Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)

Sayfa 5    08.04.2013

2012-2013 Bahar Dönemi Tefsir Rivayetlerine Göre Kur’ân’ın Nüzul Ortamı II Dersinden kazanımlarınızı maddeler halinde yazınız.

Not: İbn İshâk, İbn Hişâm, Siyer-Megâzî, İhtilâf DİA maddeleri, “Tarih Nedir?” müzakeresi dahildir.

Hedef Tarih: 5 Mayıs 2013

 



          HAZIRLAYAN BAYRAM AKTAŞ /   11952753

 

               İslam dini bilgiye çok önem veren bir dinidir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz .  Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır . Her on ayetten biri ilimden bahsetmektedir . Ümmi bir peygambere okuma yazmanın dahi genel olarak  bilinmediği bir dönemde bu ayetlerin nazil olduğu düşünülürse  gerçekten  manidardır . Günümüz Mü’minleri içinde sorgulanması gerekn bir durumdur .

Bilgi ve bütünlük kelimelerinin anlamları : Bilgi genelde bilen insan ile bilinen şey ( nesne ) arasındaki ilişki olarak tanımlanmaktadır . Dış dünyada milyarlarca şeyin varlığını beş duyumuzla anlarız . İşte dış dünyadaki varlıkların zihnimizde bıraktığı ize bilgi adını vermekteyiz . [1]   Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır [2]

                   islam dininde bilimler her ne kadar Tefsir, Hadis, fıkıh kelam  vb..gibi  farklı alanlara ve branşlara  ayrılsa da , öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadır . Adeta aynı kaynaktan doğup ta zeminsel şartlardan dolayı farklı yataklarda akan akarsu ; aynı kökten yetişip te   farklı şekil ve konum alan ağaç dalları gibidirler.

                    İslam’da bilginin kaynağı Kur’an , Sünnet ve akıl olmak üyere üç tanedir .

1)      İlahi kaynak ( Kur’an) :

2)      Beşeri kaynak ( akıl )

3)      Hem ilahi hemde beşeri yönü bulunan kaynak ( Sünnet )

 

1)      İlahi kaynak ( Kur’an) : Aynı zamanda vahye dayalı kaynak da diyebileceğimiz Kur’an İslam’ın en temel kaynağıdır .’’ İslamiyet içersinde gelişen bütün bilimler Kur’an’ı merkeze alarak , O’nun çevresinde O’na göre gelişmişlerdir ‘’[3]. Bu dogal bir durumdur çünkü Kur’an ilahi kökenli olması , vahye dayanması itibariyle mü’minler için kesin bilgi ifade eder ve üzerinde tartışılmaz .

 

2)      Beşeri kaynak ( akıl ) : İslam’da insan faliyetlerine dayanan bir bilgi kaynağı da vardır ki bu akıldır . Aklın İslam’da hem dini hem de hukuki konularda önemli bir yeri vardır . Kur’an’da akletmeyi tavsiye eden bir çok ayeti kerime de vardır . [4] ’’ Kur’an vahyi aklın üstünde bir bilgi kaynağı olarak görmektedir . Fakat aynı zamanda vahiy yoluyla konulan esasların doğruluğunun ancak akıl aracılığıyla muhakeme edilebileceğini söylemektedir . Bu sebeple tekrar tekrar akıldan bahsederek akli yeteneklerinden yararlanmayanları kötülemektedir.[5] İslam’ın koyduğu esaslar yine akıl ile anlaşılabileceğine göre vahiy ve akıl yanyana yürüyen ve birbirini tamamlayan bir bütünün  iki parçasıdır.’’[6]

Beşeri kaynaklar ise İcma( ictihad) ve kıyas olmak üzere ikiye ayrılır .

A)     İcma : İcma Istılahi (terimsel)  anlamda ‘’ Hz. Peygamberin vefatından sonra herhangi bir devirde alimlerin , dini bir meselenin hükmü hakkında ittifak etmeleri anlamına gelir ’’ [7] Kur’an’da ve sünnette hakkında hüküm bulunmayan konuların çözülebilmesi için Kur’an ve sünnet icma’ı İslam’ın üçüncü kaynağı olarak kabul eder [8]

İctihad : İcma’ın ferdi kişisel boyutunu oluşturan ictihad da bir kaynak olarak kabul edilmiştir.  Fıkhi bir terim olarak ise , fakihin tafsili delillerden şer’i ,ameli hükümleri çıkarmak için bütün imkanını harcaması mansına gelir . ictihadla sabit olan hükümler alimin kendi gayreti ile elde ettıği görüşler olduğu için kesinlik ifade etmez . Her ictihad kendi devri ve şartları içinde doğru sayılır. [9]

Kıyas : hakkında nass bulunmayan bir meseleye , aralarındaki ortak illet sebebiyle hakkında nass bulunan bir meselenin hükmünü vermektir .  Pezdevi şeriatın asıllarının kitap , sünnet ve icma olmak üzere üç tane olduğunu dördüncü aslın ise , bu ilk üçünden hüküm çıkarsayan kıyas olduğunu belirtmektedir . [10] İslam’da beşeri kaynak olan icma ve kıyasın yanında yardımcı kaynak diyebileceğimiz ; istihsan , istishab maslahatı mürsele , sahabe kavli, örf , seddi zerai Şer’ u men kablena kaynakları vardır ki konumuzu uzatmamak adına bunların tafsılatına girmeyecegiz .

           3)  Hem ilahi hem de beşeri yönü bulunan kaynak ( Sünnet ) : sünnet   ıstılahta

           Hz peygamberden sadır olan söz, fiil ve takrirlerle O’na ait sıfatlara denir. Bu manada sünnet hadisi nebevi ile eş anlamlıdır .  Klasik kaynaklarda sünnet ilahi kaynaklı  bilgi olarak , modern dönemde ise beşeri kaynaklı bilgi olarak ele alınırken [11]  biz her iki yaklaşımdan farklı olarak üçüncü bir başlık altında    hem ilahi hem de beşeri kaynaklı bilgi katagorisinde ele aldık . Kur’an’ı Kerim Peygamberimizi hem beşer hem de vahiy alan bir rasül olarak nitelemektedir [12]  Şah veliyullah dihlevi ( ö .1176/1763) nübüvvet ve risaletin mahiyeti açısından Hz peygamberden bilgileri iki kısma ayırır .

a-      Hz. Peygamberin risalet görevi ile ilgili insanlığa tebliğ etmekle sorumlu olduğu hususlar . Kur’an bunların başında gelir Hukuk , ibadet ve ahlakın ana ilkeleri de bu kısma girer . Yine Kur’an dışında ahiret alemi ile ilgili bilgiler ( Acaıbul melekut ) de bu türdendir .

b-     Risalet alanına girmeyen , tebliğ etmekle sorumlu olmadığı , tıb ve zıraatla ilgili sözlerini , özel fetva ve yargılarını , geçici bir maslahat ve menfaate sebep olan şeylere dayanarak söylediklerini ve yaptıklarını bu ikinci katagoride değerlendirir . [13]

            Peygamber efendimizden sadır olan her şeyin vahiy mahsülü olduğunu söylemek , Kur’an ‘da ifade edilen  beşeri yönüne ters düşerken ; O’ndan gelen Kur’an dışındaki her sözü beşeri olarak nitelemek , başta Cibril hadisi olmak üzere  Peygamberimizin Vahye dayandırdığı bilgilere ters düşmektedir . dolayısıyla bu şekilde ilahi ve beşeri boyutu bir arada barındıran tasnifin daha isabetli olacağına karar verdik . [14]

           Sünetin daha iyi anlaşılması için kısaca peygamberlik kurumunun önemine değinmek istiyorum . Peygamberlik , dinin temel esaslarının en güvenilir kaynağı olan vahyin bize ulaşmasına aracılık etmesi bakımından dinin en önemli kurumudur . peygamberlik yok sayıldığı takdirde din diye bir kurum ortada kalmaz . zira ilahi dinin tamamı haberden ibarettir ve bu haberi de  peygamber getirmektedir . dolayısıyla haberin varlığı ve güvenilirliği  peygamberin varlığına güvenilirliğine bağlıdır . bunlardan birinin eksik olması  doğrudan habere yansır … nitekim İslam’dan önceki semavi dinlerde ki bozulma , peygamberlik kurumunun tahribiyle başlamıştır. [15] konumuzla doğrudan alakası olamamakla beraber ilahiyat sahasında çalışan herkesin dikkat etmesi gerektiği kanaatiyle bu kısmı buraya eklemiş bulunmaktayız .    

              İslam ‘da bilgi bütünlüğünün temelini oluşturan kaynaklar zikredildikten sonra aynı köke sahip olan İslami bilimlerin bu kökten  farklı dallara ayrılış sürüvenine değineceğiz. Peygamber efendimiz hayatta iken sahabeyi kiram her türlü müşkilatını O’na danışarak hallediyor, sorunlar ve sorular Allah rasülünün müdahalesi ve izahıyla çözülüyor, hiçbir ihtilafa mahal kalmıyordu. Peygamber’imizin vefatıyla tek teşri ve otorite kaynağı ortadan kalktığı için ihtilaflar zuhur etti . Hatta  cemel ve sııfın gibi şavaşlara neden oldu. Diğer taraftan fetihler hızla devam etti. Hicretin birinci asrının sonunda , İslam coğrafyasının sınırları batıda avrupanın en uzak noktasına , doğuda ise Çin hududuna kadar uzanıyordu . Fetihlerle beraber farklı inanç ve kültüre sahip insanlar İslam dinine girdiler . ’’Futuhattan sonra muhtelif şehirlere dağılan sahabe , ilmi hareketlere başlamış ve onlarda ekseriye Arap olmayanlar ilim almıştı . İşte bunlar tabiilerdi ki çoğu mevali  idi. Eski din ve kültürlerinin tesirinde kalarak , İslamiyeti Araplardan farklı şekilde anlamışlardı. ‘’ [16]

               İslam coğrafyasının genişlemesiyle sorunlar ve çözüm bekleyen meseleler çoğalmıştı.Bu durum karşısında sahabe ve tabıun efendilerimiz , Kur’an’a ,sünnete  ve Peygamberimizden daha O hayatta iken öğrendikleri içtıhada  yani  bu ikisini temel alarak ortaya koyacakları şahsi görüşlerine müracat ediyorlardı . Bir yandan karşılaşılan sorunlara çözüm bulma arayışı , diğer yandan İslam’ın içinde barındırdığı ilmi potansiyel yani müntesiplerini ilme ,irfana ,düşünmeye ve akletmeye teşvik edişi ,müslümanları Kur’an ve sünnet üzerinde detaylı araştırmaya yöneltti. ‘’ Ortaya çıkan sonsuz sayıda duruma sınırlı sayıda kaynak metinle cevap verebilmek amacıyla , Kur’an ve diğer metinsel kaynakların adeta noktasına kadar incelenmesi gerekiyordu. ‘’[17]

                ’’ İlk devirde hadis ilmi bütün marife şamildi . Bazı hadisler , Kur’an ayetlerinin tefsirini , bazıları fıkhi bir hükmü, bazıları da Hz. Peygamber’in gazalarını ihtiva ediyordu .’’[18]  İlimler alanlara ayrılmış değildi. Bütün ilmi çalışmalar fıkıh adı altında yapılıyordu.

                 Hicri birinci asırdan itibaren yukarda saydığımız sebeplere ilaveten İslam düşmanlarına karşı dini savunmak , İslam bünyesinde ortaya çıkan çeşitli fırka ve mezheplerin muhalif gördüğü diğer fırka ve mezheplere karşı giriştikleri çabanın sonunda , bilgiler çeşitli yöntem ve metodlar altında belli bir düzen ve disiplin altında toplanmaya başladı.

                Buraya kadar saydığımız durumlar islami bilimlerin  dayandığı kaynak bütünlüğüne ve bu kaynaktan durum ve ihtiyaca göre genişleyip , genişlemesine işaret etmekteydi. Şimdi ise bilgiyi işleyen olarak  bu bütünlüğün diğer bir yönünü oluşturan ilim adamları kısmına , değinmek istiyorum

                 İlk dönemlerde  islam ilimleri alanlara ayrımamıştı ve o devirdeki ilim ehli de  ilimlerin tamamıyla ilgileniyordu . Yani sahıslarda bilgi bütünlüğüne sahiplerdi. Gerek hadis,gerek tefsir gerekse fıkıh tarihine baktığımız zaman bu ilimlerin duayenlerinin , aynı şahıslar olduğu hemn dikkatimizi çekmiştir. Örneğin Abdullah b.Mes’ud ‘un hayatına baktığımız zaman ‘’ Hz. Peygamberin daima yakınında bulunmuş olması sebebiyle Kur’an .tefsir ,kıraat,hadis ve fıkıh ilimlerinde şöhrete ulaşmış ‘’[19]  biri olark anıldığını görürüz . Abdullah b.Abbas başta olmak üzere bir çok sahabeyi kiram efendimiz içinde durum farklı değildir.

              Netice itibariyle islami ilimler birbiriyle bütünlük arz eder. Dolayısıyla bu bilimleri birbirinden kesin çizgilerle  ayırmak mümkün değildir . Hocamızında ısrarla üzerinde durduğu üzere ,ilahiyat   sahasında yapılan çalışmalarda bu bütünlük göz ardı edilirse yapılan çalışmanın bir yönünün eksik kalacağı unutulmamalıdır .

 

 

 

 

   



[1]  İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 1 , S . 5

[2] Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kur’an ve Bağlam , S. 205

[3] İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 3 , S . 86

 

[4] Bkn. Bakara, 44,73,75, 164, 242,   Al-i İmran 65,118,  En’am , 32 ……  

[5] Nisa , 83

[6] İslam Dininin Temel Kaynakları. , Ünite 16, S. 280

[7][7] Dini Kavramlar sözlüğü .DiB yayınları S. 291

[8] Nisa ,115

[9] Dini Kavramlar sözlüğü .DiB yayınları S. 292

[10] Dini Kavramlar sözlüğü .DiB yayınları S. 292

 

[11] Örenk olarak  Bkn  İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 3 , S . 86

[12] İsra , 93

[13] İslam Dininin Temel Kaynakları. , Ünite8 , S. 132

[14] Böyle bir tasnife gitmemize , şu an ki diyanet işleri başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hocamızın ‘’ İslam Dinin  Temel Kaynakları  , ünite 8. S 127-144 ‘’ yazısı etkili omuştur .

[15] Geniş bilgi için Bkn . cafer Çağdaş , vahyi anlama ve uygulamada peygamberimizin rolü,  Diyanet ilmi Dergi , Hz Muhammed özel sayı 2000 , 

[16] Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu , Tefsir Tarihi , S. 90-91 ,  Fecr yayınları , Ankara 2010

[17] Prof . Dr. Mehmet Paçacı , Çağdaş dönemde Kur’an’a ve tefsire ne oldu ?  Klasik yayınları , İstanbul 2008

[18] Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu , Tefsir Tarihi , Fecr yayınları , Ankara 2010

[19] Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu , Tefsir Tarihi , S. 73 ,  Fecr yayınları , Ankara 2010


0 Yorum - Yorum Yaz


TEFSİR-HADİS-FIKIH USÜLLERİ ve USULU'D-DİN BAĞLAMINDA BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ SORUNUNA MUKAYESELİ BİR BAKIŞ

Sıddık BAYSAL 

Bu terkiple anlatılmak istenen bilgi evreninde üretilen klasik veya çağdaş her bilginin köken itibarıyla bir, ihtisas alanları arasında sağlam bağların ve sistemler arası bilgi akışını sağlayan düzenli aktların bulunduğu, geçirgen, sistematik ve bütünlüklü bir yapının üyesi olduğudur. Şu halde bilgi olmaklık hüviyetini haiz hiçbir veri, sahaya öylesine serpiştirilmiş, dağınık ve benzerleri de dâhil olmak üzere diğer bilgi türlerinden tamamen kopuk, entelektüel nüveler değildir. Zira terkipteki “bütünlük” öğesi, “tümün” bütün yapısal ve işlevsel hususiyetlerini içine alan tekil bir yapıya delalet eder. Bu durumda “bilginin bütünlüğü” terkibini, tüm bilgileri orijin bakımından tek bir asla göndererek tanımlamaya ek olarak zaman içindeki tüm görüngü ve vecihlerini de içine alan külli ve sistematik bir epistemolojişeklinde tanımlayabiliriz. 

Orijinin tekliği meyanında yukarıdaki tanımı tatbik edersek, Temel İslam Bilimlerinin temel metinlerin tespit ve yorum biçimlerini temsil ettiklerini, dolayısıyla o metinlerden çıkıp sahaya yayılan damarlar olduklarını söyleyebiliriz. Tarihsel öncelik sonralık, ardıllık gibi kronolojiye ilişkin gerçeklikler de temel kaynakların ardından bu ilimlerin birer disiplin olarak teşekkül ettiğini gösterir ki bu sözü edilen ilimleri köken itibarıyla zaman bakımından daha önceki bir kaynağa göndermeyi mantıken gerekli ve mümkün; kendilerinden sonraki vakalara nispet etmeyi ise muhal kılar. Biraz daha nesnel ifadelerle, bu ilimler tedvin edildikleri devirlerde, kuramsal bir bilgi sistemi halinde birden bire ve anlamsız bir şekilde ortaya çıkmamışlardır. Muktezayı halin, yani bireysel ve toplumsal ihtiyaçların neticesinde, yine o halin gerektirdiği evreler boyunca hayatın tedavülü ve tarihin devinimiyle mütenasip bir seyir içinde gelişerek tedvin çağına gelmişlerdir. Bir ilim olarak istiklale vakıf oldukları saatten geriye doğru gittiğimizde bu ilimlerin aralarında köken birliğinin var olduğunu kolaylıkla tespit edebiliriz.

Nitekim nüzul döneminde, lügat anlamlarıyla gündelik hayatta kullanılan fıkıh, hadis, tefsir vb. lafızların sistematik bilgilere delalet eden terim anlamlarıyla kullanımlarının tedvin çağına tekabül ettiği muhakkaktır. Örneğin ayetlerde kapalı kalan ifadelerin basit düzeyde izahına yönelik girişimler manasında tefsir sözcüğünün ve gerekse Kur’an metninin literal manasının yanı sıra hikmet ve esprisini de bilmeyi ifade edecek manada fıkıh tabirinin erken dönemlerde kullanıldığını biliyoruz. Ancak bu yorumsama çabalarına ilişkin bilgilerin konu ve metot bakımından henüz o dönemlerde ayrışmadıkları, hatta birbirlerinin içine geçmiş vaziyette bulunduklarını belirtmek gerekir. Örneğin tefsire veya fıkha müstenit ifadeler hala nakil düzeyindeydiler ve hadis ilminin içinde telakki ediliyorlardı. Kelamdan söz etmek içinse henüz çok erkendi. Yukarıda da değinildiği gibi bu ilimler tedvin döneminde teşekkül etti ve kuşku yok ki bu ilimlere ilişkin usullerin teşekkülü de eşzamanlı bir sürecin ürünüydü. 

Yazıyla sabit bir metin olması hasebiyle Kur’an’ın lâfzî, fizikî ve lügavî olarak gelecek nesillere nakledilmesi rivayet kültürünü gerektirmeyebilirdi. Evet, hafızlar tarafından hıfzedilen ayetler, indikleri anda yazıya geçiriliyordu. Hatta çoğunluğunu vahiy kâtiplerinin oluşturduğu bir zümrenin özel Mushafları dahi vardı. Yine de tarih aksi yönde tecelli etti. Yazılı nüshalara rağmen erken dönmede Kur’an, toplum katmanlarında genellikle yazıyla değil de şifahi nakillerle yayıldı. Bu uygulama basit bir prosedür değildi. Teknik açıdan Kur’an’ın tabi olduğu tevatür formunda nakil, rivayet kültürünün varlık biçimlerinden sadece biriydi ve daha sonraları bu yöntem ziyadesiyle hadiste istihdam edilecekti. Dahası hadis ilmi rivayete ilişkin umdelerini temel metnin oluşumu esnasında O ümmi Nebi (sav)’in talim ve terbiyesinde ilk nüvelerinin verildiği bu gibi tatbikat ve talimatlarından alacaktı.[1]

Nihayetinde rivayetler geçmişin bilgisini taşıyan bilgi öbekleri halinde düşünce evrenimizdeki hususi yerlerini aldılar. Ancak bu yolla nakledilen bilgilerin hem şekil hem de esas itibarıyla, yine bu yolun muktezasına cevap verebilecek yöntemlerle test edilmesi gerekiyordu. Bilginin güvenilirliğini özneler düzeyinde temsil eden son derece sağlam ve titizlik gerektiren bir tenkit ilkesi olarak “cerh ve ta’dil” gibi kavramlar entelektüel hayatımıza ıstılah düzeyinde işte tam bu safhada girdi; ancak pratik olarak zaten meri idiler. Örneğin erken dönemde, Kur’an’ın cem’i hadisesinde vahiy metinlerinin yazılı halleri tek başına yeterli bulunmamış, o metni kimin getirdiği, hangi kanallardan ve hangi süreçlerden geçerek aldığı, hatta dini ve ahlaki, sosyal ve iktisadi muameleleri ne biçimde yürüttüğü gibi metinle doğrudan alakası olmayan harici hallere dahi bakılmıştı.

Netice itibarıyla tarihte özgün vakası olan ve tarihsel gerçekliği ihmal etmesi mümkün olmayan bu metin, nakil noktasında da gerçek zamanlı hikâyelerin sözel formlarına, yani rivayetlere ve o formları taşıyacak gerçek öznelere, yani râvîlere ihtiyaç duymaktaydı. Aksi halde sosyal mesnetten yoksun, boşlukta oluşmuş, bu yüzden de tecrübe edilmemiş tarih dışı, hayalî bir metin olarak tarihin arşivinde kalırdı. Cerh ve tadililkesi onun sağlam yöntemlerle ve güvenilir nakil araçları ile çağlara intikalini temin ediyordu. Böylelikle İslami bilginin nakline ve nesnelliğine ilişkin bir usül olarak aslında kendinin de ait olduğu bilgi havzasının zemini sağlamlaştırıyordu.

Kur’an gerçek bir tarihin içinden geçerek gelmekteydi, son derece hakikiydi ve vakıayla reel irtibatı vardı. Dolayısıyla, sırf dilbilimsel yorum faaliyetleri ile maksatlarının tam olarak anlaşılması mümkün değildi; teşekkül sürecine de vakıf olmak gerekiyordu. İşte tam da bu noktada devreye kaynak metinlerin teşekkülü ile çağdaş başka özneler giriyordu ki sahabe ismi ile anılan bu öznelerin içtihat ve yorumları gerek tefsir, gerek fıkıh, gerekse kelam için ilk mesabesinde vahyin tatbikini tahkiye eden orijinal rivayetlerdi ve bu rivayetlerden bir yorumsama tekniği/usül üretilebilirdi. Peki, onların bilgisine güvenlikli bir şekilde nasıl ulaşılacaktı?

Buradaki boşluğu tarih/siyer ve hadis ilmi doldurdu. Hadis mecmualarında ve bir kısım rivayet tefsirinde geçen pek çok rivayet, temel metinlerin nüzul asrında Rasulullah tarafından, ardından Sahabe tarafından nasıl işlendiğini göstermekteydi. Bu dönemde kaynak metinlerin ilk yorumları oluştu. Kur’an ve Sünnete ek olarak sahabe rey ve içtihadı da artık referans metin hüviyetini kazanıyordu. Takip eden nesillerce aynı şekilde anlaşılmış olmalıdır ki ilk neslin rivayetleri bilhassa rivayet tefsirlerinde hadislerle birlikte mütalaa edilmişti.  

Tefsirin görevi ayetleri nüzulle eşzamanlı olarak ilk muhatapların anladıkları gibi anlamaya çalışmaktı. Bunun için dilbilimin yanı sıra tarihin de bilgisine ihtiyaç vardı. Söz konusu bilgi hadis külliyatında ve tarih kitaplarında mevcuttu. Üstelik hadis ilgili malumatı ham halde bırakmamış, tenkite tabi tutarak güvenilirliğini test etmişti. Hadis usûlü, rivayete dair umdeleriyle ve tarihsel süreçlere tanıklığıyla nakle dayalı bilginin işlenme yöntem ve kaidelerini belirliyor, Kur’an dâhil bütün kaynak metinleri tanımlıyordu. Fıkıh ve Kelamsa“Sebebin hususiliğine rağmen, lafzın umumi olabileceği”[2] prensibine dayanarak ilahi metni sebebinden bağımsız umumi bir metin olarak telakki edebiliyordu. Bu bağlamda Kur’an’ı saf metin olarak, dil ve mantık kurallarıyla, nass, zahir, mücmel, mübeyyen, âmm, hâss, mutlak, mukayyet, hitabın mana ve konusu, lahne’l-hitab, hitabın delili, nesh ve koşulları, çok anlamlılık, eş anlamlılık ve zıt anlamlılık gibi durumlar, Arap dil enstrümanları (dilbilim, etimoloji, morfoloji, linguistik, semantik, retorik ve semiyotik), kontekst/siyak-sibak, lafzın zihne mütebadiren doğan anlamı; hakikatin mecaza, umumun hususa, mutlağın mukayyete, istiklalin idmara takdimi, te’hire dair bir karine bulunmadıkça kelamın orijinal tertibini esas almak gibi karinelere bağlı kalınarak okunuyordu. İşbu karineler her ne kadar farklı ihtisas alanlarında farklı hiyerarşiyle takdim edilseler de genel espri itibarıyla müşterek olarak istihdam ediliyordu.

Bundan ötürü farklı sahalarda kaleme alınmış usül kitaplarında farklılıklara rağmen ortak bir terminolojiye ve vücûh ve’n-nezâir, hakikat-mecaz, muhkem müteşâbih, kıraat, esbâb-ı nüzul, nasih-mensuh, kıssalar, siyer, rivayetler ve bunun gibi müşterek temalı konu başlıklarına rastlanır. Bu durum aynı temel kaynakların yorumsanmasına ilişkin usullerin konu bütünlüğü dolayısıyla pek çok noktada kesişmek durumunda olmasındandır.   Sıddık BAYSAL, Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı, Tefsir Bölümü Doktora Öğrencisi



[1] Basit bir örnekle hadislerin yazılmasının nüzul döneminde yasaklanması, “bana taammüden yalan isnat eden cehennemdeki yerini hazırlasın.” şeklindeki ifade rivayet kültürünün disiplinsiz hareket etmesine mani oluyordu.

[2] Hafız Celaluddin Abdurrahman es-SUYUTİ, el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an, Daru ibn Kesir, Dımaşk 1996, c. II, s. 95-96 


0 Yorum - Yorum Yaz

ihtilaf    06.05.2013

                                                                           

                                                  

                                                        Bayram AKTAŞ / 11952751

 

 İHTİLAF

 

 

        Sözlükte "geride kalmak ve biri diğeri­nin yerine geçmek" anlamındaki half kö­künden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak "bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit ol­mamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık" gibi mânalara gelir.  Terim olarak ih­tilâf, "söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak" demektir  İhtilâf ve hilaf terimleri bazan benzer veya eş anlamlı olarak kullanı­lırsa da aralarındaki ince fark genellikle ko­runmaya çalışılmıştır. İhtilâfın daha çok "farklı bir görüşe sahip olma, farklı gö­rüşlerden birini benimseme" anlamı ta­şımasına mukabil hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebi­lir. Buna göre ihtilâf maksat aynı olmak­la birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.

        

          Bir diğer tanıma göre de delile dayanma­yan aykırı görüşe hilaf, delile dayanana ise ihtilâf denmiştir. Litera­türde kesbî ve gayri kesbî (tabii) olmak üzere iki farklı ihtilâf kavramından da söz edilir. Bunlara "görüşler ihtilâfı" ve "cins­ler ihtilâfı" adını veren Ebû Hilâl el-Askerî ve İbn Akil. görüşler ihtilâfını "iki hasım­dan birinin görüşünün diğerininkinin ak­sine olması", cinsler ihtilâfını da "iki şey­den birinin diğerinin yerini tutmasının imkânsızlığı" şeklinde tanımlarlar.

        

            Kur'an'da ve hadislerde ihtilâf kelime­si mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmış, daima birlik olmak, tefrika ve ihtilâftan kaçınmak emredil­miştir. Birçok âyette sözü edilen ihtilâf dinî inançlarla ilgili olup insanın dünya ve âhirette mutlu ya da bedbaht olması bu gibi konularda benimsediği görüşlere ve aldığı tavırlara bağlanmış, bu tür ihtilâf­lara düşen insanlar arasında hüküm ver­meleri için peygamberlerin gönderildiği ifade edilmiştir (el-Bakara 2/213). Peygam­berlerin açıklamalarından sonra hâlâ ih­tilâflarını sürdürenler ise birçok âyette kı­nanmış (meselâ bk. ÂI-i İmrân 3/19, 105; el-Câsiye 45/17) ve nihaî hükmün âhiret­te bizzat Allah tarafından verileceği belir­tilmiştir (Âl-i İmrân 3/55; el-Mâide 5/48; el-En'âm 6/164).

       

             İslâm düşüncesinde dinî konulardaki ihtilâfın meşruiyeti inanç konuları (usûlü'd-dîn) ve fıkhî hükümler (fürûud-dîn) ol­mak üzere temelde İki farklı alan göz önü­ne alınarak değerlendirilmiş, inanç konularında taraflardan sadece birinin haklı, diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte genellikle iki ayrı kategori ortaya konmuştur. Yaratıcının varlığı ve birliği konusunda ileri sürülen aykırı düşünce­lerin kişiyi İslâm dışına çıkaracağı husu­sunda İslâm düşünürleri arasında ittifak varken Allah'ın sıfatları ve iradesi, kaza ve kader gibi konulardaki aykırı yaklaşım­lar bid'at olarak değerlendirilmiştir. İs­lâm düşüncesinde genel eğilim ehl-i kıb­leye mensup insanları tekfir etmemek yö­nünde olmakla birlikte bu tür konulardaki aykırı tavırları da İslâm dışına çıkmada ye­terli görenler olmuştur

 

          Fıkıh ilminde ihtilâf icmâ ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmak­ta,  Kur'an ve Sünnet'in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, "müctehedün fîh" denilen içtihada açık konularda muh­telif sebeplerle ayrı kanaatler benimse­mesini ifade etmektedir. İhtilâfın sonuç­ları usûl-i fıkıhta çeşitli açılardan ele alın­mış olup bu çerçevede aynı konuda farklı sonuçlara ulaşan müctehidlerden yalnız birinin mi hepsinin mi isabet etmiş sayı­lacağı, isabet etmeyenlerin günahkâr olup olmadığı, mukallidin iste­diği içtihadı benimsemesinin yahut mez­heplerin ruhsatlarını araştırıp uygulama­sının cevazı ve yanlış içtihada uymaktan kaçınmak için ihtiyaten herkesin birleş­tiği şeyleri yapmanın müstehaplığı  gibi konular anılabilir.

       

       İslâm tarihinde ortaya çıkan ilk ihtilâfın Sakife günü halife seçiminde yaşanan, bazı uygulamaları sebebiyle Hz. Osman'ın hilâfetinin son günlerinde ortaya çıkan, Resûl-i Ekrem'in vefat edip etmediği ve ardından nereye defnedileceği konusun­da veya Hz. Peygamber'in ölüm döşeğin­de iken tavsiyelerini yazdırmak üzere kâ­ğıt kalem istemesi ve Hz. Ömer'in hasta­lığın etkisiyle bu istekte bulunduğunu söylemesi üzerine yaşanan ihtilâf olduğu­na dair çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de bu ilk ihtilâf tartışmasının bütün İs­lâm toplumunu ilgilendiren ayrılıklar et­rafında yapıldığı anlaşılmaktadır. Şahıs­lar arasındaki fıkhî ihtilâfların ise başlan­gıçtan beri hep var olageldiği bilinmek­tedir. Ashap Resûlullah döneminde bile içtihadı hükümlerde ihtilâf eder. ancak Hz. Peygamber'e müracaatla ihtilâflarını hallederlerdi.

      

        Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra bir ara bulucu kalmadığı için artık herkes kendi görüşünde devam etmiştir. Sahabe, farklı ictihadları tenkit etmekle birlikte muhaliflerine karşı geniş bir tahammül ve hoşgörü sahibiydi; ortaya çı­kan yeni bazı meselelerde ihtilâf ettikleri halde her biri diğerinin muhalefetini kınamaksızın caiz görür ve insanları ferdî ictihadlardan engellemeye asla çaba sarfetmezdi. Şûra neticesi üzerinde görüş birliği sağlanan kararlara ayrı bir önem vermekle birlikte ashap bütün özel hü­kümlerde icmâ hasıl olmasını da asla sa­vunmazdı.

         

         İslâmî ilimlerin teşekkül etmeye baş­lamasıyla fıkhî ihtilâfların bilinmesi fıkıh ilminin bir gereği olarak görülmüştür. İl­mi icmâ ve ihtilâf olmak üzere iki katego­ride ele alan İmam Şafiî müctehidin mu­halifini dinlemekten kaçınmaması gerek­tiğini, onu dinlemesi halinde farkında ol­madığı şeylerin farkına varıp düşüncesini daha sağlamlaştıracağını belirtir . Ona göre müctehid, muhali­finin neye dayanarak görüş ileri sürdü­ğünü ve terkettiği görüşü niçin terkettiğini anlamak için gayret sarfetmeli ve insaflı olmalıdır ki kendi kabullendiği gö­rüşün benimsemediği görüşten üstün­lüğünü anlayabilsin.

         Fıkhî konularda ihtilâfın meşruiyeti II. (VIII.) yüzyıldan itibaren sorgulanmaya başlanmıştır. Kur'an'dayer alan, ihtilâf ve tefrikaya düşmeyi kötüleyen genel an­lamdaki âyetleri (meselâ Âl-i Imrân 3/19; en-Nisâ 4/82; eş-Şûrâ 42/13; el-Beyyine 98/4) göz önünde bulunduran Müzeni, İshakel-Mevsılî, Câhiz, Zahirîler. Şîa ve Bâtınîler ihtilâfın dinde yeri bulunmadığını, aksine uzlaşmanın ve birlik olmanın emredildiğini savunmuşlardır.

      

        İhtilâfın meşruiyetini savunanlara göre Kur'an'da müteşâbih. müşterek ve me­cazi lafızların varlığı insanların ihtilâfına zemin hazırlamıştır. İhtilâf gayri meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkla­rı kullanılırdı. Ayrıca aklı kullanma ve dü­şünme emredilmiş olup insanların farklı kapasitelere sahip bulunmaları sebebiyle ihtilâfa düşmeleri kaçınılmazdır. Hz. Peygamber'in. Kur'an ve Sünnet'te cevabını bulamadıkları konularda sahabeye ver­diği ictihad izninin de ihtilâfa sebep ola­cağı gayet açıktır. İctihadda isabet eden kimsenin iki. hata edenin bir sevap kaza­nacağını ifade eden hadiste (Buhârî/'i'tişâm", 13, 21; Müslim, "Akziye", 15) hata edene bir sevap verilmesi ihtilâfın tasvip edildiğini gösteren bir başka delildir.

        Kar­şı tarafın ileri sürdüğü delilleri, hakkında sadece bir mânaya ihtimali olan aklî ya­hut naklî bir delilin bulunduğu hükümler­de, zanla yetinilmeyip kesin bilgiye ulaşıl­ması şart koşulan tevhid ve Hz. Peygam-ber'e iman gibi dinin temeli sayılan konu­larda aykırı görüş belirtmenin, icmâ ger­çekleştikten sonra ona muhalefet etme­nin veya devlet başkanlarına, valilere ve kadılara karşı gelmenin yahut içtihada ehil olmayanların re'y ihtilâfının yasaklan­dığı şeklinde anlamak gerekir. Dinin fürû meselelerinde ihtilâf yasaklanmış değil­dir. Belli bir konuda insanların farklı du­rumlarına göre farklı hükümler koyan naslar bulunduğuna göre bu tür konular da görüş ayrılıklarına yol açacak içtihadın caiz olması imkânsız değildir. İhtilâfın ta­mamı kötü olsaydı şeriatın naslarda açık­ça belirtilen ahkâmında ihtilâfın da caiz olmaması gerekirdi. Nasta emsali caiz olan ictihadda da caizdir (Cessâs, Ahkâmü'l'Kur'ân, 314],

         İslâm'da usul (akaid) konularında ve ge­nel ilkelerde (külliyat) ihtilâf doğru karşılanmazken fıkhî konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları mü­samaha ile karşılanmış ve, "Hata ihtima­liyle birlikte bizim mezhebimiz doğrudur; doğru olma ihtimaliyle beraber muhalifi­mizin mezhebi hatadır" şeklinde formü­le edilen bu anlayış, bazı istisnalar dışında İslâm âleminde geniş kabul görmüş­tür. Avn b. Abdullah, "Hz. Peygamber'in ashabının ihtilâf etmemiş olmasını iste­mezdim. Zira bir şeyde birleşmiş olsalardı bir kimse onu terkettiğinde sünneti ter-ketmiş. ihtilâf ettiklerinde ise onlardan birinin görüşünü esas alsa yine sünnete uymuş olur" diyerek ihtilâfın dini yaşa­mayı kolaylaştırdığını vurgulamıştır (Dârimî, "Mukaddime", 52).

       

        Fıkhî konularda ihtilâfların sebeplerin­den bazıları şunlardır:

     

        1. Usul farklılığı. Sarih bir nass bulunmaması halinde re'y, kıyas, istihsan, istislâh, örf gibi kaynak olup olmadıkları müctehidler arasında tartışmalı olan delillerin hükme esas alı­nıp alınmaması ya da mürsei rivayetlerin delil teşkil edip etmemesinde olduğu gi­bi delillerin şartları ile ilgili temel anlayış farklılıkları.

        2. Usulün meselelere tatbikindeki farklılık. aynı usul benimsenmiş olsa bile karşılaşılan meselede bu usulün nasıl uygulanabileceğine ilişkin olarak or­taya çıkan ayrılıklardır. Meselâ bir konuda taraflarca esas alınan nassın nasıl anlaşı­lacağı hususu ihtilâfa sebebiyet verebilir. Bu cümleden olarak emir ya da nehiy kipleriyle ifade edilen bir hükmün emir ise vücûb mu mendupluk mu, yasaklama ise haramlık mı mekruhluk mu ifade ettiği hususuyla ilgili yaklaşım farklılığı anılabi­lir.

        3. Hadisin ulaşıp ulaşmaması. Çok az kimse tarafından nakledilmiş olması do­layısıyla bir hadisin müctehide ulaşma­ması yahut sahih olmayan bir yolla ulaş­ması ve onun da nasların genel ifadeleri, mefhum ve kıyas gibi başka kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri haram kılan iki hadisin bulunması ve ha­dislerden birinin bir müctehide ulaşıp di­ğerine ulaşmaması; her müctehidin ken­disine ulaşan hadise göre hüküm vermesi yahut her iki hadis de ulaştığı halde söyle­niş tarihlerinin hükmü yürürlükten kaldı­ran (nâsih) hadisin bilinmemesi durumu.

         4. İçtihada dayalı hüküm verilmiş olan ko­nularda zamanla şartların değişmesi se­bebiyle müctehidlerin ictihadlarında   de­ğişiklik olması. Mecelle'de (md. 39), "Ezmânın tegayyürüyle ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz" şeklinde ifade edilen maddede kastedilen bu tür ictihad deği­şiklikleridir. Burada delil ve hüccetten kaynaklanan bir ihtilâf söz konusu değil sadece dönem farkından doğan ihtilâf söz konusudur. Ebû Hanîfe ve iki öğrencisi arasındaki ihtilâfların bir kısmı mezhe­bin daha sonraki âlimleri tarafından bu tür ihtilâftan sayılmıştır (örnekler için bk. Kemalpaşazâde, s. 231-233).

      

         İhtilâfı rahmet olarak gören genel müslüman kitle arasında fıkıh konuların­daki ihtilâfların uygulamaya yansıması dönemlere, ferdî ve kamusal alana göre farklılıklar göstermiştir. İslâm'ın ilk iki asrında ferdî alanda insanlar diledikleri âlimlere meselelerini sorar ve verilen ce­vaplar içinde dilediklerini uygularlardı, el-Muvatta'ı kanun kitabı haline getirme teşebbüsü karşısında İmam Mâlik'in sarfettiği, "Âlimlerin ihtilâfı yüce Allah'ın bu ümmete bir rahmetidir. Herkes kendisin­ce doğru olana uyar, herkes doğru yolda­dır ve herkes Allah'ın rızâsını aramakta­dır" sözü (Aclûnî, I, 66) o dönemde İslâm toplumunda yaşanan vakıanın bir tesbitidir. Mezheplerin teşekkülüyle belli bir mezhep içinde yetişen kimselerin bir bü­tün olarak başka mezhebe geçmesi ya da bazı konularda diğer mezheplerden fay­dalanması yolu açıktı. Daha sonra mez­heplerin kurumsallaşmasının ardından bu imkânın sınırları "taklid. iltizam, inti­kal, telfık" gibi başlıklar altında tartışma­ya açılmıştır. X. (XVI.) yüzyıl âlimlerinden Abdülvehhâb eş-Şa'rânî, dört mezhep arasındaki bütün İhtilâfları tahfif (ruhsat) ve teşdîd (azimet) kategorileri içinde de­ğerlendirerek kişilerin durumlarına göre bunları uygulayabileceğini belirtir ve bü­tün fıkıh konularını tek tek bu açıdan ele alır. Kamusal alanda ise klasik dönemde kadılar müctehid sayıldığı için ihtilaflı ko­nularda belli bir görüşle hüküm vermek mecburiyetleri yoktu. Zamanla müctehid olmayan kadılar tayin edilmeye başlayın­ca belli bir mezhebe müntesiplik arandı. Ancak bu kadıların mezhep içindeki fark­lı ictihadlardan istifade imkânları vardı. Memlükler döneminde her merkeze dört mezhep kadısı göndermek suretiyle farklı mezhep ictihadlarmin yürürlükte olma­sına imkân tanınmıştır.

       Osmanlı devrin­de ise bazı istisnaî konular dışında Hanefî mezhebine göre hüküm veriliyordu. Mo­dern zamanlarda İslâm dünyasında ka­nunlaştırma hareketlerinin başlamasıyla hukuk birliğini sağlama gayesine yönelik olarak bazı düzenlemelere gidilince muh­telif ictihadlardan istifade edilmiş, ancak hâkimin kanun metni dışına çıkması en­gellenmiştir (Mecelle, md. 1801). Osman­lı hâkimleri. Hanefî mezhebine göre hü­küm vermeye memur olmakla beraber farklı mezheplerden müslümaniarın ya­şadığı İrak, Hicaz ve Yemen gibi bölgeler­de halkın mensup bulunduğu mezhebin âlimleri arasından birinin hakem tayin edilerek hüküm vermesi ve padişah ta­rafından tayin edilen Hanefî hâkimin bu hükmü tasdik ve tenfîz etmesi ilkesi getirilmişti (Ali Haydar, IV, 694-695)

     

        İhtilâfları İslâm toplumu için ciddi bir tehlike olarak gören bir kısım âlimler ve siyasetçiler bunların çözümü İçin bazı usuller teklif etmiştir. Bunlardan bilinen en eski teklif, Basra'da insanlar arasında anlaşmazlıkları giderip onları barıştırma çabalarıyla tanınan Humeyd et-Tavîl'e ait­tir. Humeyd. Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz'e toplumda birlik sağlamayı tek­lif edince halife ihtilâfların bulunmasını hoş karşıladığını belirterek yönetimi al­tındaki eyaletlere mektup gönderip ken­di bölgelerinin fakiblierinin birleştikleriyle hüküm vermelerini emretti (Dârimî,"Mu­kaddime", 52]. İbnü'l-Mukaffa'a ait çözüm önerisi daha sistematiktir.

      Tabiîn neslin­den itibaren teşekkül eden Hicaz ve -Irak ekolleri, hatta aynı ekolün mensupları ara­sında dahi pek çok fıkhî meselede görüş ayrılıklarının bulunduğuna ve birbirine zıt görüşlerin mahkemelerde hükme esas teşkil ettiğine dikkat çeken İbnü'l-Mukaffa', toplumda hukuk birliğinin sağlanma­sı gayesiyle ihtilâfların devlet eliyle derle­nip bunlar arasından bir kanun metni ha­zırlanması için Halife Ebû Ca'fer el-Man-sûr'a bir teklif götürdü. Risale fi's-sahâbe adlı eserde ayrıntıları veri­len bu teklifi yerinde gören halife, İmam Mâlik'in el-Muvatta'ı) kanun metni ha­line getirme teşebbüsünde bulunmuş­tur. Ancak hukukçuların görüşlerine rağ­men siyasî otoritenin görüşüne üstünlük tanıyan bu proje gündeme geldiğinde ulemâ derhal tepki gösterdi. Daha sonra Halife Hârûnürreşîd, bu amaçla Başkadı Ebû Yûsuf a özellikle vergi ve ceza huku­ku konularına dair olarak Kitâbü'1-Harâcı yazdırdı.

         Müzenî, Fesâdü't-taklîd adlı eserinde ihtilâfların hallini akademik bir yolla çö­züme kavuşturmayı teklif eder. Ona göre ihtilâf halinde şûra usulüne başvurula­rak doğru çözüm aranmalıdır. Bunun için devlet başkanı devrin âlimlerini bir araya getirir ve ihtilâf konusu hakkında tartış­malarına zemin hazırlar. Devlet başkanı bunu gerçekleştirmezse fetva konusun­da otorite olan âlim, ulemâyı toplayarak aynı şekilde tartışma ortamı teşkil eder (Zerkeşî. VI, 232-233).

        Sünnî fıkıh mezhepleri ile Şiî mezhe­bi arasındaki ihtilâfları çözmek ya da en azından asgari seviyeye indirmek gayesiy­le Abbasî Halifesi Me'mûn ve Selçuklu Ve­ziri Nizâmülmülk dönemlerinde bazı başarısız girişimler olmuşsa da bunlardan en önemlisi, XVIII. yüzyılda Kaçar hane­danı devrinde Nâdir Şah'ın Osmanlı sul­tanına sunduğu ve sonuçsuz kalan tek­liftir.

       Yakın dönemde Sünnî-Şiî yakınlaş­masını sağlamak amacıyla Sünnî ulemâ­dan Muhammed Abduh, öğrencisi Reşîd Rızâ, Mustafa es-Sİbâî ve Mûsâ Cârullah; Şiî dünyasından Muhammed el-Hâlisî, Şe-refeddîn-i Âmilî. Seyyid Ahmed-i Kesrevî gibi âlimler bazı çalışmalar yapmışlardır. 1945 yılında Kahire'de aynı amaçla İranlı Şiî âlim Muhammed Taki el-Kummî İle ba­zı Sünnî âlimlerin gayretleri sonucu Dârü't-takrîb adıyla bir kurum faaliyete ge­çirilmiş ve bu kapsamda 1949'dan kuru­mun dağıldığı 1972 yılına kadar Risâle-tü'l-İs!ûm adıyla bir dergi çıkarılmıştır. İran'da 1991'de Mecmaü't-takrîb adıyla aynı nitelikli bir başka kurum tesis edil­miş ve 1993 yılından itibaren de Risâle-tü't-takrîb adıyla bir dergi çıkarılmaya başlanmıştır.

 


0 Yorum - Yorum Yaz

siyer-meğazi    06.05.2013

                                   BAYRAM AKTAŞ / 11952751 

Siyer  Megazi

 

        Siyer, Sözlükte ‘’ davranış, hal, yol, adet, bir kimsenin ahlakı, seciye ve hayat hikayesi ‘’ gibi anlamlara gelen siret kelimesinin çoğuludur. Siret Kur’an-ı Kerim’de, ‘’ Allah Musa’ya asayı al ve korkma! Biz onu ilk haline dönüştüreceğiz buyurdu ‘’ ayetinde ( taha 20/21) hal ve şekil manasında yalnız bir yerde geçmektedir. Siret ve siyer Hz. Peygamberi’in hayatı, onun hayatını konu edinen bilim dalı ve bu dalda yazılan eserler için terim olarak kullanılmıştır. ‘’

       ‘’Savaş yeri, savaş hikayeleri’’ anlamındaki mağzat kelimesinin çoğulu olan meğazi ise Resül-i Ekrem’in gazze ve seriyyelerinin  tarihine ve bu konuda yazılan kitaplara isim olmuştur, siyer kelimesinin eş anlamlısı halinde hem kendi başına hem de siyerle birlikte kullanılmıştır. Siyer yalnızca Hz. Peygamber’in hayatı için kullanılan bir terim haline gelmiş,siret ise başka şahsiyetlerin hayatlarını anlatan Siretü’l-Hüseyn, Siretü Ömer b. Abdilaziz, … gibi kitapların adlarında da yer almıştır.

         Siyer terimi aynı zamanda savaş, esirler ve ganimetler başta olmak üzere devletler hukuku dallarına giren konulara isim olarak verildiği gibi bu alanda yazılan Evzai’nin Kitabü Siyeri’l-Evzai, Ebu  Yusuf’un Kitabü’r-Red ‘ala Siyeri’l-Evza’i ‘…vb kitapların isminde yer almış, ayrıca fıkıh kitaplarının bir bölümünün adı olmuştur.

         İslam dünyasında Hz. Peygamber’in hayatı ve şahsiyetine duyulan ilgi Kur’an-ı Kerim’in ve İsla dininin ona atfettiği önem ve değerle paralellik arzeder . Bir müslümanın bu ilgisi, Allah’tan başka tanrı bulunmadığına ve Hz .Peygamber’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna şehadet edip dine girmesiyle başlar. Kur’an üç ayrı düzlemdeki ayet ve surelerle müslümanın imanla başlayan bu ilgisiningelişip kökleşmesini sağlamıştır: müslümanın Allah’la birlikte resulullah’a itaat etmesi  ( Al-iİmran 3/32en/Nisa4/136) onu herkesten fazla sevmesi (el-Ahzab33/21) gerektiği, …gibi şahsiyetini öven ayetler ilk düzlemi oluşturur.

          Doğup büyüdüğü Mekke şehri, Kabe, Kureyş Kabilesi ve cahiliye cağı Arey ap toplumunun dini ve ictimai durumu hayat telakkileri, çocukluğu,peygamber oluşu, vahiy alışı …gibi konulara yer veren onun hayat ve şahsiyetinin esaslarını anlatıp adeta siyerinin planını çizen yüzlerce ayet ikincidüzlemi meydanea getirir.         

          Ayrıca üçüncü düzlemi teşkil etmek üzere Kur’an’da onun Muhammed adı dört yerde, Ahmet adı bir yerde zikredilirken bir çok ayette ‘ ey peygamber ‘’ ‘’ey resul ‘’ Allah ve resulu ‘’ diye hitaba mazhar olmuş, ona makamı amhmud ihsan edilmiştir

        Resulu Ekrem’in Kur’an’ı Kerim’in muhtevasında çok geniş bir yer tuttuğunu gören sahabe nesli onun hayat ve şahsiyetini tanıyıp bilmenin Kur’an’ı ve İslam’ı daha iyi anlamak ver öğrenmek  için şart olduğunu idrak etmiştir. Bunu sonucunda onların siyer ve meğaziye dair haber ve rivayetleri tefsir kaynaklarına yansımış, siyer ve meğazi müellifleri ele aldıkları konuları ilgilendiren bir çok ayete eserlerinde yer vermişlerdir Siyer ve meğazi ile Kur’an’ın bu içiçeliğini en iyi anlayan anlayanlardan, hz.peygamberin  amcasının oğlu Abdullah b. Abbas çocukluğunda sahabilerin yanına giderek kendilerinden Resulullah’ın megazisini ve bunlarla ilgili ayetleri öğrenmeye çalıştığını söylerken bu ilim dalının doğup gelişmesinde en önemli etkenin Kur’an’ı Kerim olduğunu vurğulamıştır.

          Bazı araştırmacıların meğazi haberlerinin eyyamü’l-Arab’ın bir devamı ve gelişmiş bir şekli olduğunu ileri sürmeleri, doğru bir yaklaşım değildir. Esasen Kur’an’ı Kerim Müslümanlara ilimle uğraşma tedvin harekatını başlatma hususunda örnek olduğu gibi ilmin önemini bildiren ayetleriyle de Müslümanları teşvik etmiş, onlar da Kur’an’ın iyi anlaşılabilmesi için kıraat, tefsir , Arap dili ve edebiyatı, Resulullah’ın daha iyi bilinmesi için de siyer ve meğazi konusunda tedvin faliyetlerine başlamışlardır. Sünnetin tesbiti için yaptıkları hadis toplama çalışmalrının bir benzerini siyer ve meğazi konusunda yaparak  bu ilim dalının temelini atmışlardır.

         Ortaya çıkan hukuki meselelerin çözümü, hicretin tarih ve takvim başlangıcı olması, divan teşkilatının kuruluş aşamasında sahabilerin İslam’a girişlerinin, başta Bedir gazvesi olmak üzere kimlerin hangi savaşlara katıldıklarının ve yaptıkları hizmetlerin bilinmesine ihtiyaç duyulması gibi hususlar siyere olan ilgiyi artırmıştır.

        Rasülullah’ın merkezi bir şahsiyet olarak önemini tabiin döneminde de sürdürdüğünü torunu Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynelabidin’in şu ifadeleri göstermektedir. ‘’Biz nebinin meğazisini Kur’an’dan bir sureyi öğrendiğimiz gibi öğrendik ‘’    I.(vıı) yüzyılın yarısına kadar hadislerin tedviniyle birlikte iç içe yürütülen siyer ve meğazi çalışmaları giderek kendine has bir seyir takip etmeye başlamıştır. Bu dönemden itibaren kaleme alınmaya başlanan sahifeler veya risaleler siyer yazıcılığındaki müstakil gelişmelerin işaretleri olarak görülebilir. Bu gelişmeleri sağlayanların hemen tamamının aynı zamanda hadislerin yazıya geçirilmesinde aktif rol oynamış muhaddisler olduğu dikkat çekmektedir. Teyzesi Hz Aişe başta olamk üzere bazi sahabilerden aldığı hadisleri  rıvayet etmesiyle bilinen Urve b Zübeyr bunların başında gelir. Medine’li yedi fakihten biri olarak bilinen Urve siyer ve meğazinin esaslarını tesbitte öncülük yapmış, Emevi halifeleri Abdülmelk b. Mervan ve Velid b.Abdülmelik ile Velid’in yakın adamı İbn Ube Hudeyne’nin Hz. Peygamber’in siyer ve gazvelerine dair sorularına medine’den yazılı cevap vermiştir Urve’nin bu uzun cevaplarından Abdülmelik’e gönderdikleri oğlu Hişam b. Urve yoluyla, Belid ve Hudeyne’ye gönderdikleri ise İbn Şihab ez-Zühri yoluyla rivayet edilmiş, bunlar ilk yazılı siyer metinleri olarak günümüze kadar gelmiştir.

      Tabiin döneminde siyer ve meğazi sahasında telif çalışmalarnda adı geçen bir diğer şahsiyet Hz. Osman’ın oğlu Eban’dır  Abdülmelik b.Mervan zamanında Medine valiliği yapan Eban halifenin oğlu veliaht Süleyman 82(701) yılında hac için Medine’ye geldiğinde kendisene şehri gezdirip Uhud ve Kuba’ya götürür. Onun bu yerler hakkındaki sorularına cevap verir. Aldığı bilgilerden memnun olan süleyman Eban’dan kendisi için Resulullah’ın  bir siyerini yazmasını ister.  Eban ‘’ Böyle bir eser bende var ; kendisine güvendiğim kimselerden düzeltilmiş bir halde bunu aldım ‘’ diye cevap verince Süleymen kendisi içinde bir nüsha istinsah edilmesini emrede ve bunun için ona on adet ince deri kağıt verir Süleyman yazılan nüshayı okuduğunda içinde ensarın faziletine dair bilgilerin bulunmasını yadırgayıp yaktırır.Bu siyer sahifesinin bu tarihta Medine valisinin elinde bulunması meğazi çalişmalrının tabiin dönemimde yazıya geçirildiğine göstermektedir

        Ömer b. Abdülaziz’in hadisleri toplamakla görevlendirdiği ibn Şihab ez-Zühri (ö.124/742) siyer ve meğazi yazıcılığını yeni bir asfhaya intikal ettirmiştir. Urve’nin Hz. Aişe’den,Asın b. Ömer’in Mahmud b. Lebib’den, Abdullah b. Ebu Bekir’in babasından aldığı haberleri toplayıp bunları siyer ve meğazi sahasında eser verecek olan talebeleri Musa b. Ukbe, İbn İshak ve Ma’mer b . Raşid’in kolayca ulaşabilecekleri yazılı  bir metin haline getirmeyi başaran Zühri’nin kendi adına mstakil bir meğazi kitabı bugüne ulaşmamakla birlikte bilhassa talebelerinden Musa b. Ukbe ile Ma’mer b. Raşid’in eserlerinde yer alan haberler göz önüne alındığında Hz. Peygamber’in hayatının büyük bir kısmının onun yazılı rivayetlerine dayanılarak kaleme alınabileceği görülür.

        Siyer ve meğazi sahasındaki çalışmaların en verimli dönemi tabiin döneminin son temsilcilerinin eserlerini yazdıkları ıı.(vııı.) yüzyılın ilk yarısına rastlar. Bu dönemin akimleri kendilerinden önce sahife ve risalelerde toplananlarla ulaşabildikleri diğer rivayetleri konularına göre tasnif edip kronolojik sıraya koyarak siyer ve meğazi kitaplarına son şeklini veren eserlerini telif etmişlerdir bu neslin müelliflerinden Musa b. Ukbe(ö.141/758) kaynakları arasında Urve, Abdullah. Abbas, Nafi ve Zühri gibi şahsiyetlerden gelen haberlerin yer aldığı Kitabü’l-Meğazi adlı eserinde Kabe’nin yeniden inşası, ilk vahyin gelişi , Habeş muhaceratı gibi Mekke dönemi olaylarına, Medine döneminde ise başta seriye ve gazveler olmak üzere Resulullah’ın siyerine dair bazı gelişmelere yer vermiştir.

      Siyer kitaplarına günümüzde bilinen şekini veren ibn İshak (ö.151/768) yukarda geçen şahsiyetlerin rivayetlerinin yanında çoğu sahabe çocuğu olan medine’li 100 kadar raviden, ayrıca İskenderiye’ye giderek Yezid b. Ebu Habib başta olmak üzere diğer alimler hadis, siyer ve mağazi haberleri almak suretiyle kendisinden önce kimsenin toplayamadığı zengin haberleri elde etmiş, bunları tasnif ederek meşhur eseri Kitabü’l mübteda ve’l-mebas ve’l-Meğazi’yi (Siretü ibn İshak)  kaleme almiştır.

      Hicretin ilk iki asrında siyer ve meğazi sahasında eser verenlerin sonuncusu ve en meşhurlarından birisi de Vakidi ‘dir.( 207/823) Onun meğazisinin en bariz özelliği Resullah’ın yalnızca  Medine dönemindeki gazve seriyyelerini ele almış olmasıdır. Kendinden önce birçok alimden rivayet alan Vakidi’nin İbn İshak’ı kaynakları arasında zikretmemesi ibn  İshak’tan intihallerde bulunmakla suçlanmasına neden olmuştur.

      Siyer ve meğaziye yer veren ilk tabakat müellifi ibn Sa’d ‘dır (ö.230/845) Katibu’l-Vakidi diye meşhur olan ibn Sa’d hocasınjn kitaplarından nakiller yapmasının yanında onun kütüphanesinden ederek sahabe, tabiin ve tebeu’t-tabıinin biyoğrafilerini kapayan meşhur eseri Kitabü’t-tabakati’l-Kebir’ini yazmıştır. Eseri siyer ve meğazi konusuna tahsis edeilen iki ciltlik ilk bölümü İbn İsahk’ın İbn Hişam yoluyla günümüze ulaşan es-Siretün-Nebeviyye’si ile Vakidi’nin Kitabü’l-meğazisi’nden sonra Hz. Peygamber’in hayatı ve şahsiyeti üzerine kaleme  alınmış en eski metindir

      İslam dünyasında fütuhat tarihcisi olarak tanınan Belazüri’nin (ö.279/892) Ensabu’l-Eşrafı kabile esasına göre düzenlenmiş bir tabakat kitabıdır.Tabakatının başına siyer yazan ikinci müellif olarak dikkati çeken Belazüri esere Hz.Peygamber’in hayatını anlatarak başlar.

       İslam dünyasında tarihçilerin babası diye tanınan Tarihü’l-ümem ve’l-mülük’ün müellifi ibn Cerir et-Taberi’nin temel özelliği Hz. Adem ‘den başlayarak kendi imkanlarına göre bir dünya ve peygamberler tarihi yazmaya başlaması, ardından peygamberler tarihinin devamı ve son halkası olmak üzere Hz.Peygamber’in Mekke ve Medine dönemlerini oldukça geniş biçimde  kronolojik olarak kaleme almıştır. Tarihü’l ümem daha sonraki tarihçilerin siyerle ilgili haberlerinin en önemli kaynağı olmuştur .      

      Konusu doğrudan doğruya Resul-i Ekrem’i anlatmak olan ve onun bazı yönlerini ele alan ilim dalları hadis, siyer ve meğazi, şemail ve delail olarak sıralanır. Bulardan Hz.Peygamber’in beşer yönünü konu edinen, yaşayışını ve şahsi hayatını anlatan ilim dalına şemail adı verilmiştir. Muhaddis Tirmizi (ö.279/892) ilk şemail terimini bu anlamda kullanarak Kitabü’ş Şemail adlı eserini yazmış, bir çok alim bu kitabın şerhlerini yapmak suretiyle konu etrafında geniş bir literatürün oluşmasını ve başka eserlerin yazılmasını sağlamıştır.

      Siyer ve meğazi sahasındaki çalışmalar III.(IX) yüzyıldan itibaren artarak günümüze kadar devam etmiştir. Nüshaları zamanımıza ulaşmamış olanlar bir tarafa bırakılırsa İbn Hıbban’ın es-Siretün-Nebeviyye’si, İbn Faris’in Evcezü’s-Siyer li-Hayri’l Beşer’i , İbn Hazm’ın Cevamı’u’s-sire’si, Ebu’l-Ferec İbn’ül-Cevzi’nin el-Vefa bi-ahvali’l-mustafa’sı, Kela’i’nin el-İktifa fi meğazi Resulillah’ı…Nureddin el-halebi’nin İnsanü’l uyun fi sireti’l-emini’l me’mun’u bunların tanınmışlarıdır. Hadis,siyer, delailünnübüvve,şemail,hasaisvb. Kaynaklardan faydalanarak Hz.Peyğamber’i çeşitli yönleriyle ele alan üç büyük siyer kitabı olan Makrizi’nin İmta’ul esma bima li’r-resul mine’l ebna’i ve’l ahval ve’l hafede ve’l meta Şemseddin eş-Şami’nin sübülü’l hüda ve’r-reşad fi sireti hayri’l ibad ve Muhammed b.Abdulbaki ez-Zürkani’nin Şerhu’l-Mevahibi’l-ledünniyye adlı eserlerini de muhtevasının genişliği bakımından özellikle zikretmek gerekir.    

    


0 Yorum - Yorum Yaz

ibn hişam    06.05.2013

                                                BAYRAM AKTAŞ / 11952751

                                               İBN HİŞAM

 

             Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelİk b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (ö. 218/833) es-Sîretü'n-nebevîyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi, dil ve ensâb âlimi.

            İbn Hişâm tahsilini Basra'da ta­mamladı. Daha sonra Mısır'a gitti ve ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşa­dı. İbn Hişâm 13 Re-bîülâhir 218 (8 Mayıs 833) tarihinde Fustat'ta vefat etti. Bazı kaynaklarda 213'-te (828) öldüğü nakledilir.

          İbn Hişâm kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb, şiir, nahiv ve lügat âlimi olarak tanıtılmakla birlikte hocaları, eserleri ve görüşleri hakkında bilgi bulunmamakta­dır. İbn İshak'ın Sîretü İbn İshâk diye de bilinen Kitâbü'l-Mübtede ve 'i-mebcaş ve'i-megazi'sini yeniden tertip eden İbn Hişâm şöhretini bu esere borçludur. Eseri hazırlarken İbn İshak'ın en meşhur râvilerinden Ziyâd b. Abdullah el-Bek-kâî'nin Kûfî- Bağdadî diye meşhur olan nüshasını esas alarak eseri kısaltmış, bu arada bazı ilâvelerde de bulunmuştur. Ki­tap zamanla onun adıyla anılır olmuştur. Kıftî, Zehebî, İbn Kesîr, İbnü'l-İmâd, İbn Hallikân ve Sehâvî gibi müellifler, bu eseri Hz. Peygamber'in hayatına dair en sağ­lam ve en iyi siyer kitabı olarak kabul et­mişlerdir.

         İbn Hişâm, İbn İshak'ın kitabını esas almakla birlikte onun aksine Kur'an'da temas edilmeyen ve Hz. Peygamberle il­gisi olmayan konulara, pek tanınmayan şairlerin şiirlerine, nezaket dışı bazı ifa­delere ve hocası Bekkâî'nin güvenilir bul­madığı rivayetlere itibar etmediğini söy­ler.  Müellif eserine aldığı ba­zı şiirlerin dilini ve veznini düzeltmiş, ba­zılarının nisbet edilen şahıslara ait olma­dığını belirtmiş, bir kısmının kaynağını ve râvilerini zikretmiş, bazan da yeni şiirler ilâve etmiştir.

        İbn Hişâm'ın eserde yer alan âyet, hadis ve şiirlerdeki garîb keli­meleri açıklarken verdiği bilgiler, onun Arap dili ve edebiyatına vâkıf olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Kelime­leri şiirlerden deliller getirmek suretiyle açıklayan İbn Hişâm, ayrıca Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ başta olmak üzere Yûnus b. Habîb, Ebû Muhriz Halef el-Ah-mer, Ebû Zeyd el-Ensârîve Hasan-ı Basrî gibi âlimlerden nakillerde bulunmuştur. Bazı tarihî bilgileri esere ilâve etmesi, bir­takım kelimelerin okunuşunu belirtmesi ve şahısların nesepleriyle ilgili bilgileri ilâ­ve etmesi, onun İbn İshak'ın eserine yap­tığı diğer katkılar arasında sayılabilir. İbn Hişâm. esere yaptığı bu ilâveleri "kale İbn Hişâm" diye başlayan bir ibareyle göstermiştir.

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz

ibn İshak    06.05.2013

                                 BAYRAM AKTAŞ / 11952751 

 

İBN İSHAK

 

 

         Ebû Abdillâh Muhammed b. îshâk b. Yesâr b. Hıyar el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî (ö. 151/768) Siyer ve megâzî müellifi, muhaddis. 80 (699) yılında Medine'de doğdu

         Bazı şarkiyatçılar. İbn İshak'ın büyük dedesinin hıristiyan olmasından dolayı İncil'i ve Süryânîce'yi iyi bildiğini ve Hz. Peygamber'den önceki dönemin tarih ve kıssala­rını iyi bilmesinde de bu aile kültürünün izlerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak İbn İshak'ın İncil ve Tevrat'ı Medi­ne'de okuduğu, Süryânîce'yi birkaç yıllık ikameti sırasında Mısır'da öğrendiği ve bu kültürü orada aldığı kabul edilmekte­dir.

        İbn İshak'ın babası İshak, amcaları Mûsâ ve Abdurrahman ile kardeşleri Ömer ve Ebû Bekir de ilimle, bilhassa ha­dis rivayetiyle uğraşan kimselerdi

 

        İbn İshak eğitimini, başta babası ve amcaları olmak üzere birçok şahsiyetten hadis, siyer-megâzî, şiir, eyyâmü'l-Arab ve ensâb bilgileri alarak tamamladı. Ona ders veren Medine'nin meşhur âlimleri arasında Âsim b. Ömer b. Katâde, Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekir, Yezîd b. Rû-mân, Muhammed b. İbrahim et-Teymî, Ebân b. Osman b. Affân, Muhammed el-Bâkır, Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Ömer'in mevlâsı Nâfi', Atâ b. Yesâr, Abdurrahman b. Esved, Sa­lim b. Abdullah b. Ömer ve İbn Şihâb ez-Zührî bulunmaktadır.

 

        İbn İshak'ın, çoğu sahabe çocuğu olan 100 kadar Medineli râviden hadis aldığı söylenir. Kendisinin bazı sahâbîlere yetiştiği, bu arada Enes b. Mâliki (ö. 93/711-12) gördüğü ve Saîd b. Müseyyeb'e de bir sü­re öğrencilik yaptığı bilinmektedir. 118 (733) veya 119 (737) yılında İskenderiye'­ye giderek Yezîd b. Ebû Habîb, Sümâme b. Şüfâ, Ubeydullah b. Mugire, Ubeydul-lah b. Ebû Ca'fer, Seken b. Ebû Kerime ve Kasım b. Kuzmân'dan hadis aldı. Ayrı­ca orada hadis rivayetiyle de meşgul ol­du: Yezîd b. Ebû Habîb, Kays b. Ebû Yezîd ve İshak b. İbrahim b. Mûsâ kendisinden hadis rivayet ettiler. Bu arada Yezîd b. Ebû Habîb'den kaydettiği, Hz. Peygam-ber'in İslâm'a davet mektuplarını götü­recek elçilere hitaben yaptığı konuşma­nın metnini Medine'deki hocalarından İbn Şihâb ez-Zührî'ye göndererek doğru­lattı; onun bu tutumu rivayet konusunda­ki hassasiyetini göstermektedir.

 

       Onun horoz dövüştürdüğü, Mescid-i Nebevinin arkasında kadınlara yakın yerde oturduğu ve onlarla konuştuğu veya Kaderi inancına sahip olduğundan dolayı Medine valisi tarafından kırbaç cezasına çarptırıldığı yahut boynuna ip bağlana­rak mescidin içinden geçirildiği gibi is­natlar yanında Şiîliğe temayül etmesi se­bebiyle Mısır'a gitmek zorunda kaldığı iddia edilmiştir.

       

       Medine'de İbn İshak'ın aleyhinde konuşanlar arasında iki meşhur hadis âlimi Hişâm b. Urve ile Mâlik b. Enesin de bu­lunması dikkat çekmektedir. Hişâm b. Urve, İbn İshak'ın karısından hadis rivayet etmesinin doğru olmadığını ileri sürmüş ve onu yalancılıkla suçlamıştır.  İbn İs­hak ise kendi aleyhinde konuşmasına rağ­men kitabına ondan birçok rivayet almış­tır.  Aynı zamanda meşhur ensâb âlim­leri arasında sayılan İbn İshak ile Mâlik b. Enes birbirlerinin Zûasbah'ın mevâlîsin-den olduklarını iddia etmişler, ancak kar­şılıklı suçlamaların artması üzerine İbn İshak İrak'a gitmeye karar verince barış­mışlardır. Aslında Mâlik b. Enes onu hadis rivayeti dolayısıyla eleştirmiyor, Hz. Peygamber'in Hayber, Kurayza, Nadîr gibi gazvelerine dair bilgileri yahudi asıllı müslümanlardan almasını uygun bulmuyor­du.

      İbn İshak çeşitli tenkit ve ithamlara mâruz kalmışsa da başta Buhârî olmak üzere Müslim, Ebû Dâvûd, Tlrmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel gibi muhaddisler ondan hadis rivayet etmişlerdir.

       Hadis ve siyer-megâzî sahalarında İbn İshak'ın üstadı olan İbn Şihâb ez-Zührî, "Megâzî ilmini öğrenmek isteyen İbn İs-hak'a müracaat etsin" derdi. Zührî ve Süfyân b. Uyeyne, "İbn İshak yaşadığı müddetçe Medine'de ilim yok olmaz"; İmam Şafiî de. "Megâzîde derinleşmek isteyen kimse Muhammed b. İshak'a muhtaçtır" diyerek kendisini övmüşlerdir.  Siyer sahasında onu en büyük âlim kabul eden Zührî ulaştığı sevi­yeyi ve bu alanda Medine'de toplamış ol­duğu geniş malzemeden takdirle söz et­miş, zaman zaman megâzî ile ilgili konu­larda kendisine bir şeyler de sormuştur.

      

         İbn Hişam, İbn Şihâb ez-Zührî’ nin aksine Emevi hanedanı ile münasebet kurmamış , Abbasi’lerin iktidarı ele geçirmesinden sonra Cezire, Küfe ve Hire şehirlerini gezmiştir. Daha sonra Halife Mansur’un yanına geldi . İbn İshak’ı iktidara gelmeden   önce tanıyan Mansûr. O’nu oğlu Muhammed'e hoca tayin et­ti ve ayrıca onun için başlangıçtan o güne kadar gelen bir tarih kitabı yazmasını is­tedi. İbn İshak, daha önce Medine'de top­ladığı zengin malzemeye dayanarak iste­nen kitabı yazdı ve halifeye sundu; ancak daha sonra onu çok geniş bulan halifenin isteği üzerine özetlemek zorunda kaldı

         Mehdî ile Horasan ve Rey'e giden İbn İshak bu­ralarda da hadis rivayetini sürdürdü. 146 (763) yılında Bağdat'ın kurulması üzeri­ne halifenin maiyetinde yer alması sebe­biyle oraya yerleşti, vefatına kadar yine hadis rivayetiyle meşgul olup es-Sîre'sini okuttu. 151 yılında burada öldü ve sonraları Hârûnürreşîd'in annesi Hayzürân'ın adıy­la anılan mezarlığın doğu tarafına Ebû Hanîfe'nİn kabri yanına gömüldü.

         Yaşadığı dönemde emîrü'l-mü'minîn" unvanıyla anılan muhaddislerden olan İbn İshak'tan pek çok kişi hadis ve megâzî rivayet etmiştir. Buhârî, İbn İshak'ın megâzî dışında çoğu ahkâma ait 17.000 hadis rivayet ettiğini ve bunların İbrahim b. Sa'd el-Ensâri'nin elinde bulunduğunu haber vermiştir.

          İbn İshak'ın en önemli eseri olan Kitâbü'1-Meğâzî müellifi he­nüz hayatta iken büyük bir şöhret kazan­masına, altmışa yakın râvi tarafından ri­vayet edilmesine ve daha sonraki nesil­den on âlimin birer nüshaya sahip olma­sına rağmen bütünüyle günümüze ulaş­mamıştır. İbn Sa'd, ilk defa megâzîyi bir araya toplayan ve bu alanda bir kitap yazan kişinin İbn İshak olduğunu belirtir.

          İbn Hişâm, İbn İshak'ın el-Meğâzi'sinin Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî ta­rafından rivayet edilen ve Kûfî-Bağdâdî diye meşhur olan nüshasını kısaltmış, bu arada Hz. Peygamberle ilgili olmayan ve­ya Kur'an'da temas edilmeyen olayları. uydurma olduğu ileri sürülen şiirleri, ba­zılarını incitebilecek nezakete uymayan haberleri ve Bekkâî'nin mevsuk saymadı­ğı bilgileri eserine almadığını, aldıklarını ise rivayet edildiği şekliyle aynen kitabına aktardığını belirtmektedir.

           İbn İshak'ın el-Meğazî'si incelendiğin­de Hz. Peygamber'in, hayatı ve şahsiye­tiyle münferit bir hadise gibi telakki edil­meyip dünya ve insanlık tarihinin bir par­çası. Hz. Âdem'den itibaren gönderilen peygamberlerin devamı ve son halkası olarak ele alındığı görülür. Hz. îsâ'dan önce gelen peygamberlerin tarihi yazılırken Kur'ân-ı Kerim'deki bazı âyetlerin yanın­da Vehb b. Münebbih'İn Abbas, Ehl-i ki­tap ve bizzat Tevrat'tan aldığı rivayetler­den faydalanılmıştır. Ayrıca Kur'an'da adı geçen Âd ve Semûd ile hiç anılmayan Tasm ve Cedîs kabilelerinin tarihlerine, Uhdûd ve Fil vak'aları dolayısıyla Câhiliye çağı Yemen tarihine, Arap kabileleriyle putlarına, Hz. Peygamber'in dedelerine ve Mekke halkının dinî anlayışına yer ve­rilmiştir. İbn İshak bu bölümü yazarken sened göstermemiştir.

          Resûl-i Ekrem'in doğumundan hicretine kadarki gelişme­ler ise daha çok ferdî olaylar şeklinde ele alınmıştır. Bunlar arasında İslâmiyet'i ka­bul eden şahsiyetlere, Kureyşliler'in Hz. Peygamber'e ve müslümanlara karşı düş­manlıklarına, Hz. Ebû Bekir'in davetiyle müslüman olanların, Habeşistan'a hicret eden ve geri dönenlerin isim listelerine, özellikle Resûl-i Ekrem'in Medine'deki siyasî ve içtimaî hayatı düzenlemek için yahudilerle yaptığı muahedenin metni gi­bi diğer kaynaklarda rastlanmayan önemli bir belgeye yer verilmiştir. Mekke döne­mine ait haberlerin tarih sırasına göre ve senedlerinin arttırılarak kaydedilmesine çalışıldığı görülür. Bu dönemle ilgili riva­yetlerin çoğu Medineli râvilere aittir.

          Hic­retten sonraki gelişmelerin ele alındığı bö­lümde İbn İshak başta gazve ve seriyyeler olmak üzere Hz. Peygamber'in rahatsızlı­ğı, vefatı ve Hz. Ebû Bekir'in halife seçil­mesi gibi önemli olayları işler. Konuların ayrıntısına geçmeden önce haberin bir özetini, sonra râvilerden kendisine ulaşan konuyla ilgili diğer haberleri, eğer bu bir savaşsa meselâ katılanların, ölenlerin ve esirlerin isimlerini verir. Bu bölümde de çoğu Medineli olan haber kaynaklarını açıklarken özellikle hocaları Zührî, Asım b. Ömer b. Katâde. Abdullah b. Ebû Bekir b. Hazm'ın isimlerinin yer aldığı senedle-ri gösterir. Ayrıca başka râvilerden veya olaylara katılanların yakınlarından topla­dığı haberleri ekler.

          İbn İshak özellikle anlattığı konuların hadislerle irtibatını çok iyi kurmuş, bazan şahsî görüşlerini de ekleyerek birçok riva­yeti birleştirip bütünleştirmeyi başarmış­tır. Onun Ehl-i kitap'la ilgili haberlerde yahudi, hıristiyan ve Mecûsîler'den rivayet­te bulunduğu ve bunların isimlerini say­mak yerine "Tevrat ehli", "ilk kitap ehlin­den bazı kimseler", "acemlerden söz nak­ledenler" gibi ifadeler kullandığı görülür. Hatta daha da ileri giderek Eski ve Yeni Ahid tercümelerinden aynen haber al­maktan çekinmez. İbn İshak, bu tür ha­ber ve râvileri kabul etmekle Medine'deki hadis rivayeti geleneğinden ayrılır; ayrıca bu tip haber ve bilgilere yer verirken ese­rinde "delâilü'n-nübüvve" konusuna te­mas eden ilk müellif olarak dikkat çeker. Onun diğer tarihçilerden farklı bir yanı da doğru olup olmadığını incelemeksizin eserini şiirlerle doldurmasıdır; bu yüzden hem çağdaşları hem de daha sonra gelen­ler tarafından tenkit edilmiştir.

          Bu eseriy­le siyer ve tarih yazıcılığının ufkunu geniş­leten İbn İshak, Hz. Peygamber'i ve müslümanlan insanlık tarihiyle bütünleştirip sevilmelerine yardımcı olmuştur. İbn İs­hak bu kitap sebebiyle kendinden sonra gelen bütün siyer ve tarih yazarlarının şeyhi ve pîri sayılmış, daha sonraki siyer müellifleri onun talebesi kabul edilmiştir. İbn Sa'd, Ezraki, Belâzürîve Taberî başta olmak üzere meşhur tarihçiler eserlerin­de İbn İshak'tan gelen rivayetlere geniş yer ayırmışlardır. Onun Hz. Peygamber'in biyografisine verdiği şekil bugün dahi ana hatlarıyla muhafaza edilmektedir.

 

        İbn İshak'm el-Meğâzî's günümüze tam olarak İbn Hişâm'ın es-Sîretü'n-ne beviyye adlı eseriyle ulaşmıştır. Kitabın orijinali ise eksik nüshalar halinde zamanımıza intikal etmiş ve iki ayrı neşri yapılmıştır,

     a) Muhammed Hamîdullah, Sîretü İbn İshâk el-müsemmâ bi-Kitâbi'1-Mübtede1 ve'l-mebcas ve'l-meğâzî.

 

     b) Süheyl Zekkâr, Kitâbü's-Siyer ve'J-meğözf (Dımaşk 1396/1976).  M. Edvvardes The Life of Muhammad adıyla İbn İshak'ın eserini  İngilizce'ye (London 1964), Sezai Özel de Siyer  adıyla Türkçe'ye (İstanbul 1988,1991) çe­virmiştir. İbrahim Altan İse yazdığı ma­kalede bu tercümedeki hatalara dikkat çekmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Murat CAN No:12912777 Yüksek LisansKur’ân’ın Nüzul Ortamı II Dersinden kazanımlar,  İbn İshâk, İbn Hişâm, Siyer-Megâzî, İhtilâf ve  Tarih Nedir maddeleri

    İslam’ın ilk emrinin ‘oku’ emri olması, bu yüce dinin ilme önem verdiğinin bir göstergesidir. Bunun idrakinde olan İslam âlimleri daha İslam’ın ilk yıllarından itibaren yollara düşüp her şeylerini feda ederek bu yola koyulmuşlar, hayatlarını ilim yoluna feda etmişlerdir. Onların bu yolda başlarından geçen menkıbeler tarih sahnesinde ciltler dolusu kitaplarla anlatılmaktadır. İslam âlimlerinin üzerinde önemle durduğu ilimlerin başında hiç şüphesiz tefsir ilmi gelmektedir. Müfessirler tefsirin her çeşidi ve türü ile ilgili sayısız, ciltler dolusu kitaplar telif edip kaleme almışlardır.

  İslâm’ın ana kaynağı Kur’an-ı doğru anlamanın yolu esbabı nüzulü ve nüzul ortamını iyi bilmekten geçer.

   Tefsir ilmindeki rivayetler Kur’an’ın sahih manalarına işaret eden veya anlaşılmasını sağlayan rivayetlerdir.

   Tefsir rivayetleri bizlere esbabı nüzul gerçeğini ve sebeplerini açıklayıp Kur’an-ı anlamada ufuk açar.

   Hz. Peygamber (S.A.V.) örnek nesli ve toplumu yetiştirirken vahiy yolu ile yüce Allahtan destek almış, bizler içinde hidayet ve kurtuluş yolunu göstermiştir.

   Müfessirler esbabı nüzul’ün önemine binaen bu alanda müstakil çalışmalar ve eserler telif etmişlerdir.

Tefsir rivayetleri, sahabe ve tabiin dönemlerinde genelde şifahi olarak rivayet edilirken, tabiin asrının sonlarına doğru tedvin daha sonra da tasnif edilmeye başlanmıştır.

Kur’an-ı Kerim, ilk önceleri rivayet ve dirayet olarak tefsir edilmiştir. Dirayet metodu hükümler üzerinde durup, Kuran’dan hükümler ortaya koyarken, Rivayet metodu Hz. Peygamber (S.A.V.) in, sahabenin ve selefin ayetler hakkındaki sözlerini, yorumlarını nesilden nesile günümüze hatta kıyamete kadar aktaran bir tefsir metodudur.

Tefsir rivayetlerinden istifade ederken dikkatli olunmalıdır. Müfessirler tefsirlerine sahih, zayıf, uydurma veya İsrailiyata dayanan sayısız rivayetleri almışlardır. Rivayetlerin tahkiksiz ve senedsiz nakledilmesi de unutulmamalıdır.

Esbabı nüzul değerlendirilirken o zamanın kültürünü, fikrini ve sosyal yönlerini iyi araştırıp ona göre hüküm vermek, sonuca ulaşmak gerekir.

Esbabı Nüzul’ün tarihsel bir şart olmadığı, Aksine Kur’an-ın, ilmi ilahinin istediği hikmete binaen bilinen ortam, zaman, tarih ve tolumda nazil olduğu bir gerçektir.  Esbabı Nüzul rivayetlerinin orijinal tarihi insanlığa nüzul ortamının somut bir portresini, resmini çizerek, bizzat yaşanmış olanı tasvir ederek insanlığa hayat vermiştir ve vermeye de devam edecektir.

İbn İshâk(1) ( Ebû Abdillâh Muhammed b. İshak b. Yesâr  b. Hıyar el-Muttalibî ) ( 85 -151 / 704 -768 ):                                              Hicri 85’ de Medine’de doğdu. 151 yılında Bağdat’ta vefat etti. İbn İshâk Abbasilerin kuruluş dönemini müşahede eden kişidir. Ünlü tarihçi Zührî’nin öğrencilerindendir.İbn İshâk’ın büyük dedesi Hiyar veya dedesi Yesâr Halid b. Velid’in Aynüttemr’i fethetmesi ile Medine’ye getirilen Hıristiyan esirler arsında idi. Dedesinin Hıristiyan olması sebebiyle o Ehl-i Kitap öğretilerini, özelikle de İncil ve Tevrat’taki esasları, öğrenerek  bu kitaplarda  yer alan efsaneleri nakletmekle suçlanır. İbn İshak ilköğrenimine Medine’de babası ve amcalarından hadis, şiir ve siyer gibi ilimleri tahsil etmekle başladı. Daha sonra birçok ünlü âlimden ders aldı. Otuz yaşına geldiğinde ilim öğrenmek için Mısır’a seyahat etti. Mısır’dan Medine’ye döndüğünde Enes b. Malik ile arasının açılması sebebiyle Irak’a gitmek zorunda kaldı ve burada da vefat etti. Yaşadığı dönemde emîrü'l-mü'minîn" unvanıyla anılan muhaddislerden olan İbn İshak'tan pek çok kişi hadis ve megâzî rivayet etmiştir. Buhârî, İbn İshak'ın megâzî dışında çoğu ahkâma ait 17.000 hadis rivayet ettiğini ve bunların İbrahim b. Sa'd el-Ensâri'nin elinde bulunduğunu haber vermiştir. Ancak Buhari onun rivayet ettiği hadisleri kitabına almadı. İbn İshâk  tarihçiler tarafından siyer alanında eseri bize ulaşan ilk tarihçi olması sebebiyle önem arz etmekle birlikte hadisçiler tarafından pek makbul görülmez.Eserleri :Siratu İbn İshâk veya es-Sîre veya Kitabûl Meğazi: Bağdat’a gitmen Medine’de yazdı. Eser aslen Meğazi kitabı olmasına rağmen siyer ile alakalı tüm konuların işlenmesi sebebi ile siyer kitabı kabul edilir.     İbn İshak’ın bu eseri siyer alanında elimize ulaşan ilk eser olması sebebiyle İslam tarihçiliği açısından önem arz etmektedir. Ancak eser, İbn  İshâk’ın kişiliği ve eserde yer alan birkaç rivayet sebebi ile eleştirilir.Eser  üç ölümden meydana gelmektedir.el- mübteda, el-meb’as, el-meğaziel-Mübteda: İlk insanın yaratılışından başlayarak peygamberler tarihinin anlatıldığı bölümlerdir. İbn İshâk bu  bölümde büyük çapta Vehb. b. Münebbih’in rivayetleri ile İsrailî haberlere yer verdi. Çünkü bu alanda en çok bilgili İsrailiyatta vardır. el-Meb-as: Hz. Peygamber’in Mekke dönemi yaşantısı. hicretini konu edinir.el-Meğazi: Hz. Peygamber’in gazveleri anlatıldığı ve özellikle bedir ve uhud gibi gazvelerin etraflarca dile  getirildiği bölümlerdir. Bu  bölümdeki  anlatılan olaylar sağlam rivayetlere dayanmaktadır.  Eser İbn İshak’ın talebesi el-Bekka’i’nin talebesi Abdülmelik b. Hakem’in tehzibiyle zamanımıza ulaşmıştır. Eser ilk defa da Wüstenfeld 1856-1860 yıllarında yayınlanmıştır. İbn Hişam(2) (Ebû Muhammed Cemâllûddin Abdulmalik b. Hişam b. Eyyub el-Himyarî el-Mağrifi el-Basri elMısrî ( ö.2181 / 833)  Asıl  adı Abdulmalik olan İbn Hişam hicri  2.asrın ortalarına doğru Basra’da doğdu ve 218 yılında Fustatta  vefat etti. İlk eğitimi Basra da tamamladıktan sonra Mısıra giderek İmam Şafii görüştü. İmam Şafii onu bir çok noktada methetmiştir. İbn Hişam şiir, nahiv, ensâb, ahbâr gibi bir çok alanda ilim tedris  etti ve bu alanda önemli çalışmalar meydana getirdi. O güvenilir bir  hadisçi ve tarihçidir. İbn Hişam’ın hocası Bekkaî İbn İshâk’ın öğrencisidir. Hayatı hakkında fazla detay bulunmayan İbn Hişam’ın Sîre’si ile ün yaptı. Eserleri: 1-Sîretu İbn Hişam veya Sîretû’n-Nebeviyye: Eser ilk bakışta İbn İshâk Sîre’sinin  kısaltılıp gerekli ilavelerin de yapıldığı bir çalışma olarak göze  çarpar. Ancak o kesinlikle İbn İshak’ın eserini birebir kopya  etmemiştir. Nitekim O İbn İshâk’ın eserinde yer alan el-Mübteda (Peygamberler tarihi) kısmını eserine almayarak en  başta ondan farklı olduğunu  göstermektedir. Aslında o İbn İshak’a  yönetilen  tenkitleri dikkate alarak eseri yeniden  meydana  getirmiştir.  Klasik bir çok kaynakta “İbn Hişam’ın Sîre’nin İbn İshak’ın eserine borçlu olduğu” gibi ibareler yer alır. Ancak bu doğru değildir. İbn Hişam İbn İshâk’ın eserinden faydalanmış ama onu asla birebir eserine kopya etmemiştir. İbn İshâk’ın Sîre’sinin Sağlam olmayan bölümlerini atarak onun kopyası olmadığını bir yönüyle göstermiştir. Bu sebeple de İbn Hişam İbn İshak’ın Sire’sinin sadece Hz. Muhammed ile alakalı kısmını almakla iktifa etmiştir. Yine İshak’ın Sire’sinde edebe aykırı olan ve tanınmış şairlere ait olmayan şiirleri  almamış. Bazı şiirlerin  dilini ve  veznini düzeltmiştir. En önemli farkı ise İbn İshâk’ın eserinde yer vermediği kur’an ayetlerini eserine alarak delil yapmış ve İbn İshâk’ın bu yönde eksikliğini belirterek bir çok noktada onu eleştirip tenkitçi  tarihi başlatmıştır. İbn Hişam yaptığı  ilaveleri  göstermek  için “ قال İbn Hişam”  lafzını kullanmıştır.

İbn Hişam’ın bu eseri siyer konusunda yazılan sağlam bir kaynak  hasebiyle bir çok müellif tarafından şerh edildi ve tercümeleri yapıldı. Hoşani, el-İmlâu’l-Muhtasar Fi Şerhi Garibi’s-Siyer ve Süheyli, er-Ravdu’l-Unuf  en meşhur iki şerhidir

Sire ve Siyer(3)
Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayat hikayesi anlamına gelen "Siyer" kelimesi; Arapça "SİRE" sözcüğünün çoğulu “siyer” olup, yaşantı, yaşayış, adet, davranış hareket ve yol demektir. Hz.Peygamber (s.a.v.)'in hayatını (hal tercümesini) anlatmak için kullanılan bir kelimedir.  "Siyer" denilince Peygamberler, Hz. Muhammed (sav) akla gelmektedir. İçerik olarak; " Peygamberimizin soy dizini, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Medine'de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekilde, doğumundan ölümüne kadar Hz. Peygamber (sav)'in hayatından söz eden kitaplara "Siyer-i Nebi", "es- Siyretü'n-Nebeviyye" veya kısaca "SİYER" adı verilmiştir. Her dilde ve hacimde Allah Rasülünün insanlığa ışık saçan, kurtuluş meşalesi hidayet rehberi o örnek hayatı anlatılmış, anlatılmaya da devam edecektir.

Meğâzî(3)

Meğazi: Arapça savaş anlamındaki Meğza kelimesinin çoğulu meğazi’dir. Meğazi ise dini terminolojide Hz. Peygamber’in savaşlarını ve gazalarını anlatan eserlere verilen isimdir. Böyle rivayetleri bir araya toplayan eserlere de aynı isim verilmiştir.Siyerin bir kolu olan meğâzî konusunda da eserler vardır.Bazı Siyer ve Meğai Eserleri1. İbn Şihab ez-Zühri, Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah (51-124/671-742) el-Meğazi en-NebeviyyeHalife Ömer b. Abdilaziz’in görevlendirmesiyle resmi hadis tedvinini başlatan Zühri’nin bu eseri meğazi literatürünün de ilk örneklerindendir. Süheyl Zekkar’ın tahlil ve tahkikiyle Dımışk-1980’de basılmıştır.2. el-Vakidi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer (209/824), Kitabu’l-Meğazi. İlk meğazi eserlerinden ve İbn İshak’ın Sire’sinin ve İbn Sad’ın Tabakat adlı meşhur eserinin temel kaynaklarındandır. Marsden Johannes’in tahkiki ile 1966 yılında 3 cilt halinde Oxford Üniversite’since neşredilmiş, daha sonra bu baskı Beyrut-1989’da tekrarlanmıştır.3. Urve b. ez-Zübeyr’in Meğazi. Mustafa el-Azami’nin tahkiki ile Riyad-1981’de basılmıştır.4. İbn İshak, Ebu Abdillah Muhammed b. İshak b. Yesar (153/770)’ın Sire. Bu kitabı, Ebu Muhammed Abdülmelik b. Hişam b. Eyyub el-Himyeri (218/833) tehzib etmiş, daha sonra onun ismine nisbet edilir olmuştur. (Sire İbn Hişam). İbn Hişam, bu eseri Ziyad b. Abdillah el-Bekai tarikiyle İbn İshak’tan rivayet etmiştir. Muhammed Hamidullah’ın tahkiki ile Rabat-1967 ve Konya-1981’de basılmıştır.5. İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik (213/818), es-Siretu’n-Nebeviyye veya meşhur adıyla Siretu İbn Hişam. Bu konuda yazılan en muhtevalı eserlerden biridir. Kahire-1355’te 4 cilt halinde basılan bu eser Hasan Ege tarafından tercüme edilmiş ve yine 4 cilt olarak İstanbul-1985’te neşredilmiştir.6. Ebu’l-Ferec Abdurrahman İbnu’l-Cevzi (597/1201)’nin Siratu’l-Ömerayn. Naim Zerzur’un şerh ve talikiyle Beyrut-1984’de basılmıştır.7. İbnu’n-Nefis el-Kuraşi (687/1288)’nin er-Risale el-Kamile fi’s-Sireti’n-Nebeviyye. Abdülmün’in Muhammed Ömer’in tahkikiyle Mısır-1987’de basılmıştır.8. Ebu’l-Abbas Muhibbüddin Ahmed et-Taberi el-Mekki eş-Şafii (694/1295)’nin es-Sümtu’s-Semin fi Menakıbi Ümmehati’l-Mü’minin. Ragıb et-Tabbah tarafından Haleb-1928’de basılmıştır.9. İbn Seyyid’in-Nas, Ebu’l-Feth Muhammed b. Muhammed b. Ahmed b. Seyyidi’n-Nas (734/1333)’ın Sire. Tam adı Uyunu’l-Eser fi Fununi’l-Megazi ve’ş-Şemail ve’s-Siyer’dir. Hüsameddin el-Makdisi’nin inayeti ile 2 cilt halinde 1937 yılında Mektebetü’l-Kudsi tarafından ve Beyrut’ta Daru’l-Marife tarafından neşredilmiştir.10. İbn Kesir (774/1372)’in es-Siretü’n-Nebeviyye. Mustafa Abdülvahid’in tahkiki ile Beyrut-1976 yılında 4 cilt halinde Daru’l-marife tarafından basılmıştır
    İhtilaf(4)Sözlükte; ‘geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek’ anlamındaki half kökünden türeyen ihtilaf, masdar ve isim olarak ‘bir şeyin peşinden gelmesi gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak vb. manalara gelir.Terim olarak ihtilaf; ‘söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak’ demektir. Kur’an ve Hadislerde ihtilaf kelimesi mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmıştır. Daima birlik olmak, tefrikadan kaçınmak emredilmiştir.İslam düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç konuları ve fıkhi hükümler olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiştir.Fıkıh ilminde ihtilaf ittifak ve icmanın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur’an ve Sünnet’in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, ‘müctehidün fih’ denilen ictihada açık konularda muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir. Fıkhi konularda ihtilafın meşruiyeti II. yy itibaren sorgulanmaya başlanmıştır. Kur’an’da yer alan, ihtilaf ve tefrikaya düşmeyi kötüleyen genel anlamdaki ayetleri göz önünde bulunduran müzeni, İshak el-Mesıli, Cahiz, Zahiriler, Şia ve Batıniler ihtilafın dinde yeri bulunmadığını, aksine uzlaşmanın ve birlik olmanın emredildiğini savunmuşlardır.İhtilafın meşruiyetini savunanlara göre Kur’an’da müteşabih, müşterek ve mecazi lafızların varlığı insanların ihtilafına zemin hazırlamıştır. İhtilaf gayri meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkları kullanılırdı. Ayrıca aklı kullanma ve düşünme emredilmiş olup insanların farklı kapasitelere sahip bulunmaları sebebiyle ihtilafa düşmeleri kaçınılmazdır. İslam’da usul konularında ve genel ilkelerde ihtilaf doğru karşılanmazken fıkhi konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha ile karşılanmıştır. Fıkhi konularda ihtilafın sebeplerinden bazıları;1- Usul farklılığı2- Usulün meselelere tatbikindeki farklılık 3- Hadisin ulaşıp ulaşmaması4- İctihada dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların değişmesi sebebi ile müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması            İhtilafların İslam toplumu için ciddi bir tehlike olarak gören bir kısım alimler ve siyasetçiler bunların çözümü için bazı usuller teklif etmişlerdir. Müzeni, Fesadü’t-taklid adlı eserinde ihtilafların hallini akademik bir yolla çözüme kavuşturmayı teklif eder. Ona göre ihtilaf halinde şura usulüne başvurulmalıdır.             Yakın dönemde Sünni-Şii yakınlaşmasını sağlamak amacıyla her iki ekolün alimleri çözümler aramak için bazı çalışmalar yapmışlardır.Tarih(5)            Her dilde kendine has kelime ve terimle tarif edilen tarih, toplumların başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bunların sebep ve sonuçlarını birbirleri ile olan ilişkilerini ele alan bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adıdır.            Hz.Ömer (r.a.) hicreti takvimin başlangıcı sayması ile Hicaz’a giren tarih, Avane b. Hakem’in eserine Kitabü’t-Tarih adını vermesi ile de yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Kur’an’a göre tarih insanoğlunun ve âlemin tarihidir.  Kur’an sürekli tarihten, geçmiş ümmet ve olaylardan misaller getirmiş ve insanı düşünmeye davet etmiştir. ‘Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır…(Yusuf  111) İnsanlık tarihi bir bütün olarak ele alınıp ona göre değerlendirilmelidir. Müslümanlar Hz. Peygamber (S.A.V.) in hayatına değer verdiklerini belirtmek için Onun ve İslam tarihinin her safhası ile ilgili özel ve genel yüzlerce eser kaleme almışlar, bizlerin ve bizlerden sonra gelecek kardeşlerimizin istifadesine sunmuşlardır. Tarih kitapları ve eserleri insana yol gösteren, tecrübe ve deneyimlerdir. Tarihine bağlı milletler teknolojik,  kültürel, ilmi, sosyal vb. her yönden gelişir, diğer milletlere örnek olur ve onları etkilerle.    Sonuç olarak yukarıda zikredilen müellifler, konular ve tarih ilmi, İslam tarihini, fıkhı, Hz. Peygamberin örnek hayatını anlamamıza katkı sağlayan, doğru, güvenilir bilgiye ulaşmamızda bizlere yol gösteren ilimler ve konular oldukları unutulmamalıdır.     Kaynak

 1- Mustafa Fayda, İbn. Hişam, DİA, c.20, s.71 2- Mustafa Fayda, “İbn İshâk” DİA, c.20, s.933- Mustafa Fayda,  “Siyer ve Meğazi” c.37, s.3194- Şükrü ÖZEN, “İhtilaf” DİA, c.21, s.5655- Mustafa Fayda,  “Tarih”  DİA, c.40, s. 30

0 Yorum - Yorum Yaz



Kur’ân’ın Nüzul Ortamı II Dersinden kazanımlar,  İbn İshâk, İbn Hişâm, Siyer-Megâzî

Yüce Allah Kitabını, tüm insanlığı hidayete ulaştırmak, kıyamete kadar onun maddi-manevi bütün ihtiyaçlarını gidermek için sevgili peygamberi Hz. Muhammed'e 23 senelik bir müddet içinde parça parça indirmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de kendisine inen âyet-i kerimeleri ashabına açıklamış, nasıl amel etmeleri gerektiğini onlara göstermiştir. Bilindiği gibi âyet-i kerimeler, çok defa, meydana gelen bir olaya çözüm getirmek, sorulan bir soruya cevap vermek üzere nazil olmuştur. Bu gibi âyetlerin, nüzul sebebleri bilinmeden iyice anlaşılamayacağı, aksi­ne tamamen yanlış bir şekilde anlaşılacağı aşikârdır. İşte bu sebepledir ki, alimler daha başlangıçtan itibaren Esbâbu'n-Nüzul'e dair sahabeden gelen haberlerin toplanmasına büyük özen göstermişler, nüzul sebeplerini bilmeden âyetlerin anlaşılamayacağı hususunda icmâ etmişlerdir.

  İslâm’ın ana kaynağı Kur’an-ı doğru anlamanın yolu esbabı nüzulü ve nüzul ortamını iyi bilmekten geçer. Tefsir ilmindeki rivayetler Kur’an’ın sahih manalarına işaret eden veya anlaşılmasını sağlayan rivayetlerdir. Tefsir rivayetleri bizlere esbabı nüzul gerçeğini ve sebeplerini açıklayıp Kur’an-ı anlamada ufuk açar.

Kur'ân-ı Kerim'de Öyle âyetler vardır ki, onlardan neler kastedildiği, ancak nüzul sebepleri bilindiği takdirde anlaşılabilir.

 Öyle ki, şayet bu sebebler bilinmemiş olsaydı, âyetleri anlama hususunda hataya düşülmüş olunurdu.İmam el-Vahidi bu konuda şöyle der: "Kıssalarına ve nüzul sebebine vâkıf olmadıkça,âyetlerintefsirinibilmekmümkündeğildir."
İbn Teymiye de bu konudaki görüşünü şöyle ifade.eder: "Nüzul sebebini bilmek, âyetin anlaşılmasına yardım eder; çünkü, sebebin bilinmesi musebbebin yâni (sebebin ortaya çıkardığısonucunbilinmesinenedenolur.
İbn Dakîk el-İd ise şöyle der: "Âyetin nüzul sebebini açıklamak, Kur'ân-ı Kerim'in ihtiva ettiği manaların anlaşılması hususunda en güvenilir yoldur".

   Hz. Peygamber (S.A.V.) örnek nesli ve toplumu yetiştirirken vahiy yolu ile yüce Allahtan destek almış, bizler içinde hidayet ve kurtuluş yolunu göstermiştir.

 

Kur'ân-ı Kerîm'i sahih olarak anlamak ve tefsir etmek hem zorunlu, hem de mümkündür. Bu kapsamda Tefsir Usulü zımnında vaz edilen kurallara uymak, arzu edilen hedefi gerçekleştirmeye matuf bir gayret olarak görülmelidir. Kur'an âyetlerinin hangi olay, soru veya olgu üzerine nazil olduğunu, başka bir deyişle vahyin iniş sebeplerini dikkate almak ise bahsi geçen kurallardan sadece biridir. Esbâb-ı nüzûl, vahyin inişine iktiran eden hâdise ve sorulardır ve bu ilmi bilmek, Kur'ân'ın doğru anlaşılıp tefsir edilmesinde ihmal edilmemesi gereken çok ehemmiyetli bir dinamiktir. Esbâb-ı Nüzûl ortaya konan yorumu sınırlıyor gözükse de, evvel emirde esas maksadın ortaya konmasını temin etmektedir. Âlimlerimizin vaz ettiği "Sebebin hususiliği, hükmün umumîliğine mâni değildir." kâidesi, makul ve sağlıklı tefsirin önünü açmaya matuf bir gayrettir.

Esbab-ı Nuzülü bilmek, Kuran’ı en iyi şekilde anlamakla orantılıdır. Esbab-ı Nuzül bize Kuran’ın soyut olmadığını, yaşanmış ve yaşanabilir olduğunu en iyi şekilde ifade eder. Çünkü nüzule şahit olan sahabeler, peygamberin eğitim halkasından geçmiş  insanlardır ve aralarında gerçekleşen iletişim ,nüzul ortamını kapsamaktadır.

Esbabı nüzul değerlendirilirken o zamanın kültürünü, fikrini ve sosyal yönlerini iyi araştırıp ona göre hüküm vermek, sonuca ulaşmak gerekir. . 

İbn İshak ( 85 -151 / 704 -768 )  

 Ünlü tarihçi Zührî’nin öğrencilerindendir. İbn İshak ilköğrenimine Medine’de babası ve amcalarından hadis, şiir ve siyer gibi ilimleri tahsil etmekle başladı. Daha sonra birçok ünlü âlimden ders aldı. Otuz yaşına geldiğinde ilim öğrenmek için Mısır’a seyahat etti. Mısır’dan Medine’ye döndüğünde Enes b. Malik ile arasının açılması sebebiyle Irak’a gitmek zorunda kaldı ve burada da vefat etti. Yaşadığı dönemde emîrü'l-mü'minîn" unvanıyla anılan muhaddislerden olan İbn İshak'tan pek çok kişi hadis ve megâzî rivayet etmiştir. Buhârî, İbn İshak'ın megâzî dışında çoğu ahkâma ait 17.000 hadis rivayet ettiğini ve bunların İbrahim b. Sa'd el-Ensari'nin elinde bulunduğunu haber vermiştir. Ancak Buhari onun rivayet ettiği hadisleri kitabına almadı. İbn İshâk  tarihçiler tarafından siyer alanında eseri bize ulaşan ilk tarihçi olması sebebiyle önem arz etmekle birlikte hadisçiler tarafından pek makbul görülmez.Eserleri :Siratu İbn İshâk veya es-Sîre veya Kitabûl Meğazi Eser aslında Meğazi kitabı olmasına rağmen siyer ile alakalı tüm konuların işlenmesi sebebi ile siyer kitabı kabul edilir.   İbn İshak’ın bu eseri siyer alanında elimize ulaşan ilk eser olması sebebiyle İslam tarihiği açısından önem arz etmektedir. Ancak eser, içinde yer alan birkaç rivayet sebebi ile eleştirilir. Eser  üç bölümden meydana gelmektedir.el- mübteda, el-meb’as, el-meğazi el-Mübteda: İlk insanın yaratılışından başlayarak peygamberler tarihinin anlatıldığı bölümlerdir. İbn İshâk bu  bölümde büyük çapta Vehb. b. Münebbih’in rivayetleri ile İsrailli haberlere yer verdi. Çünkü bu alanda en çok bilgi İsrailiyatta vardır. el-Meb-as: Hz. Peygamber’in Mekke dönemi yaşantısını ve hicretini konu edinir.el-Meğazi: Hz. Peygamber’in gazvelerinin anlatıldığı ve özellikle bedir ve uhud  gibi gazvelerin etraflıca anlatıldığı bölümlerdir. Bu  bölümde   rivayet olunanlar,  sahih rivayetlere dayanmaktadır.  Eser İbn İshak’ın talebesi el-Bekka’i’nin talebesi Abdülmelik b. Hakem’in tahkik ve tehzib etmesiyle zamanımıza ulaşmıştır. İbn Hişam ( ö.2181 - 833)  Asıl  adı Abdulmalik olan İbn Hişam,İlk eğitimi Basra da tamamladıktan sonra Mısıra giderek İmam Şafii ile görüştü. İmam Şafii onu bir çok noktada methetmiştir. İbn Hişam şiir, nahiv, ensab, ahbar gibi bir çok alanda ilim elde etti ve bu alanda önemli çalışmalar meydana getirdi. O güvenilir bir  hadisçi ve tarihçidir. İbn Hişam’ın hocası Bekkaî, İbn İshâk’ın öğrencisidir. Hayatı hakkında fazla detay bulunmayan İbn Hişam’ın Siyeri ile ün yaptı. Eserleri: 1-Siretu İbn Hişam veya Siretu’n-Nebeviyye: Eser ilk bakışta İbn İshak Siyerinin  kısaltılıp gerekli ilavelerin de yapıldığı bir çalışma olarak göze çarpar. Ancak o kesinlikle  İbn İshak’ın eserini birebir kopya etmemiştir. Nitekim O İbn İshâk’ın eserinde yer alan el-Mübteda (Peygamberler tarihi) kısmını eserine almayarak en  başta ondan farklı olduğunu  göstermektedir. Aslında o, İbn İshak’a  yönetilen  eleştirileri dikkate alarak eseri yeniden  meydana  getirmiştir.  Klasik bir çok kaynakta “İbn Hişam’ın Siyerinin, İbn İshak’ın eserine borçlu olduğu” gibi ibareler yer alır. Ancak bu doğru değildir. İbn Hişam, İbn İshâk’ın eserinden faydalanmış ama onu asla birebir eserine kopya etmemiştir. İbn İshâk’ın Siyerinde  Sağlam olmayan bölümlerini atarak onun kopyası olmadığını bir yönüyle göstermiştir. Bu sebeple de İbn Hişam, İbn İshak’ın Siyerinin sadece Hz. Muhammed ile alakalı kısmını almakla iktifa etmiştir. Yine İshak’ın Siyerinde edebe aykırı olan ve tanınmış şairlere ait olmayan şiirleri  almamış. Bazı şiirlerin  dilini ve  veznini düzeltmiştir. En önemli farkı ise İbn İshâk’ın eserinde yer vermediği kur’an ayetlerini eserine alarak delil yapmış ve İbn İshâk’ın bu yönde eksikliğini belirterek bir çok noktada onu eleştirip tenkitçi  tarihi başlatmıştır. İbn Hişam yaptığı  ilaveleri  göstermek  için “  Kale  İbn Hişam”  lafzını kullanmıştır.

İbn Hişam’ın bu eseri siyer konusunda yazılan sağlam bir kaynak  hasebiyle bir çok müellif tarafından şerh edilip ve tercümeleri yapıldı. Hoşani, el-İmlâu’l-Muhtasar Fi Şerhi Garibi’s-Siyer ve Süheyli, er-Ravdu’l-Unuf  en meşhur iki şerhidir.

Siyer:

   Siyer, Sözlükte ‘’ davranış, hal, yol, adet, bir kimsenin ahlakı, seciye ve hayat hikayesi ‘’ gibi anlamlara gelen siret kelimesinin çoğuludur. Siret Kur’an-ı Kerim’de, ‘’ Allah Musa’ya asayı al ve korkma! Biz onu ilk haline dönüştüreceğiz buyurdu ‘’ ayetinde ( taha 20/21) hal ve şekil manasında yalnız bir yerde geçmektedir. Siret ve siyer Hz. Peygamberi’in hayatı, onun hayatını konu edinen bilim dalı ve bu dalda yazılan eserler için terim olarak Siyer terimi aynı zamanda savaş, esirler ve ganimetler başta olmak üzere devletler hukuku dallarına giren konulara isim olarak verildiği gibi bu alanda yazılan Evzai’nin Kitabü Siyeri’l-Evzai, Ebu  Yusuf’un Kitabü’r-Red ‘ala Siyeri’l-Evza’i ‘…vb kitapların isminde yer almış, ayrıca fıkıh kitaplarının bir bölümünün adı olmuştur.

Megazi:

Megazi: Arapça savaş anlamındaki Megza kelimesinin çoğulu meğazi’dir. Megazi ise dini terminolojide Hz. Peygamber’in savaşlarını ve gazalarını anlatan eserlere verilen isimdir. Böyle rivayetleri bir araya toplayan eserlere de aynı isim verilmiştir.
 İhtilaf Sözlükte; ‘geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek’ anlamındaki half kökünden türeyen ihtilaf, masdar ve isim olarak ‘bir şeyin peşinden gelmesi gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak vb. manalara gelir. Terim olarak ihtilaf; ‘söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak’ demektir. Kur’an ve Hadislerde ihtilaf kelimesi mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmıştır. Daima birlik olmak, tefrikadan kaçınmak emredilmiştir. İslam düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç konuları ve fıkhi hükümler olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiştir. Fıkıh ilminde ihtilaf ittifak ve icmanın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur’an ve Sünnet’in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, ‘müctehidün fih’ denilen ictihada açık konularda muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir. Fıkhi konularda ihtilafın meşruiyeti II. Yy’dan itibaren sorgulanmaya başlanmıştır. Kur’an’da yer alan, ihtilaf ve tefrikaya düşmeyi kötüleyen genel anlamdaki ayetleri göz önünde bulunduran müzeni, İshak el-Mesıli, Cahiz, Zahiriler, Şia ve Batıniler ihtilafın dinde yeri bulunmadığını, aksine uzlaşmanın ve birlik olmanın emredildiğini savunmuşlardır. İhtilafın meşruiyetini savunanlara göre Kur’an’da müteşabih, müşterek ve mecazi lafızların varlığı insanların ihtilafına zemin hazırlamıştır. İhtilaf gayri meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkları kullanılırdı. Ayrıca aklı kullanma ve düşünme emredilmiş olup insanların farklı kapasitelere sahip bulunmaları sebebiyle ihtilafa düşmeleri kaçınılmazdır. İslam’da usul konularında ve genel ilkelerde ihtilaf doğru karşılanmazken fıkhi konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha ile karşılanmıştır. Fıkhi konularda ihtilafın sebeplerinden bazıları;1- Usul farklılığı 2- Usulün meselelere tatbikindeki farklılık 3- Hadisin ulaşıp ulaşmaması4- İctihada dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların değişmesi sebebi ile müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması  İhtilafların İslam toplumu için ciddi bir tehlike olarak gören bir kısım alimler ve siyasetçiler bunların çözümü için bazı usuller teklif etmişlerdir. Müzeni, Fesadü’t-taklid adlı eserinde ihtilafların hallini akademik bir yolla çözüme kavuşturmayı teklif eder. Ona göre ihtilaf halinde şura usulüne başvurulmalıdır.  Yakın dönemde Sünni-Şii yakınlaşmasını sağlamak amacıyla her iki ekolün alimleri çözümler aramak için bazı çalışmalar yapmışlardır.Tarih: Her dilde kendine has kelime ve terimle tarif edilen tarih, toplumların başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bunların sebep ve sonuçlarını birbirleri ile olan ilişkilerini ele alan bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adıdır. Hz.Ömer (r.a.) hicreti takvimin başlangıcı sayması ile Hicaz’a giren tarih, Avane b. Hakem’in eserine Kitabü’t-Tarih adını vermesi ile de yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Kur’an’a göre tarih, insanoğlunun ve âlemin tarihidir.  Kur’an sürekli tarihten, geçmiş ümmet ve olaylardan misaller getirmiş ve insanı düşünmeye davet etmiştir. ‘Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır…(Yusuf  111) İnsanlık tarihi bir bütün olarak ele alınıp ona göre değerlendirilmelidir. Müslümanlar Hz. Peygamber (S.A.V.) in hayatına değer verdiklerini belirtmek için Onun ve İslam tarihinin her safhası ile ilgili özel ve genel yüzlerce eser kaleme almışlar, bizlerin ve bizlerden sonra gelecek kardeşlerimizin istifadesine sunmuşlardır. Tarih kitapları ve eserleri insana yol gösteren, tecrübe ve deneyimlerdir. Tarihine bağlı milletler teknolojik,  kültürel, ilmi, sosyal vb. her yönden gelişir, diğer milletlere örnek olur ve onları etkilerler. 

 

İHTİLAF

     Sözlükte "geride kalmak ve biri diğeri­nin yerine geçmek" anlamındaki half kö­künden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak "bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit ol­mamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık" gibi mânalara gelir.  Terim olarak ih­tilâf, "söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak" demektir  İhtilâf ve hilaf terimleri bazan benzer veya eş anlamlı olarak kullanı­lırsa da aralarındaki ince fark genellikle ko­runmaya çalışılmıştır. İhtilâfın daha çok "farklı bir görüşe sahip olma, farklı gö­rüşlerden birini benimseme" anlamı ta­şımasına mukabil hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebi­lir. Buna göre ihtilâf maksat aynı olmak­la birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.

   

 

          Fıkıh ilminde ihtilâf icmâ ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmak­ta,  Kur'an ve Sünnet'in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, "müctehedün fîh" denilen içtihada açık konularda muh­telif sebeplerle ayrı kanaatler benimse­mesini ifade etmektedir. İhtilâfın sonuç­ları usûl-i fıkıhta çeşitli açılardan ele alın­mış olup bu çerçevede aynı konuda farklı sonuçlara ulaşan müctehidlerden yalnız birinin mi hepsinin mi isabet etmiş sayı­lacağı, isabet etmeyenlerin günahkâr olup olmadığı, mukallidin iste­diği içtihadı benimsemesinin yahut mez­heplerin ruhsatlarını araştırıp uygulama­sının cevazı ve yanlış içtihada uymaktan kaçınmak için ihtiyaten herkesin birleş­tiği şeyleri yapmanın müstehaplığı  gibi konular anılabilir.

İslâmî ilimlerin teşekkül etmeye baş­lamasıyla fıkhî ihtilâfların bilinmesi fıkıh ilminin bir gereği olarak görülmüştür. İl­mi icmâ ve ihtilâf olmak üzere iki katego­ride ele alan İmam Şafiî müctehidin mu­halifini dinlemekten kaçınmaması gerek­tiğini, onu dinlemesi halinde farkında ol­madığı şeylerin farkına varıp düşüncesini daha sağlamlaştıracağını belirtir . Ona göre müctehid, muhali­finin neye dayanarak görüş ileri sürdü­ğünü ve terkettiği görüşü niçin terkettiğini anlamak için gayret sarfetmeli ve insaflı olmalıdır ki kendi kabullendiği gö­rüşün benimsemediği görüşten üstün­lüğünü anlayabilsin.

Fıkhî konularda ihtilâfın meşruiyeti II. (VIII.) yüzyıldan itibaren sorgulanmaya başlanmıştır. İhtilâfın meşruiyetini savunanlara göre Kur'an'da müteşâbih. müşterek ve me­cazi lafızların varlığı insanların ihtilâfına zemin hazırlamıştır. İhtilâf gayri meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkla­rı kullanılırdı. Ayrıca aklı kullanma ve dü­şünme emredilmiş olup insanların farklı kapasitelere sahip bulunmaları sebebiyle ihtilâfa düşmeleri kaçınılmazdır. Hz. Peygamber'in. Kur'an ve Sünnet'te cevabını bulamadıkları konularda sahabeye ver­diği ictihad izninin de ihtilâfa sebep ola­cağı gayet açıktır

        Fıkhî konularda ihtilâfların sebeplerin­den bazıları şunlardır:

     

        1. Usul farklılığı. Sarih bir nass bulunmaması halinde re'y, kıyas, istihsan, istislâh, örf gibi kaynak olup olmadıkları müctehidler arasında tartışmalı olan delillerin hükme esas alı­nıp alınmaması ya da mürsei rivayetlerin delil teşkil edip etmemesinde olduğu gi­bi delillerin şartları ile ilgili temel anlayış farklılıkları.

        2. Usulün meselelere tatbikindeki farklılık. aynı usul benimsenmiş olsa bile karşılaşılan meselede bu usulün nasıl uygulanabileceğine ilişkin olarak or­taya çıkan ayrılıklardır. Meselâ bir konuda taraflarca esas alınan nassın nasıl anlaşı­lacağı hususu ihtilâfa sebebiyet verebilir. Bu cümleden olarak emir ya da nehiy kipleriyle ifade edilen bir hükmün emir ise vücûb mu mendupluk mu, yasaklama ise haramlık mı mekruhluk mu ifade ettiği hususuyla ilgili yaklaşım farklılığı anılabi­lir.

        3. Hadisin ulaşıp ulaşmaması. Çok az kimse tarafından nakledilmiş olması do­layısıyla bir hadisin müctehide ulaşma­ması yahut sahih olmayan bir yolla ulaş­ması ve onun da nasların genel ifadeleri, mefhum ve kıyas gibi başka kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri haram kılan iki hadisin bulunması ve ha­dislerden birinin bir müctehide ulaşıp di­ğerine ulaşmaması; her müctehidin ken­disine ulaşan hadise göre hüküm vermesi yahut her iki hadis de ulaştığı halde söyle­niş tarihlerinin hükmü yürürlükten kaldı­ran (nâsih) hadisin bilinmemesi durumu.

         4. İçtihada dayalı hüküm verilmiş olan ko­nularda zamanla şartların değişmesi se­bebiyle müctehidlerin ictihadlarında   de­ğişiklik olması

TARİH NEDİR?

Tarih; geçmişteki olayları, yer,zaman ve failleri göstererek kaynaklara dayalı olarak sebep

ve sonuç ilişkisi içerisinde inceleyen bilim dalıdır.

Bu tanımın anahtar kavramları; 1-geçmiş , 2-yer,zaman ve failler 3-kaynak, 4-sebep-sonuç ifadeleridir. Tarihi bilim olarak ele alırken veya öğretirken ideal olanı tanımda geçen bu kavramların kullanılmasıdır. Bu kavramlardan herhangi birinin ihmal edilmesi, tarihi başka alanlara kaydıracağı gibi, tarih öğretiminde de maksimum verimin alınmasını önleyebilir.

Tarih nedir? sorusunun daha iyi kavranılabilmesi için tarihin tanımı içerisinde yer alan anahtar kavramların, tarih bilimi ile olan ilişkilerinin irdelenmesi gerekir.

“Geçmiş” kavramı tarihin vazgeçilmez unsurudur. Çünkü tarih demek bir bakıma geçmiş demektir. Geçmiş olmadan tarih olmaz. Bu bakımdan incelediğimiz zaman, Tarih ve geçmiş sözcükleri genellikle aynı şeymiş gibi kullanılır. Fakat geçmiş ile tarih arasında önemli bir fark vardır.Geçmiş, hali hazırda olmuş şayi kapsar. Tarih ise geçmişi kaydeder,araştırı,inceler. Geçmiş ne olduğunun gerçeğidir. Tarih ise entellektüel tartışmadır. Tarih, sadece geçmişin yorumudur.

Tarihçinin üzerinde çalıştığı geçmiş, ölü bir geçmiş değildir, belli bir anlamda bugün hala yaşayan bir geçmiştir. Fakat geçmiş bir eylem, tarihçi onun ardında yatan düşünceyi anlamadıkça ölüdür, yani tarihçi için anlamsızdır. Bu nedenle, “Bütün tarih düşüncenin tarihidir” ve “tarih, tarihi üstünde çalıştığı düşüncenin, tarihçinin zihninde yeniden oluşmasıdır” Tarihçinin zihninde geçmişin yeniden kurulması deneysel kanıtlara dayanır. Fakat bu, kendi içinde deneysel bir süreç değildir ve yalnızca olguların ardı ardına dizilmesinden ibaret olamaz. Tersine, olguların seçilmesini ve yorumlanmasını, yeniden kurulma sürecini yönetir: zaten onları tarihi olgular yapan da budur

 

Tarih kavramında geçmiş bu kadar önemli ise, bu tanım içindeki “geçmiş” den neyi kastediyoruz? Bunu bilmek lazımdır. Buradaki geçmiş, tamamıyla lügat anlamı karşılığında algılanan bir kavram değildir. Yani şu andan önceki, mesela; 1 dakika, 1 gün, 1 hafta önceki olaylar tarih tanımı içinde yer alan geçmiş kavramı değildir. Buradaki geçmişi, olayların fosilleşmesi veya durulması için üzerinden yeterli zaman geçmiş olan önceki zaman olarak algılamak lazımdır. Bu süreç genellikle bir nesil olarak kabul edilir. Yani üzerinden yeterli zaman geçmiş olan olayları tarihçi gözüyle daha rahat tahlil edebiliriz. Veyahut da tahlil ve değerlendirmelerimizde yanılma oranımızı daha da azaltmış olabiliriz. Tarihin tanımı içerisinde geçen anahtar kavramlardan bir diğeri de yer (mekan), zaman ve faillerdir. Tarihten bir örnek olay verirken mümkün olduğunca yer, zaman ve faillerin belirtilmesi gerekmektedir. Tarihçi, incelediği toplumla o toplumun içinde bulunduğu mekan arasındaki bağlantıyı da hiçbir zaman gözden kaçırmamak mecburiyetindedir. Mekandan soyutlanmış bir toplum düşünülemeyeceği gibi böyle bir tarih yazılması da düşünülemez.

Tarih, geçmişteki olaylar ve o olayların zaman içindeki akışıyla ilgilenir. Tarih biliminin konusu içerisine giren herhangi bir fikir, olay, olgu veya düşüncenin incelenip yorumlanabilmesi için; incelenecek ve yorumlanacak materyalin ait olduğu zaman da bilinmelidir. Zamanı belli olmayan, hangi döneme ait olduğu belirlenmemiş bir olgunun tarihi açıdan yorumlanması imkansızdır. Aynı zamanda tarih, insanların faaliyetleri neticesinde meydana gelen olaylarla ilgilenir. Başka bir ifadeyle tarih, bir olaylar dizisini değil, insanların düşüncelerinin ifadesi olan ve zamanla ortaya çıkan olayları, insanların yönlendirdiği sosyal gelenekleri konu edinir. Aynı zamanda Tarih, vesikaya bağlı ve dayalı olarak beşeri geçmişi inceleyen ve gerçeğe ulaşmak isteyen bir bilimdir. O halde tarih biliminin tanıkları belgelerdir.42Geçmişe ait belgeler vesikalar, geçmişi aydınlatan her türlü materyal, Tarihin hareket noktasıdır. Tarih gücünü bu kaynaklardan alır. Tarihi bilginin merkezinde kaynak vardır. Tarihte, kaynaksız olarak ortaya atılan her iddia çürütülmeye gebedir.

Tarihi Kaynak denince, tarihi bilgi veren malzeme akla gelir. İnsanın söylediği veya yazdığı ya da ihmal ettiği her şey, onun hakkında bilgi verebilir. Ancak her bilgi veren malzeme, tarihi kaynak olma özelliğine sahip değildir. Bir malzemenin tarihi kaynak sayılabilmesi için, öncelikle devrinde meydana getirilmiş olması, bu mümkün olmadığı takdirde, devrine yakın bir zamanda ve devrinin kaynaklarından yararlanılarak meydana getirilmiş olması gerekir.

FİKRET AKMAN

ÖĞ.NO:12912768

 


0 Yorum - Yorum Yaz


  NAZIM ÇETİN :12912769                                                                 

Y.LİSANS      

            

İBN HİŞAM

Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (ö.218/833)

      

      Hz.Peygamber'in Siycr'i üzerindeki çalışmalarda kullanılan en önemli kaynaklardan birincisi İbn İshak'ın, İbn Hişam (öL.217/832) yoluyla bize kadar ulaşmış olan rivayetleri olmuştur.

Hayatı:

Basra’da doğdu. Aslen Ye­menli Himyer kabilesinin Meâfirî koluna mensup olduğu bilgisi kaynaklarda yer alır. Basra’da bir müddet yaşadıktan sonra Mısır’a gitti ve ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşa­dı.Mısırda İmam Şâfî ile Arap şiiri üzerinde sohbetlerde bulunan İbn Hişam’ın önceleri onunla görüşmek istemediği,fakat görüştükten sonra dil, şiir ve ensâb ilmi konusunda derin bilgi sahibi olduğunu anlayarak kendisinden övgüyle söz ettiği bilinmektedir.[1]İbn Hişâm 13 Rebîülâhir 218 (8 Mayıs 833) tarihinde Fustat’ta vefat etti.[2] Sağlam, güvenilir bir tarih­çi ve hadisçidir.[3]

      İbn Hişâm, kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb,[4] şiir, nahiv ve lügat âlimi olarak tanıtılmaktadır.

      “es-Sîretü’n-Nebeviyye’yi Türkçe’ye ilk defa “Sîret-i Rasûlullah adıyla Aydınlı Eyyûb b. Halîl çevirmiş ve 12 Rebîülevvel 986 (19 Mayıs 1578) tarihinde şehzade­liği sırasında III. Murad’a takdim etmiş­tir. Yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (TY, nr. 2414) bulunmaktadır. İbn Hişam’ın bu önemli eseri Hasan Ege tarafından “İslâm Tarihi Sîret-i İbn-i Hişam Tercemesi (l-IV, İstanbul 1985)” adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Hz. Peygamber'in hayatına ait yazılmış siyer ve meğazi eserlerinden bize kadar gelenlerinin ilkidir.

     İbn Hişam’ın hocası Bekkaî İbn İshak’ın öğrencisidir.Hayatı hakkında fazla detay bulunmayan İbn Hişam’ın Sîre’si ile ün yaptı.

     İbn İshak’ın Sîre’sinin sağlam olmayan bölümlerini atarak onun kopyası olmadığını bir yönüyle göstermiştir.Bu sebeple de İbn Hişam  İbn İshak’ın Sîre’sinin sadece Hz. Muhammed ile alâkalı kısmı almakla iktifa etti. Yine İshak’ın Sîre’sinde edebe aykırı olan ve tanınmış şairlere ait olmayan şiirleri almadı. Bazı şiirlerin dilini ve veznini düzeltti.En önemli farkı ise İbn İshak’ın eserinde yer vermediği Kur’an ayetlerini eserine alarak delil yapmış ve İbn İshak’ın bu yönde eksikliğini belirterek bir çok noktada onu eleştirip tenkitçi tarihi başlatmıştır. İbn Hişam   yaptığı ilâveleri göstermek için “gale İbn Hişam” lafzını kullanmıştır.

 

İbn Hişâm, İbn İshak’ın verdiği nesep bilgilerini, isimleri, haberleri veya kullandığı kelimeleri tashih etmiştir.

a) İsim Tashihleri: Bedir esirlerinin isimleri konusunda bazı tashihlerde bulunmuş, farklı görüşlere işaret etmiştir.

b) Nesep Tashihleri: İbn İshâk, Rasûlullah’ın babaannesinin nesebini “..Âiz b. Abd b. İmrân b. Mahzûm…”şeklinde vermektedir. İbn Hişâm ise bunu, “..Âiz b. İmrân b. Mahzûm” şeklinde dü­zeltmiştir. İbn Hişâm başka yerlerde de, nesep tashihlerinde bulunur.

c) Kelime Tashihleri: İbn Hişâm, İbn İshâk’ın kullandığı bir kelimeyi, Kur’ân’dan ayet getirerek düzeltmektedir.

d) Haber Tashihleri: İbn İshâk’ın, “Veddân Gazvesi’nde Müşriklerin başında İkrime b. Ebû Cehil var­dı.”haberini, kendi senedi ile “…onların başında Mikrez b. Hafs b. el-Ahyef vardı.” şeklindetas­hih etmiştir.

e) Şiir Tashihleri: Şiirin kaynağı, çeşidi, içeriği ve sıhhati ile ilgili tashihlerde bulunmuştur.[5]

Hz. Peygamber’in hayatı, yaşadığı devrin olayları ve Râşid Halifeler dönemi hâdiseleri için mut­laka başvurulması gereken bir eserdir. O, siyerdeki müstakil kelimeleri de açıklar.[6]

 

İBN İSHAK

      İbn İs­hâk ola­rak meş­hur olan ta­rih­çi­nin asıl adı Ebû Ab­dil­lâh Mu­ham­med b. lshak b. Ye­sâr b. Hı­yâr el-Mut­ta­li­bî el-Ku­re­şî el-Me­de­nî şek­lin­de­dir.

      Doğum ve vefat tarihlerinde ihtilaf olsa da genelde Hicrî 80 ya da 85 (Miladî 699 veya 704) yılında Medine’de doğduğu kabul edilen İbn İshâk, İslâm tarihinde Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sav) hayatını kaleme alan ilk kişidir.

      İbn İshâk’ın büyük dedesi Hiyar veya dedesi[7] Yesâr Halid b. Velid’in Aynüttemri fethetmesi ile Medine’ye getirilen Hristiyan esiler arasında idi.[8]Dedesinin Hristiyan olması sebebiyle o ehli kitap öğretilerini, özellikle de İncil ve Tevrat’taki esasları, öğrenerek bu kitaplarda yer alan efsaneleri nakletmekle suçlanır.

      Hadis ve siyer-meğazî sahalarında  İbn İshâk’ın üstadı olan İbn Şihâb ez-Zührî, “Meğazî ilmini öğrenmek isteyen  İbn İshâk’a müracaat etsin “ derdi. Yaşadığı dönemde “emîrü’l-mü’minîn “ ünvanıyla anılan muhaddislerden olan İbn İshâk’tan pek çok kişi hadis ve meğazî rivayet etmiştir. Mutâ’ et-Tarâbîşî bunların sayısını 131 olarak verir.[9]

      Buhârî, İbn İshâk’ın megâzî dışında çoğu ahkâma ait 17.000 hadis rivâyet ettiğini ve bunların İbrahim b. Sâd el-Ensârî’nin elinde bulunduğunu haber vermiştir.[10]

      Muhaddislerle cerh ve tâ’dîl âlimlerinin İbn İshâk’a yönelttikleri en ağır tenkit, onun hadisi aldığı râvî veya şeyhi atlayıp(tedlîs) ilk râvînin adıyla nakletmesidir.Ancak bu husus, tarih ve hadis rivâyeti arasındaki farktan ileri gelmektedir.İbn İshâk özellikle anlattığı konuların hadislerle irtibâtını çok iyi kurmuş, bazen şahsî görüşlerini de ekleyerek birçok rivâyeti birleştirip bütünleştirmeyi başarmıştır. İbn İshâk el-Megâzî isimli eseriyle Hz. Peygamberi ve Müslümanları insanlık tarihiyle bütünleştirip sevilmelerine yardımcı olmuştur. İbn İshâk bu kitap sebebiyle kendinden sonra gelen bütün siyer ve tarih yazarlarının şeyhi ve pîri sayılmış, daha sonraki siyer müellifleri onun öğrencisi kabul edilmiştir. Eserinin birinci bölümünde ilk insan ve peygamber Hazreti Adem’in (as) ve ondan sonra gelen peygamberler silsilesini anlatır.

     İbn İshâk’ın el-Megâzî’si günümüze tam olarak İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-Nebeviyye adlı eseriyle ulaşmıştır.[11]



[1] - Zehebî,Tatihul İslam,s.282.

[2] - Mustafa Fayda, DİA. c XX. s. 71.

[3] -  Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s. 127; Bkz. Cerrahoğlu, İsmail, İbn Hişam ve Siresindeki Garîbu’l-Kur’ânı, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi [Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi], 1977, sayı: 3, s. 1-28; Özel, Mustafa, Bir Tefsir Kaynağı Olarak İbn Hişâm’ın es-Sîresi, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, sayı: 14, s. 205-215; Bakalla, Muhammed Hasan “Siretu İbn-i Hişam”ın Arapçası İle Bugünkü Arapçanın Bir Mukayesesi”, çeviren: Necmettin Yurtseven, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1997, cilt: XXXVI, sayı: , s. 461-470.

[4] -  Mahmud Esad, Tarih-i Dini İslam (Medhal), s.10.

[5] -  Şaban Öz, Age, s. 360-361

[6] -  Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s. 127.

[7]Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s. 120.

[8]Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s. 120.

[9] -  Ruvâtü Muhammed b. İshâk, s.22 vd.

[10]-  Hatîb,VI,83; ayrıca bk.ibn Sâd, et-Tabakât: el-mütemmim,s.457.

[11] - nşr.Ferdinand Wüstenfeld ,I-III, Göttingen 1858-1860; nşr. Mustafa es-Sekkâ-İbrahim el-Ebyârî- Abdulhafîz eş-Şelebî, I-IV, Kahire 1355-1936, 1375-1955


0 Yorum - Yorum Yaz


Ramazan ÜNSAL (12912729) (ramazanriza@gmail.com)İMAM BUHARİ’NİN FIKHIHadis eserlerinde tefsir rivayetleri ll dersinden Sahih-i Buhari’den kitabu’t-Tefsir bölümünden okuduk. Kuran’dan sonra İslam Dininin en sahih bilgi kaynağı olan Sahih-i Buharinin sekizde biri (1/8) tefsir rivayetleri üzerine olmasından dolayı bu derste de bu rivayetleri okumamız tefsir bilim dalı öğrencileri olarak çok faydalı oldu. Kuran’ı anlama ve algılamada nüzul ortamına vakıf olmak açısından hadislerdeki bu rivayetleri tilavet etmek, değerler eğitimi açısından da önemli oldu. Sahih-i buhari gibi bir hadis deryasını tanımış olduk. Ayrıca Peygamber efendimizin ameli olarak yapmış olduğu tefsir örneklerini de İbn Hişam’ın siretinden okuyarak öğrenmiş olduk. Tefsir rivayetlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasıyla da nass veya nass olmayan rivayetlerden faydalanılmasının yollarını idrak etmiş olduk. Hocamıza bu ihlaslı çalışmalarından dolayı teşekkür ve minnetlerimizi arz ederiz.Hadis bilginlerinin en büyüklerinden Muhammed el-Buhârî, Hicri 13 şevvâl 194 / Miladi 21 Temmuz 810 tarihinde Buhara'da doğdu. Tam adı Ebû Abdullah Muhammed b. Ismâil b. Ibrâhim b. el-Mugîre b. Berdizbeh el-Cûfî el-Buhârî'dir. Buhârî, henüz bebek yaşta iken babası vefat etti. Annesinin terbiyesi altında büyüdü ve küçük yaşta Kur'an-ı Kerim'i ezberleyip Arapça öğrendi. On bir yaşında hadis öğrenmeye başladı. Ardından da on altı yaşında annesi ve kardeşi Ahmed'le birlikte hacca gitti. 825 yılında, annesi ve kardeşi Buhârâ'ya dönerken, kendisi ilim öğrenmek isteğiyle Mekke'de kaldı. Onsekiz yaşında "Kitâbu Kadâya's-Sahabe ve't-Tâbiin" ile "et-Târîhü'l-Kebîr" adlı eserlerini yazan Buhârî, ilim öğrenmek için Şam, Mısır, Basra ve Bağdat'a gitti. Bu amaçla altı yıl Hicâz'da kalan Buhârî, hadis öğrenmek ve nakletmekle kalmadı, şiirle de ilgilendi. Savaş sporlarına ilgi duydu, ata bindi, ok attı. Buhârî'nin üstünlüğünü çekemeyenler fitne çıkarmaktan geri kalmadılar ve Buhârî'nin "Kur'an mahluktur" düşüncesini savunduğunu yaydılar. Bu dedikodulardan rahatsız olan Buhârî, memleketi Buhâra'ya döndü fakat burada da rahat edemedi. Buhârâ emiri ile arası açıldı. Buhara Emiri Halid Ibn Ahmed, çocuklarına Câmiu's-Sahîh'i ve et-Tarih'i okutması için Buharî'yi konağına çağırdı fakat Buharî, bu teklifi kabul etmedi. İlim meclislerinin herkese açık olduğunu, isteyenin gelerek yararlanabileceğini, ilmi valinin konağının duvarları arasına hapsedemeyeceğini bildirdi. Bu olay üzerine de Ahmed Ibn Hâlid, onu Buhara'dan sürdü.Buhârî, Buhara'dan ayrıldıktan sonra Semerkand'a gitti ve Hartenk köyünde bulunan akrabalarının arasına yerleşti. Semerkand'lılar, Buhârî'den yararlanmak istediler ve bir heyet gönderip Semerkand'a gelmesi ricasında bulundular. Buhârî, Semerkand'a gitmek için hazırlık yapmaya başladı ancak bu arada hastalandı ve Hicri 30 Ramazan 256 Miladi 31 Agustos 869'da Ramazan Bayramı gecesi vefat etti. Cenazesi, bayram günü öğleden sonra kılınarak Hartenk'e defnedildi. Hocalarının başlıcaları şunlardır: Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medinî, Yahya b. Maîn, İsmail b. idris el-Medînî, İshak b. Rahuyeh, Mekkî b. ibrahim el-Belhî, Muhammed b. Selam el-Bikendi, İbrahim b. el-Es'as, Ali b. el-Hasan b. Sekîk, Yahya b. Yahya, İbrahim b. Musa el-Hafiz, Süreyc b. en-Numan, Ebu Asim en-Nebil es-Seybânî, Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, Abdullah b. Zübeyr el-Hamidî, El Mekrî, Abdülaziz el-Üveysî. Buhari’nin şeyhleri beş tabakaya ayrılmıştır: Birinci tabaka; tabiundan hadis almış olanlar (sulasi isnadı- kendisiyle Hz. Peygamber arasında üç raviden oluşan). İkinci tabaka; tabiuna ulaşıp onlardan rivayeti olmayanlar. Üçüncü tabaka; tabiuna yetişemeyip tebeü’t-tabiinin önde gelenlerinden hadis alanlar. Dördüncü tabaka; hadis meclislerine birlikte katıldıkları. Beşinci tabaka; yaşça ve ilimce kendinden küçükler ki bunlardan rivayet ettikleri Sahih’e alınmamıştır. İlk dört tabaka ‘sahibü’l hadis’tir, yani sikadır.Öğrencileri arasinda da en meşhurları şunlardır; Ebu isa et-Tirmîzî, Muhammed b. Nasru'l Mervezî, Ibni Ebi Dâvud, Müslim b. Haccac ve en-Nesâi. Câmiu's-Sahih dışında, şu eserleri vardır: Tarihu'l Kebir: Hadis ricaline ait önemli bir eserdir. Sahasında ilk yazılanlardandır. Buhârî, bunu henüz onsekiz yaşında iken Hz. Muhammed (S.A.V.)'in kabri başında yazmıştır. Haydarabad'ta 1941-1954 tarihlerinde dört cilt, 1959-1963 tarihlerinde üç cilt halinde basılmıştır.
Târihu'l-Evsât: Tarihu'l Kebir'in kısaltılmasıdır. Bazı yazma nüshaları mevcuttur. İbni Hacer Tehzibû't-Tehzib isimli eserinde bundan nakiller yapmıştır.                                               
Tarihu's-Sagîr: Tarihu'l Kebir'in bir özetidir. 1325 yılnda Zuafâü's-Sagîr ile birlikte Hindistan'da basılmıştır. Kitâbu Zuafâü's-Sagîr: Zayif ravilerin hallerinden bahseder. Hindistan'da 1323 ve 1326 tarihlerinde basılmıştır. Et-Tarihu fi Ma'rifeti Ruvati'l-Hadîs ve Nükâti'l Âsâr ve's Sünen ve Temyizü Sikatihim min Züafâihim ve Târihu Vefâtihim: Küçük bir risâledir. Et-Tevârîhu'l Ensâb: Bazi şahısların özel hallerinden bahseder.Kitâbu'l Künâ: Râvîlerin künyelerinden bahseden bir eserdir. Haydarabad'ta 1360 yılında basılmıştır.
Edebü'l-Müfred: Ahlâk hadislerini toplayan bir eserdir. İstanbul'da 1306, Kahire'de 1346, Hindistan'da 1304 yıllarında basılmıştır.
Refu'l-Yedeyn fi's-Salati: Namazda el kaldırmakla ilgili bir risâledir. Kalküta'da 1257, Delhi'de 1299 yıllarında yayınlanmıştır. Kitâbu'l-Kiraati Halfe'l-imam: Namazda imamın arkasında okuma hakkında yazılmış bir risâledir. Hayrü'l Kelâm fi Kiraati Halfi'l Imam adıyla Orduca çevirisi ile beraber 1299'da Delhi'de, ayrıca 1320'de Kahire'de basılmıştır. Halku'l-Ef'ali'l-ibâd ve'r-Redd Ale'l Cehmiyye: Cehmiyye mezhebinin görüşlerini reddeden bir kitaptır. 1306'da Delhi'de basılmıştır.

El-Akîde yahut et-Tevhîd: Akaid konusunda yazılmış bir eserdir. Abarü's Sifat: Hadisle ilgili bir eserdir ve bazı kütüphanelerde yazma nüshaları mevcuttur.

Buhari eserine “el-Camiu’s-Sahihu’l-Musnedu’l-Muhtasaru min Umuri Resûlillah (s.a.s.) ve Sunenihi ve Eyyamihi” adını vermiştir.Sahih; sahih olmasını,Câmi; belli başlı konulardaki bütün hadisleri bir araya getirmesini,el-Musnedu; isnadının kesiksiz olmasını,el-Muhtasaru; bütün hadisleri değil şartlara uyan hadislerin bir kısmının alındığını,diğer kelimeler ise; onu yalnızca hadislere değil, bu hadislerin taşıdığı dini hükümlere de yer verdiğine delalet eder.Buhârî, bab başlıklarını çoğu zaman ayet-i kerimelerden, bazan hadislerden iktibaslarla ve bazan da serbest şekilde fakat fıkhî bir anlam taşıyacak tarzda seçtiği ibârelerle tanzim etmiştir. Bu yüzden "Buharî'nin fıkhî görüşleri bab başlıklarındadır" sözü meşhur olmuştur. Buhârî, bu eseri meydana getirirken çok titiz davrandı. Eserine aldığı hadisleri, alti yüz bin hadisin içinden seçti. Sahih hadislerin dışında kalan diğer hadisleri eserine almadı. Eserin kabarmasını önlemek için sahih hadislerin bile bir kısmını almamıştır. Câmiu's-Sahih'te yer alan hadislerin sayısı 7275'tir. Bazı hadisler değişik kitaplarda geçmektedir. Mükerrerler çıkarıldıktan sonra geriye kalan hadis sayısı 4000'dir. O sadece sahih hadisler arasından kendi şartlarına uyanları seçmiş ve kitabına koymuştur Buhârî, bazan bir hadisi ilgisi dolayısıyla ve ondan ahkâm çıkarmak düşüncesiyle, muhtelif kitapların çeşitli bablarında hadisi bölerek ("takti") tekrarlar. Ancak çoğu kere böyle hadisi değişik yerlerde verirken ayrı ayrı senedle zikretmeye dikkat eder. Bununla da hadisin değişik senedlerle rivâyet edilmiş olduğunu ispatlamış olur. Hadis kitaplarında görülen tekrarları müellifler boş yere tekrar edip durmamışlardır. Buhârî, ravide, kendisinden hadis rivayet ettiği kişi ile bir defa da olsa karşılaşmış ve onunla sohbet etmiş olma şartını arar.            

            Saygılarımla…..


0 Yorum - Yorum Yaz

Tarih    10.05.2013

       NAZIM ÇETİN :12912769                                                                 

Y.LİSANS      

 

TARİH

Toplumların başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bunların sebep ve sonuçlarını, birbirleriyle olan ilişkilerini ele alan bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adıdır.

Hz. Ömer’in hicreti takvim başlangıcı saymasıyla birlikte(16/637) Hicaz Arapçası’na giren tarih, Avâne b. Hakem’in (ö.147/764) eserine Kitâbü’t-Târîh adını vermesinden itibaren yaygın biçimde kullanılmaya başlanmıştır.Kur’an-ı Kerîm’de ve hadislerde yer almayan tarih kelimesi, Yemen’de Kahtânî Arapları’nca İslam öncesi dönemde kullanılan bazı tabletlerde tesbit edilmiş, Kuzey Arapçası’na Hz.Peygamber döneminden sonra buradan girmiş[1] Farsça ve Türkçe’ye Arapça’dan geçmiştir.Kur’an’da tarih karşılığında “Allah’ın günleri”[2] “kasas”, “nebe”ve çoğulu “enbâ”, “haber” ve “ahbâr”, tarihî olay için “hadîs” kelimeleri kullanılmıştır.[3]

Kur’an’ı Kerîm sürekli tarihten misaller getirir ve mazide ve haldeki hayat tecrübeleri üzerine düşünmeye davet ettiğini belirtir.[4]

Tarih yazıcılığının gelişmesinde sözleşmelerin kaydedilmesi,İslam’a davet mektupları,fetihler,divan defterlerinin tanzim edilmesi, Hz. Ömer’in hicreti takvim başlangıcı yapması, VIII. Yüzyıldan itibaren kâğıt imalâtı ve kullanımının yaygınlaşması etkili olmuştur.

I.(VIII.)yüzyılın ilk yarısından itibaren sahabîler ve tabiîlerin ilk nesli tarafından başlatılan siyer ve megâzî çalışmalarının ardından dünya tarihi,fütuhat, bölge ve şehir tarihleri, tabakat kitapları olmak üzere küçüklü büyüklü çeşitli konularda tarih çalışmaları yapılmıştır.

Soylarına ve tarihe bağlılıkları ile tanınan Araplar Cahiliye devrinde ensâba dair bilgilere çok önem veriyorlardı.Kureyş kabilesinin nesebine dair zamanımıza ulaşan ilk müstakil kitap Müerric es-Sedûsî’nin(ö.195/810) Kitâbü Hazf min nesebi Kureyş adlı eseridir.[5]

İslam dünyasında tarih yazıcılığının doğup gelişmesinde Resûl-i Ekrem’in hayatını ele alan siyer ve megâzî çalışmalarının istisnaî bir yeri vardır. Bu çalışmaları I.(VII.) yüzyılda veya II.(VIII.) yüzyılın ilk yarısında vefat eden, bir kısmı sahabî çocuğu olan tabiîn âlimlerinin başlattığı bilinmektedir.[6] Müfessir, muhaddis, fakih ve tarihçi olarak büyük şöhret kazanan Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk’ü hicretin ilk üç asrının rivayet tarihçiliğinin en üst seviyesini temsil etmektedir.

İslam tarihinde biyografi yazımının , özellikle Hz.Peygamber’in ,sahabe, tabiîn ve sonraki nesillerin, hadisleri nakleden râvilerin hayatını tesbit etmek amacıyla orijinal bir tür olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir.İbn Sa’d’ın Kitâbü’t-Tabakâti’l-kebîr’i (et-Tabakâtü’l-kübrâ) biyografi alanındaki çalışmaların ilk örneğidir.

Bu dönemde tarih açısından önemli birer kaynak sayılan edebiyat kitapları da yazılmıştır. Câhız’ın el-Beyân ve’t-tebyîn’i tarihî ehemmiyeti olan belge ve kayıtları içermektedir. Câhız’ın et-Tâc fî ahlâki’l-mülûk adlı eserinde Emevîler ve Abbâsîler’de eğlence ve mûsikiyle ilgili âdet ve uygulamaların anlatıldığı üçüncü bölüm kültür tarihi bakımından büyük değer taşır.

Seyahatnâmelerin de İslam tarih yazıcılığında önemli bir yeri vardır. Arap edebiyatında daha çok “rıhle”, Fars edebiyatında “sefernâme” adı verilen seyahatnâmeler İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren kaleme alınmıştır.

İslam tarih yazıcılığının Anadolu’daki ilk örneği, Burhaneddîn-i Ânevî’nin 1166-1212 yılları arasında kaleme aldığı manzum Enîsü’l-kulûb adlı Farsça eserdir. Tarih yazıcılığının Anadolu’daki ikinci  örneği, I.Alâeddin Keykubad’ın(1220-1237) emriyle Emîr Kâniî-i Tûsî’nin Firdesî’nin Şâhnâme’sini örnek alarak hazırladığı manzum Selçûknâme’dir.Osmanlı Devleti’ne gelinceye kadar Türkler kendi dillerinde tarihlerini yazmamışlardır.Tarih kapsamında değerlendirilebilecek ilk Osmanlı kaynakları kuruluştan yaklaşık yüzyıl sonra ortaya çıkmıştır.Âşıkpaşazâde’nin Tarih’i içinde yer alan Yahşî Fakih menâkıbnâmesi bir tarafa bırakılırsa müstakil olarak günümüze kadar gelen ilk Osmanlı tarihi Ahmedî adlı bir şaire aittir.   

Tarih kavramının tarihi gelişimine dair  özet bilgi sunduktan sonra sonuç olarak şunları söyleyebiliriz.

Sosyal bilimler içerisinde ele alınan tarih; geçmişte olan olaylar veya bunlar hakkındaki belgelerin verileridir.[7]

Kısacası tarih, toplumun zaman içindeki gelişme yönünü belirleyen, insanın kendi toplumu ile diyalog kurmasını ve bütünleşmesini sağlayan, ondaki toplum şuurunu canlı tutan bir kültür hazinesidir.[8]Toplumların ve insanların hayatında tarihin yeri nedir? Zira tarih, bir milletin hemen, hemen bütün varlığına eşittir. Tarih, milletin geçmişteki varlığı, onun mirası bugüne kalan hatırasıdır. Bir fert için hafıza ne ise, meseleyi makro düzeyde ele aldığımız zaman fertlerin oluşturduğu millet içinde hafıza yani tarih aynı önemi taşır. Hafızasını kaybeden bir insanın istikrarlı bir geleceği olamaz.

Geçmişin belgelere dayandırılarak rasyonel bir yöntemle derlenmiş bilgisi olan tarih, insanın yapıp etmelerinin oluşturduğu bir bütündür.

Bugün yarının tarihidir.Tarih yalnız bir kronoloji bilgisi değildir.Biz inşa edici bir bir tarih şuuruyla tarihe bakmalı ve o şekilde geleceğimizi inşa etmeliyiz.Aslında yapılan hiç bir şey mazi olmuyor .Hepsi son teraziye konuluyor.Yani yapılanlar, yaşananlar asla geçmiş değil , bilakis geleceğin ta kendisi oluyor.Sonsuz hayatımız işte böyle şekilleniyor.

      Kur’an-ı Kerim belirli bir zaman dilimi ve coğrafî düzlem içinde ve birtakım sosyal ve kültürel şartlar altında yaşayan bir topluma nâzil olmuştur. Kur’an’ın içinde bütün insanlığa hitap eden ve bütün zamanları kapsayan ebedî ve evrensel birtakım hükümler olduğu gibi, nâzil olduğu dönemin tarihi, coğrafyası, örf ve âdetleri anlayış ve uygulamalarıyla ilgili sorunlar ve bu sorunların mümkün ve muhtemel çözümlerine dair hükümler de bulunmaktadır.

Dolayısıyla Kur’an içinde hem tarihsel hem de evrensel hükümler bulunmaktadır.



[1] - Rosenthal, s.22-23.

[2] - İbrâhîm14/5;el-Câsiye 45/14.

[3] - M.F.Abdulbâki,el-Mu’cem,”kşş”,”nbe”,”hdş”,”hbr”maddeleri.

[4]-  İslam’da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü,s.144-146,157.

[5] - Kahire 1960; Beyrut 1396/1976

[6] - Sezgin,GAS (Ar),I/2, s. 65-70.

[7] - Nuri Köstüklü,, Sosyal Bilimler ve Tarih Öğretimi, Günay matba., Konya 1999, s.11

[8]Refik Turan, “Kültür Alanındaki Gelişmeler”, Türkiye Cumhuriyet Tarihi (Komisyon) , C.II, Atatürk Araştırma .Merkezi yay. Ankara 2002 s.189


0 Yorum - Yorum Yaz

SİYER    10.05.2013

Ramazan ÜNSAL (12912729) (ramazanriza@gmail.com)

Tefsir Rivayetlerine Göre Kur’ân’ın Nüzul Ortamı II Dersinden Kuran’ı anlama ve algılamada nüzul ortamına vakıf olmak açısından siyer-i nebi’deki bu rivayetleri tilavet etmek, değerler eğitimi açısından da önemli oldu. Ayrıca Peygamber efendimizin ameli olarak yapmış olduğu tefsir örneklerini de İbn Hişam’ın siretinden okuyarak öğrenmiş olduk. Tefsir rivayetlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasıyla da nass veya nass olmayan rivayetlerden faydalanılmasının yollarını idrak etmiş olduk. Hocamıza bu ihlaslı çalışmalarından dolayı teşekkür ve minnetlerimizi arz ederiz.İBN-İ İSHAKİlk İslâm târihçisi. Meşhûr siyer âlimi ve muhaddis. İsmi Muhammed bin İshâk bin Yesâr el-Muttalibî olup, künyesi Ebû Abdull'tır. (Ebû Bekir de denildi). Dedesi Yesâr, Kays bin Mahreme bin el-Muttalib'in kölesi idi. Hâlid bin Velîd Ayn-üt-temr'de onu esir almış ve Medine'ye getirmiştir. İbni İshâk Medîne-i münevverede 85 (m. 740) doğmuştur. Gençliğinde çok güzel bir delikanlı idi. Medîne-i münevverede İmâm-ı Mâlik ile ilmi müzakerelerde bulundu. Sonra Medîne-i münevvereden ayrılarak, sırayla Mısır'a, sonra Kûfe, Cezîre, Rey, Hîre ve Bağdâd'a geldi ve Bağdâd'ta yerleşti. Bağdâd'ta meşhûr Siyer kitabını yazdı. Orada 151 (m. 768)'de vefât etti. Bağdâd'ın doğusundaki Hayzeran kabristanına defn edildi.İbni İshâk hazretleri, Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik (r.a.), tâbiînden Saîd bin Müseyyeb ve Ebû Seleme bin Abdurrahmân ile görüşmüştür.Babasından ve amcası Mûsâ, Fâtıma binti Münzir, Kâsım, Ata bin Ebî Rebâh A'rec, Muhammed bin İbrâhîm et-Teymî, Amr bin Şa'bî, Nâfi, Ebû Ca'fer el-Bâkır, Zührî, İkrime bin Hâlid el-Mahzûmî ve bir çok hadîs âliminden hadîs öğrenmiştir.Cerîr bin Hazm, İbrâhîm bin Sa'd, Ziyâd bin Abdullah, Seleme bin Fadl-il-Febreş, Abd-ül-a'lâ Eş-Şâmî, Muhammed bin Seleme El-Harrânî, Ya'lâ bin Ubeyd, Şu'be, Süfyân bin Uyeyne, Süfyân-i Sevrî ve daha bir çok âlimler ondan hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır.Muhammed bin İshâk'ın yazmış olduğu "Sîret-i Resûl" kitabı çok meşhûr olup, bu kitabı İbni Hişâm şerh ederek "Tehzîb-i siyer-i İbni İshâk" demiş ve Alman Westenfeld basdırmıştır. "Sîret-i Resûl" kitabını çok kimseler şerh etmiştir. Bunlar arasında (Aynî) ve (Süheylî) meşhûrdur. Buna Ravd-ül-enf denir. Ayrıca Kitâb-ül-mubtedir el-halk, Kitâb-ül-hülefâ, Kitâb-ül-Megâzî, Kitâb-ül-Mebde' ve Kısâs-ü Enbiyâ gibi kitabları vardır.İmâm-ı Ahmed bin Hanbel (r.a.): "Muhammed bin İshâk'ın hadîsleri hasendir", buyurmuştur. Şu'be bin Haccâc ise: "İbni İshâk hadîste mü'minlerin emîri idi" demiştir.İmâm-ı Buhârî târihinde İbni İshâk'tan bahsetmiştir. Sika (güvenilir) olduğunu söylemiş fakat ondan hadîs almamıştır, İmâm-ı Şâfiî "Kim megâzî (târih ve savaşlar) ilminde derinleşmek, inceliklerini öğrenmek isterse, muhakkak ki o İbni İshâk'ın çocuklarındandır (Ya'nî İbni İshâk bu ilimde çok büyük âlimdir)" buyurmuştur. Yahyâ bin Sa'îd El-Kettân, İbni İshâk'ın sika (güvenilir) bir râvî olduğunu söylemiştir. İ-mâm-ı Müslim, Mâlik bin Enes'e olan tutumundan dolayı sadece recm ile ilgili bir hadîsi dışında diğer rivâyetlerini, almamıştır. Böyle olmasına rağmen megâzî ilminde üstadlık derecesine ulaşan âlimlerdendir. İbni Şihâb Ez-Zuhrî "Kim megâzi ilmini öğrenmek isterse İbni İshâk'a müracaat etsin" dedi.İBN HİŞAMEbû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (ö.218/833)Hayatı: Basra’da doğdu. Aslen Ye­menli Himyer kabilesinin Meâfirî koluna mensup olduğu bilgisi kaynaklarda yer alır. Basra’da bir müddet yaşadıktan sonra Mısır’a gitti ve ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşa­dı. İbn Hişâm 13 Rebîülâhir 218 (8 Mayıs 833) tarihinde Fustat’ta vefat etti. Sağlam, güvenilir bir tarih­çi ve hadisçidir. Tahsili:İbn Hişâm ilk tahsilini Basra’da yapmıştır. Yaşadığı dönemde Bas­ra, İslâm âleminin en büyük kültür merkezlerinden birisidir. İbn Hişam, şehrin ilim otorite­lerinden ders aldı. Özellikle edebiyat, filoloji ve tarih dallarında yetiş­ti ve kendisi de büyük bir otorite haline geldi. Basra’dan ne zaman ayrıldığı ve Mısır’a gitmeden önce tahsil için di­ğer ilim merkezlerine seyahat edip et­mediği konusu bilinmemektedir. Ancak İbn İshak’ın es-Sire’sini kendisine rivayet eden hocası Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî ile görüşmek üzere Kûfe ve Bağdat’a gitmiş olabilir. Mısır’da İmam Şâfiî ile Arap şiiri üze­rine sohbetlerde bulunmuştur. İbn Hişâm önceleri İmam Şâfiî ile pek görüşmek istememiştir. Görüştükten sonra ise en­sâb ilmi, dil ve şiir konusunda derin bilgi sahibi ol­duğunu anlayarak kendisinden övgüyle söz ettiği bilinmektedir. İlmî Kişiliği:İbn Hişâm, kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb, şiir, nahiv ve lügat âlimi olarak tanıtılmaktadır. Şöhreti ise İbn İshak’ın “Sîretü İbn İshakadlı “Kitâbü’l-Mübtede ve’l-Meb’as ve’l-Meğazi ismindeki eserini yeniden tertib etmesiyle olmuştur. Hakkında Söylenenler: İmam Şafiî, İbn Hişâm’ın dilde hüccet (delil) ve Arap dili konusunda iyi yetişmiş bir âlim olduğu­nu belirtmiştir. Eserleri: 1.es-Sîretü’n-Nebeviyye (Sî­retü İbn Hişâm, Sîretü Rasûlillâh)”: Hz. Peygamber (sas)’in hayatına dair tamamı za­manımıza intikal etmiş en eski kitaptır. İbn Hişam, bu çalışmasını İbn İshak’ın Siyer’ini esas alarak hazırlamıştır.es-Sîretü’n-Nebeviyye birçok defa ba­sılmış, şerh ve ihtisar edilmiş, manzum hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiş­tir. es-Sîretü’n-Nebeviyyeye dört ayrı şerh yazılmış olup bunların üçü ba­sılmıştır. En geniş şerhi, Endülüslü muhaddis Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî (ö. 58I/1185) tarafından er-Ravzü’l-Ünüf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyye li’bni Hişâm adıyla kaleme alınmıştır. es-Sîretü’n-Nebeviyye’yi Türkçe’ye ilk defa “Sîret-i Rasûlullah adıyla Aydınlı Eyyûb b. Halîl çevirmiş ve 12 Rebîülevvel 986 (19 Mayıs 1578) tarihinde şehzade­liği sırasında III. Murad’a takdim etmiş­tir. Yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (TY, nr. 2414) bulunmaktadır. Eser üzerinde akademik çalışma yapılmıştır. Mes’ad Süveylim Ali eş-Şâmân tara­fından “Türk Edebiyatında Siyerler ve İbn Hişam’ın Siyeri’nin Türkçe Tercü­mesi adıyla doktora tezi olarak neşre ha­zırlanmıştır. İbn Hişam’ın bu önemli eseri Hasan Ege tarafından “İslâm Tarihi Sîret-i İbn-i Hişam Tercemesi (l-IV, İstanbul 1985)” adıyla Türkçeye çevrilmiştir.İbn Hişam’ın bu eseri siyer alanında dikkat çeken bir değere sahiptir. Bu sahanın âlimleri tarafından şerh edilmiş, notlar konul­muş ve bugün batı ilim ve fikir dünyasında müstesna bir kıymet kazanarak Avrupa dillerine tercüme edilmiştir. Batıda bu derece kıymet kazan­ması, bu derece rağbet görmesi, eski ve güvenilir olması ile birlikte şimdiki ki­taplar kadar tertipli ve muntazam olması sebebiyledir. Seydişehrî Mahmud Es’ad Efendi’nin bu eser hakkında şu değerlendirmesi önemlidir: “İbn Hişam kitabının mukaddimesinde be­yan ettiği veçhile, İbn İshak’ın eserinde Hazreti Peygamberle alâkası olmayan mukaddimeleri geçtiği gibi, belagat âlimlerinin malumu olmayan şiirler ile Zi­yad tarafından güvenilir bir senede sahip olduğu tasdik edilmeyen rivayetleri terk ediyor ve diğer nakilleri de başka yollardan elde ettiği malumatına kıyas ederek beyan ediyor. İslâm’ın ilk vakaları hakkında kitaplarda bulunan şehadetler güvenilir ve itimad edilir durumdadır.” 2.“Kitâbu’t-Tîcân fi Mülûki Himyer veya “et-Tîcân li-Ma’rifeti Mülûki’z-Zamân fi Ahbâri Kahtân”: İbn Hişam bu eserinde İncil’de mevcut bulunan hikâyeler ile Güney Arabistan’ın eski efsane ve hikâyelerini birleştirip “Kitabü’t-Tîcân adında vücuda getirmiştir. Bu eserin en önemli özelliği, Yemen tarihi ile ilgili ol­masına karşın, diğer Arap bölgelerindeki hâdiselere de değinmesidir. Esere efsânevî bir üslûp hâkim olması hasebiyle edebî tarih türündendir. Güney Arabistan’la ilgili halk hikâyelerinin Tevrat ve İncil hikâyeleriyle karıştırılıp destanlaştırılmasından meydana gelen ve Himyer melikleri hakkında bilgi veren eserin tarihî bir değeri bulunmamak­tadır. Siyer Çalışmalarına Katkıları: İbn İshak’ın en meşhur râvilerinden Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî’nin Kûfî-Bağdadî diye meşhur olan nüshasını esas alarak eseri kısaltmış, bu arada bazı ilâvelerde de bulunmuştur. Ki­tap zamanla onun adıyla (Sîretü İbn Hi­şâm, Tehzibü İbn Hişâm) anılır olmuştur. İbn Hişâm, İbn İshak’ın verdiği nesep bilgilerini, isimleri, haberleri veya kullandığı kelimeleri tashih etmiştir.a) İsim Tashihleri: Bedir esirlerinin isimleri konusunda bazı tashihlerde bulunmuş, farklı görüşlere işaret etmiştir.b) Nesep Tashihleri: İbn İshâk, Rasûlullah’ın babaannesinin nesebini “..Âiz b. Abd b. İmrân b. Mahzûm…” şeklinde vermektedir. İbn Hişâm ise bunu, “..Âiz b. İmrân b. Mahzûm” şeklinde dü­zeltmiştir. İbn Hişâm başka yerlerde de, nesep tashihlerinde bulunur.c) Kelime Tashihleri: İbn Hişâm, İbn İshâk’ın kullandığı bir kelimeyi, Kur’ân’dan ayet getirerek düzeltmektedir.d) Haber Tashihleri: İbn İshâk’ın, “Veddân Gazvesi’nde Müşriklerin başında İkrime b. Ebû Cehil var­dı.” haberini, kendi senedi ile “…onların başında Mikrez b. Hafs b. el-Ahyef vardı.” şeklindetas­hih etmiştir.e) Şiir Tashihleri: Şiirin kaynağı, çeşidi, içeriği ve sıhhati ile ilgili tashihlerde bulunmuştur. Hz. Peygamber’in hayatı, yaşadığı devrin olayları ve Râşid Halifeler dönemi hâdiseleri için mut­laka başvurulması gereken bir eserdir. O, siyerdeki müstakil kelimeleri de açıklar. Tesiri: İbn İshak’ın eserini muhtasar olarak nakletmesinden dolayı birçok İslam tarihçisi bu sebeple kendisinden faydalanmıştır.İbn Hişam, İbn İshak’ın siyerinin bize kadar gelmesinde rol alan önemli bir râvidir. Zira İbn İshak’ın çağdaşı veya kendisinden sonra gelen birçok müellif böyle bir şansı yakalayamamış. Örneğin Musa b. Ukbe ve Ebû Ma’şer bunlardandır. Bu bakımdan İbn Hişam gibi klasik nakil dönemi müellifleri, siyer yazıcılığının, tasnif-telif döneminden karşılaştırmalı nakil döne­mine sorunsuz bir şekilde geçmesini sağlamışlar, üstatlarının eserlerini koruma konusunda, İslâm kültür tarihi açısından hayati önemi hâiz bir görev ifâ etmişlerdir. Araştırmacı Yrd. Doç. Dr. Şaban Öz’ün bu konudaki tespiti önemlidir. “Şu an için, İbn İshâk’ın, Ma’mer’in ve haliyle Zührî’nin, Urve’nin rivayetlerinden bahsedebiliyorsak, hiç kuşku yok ki, bu dö­nem müelliflerinin nakilleri sayesindedir. Klasik nakil dönemi, daha uzun müddet devam etmiş, her râvi üstadının eserini -kabiliyeti nispetinde-sonraki nesillere aktarmak için çalışmıştır. Ancak İslâm tarih yazıcılığı, İbn Sa’d'la beraber yeni bir boyut kazanmış, tek müellife bağlı naklin yerini, birçok müellifin rivayetlerinin karşılaştırmalı olarak aktarıldığı nakil almıştır. ihtilaf: örfte dinî, ictimaî veya siyasî alanda insanlar arasında baş gösteren görüş, yöntem ve eylem farklılığını ifade eder. fıkıh geleneği açısından, ihtilaf-hilaf mukayesesi bağlamında "ihtilaf", hedefleri bir, yolları ayrı olan farklılık, "hilaf" ise hem yolları, hem de hedefleri ayrı olan farklılık demektir. bu yönüyle ihtilaf, aynı ilke ve gayeleri paylaşan insanların, sadece izledikleri yol itibarıyla birbirlerinden ayrıldığını göstermesi bakımından rahmet olarak telakki edilmiştir. hilaf ise, bu özelliğe sahip olmadığından bidat olarak kabul edilmektedir. islâm âlimleri tarihte vaki olan fikir ve mezhep ayrılıklarını farklı açılardan tasnife tabi tutmuşlardır. genelde fikir ayrılıklarını inceleyen âlimler rahmet ve azap noktasından hareketle, hangi ayrılığın rahmet, hangisinin azap olduğunu tespit etmeye çalışmışlardır. bu konuda islâm âlimlerinin görüş ve yorumları gözden geçirildiğinde ortaya çıkan tablo, ihtilafların "usûlî/asıllara ilişkin" ve "furûî/detaylara ilişkin" olmak üzere ikiye ayrıldığını göstermektedir.
usûlî ihtilaflar: dinin ana kaynakları ve bu kaynaklardan elde edilen ana hükümler etrafında vaki olan fikir ayrılıklarını ifade eder. bu meyanda ortaya çıkan ihtilaflar diğer kısma oranla daha derin ve telafisi daha zor olmaktadır. ayrıca bu alandaki ihtilaflar zaman zaman iman-küfür problemine dönüşebildiği gibi, bazen de dinî yorumlama biçimi olarak sünnet-bidat problemi düzeyinde kalmaktadır. zındıklar, şia, hariciye, mutezile ve islamcı filozoflarla (ehl-i sünnet olarak) aramızdaki fikir ayrılıkları bu sınıfa dâhildir.
furûî ihtilaflar: dinin ana kaynakları ve bu kaynaklardan elde edilen ana hükümler etrafında fikir birliği içinde oldukları halde, eğitim, kültür, iklim ve muhakeme farklılıkları nedeniyle ayrıntılarda ortaya çıkan ve çoğu ictihadî alanla sınırlı görüş ayrılıklarını ifade eder. bu alandaki ihtilaflara, ana ilke ve gayeleri bir olduğu halde, izlediği yöntem ve anlayış farklılığı sonucu başka başka kanaatlere varan ehl-i sünnet mezheplerinin görüş ayrılıklarını örnek verebiliriz. bu kabil ihtilaflar, insan tabiatının gereklerinden olması ve ümmete sağladığı kolaylık açısından rahmet olarak kabul edilmiştir.

ilk islâm fetihleri sonrası, dış dünya ile başlayan siyasî, sosyal ve kültürel ilişkilere paralel olarak, islâm dünyasında gerek siyasî ve gerekse fikrî zeminde ciddî tartışmalar cereyan etmiştir. islâm dünyasında ortaya çıkan ilk fikrî tartışmalar genelde büyük günahlar, kader, imamet ve allah’ın sıfatları gibi konular etrafında yoğunlaşmıştır. bu tartışmalar neticesinde hariciye, şia, cebriye, kaderiye, haşeviye ve mutezile gibi fikrî akımlar ortaya çıkmıştır. bu akımlar, dış dünya ile münasebeti daha yoğun olan irak toprakları başta olmak üzere islam coğrafyasının bazı bölgelerinden fikirlerine taraftar toplayabilmişlerdir. fakat islam toplumu, aynı gövdeden uzayan ağaç dalları misali, dinin esaslarında ittifak, detaylarında rahmet anlayışı çerçevesinde ihtilafı benimseyen ve ümmetin çoğunluğunu teşkil eden kalabalık bir kesimi, her devirde bünyesinde bulundurmuştur. bu topluluğa farklı yönlerden bakılarak bazen ‘sevâd-ı azam’ bazen ‘ehl-i sünnet ve’l-cemaat’ bazen de sadece ‘cemaat’ tanımlamasında bulunulmuştur.
SİYER MEĞAZİ"Siyer", Arapça "sîre" sözcüğünün çoğulu olup Peygamber (s.a.s)'in hayatını (hal tercümesini) anlatmak için kullanılır. Zaman içinde: Soy dizini, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Medine'de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekilde, doğumundan ölümüne kadar Hz. Peygamber (s.a.s)'in hayatından sözeden kitaplara "Siyer-i Nebî", "es-Siretü'n-Nebeviyye" veya kısaca "Siyer" adı verilmiştir. Siyer ile sıkça beraber kullanılan ve savaş, savaş yeri, savaş menkıbesi anlamlarını ihtiva eden "Meğâzi" kelimesi vardır. Hz. Muhammed (s.a.s)'in savaşlarının anlatıldığı kitaplara da aynı ad verilmiştir.İzahlardan da anlaşılacağı üzere siyer, daha genel, meğâzî ise daha dar anlamı ifade eder. Ancak bu iki isim sık sık karıştırılmış ve birbirini ifade edecek tarzda kullanılmıştır. Bazı meğâzi türü eserler, siyer kaynakları gibi, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hayatından bütünüyle bahseder ve yazıları bu tür meğâzi kitapları Siyer-i Nebî türü eserleri andırırlar. Ancak çoğunlukla meğâzî türü eserler, Peygamberimizin savaşlarını asıl olarak ele almışlardır. Siyer, bir yönüyle Hadis'e bir yönüyle de İslâm tarihinin içine girmiştir. Gerçekten siyer, Hz. Peygamber (s.a.s)'in söz ve davranışlarından bahseden Hadis ilminin bilinmesini gerekli kıldığı gibi; O'nun hayatının her safhasından bilgi vermesi itibariyle de İslam tarihinin bir bölümünü oluşturur.
Nitekim İslâm âlimlerinin çoğu, siyerden itibaren İslâm tarihini bir bütün halinde ele almışlar ve eserlerinde, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hayatından -hattâ öncesinden- başlayarak İslâm tarihi ile ilgili olayları, yaşadıkları döneme kadar anlatmışlardır.
Siyer'in kaynakları arasında ilk sırayı, nüzulünden itibaren hiçbir tahribat ve tahrifata uğramamış olan Kur'ân-ı Kerim alır. Herhangi bir olay konusunda Kur'ân'da âyet ve işaretler varken başka bir kaynak aramaya ihtiyaç yoktur. Kaynaklarda ikinci sıra hadis-i şeriflerindir. Özellikle Hz. Peygamber'in Medine'de geçirdiği hayata ait bilgiler, hadislerde bütün ayrıntılarıyla bulunabilir. Bu iki kaynak, İslâmî ilimlerin her dalında olduğu gibi, Siyer için de vazgeçilmez kaynaklar durumundadır. Siyerin kaynakları arasında Sahabe'den gelen rivâyetlerin yeri oldukça önemlidir. Hz. Peygamber (s.a.s)'den gördüklerini, duyduklarını kendilerinden sonraki nesle sözlü olarak aktaran bu güzide topluluğun anlattıkları, Emeviler devrinden itibaren yazılı belgeler olarak ortaya konmuş ve bunlar ilk Siyer ve Meğâzi kitaplarına kaynaklık teşkil etmiştir. Siyer-i Nebî, bir süre şifâhi nakil olarak devam ettikten sonra, tedvin edilmeye başlandı. Siyer'i ilk tedvin eden, İbn Şihâb ez-Zühri (öl. 122/739)'dir. Siyer alanında İslam tarihinde büyük şöhrete ulaşmış dört eser vardır. Bunlar "Siyer-i erbaa" (En ünlü dört siyer) adını almışlardır. Bunlar; İbn Hişam'in "es-Siretü'n-Nebeviye"si; İbn Seyyidin-Nâs'ın "Uyûnül-Eser' ı; Muhammed b. Yusuf ed-Dımaşki'nin "Sebilül-Hedyi ve'r-Reşâd "ı ve Ali b. Burhaneddin el-Halebî'nin "İnsânül-Uyün"udur. Saygılarımla……

0 Yorum - Yorum Yaz


Aysun Özsunar / Yüksek Lisans

TARİH, MEĞAZİ, SİYER, İBN İSHAK, İBN HİŞAM VE İHTİLAF MADDESİ

    Tarih, insanın varlık şartının bir gereğidir. İnsanın yapıp-etmeleri, imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı tecrübe ettiği herşey tarihle ilgilidir.Tarih, tarihsellik ve tarihle ilgili pek çok kavram felsefik bir kavramdır ve bu felsefik kavramın diğer felsefik kavramlarda olduğu gibi pek çok tanımı vardır.En genel hatlarıyla tarihi şu şekilde tanımlayabiliriz; toplumların başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan,bunların sebep ve sonuçlarını,birbirleriyle olan ilişkilerini  ele alan bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adı.

   Batı’da tarih yazımına dini sebeplerle ilgi gösterilmemiştir. Tarih yazımına 18. ve 19.yüzyıl arasında, aydınlanma ile başlayan süreç ile ortaya çıkmış sonra da modernitenin oluşturduğu ortam ve şartlarda devam etmiştir. Tarih ve tarihsellik kavramları batıya özgün kavramlardır. Batılı filozoflar içinde yaşadığı toplumun etkisiyle yetkin kişiliklerini oluşturmuşlar ve bunu da eserlerine yansıtmışlardır. Yani tarihsellik, bir kavram olarak, oluşum süreci bakımıyla insanın ortak kültürüne,anlam içeriği olarak da özgü kültüre ait bir kavramdır.

   Kur’an’ı Kerim ve hadislerde yer almayan tarih kavramı Hz.Ömer’in (16/637) hicreti takvim başlangıcı saymasıyla birlikte Hicaz Arapçası’na girmiştir. Avane b.Hakem’in (ö147/764) eserine Kitabü’t-Tarih adını vermesinden sonra yaygın biçimde kullanılmıştır.

   Cahiliye devrinde Arapların ‘’eyyamü’l-Arab’’ diye adlandırdıkları ve ezber yoluyla naklettikleri şiir ve ensab haberleri divanlarında yazılı olarak muhafaza etmişlerdir. Cahiliye dönemi Arap kabileleri ensab ve tarihini yazarken bu divanlara başvurmuşlardır.

   Destan yönü ağır basan ve ahbarü’l-Arab da denilen bu bilgiler yanında Arapların ticari münasebette bulundukları Doğu Roma (Bizans), Mısır, İran ve Habeşistan yanında Kuzey ve Güney Arabistan’daki emirlikler, Medine, Hayber çevresindeki Yahudilerle yarımadanın çeşitli yerlerinde yaşayan Hıristiyanların menkıbevi tarihlerinede vakıf olmuşlardır.

   Cahiliye dönemindeki bu menkıbevi tarih anlayışı, İslami dönemde Kur’an’ı Kerim’in tarih insanoğlunun ve alemin tarih anlayışıyla, gerçek tarihi vasfını ön plana çıkarmış ve yeni bir tarih yazıcılığı ortaya çıkmıştır.

Meğazi ve Siyer;

    Meğazi, Arapça savaş anlamındaki ‘’meğza’’ kelimesinin çoğuludur. Hz.Peygamber’in savaşlarını ve gazzelerini anlatan eserlere ‘’meğazi’’ denmiştir. Siyer ise ‘’sire’’ kelimesinin çoğulu olup yaşantı, adet ,hareket, davranış ve yol manalarına gelir.Siyer denilince Hz. Peygamberin hayatını tüm yönleriyle ele alan eserlerin ortak adıdır. Bu terimin, savaş, esirler ve ganimetler olmak üzere, devlet hukukunun alanına giren konuları için de kullanıldığı görülmüştür. Ayrıca fıkıh kitaplarında da bir bölümün adı olmuştur.

   İbn İshak’ın ve çağdaşlarının Hz.Peygamber hakkında yazmış oldukları eserlere ‘’el Meğazi’’ bazen de muhtevasını göstermek için ‘’el-Meğazi’’ bazende muhtevasını göstermek için ‘’el-Meğazi ve’s-siyer’’ denilmiştir İbn’i İshak’ın ‘’el-Mübtede ve’l-meb’as ve ve’l meğazi’’ si İbn’iİshak daha hayatta iken büyük bir ün kazanmış, altmışa yakın ravi tarafından rivayet edilmesine rağmen ve daha sonraki nesillerde on alimde birer nüshası bulunmasına rağmen günümüze ulaşmamıştır.

    es-Sire adı, İbn Hişam’dan sonra yaygınlık kazanmış ve onun İbn’i İshak’ın çalışmasını özetleyen kitabı ‘’Siret’ü İbn Hişam’’ ve ‘’es-Siretü’n-nebeviyy’’ adlarıyla tanınmıştır.

    İbn İshak, Hz.Peygamberi ve Müslümanları insanlık tarihyle bütünleştirip sevilmelerine yardımcı olmuştur.İbn İshak’ın zamanımıza intikal etmeyen Kitab’ul Hulefa adlı eseriylede İslam dünyasında tarihi eserlerin derinlik ve devamlılık kazanmasında etkili olmuştur.Bu anlayışı benimseyen genel dünya tarihiyle, bazıları Hz. Peygamber’in dönemiyle veya hicretle başlayan tarihler yazmışlardır.Bu arada fetihler başta olmak üzere bazı kabilevi, siyasi, iktisadi veya dini hadiseler, monografiler, biyografiler, şehir ve bölge tarihleri kaleme alınmıştır.

İBN İSHAK

Ebu Abdillah Muhammed b.İshak b.Yesar b.Hıyar el-Muttalibi  el-Kureşi el-Medeni (ö151/768)

     Medine’de 80(699) yılında doğmuştur. İbn’i İshak’ın dedesi Hıristiyan olduğundan dolayı İncil’i ve Süryanice’yi  iyi bildiğini ve Hz.Peygamber’den, önceki dönemin tarihi ve kıssalarını iyi bilmesinde aile kültürünün etkisinin büyük olduğu söylenmektedir. İbn’i İshak’ın babası, amcası ve kardeşleri de ilimle, özellikle hadis rivayetiyle uğraşmışlardır.

     Hadis, siyer-meğazi, şiir ,eyyamü’l Arab ve ensab bilgileri başta  olmak üzere  bu alanlardaki eğitimi öncelikle  ailesi olmak üzere pek çok şahsiyetten almıştır.

    Çoğu sahabe çocuğu olan yüz kadar Medine’li raviden hadis aldığı söylenir.Hatta Yezid b.Ebu Habib’den kaydettiği  Hz.Peygamber’in İslam’a davet mektuplarını götürecek elçilere hitaben yaptığı konuşmanın metnini Medine deki  hocalarından ibn Şihab ez-Zühri’ye göndererek doğrulatması hadis rivayeti konusundaki hassasiyetini göstermektedir.

    Abbasi Halifesi Mansur İbn’i   İshak’dan, başlanğıçtan o güne kadar geçen olayları ihtiva eden bir tarih kitabı yazmasını istedi. İbn’i İshak Medine’de topladığı zengin malzemeyle tarih kitabını yazdı ve halifeye sundu. Halifenin bu eseri uzun bulması üzere kitabı özetledi.Saray kütüphanesine koyulan ilk nüsha ravi Seleme b.Fazi’nin eline geçmiş ve onun aracılığıyla nakledilmiştir.Bağdat kurulduktan sonra halifenin maiyetinde  buraya yerleşmiş, vefatına kadar bir yandan hadis rivayetiyle meşgul olmuş bir yandan da siyerini öğrencilere okutmaya devam etmiştir.

    İbn’i İshak’ın en önemli eseri Kitabü’l  Meğazi (Siretü’l  İbn ishak,e l- mübtede’ ve’l - me’bas  ve’l-meğazi)'dir. Hz. Peygamber’in hayatı hakkında yazılmış en eski eserdir. Eserinin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz;

 *Hz.Peygamber’in hayatı ve şahsiyeti münferid bir olay olarak değil, insanlık tarihinin bir parçası olarak ele almıştır.

 *Hz. İsa’dan önce gelen peygamberlerin tarihi yazılırken Kur’an’ı Kerim’deki ayetlerin yanısıra, Ehl-i Kitap özellikle Tevrat’tan alınan rivayetlerden yararlanılmıştır.

 *Kur’an’da adı geçen Ad ve Semud ile hiç ilgisi olmayan Tasm ve Cedis kabilelerinin tarihlerine, Uhdud ve Fil vaka’ları dolayısiyle Yemen tarihine yer vermiştir.

*Arap kabileleriyle putlarına, Hz. Peygamber’in dedelerine ve Mekke halkının dini anlayışına yer vermiştir. Bu bölümleri yazarken senet göstermemiştir.

*Hz. Peygamber’in doğumundan hicretine kadar olan gelişmeler ferdi olaylar şeklinde ele alınmıştır.

*İslam’ı kabul eden şahsiyetlere, Kureyş’in Hz.Peygamber’e ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarına,

*Hz. Ebu Bekir’in davetiyle müslüman olanların, Habeştistan’a hicret eden ve geri dönenlerin isim listelerine,

*Hz.Peygamber’in  Medine’deki siyasi ve ictimai hayatı düzenlemek için yaptığı antlaşmanın metni gibi diğer kaynaklarda rastlanmayan önemli bir belgeye yer vermiştir.

*Gazze ve Seriyeler başta olmak üzere Hz.Peygamber’in rahatsızlığı  vefatı ve Hz.Ebu Bekir’in halife seçilmesi  gibi önemli konuları ele almıştır.

*Eserindeki haber kaynaklarının çoğu Medineli ravilerdir.

*Konuların ayrıntısına geçmeden önce haberin bir özetini, sonra ravilerden kendisine ulaşan konuyla ilgili diğer haberleri ayrıntılarıyla beraber verir.

*Anlattığı konuların hadislerle irtibatını çok iyi kurmuş, bazen kişisel düşüncelerinide ekleyip birçok rivayeti birleştirmiştir.

*Ehl-i Kitap’la ilgili haberlerde yahudi, Hıristiyan ve mecusiler’den rivayette bulunmuş ve bunların isimlerini sayarken, ‘’ Tevrat ehli, ilk kitap ehlinden bazı kimseler, acemlerden söz naklederken’’ gibi ifadeler kullanmıştır.

*Eski ve yeni ahid tercümelerinden haber ve ravileri  kabul etmekle Medine’deki hadis rivayeti geleneğinden ayrılır.

*Eserinde bu tarz bilgilere yer vererek ‘’delailü’n-nübüvve’’ konusuna temas eden ilk müellef olarak dikkat çeker.

    Muhaddislerle cerh ve ta’dil alimlerinin İbn İshak’a yönelttikleri  tenkitlerin başında, hadis aldığı ravi veya şeyhi atlayıp (tedlis) ilk ravinin adıyla nakletmesidir. Bu husus, tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir. İbn’i İshak’ın bu tutumu tarihçiliğin bir geleneğidir. Hadislerde metinleri birbirine bağlayarak anlatmak söz konusu değilken tarihte olayları birbiriyle bağlantılı anlatmak esastır.Eleştirildiği bir diğer alan ise,eserlerini doğru olup olmadığını incelemeksizin şiirlerle doldurmuş, bu yüzden hem çağdaşları, hem de daha sonra gelenler tarafından tenkit edilmiştir.

    İbn İshak’ın el-Meğazi’si  günümüze tam olarak İbn Hişam’ın es-Siretü’n - nebeviyye adlı eseriyle ulaşmıştır.Kitabın orjinali ise eksik nüshalar halinde zamanımıza  intikal etmiş ve iki ayrı neşri yapılmıştır.Bunlardan biri, Muhammed Hamidullah, Siret’ü İbn İshak el-müsemma bi-Kitabi’l-Mübtede ve’ l- mebas ve’ l- mağazi  (Rabat 1396/1976-Konya 1401-1981).Diğeri ise, b. Süheyl Zekkar,Kitabü’s-Siyer ve’l-meğazi (Dımeşk 1396/1976).  

İBN HİŞAM

Ebu Muhammed Cemalüddin Abdülmelik b.Hişam b.Eyyüb el-Himyeri el-Meafiri el-Basri el-Mısri (ö.218/833)

    Basra’da doğmuştur.Tahsilini Basra da tamamladıktan sonra Mısır’a gitmiş ömrünün sonuna kadar Fustat şehrinde yaşamıştır.İbn İshak’ın es-Sire’sini kendisine rivayet eden hocası  Ziyad b.Abdullah el-Bekai ile görüşmek üzere Kufe’ye veya Bağdat’a gitmiş olduğu varsayılmaktadır.

   İbn’i Hişam kaynaklarda tarih, ahbar, ensab, şiir, nahiv ve lugat alimi olarak bilinmekle beraber hocaları,eserleri ve görüşleri hakkında bilgi bulunmamaktadır.İbn İshak’ın Siretü İbn İshak diye bilinen Kitabü’l Mübtede’ ve’l-meb’as ve’l-meğazi’sini yeniden tertip ederek ‘Siretü İbn Hişam,Tehzibü İbn Hişam diye anılan Hz.Peygamber’in hayatına dair en sağlam ve en iyi siyer kitabadır. Peygamber’in hayatına dair tamamı günümüze kadar gelmiş en eski kitaptır.

   İbn’i Hişam İbn’i İshak’ın siyerini tertip ederken ; İbn’i İshak’ın kitabını esas almakla beraber bazı hususları çıkarmış, bazı hususları ilave etmiştir.İbn’i Hişam, esere yaptığı katkıları ‘’kale İbn’i Hişam’’ ibaresiyle belirtmiştir. Siyerde yaptığı başlıca çalışmalar;

*Kur’an’da temas edilmeyen ve Hz.Peygamberle ilgisi olmayan konulara, pek tanınmayan şairlerin şiirlerine,nezaket dışı ifadelere ve hocası Bekkai’nin güvenilir görmediği rivayetlere itibar etmemiştir.

*Eserine aldığı bazı şiirlerin dilini ve vezninin düzeltmiş,bazılarının nispet edilen şahıslara ait olmadığını belirtmiş,bir kısmının kaynağını ve ravilerini zikretmiş,bazenda yeni şiirler ilave etmiştir.

*Arap dili ve edebiyatına son derece vakıftır. Bunu eserde yer alan ayet,hadis ve şiirlerdeki garip kelimeleri açıklarken verdiği bilgilerden anlamaktayız.

*Kelimeleri şiirlerden delil getirmek suretiyle açıklayan İbn’i  Hişam, ayrıca Ebu Ubeyde Ma’mer b.Musenna başta olmak üzere Yunus b.Habib,Ebu Muhriz Halef  el-Ahmer, Ebu  Zeyd  el-Ensar i ve Hasan-ı   Basri gibi alimlerden nakillerde bulunmuştur.

*Bazı tarihi bilgileri esere ilave etmiştir, bir takım kelimelerin okunuşu belirtmiştir. Şahısların nesepleriyle ilgili bilgileri ilave etmiştir.

İbn’i Hişam Siretü İbn’i Hişam adlı  birçok  defa basılmış, şerh ve ihtisar edilmiş, manzum hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiştir.

   İhtilaf;

     Sözlükte  anlamındaki half kö­künden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak  bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit ol­mamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık  gibi mânalara gelir. Terim olarak ih­tilâf,  söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak  demektir. İhtilâf ve hilaf terimleri arasında ince bir fark vardır. İhtilâf kavramı daha çok, farklı bir görüşe sahip olma, farklı gö­rüşlerden birini benimseme anlamı taşırken, hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade eder.

   İslâmî ilimler içinde yer alan fıkıh ilminde,  fıkhi ihtilaflarının bilinmesi fıkıh ilminin gereğidir.Fıkhi konularada ihtilafın gerekliliği 8.yüzyıldan itibaren sorgulanmaya başlanmıştır.Kur’an’daki müteşabih,müşterek ve mecazi lafızların varlığı,Hz.Peygamber’in sahabeye verdiği ictihad izni,insanların yaşadığı ortamın etkisiyle düşünme kapasitelerinin farklılığı gibi konular ihtilaflara sebeb olmuştur.

    Fıkhî konulardaki ihtilafların en önemli nedenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz;

* Usul farklılığı; sarih bir nass bulunmadığında re'y, kıyas, istihsan, istislâh, örf gibi kaynak olup olmadıkları müctehidler arasında tartışmalı olan delillerin hükme esas alı­nıp alınmaması ve delillerin şartları ile ilgili temel anlayış farklılıkları.

* Usulün meselelere tatbikindeki   farklılık; aynı usul benimsenmiş olsa bile karşılaşılan meselede bu usulün nasıl uygulanabileceğine ilişkin olarak or­taya çıkan ayrılıklardır.

*Hadisin ulaşıp ulaşmaması; çok az kimse tarafından nakledilmiş olması do­layısıyla bir hadisin müctehide ulaşma­ması yahut sahih olmayan bir yolla ulaş­ması ve onun da nasların genel ifadeleri, mefhum ve kıyas gibi başka kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri haram kılan iki hadisin bulunması ve ha­dislerden birinin bir müctehide ulaşıp di­ğerine ulaşmaması, her müctehidin ken­disine ulaşan hadise göre hüküm vermesi yahut her iki hadis de ulaştığı halde söyle­niş tarihlerinin hükmü yürürlükten kaldı­ran (nâsih) hadisin  bilinmemesi durumu.

* İçtihada dayalı hüküm verilmiş olan ko­nularda zamanla şartların değişmesi se­bebiyle müctehidlerin ictihadlarında de­ğişiklik olması.

 

KAYNAKLAR:        

1-DİA,MUSTAFA FAYDA,TARİH,c.40,s.30

2- DİA,MUSTAFA FAYDA,SİYER VE MEĞAZİ,c.37,s.319

3-DİA,MUSTAFA FAYDA,İBN.İSHAK,c.20,s.93

4-DİA,MUSTAFA FAYDA,İBN.HİŞAM,c.20,s.72

5-DİA,ŞÜKRÜ ÖZEN,İHTİLAF,c.21,s.565

6-KUR’AN VE BAĞLAM,PROF.DR.AHMET NEDİM SERİNSU

7-DERS NOTLARI


0 Yorum - Yorum Yaz

BUHARİ    11.05.2013

Hikmet Kıratlı

12912709

Yüksek Lisans

 

 

              BUHARİ,

    Muhammed b. İsmail (ö.256/870)

   13 Şevval 194  Cuma günü Buhara’da doğdu. Çoçukluğunda Buharalı muhaddislerden  hadis

   Öğrenmeye başladı. Onatlı yaşlarında Annesi ve kardeşi Ahmetle birlikte hacca gitti. Hac son

rası Buhari Mekkede kaldı.Burda Hallad b. Yahya, Humeydi gibi alimlerden hadis tahsil etti.

   Buhari kenisinden hadis yazdığı muhaddisleri 1080 olduğunu söyler. El Cami’us-sahih’te

Rivayette bulunduğu hocalardan 309 muhaddisin adı, yaşadıkları şehirler ve ölüm tarihleri verilmektedir.

   Meşhur talebesi Firebri, El Cami’us- Sahihi Buhariden 90000 talebenin dinlediğini söylemektedir. Senedleri muttasıl 200.000 Hadis kaydetmiştir. Kenisi Hz. Peygamberin,”ken-

disine  sorulan şeyi öğretmekten kaçınan kimsenin ağzına ateşten gem vurulacağını” ifade eden hadisi sebebiyle ilmi kimseden esirgemediğini haber verdi. 256 yılının Ramazan ayının

bayram gecesi vefat etmiştir.

   Hadisçiliği: Sahih hadisleri ilk defa bir araya getirmesi, hadis ilmindeki tartışmasız otoritesi

Hadis rivayetlerindeki kusurları(ilel) ğörebilmesi. En önemli eseri el- Cami’us sahih’dir. Bu

Hadis kitabına koyduğu bab başlıklarının hem hadiscilere hemde fıkıhçılar için  taşıdığı önem

dolayısı ile bunun üzerine müstakil şerhler yapılmıştır. İbn Hacer el Askalani’ye ait  Fethul bari gibi , İbn Hacer göre Buharinin fıkıh alanındaki kudreti sadece bab başlıklarında değil

aynı zamanda babların düzenlenmesindedir.(T.D.V Ansiklopedisi c. 6 S. 368)

 

              İBNİ İSHAK

   Siyer ve megazi müellifi,muhaddis.

   80(699) yılında Medine de doğdu.İbn İshak’ın dedesinin Hristiyan olmasından dolayı İncil’i ve Süryanice’yi iyi bildiğini ve Hz. Peygamberden önceki dönemin tarih ve kıssalarını iyi bilmesinde de bu aile kültürünün izlerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.Ancak İbn İshak’ın İncil ve Tevratı Medine de okuduğu,Seryanice’yi de birkaç yıllık ikameti sırasında Mısır’da öğrendiği ve bu kültürü orada aldığı kabul edilmektedir.

İbn İshak eğitimini , başta babası ve amcaları olmak üzere birçok şahsiyetten hadis, siyer-megazi ,şiir,eyyamü’l-Arab ve ensab bilgileri alarak tamamladı.Ona ders veren Medinenin meşhur alimleri Katade,Muhammed el Bakır,Abdullah b. Ömer’in Mevlası Nafi  ve İbn Şihab ez Zühri vs. bulunmaktadır.

   Muhaddislerle cerh ve ta’dil alimlerinin İbn İshak’a yönelttikleri en ağır tenkit,onun hadisi aldığı ravi veya şeyhi atlayıp (tedlis) ilk ravinin adıyla nakletmesidir.Ancak bu husus ,tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir.

   İbn İshak’ın ve çağdaşlarının Hz. Peygamberin hayatı hakkında yazmış oldukları eserlere “el-Megazi”, bazan da muhtevasını göstermek için “el-Megazi ve’s –Siyer” denilmiştir.es Sire adı İbn Hişam’dan sonra yaygınlık kazanmış ve onun İbn İshak’ın çalışmasını özetleyen kitabı Siretü Resulillah ,Siretü ibn Hişam, es Siretü’n-nebeviyye adlarıyla tanınmıştır.İbn Sa’d ilk defa megaziyi bir araya toplayan ve bu alanda bir kitap yazan kişinin İbn İshak olduğunu belirtir.İbn İshak özellikle anlattığı konuların hadislerle irtibatını çok iyi kurmuş,bazan Şahsi

 

 

 

görüşlerini de ekleyerek birçok rivayeti birleştirip bütünleştirmeyi başarmıştır.İbn İshak ın el-Megazi’si günümüze tam olarak İbn Hişam ‘ın es-Siretü’n-nebeviyye adlı eseriyle ulaşmıştır.

(TDV İslam Ansiklopedisi 20.cilt s.93)

 

 

              İBNİ HİŞAM(ö.151/833)

   Es-Siretü’n nebeyiyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi.dil ve ensab alimi.

   Basra da doğdu.İbn-i Hişam tahsilini Basra da tamamladı.Daha sonra Mısır’a gitti ve ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşadı.İmam Şafi de İbni Hişamın dilde hüccet ve Arap dili konusunda iyi yetişmiş bir alim olduğunu belirtmiştir.İbni Hişam kaynaklarda tarih,ahbar,ensab,şiir,nahiv ve lügat alimi olarak tanıtılmakla birlikte hocaları,eserleri ve görüşleri hakkında bilgi bulunmaktadır.İbn İshak ın Sireti İbn İshak diye de bilinen Kitabü’l Mübtede’ve’l –meb’as ve’l-megazi’sini yeniden tertip eden İbni Hişam şöhretini bu esere borçludur.Eseri hazırlarken İbni İshak’ın en meşhur ravilerinden Ziyad b.Abdullah El Bekai’nin Kufi-Bağdadi diye meşhur olan nüshasını esas olarak eseri kısaltmış,bu arada bazı ilavelerde de bulunmuştur.Kitap zamanla onun adıyla(Siretü İbn Hişam-Tehzibü İbn Hişam)anılır olmuştur.Kıfti,Zehebi,İbn Kesir,İbnül İmad,İbn Hallilkan ve Sehavi gibi müellifler, bu  eseri Hz. Peygamber’in hayatına dair en sağlam ve en iyi siyer kitabı olarak kabul etmişlerdir.

    İbn Hişam ,İbn İshak’ın kitabını esas almakla birlikte onun aksine Kur’an’da temas edilmeyen ve Hz.Peygamberle ilgisi olmayan konulara,pek tanınmayan şairlerin şiirlerine , nezaket dışı bazı ifadelere ve hocası Bekkai’nin güvenilir bulmadığı rivayetlere itibar etmediğini söyler.Müellif eserine aldığı bazı şiirlerin dilini ve veznini düzeltmiş,bazılarının nispet edilen şahıslara ait olmadığını belirtmiş,bir kısmının kaynağını ve ravilerini zikretmiş, bazan da yeni şiirler ilave etmiştir.İbn Hişam’ın esrde yer alan ayet,hadis ve şiirlerdeki garib kelimeleri açıklarken verdiği bilgiler,onun Arap dili ve edebiyatına vakıf olduğunu göstermesi açısından önemlidir.Kelimeleri şiirlerden deliller getirmek suretiyle açıklayan İbn Hişam ,ayrıca Ebu Ubeyde Ma’Mer b. Musenna başta olmak üzere Yunus b. Habib, Ebu Muhriz Halef el-Ahmer,Ebu Zeyd el-Ensari ve Hasan-ı Basri gibi alimlerden nakillerde bulunmuştur.

 

        Meşhur eseri; es Siretü’n-nebeviyye(Siretü ibn Hişam,Siretü Resulillah).Hz. Peygamberin hayatına dair tamamı zamanımıza intikal etmiş en eski kitaptır.

(TDV İslam Ansiklopedisi 20.cilt s.71)


0 Yorum - Yorum Yaz


    Çok Değerli Ahmet Hocam ve Çok Değerli Arkadaşlarım!Bu dersten dünyevi(maddi)kazançlarım olarak şunları söyleyebilirim:

     1.Evimde internet yoktu.Hem beni ve hem de çoçukları meşğul eder diye almamıştım.Bu dersten dolayı yıllar sonra eve internet aldım ve şimdiye kadar almadığım için hata yaptığımı,sadece kitapların değil internetin de bir bilği kaynağı olduğunu ve faydalı olabileceğini ğördüm.Beni buna ikna ettiğinden dolayı Sn.Ahmet Hocama çok teşekkür ediyorum.

    2.Artık okul işlerimi okulda yapmak zorunluluğundan kurtuldum çok şükür.Ev de rahat bir ortamda yapıyorum ve çocuklar da yardım ediyorlar bazen(işler yoğun olduğunda.Öğretmenlikte 25.yılımı çalışıyorum ;artık yardımı hakkettik ğaliba!!!

    3.Evde laptop vardı ama alalı 10 yıldan fazla olmuştu.Bu dersin ödevini yazmaya kalktığımda eski doğu bloku teknolojisine sahip olduğumu anladım ve soluğu bilğisayarcıda aldım.Bunlar bana maddi külfet oldu ama çağı ve teknolojiyi yakalamak açısından ben kendimi kazançta ğörüyorum.

    M  


0 Yorum - Yorum Yaz


YÜKSEKLİSANS - 12912776 / MÜCELLA TEKİN 

SİYER VE MEGÂZÎ

Siret ve siyer Hz. Peygamberin hayatı, onun hayatını konu edinen bilim dalı ve bu dalda yazılan eserler için terim olarak kullanılmıştır. Savaş yeri, savaş ve savaş hikayeleri anlamındaki mağzat kelimesinin çoğulu olan megâzî ise Resûl-i Ekrem’in gazve ve seriyyelerinin tarihine ve bu konuda yazılan kitaplara isim olmuş, siyer kelimesinin eş anlamlısı halende hem kendi başına hem siyerle birlikte kullanılmıştır.

İslam dünyasında Hz. Peygamberin hayatı ve şahsiyetine duyulan ilgi Kur’an-ı Kerim’in ve İslam dininin ona atfettiği önem ve değerle paralellik arzeder. Yani Kur’an, Müslümanın Allah ile birlikte Resûlullah’a itaatini bildiren, onun hayat ve şahsiyetinin esaslarını anlatarak adeta siyerin planını çizen, ya doğrudan doğruya Hz. Peygamberi ya da onun çağdaşlarının tavırlarını ilgilendiren hususlara işaret eden ayetleriyle bu ilginin gelişip kökleşmesini sağlamıştır.

Hz. Peygamberin Kur’an’ın muhtevasında çok geniş bir yer tuttuğunu gören sahabe nesli onun hayat ve şahsiyetini tanıyıp bilmenin Kur’an’ı ve İslamı daha iyi anlamak ve öğrenmek için şart olduğunu idrak etmiştir. Böylelikle bu ilim dalının gelişmesinde ilk ve en önemli etkenin Kur’an-ı Kerim olduğu vurgulanabilir.

Bazı araştırmacıların megazi haberlerinin eyyâmü’l Arab’ın bir devamı ve gelişmiş bir şekli olduğunu ileri sürmeleri doğru bir yaklaşım değildir.

Birinci yüzyılın yarısına kadar hadislerin tedviniyle birlikte iç içe yürütülen siyer ve megazi çalışmaları giderek kendine has bir seyir takip etmeye başlamıştır. Farklı kaynaklardan zamanımıza ulaşan İslam tarihçiliğinin ilk örnekleri olan metinlerin üslûbunun sağlam, açık, mübalağa ve yönlendirmelerden uzak olduğu görülmektedir.

Siyer kitaplarına günümüzde bilinen şeklini veren İbn İshaktır. İbn İshak’ın tarihçi yönüyle birçok hadisin senedini birleştirerek olayı anlatması ilk defa kendisinin başvurduğu bir usul değildir. Aynı usulü, fakih ve muhaddis olmasının yanında megazi sahasındaki ilk otoritelerden sayılan Urve b. Zübeyr ile hadisteki üstünlüğü kabul edilen ve megazi ile de ilgilendiği bilinen Zühri de kullanmıştır.

Hicretin ilk iki asrında siyer ve megazi sahasında eser verenlerin sonuncusu ve en meşhurlarından biri de Vâkıdî’dir. Hicretin ilk iki asrındaki bu çalışmalar sonucunda Resûlullah’ın hayatı, şahsiyeti ve savaşlarıyla ilgili temel bilgiler bir araya getirildiği gibi siyer ve megazi kitaplarının planı ve konuları da sağlam bir şekilde tespit edilmiştir. Bütün bu çalışmalar, daha sonra gerek siyer-megazi gerek tabakat veya tarih adıyla telif edilecek eserlerin temel kaynağı olmuştur.

Siyer ve megazi sahasındaki çalışmalar doğrudan doğruya siyer-megaziye dair eserler, tabakat ve tarih kitapları, Resûlullah’ın hayat ve şahsiyetine dair özel konuları kapsayan çalışmalar şeklinde üç gruba ayrılabilir. Siyer ve megaziye yer veren ilk tabakat müellifi İbn Sa’d’dır. Meşhur eseri Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebir’ini kaleme almıştır. Konulara ayrı ayrı başlık verme geleneğinin başlatıldığı kitapta kısa bir peygamberler tarihinden sonra Resûl-i Ekrem’in bi’set öncesi ve sonrası Mekke dönemi hayatı anlatılır. İbn Sa’d, Medine döneminin yazılmasında İbn İshak’tan farklı bir metot uygulamıştır. İbn İshak’ın olayları kronolojik sırayla yazmasına karşılık o aynı konuları bir arada ele almıştır. Eserinin daha öncekilerden en önemli farkı Hz. Peygamber’in Tevrat ve İncil’deki sıfatlarıyla başlayıp arkasından daha sonraki dönemlerde ‘delâilü’n-nübüvve, alâmâtü’n-nübüvve ve şemâil’ kitaplarında işlenecek konulara yer vermesidir.

Halife b. Hayyât’ın et-Tarih adlı eseri günümüze ulaşan en eski tarih kitaplarındandır. İslam dünyasında tarihçilerin babası diye tanınan, Târihu’l-ümem ve’l-mülûk’ün müellifi İbn Cerir et-Taberi’nin temel özelliği Hz. Adem’den başlayarak kendi imkanlarına göre bir dünya ve peygamberler tarihi yazmaya başlaması, ardından peygamberler tarihinin devamı ve son halkası olmak üzere Hz. Peygamber’in Mekke ve Medine dönemlerini oldukça geniş biçimde kronolojik olarak kaleme almasıdır.

Konusu doğrudan doğruya Resûl-i Ekrem’i anlatmak olan ve onun bazı yönlerini ele alan ilim dalları hadis, siyer ve megazi, şemail ve delail olarak sıralanır. Bunlardan Hz. Peygamber’in beşer yönünü konu edinen, yaşayışını ve şahsi hayatını anlatan ilim dalına şemail adı verilmiştir.

Resûlullah’ın hayatı ve şahsiyetiyle ilgili konulardan birini veya birkaçını müstakil çalışma konusu yapan kitaplar da yazılmıştır.

İHTİLAF

Bir meselede ayrı ayrı görüşlerin ortaya çıkması anlamında terim. Sözlükte geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek anlamındaki half kökünden türeyen ihtilaf, terim olarak söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak demektir.

İhtilaf ve hilaf terimleri bazen benzer veya eş anlamlı olarak kullanılırsa da aralarındaki ince fark genellikle korunmaya çalışılmıştır. İhtilafın daha çok farklı bir görüşe sahip olma, farklı görüşlerden birini benimseme anlamı taşımasına mukabil hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebilir. Buna göre ihtilaf maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.

İslami literatürde ihtilaf terimi altında pek çok konuya temas edilmiştir. İnsanların doğuştan getirdiği tabii farklılıklar, ilmi ve felsefi görüş ayrılıkları, siyasi muhalefet ve anlaşmazlıklar, ihtilafü’l hadis terkibinde olduğu gibi delillerin karşıtılığı bu konulardan bazılarıdır. Literatürde kesbî ve gayri kesbî (tabii) olmak üzere iki farklı ihtilaf kavramından da söz edilir. Bunlara görüşler ihtilafı ve cinsler ihtilafı adını veren Ebû Hilal el-Askerî ve İbn Akil, görüşler ihtilafını da iki şeyden birinin diğerinin yerini tutmasının imkansızlığı şeklinde tanımlarlar.

Yaratılıştan olması bakımından tabii ihtilaf diye de adlandırılabilecek olan cinsler ihtilafı varlıkların zatlarına ilişkin farklılıklardır. Kesbî ihtilafla fertler ve gruplar arasındaki görüş ayrılıkları kastedilir.

İslam düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç konuları ve fıkhî hükümler olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiş, inanç konularında taraflardan sadece birinin haklı, diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte genellikle iki ayrı kategori ortaya konmuştur. Yaratıcının varlığı ve birliği konusunda ileri sürülen aykırı düşüncelerin kişiyi İslam dışına çıkaracağı hususunda İslam düşünürleri arasında ittifak varken Allah’ın sıfatları ve iradesi, kaza ve kader gibi konulardaki aykırı yaklaşımlar bid’at olarak değerlendirilmiştir. İslam düşüncesinde genel eğilim ehl-i kıbleye mensup insanları tekfir etmemek yönünde olmakla birlikte bu tür konulardaki aykırı tavırları da İslam dışına çıkmada yeterli görenler olmuştur.

Fıkıh ilminde ihtilaf icma ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta. Ashap Resûlullah döneminde bile ictihadi hükümlerde ihtilaf eder, ancak Hz. Peygamber’e müracaatla ihtilaflarını hallederlerdi. Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra herkes kendi görüşünde devam etmiştir. Sahabe, farklı ictihadları tenkit etmekle birlikte muhaliflerine karşı geniş bir tahammül ve hoşgörü sahibiydi. Şûra neticesi üzerinde görüş birliği sağlanan kararlara ayrı bir önem vermekle birlikte ashap bütün özel hükümlerde icma hasıl olmasını da asla savunmazlardı.

İslam’da usul (akaid) konularında ve genel ilkelerde (külliyat) ihtilaf doğru karşılanmazken fıkhi konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha ile karşılanmış ve ‘hata ihtimaliyle birlikte bizim mezhebimiz doğrudur; doğru olma ihtimaliyle beraber muhalifimizin mezhebi hatadır’ şeklinde formüle edilen bu anlayış, bazı istisnalar dışında İslam aleminde geniş kabul görmüştür.

Fıkhî konularda ihtilafların sebeplerinden bazıları şunlardır: 1) Usul farklılığı, 2) Usulün meselelere tatbikindeki farklılık, 3) Hadisin ulaşıp ulaşmaması, 4) İctihada dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların değişmesi sebebiyle müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması.

el-Muvatta’ı kanun kitabı haline getirme teşebbüsü karşısında İmam Malik’in sarfettiği, ‘Alimlerin ihtilafı yüce Allah’ın bu ümmete bir rahmetidir. Herkes kendisince doğru olana uyar, herkes Allah’ın rızasını aramaktadır’ sözü o dönemde İslam toplumunda yaşanan vâkıanın bir tesbitidir.

İhtilafları İslam toplumu için ciddi bir tehlike olarak gören bir kısım alimler ve siyasetçiler dezbunların çözümü için bazı usuller teklif etmiştir.

İBN-İ İSHAK

80 (699) yılında Medine’de doğdu. Bazı şarkiyatçılar, İbn İshak’ın büyük dedesinin Hıristiyan olmasından dolayı İncil’i ve Süryanice’yi iyi bildiğini söyleseler de İbn İshak’ın İncil ve Tevrat’ı Medine’de okuduğu, Süryanice’yi birkaç yıllık ikameti sırasında Mısır’da öğrendiği ve bu kültürü orada aldığı kabul edilmektedir.

Ona ders veren Medine’nin meşhur alimleri arasında Salim b. Abdullah b. Ömer ve İbn Şihab ez-Zuhri de bulunmaktadır. Kendisinin bazı sahabilere yetiştiği bu arada Enes b. Malik’i gördüğü ve Said b. Müseyyeb’e de bir süre öğrencilik yaptığı bilinmektedir. Kaynaklarda Medine’den ayrılıp İskenderiye’ye ve Irak’a gitmesiyle ilgili aleyhinde çeşitli rivayetler yer almaktadır. Medine’de İbn İshak’ın aleyhinde konuşanlar arasında iki meşhur hadis alimi Hişam b. Urve ve Malik b. Enes’in de bulunması dikkat çekmektedir. İbn İshak çeşitli tenkit ve ithamlara maruz kalmışsa da başta Buhari olmak üzere Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel gibi muhaddisler ondan hadis rivayet etmişlerdir.

Hadis ve siyer-megazi sahalarında İbn İshak’ın üstadı olan İbn Şihab ez-Zuhri, “Megazi ilmini öğrenmek isteyen İbn İshak’a müracaat etsin” derdi. Bağdat’ın kurulması üzerine 151 (768 veya 150/767, 153/770, 154/771) yılında burada öldü. Muhaddislerle cerh ve ta’dil alimlerinin İbn İshak’a yönelttikleri en ağır tenkit onun hadisi aldığı ravi veya şeyhi atlayıp ilk ravinin adıyla nakletmesidir. Ancak bu husus tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir. Hadisler genellikle kısa ve bir olayın birbirine bağlı unsurlarıyla anlatılmasının söz konusu olmadığı metinlerdir. Tarih yazıcılığında ise olayları birbirine bağlamak suretiyle anlatım esastır. İbn İshak’ın tarihçi yönüyle birçok hadisin senedini birleştirerek vak’ayı anlatması ilk defa kendisinin başvurduğu bir usül değildir. İbn İshak’ın en önemli eseri olan Kitabü’l-Megazi bütünüyle günümüze ulaşmamıştır. Es-Sire adı İbn Hişam’dan sonra yaygınlık kazanmış ve onun İbn İshak’ın çalışmasını özetleyen kitabı Siretü Resûlillah, Siretü İbn Hişam ve es-Sîretü’n-Nebeviyye adlarıyla tanınmıştır.

İbn Hişam, İbn İshak’ın el-Megazi’sinin Ziyad b. Abdullah el-Bekkai tarafından rivayet edilen ve Kûfî ve Bağdâdî diye meşhur olan nüshasını kısaltmış, bu arada Hz. Peygamber’le ilgili olmayan veya Kur’an’da temas edilmeyen olayları uydurma olduğu ileri sürülen şiirleri, bazıların incitebilecek nezakete uymayan haberleri ve Bekkâî’nin mevsuk saymadığı bilgileri eserine almadığını, aldıklarını ise rivayet edildiği şekliyle aynen kitabına aktardığını belirtmektedir.

Konuların ayrıntısına geçmeden önce haberin bir özetini, sonra ravilerden kendisine ulaşan konu ile ilgili haberleri, eğer bu bir savaşsa mesela katılanların, ölenlerin ve esirlerin isimlerini verir. Bu bölümde de çoğu Medine’li olan haber kaynaklarını açıklarken özellikle hocaları Zuhri, Asım b. Ömer b. Katade, Abdullah b. Ebu Bekir b. Hazım’ın isimlerinin yer aldığı senedleri gösterir. Ayrıca başka ravilerden veya olaylara katılanların yakınlarından topladığı haberleri ekler. Ehl-i kitapla ilgili haberlerde Yahudi, Hıristiyan ve Mecusîler’den rivayette bulunduğu ve bunların isimlerini saymak yerine “Tevrat ehli”, “ilk kitap ehlinden bazı kimseler”, “Acemlerden söz nakledenler” gibi ifadeler kullandığı görülür. Hatta daha da ileri giderek Eski ve Yeni Ahid tercümelerinden aynen haber almaktan çekinmez. İbn İshak, bu tür haber ve ravileri kabul etmekle Medine’deki hadis rivayet geleneğinden ayrılır. Onun diğer tarihçilerden farklı bir yanı da doğru olup olmadığını incelemeksizin eserini şiirle doldurmasıdır: Bu yüzden hem çağdaşları hem de daha sonra gelenler tarafından tenkit edilmiştir. Bu eseriyle İbn İshak kendinden sonra gelen bütün siyer ve tarih yazarlarının, şeyhi ve piri sayılmıştır. İbn İshak’ın el-Megazi’si günümüze tam olarak İbn Hişam’ın es-Siretü’n-Nebeviyye adlı eseriyle ulaşmıştır. Kitabın orjinali ise eksik nüshalar halinde zamanımıza intikal etmiş ve iki ayrı neşvi yapılmıştır.

İBN-İ HİŞAM

(Ebu Muhammed Cemâluddin Abdülmelik b. Hişam b. Eyyub el-Hımyeri el-Meâfiri el-Basrî el-Mısrî) (ö. 218/833)

Es-Siretü’n-Nebeviyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi, dil ve ensab alimi. Basra’da doğdu, tahsilini Basra’da tamamladı ve Mısır’a gitti ve ölünceye kadar Fustat’ta yaşadı. Başka yerlere yolculuğu bilinmiyor. Mısır’da İmam Şafii ile Arap şiiri üzerine sohbetlerde bulunmuştur. İbn Hişam kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb, şiir, nahiv ve lugat alimi olarak tanıtılmaktadır. Hocaları, eserleri, görüşleri hakkında bilgi yok. İbn Hişam, İbn İshak’ın Sire’sini yeniden tertip etmiştir. (Kitâbü’l-Mübtede ve’l-meb’as ve’l-megazi) (Ziyad b. Abdullah el-Bekâî-hocası) Sîre böylelikle hayatımıza Hz. Peygamberin hayatını en sağlam en güvenilir şekilde ulaştırmıştır. Esere yaptığı ibareleri “kâle İbn Hişam” diye belirtmiştir. Eserin şerhleri ve muhtasarları yapılmıştır. Türkçe’ye çevirisi Siret-i Resûlullah adıyla Aydınlı Eyyûb b. Halil tarafından h. 986 yılında yapılmıştır. Eserin tamamı Türkçe’ye “İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam Tercemesi” adıyla Hasan Ege tarafından yapılmıştır.

TARİH

Tarih; insan topluluklarının geçmişte meydana getirdikleri olayları, birbirleriyle olan ilişkilerini, sosyo-ekonomik durumlarını yer ve zaman göstererek sebep-sonuç ilişkileri içerisinde belgelere dayalı olarak objektif bir biçimde inceleyen bir sosyal bilimdir.

Her insan somut bir varlık bütünlüğü içindedir ve her insanda ana zihniyetler, mantık aynı olup alışları farklıdır. İşte alışların farklılığı insanları robotlaştırmaktan alıkoyuyor. İnsanın somut varlığı ise bilgi ile ortaya çıkıyor.

Haberdir ve annalistiktir, haber formunun temel özelliklerinden olarak; haberler bağımsızdır, olaylar arası bağıntı kurulmaz, olaylar başka referansla desteklenmez, olayları aktaran tarihçi analiz yapmadan rivayetleri olduğu gibi aktarır.

Tarih Metodolojisi İlkeleri

·       Kaynak kullanımı: kaynak kritiği, olayları aktaran kişinin kritiği ve anlatılan olayların kritiği

·       Tarihsel bağlam: tarihsel koşullarında coğrafi, kültürel, sosyal, siyasi, ekonomik ve dini kabuller açısından tanınmayı gerektirir.

·       Kronoloji: zaman ve olayların meydana geliş sırası olaylar arasındaki ilişkiyi belirleme noktasında önemlidir. Bir olayın arka planını verir.

·       Nesnellik/Objektiflik: Bilimsel geçerliliğin en önemli ölçütü

·       Nedensellik: Her önceki olay her sonraki olayı etkileyebilir.

İbn İshak’ın Metodu

·       İsnad kullanımında; direkt kullanmıştır, bazen senedlerinde şüphe ifadeleri var, farklı isnadları toplu zikredilebilir.

·       Kaynak kullanımı; müphem ravi zikirleri vardır. (bunun sebebi; sadece kendisi biliyor olabilir vb. başka sebepler)

·       Vesika kullanımı; Medine Vesikası.

·       Ayet kullanımı;

·       Şiir kullanımı;

İbn İshak’ın Anlatım Uslubü

رُوِىَ، ىُقاَلُ، حُدثتُ،         ismini vermediği durumda

زَعَمَ، زَعَمُوا، زَعَمَ بَعْضُ الناسِ        iddia eder

الله اَعْلَمُ    nakillerin çoğu böyle biter

ذَكَرَ لِى،     dikkatli olunması gerekebilir

اَوْ كَمَا قَالَ bir kaynak vasıtasıyla ulaşamadığı

حَدثنِى     kesinlik ifade eden durumlar

İbn Hişam’ın Metodu

·       Kitabın başında tarzını neyi alıp almadığını söylüyor.

·       Kelime açıklamaları

·       Tashihler; İbn İshak’ınkinden düzeltmeler yapmıştır.

·       Farklı görüşler: İbn İshak’tan ayrılan görüşlerini de açıklıyor.

·       Tenkit;

·       Sansür; dini, edebi, ahlaki kaygılarla çıkarmalar yapmıştır.

·       Açıklamalar; müphem konuları açıklama gereği görmüştür.

·       İhtisar; olayları uzatmadığını söylüyor.

·       Tamamlama; (haber tamamlama) bulabildiği bilgileri ekliyor.

·       Tercihte bulunma; kendi bulduğu bilgi ile tercihini ortaya koymaktadır.

·       Ziyade; nakillerde ziyadesi var.

·       Metne müdahale; metne müdahale etmekte, kendi görüşünü araya girerek söylemektedir.

 

SONUÇ OLARAK VE KAZANIMLAR AÇISINDAN

·       Okumuş olduğum Fıkıh Tarihi, Hadis Tarihi ve Tefsir Tarihi kaynakları doğrultusunda daha en baştan günümüze kadar tefsirin doğuş sebeplerini, kaynaklarını, nasıl değerlendirileceklerini, Kur’an’ı anlamada nüzul ortamını bilmenin gereklerini gözden geçirmekle bilgiler tazelenmiş eksikler tamamlanmış oldu.

·       Kur’an ve Bağlam ışığında;

Kur’an-ı Kerim’in soyut bir düşünce biçimi olarak kalmadığının aksine yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunu görebilme,

Kur’an’ı hidayet rehberi edinen insanın esbâb-ı nüzulleri hayat tezahürleri değişse bile insan ve onun ana karakterinin, dolayısıyla ondan zuhur eden hâdiselerin, meselelerin, soruların devam etmekte olduğunu görüp Kur’an’ı kendi vakıasına aktarabilmeyi başarabilme,

İnsanın tarihi bir varlık olması bağlamından bakınca esbâb-ı nüzul, Kur’an-insan ilişkisinde insani yapıp etmeler olduğunu görüp bu yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik ilkeler tespit edip uygulamaya geçirebilme sonuçlarına varılmıştır.

·       Siyer-Megazi, Tarih ve ihtilaf okumaları neticesinde; siyer ve megazi kitaplarının ilk örneği olan Siretü’n-Nebeviyye’nin yapısı tam bir tarih kitabına sahiptir. İbn İshak’ın eserinin yeniden tertibiyle ortaya çıkan İbn Hişam’ın Siretü’n-Nebeviyye’si tarihin yeniden kurgulanmasıdır. Aynı olayları çıkış noktası yaparak farklı tarihsel sonuçlara ulaşılabildiğini bulmak, farklı beklentiler olduğu için farklı sonuçlar ortaya çıkması doğaldır.

·       İhtilafın uygulamalarını görmek, anlamaya çalışmak.


0 Yorum - Yorum Yaz

Ahmet SAKCAK(88912701)    11.05.2013

     

     Manevi(Uhrevi)Yönden Kazançlarım:

     1.Ahmet N.SERİNSU Hocamın  KURAN ve BAĞLAM adlı  müfid kitabının  1.Kitabının bazı yerlerini,2.Kitabının tamamını ve3.Kitabının da çoğu yerini okudum.Böylelikle de hem ilmimi artırmış oldum ve hem de ben ve değerli müellif sevap kazanmış olduk.

     2.Sa'lebe(r.a.)kıssasını daha önce ben ğerçekleşmiş bir olay olarak değerlendiriyordum.Şimdi ise Hadis Usulü açısından olaya baktığımda rivayetin sağlam olmadını görüyor ve Sa'lebe (r.a.) adına seviniyorum.

     3.Şimdi birazdan (ALLAH nasib ederse)bu ödev için İmam Buhari,İbn-i İshak ve İbn-i Hişam maddelerini okuyup,yazacağım.Bunu da kendim ve müellifler için manevi birer kazanç olarak ğörüyorum.

     İMAM BUHARİ

    


0 Yorum - Yorum Yaz

İbn Hişam İbn İshak..    12.05.2013

İsrafil GÖK Öğrenci No: (12952754)Birleşik Doktora                                                               İBN HİŞAMEbû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (ö.218/833)  Basra’da doğdu. Es-Sîretü’n-Nebeviyye” Adlı Eseriyle Meşhur Olan Tarihçi Aslen Ye­menli Himyer kabilesinin Meâfirî koluna mensup olduğu bilgisi kaynaklarda yer alır. Basra’da bir müddet yaşadıktan sonra Mısır’a gitti ve ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşa­dı. İbn Hişâm 13 Rebîülâhir 218 (8 Mayıs 833) tarihinde Fustat’ta vefat etti. Güvenilir bir tarih­çi ve hadisçidir.          Tahsil hayatına Basra’da başlamıştır . Yaşadığı dönemde Bas­ra, İslâm âleminin en büyük kültür merkezlerinden birisidir. İbn Hişam, şehrin ilim otorite­lerinden ders aldı. Özellikle edebiyat, filoloji ve tarih dallarında yetiş­ti ve kendisi de büyük bir otorite haline geldi. Basra’dan ne zaman ayrıldığı ve Mısır’a gitmeden önce tahsil için di­ğer ilim merkezlerine seyahat edip et­mediği konusu bilinmemektedir. Ancak İbn İshak’ın es-Sire’sini kendisine rivayet eden hocası Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî ile görüşmek üzere Kûfe ve Bağdat’a gitmiş olabilir. Mısır’da İmam Şâfiî ile Arap şiiri üze­rine sohbetlerde bulunmuştur. İbn Hişâm önceleri İmam Şâfiî ile pek görüşmek istememiştir. Görüştükten sonra ise en­sâb ilmi, dil ve şiir konusunda derin bilgi sahibi ol­duğunu anlayarak kendisinden övgüyle söz ettiği bilinmektedir. İbn Hişâm, kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb, şiir, nahiv ve lügat âlimi olarak tanıtılmaktadır. Şöhreti ise İbn İshak’ın “Sîretü İbn İshakadlı “Kitâbü’l-Mübtede ve’l-Meb’as ve’l-Meğazi ismindeki eserini yeniden tertib etmesiyle olmuştur.  İmam Şafiî, İbn Hişâm’ın dilde hüccet (delil) ve Arap dili konusunda iyi yetişmiş bir âlim olduğu­nu belirtmiştir. İbn Hişam’ın en meşhur eseri es-Sîretü’n-Nebeviyye (Sî­retü İbn Hişâm, Sîretü Rasûlillâh)”: Hz. Peygamber (sas)’in hayatına dair tamamı za­manımıza intikal etmiş en eski kitaptır. İbn Hişam, bu çalışmasını İbn İshak’ın Siyer’ini esas alarak hazırlamıştır. es-Sîretü’n-Nebeviyye birçok defa ba­sılmış, şerh ve ihtisar edilmiş, manzum hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiş­tir. es-Sîretü’n-Nebeviyye”ye dört ayrı şerh yazılmış olup bunların üçü ba­sılmıştır. En geniş şerhi, Endülüslü muhaddis Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî (ö. 58I/1185) tarafından er-Ravzü’l-Ünüf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyye li’bni Hişâm adıyla kaleme alınmıştır.es-Sîretü’n-Nebeviyye’yi Türkçe’ye ilk defa “Sîret-i Rasûlullah adıyla Aydınlı Eyyûb b. Halîl çevirmiş ve 12 Rebîülevvel 986 (19 Mayıs 1578) tarihinde şehzade­liği sırasında III. Murad’a takdim etmiş­tir. Yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (TY, nr. 2414) bulunmaktadır. Eser üzerinde akademik çalışma yapılmıştır. Mes’ad Süveylim Ali eş-Şâmân tara­fından “Türk Edebiyatında Siyerler ve İbn Hişam’ın Siyeri’nin Türkçe Tercü­mesi adıyla doktora tezi olarak neşre ha­zırlanmıştır. İbn Hişam’ın bu önemli eseri Hasan Ege tarafından “İslâm Tarihi Sîret-i İbn-i Hişam Tercemesi (l-IV, İstanbul 1985)” adıyla Türkçeye çevrilmiştir. İbn İshak’ın en meşhur râvilerinden Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî’nin Kûfî-Bağdadî diye meşhur olan nüshasını esas alarak eseri kısaltmış, bu arada bazı ilâvelerde de bulunmuştur. Ki­tap zamanla onun adıyla (Sîretü İbn Hi­şâm, Tehzibü İbn Hişâm) anılır olmuştur. İbn Hişâm, İbn İshak’ın verdiği nesep bilgilerini, isimleri, haberleri veya kullandığı kelimeleri tashih etmiştir.Hz. Peygamber’in hayatı, yaşadığı devrin olayları ve Râşid Halifeler dönemi hâdiseleri için mut­laka başvurulması gereken bir eserdir. O, siyerdeki müstakil kelimeleri de açıklar.Araştırmacı Yrd. Doç. Dr. Şaban ÖZ, İbn Hişam ile ilgili şunları söylemektedir; “Şu an için, İbn İshâk’ın, Ma’mer’in ve haliyle Zührî’nin, Urve’nin rivayetlerinden bahsedebiliyorsak, hiç kuşku yok ki, bu dö­nem müelliflerinin nakilleri sayesindedir. Klasik nakil dönemi, daha uzun müddet devam etmiş, her râvi üstadının eserini -kabiliyeti nispetinde-sonraki nesillere aktarmak için çalışmıştır. Ancak İslâm tarih yazıcılığı, İbn Sa’d'la beraber yeni bir boyut kazanmış, tek müellife bağlı naklin yerini, birçok müellifin rivayetlerinin karşılaştırmalı olarak aktarıldığı nakil almıştır.                                                        İBN-İ İSHAK İbni İshak ya da asıl adıyla Muhammed bin İshâk bin Yesâr el-Muttalibî’dir. Künyesi Ebû Abdullah olup, Ebû Bekr de denilmiştir. İbn-i İshâk, Medîne-i münevverede 704 (H.85) senesinde doğdu Meğazi ilminin kurucusu olarak kabul edilen tarihçidir. Birçok tarih ve siyer alimi onun kitabını temel olarak kabul etmiştir. Mîlâdî sekizinci yüzyılda yetişen İslâm târihçisi meşhur bir siyer âlimi ve muhaddistir. Medîne-i münevverede İmâm-ı Mâlik ile ilmî müzâkerelerde bulundu. Sonra buradan ayrılarak, sırayla Mısır, Kûfe, Rey, Hire ve Bağdat’a geldi. Bağdat’ta yetişerek, meşhur Siyer kitabını yazdı ve 768 (H.151)de vefât etti. Bağdat’ın doğusundaki Hayzeran Kabristanına defnedildi. İbn-i İshâk, Tâbiînden Sa’îd bin Müseyyeb ve Ebû Seleme bin Abdurrahmân ile görüşmüştür. Pekçok hadis âliminden hadis rivâyet ettiği gibi, birçok kimse de ondan hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur.İbn Şİhab ez-Zühri’nin  en gözde talebelerinden olan Muhammed İbn İshak (ö.151) gerçekten siyer alanında çok önemli bir isimdir. Her ne kadar bazı cerh ve ta’dîl âlimlerinin çok sert eleştirilerine ve tenkitlerine maruz kalmışsa da, başta hocası İmam Zühri olmak üzere, birçok meşhur âlimin takdirlerini kazanmıştır. Mesela hocası İmam Zühri onun hakkında; “Meğazi ilmini öğrenmek isteyen İbn İshak’a müracaat etsin” demektedir. Talebesini bu alanda kendinden daha bilgili sayan İmam Zühri, siyer konusunda zaman zaman kendisine sorular sormuş ve onun verdiği bilgileri insanlarla paylaşmıştır. Yine İmam Şafiî; “Meğazide derinleşmek isteyen kimse, İbn İshak’a muhtaçtır” derken, Süfyân ibn Uyeyne; “İbn İshak yaşadığı müddetçe Medine’de ilim yok olmaz” demektedir. İbn Adiyy ise biraz daha iddialı bir ifade ile: “Bu ilim dalında hiçbir eser onun eserinin seviyesine ulaşmamıştır” demiştir. Bu büyük üstadın Siretü İbn İshak adı ile meşhur olan, ama asıl adı Kitabü’l-Mübtede ve’l-meb’as ve’l-meğazi olan eserine gelince, ne yazık ki bu eser özgün hali ile günümüze kadar ulaşmamıştır. Gerek zamanında, gerek zamanından sonra, büyük bir şöhrete ermiş olan bu eserin günümüze ulaşmaması büyük bir kayıp iken, İbn Hişam’ın bu eserin büyük bir bölümünü nakletmesi ve yine başta Muhammed Hamidullah Hoca olmak üzere, birkaç çağdaş âlimimizin eksik nüshalar ve bölümler üzerinde yaptıkları araştırmalar, neredeyse Siretü İbn İshak’ın tamamını ortaya koyacak düzeyde olması ise sevindiricidir.     SİYER-MEĞAZİ       Siyer, dini literatüründe son peygamberin hayatını anlatan ilmi bir disiplindir. Siyer, sire ve siret kelimelerinin çoğuludur ve hayat tarzı demektir. Karşıt anlamı suret'tir. Siyer-i Nebi adıyla, hayatını anlatan manzum ve mensur kitaplar ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Siyer, Hz. Peygamber'in  hayatı demektir. Başlangıçta Hadis kitaplarında siyer başlığı altında ele alınan siyer, sonradan ayrı kitap yazımlarına konu olmuş ve hadisten ayrılmıştır. Fıkıh kitaplarında da siyer başlığı vardır."Siyer", Arapça "sîre" sözcüğünün çoğulu olup Peygamber (s.a.s)'in hayatını (hal tercümesini) anlatmak için kullanılır. Zaman içinde: Soy dizini, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Medine'de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekilde, doğumundan ölümüne kadar Hz. Peygamber (s.a.s) 'inhayatından sözeden kitaplara "Siyer-i Nebî", "es-Siretü'n-Nebeviyye" veya kısaca "Siyer"adıverilmiştir.

Siyer ile sıkça beraber kullanılan ve savaş, savaş yeri, savaş menkıbesi anlamlarını ihtiva eden "Meğâzi" kelimesi vardır. Hz. Muhammed (s.a.s)'in savaşlarının anlatıldığı kitaplara da aynı ad verilmiştir.

İzahlardan da anlaşılacağı üzere siyer, daha genel, meğâzî ise daha dar anlamı ifade eder. Ancak bu iki isim sık sık karıştırılmış ve birbirini ifade edecek tarzda kullanılmıştır. Bazı meğâzi türü eserler, siyer kaynakları gibi, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hayatından bütünüyle bahseder ve yazıları bu tür meğâzi kitapları Siyer-iNebî türü eserleri andırırlar. Ancak çoğunlukla meğâzî türü eserler, Peygamberimizin savaşlarını asıl olarak ele almışlardır.

Siyer, bir yönüyle Hadis'e bir yönüyle de İslâm tarihinin içine girmiştir. Gerçekten siyer, Hz. Peygamber (s.a.s)'in söz ve davranışlarından bahseden Hadis ilminin bilinmesini gerekli kıldığı gibi; O'nun hayatının her safhasından bilgi vermesi itibariyle de İslam tarihinin bir bölümünü oluşturur.

Nitekim İslâm âlimlerinin çoğu, siyerden itibaren İslâm tarihini bir bütün halinde ele almışlar ve eserlerinde, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hayatından -hattâ öncesinden- başlayarak İslâm tarihi ile ilgili olayları, yaşadıkları döneme kadar anlatmışlardır.

                                                          BUHÂRÎ

Hadis bilginlerinin ileri gelenlerinden Kur’an’dan sonra en sağlam ve sahih olan kitabın müellifi  Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil b. İbrâhim b. el-Muğîre b. Berdizbeh el-Cûfî el-Buhârî, 13 Şevvâl 194 h./21 Temmuz 810 tarihinde Cuma günü Buhara'da doğmuştur. Bundan dolayı da Buhârî nisbetiyle anılmasına sebep olmuştur.
Onsekiz yaşında "Kitâbu Kadâya's-Sahabe ve't-Tâbiin" ile "et-Târîhü'l-Kebîr" adlı eserlerini yazdı. İlim öğrenmek için Şam'a, Mısır'a, Basra'ya, Bağdat'a gitti. Buamaçla altı yıl Hicâz'da kaldı. Buhârî, Buhara'dan ayrıldıktan sonra Semerkand'a gider. Hartenk köyünde bulunan akrabalarının arasına yerleşir. Semerkand'lılar, Buhârî'den yararlanmak isterler. Bir heyet gönderip Semerkand'a gelmesi ricasında bulunurlar. Buhârî, Semerkand'a gitmek için hazırlık yapmaya başlar ancak bu arada hastalanır ve Ramazan Bayramı gecesi vefat eder (30 Ramazan 256 h./31 Ağustos 869). Kütübü sitte müelliflerinden en-Nesâî, Buhârî'yi bizzat görüştüğü şeyhler arasında saydıktan sonra şöyle demiştir: "O, sika, inanılır, akıllı bir muhaddistir. İslâm tarihinde ilk defa sahih kitap yazan odur. Buhârî' nin kendi ifadesine göre hadis aldığı hocalarının sayısı binden fazladır. Hadis yazdığı şeyhlerine ait senetleri de bildiğini, senedi zayıf rivayetlere itibar etmediğini belirtir. Hocalarının başlıcaları şunlardır:
        Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medinî, Yahya b. Maîn, İsmail b. İdris el-Medînî,İshak b. Rahuyeh. Bunların dışında şu isimleri de görüyoruz;
Mekkî b. İbrahim el-Belhî, Muhammed b. Selam el-Bikendi, İbrahim b. el-Eş'as, Ali b. el-Hasan b. Şekîk, Yahya b. Yahya, İbrahim b. Musa el-Hafız, Şüreyc b. en-Numan, Ebu Asım en-Nebil eş-Şeybânî, Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, Abdullahb. Zübeyr el-Hamidî, el Mekrî, Abdülaziz el-Üveysî. Öğrencileri arasında da en meşhurları şunlardır; Ebu İsa et-Tirmîzî, Muhammed b. Nasru'l Mervezî, İbni Ebi Dâvud, Müslim b. Haccac ve en-Nesâi. Buhârî'nin bu eserine ait bir çok şerh yazılmış ve üzerinde çalışmalar yapılmıştır. En meşhur şerhleri, Aynî'nin Umdetu'l-Kari, Askalani'ninFethu'l-Barî ve Kirmâni'nin Kevâkibü'd-Derârî, adlı eserleridir.

Buhari’nin Câmiu's-Sahih’inin dışında,Tarihu'l Kebir adlı eseri de meşhurdur.  Hadis ricaline ait önemli bir eserdir. Sahasında ilk yazılanlardandır. Buhârî bunu henüz onsekiz yaşında iken Rasûlullah (s.a.s.)'ın kabri başında yazmıştır.

                                                            İHTİLAF
Lugatte “geri kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek“ anlamındaki half kökünden türeyen masdar kalıbındaki  ihtilaf kelimesi ,bir şeyin peşinden gitmek ayrı görüşe sahip olmak,  görüş ayrılığı, anlaşmazlık“ gibi manalara gelir. Istılahi olarak  ihtilaf, “söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak“ demektir.  İhtilaf maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder. Bir diğer tanıma göre de delile dayanmayan aykırı görüşe hilaf, delile dayanana ise ihtilaf denmiştir.Hz. Peygamberin vefatından sonra İslam tarihinde ortaya çıkan ilk önemli ihtilaf Hz.Osman’ın katli ile birlikte sahabe arasında yaşanan cemel vakası ve Sıffin savaşıdır. Müslümanlar arasında çıkan  ilk ihtilafın yönetim ile ilgili olarak tamamen siyasi olduğunu görmekteyiz . Fıkıh ilminde ihtilaf, icmâ ve ittifakın zıddı  bir kavram olarak kullanılmaktadır. Gerek fıkıhta gerekse itikatta İslam mezhepleri ve Müslümanlar arasında bazı görüş ayrılıklarının ve ihtilaflarının olması tabii bir husustur. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz de bu manadaki ihtilafın rahmet olduğuna işaret etmiştir. Bu türden görüş ayrılıkları Müslümanlar arasında tefrika  ayrışma unsuru değildir.               
0 Yorum - Yorum Yaz


Abdullah ARSLAN-12912771-Yüksek Lisans-İHTİLAF MADDESİ, SİYER, MEĞAZİ, İBN HİŞAM, İBN İSHAK, TARİH ve Kazanımlarımız.

 

İHTİLAF: Sözlükte "geride kalmak ve biri diğeri­nin yerine geçmek" anlamındaki     H-L-F kö­künden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak "bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit ol­mamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık" gibi mânalara gelir.  

Terim olarak ih­tilâf, "söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak" demektir  İhtilâf ve hilaf terimleri bazan benzer veya eş anlamlı olarak kullanı­lırsa da aralarındaki ince fark genellikle ko­runmaya çalışılmıştır. İhtilâfın daha çok "farklı bir görüşe sahip olma, farklı gö­rüşlerden birini benimseme" anlamı ta­şımasına mukabil hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebi­lir. Buna göre ihtilâf maksat aynı olmak­la birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.

        

            Kur'an'da ve hadislerde ihtilâf kelime­si mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmış, daima birlik olmak, tefrika ve ihtilâftan kaçınmak emredil­miştir. Birçok âyette sözü edilen ihtilâf dinî inançlarla ilgili olup insanın dünya ve âhirette mutlu ya da bedbaht olması bu gibi konularda benimsediği görüşlere ve aldığı tavırlara bağlanmış, bu tür ihtilâf­lara düşen insanlar arasında hüküm ver­meleri için peygamberlerin gönderildiği ifade edilmiştir.       

             İslâm düşüncesinde dinî konulardaki ihtilâfın meşruiyeti inanç konuları (usûlü'd-dîn) ve fıkhî hükümler (fürûud-dîn) ol­mak üzere temelde İki farklı alan göz önü­ne alınarak değerlendirilmiş, inanç konularında taraflardan sadece birinin haklı, diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte genellikle iki ayrı kategori ortaya konmuştur. Yaratıcının varlığı ve birliği konusunda ileri sürülen aykırı düşünce­lerin kişiyi İslâm dışına çıkaracağı husu­sunda İslâm düşünürleri arasında ittifak varken Allah'ın sıfatları ve iradesi, kaza ve kader gibi konulardaki aykırı yaklaşım­lar bid'at olarak değerlendirilmiştir. İs­lâm düşüncesinde genel eğilim ehl-i kıb­leye mensup insanları tekfir etmemek yö­nünde olmakla birlikte bu tür konulardaki aykırı tavırları da İslâm dışına çıkmada ye­terli görenler olmuştur

 

          Fıkıh ilminde ihtilâf, icmâ ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmak­ta,  Kur'an ve Sünnet'in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, "müctehedün fîh" denilen içtihada açık konularda muh­telif sebeplerle ayrı kanaatler benimse­mesini ifade etmektedir.

 

 

        SİYER-MEĞAZİ: Siyer, Sözlükte ‘‘davranış, hal, yol, adet, bir kimsenin ahlakı, seciye ve hayat hikayesi’’ gibi anlamlara gelen siret kelimesinin çoğuludur. Siret ve siyer ‘‘Hz. Peygamber’in hayatı, onun hayatını konu edinen bilim dalı ve bu dalda yazılan eserler için terim olarak kullanılmıştır.’’

      Meğazi ise ‘’Savaş yeri, savaş hikayeleri’’ anlamındaki mağzat kelimesinin çoğuludur. Resül-i Ekrem’in gazze ve seriyyelerinin  tarihine ve bu konuda yazılan kitaplara isim olmuştur, siyer kelimesinin eş anlamlısı halinde hem kendi başına hem de siyerle birlikte kullanılmıştır. Siyer yalnızca Hz. Peygamber’in hayatı için kullanılan bir terim haline gelmiş, siret ise başka şahsiyetlerin hayatlarını anlatan Siretü’l-Hüseyn, Siretü Ömer b. Abdilaziz, … gibi kitapların adlarında da yer almıştır.

         Siyer terimi aynı zamanda savaş, esirler ve ganimetler başta olmak üzere devletler hukuku dallarına giren konulara isim olarak verildiği gibi bu alanda yazılan kitapların isminde yer almış, ayrıca fıkıh kitaplarının bir bölümünün adı olmuştur.

            Siyer ve meğaziye dair haber ve rivayetleri tefsir kaynaklarına yansımış, siyer ve meğazi müellifleri ele aldıkları konuları ilgilendiren birçok ayete eserlerinde yer vermişlerdir.

          Bazı araştırmacıların meğazi haberlerinin eyyamü’l-Arab’ın bir devamı ve gelişmiş bir şekli olduğunu ileri sürmeleri, doğru bir yaklaşım değildir. Kur’an’ın iyi anlaşılabilmesi için kıraat, tefsir, Arap dili ve edebiyatı, Resulullah’ın daha iyi bilinmesi için de siyer ve meğazi konusunda tedvin faaliyetlerine başlamışlardır. Sünnetin tesbiti için yaptıkları hadis toplama çalışmalarının bir benzerini siyer ve meğazi konusunda yaparak  bu ilim dalının temelini atmışlardır.

         Ortaya çıkan hukuki meselelerin çözümü, hicretin tarih ve takvim başlangıcı olması, divan teşkilatının kuruluş aşamasında sahabelerine İslam’a girişlerinin, başta Bedir gazvesi olmak üzere kimlerin hangi savaşlara katıldıklarının ve yaptıkları hizmetlerin bilinmesine ihtiyaç duyulması gibi hususlar siyere olan ilgiyi artırmıştır.

      Tabiin döneminde siyer ve meğazi sahasında telif çalışmalarında adı geçen bir diğer şahsiyet Hz. Osman’ın oğlu Eban’dır ve meğazi çalışmalarının tabiin dönemimde yazıya geçirildiğini göstermektedir

      Siyer kitaplarına günümüzde bilinen şeklini veren ibni İshak (ö.151/768), meşhur eseri Kitabü’l mübteda ve’l-mebasi ve’l-Meğazi’yi (Siretü ibn İshak)  kaleme almıştır.

      Hicretin ilk iki asrında siyer ve meğazi sahasında eser verenlerin sonuncusu ve en meşhurlarından birisi de Vakidi ‘dir.( 207/823)

      Siyer ve meğazi sahasındaki çalışmalar artarak günümüze kadar devam etmiştir.

 

            İBNİ HİŞAM: Asıl ismi, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm’dır (ö. 218/833) es-Sîretü'n-nebevîyye adlı eseriyle meşhurdur.

            İbn Hişâm tahsilini Basra'da ta­mamladı. Daha sonra Mısır'a (218/833) tarihinde Fustat'ta vefat etti.

          İbni Hişâm kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb, şiir, nahiv ve lügat âlimi olarak tanıtılmaktadır. İbni İshak'ın Sîretü İbni İshâk diye de bilinen Kitâbü'l-Mübteda ve’l-mebasi ve'l-megazi'sini yeniden tertip eden İbni Hişâm, bu eserle meşhur olmuştur. Birçok âlim bu eseri Hz. Peygamber'in hayatına dair en sağ­lam ve en iyi siyer kitabı olarak kabul et­mişlerdir.

         İbni Hişâm, İbni İshak'ın kitabını esas almakla birlikte onun aksine Kur'an'da temas edilmeyen ve Hz. Peygamberle il­gisi olmayan konulara ve pek tanınmayan şairlerin şiirlerine ayrıca, nezaket dışı bazı ifa­delere itibar etmediğini söy­ler. 

        İbni Hişâm'ın eserde yer alan ayet, hadis ve şiirlerdeki garip keli­meleri açıklarken verdiği bilgiler, onun Arap dili ve edebiyatına vâkıf olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bazı tarihî bilgileri esere ilâve etmesi, bir­takım kelimelerin okunuşunu belirtmesi ve şahısların nesepleriyle ilgili bilgileri ilâ­ve etmesi, onun İbni İshak'ın eserine yap­tığı katkılar arasında sayılabilir. İbni Hişâm esere yaptığı bu ilâveleri "kale İbn Hişâm" diye başlayan bir ibareyle göstermiştir.

 

            İBNİ İSHAK: Asıl adı, Ebû Abdillâh Muhammed b. İshak b. Yesâr  b. Hıyar el-Muttalibî’dir. Hicri 85’ de Medine’de doğdu. 151 yılında Bağdat’ta vefat etti. İbn İshâk Abbasilerin kuruluş dönemini müşahede eden kişidir. Ünlü tarihçi Zührî’nin öğrencilerindendir. İbni İshâk’ın büyük dedesi, Halid b. Velid’in Aynüttemr’i fethetmesi ile Medine’ye getirilen Hıristiyan esirler arsında idi. Dedesinin Hıristiyan olması sebebiyle o Ehl-i Kitap öğretilerini, özelikle de İncil ve Tevrat’taki esasları, öğrenerek  bu kitaplarda  yer alan efsaneleri nakletmekle suçlanır. İbni İshak ilköğrenimine Medine’de babası ve amcalarından hadis, şiir ve siyer gibi ilimleri tahsil etmekle başladı. Daha sonra birçok ünlü âlimden ders aldı. Otuz yaşına geldiğinde ilim öğrenmek için Mısır’a seyahat etti. Daha sonra Irak’a gitti ve burada da vefat etti.

            Yaşadığı dönemde emîrü'l-mü'minîn" unvanıyla anılan muhaddislerden olan İbni İshak'tan pek çok kişi hadis ve megâzî rivayet etmiştir. İbni İshâk  tarihçiler tarafından siyer alanında eseri bize ulaşan ilk tarihçi olması sebebiyle önem arz etmekle birlikte hadisçiler tarafından pek makbul görülmez.

            Eserleri: Siretu İbn İshâk veya es-Sîre veya Kitabûl Meğazi: Eser aslen Meğazi kitabı olmasına rağmen siyer ile alakalı tüm konuların işlenmesi sebebi ile siyer kitabı kabul edilir.     İbni İshak’ın bu eseri siyer alanında elimize ulaşan ilk eser olması sebebiyle İslam tarihçiliği açısından önem arz etmektedir Eser  üç ölümden meydana gelmektedir. el- mübteda, el-meb’as, el-meğazi. el-Mübteda: İlk insanın yaratılışından başlayarak peygamberler tarihinin anlatıldığı bölümlerdir. İbn İshâk bu  bölümde büyük çapta Vehb. b. Münebbih’in rivayetleri ile İsrailî haberlere yer verdi. Çünkü bu alanda en çok bilgi İsrailiyatta vardır. el-Meb-as: Hz. Peygamber’in Mekke dönemi yaşantısı hicretini konu edinir. el-Meğazi: Hz. Peygamber’in gazveleri anlatıldığı ve özellikle bedir ve uhud gibi gazvelerin etraflıca dile  getirildiği bölümlerdir. Bu  bölümdeki  anlatılan olaylar sağlam rivayetlere dayanmaktadır.  Eser İbn İshak’ın talebesi el-Bekka’i’nin talebesi Abdülmelik b. Hakem’in tehzibiyle zamanımıza ulaşmıştır. Eser ilk defa da Wüstenfeld 1856-1860 yıllarında yayınlanmıştır.

 

            TARİH: Toplumların başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bunların sebep ve sonuçlarını birbirleri ile olan ilişkilerini ele alan bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adıdır. Tarih, toplumun zaman içindeki gelişme yönünü belirleyen, insanın kendi toplumu ile diyalog kurmasını ve bütünleşmesini sağlayan, ondaki toplum şuurunu canlı tutan bir kültür hazinesidir           

            Kur’an-ı Kerîm’de ve hadislerde yer almayan tarih kelimesi, Yemen’de Kahtânî Araplarınca İslam öncesi dönemde kullanılan bazı tabletlerde tespit edilmiş, Kuzey Arapçasına Hz. Peygamber döneminden sonra buradan girmiştir. Farsça ve Türkçe’ye Arapçadan geçmiştir. Kur’an’da tarih karşılığında “Allah’ın günleri” “kasas”, “nebe” ve çoğulu “enbâ”, “haber” ve “ahbâr”, tarihî olay için “hadîs” kelimeleri kullanılmıştır. Kur’an’a göre tarih insanoğlunun ve âlemin tarihidir.  Kur’an sürekli tarihten, geçmiş ümmet ve olaylardan misaller getirmiş ve insanı düşünmeye davet etmiştir.

            İslam dünyasında tarih yazıcılığının doğup gelişmesinde Resûl-i Ekrem’in hayatını ele alan siyer ve megâzî çalışmalarının istisnaî bir yeri vardır.

            Bu dersten kazanımlarımız ise, Kuranı Kerimi yorumlamada kaynakları tanımakla birlikte daha doğru kullanmayı, kavramlara doğru anlamlar yükleyip, etraflıca düşünüp daha doğru karar vermeyi öğrendik.


0 Yorum - Yorum Yaz


Hacı Turan DEMİRCİOĞLU-12912775-Yüksek Lisans

İBNİ HİŞAM, İBNİ İSHAK, SİYER-MEGAZİ, İHTİLAF, TARİH v e Dersten Kazanımlarımız

İBNİ HİŞAM:

 Basra’da doğdu. Es Siretün Nebeviyye adlı eseriyle meşhur olmuştur. Basra’da bir müddet yaşadıktan sonra, vefatına yakın Mısır’a geçmiş ve Futat’da vefat etmiştir. İbni Hişam, derinin ilim erbabından ders almış, özellikle edebiyat, dil ve tarih dallarında kendini yetiştirmiştir. İbni Hişam, kaynaklarda tarih, ahbar, ensab, şiir, nahiv ve lügat alimi olarak tanıtılmaktadır. İbni İshak’ın Siretü İbni İshak isimli kitabını yeniden tertip etmekle meşhur olmuştur. Es Siret en Nebeviyye adını verdiği bu eseri birçok defalar basılmış, şerh ve ihtisar edilmiş, manzum hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiştir. Türkçeye ilk defa 1578 yılında Sireti Reslüllah ismi ile çevrilmiştir. İbni Hişam, İbni İshak’ın verdiği nesep bilgilerinin bazılarını sansürlemiş ve düzeltme yoluna gitmiştir.

İBNİ İSHAK:

 Asıl adı, Muhammed b. İshak b. Yesar el Muttalibi olan İbni İshak, Medine’de doğmuştur. Megazi ilmini kurucusudur. İslam tarihi, siyer alimi ve muhaddistir. İmam Malik ile müzakerelerde bulunmuştur. Ez Zühri’nin meşhur talebesidir.  Onun hakkında Zühri ‘‘Megazi ilmini öğrenmek isteyen İbni İshak’a müracaat etsin’’ demiştir.

İmam Şafii ‘‘Megazi’de derinleşmek isteyen İbni İshak’a muhtaçtır’’ demiştir.

‘‘Siret İbni İshak’’ adıyla meşhur olan bu kitabın asıl adı, ‘‘El Mübtede-i ve Mebasi vel Megazi’’ dir. Bu kitabın özgün hali günümüze kadar ulaşmamıştır. İbni Hişam’ın eserinin büyük bir bölümünü bundan nakletmesi ve M uhammed Hamidullah’ın bazı nüshaları üzerine yaptığı araştırmalar günümüze ulaşanlardır.

SİYER-MEGAZİ:

SİYER: Dini ıstılahta, son peygamber efendimizin hayatını anlatan bir ilimdir. Siyeri Nebi adıyla peygamberimizin hayatını anlatan manzum ve mensur çok eser ortaya çıkmıştır.

İlk dönemlerde hadis kitaplarının içerisinde ‘‘Siyer’’ başlığı altında ele alınmışsa da sonradan hadisten ayrılmış ve müstakil kitap yazımlarına konu olmuştur. Peygamberimizin soy dizini, doğumu, çocukluğu gençliği, Mekke ve Medine’de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları içine alacak şekilde, kısacası doğumundan-ölümüne kadar tüm hayatını içine alan kitaplara ‘‘Siyeri Nebi’’ adı verilmiştir.

MEGAZİ: Savaş menkıbeleri ve savaş yerleri anlamında olan megazi kelimesi, Hz. Peygamberimizin savaşlarının anlatıldığı kitaplarda yazılmıştır.

Siyer daha genel, megazi ise daha dar anlamlıdır. Aynı zamanda bazen de bu ikisi birbirini ifade eder anlamda kullanılmıştır.

İHTİLAF:

Lügatte geri kalmak, biri diğerinin yerine geçmek anlamında ki half kökünden gelmektedir. Mastar ve isim olarak görüş ayrılığı, bir şeyin peşinden gitmek manalarındadır. Istılahi olarak, söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmaktır. İhtilaf, maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı olmasını, hılaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder. Peygamberimizden sonra ilk önemli ihtilaflar, Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlamış, cemel ve sıffın savaşlarıyla devam etmiştir.

Fıkıh ilminde ihtilaf, icma’ ve ittifakın zıttı bir kavram olarak kullanılmıştır. Gerek itikadi ve gerek ameli İslam mezheplerinde ki Müslümanların ayrılıkları ve ihtilafları tabii bir husustur. Peygamberimizin şu hadisi buna işaret etmektedir ‘‘Ümmetimin ihtilafı rahmettir’’.

TARİH:

Toplumların başlarından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlata, bunların sebep ve sonuçlarını birbirleriyle olan ilişkilerini ele alan bir bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adıdır.

Hz. Ömer’in, Peygamberimizin hicretini takvim başlangıcı sayması ile birlikte hicaz tarihine girmiştir.

Avane b. Hakem’in eserine ‘‘Kitab et Tarih’’ adını vermesinden itibaren yaygın olarak kullanılmıştır.

Kuranda ve hadislerde yer almayan tarih kelimesi, İslam öncesi dönemlere ait bazı tabletlerde tesbit edilmiştir. Türkçeye de Arapçadan geçmiştir. Kuran da tarih karşılığında ‘‘Allah’ın Günleri’’, Kasas, Nebe’, Enba’, Haber, Ahbar olarak kullanılmıştır. İslam Dünyasında tarih yazıcılığının doğup gelişmesinde Peygamberimizin hayatını ele alan siyer ve megazi çalışmalarının özel bir yeri vardır.

Bu dersten kazanımlarımız: Kuranı Kerimin daha doğru ve güzel anlayabilme yollarını öğrenmemize büyük katkı sağlamıştır. Kuranı yorumlamamıza olumlu etkide bulunmuştur.


0 Yorum - Yorum Yaz

BUHARİ    14.05.2013

Hacı Turan DEMİRCİOĞLU-12912775-Yüksek Lisans

BUHARİ:

Asıl adı, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. Mugıra b. Berdizbeh el Cufi el Buhari’dir. 194/810 tarihinde Buhara’da doğmuştur. 18 yaşında ‘‘Kitabu Kadaya es Sahabe ve et Tabiin’’ ile ‘‘Tarihul Kebir’’ adlı eserlerini yazmıştır. İlim tahsili için Mısır’a, Şam’a, Basra’ya, Bağdat’a ve Hicaz’a gitmiştir. Semerkand’a gitmek üzere hazırlık yaparken hastalandı ve 256/869’da, ramazan bayramı gecesi vefat etti.

Başlıca hocaları; Ahmet b. Hanbel, Ali b. Medini, Yahya b. Main, İsmail b. İdris el Medini, İshak b. Rahuye’dir.

Meşhur öğrencileri ise; Et Tirmizi, Ebu Davud, Müslim, Muhammed b. Nasrul Mervezi ve Nesai’dir.

Kurandan sonra en sağlam sahih olan ‘’el Cami es Sahih’’ isimli eserine birçok şerh ve ilmi çalışma yapılmıştır. En meşhur şerhleri; Ayni’nin Umdetül Kari’si, Askalani’nin Fethul Bari’si, Kirmani’nin Kevakibud Derari’si’dir.


0 Yorum - Yorum Yaz

İmam Buhari    14.05.2013

Abdullah ARSLAN-12912771-Yüksek Lisans

İMAM BUHARİ:

Kendi döneminden günümüze kadar en büyük muhaddislerden sayılan Buhari’nin asıl ismi ‘‘Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Cu‘fî el-Buhârî’’dir, 194/810 yılında Buhara’da doğmuştur. Devrinin önemli muhaddislerinden hadis öğrenen babasını küçük yaşlarda kaybetmiş, annesinin himayesinde on yaşından itibaren ilk tahsilini Buharalı alimlerden almaya başlamıştır. (On altı yaşına geldiğinde kendi bölgesinde nakledilmekte olan bütün hadis rivayetlerini dinlediği, ayrıca re’y taraftarlarının fıkhî içtihatlarını öğrendiği nakledilir.) Buhârî daha sonra ilmî birikimini artırmak ve hadiste derinleşmek için Mekke, Medine, Mısır, Dımaşk, Bağdat, Basra, Belh, Re’y, Kûfe, Humus, Vâsıt, Cezire ve Nişapur gibi ilim merkezlerine seyahat etmiştir. Bu merkezlerde dönemin ilim ve fikir faaliyetlerine bizzat tanıklık etmiş ve binden fazla muhaddisten hadis yazmıştır.

 

Hocalarından bazıları arasında Ahmed b. Hanbel, el-Humeydî , İshak b. Râhûye , Kuteybe b. Saîd , Nu‘aym b. Hammâd , Ali b. el-Medînî , Yahyâ b. Maîn , Ebû Bekr b. Ebî Şeybe  ve ed-Dârimî  gibi tanınmış isimler vardır. Kendisinden binlerce talebenin hadis dinlediği ve yazdığı belirtilir. Kütüb-i Sitte’den Muslim ve Tirmizî onun talebelerindendir.

 

Buhârî, kırk yıl kadar süren seyahatleri neticesinde hadisleri yazarak hadis kaynaklarından oluşan zengin bir kaynak oluşturmuştur. Kendi eserlerini kaleme alırken esas olarak bu yazılı malzemeden istifade etmiştir. Onun, yazdığı hadisleri aynı zamanda hafızasına kaydettiğine, hatta hafızasının gücü konusunda zorlu sınavlardan geçtiğine dair haberler de bulunmaktadır.

(Buhârî’nin hayatındaki dönüm noktalarından biri ‘mihne’ olayıdır. Vefatına yakın sıralarda Nişabur’da Kur’an’ın ve Kur’an lafızlarını telaffuz etmenin ‘mahlûk’ (yaratılmış) olup olmadığı konularında hocası Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî  ve ona yakın bazı hadisçilerle yaşadığı tartışmalar onu zor durumda bırakmış ve Nişabur’u terk etmiştir. Ardından önce Merv’e, sonra kendi memleketi Buhara’ya gitmiştir. Ancak Horasan Valisi Halid b. Ahmed ez-Zuhlî’nin sarayında hadis dersi verme isteğini geri çevirdiği için Buhara’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine akrabalarının bulunduğu Semerkand yakınlarındaki Hartenk kasabasına gitmiş ve burada hastalanarak 256/870 yılında vefat etmiştir. Ömrünü ilme ve hadise adayan Buhârî’nin evlenip evlenmediği konusunda kaynaklarda ihtilaflı bilgiler vardır.)

 

Buhârî kendi döneminin en önemli hadis bilginleri arasında sayılmıştır. Onun hadis ilmindeki titizliği ve birikimi daima takdir edilmiştir. İbn Huzeyme’ye atfedilen “Gökkubbenin altında Rasûlullah’ın hadisini Muhammed b. İsmâil’den daha iyi bileni görmedim” sözü onun hadis ilmindeki yerini çarpıcı bir biçimde dile getirir. Ancak Buhârî’nin ve eserinin otorite kazanması belli bir süreç içinde gerçekleşmiştir.

 

Buhârî hadis sahasındaki faaliyetleriyle şöhret bulsa da, akaide dair konularla da ilgilenmiştir. O, itikadi meselelerde selef inancına aykırı görüşler ileri süren Cehmiyye, Mu‘tezile, Havâric ve Şîa mezheplerini tenkit etmiş ve bu yönüyle ehl-i sünnet mezhebinin oluşumuna katkıda bulunan Sünnî âlimlerden kabul edilmiştir. Onun el-Câmi‘u’s-Sahîh’inde, iman-amel ilişkisi, sıfatlar, ru’yetullâh, halku’l-Kur’an, kader ve sünnetin değeri gibi konularda o dönemde cereyan eden tartışmaların yansımalarını görmek mümkündür.

 

FIKHI: Buhârî aynı zamanda bir fıkıh bilginidir. Birçok meselede Şâfiî  ile benzer görüşlere sahip olsa da, Kitab ve Sünnet’e en geniş çerçevede vâkıf olması ve hükümleri doğrudan o kaynaklardan elde etmesi bakımından mutlak müctehid olarak değerlendirilmiştir. Buhârî’nin bilhassa Ebû Hanîfe’ye  ve Hanefî fakihlere yönelik eleştiri ve itirazları meşhurdur. Onun, el-Câmi‘u’s-Sahîh’inde ‘kâle ba‘du’n-nâs’ (bazı insanlar şöyle der...) ibaresiyle görüşlerini nakledip eleştirdiği kişilerin, Ebû Hanîfe ve taraftarları olduğu belirtilmiştir.

 

ESERLERİ: Buhârî’nin en önemli eseri el-Câmi‘u’s-Sahîh adlı hadis kitabıdır. Onun, hadis rivayetiyle meşgul olmuş ravilerin hayatlarına ve güvenilirlik derecelerine dair kaleme aldığı biyografik eserler de hadis ilmi açısından önemlidir. Et-Târîhu’l-Kebîr, et-Târîhu’l-Evsat, et-Târîhu’s-Sağîr, ed-Du‘afâ’u’s-Sağîr, Kitâbu’l-Kunâ, et-Tevârih ve’l-Ensâb adlı eserleri bu türden kitaplardır.  El-Edebu’l-Mufred, Halku Ef‘âli’l-İbâd, Ref‘u’l-Yedeyn fî’s-Salât, el-Kırâatu Halfe’l-İmâm isimli eserleri de kaleme almıştır.


0 Yorum - Yorum Yaz


     

            İBN-İ İSHÂK            Yüksek Lisans  Emrah MERAL (12912714)

 

Doğum ve vefat tarihlerinde ihtilaf olsa da genelde Hicrî 80 ya da 85 (Miladî 699 veya 704) yılında Medine’de doğduğu kabul edilen İbn İshâk, İslâm tarihinde Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sav) hayatını kaleme alan ilk kişidir. Hicrî 151 (Miladî 768) yılında Bağdat’ta vefat eden İbn İshâk, Siyer alanındaki öncülüğünün yanı sıra, Peygamber Efendimizin Hadis’lerini toplamış ve rivayet etmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) ile ilgili olarak yazdığı kitabını bir insanlık tarihi şeklinde kaleme alan İbn İshâk, eserinin birinci bölümünde ilk insan ve peygamber Hazreti Adem’in (as) ve ondan sonra gelen peygamberler silsilesini anlatır.

 

Asıl adı Ebû Ab­dil­lâh Mu­ham­med b. lshak b. Ye­sâr b. Hı­yâr el-Mut­ta­li­bî el-Ku­re­şî el-Me­de­nî şek­lin­de­dir.

 

Ri­va­yet­le­re gö­re, İbn İs­hâk’ın de­de­si Irak’ın fet­hi es­na­sın­da esir alı­nan­lar ara­sın­da yer alır. Me­di­ne’ye gel­dik­le­rin­de ise İs­lam’ı ka­bul eder­ler. İbn İs­hak’ın ba­ba­sı İs­hâk ve am­ca­la­rı Mu­sa ve Ab­dur­rah­man ile kar­deş­le­ri Ömer ve Ebu Be­kir Me­di­ne’de baş­ta Ha­dis il­mi ol­mak üze­re ilim­le meş­gul olan kim­se­ler­di. İbn İs­hâk bu ya­kın­la­rıy­la bir­lik­te Me­di­ne’de­ki di­ğer ilim sa­hib­le­rin­den de, Ha­dis, si­yer-me­ğa­zi, ilm-i ne­seb, şi­ir ve Ey­ya­mu’l Arab (arab­la­rın gün­le­ri) alan­la­rın­da ders al­dı.

 

Sür­ya­ni­ce di­li­ni ne­re­de öğ­ren­di­ğin­de ih­ti­laf var ise de Tev­rat ve İn­cil’i Me­di­ne’de öğ­ren­di­ği ve eser­le­rin­de, Pey­gam­be­ri­miz­den ön­ce­ki de­vir­ler ile il­gi­li ola­rak Tev­rat ve İn­cil ile di­ğer Mu­se­vî ve Hris­ti­yan kay­nak­la­rı­nı kul­lan­dı­ğı gö­rü­lür. Me­di­ne dö­ne­min­de yak­la­şık 100 Sa­ha­be ço­cu­ğun­dan Ha­dis öğ­ren­di­ği ve ri­va­yet et­ti­ği be­lir­ti­lir.

 

Mı­sır’a gi­dip İs­ken­de­ri­ye’ye yer­leş­ti­ği sı­ra­da da Ha­dis il­mi ile meş­gul olur ve İmam Şa­fiî haz­ret­le­ri ile ta­nı­şır­lar. Eme­vî ida­re­si­ne ya­kın dur­ma­yan İbn İs­hâk Ab­ba­sî­le­rin iş­ba­şı­na gel­me­si son­ra­sın­da da Irak’a gi­der ve Ku­fe, Hi­re ve Rey gi­bi şe­hir­ler­de ika­met et­tik­ten son­ra Bağ­dat’a yer­le­şir. Bağ­dat’ta ve­fat eden İbn İs­hâk, Ebu Ha­ni­fe haz­ret­le­ri­nin ta­le­be­le­rin­den Ebu Yu­suf’a da ders ver­miş­tir.  

İbn İs­hâk ese­rin­de, özel­lik­le Ha­dis ve Pey­gam­ber Efen­di­mi­zin ha­ya­tı­na da­ir olan bö­lüm­ler­de kay­nak gös­ter­me­ye özen gös­te­rir­ken, Pey­gam­be­ri­miz ön­ce­si olan bö­lüm­le il­gi­li ola­rak çok ge­niş bil­gi ver­me­si­ne rağ­men kay­nak gös­ter­me­me­yi ter­cih et­me­miş­tir. İbn İs­hak’ın bu­na rağ­men, özel­lik­le, Pey­gam­be­ri­mi­zin İs­lam’a da­vet mek­tup­la­rı ile il­gi­li ola­rak gön­der­miş ol­du­ğu el­çi­le­re yap­tı­ğı ko­nuş­ma­lar hak­kın­da Ye­zid bin Ebu Ha­bib’den yap­tı­ğı ri­va­yet­le­ri doğ­ru­lat­mak için Me­di­ne’de­ki ha­dis âlim­le­rin­den İbn Şi­hab ez Züh­rî’ye mü­ra­ca­at ede­rek bun­la­rın doğ­ru­lu­ğu­nu te­yid et­ti­ği ri­va­yet edi­lir. Her ne ka­dar tar­tış­ma­lı da ol­sa, Ha­dis il­min­de de önem­li bir ye­ri bu­lu­nan İbn İs­hâk, Kur’an ayet­le­ri­nin iniş se­beb­le­ri­ni (Es­bab-ı Nu­zûl), Pey­gam­be­ri­mi­zin çe­şit­li ko­nu­la­ra da­ir ha­dis­le­ri­ni de ak­tar­dı­ğı bö­lü­mün­de bir kro­no­lo­jik sı­ra gö­zet­me­miş­tir. Yu­ka­rı­da­ki bah­si ge­çen Re­su­lul­lah’ın ha­ya­tı­na da­ir olan ta­rih an­la­tı­mın­da da kro­no­lo­jik sı­ra­yı tam ola­rak gö­zet­me­yen İbn İs­hâk, bu an­la­tım­la­rı­nı bu­na rağ­men düz­gün sı­ra­la­ma­ya da koy­muş du­rum­da­dır. Ese­rin­de, Mek­kî ve Me­de­nî (Mek­ke ya da Me­di­ne’de na­zil olan) Kur’an Sû­re­le­ri­ni de be­lir­ler­ken, ilk dö­nem Müs­lü­man­lar­la ka­bi­le­le­rin uzun uzun isim­le­ri­ni de sı­ra­la­mış du­rum­da­dır.

 

Da­ha son­ra­ki âlim­ler ta­ra­fın­dan kı­ya­sı­ya eleş­ti­ri­len ve en önem­li şa­ri­hi olan İbn Hi­şâm ta­ra­fın­dan da­hi kul­la­nıl­ma­yan bol şi­ir ve söz­le­ri de kul­la­nan İbn İs­hâk, Pey­gam­be­ri­mi­zin gaz­ve­le­ri ile il­gi­li usu­lün­de ise kro­no­lo­jik sı­ra­ya iti­bar et­miş, bu gaz­ve­le­rin sa­yı­sı­nı 27 ola­rak tes­bit ede­rek, Ayet ve Ha­dis yo­rum­la­rı yap­mış­tır. Gaz­ve­le­rin se­beb­le­ri, ka­tı­lan­lar ve yer­le­ri ile de ge­niş bil­gi­ler ver­miş­tir. Pey­gam­be­ri­mi­zin sa­vaş­la­rı­nı an­la­tan eser­le­re İbn İs­hâk’dan esin­le­ne­rek “Me­ğâ­zî” is­mi ve­ril­miş­tir. İbn İs­hâk’ın bah­se ko­nu olan bu en önem­li ese­ri “Sî­re­tu İbn İs­hâk, el- Müb­te­de ve’l Meb’as ve’l Me­ğâ­zî” adıy­la ta­nı­nır. Baş­ka eser­le­ri de ol­du­ğu söy­le­nen ve bun­lar ara­sın­da Ha­li­fe­ler dö­ne­mi­ni an­la­tan “Ki­tâ­bu’l-Hu­le­fâ ve­ya Ah­ba­ru’l Hu­le­fâ” (Ha­li­fe­ler Ki­ta­bı ve­ya Ha­li­fe­le­rin Ha­ber­le­ri) isim­li ki­ta­bın­dan bah­se­di­len İbn İs­hâk, bu ese­ri­ni Ab­ba­sî ha­li­fe­le­rin­den Abû Ca’fer el-Men­sûr’un is­te­ği üze­ri­ne yaz­mış­tır. İlk yaz­dı­ğı ese­rin uzun ol­ma­sı se­be­biy­le en az iki ke­re kı­sal­tıl­dı­ğı da ge­len ri­va­yet­ler ara­sın­da­dır.

 

         ESERLERİ

 

İbn İs­hâk si­yer ve me­ğa­zî ala­nın­da ne­re­dey­se is­tis­na­sız bir oto­ri­te ola­rak ka­bul edil­me­si­ne rağ­men ağır eleş­ti­ri­le­rin de mu­ha­ta­bı ol­muş­tur. Onun, aki­de bağ­la­mın­da Mu’te­zi­lî ve Şiî ol­du­ğu, si­ya­si an­lam­da da yi­ne Şi­î­le­ri des­tek­le­di­ği ile­ri sü­rül­müş bu yüz­den de Me­di­ne va­li­si ta­ra­fın­dan kır­baç­lat­tı­rıl­dı­ğı bil­di­ril­mek­te­dir.

 

Ha­dis ri­va­ye­tin­de­ki usu­lün­de kul­lan­dı­ğı iki usul de eleş­ti­ri­ye uğ­ra­mış­tır. Bun­lar­dan bir ta­ne­si, Ha­dis­le­ri ri­va­yet eder­ken ra­vi se­net­le­ri­ni at­la­yıp, ha­di­si ilk ri­va­yet eden ra­vi ile ri­va­yet­te bu­lun­ma­sı­dır. Eleş­ti­ri­ler­den bir di­ğe­ri de, Ya­hu­di, Hris­ti­yan ve­ya Me­cu­sî­ler­den yap­tık­la­rı ri­va­yet­le­ri açık­ça be­lirt­me­yip, Tev­rat eh­li, ilk ki­tap eh­lin­den kim­se­ler ya da acem­ler­den söz nak­le­den­ler ifa­de­le­ri ile kay­nak­la­rı­nı mu­al­lâk­ta bı­rak­mış ol­ma­sı­dır. Tev­rat ve İn­cil ter­cü­me­le­rin­den ay­nen ri­va­yet­ler ala­rak ak­tar­mış ol­ma­sı da eleş­ti­ri­ye mu­ha­tap ol­muş­tur.

 

Me­di­ne­li ha­dis alim­le­rin­den Hi­şam bin Ur­ve, İbn İs­hak’ın ka­rı­sın­dan ha­dis ri­va­ye­ti­ni uy­gun gör­me­yip, İbn İs­hâk’ı ya­lan­cı­lık­la suç­lar. Fa­kat İbn İs­hâk Hi­şam bin Ur­ve’den de ha­dis ri­va­yet eder.

 

Özel­lik­le ne­seb il­min­de İmam Ma­lik bin Enes ara­sın­da tar­tış­mış­lar, Ma­lik bin Enes İbn İs­hâk’ın Hay­ber, Be­ni Ku­ray­za ve Be­ni Na­dir gaz­ve­le­ri­ne iliş­kin ri­va­yet­le­ri­nin kay­na­ğı­nın, Ya­hu­di asıl­lı Müs­lü­man­lar ol­ma­sı­nı eleş­tir­miş­tir.

 

Eser­le­rin­de, doğ­ru olup ol­ma­dık­la­rı­na bak­mak­sı­zın bol­ca şi­ir kul­lan­ma­sı da eleş­ti­ri­le­rin ba­şın­da gel­mek­te­dir. Ken­di­sin­den son­ra ese­ri­ni şerh eden İbn Hi­şam da­hi bu şi­ir ri­va­yet­le­ri­nin bir kıs­mı­nı ka­bul et­me­ye­rek çı­kar­mak du­ru­mun­da kal­mış­tır. Mı­sır’da bu­lun­du­ğu sı­ra­da, İmam Şa­fiî ta­ra­fın­dan da bu yüz­den eleş­ti­ril­di­ği, an­cak da­ha son­ra İmam Şa­fiî ile dost ol­duk­la­rı da an­la­tıl­mak­ta­dır.

 

İbn İs­hâk, her tür­lü eleş­ti­ri­ye rağ­men ya­şa­dı­ğı dö­ne­min en önem­li Ha­dis âlim­le­rin­den bi­ri ola­rak ka­bul edil­miş­tir. Da­ha son­ra­ki Ha­dis der­le­yi­ci­le­rin­den olan Bu­ha­rî, Müs­lim, Ebu Da­vud, Tir­mi­zî, Ne­sa­î, İbn Mâ­ce ve Ah­med bin Han­bel gi­bi ha­dis oto­ri­te­le­ri İbn İs­hak’tan ha­dis ri­va­ye­tin­de bu­lu­nur­lar­ken, İbn İs­hâk’ın si­yer ve me­ğa­zi ko­nu­la­rı ha­ri­cin­de 17 bin ha­dis ri­va­yet et­ti­ği bil­di­ril­mek­te­dir. An­cak, bu sa­yı­nın, ha­dis­le­rin çe­şit­li yol­lar­dan ge­len se­net­le­ri­nin çok­lu­ğu ya da fark­lı­lı­ğı se­be­biy­le tek­rar edil­me­sin­den do­la­yı zor gö­rül­dü­ğü ger­çek­te ise ah­kâm ri­va­yet­le­ri­nin top­lam 1600–1700 ci­va­rın­da ol­du­ğu söy­len­mek­te­dir.

 

Her tür­lü eleş­ti­ri­ye rağ­men si­yer ve me­ğa­zî ala­nın­da­ki oto­ri­te­si red­de­di­le­me­yen İbn İs­hak ve­fat et­ti­ğin­de Bağ­dat’ta İmam Ebu Ha­ni­fe haz­ret­le­ri­nin ya­nı­na def­ne­dil­miş­tir.

 

 

 

İBN HİŞÂM (ö. 218/833) 


         Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûbel-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî. Basra'da doğdu. Birçok kaynakta Yemenli Himyer kabilesinin Meâfirî koluna mensup olduğu kaydedilmektedir.

es-Sîretü 'n-nebeviyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi,dil ve ensâb âlimi.  Zehebî ise onun Zühl kabilesinin Sedûs kolundan olduğunu, Ebû Saîd b. Yûnus'un zamanımıza intikal etmemiş olan Târîhu Mışr adlı kitabındaki rivayete dayanarak belirtir. İbn Hişâm tahsilini Basra'da tamamladı. Daha sonra Mısır'a gitti ve ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşadı. Onun Basra'dan ne zaman ayrıldığı ve Mısır'a gitmeden önce tahsil için diğer ilim merkezlerine seyahat edip etmediği bilinmemektedir. 175 (791) yılında vefat eden Leys b. Sa'd ile görüşmüş olduğundan hareketle Mısır'a bu tarihten önce geldiği söylenebilir. Ancak İbn İshak'ın es-Sire'sini kendisine rivayet eden hocası Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî ile görüşmek üzere Kûfe'ye veya Bağdat'a gitmiş olmalıdır. İbn Hişâm 13 Rebîülâhir 218 (8 Mayıs 833) tarihinde Fustat'ta vefat etti. Bazı kaynaklarda 213'te (828) öldüğü nakledilir. Zehebî onun 218 (833) yılında vefat ettiğini, diğer tarihin Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî'nin vehmi olduğunu söyler.

Mısır'da İmam Şafiî ile Arap şiiri üzerinde sohbetlerde bulunan İbn Hişâm'ın önceleri onunla pek görüşmek istemediği, fakat görüştükten sonra dil, şiir ve ensâb ilmi konusunda derin bilgi sahibi olduğunu anlayarak kendisinden övgüyle söz ettiği bilinmektedir. İmam Şafiî de İbn Hişâm'ın dilde hüccet ve Arap dili konusunda iyi yetişmiş bir âlim olduğunu belirtmiştir.

İbn Hişâm kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb, şiir, nahiv ve lügat âlimi olarak tanıtılmakla birlikte hocaları, eserleri ve görüşleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. İbn İshak'ın Sîretü İbn İshâk diye de bilinen Kitâbü'l-Mübtede' ve fi-mebas ve'l-meğâzısi’ni yeniden tertip eden İbn Hişâm şöhretini bu esere borçludur. Eseri hazırlarken İbn İshak'in en meşhur râvilerinden Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî'nin Kûfî- Bağdadî diye meşhur olan nüshasını esas alarak eseri kısaltmış, bu arada bazı ilâvelerde de bulunmuştur. Kitap zamanla onun adıyla (Sîretü İbn Hişâm, Tehzîbü İbn Hişâm) anılır olmuştur. Kıftî, Zehebî, İbn Kesîr, İbnü'l-İmâd, İbn Hallikân ve Sehâvî gibi müellifler, bu eseri Hz. Peygamber'in hayatına dair en sağlam ve en iyi siyer kitabı olarak kabul et­mişlerdir.

İbn Hişâm, İbn İshak'ın kitabını esas almakla birlikte onun aksine Kur'an'da temas edilmeyen ve Hz. Peygamberle ilgisi olmayan konulara, pek tanınmayan şairlerin şiirlerine, nezaket dışı bazı ifadelere ve hocası Bekkâî'nin güvenilir bulmadığı rivayetlere itibar etmediğini söyler. Müellif eserine aldığı bazı şiirlerin dilini ve veznini düzeltmiş, bazılarının nisbet edilen şahıslara ait olmadığını belirtmiş, bir kısmının kaynağını ve râvilerini zikretmiş, bazan da yeni şiirler ilâve etmiştir. İbn Hişâm'ın eserde yer alan âyet, hadis ve şiirlerdeki garîb kelimeleri açıklarken verdiği bilgiler, onun Arap dili ve edebiyatına vâkıf olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Kelimeleri şiirlerden deliller getirmek suretiyle açıklayan İbn Hişâm, ayrıca Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ başta olmak üzere Yûnus b. Habîb, Ebû Muhriz Halef el-Ahmer, Ebû Zeyd el-Ensârî ve Hasan-ı Basrî gibi âlimlerden nakillerde bulunmuştur. Bazı tarihî bilgileri esere ilâve etmesi, birtakım kelimelerin okunuşunu belirtmesi ve şahısların nesepleriyle ilgili bilgileri ilâve etmesi, onun İbn İshak'ın eserine yaptığı diğer katkılar arasında sayılabilir. İbn Hişâm, esere yaptığı bu ilâveleri "kale İbn Hişâm" diye başlayan bir ibareyle göstermiştir.

Eserleri. 

1. es-Sîretü'n-nebeviyye (Sîretü İbn Hişâm, Sîretü Resülillâh). Hz. Peygamber'in hayatına dair tamamı zamanımıza intikal etmiş en eski kitaptır. İbn İshak'ın es-Sire'sinin farklı râviler tarafından nakledilen birçok nüshasının hiçbiri tam olarak günümüze gelmemiştir. İbn Hişâm'ın eseri ise daha çok Mısırlı râviler yoluyla diğer İslâm ülkelerine ulaştırılmıştır. Bunlardan bilhassa Muhammed b. Hasan el-Kattân, Abdürrahîm b. Abdullah el-Berkî ve kardeşi Ahmed el-Berkî'nin isimleri zikredilmelidir.

es-Sîretü'n-nebeviyye birçok defa basılmış, şerh ve ihtisar edilmiş, manzum hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiştir. İlk baskısı Mısır'da yapılan kitabı Ferdinand Wüstenfeld tahkik ederek yayımlamıştır. Eserin ayrıca birçok tahkikli neşri yapılmış olup Mahmûd Seyyid Tahtâvî, Mustafa es-Sekkâ - İbrahim el-Ebyârî- Abdülhafîz eş-Şelebî, Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd, Muhammed Halîl Herrâs, Tâhâ Abdürraûf Sa'd; Muhammed Fehmî es-Sercânî, Ömer Abdüsselâm Tedmürî ve Mecdî Fethî es-Seyyid'in neşirleri bunlar arasında zikredilebilir. es-Sîretü'n-nebeviyye'ye dört ayrı şerh yazılmış olup bunların üçü basılmıştır. En geniş şerhi, Endülüslü muhaddis Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî (ö. 581/1185) tarafından er-Ravzü'l-ünüf fî şerhi's-Sîreti'n-nebeviyye li'bni Hişâm adıyla kaleme alınmıştır. İlk olarak Mısır'da basılan bu eser daha sonra Abdurrahman el-Vekîl tarafından da neşredilmiştir. Süheylî'nin şerhinin iki muhtasarı yapılmıştır. Bunların ilki Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî'nin Muhtaşarü'r-Ravzi'l-ünüf’ü, diğeri Ebü'l-Feth Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. Mukbil el-Bilbîsî'nin el-İlmâm bi'r-Ravz ve Sîreti'bni Hişâm el-Mülakkab bi-Celâ'i'l-efkâr bi-sîreti'l-Muhtarı’dır. Vezîr el-Mağribî diye bilinen Ebü'l-Kâsım Hüseyin b. Ali b. Hüseyin (ö. 418/1027), İbn Hişâm'ın eserinin yeni ve sağlam bir rivayetini kaleme alırken bazı yerlerde kısa fakat değerli açıklamalar yapmıştır. Bu eseri Süheyl Zekkâr es-Sîretü'n-nebeviyye li'bni Hişâm bi-Şerhi'l-Vezîri'l-Mağribî adıyla yayımlamıştır. Diğer bir Endülüslü âlim olan Ebû Zer el-Husenî, es-Sîretü'n-nebeviyye'de geçen garîb kelimeleri açıklayan bir şerh yazmıştır. İbn Hişâm'ın eseri üzerine yazılmış şerhleri inceleyen Paul Brönnle, Die Commentatoren des ibn Ishaq und ihre Scholien adlı doktora tezinde Huşenî'nin eserini de tahkik etmiş ve bu şerhi daha sonra Âsârü'l-luğati'l-Arabiyye Şerhu's-Sîreti'n-nebeviyye adıyla yayımlamıştır. Eseri Hemmâm Saîd ve Muhammed b. Abdullah Ebû Suaylîk, ayrıca Abdülkerîm Halîfe el-İmlâ'ü'l-muhtasar fî şerhi ğarîbi's-Siyer adıyla yeniden tahkik ederek neşretmişlerdir. Bedreddin Mahmûd b. Ahmed el-Aynî'nin Keşfü'l-lisâm fî şerhi Sîreti İbn Hişâm adlı şerhi ise zamanımıza intikal etmemiştir. Arthur Schaade, Süheylî ve Ebû Zer el-Huşenî'nin şerhlerinde geçen Uhud Gazvesi'ne dair şiirlerin şerhini Kommentare von as-Suhaili und Abu Darr zu den Uhudgedichten adıyla ayrıca yayımlamıştır.

es-Sîretü'n-nebeviyye'nin çeşitli muhtasarları yazılmış olup birçoğu henüz yazma halindedir. Bunlardan, İbrahim b. Muhammed el-Murahhal eş-Şâfıî'nin 611 (1214) yılında yaptığı ez-Zahîre fî muhtasari's-Sîre ve İmâdüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. İbrahim el-Vâsıtî'nin 711'de (1311) kaleme aldığı Muhtasaru Sîreti İbn Hişâm önemlidir. Eserin bazı muhtasarları da basılmıştır. Abdüsselâm Muhammed Harun'un Tehzîbü Sîreti İbn Hişâm’ı Arif Erkan tarafından Hz. Muhammed'in Hayatı adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir. Muhammed Afîf ez-Zu'bî'nin ve Mısır'da bir heyetin yaptığı muhtasarlar yayımlanmıştır.

es-Sîretü'n-nebeviyyeyı Türkçe'ye ilk defa Sîret-i Resûlullah adıyla Aydınlı Eyyûb b. Halîl çevirmiş ve 12 Rebîülevvel 986 (19 Mayıs 1578) tarihinde şehzadeliği sırasında III. Murad'a takdim etmiştir. Yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunan eser, Mes’ad Süveylim Ali eş-Şâmân tarafından Türk Edebiyatında Siyerler ve İbn Hişam'ın Siyer'inin Türkçe Tercü­mesi adıyla doktora tezi olarak neşre hazırlanmıştır. Sîretü İbn Hişâm’ın dört ciltlik Kahire neşrinin I. cildini İzzet Hasan ve Neşet Çağatay Hz. Muhammed'in Hayatı, II. cildini Yusuf Velişah Uralgiray aynı adla Türkçe'ye tercüme etmişlerdir. Eserin tamamını İslâm Tarihi Sîret-i İbn-i Hişam Tercemesi adıyla Hasan Ege Türkçe'ye çevirmiştir. Kitap ayrıca Gustav Weil tarafından Das Leben Muhammeds nach Muhammed b. Ishaq bearbeitet von Abdalmalik b. Hisam adıyla Almanca'ya, Abdülcelîl Sıddîki ve Gulâm Resul Mihr tarafından Sîretü'n-nebiyy-i Kâmil adıyla Urduca'ya tercüme edilmiştir. İbn Hişâm'ın, es-Sîretü’n-nebeviyye’ de geçen âyetlerdeki garîb kelimelere dair açıklamalarını İsmail Cerrahoğlu yayımlamıştır. 

2-Kitâbü't-Tîcân fî mülûki Himyer (et-Ticân li-marifeti mülüki'z-zaman fî ahbâri Kahtân). Eserin Vehb b. Münebbih'e ait olup İbn Hişâm tarafından rivayet edildiği ileri sürülmektedir. Güney Arabistan'la ilgili halk hikâyelerinin Tevrat ve İncil hikâyeleriyle karıştırılıp destanlaştırılmasından meydana gelen ve Himyer melikleri hakkında bilgi veren eserin tarihî bir değeri bulunmamaktadır. Kitap, İbn Hişâm'a nisbet edilerek FreitzKrenkow ve Abdülazîz el-Mekâlih tarafından neşredilmiştir. Süyûtî ve Kâtib Çelebi'nin Ensâbü Himyer ve mülûkühâ adıyla İbn Hişâm'a nisbet ettikleri kitap da muhtemelen bu eserdir.

İbn Hişâm'ın ayrıca İbn İshak'ın es-Sîre’sinde yer alan şiirlerdeki garîb kelimeleri açıklayan Kitâb fî şerhi mâ vakaa fî eşâris-Siyer mine'l-ğarîb adlı bir risalesi olduğu ileri sürülmektedir. Ancak onun böyle bir eserine başka kaynaklarda işaret edilmemiştir.

(T.D.V. İslam Ans. 20/71-73)             

Meğazi ve Siyer:

    Meğazi, Arapça savaş anlamındaki ‘’meğza’’ kelimesinin çoğuludur. Hz.Peygamber’in savaşlarını ve gazzelerini anlatan eserlere ‘’meğazi’’ denmiştir. Siyer ise ‘’sire’’ kelimesinin çoğulu olup yaşantı, adet ,hareket, davranış ve yol manalarına gelir.Siyer denilince Hz. Peygamberin hayatını tüm yönleriyle ele alan eserlerin ortak adıdır. Bu terimin, savaş, esirler ve ganimetler olmak üzere, devlet hukukunun alanına giren konuları için de kullanıldığı görülmüştür. Ayrıca fıkıh kitaplarında da bir bölümün adı olmuştur.

 İhtilaf:

Sözlükte; ‘geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek’ anlamındakihalf kökünden türeyen ihtilaf, masdar ve isim olarak ‘bir şeyin peşinden gelmesi gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak vb. manalara gelir.Terim olarak ihtilaf; ‘söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak’ demektir. Kur’an ve Hadislerde ihtilaf kelimesi mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmıştır. İslam düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç konuları ve fıkhi hükümler olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiştir.

Fıkıh ilminde ihtilaf, ittifak ve icmanın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur’an ve Sünnet’in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, ‘müctehidün fih’ denilen ictihada açık konularda muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir. Kur’an’da yer alan, ihtilaf ve tefrikaya düşmeyi kötüleyen genel anlamdaki ayetleri göz önünde bulunduran müzeni, İshak el-Mesıli, Cahiz, Zahiriler, Şia ve Batıniler ihtilafın dinde yeri bulunmadığını, aksine uzlaşmanın ve birlik olmanın emredildiğini savunmuşlardır. İhtilafın meşruiyetini savunanlara göre Kur’an’da müteşabih, müşterek ve mecazi lafızların varlığı insanların ihtilafına zemin hazırlamıştır. İhtilaf gayri meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkları kullanılırdı. Ayrıca aklı kullanma ve düşünme emredilmiş olup insanların farklı kapasitelere sahip bulunmaları sebebiyle ihtilafa düşmeleri kaçınılmazdır. İslam’da usul konularında ve genel ilkelerde ihtilaf doğru karşılanmazken fıkhi konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha ile karşılanmıştır. Bu konularda ki ihtilaf ise hadis-i şerifin ifade ettiği gibi ümmete rahmet olmuştur.

 

 

 

 

                                      

 


0 Yorum - Yorum Yaz



Ramazan Koç-12912727
 

Bahar Dönemi Tefsir Rivayetlerine Göre Kur’ân’ın Nüzul Ortamı II Dersinden kesbettiklerim,

 


Esbâb-ı nüzul rivayetleri ve Esbâb-ı nüzul rivayetleri değerlendirmeleri sınıflandırması ve önemi

 

Nüzul ortamı ve ilmin nakline dair canlı  bir portre

Hoca talebe arasındaki ilişki nasıl olmalı

Bol bol süt içmemiz gerektiği

İBNİ İSHAK

   Siyer ve megazi müellifi,muhaddis.

   80(699) yılında Medine de doğdu.İbn İshak’ın dedesinin Hristiyan olmasından dolayı İncil’i ve Süryanice’yi iyi bildiğini ve Hz. Peygamberden önceki dönemin tarih ve kıssalarını iyi bilmesinde de bu aile kültürünün izlerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.Ancak İbn İshak’ın İncil ve Tevratı Medine de okuduğu,Seryanice’yi de birkaç yıllık ikameti sırasında Mısır’da öğrendiği ve bu kültürü orada aldığı kabul edilmektedir.

İbn İshak eğitimini , başta babası ve amcaları olmak üzere birçok şahsiyetten hadis, siyer-megazi ,şiir,eyyamü’l-Arab ve ensab bilgileri alarak tamamladı.Ona ders veren Medinenin meşhur alimleri Katade,Muhammed el Bakır,Abdullah b. Ömer’in Mevlası Nafi  ve İbn Şihab ez Zühri vs. bulunmaktadır.

   Muhaddislerle cerh ve ta’dil alimlerinin İbn İshak’a yönelttikleri en ağır tenkit,onun hadisi aldığı ravi veya şeyhi atlayıp (tedlis) ilk ravinin adıyla nakletmesidir.Ancak bu husus ,tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir.

   İbn İshak’ın ve çağdaşlarının Hz. Peygamberin hayatı hakkında yazmış oldukları eserlere “el-Megazi”, bazan da muhtevasını göstermek için “el-Megazi ve’s –Siyer” denilmiştir.es Sire adı İbn Hişam’dan sonra yaygınlık kazanmış ve onun İbn İshak’ın çalışmasını özetleyen kitabı Siretü Resulillah ,Siretü ibn Hişam, es Siretü’n-nebeviyye adlarıyla tanınmıştır.İbn Sa’d ilk defa megaziyi bir araya toplayan ve bu alanda bir kitap yazan kişinin İbn İshak olduğunu belirtir.İbn İshak özellikle anlattığı konuların hadislerle irtibatını çok iyi kurmuş,bazan Şahsi görüşlerini de ekleyerek birçok rivayeti birleştirip bütünleştirmeyi başarmıştır.İbn İshak ın el-Megazi’si günümüze tam olarak İbn Hişam ‘ın es-Siretü’n-nebeviyye adlı eseriyle ulaşmıştır.

(TDV İslam Ansiklopedisi 20.cilt s.93)

 

 

İhtilaf

Sözlükte “geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek“ anlamındaki half kökünden türeyen ihtilaf, masdar ve isim olarak “bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık“ gibi manalara gelir. Terim olarak ihtilaf, “söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak“ demektir.İhtilaf maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder. Bir diğer tanıma göre de delile dayanmayan aykırı görüşe hilaf, delile dayanana ise ihtilaf denmiştir.

                Yaratılıştan olması bakımından “tabii ihtilaf“ diye de adlandırılabilecek olan cinsler ihtilafı varlıkların zatlarına ilişkin farklılıklardır. Kesbî ihtilafla fertler ve gruplar arasındaki görüş ayrılıkları kastedilir. Kur’ân’da ve hadislerde ihtilaf kelimesi mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmış, daima birlik olmak, tefrika ve ihtilaftan kaçınmak emredilmiştir. İslam düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç konuları (usûlü’d-din) ve fıkhî hükümler (fürûu’d-din) olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiş, inanç konularında taraflardan sadece birinin haklı, diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte genellikle iki ayrı kategori ortaya konmuştur. Fıkıh ilminde ihtilaf icmâ ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmaktadır.

               İslam tarihinde ortaya çıkan ilk ihtilafın Sakife günü halife seçiminde yaşanan bazı uygulamaları sebebiyle Hz. Osman’ın hilâfetinin son günlerinde ortaya çıkan, Resûli Ekrem’in vefat edip etmediği ve ardından nereye defnedileceği konusundaki ihtilaflardır. İslami ilimlerin teşekkül etmesiyle fıkhî ihtilafların bilinmesi fıkıh ilminin bir gereği olarak görülmüştür.İlmi icmâ ve ihtilaf olmak üzere iki kategoride ele alan İmam Şafii müctehidin muhalifini dinlemekten kaçınmaması gerektiğini, onu dinlemesi halinde farkında olmadığı şeylerin farkına varıp düşüncesini daha sağlamlaştıracağını belirtir.

İBNİ HİŞAM(ö.151/833)

   Es-Siretü’n nebeyiyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi.dil ve ensab alimi.

   Basra da doğdu.İbn-i Hişam tahsilini Basra da tamamladı.Daha sonra Mısır’a gitti ve ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşadı.İmam Şafi de İbni Hişamın dilde hüccet ve Arap dili konusunda iyi yetişmiş bir alim olduğunu belirtmiştir.İbni Hişam kaynaklarda tarih,ahbar,ensab,şiir,nahiv ve lügat alimi olarak tanıtılmakla birlikte hocaları,eserleri ve görüşleri hakkında bilgi bulunmaktadır.İbn İshak ın Sireti İbn İshak diye de bilinen Kitabü’l Mübtede’ve’l –meb’as ve’l-megazi’sini yeniden tertip eden İbni Hişam şöhretini bu esere borçludur.Eseri hazırlarken İbni İshak’ın en meşhur ravilerinden Ziyad b.Abdullah El Bekai’nin Kufi-Bağdadi diye meşhur olan nüshasını esas olarak eseri kısaltmış,bu arada bazı ilavelerde de bulunmuştur.Kitap zamanla onun adıyla(Siretü İbn Hişam-Tehzibü İbn Hişam)anılır olmuştur.Kıfti,Zehebi,İbn Kesir,İbnül İmad,İbn Hallilkan ve Sehavi gibi müellifler, bu  eseri Hz. Peygamber’in hayatına dair en sağlam ve en iyi siyer kitabı olarak kabul etmişlerdir.

    İbn Hişam ,İbn İshak’ın kitabını esas almakla birlikte onun aksine Kur’an’da temas edilmeyen ve Hz.Peygamberle ilgisi olmayan konulara,pek tanınmayan şairlerin şiirlerine , nezaket dışı bazı ifadelere ve hocası Bekkai’nin güvenilir bulmadığı rivayetlere itibar etmediğini söyler.Müellif eserine aldığı bazı şiirlerin dilini ve veznini düzeltmiş,bazılarının nispet edilen şahıslara ait olmadığını belirtmiş,bir kısmının kaynağını ve ravilerini zikretmiş, bazan da yeni şiirler ilave etmiştir.İbn Hişam’ın esrde yer alan ayet,hadis ve şiirlerdeki garib kelimeleri açıklarken verdiği bilgiler,onun Arap dili ve edebiyatına vakıf olduğunu göstermesi açısından önemlidir.Kelimeleri şiirlerden deliller getirmek suretiyle açıklayan İbn Hişam ,ayrıca Ebu Ubeyde Ma’Mer b. Musenna başta olmak üzere Yunus b. Habib, Ebu Muhriz Halef el-Ahmer,Ebu Zeyd el-Ensari ve Hasan-ı Basri gibi alimlerden nakillerde bulunmuştur. Meşhur eseri; es Siretü’n-nebeviyye(Siretü ibn Hişam,Siretü Resulillah).Hz. Peygamberin hayatına dair tamamı zamanımıza intikal etmiş en eski kitaptır.

(TDV İslam Ansiklopedisi 20.cilt s.71)

 

 

 

 

Tarih nedir?

Hulasa olarak,

Hz.peygamberin hayatını tarihi veriler ışığında ,bilimsel yöntemlerle incelemeliyiz ve bu okumayı ahlaki ve bilimsel bir bilgi ile temellendirdiğimizde ummeti muhammad olarak geleceğe dair daha isabetli hedefler koyabiliriz.

SİYER-MEĞAZİ

  Siyer, dini literatüründe son peygamberin hayatını anlatan ilmi bir disiplindir. Siyer, sire ve siret kelimelerinin çoğuludur ve hayat tarzı demektir. Bu anlamda Siyer, Hz. Peygamber'in  hayatı demektir. Başlangıçta Hadis kitaplarında siyer başlığı altında ele alınan siyer, sonradan ayrı kitap yazımlarına konu olmuş ve hadisten ayrılmıştır. Fıkıhkitaplarında da siyer başlığı vardır."Siyer", Arapça "sîre" sözcüğünün çoğulu olup Peygamber (s.a.s)'in hayatını (hal tercümesini) anlatmak için kullanılır. Zaman içinde: Soy dizini, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Medine'de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekilde, doğumundan ölümüne kadar Hz. Peygamber (s.a.s) 'inhayatından sözeden kitaplara "Siyer-i Nebî", "es-Siretü'n-Nebeviyye" veya kısaca "Siyer"adıverilmiştir. 

Siyer ile sıkça beraber kullanılan ve savaş, savaş yeri, savaş menkıbesi anlamlarını ihtiva eden "Meğâzi" kelimesi vardır. Hz. Muhammed (s.a.s)'in savaşlarının anlatıldığı kitaplara da aynı ad verilmiştir. 

İzahlardan da anlaşılacağı üzere siyer, daha genel, meğâzî ise daha dar anlamı ifade eder. Ancak bu iki isim sık sık karıştırılmış ve birbirini ifade edecek tarzda kullanılmıştır. Bazı meğâzi türü eserler, siyer kaynakları gibi, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hayatından bütünüyle bahseder ve yazıları bu tür meğâzi kitapları Siyer-iNebî türü eserleri andırırlar. Ancak çoğunlukla meğâzî türü eserler, Peygamberimizin savaşlarını asıl olarak ele almışlardır. 

Siyer, bir yönüyle Hadis'e bir yönüyle de İslâm tarihinin içine girmiştir. Gerçekten siyer, Hz. Peygamber (s.a.s)'in söz ve davranışlarından bahseden Hadis ilminin bilinmesini gerekli kıldığı gibi; O'nun hayatının her safhasından bilgi vermesi itibariyle de İslam tarihinin bir bölümünü oluşturur. 

Nitekim İslâm âlimlerinin çoğu, siyerden itibaren İslâm tarihini bir bütün halinde ele almışlar ve eserlerinde, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hayatından -hattâ öncesinden- başlayarak İslâm tarihi ile ilgili olayları, yaşadıkları döneme kadar anlatmışlardır. 

  

0 Yorum - Yorum Yaz

AHMETSAKCAK(88912701)    15.05.2013

     İBN İSHAK(Ö.151/768)

     80(699)yılında Medine'de doğdu;künyesinin Ebu Bekir olduğuna dair rivayetler varsa da bu doğru değildir.Büyük dedesi Hıyar (veya dedesi Yesar),Halid b. Velid'in 12(633)yılında fethettiği Aynüttemr'deki manastırda eğitim ğören kırk ğençten biriydi ve esir alındıktan sonra Medine'ye ğönderilmişti.Bazı şarkıyatçılar,İbn-i İshak'ın büyük dedesinin hrıstiyan olmasından dolayı İncil'i ve Süryanice'yi iyi bildiğini ve Hz.Peygamber'den önceki dönemin tarih ve kıssalarını iyi bilmesinde  de bu aile kültürünün izlerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.Ancak İbn-i İshak'ın İncil ve Tevrat'ı Medine'de okuduğu ,Süryanice'yi birkaç yıllık ikameti sırasında Mısır'da öğrendiği ve bu kültürü orada aldığı kabul edilmektedir.İbn-i İshak'ın babası İshak,amcaları Musa ve Abdurrahman ile kardeşleri Ömer ve Ebu Bekr ile ilimle ,bi'l-hassa hadis rivayetiyle uğraşan kimselerdi.

     İbn-i İshak eğitimini ,başta babası ve amcaları olmak üzere bir çok şahsiyetlerden hadis,siyer-meğazi,şiir,eyyam'ul-Arap ve ensap bilğileri alarak tamamladı.Ona ders veren Medine'nin meşhur alimleri arasında Asım b.Ömer b. Katade ,Kasım b.Muhammed b. Ebi BEKR ...Salim b. Ömer ve İbn Şihab ez-Zühri bulunmaktadır. İbn-i İshak'ın ,çoğu sahabe çocuğu olan 100 kadar Medine'li raviden hadis aldığı söylenir.


0 Yorum - Yorum Yaz


Yahya Özdil-Yüksek Lisans

 

 

 

 

  • Esbâb-ı nüzul rivayetleri ve Esbâb-ı nüzul’ü bimenin önemli olduğunu 
  • Nüzul ortamı ve ilmin nakline dair görsel bir portre 
  • Hoca talebe arasındaki ilişkiyi 
  • süt içmenin faydaları               

 

 

 

TARİH

    Tarih, insanın varlık şartının bir gereğidir. İnsanın yapıp-etmeleri, imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı tecrübe ettiği herşey tarihle ilgilidir.Tarih, tarihsellik ve tarihle ilgili pek çok kavram felsefik bir kavramdır ve bu felsefik kavramın diğer felsefik kavramlarda olduğu gibi pek çok tanımı vardır.En genel hatlarıyla tarihi şu şekilde tanımlayabiliriz; toplumların başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan,bunların sebep ve sonuçlarını,birbirleriyle olan ilişkilerini  ele alan bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adı.

   Batı’da tarih yazımına dini sebeplerle ilgi gösterilmemiştir. Tarih yazımına 18. ve 19.yüzyıl arasında, aydınlanma ile başlayan süreç ile ortaya çıkmış sonra da modernitenin oluşturduğu ortam ve şartlarda devam etmiştir. Tarih ve tarihsellik kavramları batıya özgün kavramlardır. Batılı filozoflar içinde yaşadığı toplumun etkisiyle yetkin kişiliklerini oluşturmuşlar ve bunu da eserlerine yansıtmışlardır. Yani tarihsellik, bir kavram olarak, oluşum süreci bakımıyla insanın ortak kültürüne,anlam içeriği olarak da özgü kültüre ait bir kavramdır.

   Kur’an’ı Kerim ve hadislerde yer almayan tarih kavramı Hz.Ömer’in (16/637) hicreti takvim başlangıcı saymasıyla birlikte Hicaz Arapçası’na girmiştir. Avane b.Hakem’in (ö147/764) eserine Kitabü’t-Tarih adını vermesinden sonra yaygın biçimde kullanılmıştır.

   Cahiliye devrinde Arapların ‘’eyyamü’l-Arab’’ diye adlandırdıkları ve ezber yoluyla naklettikleri şiir ve ensab haberleri divanlarında yazılı olarak muhafaza etmişlerdir. Cahiliye dönemi Arap kabileleri ensab ve tarihini yazarken bu divanlara başvurmuşlardır.

   Destan yönü ağır basan ve ahbarü’l-Arab da denilen bu bilgiler yanında Arapların ticari münasebette bulundukları Doğu Roma (Bizans), Mısır, İran ve Habeşistan yanında Kuzey ve Güney Arabistan’daki emirlikler, Medine, Hayber çevresindeki Yahudilerle yarımadanın çeşitli yerlerinde yaşayan Hıristiyanların menkıbevi tarihlerinede vakıf olmuşlardır.

   Cahiliye dönemindeki bu menkıbevi tarih anlayışı, İslami dönemde Kur’an’ı Kerim’in tarih insanoğlunun ve alemin tarih anlayışıyla, gerçek tarihi vasfını ön plana çıkarmış ve yeni bir tarih yazıcılığı ortaya çıkmıştır.

Meğazi ve Siyer;

    Meğazi, Arapça savaş anlamındaki ‘’meğza’’ kelimesinin çoğuludur. Hz.Peygamber’in savaşlarını ve gazzelerini anlatan eserlere ‘’meğazi’’ denmiştir. Siyer ise ‘’sire’’ kelimesinin çoğulu olup yaşantı, adet ,hareket, davranış ve yol manalarına gelir.Siyer denilince Hz. Peygamberin hayatını tüm yönleriyle ele alan eserlerin ortak adıdır. Bu terimin, savaş, esirler ve ganimetler olmak üzere, devlet hukukunun alanına giren konuları için de kullanıldığı görülmüştür. Ayrıca fıkıh kitaplarında da bir bölümün adı olmuştur.

   İbn İshak’ın ve çağdaşlarının Hz.Peygamber hakkında yazmış oldukları eserlere ‘’el Meğazi’’ bazen de muhtevasını göstermek için ‘’el-Meğazi’’ bazende muhtevasını göstermek için ‘’el-Meğazi ve’s-siyer’’ denilmiştir İbn’i İshak’ın ‘’el-Mübtede ve’l-meb’as ve ve’l meğazi’’ si İbn’iİshak daha hayatta iken büyük bir ün kazanmış, altmışa yakın ravi tarafından rivayet edilmesine rağmen ve daha sonraki nesillerde on alimde birer nüshası bulunmasına rağmen günümüze ulaşmamıştır.

    es-Sire adı, İbn Hişam’dan sonra yaygınlık kazanmış ve onun İbn’i İshak’ın çalışmasını özetleyen kitabı ‘’Siret’ü İbn Hişam’’ ve ‘’es-Siretü’n-nebeviyy’’ adlarıyla tanınmıştır.

    İbn İshak, Hz.Peygamberi ve Müslümanları insanlık tarihyle bütünleştirip sevilmelerine yardımcı olmuştur.İbn İshak’ın zamanımıza intikal etmeyen Kitab’ul Hulefa adlı eseriylede İslam dünyasında tarihi eserlerin derinlik ve devamlılık kazanmasında etkili olmuştur.Bu anlayışı benimseyen genel dünya tarihiyle, bazıları Hz. Peygamber’in dönemiyle veya hicretle başlayan tarihler yazmışlardır.Bu arada fetihler başta olmak üzere bazı kabilevi, siyasi, iktisadi veya dini hadiseler, monografiler, biyografiler, şehir ve bölge tarihleri kaleme alınmıştır.

İBN İSHAK

Ebu Abdillah Muhammed b.İshak b.Yesar b.Hıyar el-Muttalibi  el-Kureşi el-Medeni (ö151/768)

     Medine’de 80(699) yılında doğmuştur. İbn’i İshak’ın dedesi Hıristiyan olduğundan dolayı İncil’i ve Süryanice’yi  iyi bildiğini ve Hz.Peygamber’den, önceki dönemin tarihi ve kıssalarını iyi bilmesinde aile kültürünün etkisinin büyük olduğu söylenmektedir. İbn’i İshak’ın babası, amcası ve kardeşleri de ilimle, özellikle hadis rivayetiyle uğraşmışlardır.

     Hadis, siyer-meğazi, şiir ,eyyamü’l Arab ve ensab bilgileri başta  olmak üzere  bu alanlardaki eğitimi öncelikle  ailesi olmak üzere pek çok şahsiyetten almıştır.

    Çoğu sahabe çocuğu olan yüz kadar Medine’li raviden hadis aldığı söylenir.Hatta Yezid b.Ebu Habib’den kaydettiği  Hz.Peygamber’in İslam’a davet mektuplarını götürecek elçilere hitaben yaptığı konuşmanın metnini Medine deki  hocalarından ibn Şihab ez-Zühri’ye göndererek doğrulatması hadis rivayeti konusundaki hassasiyetini göstermektedir.

    Abbasi Halifesi Mansur İbn’i   İshak’dan, başlanğıçtan o güne kadar geçen olayları ihtiva eden bir tarih kitabı yazmasını istedi. İbn’i İshak Medine’de topladığı zengin malzemeyle tarih kitabını yazdı ve halifeye sundu. Halifenin bu eseri uzun bulması üzere kitabı özetledi.Saray kütüphanesine koyulan ilk nüsha ravi Seleme b.Fazi’nin eline geçmiş ve onun aracılığıyla nakledilmiştir.Bağdat kurulduktan sonra halifenin maiyetinde  buraya yerleşmiş, vefatına kadar bir yandan hadis rivayetiyle meşgul olmuş bir yandan da siyerini öğrencilere okutmaya devam etmiştir.

    İbn’i İshak’ın en önemli eseri Kitabü’l  Meğazi (Siretü’l  İbn ishak,e l- mübtede’ ve’l - me’bas  ve’l-meğazi)'dir. Hz. Peygamber’in hayatı hakkında yazılmış en eski eserdir. Eserinin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz;

 *Hz.Peygamber’in hayatı ve şahsiyeti münferid bir olay olarak değil, insanlık tarihinin bir parçası olarak ele almıştır.

 *Hz. İsa’dan önce gelen peygamberlerin tarihi yazılırken Kur’an’ı Kerim’deki ayetlerin yanısıra, Ehl-i Kitap özellikle Tevrat’tan alınan rivayetlerden yararlanılmıştır.

 *Kur’an’da adı geçen Ad ve Semud ile hiç ilgisi olmayan Tasm ve Cedis kabilelerinin tarihlerine, Uhdud ve Fil vaka’ları dolayısiyle Yemen tarihine yer vermiştir.

*Arap kabileleriyle putlarına, Hz. Peygamber’in dedelerine ve Mekke halkının dini anlayışına yer vermiştir. Bu bölümleri yazarken senet göstermemiştir.

*Hz. Peygamber’in doğumundan hicretine kadar olan gelişmeler ferdi olaylar şeklinde ele alınmıştır.

*İslam’ı kabul eden şahsiyetlere, Kureyş’in Hz.Peygamber’e ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarına,

*Hz. Ebu Bekir’in davetiyle müslüman olanların, Habeştistan’a hicret eden ve geri dönenlerin isim listelerine,

*Hz.Peygamber’in  Medine’deki siyasi ve ictimai hayatı düzenlemek için yaptığı antlaşmanın metni gibi diğer kaynaklarda rastlanmayan önemli bir belgeye yer vermiştir.

*Gazze ve Seriyeler başta olmak üzere Hz.Peygamber’in rahatsızlığı  vefatı ve Hz.Ebu Bekir’in halife seçilmesi  gibi önemli konuları ele almıştır.

*Eserindeki haber kaynaklarının çoğu Medineli ravilerdir.

*Konuların ayrıntısına geçmeden önce haberin bir özetini, sonra ravilerden kendisine ulaşan konuyla ilgili diğer haberleri ayrıntılarıyla beraber verir.

*Anlattığı konuların hadislerle irtibatını çok iyi kurmuş, bazen kişisel düşüncelerinide ekleyip birçok rivayeti birleştirmiştir.

*Ehl-i Kitap’la ilgili haberlerde yahudi, Hıristiyan ve mecusiler’den rivayette bulunmuş ve bunların isimlerini sayarken, ‘’ Tevrat ehli, ilk kitap ehlinden bazı kimseler, acemlerden söz naklederken’’ gibi ifadeler kullanmıştır.

*Eski ve yeni ahid tercümelerinden haber ve ravileri  kabul etmekle Medine’deki hadis rivayeti geleneğinden ayrılır.

*Eserinde bu tarz bilgilere yer vererek ‘’delailü’n-nübüvve’’ konusuna temas eden ilk müellef olarak dikkat çeker.

    Muhaddislerle cerh ve ta’dil alimlerinin İbn İshak’a yönelttikleri  tenkitlerin başında, hadis aldığı ravi veya şeyhi atlayıp (tedlis) ilk ravinin adıyla nakletmesidir. Bu husus, tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir. İbn’i İshak’ın bu tutumu tarihçiliğin bir geleneğidir. Hadislerde metinleri birbirine bağlayarak anlatmak söz konusu değilken tarihte olayları birbiriyle bağlantılı anlatmak esastır.Eleştirildiği bir diğer alan ise,eserlerini doğru olup olmadığını incelemeksizin şiirlerle doldurmuş, bu yüzden hem çağdaşları, hem de daha sonra gelenler tarafından tenkit edilmiştir.

    İbn İshak’ın el-Meğazi’si  günümüze tam olarak İbn Hişam’ın es-Siretü’n - nebeviyye adlı eseriyle ulaşmıştır.Kitabın orjinali ise eksik nüshalar halinde zamanımıza  intikal etmiş ve iki ayrı neşri yapılmıştır.Bunlardan biri, Muhammed Hamidullah, Siret’ü İbn İshak el-müsemma bi-Kitabi’l-Mübtede ve’ l- mebas ve’ l- mağazi  (Rabat 1396/1976-Konya 1401-1981).Diğeri ise, b. Süheyl Zekkar,Kitabü’s-Siyer ve’l-meğazi (Dımeşk 1396/1976).  

İBN HİŞAM

Ebu Muhammed Cemalüddin Abdülmelik b.Hişam b.Eyyüb el-Himyeri el-Meafiri el-Basri el-Mısri (ö.218/833)

    Basra’da doğmuştur.Tahsilini Basra da tamamladıktan sonra Mısır’a gitmiş ömrünün sonuna kadar Fustat şehrinde yaşamıştır.İbn İshak’ın es-Sire’sini kendisine rivayet eden hocası  Ziyad b.Abdullah el-Bekai ile görüşmek üzere Kufe’ye veya Bağdat’a gitmiş olduğu varsayılmaktadır.

   İbn’i Hişam kaynaklarda tarih, ahbar, ensab, şiir, nahiv ve lugat alimi olarak bilinmekle beraber hocaları,eserleri ve görüşleri hakkında bilgi bulunmamaktadır.İbn İshak’ın Siretü İbn İshak diye bilinen Kitabü’l Mübtede’ ve’l-meb’as ve’l-meğazi’sini yeniden tertip ederek ‘Siretü İbn Hişam,Tehzibü İbn Hişam diye anılan Hz.Peygamber’in hayatına dair en sağlam ve en iyi siyer kitabadır. Peygamber’in hayatına dair tamamı günümüze kadar gelmiş en eski kitaptır.

   İbn’i Hişam İbn’i İshak’ın siyerini tertip ederken ; İbn’i İshak’ın kitabını esas almakla beraber bazı hususları çıkarmış, bazı hususları ilave etmiştir.İbn’i Hişam, esere yaptığı katkıları ‘’kale İbn’i Hişam’’ ibaresiyle belirtmiştir. Siyerde yaptığı başlıca çalışmalar;

*Kur’an’da temas edilmeyen ve Hz.Peygamberle ilgisi olmayan konulara, pek tanınmayan şairlerin şiirlerine,nezaket dışı ifadelere ve hocası Bekkai’nin güvenilir görmediği rivayetlere itibar etmemiştir.

*Eserine aldığı bazı şiirlerin dilini ve vezninin düzeltmiş,bazılarının nