilir. Üzerinde durulan hu­suslardan biri Kur'an'ın gayb alanına iliş­kin haberler içermesidir. Kur'an'da Hz. Âdem'den itibaren geçmiş peygamber­lerin ve milletlerin kıssaları yer alır. Oku­ma yazması olmayan, herhangi bir kim­seden öğrenim görmeyen bir kişinin vahiy almadan bu tarihî hadiseleri anlat­ması, onlara şahit olmuş gibi tasvir etmesi mümkün değildir. Yapılacak bir savaşta Bizanslılar'ın İranlılar'a galip ge­leceği Bedir Savaşı'nda düşman ordusunun yenilgiye uğratılaca­ğı müslümanların Mes-cid-i Harâm'a güvenle girecekleri insanların kitleler halinde İs­lâm'ı benimseyecekleri İslâm dininin diğer bütün dinlere üstün geleceği gibi birçok olayın önceden ha­ber verilmesi Kur'an'ın geleceğe yönelik gaybî-i'câzî yönünü oluşturur. Bunların yanında bazı âyetler münafıkların İç yüzü­nü, yahudilerin ruh hallerini ortaya koy­maktadır. Hz. Peygamberin, kendisi açı­sından gayb alanına giren bu tür haber­leri vahye dayanmadan önceden haber vermesi imkânsızdır.   Kur'an'ın Açıklanması.  

Tefsir disiplininin neyi konu edindiğinin açıkça ortaya konması gerekmektedir. Bu disip­linin birinci amacı, ilâhî sözlerin ilk mu­hataplarına iletildiğinde kastettiği mâna­ları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiş­tir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabi­lir olacaktır. Kur'an'ın muhataplarınca an­laşılır olma kaygısı kendisi tarafından esa­sen birçok defa açıkça belirtilmiştir.

  1. Kur'an'ın Dil Bilimi ve Metin Yönün­den Tahlili. 2. Tarih Bilgisi ve Kur'an'ın Tarihî Bağ­lamı.  a) Hadis Koleksiyonları. Kur'an'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar, âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimele­rin mânaları hakkında en sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur­'an'ın insanlara aktarıcısı olan Hz. Pey-gamber'in sözleridir.            

b) Tarih Kaynaklan. Kur'an'ın anlaşıl­masında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'an'ın indiği dönem­den önceki yüzyıllara kadar götürülmeli­dir

  Kur'an'ın Yorumlanması. Tefsir Kur'an âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini üstlenmiştir. Müslü­man geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğret­tiği değerlerin değişik zamanlara taşın­ması, müslüman ilim ve fikir adamları­nın önemli bir meşguliyet alanını oluş­turmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin ha­yat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasın­da bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi di­siplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu disiplinler, âyetlerin sözlük anlamı ve bu çerçevede tefsirin kendilerine sundu­ğu farklı açıklamaların yanı sıra gelenek içindeki zengin birikimi ve yaşanılan za­manın şartlarını da dikkate almak duru­mundaydı. Karşılaşılan problemler çoğal­dıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır. 1. Kur'an'ın Yorumlanmasında Öznel­lik Sorunu.

2. Kur'an'ın Değerlerinin Günümüze Taşınması.

  Kur'an İlimleri Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider.Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Kur'an'ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nazil olduğu yer ve zamanın bi­linmesinde büyük faydalar vardırUlumu’l Kur’an - Kur’an ilimleri : resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.Teknik anlamda ve bir bütün olarak ulû-mü'1-Kur'ân tabirinin ne zaman kullanıl­maya başlandığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır   Tercümesi Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yok­tur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluş­tuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür. - Kur'an'ın tercü­mesini zaruri görürken - bir kısmı yi­ne Kur'an'dan hareketle onun başka dil­lere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nak­li halinde bu Özelliğinin ortadan kalkaca­ğını ileri sürmüşlerdir.

Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli ol­muş ve eskiden beri Kur'an değişik dille­re çevrilmiştir.

  Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler Kur'ân-ı Kerîm, tefsir ilminin merke­zinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muham-med'e indirilen vahiy olduğuna inanılma­sı yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.    Kur'an Ve Kitâb-I Mukaddes Kur'an İslâm'ın temel kaynağı, müslümanlann inanç ve yaşayışları için başlıca hareket noktasıdır. Çünkü tebliğcisinin rolü ne kadar büyük olursa olsun İslâm, yaşayan bir şahıs üzerine değil bir me­saj yani Kur'an üzerine temellenmiştir. Fakat kur’an’la kıtâb-ı Mukaddes arasında çok fark vardır; bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır.ortak noktalar : Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'­dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Mer­yem ve oğlu îsâ ile havariler.  Edebiyat Genellikle üç döneme ayrılarak incele­nen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asır­lık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında geliş­miştir. Bu derin etki, Tanzimat'ın ardın­dan Batı medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür. Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı tür­lerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.


 

0 Yorum - Yorum Yaz

Fatma KAYALIK 09070335    19.05.2013

- Kur'ân kelimesinin türediği kök konu­sunda farklı görüşler vardır:

  • Kelimenin hemzesiz olduğunu savunanlar
  • Kelimenin hemzelî olduğunu savunanlar

-Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştı­ğında kendisinde daha önce görülmeyen bazı haller ortaya çıkmaya başlamıştı. Ha­yatında benzerini yaşadığı rüyalar görü­yor, nereden geldiğini anlamadığı sesler duyuyor, ışıklar farkediyordu. Yine bu yaşlarda iken yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira ma­ğarasına gitmeye ve orada azığı bitince­ye kadar kalmaya başladı.Burada kendi­sinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah'a ibadet ediyordu.

-Vahiy meleği Cebrail ilk defa ya­nına gelerek ona "oku" dedi.

- Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulün­den sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.

-Kur’an, Hz. Peygamber kırk yaşında iken, 610 yılının Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır ve 23 yılda tamamlanmıştır (Kur’an’ın indirlişi hakkında fikir ayrılığı vardır).

- Ebu Bekir zamanında derlenip, iki kapak arasına alınıp, „mushaf“ adı verilen bu kitap, Hz. Ebu Bekir’den sonra Hz. Ömer’e, onun vefatından sonra da kızı Hafsa’ya intikal etmiştir. Daha sonra bu nüsha yediye (veya 4, 5, 8’e) çoğaltılmıştır ve karilerle birlikte Mekke, Kufe, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiştir, bir nüsha da Medine’de bırakılmıştır.

-Kur'an vahyine ait bölümlerin âyet ve sûre şeklinde belirlenmesi risâletin ilk yılların­da olmuştur.

-Kur'ân-ı Kerîm‘in muhtevasını belirlerken mekki ve medeni ayetleri ayrılır;

  • Mekkî Sûreler; Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcıbir ahlâk ve hayat an­layışı hâkim olduğu için bu dönemde na­zil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin kar­şılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetler­le insanlarda merhamet ve feragat duy­gularını geliştirmeyi, temel haklar bakı­mından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar. Mekke döneminde nazil olan sûreler büyük ölçüde Allah'ın kudreti ve O'nun lütuf ve keremi olmak üzere iki ana konu etrafında gelişir. Mekkî sûrelerde, özellikle Mekke toplumunu hâkim zihniyeti olan sınıfçılık düzeninden kurtarmanın ahlâkî temelini oluşturmak üzere nesep ve servet farkı gözetmeden herkese karşı sevgi ve merhamet duygularıyla yaklaşmak ve adaletli davranmak, bilhassa yoksulları, çaresiz ve kimsesizleri koruyup gözetmek gibi toplumsal erdemlerin geliştirilmesi amaçlanır.
  • Medenî Sûreler;Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalıyeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak il­keler"şeklinde özetlemek mümkündür. Bundan sonra Medine'de teşekkül ede­cek müminler topluluğu için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip sistemleştirilmesi, hem de siyasî ve hu­kukî yapının oluşturulması süreci başla­dığından Medenî sûrelerde Mekkî sûre­lerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanın­da ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır. Medenî sûrelerin muhtevasını oluş­turan konular fesahat ve belagat sergi­lemeye,şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadı­ğından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifa­delere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazan­mıştır.

 

-Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliy­le gönderilmesi esasına bağlı olarak "apaçık" Arap diliyle nazil ol­muştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebe­biyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden un­surların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifade­ye dökülmesinde Arapça'daki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir.

- Kur’an’ın dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır:

1. Mevcut Edebi Şekillerden Farklı Oluşu

2. Lafız ve Mana Dengesi

3. Gönüllere Tesir Edişi

4. Ses ve Tertip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk

5. Edebi Tasvir

6. Edebi Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu

7. AynıAnda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi

8. Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi

-Kur'an'ı kavrama sürecinde tefsir disiplininin ilgi alanına giren açıklama aşamasıKur'an'ın anlaşıl­ması yolunda ilk ve en önemli adımı oluş­turmaktadır. Bu disip­linin birinci amacı,ilâhî sözlerin ilk mu­hataplarına iletildiğinde kastettiği mâna­larıbelirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiş­tir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabi­lir olacaktır. Kur'an'ın muhataplarınca anlaşılır olma kaygısıkendisi tarafından esa­sen birçok defa açıkça belirtilmiştir. Kur'an'ın, kendisinin Arapça bir kitap ola­rak indirildiğini ve böylece muhatapları­nın diliyle onlara anlaşılır kılındığını bildir­mesi de bunu gösterir

-Tefsir, Kur'an âyetlerinin kastettiği anlamları açıklamak görevini üstlenmiştir. Müslü­man geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğret­tiği değerlerin değişik zamanlara taşın­ması,müslüman ilim ve fikir adamları­nın önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur.

- Kur'an ilimleri Kur'an'ın vahyi, nüzûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muh­kem ve müteşâbihi hakkındaki disiplin­leri kapsar.

 -Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider.

 -Sahabe ve tabiîn devrinde şifa­hî olarak devam eden Kur'an tefsiri Kur­'an ilimleri içinde tedvin edilen ilk ilimdir.

- Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir.

-Kur'an'ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nazil olduğu yer ve zamanın bilinmesinde büyük faydalar vardır

- Kur’an’ın açıklanmasında Tefsir ilmi devreye girer ki bu ilmin ilk amacı ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları belirlemektir.

- Tefsir ilmi Kur’an ibaresinin zahiri manasını verip bunun için dil biliminin çerçevesine konulabilecek metotları ve verileri kullanmaktadır. Bunun için Tarih bilgisi ve Kur’an’ın tarihi bağlamından yararlanarak, nuzul ortamının şartlarını,sözkonusu fertleri veya toplulukları doğru belirlemek gereklidir. Bu verilere ise hadis koleksiyonları ve tarih kaynaklarından ulaşılmalıdır.

- Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yok­tur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluş­tuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür. Bir kı­sım âlimler, bazı âyetlere ve sünnetteki uygulamalara bakarak Kur'an'ın tercü­mesini zaruri görürken diğer bir kısmı yi­ne Kur'an'dan hareketle onun başka dil­lere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nak­li halinde bu özelliğinin ortadan kalkaca­ğını ileri sürmüşlerdir. Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli ol­muş ve eskiden beri Kur'an değişik dille­re çevrilmiştir.

- Tercümeyi genel olarak harfi (lafzî) ve tefsiri (manevî) diye ikiye ayırmak müm­kündür.

·         Harfi tercüme; nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbi­rine muvafık olması şartıyla bir dildeki la­fızları başka bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir.

·         Tefsiri tercüme; asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün an­lamını başka bir dille açıklamaktır.

 

- Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışma­lar, biri Kur'an'ın açıklanması ve yorumuy­la ilgili eserler, diğeri Kur'an'ın toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muh­tevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden in­celeyen eserler olmak üzere başlıca iki gruba ayrılır. Bu iki alanda oluşan zengin literatüre Batı'da Kur'an üzerine yapılan çalışmaları da eklemek gerekir. Bu iki alanda oluşan zengin literatüre Batı'da Kur'an üzerine yapılan çalışmaları da eklemek gerekir.

- Tefsirler;

Kur'an'a dairen hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'an literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder

 

·         Rivayet Tefsirleri; Resul-i Ekrem'in ve ashabın Kur'an yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alı­nan herhangi bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı tefsir kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir.

·         Dirayet Tefsirleri; Tarihi eski olmak­la birlikte gelişmesi rivayet metodundan sonraya kalan dirayet metoduna göre yazılmış tefsirlerin ilk örnekleri Mutezile ekolü âlimlerince kaleme alınmıştır.

·         Lugavî Tefsirler; II. (VIII.) yüzyılın or­talarından itibaren Arap dili üzerine ya­pılan köklü çalışmalar, Kur'an dilini tanı­ma ve Kur'an'ı dil bakımından yorumla­ma gibi hususları da içine almış, ilk dil­cilerin pek çoğu aynı zamanda Kur'an'ın dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yap­mıştır

·         İşârî ve Tasavvufî Tefsirler; Tasavvuf ehli Kur'an tefsirinde bâtını yorumları öne çıkarmıştır.

·         Mezhebi Tefsirler; Ehl-i sünnet dışında yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla katkıda bulunan ekol Mu'tezile olmuştur.

·         İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler; Batı’da gözlenen bilimsel ve sosyolojik geliş­meler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısın­dan itibaren yazılan Kur'an tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir.

·         Ahkâm Âyetleri Tefsirler;. Kur'an'in yalnız ahkâma dair âyetleri üzerine yazı­lan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir.


0 Yorum - Yorum Yaz


Kur'an dia:

I tarif ve isimleri

Kur'ân kelimesinin türediği kök konu­sunda farklı görüşler vardır. Bu görüşleri, kelimenin hemzesiz ve hemzelî olduğunu savunanlar olarak iki grupta ele almakmümkündür. Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlim­lerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân isminin "kara'e" fi­ilinden türeyen hemzeli bir kelime oldu­ğu görüşündedir.Kur'an son din için gönderi­len kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir. İbn Abbas kelimenin masdan olan "kur'ân"ın "açıklamak, be­yan etmek" mânasına geldiğini söylerken Katâde b. Diâme ve Zeccâc, "toplamak ve bir araya getirmek" anlamında "kara'-tü'ş-şey'e kar'en" veya "kara'tü'1-mâe fı'l-havzi" kullanışındaki fiilden masdar oldu­ğunu ifade ederler. Taberî. her iki görü­şün de Arap dilinde yerinin olduğunu be­lirtmekle birlikte bu görüşlerden İbn Ab-bas'a ait olanı tercih eder. Kur'an'ın terim anlamı: "Kur'an, Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır."

II tarihi:

Hz. Peygamber kırk yaşına geldiğinde kendisinde bazı haller zuhur etmeye başladı. Bu birkaç yıl devam ettikten sonra Cebrail (as.) kendisine gelerek ona ''oku'' dedi ve böylece ilk vahiy nazil olmuş bulundu. Dehşete kapılan Hz. Peygamber eşi ile birlikte Varaka b. Nevfel'e gitti. Onun açıklamalarından sonra Hz. Mu­hammed kendisinin peygamberlikle gö­revlendirildiğini anladı. Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulün­den sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl ara­sında değişen farklı müddetler nakledil­mektedir. Bu Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur. Kur'an'ın ilk ve son ayetlerinin hangileri olduğu ihtilaflıdır. Yaygın olan görüşe göre sûrelerin sek­sen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Kur'an peyderpey indirilmeye başlıyor, Hz. Peygamber de gelen vahyi katiplere yazdırıyordu. Kur'an Hz. Peygamber zamanında iki kapak arasınada değildi. Yemame savaşında birçok hafızın vefat etmiş olması Hz. Ömer'i harekete geçirmiş ve Kur'an'ın cem edilmesi noktasında Hz. Ebu Bekir(r.a.)'e teklif sunmuş. Hz. Ebu Bekir bunu başta kabul etmese de sonra kalbi tatmin oldu ve kur'an cem edildi. Hz Osman döneminde kıraat ıhtilaflarını berteraf etmek için Kureyş kıraatı esas alınarak kur'an çoğaltılarak farklı coğrafyalara dağıtıldı. Bu mushafta noktalama ve harekeleme bulunmadığından dolayı yine okuma hataları oluşmuş. Bundan dolayı Halife Abdülmelik b. Mer-vân döneminde mushaf baştan sona kadar harekelenmiştir.

III Tertibi:

Kur'an ayet ve surelerden oluşur. Kur'an'ın en kısa sû­releri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır. Âyetlerin tertibi vahye dayalıdır. Buna dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi dü­şünülemez.

IV Mahiyeti:

Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır. Kur'an'a muhatap olan insanlar, onu başından itibaren Hz. Peygamber'in ken­dilerine tebliğ ettiği ve onlara ulaştığı ha­liyle kavramış ve öylece kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in Hz. Peygamber'e inzal edildiği, kendi başına bir mucize olduğu, mushaflara yazıldığı, hafızalarda korunduğu, okunması ile iba­det edildiği ve tevâtüren nakledildiği be­lirtilir. Kelâm ilminde Kur'an'ın mahiyeti hakkındaki tartışmalar, esas itibariyle doğrudan doğ­ruya Kur'ân hakkında olmayıp Allah'ın sıfatlarıyla ilgilidir. Kur'ân-ı Kerîm'in mah­lûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının ma­hiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. V. yüzyıldan sonra Allah'ın sıfatlarının zâtının ne aynı ne de gayri, ancak zâtı ile kâim ezelî ve ebedî sıfatlar olduğu üzerinde genel bir ittifak sağlanmıştır. Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde gös­termesi, onun tarih boyunca sürekli ha­yat içinde olmakla birlikte hep hayatın üs­tünde kalmasını ve zaman içerisinde top­lumsal hayatta ortaya çıkan değişiklikle­re rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır. Ayrıca Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Bundan dolayı Kur'an okuma ve dinleme müslüman ol­manın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş­tir.

V Muhtevası:

Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber'in İlk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hal ve şartlara gö­re farklı zamanlarda âyet veya sûre şek­linde nazil olduğundan, konu bütünlüğü oluşturacak şekilde bir sıra izlemediği gibi mevcut mushaflardaki sûrelerin bizzat Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eser­lerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemektedir.

Mekki sureler:

Bu dönemde nazil olan sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmo­lojik ve psikolojik deliller gösterilir ve in­sanlar akıllarını kullanarak bunlardan ya­rarlanmaya çağrılır. Bir yandan Allah'ın, üstün kudretiyle yaratıp yönetmesinde eşsiz ve ortaksız olduğu belirtilerek O'nun dışındaki herhangi bir varlığa tanrılık isnat edilmesinin anlam­sızlığı ortaya konmakta, öte yandan O'nun lütuf ve kereminin genişliği anlatılarak hem insanların yalnız O'na minnet duyup kulluk etmeleri, hem de tamamen O'nun ihsanından ibaret olan ellerindeki nimet­lerden başkalarını da yararlandırmaları gerektiği ifade edilmektedir. Mekki surelerde diyalektik bir yöntem hakimdir. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimle­rinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûre­lerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır. Daha çok Mekke döneminin ortala­rında nazil olmaya başlayan ve hacimle­ri gittikçe genişleyen sûrelerde Araplar'ın en azından bir kısmı hakkında bilgi sahibi oldukları Nûh kavmi. Ad, Semûd. İsrâiloğulları gibi eski kavimlerle onlara gönde­rilmiş olan peygamberlerin hayatından ibret ve ders almaya değer bilgiler verile­rek Hz. Muhammed'in davet ettiği din­deki temel ilkelerin bütün peygamberle­rin tebliğlerinde yer almış evrensel ilâhî hakikatler olduğu belirtilmiştir.

Medeni sureler:

Medenî sûrelerde Mekkî sûre­lerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanın­da ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır. Seksen sekiz yerde tek­rar edilen "ey iman edenler" şeklindeki hitap tarzının tamamı Medine'de inen âyetlerde yer almaktadır. Medine şartlarında ortaya çıkan ye­ni düzen içinde giderek belirginleşen hu­kukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiyde gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmıştır. Bakara ve Âl-i İmrân olmak üzere bu dö­nemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir. Münafıklar ile ilgili meseleler Medenî sûrelerin muhte­vasında ağırlık kazanmıştır. Medeni surelerde savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.

VI İcazı ve Üslubu:

Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın el­çisi olduğunu ve Allah katından vahiy al­dığını insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti gi­derek artan bir muhalefet hareketi baş­latmışlardı. Hz Peygambere olmadık iftiralar ettiler. Fakat bu iftiraların ne kadar tutarsız olduğunu kendileri de çok iyi biliyordu. Hz. Muhammed'in en büyük mucizesi ise Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan baş­ka hiçbir gücün onun bir benzerini ger­çekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak su­retiyle ispat etmiştir. Nitekim inkâr edenlerden Kur'an'ın bir süresinin benzerini getirme­leri istenmiştir.

Kur'an'ın dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır: 1. Mevcut edebî şekiller­den farklı oluşu. 2. Lafız ve mâna dengesi. 3. Gönüllere tesir edişi. 4. Ses ve terkip nizamında ortaya çı­kan ahenk. 5. Edebî tasvir. 6. Edebî türlerin hepsinde mükemmel oluşu. 7.Aynı anda farklı seviyelere hitap etmesi. 8. Akla ve duyguya dengeli olarak hi­tap etmesi.

Kur'an'ın açıklanması:

Tefsir ilminin öncelikli görevi Kur'an ibaresinin zahirî mânasını vermektir. Bunun için dilbilimin metotlarını kullanmıştır. Fakat sadece bu metot yeterli değildir. Ayetin siyak-sibakı da göz önünde bulundurulması gerekir. Ayrıca Kur'an'ın bütünü içinde kendi­ne has bir kavram dünyası bulunmakta, Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanması bu kavram dünyasının çözümlenmesini de gerektir­mektedir. Kur'an'ın, öğretisini belli bir tarih diliminde Hicaz bölgesinde yaşayan belli bir nesle ve o neslin diliyle aktardığı düşünüldüğünde onun anlaşılması için kullandığı Arapça'yı ayrıntılarıyla bilme­nin Önemi hemen ortaya çıkar. İslâm Ön­cesi Arap toplumlarındaki sosyal yapı ve ilişki biçimlerinin bilinmesi, Kur'an'ın na­sıl bir topluma hitap ettiği konusunda değerli açılımlar kazandıracak bir Önem taşır. Kur'an'ın gönderildiği Hicaz'daki VII. yüzyıl Arap topluluğunun Arapça'sını ak­tarması beklenen sözlükler de müfessirlerin vazgeçilmez kaynaklan arasında bu­lunacaktır. Âyetlerin nazil olduğu ortam ve şartlar hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu olayları meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde belirlemek, yapılması gereken en önemli işlerden birisidir. Bununla birlikte hadis külliyatimiz ve tarihi verilerden de muhakkak istifade edilmesi gerekir.

Kur'an ilimleri:

Kur'an ilimleri,  Kur'an'la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur'an ilimleri Kur'an'ın vahyi, nü.zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muh­kem ve müteşâbihi hakkındaki disiplin­leri kapsar. Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider. Çün­kü ilk âyetin nazil oluşundan bahseden Hz. Peygamber vahyin nasıl geldiğini ve vahiy meleğinin durumunu da açıklamış­tır. Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Sahâbîler Kur'an'la ilgili sorulan cevaplandırırken Hz. Peygamber'den öğ­rendikleri açıklamalara, burada yeterli bilgi bulamadıklarında Arap dili ve şiirine başvuruyor, şahsî görüşlerini en sona bı­rakıyorlardı.

Kur'an ile ilgili fıkhi hükümler:

Fıkıh ilim dalında Kur'an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır. Bu konuların her birinde ulemanın görüşleri zikredilmiştir. Bu görüşlerin her birinin ödeve aktarılmasını gerekli görmedim.

Literatür:

A) tefsirler

1. Rivayet Tefsirleri. Resul-İ Ekrem'in ve ashabın Kur'an yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alı­nan herhangi bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı tefsir kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir. Bunların en meşhuru Fîrû-zâbâdî tarafından derlenen İbn Abbas tefsiridir.

2. Dirayet Tefsirleri. Tarihi eski olmak­la birlikte gelişmesi rivayet metodundan sonraya kalan dirayet metoduna göre yazılmış tefsirlerin ilk Örnekleri Mutezile ekolü âlimlerince kaleme alınmıştır. II. (Vlll.) yüzyıldan itibaren telif edilen lugavî tefsirleri bu kategori içerisine almak mümkündür. İşârîve bâtınî tefsirler ge­niş anlamda dirayet yönteminin ürünleri sayılırsa da bunların dirayetin ana çizgisinden farklı özellikleri bulun­maktadır.

3. Lugavî Tefsirler. II. (VIII.) yüzyılın or­talarından itibaren Arap dili üzerine ya­pılan köklü çalışmalar, Kur'an dilini tanı­ma ve Kur'an'ı dil bakımından yorumla­ma gibi hususları da içine almış, ilk dil­cilerin pek çoğu aynı zamanda Kur'an'm dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yap­mıştır.

4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler. Tasavvuf ehli Kur'an tefsirinde bâtını yorumlan öne çıkarmıştır. Tefsir ilminde bir otorite ve tasavvuf tarihinde önemli şahsiyetlerden biri kabul edilen Hasan-ı Basrî, bâtını yo­rumları öne çıkarmamakla birlikte bazı açıklamaları sebebiyle ilk dönem işârî tef­sirlerinde görüşlerine geniş yer verilmiş­tir.

5. Mezhebi Tefsirler. Ehl-i sünnet dl-şında yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla katkıda bulunan ekol Mu'tezile olmuştur. Bu mezhebin hare­keti uzun soluklu olmamışsa da ilk dö­nemde yazılan dirayet tefsirleri içerisin­de önemli bir yeri vardır.

6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler. Batl'-da gözlenen bilimsel ve sosyolojik geliş­meler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yansın­dan itibaren yazılan Kur'an tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir.

7. Ahkâm Âyetleri Tefsirleri. Kur'an'in yalnız ahkâma dair âyetleri üzerine yazı­lan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir. Ko­nuyla ilgili ilk sistematik eser Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsîrü'l-hamsi mi'e öye mine'I-Kur'ân'ıdır.

C) Batı'da kur'an ve tefsir araştırmaları

Başlan­gıçtan XIX. yüzyıla kadar yapılan çalışma­larda en temel konu Hz. Peygamber'in kişiliği ve onun Kur'an'la ilişkisi olmuş, Kur'an ise ilâhî kaynaklı olmayan ve Hz. Muhammed'le ona yardım edenler tara­fından uydurulan bir kitap olarak nitelen­dirilmiştir. Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e yönelik olarakXVIII. yüzyılın sonuna kadar devam eden katı eleştiriler XIX. yüzyılda yeni bir üslûp tarzına bürünmüştür. Özü aynı olmakla birlikte daha bilimsel ve objektif görünen bu tarz, diyaloga zemin hazırla­manın bir yolu olarak kullanılmıştır.


0 Yorum - Yorum Yaz

ümit kahya 08070289    19.05.2013

Dia kuran maddesi
0 Yorum - Yorum Yaz

Hatice Öztürk 09070345    20.05.2013

Kur’an maddesi ile ilgili mütalaa

 

Kur’an Hz. Peygamber’e tefekkür için gittiği Hira mağarasında 40 yaşında iken inmeye başladı. İlk inen ayet oku emriyle başlamaktadır.

 

Hadis kaynaklarında Kur'an'ın inişi hakkında farklı bilgiler verilmektedir. Süyûtî konuyla ilgili rivayetleri üç ana grupta ele almıştır.

1.gruba göre Kur'an, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiş, daha sonra yirmi veya yirmi üç yıl içinde parça parça Hz. Peygamber'e vahyedilmiştir.

2. grup rivayetlere göre Kur'an, her yılın Kadir gecesinde o yıl nazil olacak miktarda dünya semasına indirilmiş, ardından gerektiği zaman gerektiği kadarı Resûl-i Ekrem'e vahyedilmiştir.

3. grup rivayetlere göre ise Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi küsür yıl boyunca nüzulü devam etmiştir. Ancak Süyûtî'nin konuyla İlgili olarak naklettiği rivayetlerin neredeyse tamamının başta İbn Abbas olmak üzere sa­habe sözü olması bunların büyük oranda şahsî kanaatler olduğunu göstermektedir.

 

Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen vahiy kâtipleri nazil olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malzemeler çok çeşitli olup en meşhurları deve­lerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yerleri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüslerdir.

 

Hz. Peygamber'in o dönemde Kur'an'ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir.

Ancak Yemâme savaşında hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması  Hz. Ömer'i telâşlandırarak harekete geçirmiştir. Kur'an'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû Bekir'e açtı. Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır.

İki kapak arasın­daki bu derlemeye "mushaf" adı verilmiştir., bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Resûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal etmiştir.Hz. Osman bunların dışında yazılmış Kur'an sayfalarının ve özel mushafların imha edilmesini emretmiştir.

Çoğaltılarak çeşitli beldelere gönderilen Kur'an nüshaları büyük kabul görmüş.

Ancak bu mushaflara rağmen zaman zaman okuma güçlükleri ve ciddi okuma yanlışları da olmuştur. Bunun temel sebebi Hz. Osman'ın mushaflarında noktaların ve harekelemenin bulunmayışıydı. Bu meseleyi çözmek için ilk harekete geçen yönetici. Halife Abdülmelik b. Mervân'ın Irak valisi Ziyâd b. Ebîh olmuştur.

 

Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı gerektirir. Bu muhatap ise biz insanlardır.

Kur’an Hidayet olarak da anılır. Hidayet ise daha çok neyin nasıl yapılması gerek­tiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur'an'da "her şey"in bilgisi bulunmaktadır.

 

Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi, onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde kalmasını ve zaman içerisinde toplumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olma işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır. Ayrıca O’nun en büyük özelliklerinden birisi de hem okunması, hem dinlenilmesidir. Kişi bunu zevkle yaptığı gibi aynı zamanda bu bir ibadettir.

 Kur’an insan hayatının her alanine hitap eder. Bunu ihtiva ettiği konulardan da rahatlıkla anlayabiliriz.

 

Kur’an’ın muhtevasını mekki ve medeni surelere ayırarak ele alabiliriz. Mekki surelerin nazil olduğu dönemde Mekke toplumunda katı bir putperestlik inancı ve kabileci, maddeci, hazcı bir ahlâk ve hayat anlayışı hâkim olduğu için bu dönemde nazil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ve ba's, haşir, amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar. Medine dönemini ise, Mekke devrinde inen sûrelerin genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak il­keler" şeklinde özetlemek mümkündür. Burada Kur’an’ın takip ettiği tedrici yöntem göze çarpmaktadır. İnsanların gönlüne İslam’ı yerleştirmeden, buyrukların gelmediğini. İnsanlara ilk önce müslümanca düşünmenin öğretildiği, daha sonra buyrukların indiğini görmekteyiz.

 

Kur’an nazil olduğu zamanda Hz. Peygamber (s.a.v.) farklı ithamlara maruz kalmıştır. Hz. Peygamber’e peygamberliğini kanıtlaması için mucizeler istenmiştir. O’nun en büyük mucizesi Kur’an’dır. Kur’an, O’nun benzerini yapmalarını isteyerek inkarcılara meydan okumuştur. Kur’an’ın î’cazı kıyamete kadar sürecektir. Kur’an gerek dil ve uslub, gerek gaybî konuları içermesi açısından îcazdır.

 

Kur’an tercüme faaliyetleri konusunda tartışmalar olmuştur. Kimi alimler Kur’an’ın lafzının da mu’ciz olduğu için tercüme faaliyetlerini caiz görmeselerde Kur’an tercüme edilmiştir. Zira Kur’an sırf Araplara hitap etmemektedir. Tüm insanlar için bir hidayet kaynağıdır. Kur’an’ı diğer dillere tercüme etmemek, arap olmayanlar için ondan faydalanmayı engeller ki bu da Allah’ın rahmetini daraltmak anlamına gelir. Nitekim Resulullah bazı sahabilerde farklı dilleri öğrenmelerini istemiştir. Dolayısıyla Kur’an’ı tercüme faaliyetleri İslamiyet’in ilk dönemlerine kadar gider. Tercüme edildiği en eski dilerden biri de Türkçedir.

Tercüme iki şekilde gerçekleşmiştir. 1. Harfi tercüme: asıl dildeki hiçbir kelime atlanılmadan yapılan tercime, 2. Tefsiri tercüme: Şekli özelliklere bakılmaksızın, bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır.

Hıristiyan dünyasında da Kur’an tercümeleri olmuştur. Dünya dinlerinin hemen hepsine tercime edilmiştir.

 

Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncil’den sonra gelmiş olsa da, farklı bir dini anlatmaz. O kendinden önce gelenleri de kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Kur’an günümüze kadar tek bir harfi bile değişmeden gelmiştir. Zira bu konuda Cenab-ı Hak’kın sözü vardır. Kur’an yazılı olarak muhafaza edildiği gibi, insanlar zihinlerinde de hıfz ederler. Kur'an doğrudan Peygamber’e Allah tarafından yazdırılmıştır. İncil veya Tevrat gibi sonradan yazılmamıştır. İncil daha çok tarih kitabı gibidir. Oysa Kuran'ın tarih anlatma gibi bir kaygısı yoktur. Kronoloji, yer, kişiler, tarihi bir perspektifle ele alınmaz. Kur'an anlatımlarında mesaja yoğunlaşır. Kur’an ile Tevrat ve İncil arasında bazı benzerlikler olduğundan dolayı Yahudi ve Hıristiyanlar Kur'an'ın kaynağının kendi kitaplarının olduğunu iddia ederler. Bazı Oryantalistler  ise Kur'an 'ın vahiy dışı ve Hz. Muhammed tarafından yazılmış olduğunu ortak bir kanaatle savunurlar. Kuran'a karşı olan önyargılı tavır,20.yy'ın ikinci yarısından itibaren daha olumlu ve akademik bir anlayışa dönüşmüştür. Bu özellikle II. Vatikan konsilinden sonra olmuştur. Bu dönemden sonra şarkiyatçıların çalısmalarının önemli bir kısımında önyargılı görüş ve değerlendirmeler olsa da, Kur'an ilimlerine katkı sağlayacak değerde çalışmalar da olmuştur.

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz

Hakan Atalay 09070339    20.05.2013

KUR'AN

 

Tarifi Ve İsimleri

                Kur'an kelimesi'nin türediği kök konu­sunda farklı görüşler vardır:

-        Allah tarafından son din için gönderi­len (Tevrat ve İncil gibi) kitaba verilmiş özel isim

-        kam kökünden türemiş ve "bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, kat­mak" anlamında

-        Abdullah b. Abbas,  ebû Ubeyde, Zeccâc ve Bâkıllânî gibi alim­ler ve çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr, el-kur'ân  isminin kara'e fi­ilinden türeyen bir kelime oldu­ğu kanaatinde olmuşlardır.

 

                Kur'an-ı Kerim, Kur'an kavramı'nın yanı sıra tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy ve kelâmullah gibi terimlerle de anılmaktadır.

                Terim anlamı olarak Kur'an'ın çeşitli tanımlamaları yapılmıştır ve genel anlamda şu tarife ulaşılmıştır: "Kur'an, Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fâtiha sûresiyle başlayıp Nâs sûre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır".  

 

 

Tarihi

                Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesin­de inmeye başlamıştır.

                Hira dağında geçirilen inziva hayatından Hz. Muhammed'in bir peygamberlik beklentisi içerisinde oldu­ğu sonucu da çıkarılmamalıdır ki, bu Kur'an'da açıkça ifade edilmektedir.

                Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulün­den sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl ara­sında değişen farklı müddetler nakledil­mektedir. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur.

                Âlimler Kur'an'ın peyderpey indirilmesindeki hikmetler üzerinde durmuş ve buna toplumun vahye olan ilgisinin canlı tutulması, Re­sûl-i Ekrem'e olan bağlılığın vefatına ka­dar sürdürülmesi, eğitim ve uygulama kolaylığı sağlamak için hükümlerde tedriciliğin gözetilmesi, toplum hayatındaki önceliklerin belirlenmesi, vahye karşı düşmanlık besleyenlere zaman tanınarak gönüllerinin kazanılması gibi amaçları neden olarak ileri sürmüştürler.

 

                Günümüz­de yaygın olan görüşe göre sûrelerin 86sı Mekkî, 28i Medenî'dir. Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bu­lunmaktadır. Mekkî olan âyet­lerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadise­lerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bah­sedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.

                Hz. Peygamber gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ edi­yor, ardından bunu vahiy kâtiplerine yaz­dırıyordu. Yazı malzemesinin az olduğu bu dönem içerisinde ayetler deve­lerin kürek ve kaburga kemikleri, tabaklanmış deri parçaları, yaprak taşlar, hurma dallarının uygun yer­leri, seramik parçaları, tahta, parşömen ve papirüs üzerine yazılıyordu. Kırk kadar va­hiy kâtibinin çoğu Mekkeli'dir.              Yazılı kültüre uzak olan Arap­lar güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesin­de nazil olan âyet ve süreleri ezberlemek­te bir sıkıntı çekmiyorlardı.

                O dönemde Kur'an'ın iki kapak arası­na alınmamasının asıl sebebi Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman ke­sileceğinin bilinmemesidir. Ancak rama­zan aylarında Resûl-i Ekrem ile Cebrail'in o güne kadar inen âyetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumaları (arza) uygula­masından Kur'an'ın bir kitap şeklini alma yolunda olduğu anlaşılmaktadır.  Resûl-i Ekrem'in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçek­leşmiş, böylece mushaf ortaya çıkmıştır.

                Son okumada tertibi belirlenen ve pek çok sahâbî tarafından bu son şekliyle ya­zılıp ezberlenen Kur'an, bazı sa­vaşlarda hafız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması ile Hz. Ömer, telâşlanarak Kur'an'ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebû Bekir'e açmış ve  bu hususta onu ikna etmiş, Hz. Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit'e vermiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getir­diği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yaz­mışlardır. Böylece Kur­'an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve Hz. Ebû Be­kir'e teslim edilmiştir.

                İki kapak arasın­daki bu derlemeye "mushaf" adı verilmiş, bu kitap Ebû Bekir'den sonra Ömer'e, onun vefat ile kızı ve aynı zamanda Resûlullah'm eşi olan Hafsa'ya intikal et­miştir. Hz. Ebû Bekir'in talimatıyla cemedilen Kur'an başta Hz. Ömer ve Ali olmak üzere bütün sahabenin onayını almış (icmâ), kimseden bir itiraz gelmemiştir. Hz. Ebû Bekir'in bu mushafı tedbir olarak muhafaza edilmiş, sahâbîler de kendi nüshalarına ve ezberlerine göre okuyuşlarını sürdürmüşlerdir.

 

                Tarihi gelişmelerin yanı sıra bazı şikâyet ve ihtilâfları da göz önün­de bulunduran Osman Hafsa'nın elindeki Ebû Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermeye karar verdi.

                25-30 (646-651) yıllan arasında gerçekleştirilen bu çalışma sonunda çoğaltılan 7 Kur'an nüshası birer kâri ile birlikte Mek­ke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bah­reyn'e gönderilmiş, bir nüsha da Medi­ne'de bırakılmıştır. Çoğaltılarak çeşitli beldelere gönderilen Kur'an nüs­haları büyük kabul görmüş ve Kur'an öğre­timi bu nüshalara göre yapılmıştır.

 

 

Tertibi

                Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve sûrelerden oluşmaktadır.

                Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır.

                Kur'an'ın en kısa sû­releri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.

                Âyetlerin tertibine dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi dü­şünülemez. Halbuki bu okuma her yıl ya­pılmış ve namazlarda bu tertip üzere okunmuştur.

 

Mahiyeti

                Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı içermektedir. Kur'an'ın muhtevası bu yönelmişlikle ir­tibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Ha­ber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hida­yet daha çok neyin nasıl yapılması gerek­tiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir.

                Kur`an-ı Kerim okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatın­daki merkezî yerini ifade etmesi açısın­dan önem taşımaktadır. Kelâmcılar Kur'ân-ı Kerîm'i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in mah­lûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının ma­hiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır.

                İnsanlara ulaştığı haliyle Kur'ân-ı Kerîm'in Arapça olması, bir taraftan tabii bir dille ve o dilin kuralları içinde ifade edildiğini gösterirken diğer taraftan bu­nun ötesinde lisanî olanın bütün özellik­lerini üzerinde taşıdığını ortaya koymak­tadır. Bu husus onun anlaşılabilirliğinin esasını teşkil etmektedir.

                Kur'an'ın, muhataplarını hep geleceğe yönelik bir duruşa sevketmesi ve insanlara matuf bir talep ve davet olması onun mahiyetinin bir parçasıdır.

                Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Ayrıca onun nazmının ve üslûbunun bazı özel­likleri yanında kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviye­si mucize olmasının en önemli alâmeti olarak kabul edilmektedir.

 

Muhtevası

                Kur'ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeri­ğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eser­lerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konu­lar mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarla­rın da katkısıyla Kur'an'ı okuyan veya din­leyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmala­rı etki­leyici bir faktördür.

               

                Kur'ân-ı Kerîm'in muhte­vasını şöylece özetlemek mümkündür:

 

a.       Mekkî Sûreler

·         ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine, âhiret gününe, haşir, amellerin kar­şılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetler­ ve insanlarda bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler vardır.

·         putperestliğin anlam­sızlığını, onlara tapma­nın gereksizliğini ortaya koymak, müşriklerin vahiy, peygamberlik ve meleklerle ilgili itirazlarını reddedip yanlış telakkile­rini düzeltmek üzere aklî ve kozmolojik kanıtlar gösterilir.

·         "Dinin ana gayeleri" denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.

·         Yüksek bir edebî zevkin hâkim oldu­ğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksek­tir. Çoğunlukla kısa hacimli olan bu sûre­lerde iyi niyetli insanları, gönülleri hida­yete açık olanları derinden etkileyip ikna etmeyi, buna karşılık bâtıl inançlarını, zu­lüm ve haksızlıklarını sürdürmekte ısrar eden müşrik aristokratlara meydan oku­yup onları âciz bırakmayı hedefleyen bir üslûp hâkimdir.

 

b.      Medenî Sûreler

·         Medine'de müminler için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenmesine dayalı, hem de siyasî ve hu­kukî yapının oluşturulması süreci başlamasıyla ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır.

·         Medine şartlarında ortaya çıkan ye­ni düzen içinde giderek belirginleşen hu­kukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsi­yeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, mümin­lerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur.

·         Peygamber ilk de­fa Medine'de bir yahudi topluluğu ile kar­şılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesim­lerle ilişkiler başlamış, bu sebeple bu dö­nemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir.

·         Müslümanlar ilk defa Medine'de si­yasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sa­hip oldukları için Medenî sûrelerin muh­tevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.

·         Medenî sûrelerin muhtevasını oluş­turan konular fesahat ve belagat sergi­lemeye, şiirsel bir dil kullanmaya Mekkî sûrelerin konulan kadar elverişli olmadı­ğından bu sûrelerin üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir.

 

Dili Ve Üslubu

                Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliy­le gönderilmesi esasına bağlı olarak Arap diliyle nazil ol­muştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebe­biyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden un­surların da bulunduğu kabul edilir.

                Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifade­ye dökülmesinde kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir.

                Kur'an'da akaid esasları, teşrîî hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üslûplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslûplarla ifade edilmiştir. Kur'an'ın üslûbunda beşerî zaafları görmek mümkün değildir; Allah kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark yaratanla yaratı­lan arasındaki fark gibidir.

 

                Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli baş­lıları şunlardır:

o   Mevcut Edebî Şekiller­den Farklıdır.

o   Lafız ve mâna dengesi vardır. Kur'an ifade­lerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır.

o   Kur'an'ın, gönüllere tesir edişi  İnsanı etkisi altına alıp kendine çeken, onu kuşatan bir özelliği vardır. Bazı âyetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve haz verir, onu ferahlatır; bazı âyetler de korku ve dehşetle ürpertir.

o   Ses ve terkip nizamında ortaya çı­kan ahengi aynı şekilde etkileyicidir.

o   Kur'an'ın nazmındaki mûsikiye ve cümle terkiplerindeki inti­zam ve irtibata İlâve olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden tasvir üslûbu da onun i'câz yönlerinden biridir.

o   Aynı anda farklı seviyelere hitap etmesiyle birlikte daha derinden bakıldığında farklı kültür düze­yindeki insanlarca sezilebilen iç anlamla­rı, anlam katmanları da bulunabilir.

o   Kur'an'a has üslûp tarzların­dan biri de onun akla ve duyguya aynı anda hitap ederek her ikisini birden tat­min etmesidir.

 

Açıklanması Ve Yorumlanması

                Bu konu Tefsir maddesi altında işlendiğinden, burada tekrar değinilmeyecektir.

 

Tercümesi

                Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yok­tur. Ancak fıkıh ekollerinin oluş­tuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür. Bir kısmı Kur'an'ın tercü­mesini zaruri görürken, bir kısmı yi­ne Kur'an'dan hareketle onun başka dil­lere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nak­li halinde bu özelliğinin ortadan kalkaca­ğını ileri sürmüşlerdir.

Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli ol­muş ve eskiden beri Kur'an değişik dille­re çevrilmiştir.

 

Kur'anla İlgili Fıkhî Hükümler

                Kur'ân-ı Kerîm, Allah katından Hz. Muhammed'e indirilen vahiy olduğuna inanılma­sı yönüyle İslâm'ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder.

 

                Fıkıh ilim dalında Kur'an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

                Kur'an yüce yaratıcının kelâmı olduğu için İslâm geleneğinde ona her zaman çok üstün saygı gösterilmiş, âdaba aykırı sayılabilecek davranışlardan özenle kaçı­nılmış, Kur'an okumanın kendisi de öte­den beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak görülmüştür.


0 Yorum - Yorum Yaz

ümit kahya 08070289    20.05.2013

Kur'an dia:

I tarif ve isimleri

Kur'ân kelimesinin türediği kök konu­sunda farklı görüşler vardır. Bu görüşleri, kelimenin hemzesiz ve hemzelî olduğunu savunanlar olarak iki grupta ele almakmümkündür. Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlim­lerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân isminin "kara'e" fi­ilinden türeyen hemzeli bir kelime oldu­ğu görüşündedir.Kur'an son din için gönderi­len kitaba Allah tarafından verilmişözel isimdir. İbn Abbas kelimenin masdan olan "kur'ân"ın "açıklamak, be­yan etmek" mânasına geldiğini söylerken Katâde b. Diâme ve Zeccâc, "toplamak ve bir araya getirmek" anlamında "kara'-tü'ş-şey'e kar'en" veya "kara'tü'1-mâe fı'l-havzi" kullanışındaki fiilden masdar oldu­ğunu ifade ederler. Taberî. her iki görü­şün de Arap dilinde yerinin olduğunu be­lirtmekle birlikte bu görüşlerden İbn Ab-bas'a ait olanı tercih eder. Kur'an'ın terim anlamı: "Kur'an, Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır."

II tarihi:

Hz. Peygamber kırk yaşına geldiğinde kendisinde bazı haller zuhur etmeye başladı.Bu birkaç yıl devam ettikten sonra Cebrail (as.) kendisine gelerek ona ''oku'' dedi ve böylece ilk vahiy nazil olmuş bulundu. Dehşete kapılan Hz. Peygamber eşi ile birlikte Varaka b. Nevfel'e gitti. Onun açıklamalarından sonra Hz. Mu­hammed kendisinin peygamberlikle gö­revlendirildiğini anladı. Alak sûresinin ilk beşâyetinin nüzulün­den sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl ara­sında değişen farklı müddetler nakledil­mektedir. Bu Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur. Kur'an'ın ilk ve son ayetlerinin hangileri olduğu ihtilaflıdır. Yaygın olan görüşe göre sûrelerin sek­sen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Kur'an peyderpey indirilmeye başlıyor, Hz. Peygamber de gelen vahyi katiplere yazdırıyordu. Kur'an Hz. Peygamber zamanında iki kapak arasınada değildi. Yemame savaşında birçok hafızın vefat etmiş olması Hz. Ömer'i harekete geçirmişve Kur'an'ın cem edilmesi noktasında Hz. Ebu Bekir(r.a.)'e teklif sunmuş. Hz. Ebu Bekir bunu başta kabul etmese de sonra kalbi tatmin oldu ve kur'an cem edildi. Hz Osman döneminde kıraat ıhtilaflarını berteraf etmek için Kureyşkıraatı esas alınarak kur'an çoğaltılarak farklı coğrafyalara dağıtıldı. Bu mushafta noktalama ve harekeleme bulunmadığından dolayı yine okuma hatalarıoluşmuş. Bundan dolayı Halife Abdülmelik b. Mer-vân döneminde mushaf baştan sona kadar harekelenmiştir.

III Tertibi:

Kur'an ayet ve surelerden oluşur. Kur'an'ın en kısa sû­releri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır. Âyetlerin tertibi vahye dayalıdır. Buna dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi dü­şünülemez.

IV Mahiyeti:

Kur'ân-ıKerîm "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır. Kur'an'a muhatap olan insanlar, onu başından itibaren Hz. Peygamber'in ken­dilerine tebliğ ettiği ve onlara ulaştığı ha­liyle kavramış ve öylece kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in Hz. Peygamber'e inzal edildiği, kendi başına bir mucize olduğu, mushaflara yazıldığı, hafızalarda korunduğu, okunması ile iba­det edildiği ve tevâtüren nakledildiği be­lirtilir. Kelâm ilminde Kur'an'ın mahiyeti hakkındaki tartışmalar, esas itibariyle doğrudan doğ­ruya Kur'ân hakkında olmayıp Allah'ın sıfatlarıyla ilgilidir. Kur'ân-ı Kerîm'in mah­lûk olup olmadığına dair görüşayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının ma­hiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. V. yüzyıldan sonra Allah'ın sıfatlarının zâtının ne aynı ne de gayri, ancak zâtı ile kâim ezelî ve ebedî sıfatlar olduğu üzerinde genel bir ittifak sağlanmıştır. Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde gös­termesi, onun tarih boyunca sürekli ha­yat içinde olmakla birlikte hep hayatın üs­tünde kalmasını ve zaman içerisinde top­lumsal hayatta ortaya çıkan değişiklikle­re rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır. Ayrıca Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Bundan dolayı Kur'an okuma ve dinleme müslüman ol­manın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş­tir.

V Muhtevası:

Kur'ân-ıKerîm, Hz. Peygamber'in İlk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hal ve şartlara gö­re farklı zamanlarda âyet veya sûre şek­linde nazil olduğundan, konu bütünlüğü oluşturacak şekilde bir sıra izlemediği gibi mevcut mushaflardaki sûrelerin bizzat Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eser­lerde alışılageldiği biçimiyle bir yapıarzetmemektedir.

Mekki sureler:

Bu dönemde nazil olan sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmo­lojik ve psikolojik deliller gösterilir ve in­sanlar akıllarını kullanarak bunlardan ya­rarlanmaya çağrılır. Bir yandan Allah'ın, üstün kudretiyle yaratıp yönetmesinde eşsiz ve ortaksız olduğu belirtilerek O'nun dışındaki herhangi bir varlığa tanrılık isnat edilmesinin anlam­sızlığı ortaya konmakta, öte yandan O'nun lütuf ve kereminin genişliği anlatılarak hem insanların yalnız O'na minnet duyup kulluk etmeleri, hem de tamamen O'nun ihsanından ibaret olan ellerindeki nimet­lerden başkalarını da yararlandırmaları gerektiği ifade edilmektedir. Mekki surelerde diyalektik bir yöntem hakimdir. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimle­rinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûre­lerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır. Daha çok Mekke döneminin ortala­rında nazil olmaya başlayan ve hacimle­ri gittikçe genişleyen sûrelerde Araplar'ın en azından bir kısmı hakkında bilgi sahibi oldukları Nûh kavmi. Ad, Semûd. İsrâiloğulları gibi eski kavimlerle onlara gönde­rilmiş olan peygamberlerin hayatından ibret ve ders almaya değer bilgiler verile­rek Hz. Muhammed'in davet ettiği din­deki temel ilkelerin bütün peygamberle­rin tebliğlerinde yer almış evrensel ilâhî hakikatler olduğu belirtilmiştir.

Medeni sureler:

Medenî sûrelerde Mekkî sûre­lerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanın­da ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır. Seksen sekiz yerde tek­rar edilen "ey iman edenler" şeklindeki hitap tarzının tamamı Medine'de inen âyetlerde yer almaktadır. Medine şartlarında ortaya çıkan ye­ni düzen içinde giderek belirginleşen hu­kukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiyde gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmıştır. Bakara ve Âl-i İmrân olmak üzere bu dö­nemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir. Münafıklar ile ilgili meseleler Medenî sûrelerin muhte­vasında ağırlık kazanmıştır. Medeni surelerde savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.

VIİcazı ve Üslubu:

Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın el­çisi olduğunu ve Allah katından vahiy al­dığınıinsanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti gi­derek artan bir muhalefet hareketi baş­latmışlardı. Hz Peygambere olmadık iftiralar ettiler. Fakat bu iftiraların ne kadar tutarsız olduğunu kendileri de çok iyi biliyordu. Hz. Muhammed'in en büyük mucizesi ise Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan baş­ka hiçbir gücün onun bir benzerini ger­çekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak su­retiyle ispat etmiştir. Nitekim inkâr edenlerden Kur'an'ın bir süresinin benzerini getirme­leri istenmiştir.

Kur'an'ın dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır: 1. Mevcut edebî şekiller­den farklı oluşu. 2.Lafız ve mâna dengesi. 3.Gönüllere tesir edişi. 4.Ses ve terkip nizamında ortaya çı­kan ahenk. 5. Edebî tasvir. 6. Edebî türlerin hepsinde mükemmel oluşu. 7.Aynıanda farklı seviyelere hitap etmesi. 8.Akla ve duyguya dengeli olarak hi­tap etmesi.

Kur'an'ın açıklanması:

Tefsir ilminin öncelikli görevi Kur'an ibaresinin zahirî mânasını vermektir. Bunun için dilbilimin metotlarını kullanmıştır. Fakat sadece bu metot yeterli değildir. Ayetin siyak-sibakı da göz önünde bulundurulması gerekir. Ayrıca Kur'an'ın bütünü içinde kendi­ne has bir kavram dünyası bulunmakta, Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanması bu kavram dünyasının çözümlenmesini de gerektir­mektedir. Kur'an'ın, öğretisini belli bir tarih diliminde Hicaz bölgesinde yaşayan belli bir nesle ve o neslin diliyle aktardığı düşünüldüğünde onun anlaşılması için kullandığı Arapça'yı ayrıntılarıyla bilme­nin Önemi hemen ortaya çıkar. İslâm Ön­cesi Arap toplumlarındaki sosyal yapı ve ilişki biçimlerinin bilinmesi, Kur'an'ın na­sıl bir topluma hitap ettiği konusunda değerli açılımlar kazandıracak bir Önem taşır. Kur'an'ın gönderildiği Hicaz'daki VII. yüzyıl Arap topluluğunun Arapça'sını ak­tarması beklenen sözlükler de müfessirlerin vazgeçilmez kaynaklan arasında bu­lunacaktır. Âyetlerin nazilolduğu ortam ve şartlar hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu olayları meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde belirlemek, yapılması gereken en önemli işlerden birisidir. Bununla birlikte hadis külliyatimiz ve tarihi verilerden de muhakkak istifade edilmesi gerekir.

Kur'an ilimleri:

Kur'an ilimleri, Kur'an'la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur'an ilimleri Kur'an'ın vahyi, nü.zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muh­kem ve müteşâbihi hakkındaki disiplin­leri kapsar. Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider. Çün­kü ilk âyetin nazil oluşundan bahseden Hz. Peygamber vahyin nasıl geldiğini ve vahiy meleğinin durumunu da açıklamış­tır. Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Sahâbîler Kur'an'la ilgili sorulan cevaplandırırken Hz. Peygamber'den öğ­rendikleri açıklamalara, burada yeterli bilgi bulamadıklarında Arap dili ve şiirine başvuruyor, şahsî görüşlerini en sona bı­rakıyorlardı.

Kur'an ile ilgili fıkhi hükümler:

Fıkıh ilim dalında Kur'an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır. Bu konuların her birinde ulemanın görüşleri zikredilmiştir. Bu görüşlerin her birinin ödeve aktarılmasını gerekli görmedim.

Literatür:

A) tefsirler

1. Rivayet Tefsirleri. Resul-İ Ekrem'inve ashabın Kur'an yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alı­nan herhangi bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı tefsir kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir. Bunların en meşhuru Fîrû-zâbâdî tarafından derlenen İbn Abbas tefsiridir.

2. Dirayet Tefsirleri. Tarihi eski olmak­la birlikte gelişmesi rivayet metodundan sonraya kalan dirayet metoduna göre yazılmış tefsirlerin ilk Örnekleri Mutezile ekolü âlimlerince kaleme alınmıştır. II. (Vlll.) yüzyıldan itibaren telif edilen lugavî tefsirleri bu kategori içerisine almak mümkündür. İşârîve bâtınî tefsirler ge­niş anlamda dirayet yönteminin ürünleri sayılırsa da bunların dirayetin ana çizgisinden farklı özellikleri bulun­maktadır.

3. Lugavî Tefsirler. II. (VIII.) yüzyılın or­talarından itibaren Arap dili üzerine ya­pılan köklü çalışmalar, Kur'an dilini tanı­ma ve Kur'an'ı dil bakımından yorumla­ma gibi hususları da içine almış, ilk dil­cilerin pek çoğu aynı zamanda Kur'an'm dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yap­mıştır.

4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler. Tasavvufehli Kur'an tefsirinde bâtını yorumlan öne çıkarmıştır. Tefsir ilminde bir otorite ve tasavvuf tarihinde önemli şahsiyetlerden biri kabul edilen Hasan-ı Basrî, bâtını yo­rumları öne çıkarmamakla birlikte bazı açıklamaları sebebiyle ilk dönem işârî tef­sirlerinde görüşlerine geniş yer verilmiş­tir.

5. Mezhebi Tefsirler. Ehl-i sünnet dl-şında yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla katkıda bulunan ekol Mu'tezile olmuştur. Bu mezhebin hare­keti uzun soluklu olmamışsa da ilk dö­nemde yazılan dirayet tefsirleri içerisin­de önemli bir yeri vardır.

6.İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler. Batl'-da gözlenen bilimsel ve sosyolojik geliş­meler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yansın­dan itibaren yazılan Kur'an tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir.

7.Ahkâm Âyetleri Tefsirleri. Kur'an'in yalnız ahkâma dair âyetleri üzerine yazı­lan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir. Ko­nuyla ilgili ilk sistematik eser Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsîrü'l-hamsi mi'e öye mine'I-Kur'ân'ıdır.

C) Batı'da kur'an ve tefsir araştırmaları

Başlan­gıçtan XIX. yüzyıla kadar yapılan çalışma­larda en temel konu Hz. Peygamber'in kişiliği ve onun Kur'an'la ilişkisi olmuş, Kur'an ise ilâhî kaynaklı olmayan ve Hz. Muhammed'le ona yardım edenler tara­fından uydurulan bir kitap olarak nitelen­dirilmiştir. Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e yönelik olarakXVIII. yüzyılın sonuna kadar devam eden katı eleştiriler XIX. yüzyılda yeni bir üslûp tarzına bürünmüştür. Özü aynı olmakla birlikte daha bilimsel ve objektif görünen bu tarz, diyaloga zemin hazırla­manın bir yolu olarak kullanılmıştır.


0 Yorum - Yorum Yaz


Kur'an madessi

Tarif ve isimleri

Kur'ân kelimesinin türediği kök konu­sunda farklı görüşler vardır. Bu görüşleri, kelimenin hemzesiz ve hemzelî olduğunu savunanlar olarak iki grupta ele almak mümkündür. Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlim­lerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân isminin "kara'e" fi­ilinden türeyen hemzeli bir kelime oldu­ğu görüşündedir.Kur'an son din için gönderi­len kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir. İbn Abbas kelimenin masdar olan "kur'ân"ın "açıklamak, be­yan etmek" mânasına geldiğini söylerken Katâde b. Diâme ve Zeccâc, "toplamak ve bir araya getirmek" anlamında oldu­ğunu ifade ederler. Taberî her iki görü­şün de Arap dilinde yerinin olduğunu be­lirtmekle birlikte bu görüşlerden İbn Ab-bas'a ait olanı tercih eder. Kur'an'ın terim anlamı: "Kur'an, Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır."

Tarihi

Hz. Peygamber kırk yaşına geldiğinde kendisinde bazı haller zuhur etmeye başladı. Bu birkaç yıl devam ettikten sonra Cebrail (as.) kendisine gelerek ona ''oku'' dedi ve böylece ilk vahiy nazil olmuş bulundu. Dehşete kapılan Hz. Peygamber eşi ile birlikte Varaka b. Nevfel'e gitti. Onun açıklamalarından sonra Hz. Mu­hammed kendisinin peygamberlikle gö­revlendirildiğini anladı. Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulün­den sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir sûresinin ilk âyetleri olmuştur. Kur'an'ın ilk ve son ayetlerinin hangileri olduğu ihtilaflıdır. Yaygın olan görüşe göre sûrelerin sek­sen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir. Kur'an peyderpey indirilmeye başlıyor, Hz. Peygamber de gelen vahyi katiplere yazdırıyordu. Kur'an Hz. Peygamber zamanında iki kapak arasınada değildi. Yemame savaşında birçok hafızın vefat etmiş olması Hz. Ömer'i harekete geçirmiş ve Kur'an'ın cem edilmesi noktasında Hz. Ebu Bekir(r.a.)'e teklif sunmuş. Hz. Ebu Bekir bunu başta kabul etmese de sonra kalbi tatmin oldu ve kur'an cem edildi. Hz. Osman döneminde kıraat ihtilaflarını berteraf etmek için Kureyş kıraatı esas alınarak kur'an çoğaltılarak farklı coğrafyalara dağıtıldı. Bu mushafta noktalama ve harekeleme bulunmadığından dolayı yine okuma hataları oluşmuş. Bundan dolayı Halife Abdülmelik b. Mer-vân döneminde mushaf baştan sona kadar harekelenmiştir.

Tertibi

Kur'an ayet ve surelerden oluşur. Kur'an'ın en kısa sû­releri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır. Âyetlerin tertibi vahye dayalıdır. Buna dair en önemli delil, Kur'an'ın Cebrail ile Resûl-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Zira içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi dü­şünülemez.

Mahiyeti

Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır. Kur'an'a muhatap olan insanlar, onu başından itibaren Hz. Peygamber'in ken­dilerine tebliğ ettiği ve onlara ulaştığı ha­liyle kavramış ve öylece kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in Hz. Peygamber'e inzal edildiği, kendi başına bir mucize olduğu, mushaflara yazıldığı, hafızalarda korunduğu, okunması ile iba­det edildiği ve tevâtüren nakledildiği be­lirtilir. Kelâm ilminde Kur'an'ın mahiyeti hakkındaki tartışmalar, esas itibariyle doğrudan doğ­ruya Kur'ân hakkında olmayıp Allah'ın sıfatlarıyla ilgilidir. Kur'ân-ı Kerîm'in mah­lûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah'ın sıfatlarının ma­hiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. V. yüzyıldan sonra Allah'ın sıfatlarının zâtının ne aynı ne de gayri, ancak zâtı ile kâim ezelî ve ebedî sıfatlar olduğu üzerinde genel bir ittifak sağlanmıştır. Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde gös­termesi, onun tarih boyunca sürekli ha­yat içinde olmakla birlikte hep hayatın üs­tünde kalmasını ve zaman içerisinde top­lumsal hayatta ortaya çıkan değişiklikle­re rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır. Ayrıca Kur'an'ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Bundan dolayı Kur'an okuma ve dinleme müslüman ol­manın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş­tir.

Muhtevası

Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber'in İlk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hal ve şartlara gö­re farklı zamanlarda âyet veya sûre şek­linde nazil olduğundan, konu bütünlüğü oluşturacak şekilde bir sıra izlemediği gibi mevcut mushaflardaki sûrelerin bizzat Resûl-i Ekrem'in talimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eser­lerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemektedir.

Mekki sureler

Bu dönemde nazil olan sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmo­lojik ve psikolojik deliller gösterilir ve in­sanlar akıllarını kullanarak bunlardan ya­rarlanmaya çağrılır. Bir yandan Allah'ın, üstün kudretiyle yaratıp yönetmesinde eşsiz ve ortaksız olduğu belirtilerek O'nun dışındaki herhangi bir varlığa tanrılık isnat edilmesinin anlam­sızlığı ortaya konmakta, öte yandan O'nun lütuf ve kereminin genişliği anlatılarak hem insanların yalnız O'na minnet duyup kulluk etmeleri, hem de tamamen O'nun ihsanından ibaret olan ellerindeki nimet­lerden başkalarını da yararlandırmaları gerektiği ifade edilmektedir. Mekki surelerde diyalektik bir yöntem hakimdir. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimle­rinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûre­lerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. "Dinin ana gayeleri" denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır. Daha çok Mekke döneminin ortala­rında nazil olmaya başlayan ve hacimle­ri gittikçe genişleyen sûrelerde Araplar'ın en azından bir kısmı hakkında bilgi sahibi oldukları Nûh kavmi. Ad, Semûd. İsrâiloğulları gibi eski kavimlerle onlara gönde­rilmiş olan peygamberlerin hayatından ibret ve ders almaya değer bilgiler verile­rek Hz. Muhammed'in davet ettiği din­deki temel ilkelerin bütün peygamberle­rin tebliğlerinde yer almış evrensel ilâhî hakikatler olduğu belirtilmiştir.

Medeni sureler

Medenî sûrelerde Mekkî sûre­lerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanın­da ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır. Seksen sekiz yerde tek­rar edilen "ey iman edenler" şeklindeki hitap tarzının tamamı Medine'de inen âyetlerde yer almaktadır. Medine şartlarında ortaya çıkan ye­ni düzen içinde giderek belirginleşen hu­kukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiyde gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmıştır. Bakara ve Âl-i İmrân olmak üzere bu dö­nemde inen bazı sûrelerde yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir. Münafıklar ile ilgili meseleler Medenî sûrelerin muhte­vasında ağırlık kazanmıştır. Medeni surelerde savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.

İcazı ve Üslubu

Hz. Muhammed, kendisinin Allah'ın el­çisi olduğunu ve Allah katından vahiy al­dığını insanlara ilân edip herkesi yeni dine davet faaliyetlerine girişince genellikle Mekke'nin aristokrat kesiminin öncülük ettiği putperestler ona karşı şiddeti gi­derek artan bir muhalefet hareketi baş­latmışlardı. Hz Peygambere olmadık iftiralar ettiler. Fakat bu iftiraların ne kadar tutarsız olduğunu kendileri de çok iyi biliyordu. Hz. Muhammed'in en büyük mucizesi ise Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan baş­ka hiçbir gücün onun bir benzerini ger­çekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak su­retiyle ispat etmiştir. Nitekim inkâr edenlerden Kur'an'ın bir süresinin benzerini getirme­leri istenmiştir.

Kur'an'ın dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır: 1. Mevcut edebî şekiller­den farklı oluşu. 2. Lafız ve mâna dengesi. 3. Gönüllere tesir edişi. 4. Ses ve terkip nizamında ortaya çı­kan ahenk. 5. Edebî tasvir. 6. Edebî türlerin hepsinde mükemmel oluşu. 7.Aynı anda farklı seviyelere hitap etmesi. 8. Akla ve duyguya dengeli olarak hi­tap etmesi.

Kur'an'ın açıklanması

Tefsir ilminin öncelikli görevi Kur'an ibaresinin zahirî mânasını vermektir. Bunun için dilbilimin metotlarını kullanmıştır. Fakat sadece bu metot yeterli değildir. Ayetin siyak-sibakı da göz önünde bulundurulması gerekir. Ayrıca Kur'an'ın bütünü içinde kendi­ne has bir kavram dünyası bulunmakta, Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanması bu kavram dünyasının çözümlenmesini de gerektir­mektedir. Kur'an'ın, öğretisini belli bir tarih diliminde Hicaz bölgesinde yaşayan belli bir nesle ve o neslin diliyle aktardığı düşünüldüğünde onun anlaşılması için kullandığı Arapça'yı ayrıntılarıyla bilme­nin Önemi hemen ortaya çıkar. İslâm Ön­cesi Arap toplumlarındaki sosyal yapı ve ilişki biçimlerinin bilinmesi, Kur'an'ın na­sıl bir topluma hitap ettiği konusunda değerli açılımlar kazandıracak bir Önem taşır. Kur'an'ın gönderildiği Hicaz'daki VII. yüzyıl Arap topluluğunun Arapça'sını ak­tarması beklenen sözlükler de müfessirlerin vazgeçilmez kaynaklan arasında bu­lunacaktır. Âyetlerin nazil olduğu ortam ve şartlar hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu olayları meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde belirlemek, yapılması gereken en önemli işlerden birisidir. Bununla birlikte hadis külliyatimiz ve tarihi verilerden de muhakkak istifade edilmesi gerekir.

Kur'an ilimleri

Kur'an ilimleri,  Kur'an'la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur'an ilimleri Kur'an'ın vahyi, nü.zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muh­kem ve müteşâbihi hakkındaki disiplin­leri kapsar.Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider. Çün­kü ilk âyetin nazil oluşundan bahseden Hz. Peygamber vahyin nasıl geldiğini ve vahiy meleğinin durumunu da açıklamış­tır. Resûlullah'ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Sahâbîler Kur'an'la ilgili sorulan cevaplandırırken Hz. Peygamber'den öğ­rendikleri açıklamalara, burada yeterli bilgi bulamadıklarında Arap dili ve şiirine başvuruyor, şahsî görüşlerini en sona bı­rakıyorlardı.

Kur'an ile ilgili fıkhi hükümler

Fıkıh ilim dalında Kur'an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır. Bu konuların her birinde ulemanın görüşleri zikredilmiştir. Bu görüşlerin her birinin ödeve aktarılmasını gerekli görmedim.

Literatür

A) tefsirler

1. Rivayet Tefsirleri. Resul-İ Ekrem'in ve ashabın Kur'an yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alı­nan herhangi bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı tefsir kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir. Bunların en meşhuru Fîrû-zâbâdî tarafından derlenen İbn Abbas tefsiridir.

2. Dirayet Tefsirleri. Tarihi eski olmak­la birlikte gelişmesi rivayet metodundan sonraya kalan dirayet metoduna göre yazılmış tefsirlerin ilk Örnekleri Mutezile ekolü âlimlerince kaleme alınmıştır. II. (Vlll.) yüzyıldan itibaren telif edilen lugavî tefsirleri bu kategori içerisine almak mümkündür. İşârîve bâtınî tefsirler ge­niş anlamda dirayet yönteminin ürünleri sayılırsa da bunların dirayetin ana çizgisinden farklı özellikleri bulun­maktadır.

3. Lugavî Tefsirler. II. (VIII.) yüzyılın or­talarından itibaren Arap dili üzerine ya­pılan köklü çalışmalar, Kur'an dilini tanı­ma ve Kur'an'ı dil bakımından yorumla­ma gibi hususları da içine almış, ilk dil­cilerin pek çoğu aynı zamanda Kur'an'm dili ve edebî yönüyle ilgili çalışmalar yap­mıştır.

4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler. Tasavvuf ehli Kur'an tefsirinde bâtını yorumlan öne çıkarmıştır. Tefsir ilminde bir otorite ve tasavvuf tarihinde önemli şahsiyetlerden biri kabul edilen Hasan-ı Basrî, bâtını yo­rumları öne çıkarmamakla birlikte bazı açıklamaları sebebiyle ilk dönem işârî tef­sirlerinde görüşlerine geniş yer verilmiş­tir.

5. Mezhebi Tefsirler. Ehl-i sünnet dl-şında yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla katkıda bulunan ekol Mu'tezile olmuştur. Bu mezhebin hare­keti uzun soluklu olmamışsa da ilk dö­nemde yazılan dirayet tefsirleri içerisin­de önemli bir yeri vardır.

6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler. Batl'-da gözlenen bilimsel ve sosyolojik geliş­meler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yansın­dan itibaren yazılan Kur'an tefsirlerini değişik şekillerde etkilemiştir.

7. Ahkâm Âyetleri Tefsirleri. Kur'an'in yalnız ahkâma dair âyetleri üzerine yazı­lan tefsirlerin tarihi bir hayli eskidir. Ko­nuyla ilgili ilk sistematik eser Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsîrü'l-hamsi mi'e öye mine'I-Kur'ân'ıdır.

C) Batı'da kur'an ve tefsir araştırmaları

Başlan­gıçtan XIX. yüzyıla kadar yapılan çalışma­larda en temel konu Hz. Peygamber'in kişiliği ve onun Kur'an'la ilişkisi olmuş, Kur'an ise ilâhî kaynaklı olmayan ve Hz. Muhammed'le ona yardım edenler tara­fından uydurulan bir kitap olarak nitelen­dirilmiştir. Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e yönelik olarakXVIII. yüzyılın sonuna kadar devam eden katı eleştiriler XIX. yüzyılda yeni bir üslûp tarzına bürünmüştür. Özü aynı olmakla birlikte daha bilimsel ve objektif görünen bu tarz, diyaloga zemin hazırla­manın bir yolu olarak kullanılmıştır.


0 Yorum - Yorum Yaz

Kur'an Maddesi    23.05.2013

Kur’an-ı Kerim

Son vahiy dini olan İslâm'ın kutsal kitabı. Kur'ân, tercih edilen görüşe göre, "karae" fiilinden edilen bir mastar olup, Allâh'ın son kitabına özel ad olmuştur. Kök anlamı; okumak, toplamak, bir araya getirmek demektir.

Kur'ân-ı Kerim'in özlü tarifi şöyledir: Yüce Allah, tarafından Hz. Muhammed'e arapça olarak indirilmiş, bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflarda yazılı, Fatiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile sona eren kelâmıdır.

Kur'ân-ı Kerim'in, Hz Muhammed'in risaletinin başında ilk inen âyetleri şunlardır: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin, kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem sahibidir" (el-Alâk, 96/1-5). İlk inen âyetlerin inananları okumaya, öğrenmeye, yazmağa ve araştırmaya çağırması ilim için büyük teşvik mesajı taşır.

İslâm'ın kutsal kitabının özel adı olan Kur'an kelimesi, Cenab-ı Hak tarafından altmış sekiz kadar âyette kullanılır.


İslâm hukukunda Kur'ân için daha çok "Kitap" ismi kullanılır. Birçok âyette "el-Kitâb" kelimesinin Kur'ân-ı Kerîm anlamında kullanıldığı görülür "Elif. Lâm. Mîm. Bu o kitaptır ki, kendisinde (Allah tarafından gönderildiğinde) hiç şüphe yoktur" (el-Bakara, 2/1). Bundan başka çeşitli âyetlerde Kur'ân için başka isimler de kullanılmıştır.

Kur'ân'ın Toplanması:

Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sağlığında Kur'an'ın bütününü yazmıştır. İnen her âyeti bizzat Hz. Peygamber tarafından vahiy katiplerine okunur, onlar da yerlerine yazarlardı. Hz. Peygamber, vahyi ezberleyenler yanında, onu bir de yanlışsız olarak yazabilecek kâtipler edinmiş ve kendisine bir âyet nazil olduğu zaman, onu bu katipler aracılığıyla yazdırmıştır. Hz. Ebu Bekir, Ömer b. Hattab, Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, Zubeyr b. el-Avvâm, Ubeyy ibn Ka'b, Zeyd b. Sâbit, Muâviye b. Ebî Süfyan, Muhammed b. Mesleme, Eban b. Sa'd, Hz. Peygambere vahiy katipliği yapan sahabilerden bazılarıdır.

Kur’an-ı Kerim Yüz on dört sûre, altıbin altıyüz altmış altı âyetten müteşekkildir. Kur'an-ı Kerim Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile son bulmuştur. Ondört yerinde tilâvet secdesi yer almaktadır.

Kur'an sûreleri bazen bir bütün olarak bazen de bölümler halinde indirildi. Bazı sûreleri Mekke'de inmesi dolayısıyla "Mekkî", bazıları Medine'de indirildiklerinden "Medenî" diye nitelendirilmiş ve yirmi iki yılda tamamlanmıştır.

Hz. Ömer devrinde Kur'an öğretimine hız verildi. Gerek Medine'de gerekse sınırları günden güne genişleyen İslam Devletinin diğer merkezlerinde en sıhhatli kaynak olan hâfiz sahabilerin öğretmen ve gözetmenliğinde pek çok hâfız yetiştirilmiştir. Fakat zamanla fetihlerin hız kazanması ve yeni fethedilen yerlerde ortaya çıkan kavim ve kabilelerin müslüman oluşu farklı şive ve lehçelere göre okuyuş ayrılıklarını ortaya çıkarmıştır.

Hz. Osman (r.a) tarafından değişik vilâyet merkezlerine gönderilen nüshalar asırların geçmesiyle kayboldu. Günümüzde halen onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası Taşkent'te bulunmaktadır.

 

Kur'an yirmi üç yılda parça parça indirilmiştir. On üç yıl kadar süren Mekke döneminde inen âyet ve sûreler daha çok İslâm inanç ve ahlâkı ile ilgili konuları kapsar. Allah'ın birliğine, meleklere, peygambere, kitaplara ve âhiret gününe iman gibi. Hz. Âdem (a.s)'den beri gelen tevhid inancı işlenir. Allah'a ortak koşma ile mücadele edilir ve geçmiş milletlerden ibretli kıssalar anlatılır.

Kur'an-ı Kerim'de yer alan hükümler insanların gücü yeteceği ölçüdedir. Ayette şöyle buyurulur: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286)

Hükümlerde başka bir özellik de kolaylık prensibidir. "Allah size kolaylık diler. Size güçlük istemez" (el-Bakara, 2/185, ayrıca şu ayetlere bakınız: el-Bakara, 2/286, Âlu İmran, 3/159)

Ayetlerin olaylar üzerine inişi, tam ihtiyaç sırasında gelişi, toplumda gerekli etkiyi göstermesine yardımcı olmuştur. Bu yüzden, ayetlerin iniş sebepleri (esbab-ü nüzul). Kur'an tefsirlerinde önemli bi alt yapı oluşturmuştur.


Kur'ân-ı Kerîm bir benzeri yazılamayan, en üstün edebiyat ve üslûp özelliklerine sahiptir. Yanlız Araplar için değil, yeryüzündeki tüm insanları doğru yola iletmek için gelmiştir.


Kur'an-ı Kerim'in içine aldığı hükümler; ibadetler, muâmeleler ve cezâ olmak üzere genel olarak üçe ayrılır. İnsanın okuyup, düşünüp, anlayıp hayatını İslam’a uygun şekilde sürdürmesini sağlar.

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz

BURAK MERCAN - 09070361    24.05.2013

I.            Tarifi ve İsimleri

-      Kur’an kelimesinin kökü konusunda görüşler ikiye ayrılır: hemzeli ve hemzesiz olduğunu savunanlar

-      Hemzesiz olduğunu savunanlar:
her hangi bir kökünün olmadığını, Allah tarafından verilen özel isim olduğunu savunurlar

-      Hemzeli olduğunu savunanlar:
‘’kara’e’’ kökünden geldiğini savunurlar, ancak okumak, toplamak, açıklamak anlamlarının hangileri doğru olduğu hakkında ihtilaflar vardır

-      Tarifi:
‘’Kur’an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, Mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatihe suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça muciz bir kelamdır.

-      İsimleri:
Mâverdî’ye göre: “el-kur’an, el-furkân, el-kitâb, ez-zikir”
Tâhir b. Âşûr’a göre: “Kur’an, tenzil, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah”

 

II.          Tarihi

-      Kur’an 610 yılı, Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır

-      Hira mağarasında Cebrail (as)’in Hz. Muhammed (sas)’e yönelttiği “oku” emri ile başlamıştır

-      İlk vahiyden sonra “Fetret Dönemi” başlamış, burada vahiy bir müddet kesilmiştir, daha sonra Müddessir suresi ile bu dönem sona ermiş, yine vahyin kesilmesi ile bir müddet sonra Du-hâ suresi nazil olmuştur

-      Peyderpey indirilmesinin hikmetleri arasında;
Toplumun vahye olan ilgisinin canlı tutulması, Hz. Muhammed (sas)’e olan bağlılığın vefatına kadar sürdürülmesi, eğitim ve uygulama kolaylığı sağlamak için hükümlerde tedriciliğin gözetilmesi, toplum hayatındaki önceliklerin belirlenmesi, vahye karşı düşmanlık besleyenlere zaman tanınarak gönüllerinin kazanılması, sayılabilir

-      Hicret öncesi inen ayetlere Mekkî (86 sure), hicret sonrası inen ayetlere ise Medenî (28 sure) ayetler denmiştir
(Mekkî sureler içerisinde Medenî, Medenî sureler içerisinde de Mekkî ayetler bulunmaktadır)

-      Kur’an kendisini “el-kur’an” ve “el-kitâb” şeklinde tanımlayarak, hem okunan, hem de ya yazılan bir vahiy olduğuna işaret etmektedir

-      Hz. Muhammed (sas) aldığı vahyi ilk önce insanlara tebliğ etmiş, ardından bunları kâtiplerine yazdırmıştır

-      Okuma yazarlığın az olması nedeniyle ezbere daha çok önem verilmiş, araplar ezberlemekte sıkıntı çekmemişlerdir, ancak Mekke’nin son dönemlerine doğru okuma yazma bilenlerin sayısı artmış, Medine’de hem yazı malzemesi hem de yazı bilenlerin sayısı çoğalmıştır

-      Hz. Muhammed (sas) zamanında Kur’an iki kapak arasına alınmamış, bunun sebebi ise vahyin ne zaman biteceğinin bilinmemesi olarak gösterilmiştir

-      O, vefat etmeden önce Kur’an son okuyuşta karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiştir, böylece Mushaf ortaya çıkmıştır

-      Kur’an’ı ezbere bilenlerin bir kısmının şehit olması, Hz. Ömer (ra)’i Kur’an’ın yok olacağı endişesi kaplamış, Kur’an’ı kitap haline getirmeyi dönemin halifesi Hz. Ebu Bekir (ra)’e önermiş, o da bu görevi Zeyd b. Sabit’e vermiş, heyet ile birlikte Kur’an parçaları incelenmiş, son okunuş da dikkate alınarak Kur’an yazılmıştır

-      İlk mushaf Ebu Bekir (ra)’e teslim edilmiş, onun vefatı sonrası Hz. Ömer (ra)’e devredilmiş, onun vefatıyla da kızı Hafsa’ya verilmiştir

-      İslam coğrafyasının genişlemesi, mushafların da çoğalmasına neden olmuş, bu bireysel mushaflar Hz. Osman (ra) tarafından toplatılmış, asıl mushaf çoğaltılarak bölgelere dağıtılmıştır

-      Harekesiz yazılan Kur’an Mushaflarının anlaşılmasında sıkıntıların çıkması ile birlikte, bunlar Mervân tarafından görevlendirilen ed-Düelî harekelemiştir; fetha için harf üstlerine kırmızı mürekkepli nokta, esre için harf altlarına bir nokta, ötre için harf önlerine bir nokta koydurmuş, tenvin ise iki nokta ile gösterilmiştir

-      Günümüzde kullanılan harekeleri ve diğer noktalama işaretlerini geliştiren Halil b. Ahmed olmuştur

 

III.       Tertibi

-      Kur’an ayetlerden oluşan surelerden oluşur, Kur’an’da 114 sure vardır

-      Tevbe Suresi hariç, bütün sureler Besmele ile başlar; nedeni: Tevbe Suresi’nin müşrik ve kafirlere uyarı ile başladığından dolayı, besmelenin bu uyarı ile çelişeceği düşüncesi

-      En kısa sureleri: “Asr”, “Kevser” ve “İhlas” (3er ayet)

-      En uzun suresi: “Bakara” (286 ayet)

-      Surelerin sıralaması Hz. Peygamber’e ait bir tasarruftur, Cebrail’in isteği doğrultusunda yaptığı yönündeki hadise binaen, âlimler vahye dayalı olarak ayetlerin tertibinin oluştuğu hususunda fikir birliği içindedirler

-      Kur’an’ın yazılmasında da bu tertip esas alınmıştır

 

IV.         Mahiyeti

-      “Allah kelâmı”

-      Kur’an’ın muhtevası haber ve hidayet olarak ikiye ayrılır; haber, Allah’ın isimleri – sıfatları, ahiret, kıssa, kevni olanın gerçekleşmesi; hidayet, neyin nasıl yapılması gerektiği -> Kur’an’da küllî olarak her şeyin bilgisi mevcut

-      Fukahalara göre Kur’an, Hz. Peygamber döneminde tarafından tayin edici olarak kabul edilmiş, daha sonra yaşayanlar için belirleyici unsur olarak kabul edilmiştir; ayrıca Müslüman hayatında merkezî bir konuma sahiptir

-      Kelamcılara göre Kur’an, Allah kelamı olması hasebiyle insanüstü kaynağa sahiptir

-      Kur’an’ın önemli özellikleri okunması ve dinlenmesidir

-      Kur’an, okuma ve dinleme ilişkisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır

-      Kur’an’ın ahengi Arapça bilmeyenleri bile etkileyecek dâhili bir sanat içerdiğinden dolayı mucizedir; kendisine inanan ve uyan kişileri ulaştırdığı yüksek ahlak seviyesi, mucize olduğunun en önemli alametidir

 

V.            Muhtevası

-      Kur’an-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in ilk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hal ve şartlara göre farklı zamanlarda nazil olduğu için, muhtevası bütününe yayılmıştır

-      Kur’an’ın muhtevası:
Taberî: “tevhid”, “haberler” ve “kıssalar”
Zemahşerî: “Allah’ı layık olduğu şekliyle tanıtmak”, “ibadet”, “emir” ve “nehiy”
Râzî: “ilahiyyat”, “meâd”, “nübüvvet”, “kaza” ve “kader”

İbni Arabî: “tevhid”, “tezkir” ve “ahkâm”

a.    Mekkî Sureler

i.       Ağırlıklı olarak Allah’ın birliğine, kudretine, lütufkârlığına, ahiret gününe, amellerin karşılığı gibi ahiret meselelerine dair ayetlerle, insanlarda merhamet, feragat duygularını geliştirmeyi, insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlak bilinci oluşturmayı hedefleyen ayetler var

ii.      Putperestlerin tutumları sertleştikçe, Mekkî surelerdeki üslup da giderek sertleştiği görülüyor; putperestlerle mücadeleye giriliyor

iii.    İlk nazil olan kısa surelerde geçen özlü açıklamalar varken, zamanla geniş surelerde detaylara gidilmiştir; ahiret konusunda aklî deliller getirilmiş, ibadet şuuru için ahlaki olgunluk hazırlanmıştır

iv.     Temel hükümlerle fazilet ve ahlak prensipleri de Mekkî surelerin ağırlıklı konularındandır; sınıf, nesep ve servet farkı olmaksızın, herkese karşı sevgi, merhamet ve adalet duygusu vurgulanmıştır

v.      Bir kısım Arapların bildiği eski kavimlerle ve peygamberlerle ibret ve ders almaya yönelik bilgiler verilmiştir; Peygamberlere eziyet edildiği, ancak o kavimlerin daha sonra helak oldukları anlatılır

vi.     Mekke’nin son dönemlerine doğru Arapların dışında yeni muhataplar söz konusu; yer yer “Ey insanlar” ibaresi mevcut

vii.   Belagat ve fesahat değeri çok yüksek olan sureler Mekke’de nazil olmuştur

b.    Medenî Sureler

i.       Genel muhtevası ilahi iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlak temelini oluşturacak ilkelerden oluşur;

ii.      Hz. Peygamber’in siyasî liderlik nüfuzuyla donatılması akabinde, vahiy de normatif değer kazanmıştır; Allah’a ve Resulü’ne itaat

iii.    Medine’de karşılaşılan ilk Yahudiler olunca, ehl-i kitaba, tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir; Medine döneminin başlangıcından onlara karşı oldukça yumuşak ifadeler yer alıyorken, daha sonra problemler doğunca üslubu giderek sertleşiyor; Hristiyanlara yönelik de yumuşak ifadeler yer alıyorken, teslis inancında diretenler sert bir şekilde eleştiriliyor

iv.     Hz. Peygamber’le açık mücadeleyi göze alamayan Arap-Yahudi topluluk (“Münafık”) ile ilgili meseleler Medenî surelerin muhtevasında çoğalmıştır

v.      İlk defa Medine’de siyasî ve askerî güce sahip oldukları için, Müslümanların geçirdikleri savaşlar, sonuçlar, genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir

vi.     Medenî surelerin üslubu daha sadedir; sembolik ifadeler, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazanmıştır; Medenî sureler muhteva gereği daha hacimlidir

 

VI.         İcazı Ve Üslubu

-      Mekkeli putperestlerin Hz. Peygamber’e hakaret edip, Kur’an’ı kendi yazdığını söylemeleri üzerine, Cebrail vasıtasıyla Allah katından indirildiği Kur’an’da beyan edilmiştir

-      Kur’an en büyük mucize oluşunu Allah’tan başka hiç kimsenin benzerini gerçekleştiremeyeceğini, böylelikle onlara meydan okuyarak göstermiştir

-      Kur’an’ın icazını ispat üzere meydan okuma yolunu seçmiştir, bu üç aşamada gerçekleşmiştir: ilk olarak nüzul sırasında karşı çıkan putperestlerden inen kısmın benzerinin yazılıp getirilmesini istemiş, bu yapılamayınca on sure hazırlanıp getirilmesi istenmiş, bu da yerine getirilemeyince, Kur’an’ın bir suresinin benzerinin getirilmesi istenmiştir

a.    Dili ve Üslubu

-      Apaçık Arap diliyle nazil olmuştur, başta Kureyş lehçesi ve diğer fasih lehçelerden oluşmuştur

-      Anlatımında farklı üsluplarla görmek mümkündür, uyarı, tehdit ve müjdelerde kendine has üslup farklılıkları göze çarpmaktadır

-      Kaynaklarda Kur’an’ın dili ve üslubu hakkında belirtilen özelliklerden belli başlıları şunlardır:

i.       Mevcut Edebî Şekillerden Farklı Oluşu

ii.      Lafız ve Mana Dengesi

iii.     Gönüllere Tesir Edişi

iv.     Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk

v.      Edebi Tasvir

vi.     Edebi Türlerin Hepsinden Mükemmel Oluşu

vii.    Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi

viii.  Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi

b.    Diğer İcaz Görüşleri

-      Gayb alanına ilişkin haber içerir, önceden bildirilen hadiselerden bazıları şunlardır:

i.       Yapılacak bir savaşta Bizanslıların İranlılara galip geleceği

ii.      Bedir Savaşı’nda düşman ordusunun yenilgiye uğratılacağı

iii.     Müslümanların Mescid-i Haram’a güvenle girecekleri

iv.     İnsanların kitleler halinde İslam’ı benimseyecekleri

v.      İslam dininin diğer bütün dinlere üstün geleceği, vs.

 

VII.      Açıklanması Ve Yorumlanması

-      Tefsir disiplinin birinci amacı, ilahi sözlerin ilk muhatapların iletildiğinde kastettiği belirlemektir

-      Yapılması gerekenler: Kur’an’ın dil bilimi ve metin yönünden tahlil edip, tarih bilgisini ve Kur’an’ın tarihi bağlamını incelemektir; kaynak olarak: Hadis koleksiyonları ve tarih kaynakları kullanılmalıdır

-      Tefsir çalışmaları ile Kur’an değerlerinin değişik zamanlara taşınması, ilim için önemli bir meşguliyet alanı oluşturmuştur

 

VIII.    Kur’an İlimleri

-      Kur’an ilimleri: vahyi, nüzulü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, icazı, nasih-mensuhu, irabı, dil, üslup, ayet ve hadislerin birbiriyle ilgisi, muhkem-müteşabih hakkındaki düşünceleri kapsar

 

IX.         Tercümesi

-      Bir kısım kişiler Kur’an’ın tercümesini zaruri görürken, bir kısım ise başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle muciz olma özelliğini yitireceğini düşünmüşlerdir

-      Günümüze kadar birçok dillere çevrilmiştir

 

X.           Kur’an’la İlgili Fıkhî Hükümler

-      Fıkıh ilminin ana kaynağı olması münasebetiyle Fıkıh usulünün konusudur

-      Kur’an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması yönünden ele alınır

-      Kur’an öteden beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak görülmüştür

 

XI.         Kur’an ve Kitab-ı Mukaddes

-      Kronolojik olarak Tevrat, Zebur, İncil’den sonra gelmiştir

-      Bütün peygamberlerin tebliğ ettiklerinden farklı bir din olmayarak, son tebliğ olma özelliği ile diğerlerini kuşatıcı bir mahiyete sahiptir

-      Tevrat ve İncil hakkında bilgilere sahiptir

-      Tevrat ve İncil’de yer alan evrensel ilkeleri benimsemekte, bunların orijinal şekilleri ne oranda muhafaza edildiği ve ne denli değişikliklere uğradığı hakkında bilgiler mevcuttur

 

XII.      Edebiyat

-      Kur’an, Türk edebiyatına İslam kabulü sonrası çok etki etmiş, bu etki altında Türk edebiyatı oldukça gelişmiştir

-      İlim ve fikrine kaynaklık etmiştir

 

XIII.   Literatür

-      Kur’an üzerine yapılan çalışmalar ikiye ayrılır:

a.    Tefsirler

i.    Rivayet Tefsirleri

ii.  Dirayet Tefsirleri

iii. Lugavi Tefsirler

iv. İşari ve Tasavvufi Tefsirler

v.   Mezhebi Tefsirler

vi. İlmi, İçtimai, Edebi Tefsirler

b.    Kur’an İlimleri

(toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muhtevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslubu, icazı, vs.)


0 Yorum - Yorum Yaz

Muhammed ARLSAN    24.05.2013

KUR'AN             Kur’an sözcüğü Arapça “Kara'e" sözcüğünün üç harfli mastarıdır. Kuran “okunan şey “veya “ okumak", Kerîm ise "soylu, asil" ve "eli açık, cömert" anlamlarına gelir. Kuran kelimesi, Kur'anın 58 ayetinde geçer. Ayrıca "kur'an" kelimesi kur'anda "okunan, okuyuş, okuma" "ekli, katlı, derli" anlamında da kullanılmıştır. "Biz onu, akıl etmeniz için Arapça okunuşla indirdik." (Yusuf Suresi: 2) "Kuranı okuyacağında kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığın." (Nahl Suresi: 98) "Kuran okunduğunda/okununca onu işitin de durup düşünün ki merhamet olunasınız" (A'râf Suresi: 204). "Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir. " (İsrâ Suresi: 9). "Kuran'dan indirir olduklarımız, inananlara şifa ve rahmettir..            "Kur'an, Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla son peygamber Hz. Peygambere'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır." Kur’ân, yirmi üç yıllık peygamberlik devresinde Hz. Muhammed’e (asm) Allah (cc) tarafından gönderilmiş vahiylerin bütünüdür ve son semaví kitap’tır.
• Kur’ân, Kitabullah, Furkan, Tenzil, Mushaf, Kitap, Nur, Zikir ve Ümmü’l-kitap isimleriyle de bilinen “Kelamullah”tır.

• Kur’ân, dört esas üzerine indirilmiştir: 
Tevhit (Allah’ın (cc) varlı
ğı ve birliği),
Nübüvvet (peygamberlik),
Ha
şir (yeniden diriliş) ve adalet,
Ubudiyet (kulluk ve ibadet)
• Kur’ân, Allah’ın (cc) kelâmı olup O’nu yarattıklarından ayıran kendine has varlı
ğını, gerçekliğini, sıfatlarını, isimlerini ve işlerini açıklayan sözüdür.
• Kur’ân, Allah’ın (cc) varlı
ğının ve birliğinin kesin delili ve parlak tercümanı olmakla Rabb’ini kullarına tarif eden bir “HİDAYET KİTABI”dır.
• Kur’ân, ilahî kanunlarla her türlü sosyal, ekonomik, hukukî, idarî, be
şerî, medenî, ahlakî düzeni temin eden bir “ŞERİAT KİTABI”dır.
• Kur’ân, ilim ehlinin doymadı
ğı, aranan her ilmin içinde bulunduğu “MUCİZEVÎ BİR İLİM KİTABI”dır.
• Kur’ân, insanı Allah’a (cc) yakınla
ştıran, ruha huzur veren, insanın arzu ve isteklerine tercümanlık eden bir “DUA KİTABI”dır.
• Kur’ân, insanı ve yaratılı
ş gayesini, dünya ve ahireti, cennet ve cehennemi, yaratılan her bir şeyin hikmet ve hakikatini, Allah’ın (cc) kâinatta görünen sıfat ve isimlerini düşünmeye vesile olan bir “FİKİR KİTABI”dır.
• Kur’ân, belâgati, usandırmaması, tahrif edilememesi, maddi ve manevi her ihtiyaca cevap vermesi, kolayca ezberlenmesi, tazeli
ğini muhafaza etmesi, her asra ve her kesime hitap etmesi, bütün ilimleri içinde bulundurması, geçmişten ve gelecekten haber vermesi, asla bir benzerinin yazılamaması gibi özellikleriyle “MUCİZELER HAZİNESİ”dir.
• Kur’ân, Son Peygamber Muhammed’in (asm) “EN BÜYÜK MUC
İZESİ”dir.
• Kur’ân, Arapça olup 30 cüz, 114 sure ve 6666 ayettir.
• Kur’ân ayetleri, Miladi 610 yılı Ramazan ayının 16. gecesi inmeye ba
şlamış, 632 yılı Zi’l- hicce ayının 9. günü sona ermiştir. 23 sene zarfında bölüm bölüm indirilmiştir.
• Kurân’da, ilk inen ayet “Alâk” süresinin ilk 5 ayeti, son inen ayet ise “Maide” suresinin 3. ayetidir.
• Kur’ân surelerinin 86 tanesi Mekke’de 28 tanesi ise Medine’de inmi
ştir.
• Kur’ân, “Fatiha Suresi” ile ba
şlayıp, “Nas Suresi” ile sona erer.
• Kurân’ın, en uzun suresi “Bakara Suresi” (286 ayet) en kısa ise “Kevser Suresi”dir (3 ayet).
• Kur’ân, Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında kitap haline getirilmi
ş ve Hz. Osman (ra) zamanında çoğaltılmıştır. Tertibi Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve değişik sayılarda âyetlerin yer aldığı sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en meşhuru Âyetü'l-kürsî'-dir. Mekke döneminde nazil olan âyetlerde terim an­lamıyla âyet ve sûre kelimeleri geçmekte­dir. Kur-'an vahyine ait bölümlerin âyet ve sûre şeklinde belirlenmesi risâletin ilk yılların­da olmuştur. Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır. Tevbe sûresi dışındaki bütün sûrelerin başında besmele mevcuttur. En uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır. Âyetlerin sûreler içe­risindeki tertibinin Hz. Peygamber'e ait bir tasarruf olduğu ve bu tasarrufu Ceb­rail'in isteği doğrultusunda yapilmistir.MahiyetiKur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Yönelik olma bizzat Allah tarafından "nüden" ve "beyyinât" keli­meleriyle açıklanmıştır. Kur'an'ın muhtevası bu yönelmişlikle ir­tibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Ha­ber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatlan, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hida­yet daha çok neyin nasıl yapılması gerek­tiğini, yani olması gerekeni ifade etmek­tedir Mahiyeti

Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak tanımlanır. Kur'an'ın muhtevası ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır. Haber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bilhassa Kur'an'ın, muhataplarını hep geleceğe yönelik bir duruşa sevketmesi ve insanlara matuf bir talep ve davet olması, dolayısıyla inşâî olması onun mahiyetinin bir parçasıdır. Muhtevası

 Kur'ân-ı Kerîm’de, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Kur'an'da yer alan konuların tesbiti, konu başlıklarının seçimi, bunların sayılan, muhtevaları, âyetlerin içeriklerine göre değişik konulara dağıtımı gibi hususlarda birbirinden hayli farklı tercih ve tasnifler ortaya çıkmıştır. Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Ebû Bekir İb-nü'I-Arabî, Kur'an'daki bilgileri tevhid, tezkir ve ahkâm diye üç ana konuda toplar.Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasını şöylece özetlemek mümkündür: 

A) Mekkî Sûreler

 Bu dönemde na­zil olan sûrelerde ağırlıklı olarak Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhi-ret gününe ve ba's, haşir, aihret, insanlığın eşitliği âyetler geniş yer tutar. Kur'an bir tek temel vakıa ile ilgileniyor­du ki bu da müşriklerin inanç ve yaşayış­larının, beşerî ilişkilerinin gerçeklik, ada­let ve dürüstlük ilkelerine göre düzeltil-mesiydi. Bundan dolayı Mekkî sûreler ço­ğunlukla dışa dönük bir hitap tarzı içeri­yor, muhatap alınan toplumu inanç ve ahlâk yönünden aydınlatmayı ve ıslah et­meyi amaçlıyordu 

B) Medenî Sûreler

Genel muhtevasını, "ilâhî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın inanç ve ahlâk temelini oluşturacak il­keler". ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır. Medenî sûre­lerde tarihî konular ve olaylar içinde bun­lar vesile kılınarak evrensel İlkeler ve de­ğerler verilir; insanın inanç ve ahlâk dün­yasının düzeltilmesi, bilhassa paylaşma duygusunun güçlendirilmesi amaçlanır. Medenî sûrelerin muh­tevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir. Dili ve Üslûbu

   Kur'ân-ı Kerîm, her peygamberin içinden çıktığı kavmin diliy­le gönderilmesi esasına bağlı olarak"apaçık" Arap diliyle nazil ol­muştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebe­biyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden un­surların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifade­ye dökülmesinde Arapça'daki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. Açıklanması Ve Yorumlanması

Kur'an'ın Açıklanması: Amacı, ilâhî sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği mânaları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. a) Hadis Koleksiyonları: Kur'an'ın nâ-zil olduğu şartlar ve durumlar, âyetlerin kastettiği anlamlar, kullanılan kelimelerin mânaları hakkında en sağlıklı bilgileri verecek olan kaynak, muhakkak ki Kur'an'ın insanlara aktarıcısı olan Hz. Peygamber'in sözleridir. b) Tarih Kaynaklan: Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılacak tarih kaynaklarına dair çalışmalar Kur'an'ın indiği dönemden önceki yüzyıllara kadar götürülmelidir Kur'an'ın Yorumlanması: Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad, hukuk ve ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Karşılaşılan problemler çoğaldıkça anlamayı gerçekleştirecek kişi için anlama sürecinin bu aşaması da gittikçe karmaşık bir hal almış, yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır. Tefsirler 1. Rivayet Tefsirleri2. Dirayet Tefsirleri3. Lugavî Tefsirler4. İşârî ve Tasavvufî Tefsirler5. Mezhebi Tefsirler6. İlmî, İçtimaî, Edebî Tefsirler7. Ahkâm Âyetleri Tefsirleri 
0 Yorum - Yorum Yaz

Ruveyde DURMAZ 09070382    24.05.2013

KUR’AN (القرآن)

Kur’an isminin “okumak” anlamına gelen “kara’e” fiilinden türediğini kabul edenler çoğunlukta.
Kur’an’ın terim anlamı: “Kur’an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, Mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça mûciz bir kelamdır.”
Kur’an’ın en meşhur isimleri şunlardır: Kur’an, Tenzil, Kitab, Furkan, Zikr, Vahy, Kelamullah.

Kur’an, Hz. Muhammed’e 40 yaşındayken 610 yılı Ramazan Ayının 27. gecesinde Hira mağarasında Cebrail vasıtasıyla inmeye başlamıştır.
İlk gelen vahiy, Alak suresinin ilk beş ayetidir. Bu ilk vahiyden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Bu süreye, Fetret dönemi denilmiştir. Fetret döneminin süresi hakkında 15 gün ile 3 yıl arasında değişen farklı süreler nakledilmiştir.
Sureler indirildiği yere bakılmaksızın hicretten önce nazil olan ayet ve sureler Mekkî, hicretten sonra nazil olanlar Medenî şeklinde bir tasnif yapılmıştır. Günümüzde yaygın olan görüşe göre surelerin 86 tanesi Mekkî, 28 tanesi Medenîdir. Bazı Mekkî sureler içinde Medenî ayetler, Medenî sureler içinde de Mekkî ayetler bulunmaktadır.

Kur’an-ı Kerim ayetlerden ve değişik sayılarda ayetlerin yer aldığı surelerden oluşur. Hz. Osman’ın Mushaflarına göre Kur’an da 114 sure bulunmaktadır. Tevbe suresi dışındaki bütün surelerin başında besmele mevcuttur.
Kur’an’ın en kısa sureleri üçer ayetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun suresi ise 286 ayetten oluşan Bakara’dır.
Âlimler, ayetlerin tertibinin vahye dayalı (tevkifî) olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ayetlerin tertibine dair en önemli delil Kur’an’ın Cebrail ile Resul-i Ekrem arasında karşılıklı okunmasıdır. Çünkü içinde belli bir tertip bulunmayan metnin karşılıklı okunması ve takibi düşünülemez.

Kur’an Hz. Muhammed’e verilmiş en büyük mucizedir. Onun nazmının ve üslubunun yanında kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlak seviyesi mucize olmasının en önemli alametlerindendir. Dolayısıyla O’na inananlar, onu daha iyi anlayabilmek için üzerinde araştırma yapmaya gayret sarf edeceklerdir. Ona inanmayanlar ise onu eleştirebilmek, inananları ondan vazgeçirebilmek için onun üzerinde araştırmaya devam edeceklerdir.


0 Yorum - Yorum Yaz

Mahir ÖRGÜZ    24.05.2013

Kur‘an·        Kur'ân kelimesinin türediği kök konu­sunda farklı görüşler vardır.·        Bu görüşleri, kelimenin hemzesiz ve hemzelî olduğunu savunanlar olarak iki grupta ele almak mümkündür.·        Birinci görüşe göre kelime harf-i ta'rifli olarak "el-kurân şeklindedir ve ne "kara'e fii­linden ne de başka bir kökten türemiştir; Tevrat ve İncil gibi son din için gönderi­len kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir.·        Abdullah b. Abbas, Katâde b. Diâme. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, İbn Ce-rîr et-Taberi, Zeccâc, Bâkıllânî gibi âlim­lerle çağdaş ilim adamlarından Elmalılı Muhammed Hamdi ve Muhammed Tâhir b. Âşûr "el-kur'ân isminin "kara'e" fi­ilinden türeyen hemzeli bir kelime oldu­ğu görüşündedir.·        Tarifi: "Kur'an, Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır."·        Bu tarife göre Hz. Peygamber'e indirilmeyen kitap ve sayfalara, Kur'an'm tercümesine veya Kur'an'ın mânalarının Arapça olarak başka kelimelerle ifade edilmiş şekline, Hz. Osman'ın mushafla-rınm hattına uymayan kıraatlere ve kut-sî hadislere Kur'an denilemez.Tarihi·        Hz.Peygamber 40 yaşına geldiğinde kendisinde daha önce görülmeyen bazı haller meydana geliyordu.·        Yine bu yaşlarda iken yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira ma­ğarasına gitmeye ve orada azığı bitince­ye kadar kalmaya başladı. Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah’a ibadet ediyordu.·        Beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen bu hazırlık döneminin ardından vahiy meleği Cebrail ilk defa ya­nına gelerek ona "oku" dedi."Ben okuma bilmem" cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine "oku" dedi. Hz. Muhammed yine, "Ben okuma bilmem" deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrail kendisini üçüncü defa sıkıp bırak­tıktan sonra, "Yaratan rabbinin adıyla oku. 0. insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. 0 kalemle öğretendir. 0 insana bilmediğini öğretti" mealindeki âyetleri okudu ve uzaklaşıp gitti.·        Korkuya kapılan Hz.Muhammed evine döndü ve başından geçenleri eşi Hz.Hatice’ye anlattı. ·        Hatice, Allah'ın ken­disini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti.·        Ardından birlikte Hati­ce'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler. Varaka Resûl-i Ekrem'e, kendisi­ne gelenin daha önce Hz. Musa'ya da ge­len "nâmûs" (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi. Böylece Hz. Mu­hammed kendisinin peygamberlikle gö­revlendirildiğini anladı..·        Hatice de ona iman ederek ilk müslüman olma şerefini kazandı·        Kur'an, Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesin­de inmeye başlamıştır.·        Hadis kaynaklarında Kur'an'ın inişi hak­kında farklı bilgiler verilmektedir.1.     Birinci gruba göre Kur'an, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiş, daha sonra yirmi veya yirmi üç yıl içinde parça parça Hz. Peygamber'e vah-yedilmiştir.2.      İkinci gruba göre Kur'an, her yılın Kadir gece­sinde o yıl nazil olacak miktarda dünya se­masına indirilmiş, ardından gerektiği za­man gerektiği kadarı Resûl-i Ekrem'e vahyedilmiştir.3.     Üçüncü gruba göre ise Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi kü­sur yıl boyunca nüzulü devam etmiştir. Tertibi·        Kur'ân-ı Kerim âyetlerden ve değişik sayılarda âyetlerin yer aldığı sûrelerden oluşur·        Mekke döneminde nazil olan âyetlerde terim an­lamıyla âyet ve sûre kelimeleri geçmekte­dir·        Hz. Osman'ın mushaflarına göre Kur'an'da 114 sûre bulunmaktadır·        Tevbe sûresi dışındaki bütün sûrelerin başında besmele mevcuttur. Tevbe'nin başında besmelenin bulunmamasıyla il­gili olarak bu sûrenin Enfâl'in devamı ol­duğu yolunda rivayetler varsa da daha tutarlı olan görüş, Tevbe sûresinin müş­rik ve kâfirlere ültimatomla başladığın­dan eman bildiren besmelenin bu ültima­tomla çelişeceği şeklindedir·        Kur'an'ın en kısa sû­releri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara'dır.  Mahiyeti ·        Kur'ân-ı Kerîm "Allah kelâmı" olarak ta­nımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Yönelik olma bizzat Allah tarafından "nüden" ve "beyyinât" keli­meleriyle açıklanmıştır·        Kur'an'ın muhtevası ana hatlarıyla "haber" ve "inşâ" kısımlarına ayrılmaktadır·         Ha­ber esas itibariyle bizzat Allah'ın isimleri ve sıfatlan, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hida­yet daha çok neyin nasıl yapılması gerek­tiğini, yani olması gerekeni ifade etmek­tedir  Muhtevası ·         Öz olarak içerdiğinden "ümmü'l-kitâb" ve "ümmü'l-Kur'ân" olarak adlandırılmış. İhlâs sûresi özellikle tevhid konusunu özetlediği için Kur'an'ın üçte biri sayılmıştır 1.      Mekki Sureler: Allah'ın birliğine, kudretine ve lütufkârlığına, âhi-ret gününe ve ba's, haşir, amellerin kar­şılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetler­le insanlarda merhamet ve feragat duy­gularını geliştirmeyi, temel haklar bakı­mından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler geniş yer tutar. Bu sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmo­lojik ve psikolojik deliller gösterilir ve in­sanlar akıllarını kullanarak bunlardan ya­rarlanmaya çağrılır. Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperest­lerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuz-laşmasına paralel olarak üslûbun da gide­rek sertleştiği görülür. İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimle­rinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûre­lerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir. "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır. Şâtıbî, Mekkî sûrelerde bu konularda ana hususların bildirildiğini. Medenî sûreler­de ise bunların ayrıntısının veya tamam­layıcı unsurlarının ortaya konduğunu be­lirtir.  2.      Medeni Sureler: Mekkî sûre­lerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanın­da ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır. Me­dine şartlarında gelen âyetlerde, burada cereyan eden olaylarla ilgili başka konu­ların ve içe dönük yeni bir hitap tarzının ağırlık kazandığı görülür. Seksen sekiz yerde tek­rar edilen "ey iman edenler" şeklindeki hitap tarzının tamamı Medine'de inen âyetlerde yer almaktadır. Medi­ne'de gelişen siyasî hayat, diplomatik me­seleler, silâhlı çatışmalar vb. olaylar tarih kitaplarında yer aldığı gibi tarihî silsile ve akış içinde anlatılmaz; bunlar genellikle telmihler veya ders ve nasihat içerikli ay­rıntılar şeklinde işlenir. Böylece Kur'an'ın bütününde görüldüğü gibi Medenî sûre­lerde tarihî konular ve olaylar içinde bun­lar vesile kılınarak evrensel İlkeler ve de­ğerler verilir; insanın inanç ve ahlâk dün­yasının düzeltilmesi, bilhassa paylaşma duygusunun güçlendirilmesi amaçlanır. Medine şartlarında ortaya çıkan ye­ni düzen içinde giderek belirginleşen hu­kukî ve siyasî yapıya paralel olarak vahiy de gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsi­yeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmış, mümin­lerin iç meselelerinin çözümündeki rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuştur. Yahudilere ve genel olarak Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir. "münafık"larla ilgili meseleler Medenî sûrelerin muhte­vasında ağırlık kazanmıştır.   İcazı ve Üslubu ·         Kur'an'ın Cebrail tarafın­dan  yeri ve gökleri yaratan âlemlerin rabbi ka­tından indirildiği beyan edilmiştir. ·         Bü­tün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahiptir.1.      DİLİ ve ÜSLUBU:  apaçık" Arap diliyle nazil ol­muştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebe­biyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden un­surların da bulunduğu kabul edilir. Kur'an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifade­ye dökülmesinde Arapça'daki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. BUNUN DIŞINDA:2.      Mevcut edebi şekillerden farklıdır.3.      Lafız ve mana dengesi vardır.4.      Gönüllere tesir etmektedir.5.      Ses ve terkip nizamında ortaya çı­kan ahenk görülmektedir.6.      Edebi türlerin hepsinden daha mükemmeldir.7.      Aynı anda farklı seviyelere hitap Etmektedir8.      Akla ve duyguya dengeli olarak hi­tap etmektedir.
0 Yorum - Yorum Yaz

09070353 Umut Yıldırım    24.05.2013

KUR'AN

Tarifi, İsimleri ve Muhtevası

Kur’ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır:

-       İmam Safir ve başka âlimlerin de desteklediği bir görüşe göre bir kökten türememiştir ve “el-kur’ân” Allah tarafından verilmiş özel isimdir.

-       Eebu’l Hasan el-Eş’ari ile bir gurp alime göre kam kökünden türemiştir ve “bir şeyi diğerine yaklaştırmak, katmak” anlamındadır

-       Abdullah b. Abbas ve Elmalılı Muhammed Hamid gibi âlimler “kara’e” fiilinden türeyen hemzeli bir kelime olduğu görüşündeler. Bu kelimenin mastar anlamları “okumak”, “toplamak” ve açıklamak” anlamındadır

Kur’an’ın terim anlamını şu şekilde verebiliriz: "Kur'an, Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır."

Kur’an’ın diğer isimleri ve sıfatları konusunda fikir birliği yoktur. Şeyzeli elli beş isimden söz eder. Bunlardan birkaçtane zikredecek olursak: kitâb, kur'ân, kelâm, nûr, hüdâ, rahmet, furkân, şifâ, zikir, kerîm, hikmet, en-nebeü'l-azîm, ahsenü'l-hadîs, tenzîl, rûh, vahy, beyân, ilm, hak, hedy, îmân, emr, büşrâ, beşîr, azîz, belâğ, kasas, suhuf, mükerreme.

Kur’an’ın muhtefvasını en güzel şu ayetlerin mealleri açıklamaktadır: "Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık”, "Bu kitabı sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik". Çeşitli tasnifler yapılmış olsa dahi bizim tercih ettiğimiz tasnif şudur: Tevhid, Nübüvvet, Ahiret, İbadet ve Ahlak.

 

Tarihi

-       Kur’an 610 yılı Ramazan ayının 27. Gecesinde inmeye başlamıştır.

-       Hz. Peygamber 40 yaşında iken hira mağrasında Cebrail gözükür ve alak suresinin ilk 5 ayeti nazil olur.

-       Bundan sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Fetret diye isimlendirilen bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir.

-       İlk hangi surenin indiği ihtilaflı olmakla birlikte bunun Fatiha suresinin olma ihtimali daha yüksektir.

-       İbn Abbas’tan gelen rivayete göre Nasr rusesi son inen suredir

-       Kur’an’ın peyderpey indirilmesindeki hikmeti âlimlere göre insanların sosyolojik ve psikolojik yapısına uygun olması içindir. Eğitim ve uygulama kolaylığı sağlamak, toplumun vahye olan ilgisini canlı tutulması ve islama düşman olanlara müddet tanımak için yararlı olmuştur.

-       Hz. Peygamber gelen vahiyleri tebliğ ediyor, ardından bunu vahiy kâtiplerine yazdırıyordu.

-        Kâtipler ayetleri mevcut malzemelr üzerine yazıyorlardı. Bu malzemelerin en meşhurları şunlardır: develerin kürek ve kaburga kemikleri, tabaklanmış deri parçaları, yaprak taşları, hurma dalları, papirüsler.

-       Ayetlerin sureler içerisindeki tertibi vahye dayalı bulunduğu hususunda âlimlerin birçoğu fikir birliği içindedir.

-       Hz. Ebu Bekir döneminde birçok hafızın savaşlarda şehit olmaları Kur’an’ı iki kapak arasıda toplama kararı alınmış. Bu görev Zeyd b. Sâbit’e verilmiş ve iki kapak arasındaki bu derlemeye “Mushaf” adı verilmiş. Bu kitap Hz. Ebu Bekir’den sonra Hz. Ömere, onun vefatı ile kızı Hafsa’ya intikal etmiştir.

-       Hz. Osman döneminde İslam çoğrafyasının da genişlemesiyle bazı kıraat farklılıkları ortaya çıkmıştır. Halife Kureyş lehçesini esas alarak Hafsa’dan getirttiği mushafı çoğalttırdı. Çoğaltılan yedi Kur’an nüshası Mekke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiş, bir nüsha da Medine’de bırakılmıştır. Hz. Osman bunların dışında yazılmış özel Mushafları imha edilmesini emretmiştir.

-       Kur’an’ı ilk zamanlar harekesiz ve noktasızdı. Yanlış okumaların önlenmesi için Abdülmelik b. Mervan döneminde Ebu’l Esved ed-Düelî Kur’an’ı harekelemiştir. Halil b. Ahmed ise günümüzde kullanılan hareketelri ve diğer noktalama işlerini geliştirmiştir.

 

Kur’an’daki sureler Mekki ve Medeni olarak tasnif edilmektedir:

a)    Mekki surelerin temel özellikleri:

-       Tevhid ve ahiret hakkında

-       Fazilet ve ahlak presnsipleri

-       Ontolojik, kozmolojik ve psikolojik deliller göstererek aklı kullanmaya davet

-       Makasıdü’ş-şeria hususunda temel hükümlerle

-       Kısa hacimli

-       Diyalektik bir yöntem hâkim. Üslubu putperestlerin tutumuna göre giderek sertleşiyor

-       Yüksek edebi zevk hâkim

-       “ey insanlar” diye hatap edilmekte

-       Önceki peygamberlerden öğütler

 

b)    Medeni surelerin temel özellikleri:

-       Siyasi ve hukuki konular içeren

-       İbadetler ve muamelat ağırlıklı

-       Ehl-i kitaba geniş yer verilmiştir

-       Münafıklar hakkında ayetler

-       Savaş hükümleri ve kuralları

-       Daha sade ve sembolik ifadeler

-       Mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazanmış

 

Dili ve Üslûbu.

Kur’an nazil olduğu toplumun dili üzere Arap diliyle nazil ol­muştur. Hz. Peygamber'in Kureyşli olması sebe­biyle Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden un­surların da bulunduğu kabul edilir. Kur’an’ın dili ve üslubu hakkında belirtilen özellikler şunlardır:

1. Mevcut Edebi Şekillerden Farklı oluşu

2. Lafız ve Mana Dengesi

3. Gönüllere Tesir Edişi

4. Ses ve Tertip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk

5. Edebi Tasvir

6. Edebi Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu

7. AynıAnda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi

8. Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi

Kur’an’ı açıklama ve yorumlama bilimine Tefsir denilmektedir. Bu disiplinin birinci amacı, ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları belirlemektir. Bu manada Kuran’ın zahiri manasını verebilmek için dil biliminin metodlarından yararlanmalı, tarih bilgisini ve Kur’an’ın tarihi bağlamını incelenmesi gerekmektedir. Bunu yaparken hadis koleksiyonlarından ve tarih kaynaklarından yararlanılmalıdır.

 

Kur'an İlimleri

Kur'an ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'an'ın indiği döneme kadar gider. Bu ilimler Kur’an’la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsan.

-       Meselâ astro­nomi, matematik, biyoloji gibi ilimler Kur'ânî oldukları halde genel kabule gö­re Kur'an ilimlerinden değildir.

-       Kur'an ilimleri Kur'an'ın vahyi, nü’zûlü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, İ'câzı, nâsih ve mensuhu, i'râbı, dil, üslûp ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muh­kem ve müteşâbihi hakkındaki disiplin­leri kapsar.

-       Eserlerde yer alan Kur’an ilimleri şunlardır: Mekkî-Medenîsûreler, esbâb-ı nüzul, nâ-sih-mensuh, Kur'an'ın isimleri, toplanma­sı, çoğaltılması ve tertibi, sûre ve âyet bilgileri, münâsebâtü'1-âyât ve's-süver, kıraat ve tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, garîbü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur­'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'1-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, mü-fessirin âdabı ve şartları.

 

Tercümesi

Kur’an’da ve hadislerde Kur’an’ın başka dillere tercümesini emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur.

Tercümeyi genel olarak ikiye ayırmak mümkündür:

-       Harfi: bir dildeki lafızları başka bir dildeki benzer fafızlarla ifade etmek

-       Tefsiri: Şekli özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamak

Herhangi bir eserin dahi anlam ve içe­riğinden hiçbir şey kaybetmeden başka bir dile çevrilmesi çok güç olduğuna göre Kur’an’ın tercümesi söz konusu edildiğinde bu güçlüğün ve onun doğur­duğu sorumluluğun kat kat artacağı açık­tır

Kur'an'ın tercümesi tarihini İslâmiyet'in ilk dönemlerine kadar götürmek müm­kündür.

Kur’an’ın tercüme edildiği en eski diller­den biri de Türkçe'dir. Eski Türkçe Kur'an tercümeleri satır arası ve tefsin olmak üzere ikiye ayrılır.

Kur’an günümüzde birçok dillere tercüme edilmiştir.

 

Literatür

Kur'ân-ı Kerîm üzerine yapılan çalışma­lar iki gruba ayrılır:

-       Kur'an'ın açıklanması ve yorumuy­la ilgili eserler

-       Kur'an'ın toplanıp mushaf haline getirilmesi, tertibi, muh­tevası ve özellikleri, kıraati, dil ve üslûbu, i'câzı, fezâiii gibi onu çeşitli yönlerden in­celeyen eserler olmak üzere başlıca iki gruba ayrılır.

Bu iki alanda oluşan zengin literatüre Batı'da Kur'an üzerine yapılan çalışmaları da eklemek gerekir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz

DİA Kuran Maddesi    24.05.2013

Kur’an:

Kök konusunda farklı görüşler vardır:

-          Karn

-          Kara’in

-          Kara’e

Okumak, toplamak, açıklamak, beyân etmek gibi manalar verilir.

Genel kabul kara’e köküdür.

 

·         Terim anlamı:

Kur’an Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son Peygamber Hz Muhammed’e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, fatiha ile başlayan, nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı, Arapça muciz bir kelamdır.

Kur’an farklı isimlerle anılmıştır. Bunlardan bir kaçını zikredelim: ‘ Kitâb, Kur’ân, Kelam, Hikmet, Nûr, Furkan, Kerim, Beyân, Vahy, Suhuf, …’

·         Tarih:

Hz Muhammed 40 yaşında iken, yalnız kalıp tefekkür etmek için Hira mağarasına gidiyordu ve orada azığı bitene kadar kalıyordu.

Bir gün Cebrail geldi ve ona “oku” dedi. “ben okuma bilmem” diye cevapladı. Ve alak suresinin ilk 5 ayeti o gün nazil oldu.

Dehşete kapılan Hz Muhammed, eşi Hz Hatice’nin yanına giderek beni örtünüz dedi. Kendine geldiğinde yaşadıklarını anlattı ve Hz Hatice’nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e gittiler. Varaka Hz Peygamber’e gelenin ‘namus’ (Cebrail) olduğunu, tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi.

İlk iman eden ise eşi Hz Hatice oldu.

 

·         Tertibi:

114 sure vardır.

Tevbe suresi hariç, hepsi besmele ile başlar.

Bazı alimler ayetlerin tertibinin vahye dayalı bulunduğunu düşünür.

Bu tertibe en önemli delil Hz Peygamber’in Cebrail ile karşılıklı okumalarıdır.

Sahabe arasında bu tertiple ilgili herhangi bir ihtilafla karşılaşılmamıştır.


0 Yorum - Yorum Yaz


·         Mahiyeti:

Kuran Allah kelamı olarak tanımlanır

Kur’an da ‘herşeyin’ bilgisi bulunmaktadır.

‘herşey’ külli olanı ifade eder.

Kur’an varlık ve değer konusundaki ontolojik bir tavra bağlı olarak anlam kazanmaktadır.

Hareket noktası varlığın ve değerin Allah’la bağlantılı biçimde anlaşılabileceği ilkesini teşkil eder.

·         Muhtevası:

Mekkî sureler: Allah’ın birliğine, kudretine, lutufkarlığına, ahiret gününe, amelerin karşılığı gibi ahiret meselelerine dair ayetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlak bilinci oluşturmayı hedefleyen ayetler geniş yer tutar.

Zamanla ayrıntılara girilmeye başlanılıyor.

Mekkî sureler ve ayetlerde fesahat ve belagat değerleri çok yüksektir.

Putperestlikle ve müşriklerle mücadele ediliyor, bunu ise aklî ve kozmolojik kanıtlarla mekkî ayetlerde gösteriyor.

Medenî sureler: dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip sistemleştirilmesi, hem de siyasi ve hukuki yapının oluşturulması süresi başladığından, ibadetler ve muamelat konularına ağırlık verilmiştir.


0 Yorum - Yorum Yaz

Gülbahar Sahin    24.05.2013

Kur’ân-ı Kerîm

I.                  Tarifi ve Isimleri

Tevrat ve Incil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmişözel isimdir.
Kuran Allah tarafindan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyenbir şekilde
son Peygamber Hz Muhammed’e indirilen Mushaflarda yazilan, tevatürle nakledilen, okunmasiyla ibadet edilen, Fatiha sûresiyle başlayıp Nâs sûresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelamdır; Hz Osman’ın Mushaflarının hattına uymayan kıraatlere ve kutsî hadislere Kuran denilemez.

II.               Tarihi

Âlimler Kuran’ın peyderpey indirilmesindeki hikmetler üzerinde durmuşlar ve bunun Hz Peygamber’in şahsı ve ümmeti için sağladığı yararlardan söz etmislerdir. Sûrelerin Mekkî ve Medenî olmasıyla iligili görüşler arasında en fazla kabul göreni, indiği yere bakmaksızın hicretten önce nâzil olan âyet ve sûrelerin Mekkî hicretten sonra nâzil olanların Medenî sayılması gerektiği şeklindedir. Kuran kendisinden bahsederken birçok yerde el kuran el kitab kelimelerini kullanmıştır. Bu isimler onun hem okunan hem yazılan bir vahiy olduğuna işaret etmektedir. Vahiy kâtipleri nâzil olan âyetleri develerin kürek kemikleri, kaburga kemikleri, tabaklanmış deri parçaları vs..

III.           Tertibi

Bazi âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en meşhuru Ayet  El Kürsi’dir. Hz Osman’ın Kuran’ı istinsah ve teksir ettirmesine kadar geçen on beş yıllık süre içerisinde namazlarda ve Kuran’ı ezberleme çalışmalarında Hz Peygamber’in vefatından önce belliolan tertip esas alınmış.

IV.            Mahiyeti

Kuran-ı Kerîm Allah kelâmı olarak tanımlanır. Kuran’da herseyin bilgisi bulunmaktadır; Kuran’in mahiyetiyle ilgili müzakereler varlik ve deger konusundaki ontolojik bir tavra bagli olarak anlam kazanmakatadir. Klasik literaturde Kuran’in mahiyeti üzerinde gelisen söylem buradan hareketle biri fenomenolojik digeri özsel olmak üzere iki kisma ayrilmaktadir. Kuran’in iki önemli özelliklerinden okunmasi ve dinlenmesidir.

V.                Muhtevası

A.    Mekkî Sûreler
Mekke’de toplumun putperestliğe olan düşkunlugu oldugu icin inen âyetler tevhid ağiırlikliydi. Giderek devam eden putperestlikle Kuran’in üslubu giderek sertlesmistir. Surelerin genislemesiyle konularin esasina deginilmistir.

B.    Medenî Sûreler
Muhtevalari hicretle birlikte yeni bir toplum kurmanin inanç ve ahlak temelini oluşturacak ilkeler seklinde özetlemek mümkündür. Medine’de ise Peygamber Efendimiz Yahudi topluluguyla karsilasmistir, burada inen ayteler buna bagli olarak derlenmistir.

VI.            Icazı ve Üslubu

A.  Dili ve uslubu
Hz Peygamber’in Kureysli olmasiyla beraber Kureys lehçesi agir olmak beraber diger lehcelere de yer verilmistir.
- Mevcut edebî şekillerden farklıdır
- Lafiz ve mana dengesi vardir
- Gönûllere Tesir eder
- Ses ve Terkip nizaminda ortaya ahenk çikar
- Edebi Türklerin hepsinde Mükemmeldir
- Ayni anda farkli seviyelere hitap eder
- Akla ve duyguya dengeli olarak hitap eder

B. Diger Icaz görusleri

VII.         Açıklanması ve Yorumlanması

 

A.      Kur’an’in Açiklanmasi
Kavrama sürecinde tefsir disiplininin ilgi alanina giren açiklama asamasi Kuran’in anlasilmasi yolunda ilk ve en önemli adimi olusturmaktadir.

1.       Kuran’in dil bilimi ve metin yönünden tahlili

2.       Tarih bilgisi ve Kuran’in tarihi baglami

a.       Hadis koleksiyonlari

b.      Tarih kaynaklari

 

B.      Kuran’in yorumlanmasi

1.       Kuran’in yorumlanmasinda öznellik sorunu

2.       Kur’an’in degerlerinin günümüze taşınması

 

VIII.     Kuran İlimleri

Kuran’la dogrudan ilgili olan disiplinleri kapsar.
Kuran ilimlerinin dogusu ve temelleri Kuran’in indigi döneme kadar gider. Cunku ilk ayetin nazil olusundan bahseden Hz Peygamber vahyin nasil geldigini ve vahiy meleginin durumunu da açiklanmistir.

 

IX.            Tercümesi

A.Kuran’in tercümesi

a.      Türkçe Kuran Tercümeleri
Uygur alfabesiyle yapilan Kuran Tercümleri

b.     Arap alfabesiyle Yapilan

c.      Latin alfabesiyle yapilan tercümeler

B. Hristiyan dünyasinda Kuran tercümeleri

a.      Italyanca Tercümeler

X.                Kuran’la Ilgili Fıkhi Hükümler

 

A. Kuran ve ibadet:
B. Mushafa dokunmada abdest ve gusül şarti
C. Kuran’in ücretle okunmasi ve ögretilmesi
D. Ücretle Kuran okuma
E. Ücretle Kuran ôgretme
F. Kuranla tedavi

XI.            Kuran ve Kitab-ı Mukaddes

Kuranla daha once gelen ve ilahi vahiy oldugu kuran tarafindan onaylanan kutsal kitaplar arasinda gerek vahyedilme ve kaydedilmesi istinsah ve günümüze intikali gerekse ûslup ve muhteva yönünden önemli farkliliklar mevcuttur.

XII.         Edebiyat

Genellikle üç döneme ayrilarak incelenen turk edebiyatinin sekil dokuz asirlik en uzun en verimli devresi İslam dini ve medeniyetle ona hakim vasiflarini kazandiran kuran’in etkisi altinda gelismistir.

XIII.     Literatür

1.       Tefsirler

a. Rivayet tefsirleri

b. Dirayet tefsirleri

c. Lugavi tefsirleri

d.Mezhebi tefsirleri

e. Ilmi içtimai edebi tefsirler

f. Ahkam ayetleri tefsirleri

2.       Kuran ilimleri

3.       Bati’da Kuran ve Tefsir arastirmalari


0 Yorum - Yorum Yaz


Tercümeler:

Kur'an'ın bir çok dilde tercüme çalışmaları yapılmıştır.

Bunlar lafzî ve yada manevî diye ikiye ayırabiliriz.

Harfî yada lafzî: nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbirine muvafık olması şartıyla bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir.

Tefsirî yada manevî: asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına sayısına vb şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır.

Yani manaya itibar edilir.

Birçok dilde tercümeler mevcuttur: Almanca, Fransızca, İngilizce, Yunanca, Rusça, Polonyaca, İtalyanca ve daha pek çok dilde çalışmalar vardır.


0 Yorum - Yorum Yaz

Yasemin Biçim 09070368    25.05.2013

 

1.     Kur’an Maddesi

      Kur’ân veya Kur’ân-ı Kerîm, İslam dininin Kutsal Kitabı’dır. İslam'da, Allah tarafından Cebrail isimli melek aracılığıyla İslampeygamberi Muhammed bin Abdullah'a vahiyler şeklinde indirildiğine inanılır.
İlk 
halife Ebubekir (632-634) zamanında bir araya getirilen Kur'an nüshaları, üçüncü halife Osman bin Affan döneminde çoğaltılarak önemli merkezlere gönderilmiştir.

    Kuran sözcüğü Arapça QARE'E sözcüğünün üç harfli mastarıdır. Kuran “okunan şey “veya “ okumak", Kerîm ise "soylu, asil" ve "eli açık, cömert" anlamlarına gelir.  Kuran kelimesi, Kur'anın 58 ayetinde geçer. Ayrıca "kur'an" kelimesi kur'anda "okunan, okuyuş, okuma" "ekli, katlı, derli" anlamında da kullanılmıştır. "Biz onu, akıl etmeniz için Arapça okunuşla indirdik." (Yusuf Suresi: 2) "Kuranı okuyacağında kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığın." (Nahl Suresi: 98)  "Kuran'dan indirir olduklarımız, inananlara şifa ve rahmettir..." (İsrâ Suresi: 82).

İslam'da Kuran'ın, Cebrail ve Muhammed'in birbirlerine karşılıklı okumaları ve sahabilerin ezberlemesiyle korunduğuna inanılır. Vahyin Muhammed'in ölümüne kadar devam etmesi sebebiyle Muhammed'in sağlığı sırasında Kuran’ın kitapta toplanmasına imkân yoktu. Vahyin Muhammed'in ölümünden iki gün öncesine kadar devam ettiğine inanılmaktadır. Kuran sureleri bazen bir bütün olarak bazen de bölümler halinde yazıldı. Mekke’de yazılanlar "Mekkî", Medine'de yazılanlar "Medenî" olarak adlandırıldı.

Mekke dönemi 

            Kur'an yazımında 13 yıl kadar süren ve Kur'anın hacimsel olarak 2/3 kısmını oluşturan Mekke dönemi "sözlü kültür dönemi" olarak değerlendirilir. Bu dönemde ayet ve surelerin hemen yazıya geçirilmesi gibi bir uygulamanın bulunmadığı, sözlü olarak ezberlendiği, Kur'anın şiirselliğinin ezberlenerek korunmasına yardım ettiği, daha sonraki hicrete yakın birkaç yıl ile Medine dönemi olarak ifade edilen yazım döneminde bu hafıza bilgilerine dayanılarak ayetlerin kayda geçirildiği ifade edilmektedir.

Mekke döneminde Kuran'a, Kuran'ın Âdem'den itibaren devam eden tevhid dini ve vahiy zincirinin devamı olduğu ibaresi eklendi. Mekki ayet ve sureler İslâm inanç ve ahlâkı ile ilgili konuları kapsar; Allah'ın birliğinemeleklerepeygamberekitaplara ve 'ahiret günü'ne iman gibi konular işlenir, Allah ile eş tutulan putlar reddedilir.

 

Medine dönemi

            Medine'de yazılan âyet ve sûrelerde daha çok aile ve devletin tanzimi, insanların birbiriyle veya devletle olan ilişkilerini düzenleyen şer'i hukukun kuralları, anlaşmalar, barış ve savaş durumları söz konusu edilir. M.S. 622 tarihinden itibaren bu hükümleri uygulamak için yeterli güce sahip bir İslâm Devleti, Muhammed yönetiminde, Medine'de oluşmuştu.

            İnanışa göre yükümlülükler Allah tarafından hafiften ağıra doğru yavaş yavaş 23 yıla yayılarak gönderilmiş, Muhammed ve arkadaşları bunları uygulamaya geçirmiştir. İslam inanışında bu devrin özelliği; iyi ve yararlı olanın alınması, kötü ve zararlı olanın kaldırılmasıdır.

Metnin orjinalliği, korunması ve nakli 

              Yaklaşık 23 yıl sürdüğü ifade edilen vahiyin 2/3 kısmını oluşturan Mekke döneminde Kur'an büyük ölçüde yazılmamış, ancak hicrete yakın dönemler ile Medine döneminde yazım işlemi yapılmıştır.  Bu yazım materyali de Muhammed'in sağlığında mushaf hale getirilmemiş, değişik kişilerin kendileri için yazıp sakladıkları parçalar şeklinde ve hıfz yolu ile muhafaza edilmiştir. Kur'anın orijinalliği konusunda İlahiyatçılar arasında genel bir mutabakat olsa da bu konuda şüphe uyandıran tutum ve rivayetlerin kaydedilmiş olduğu gözardı edilemez. 


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi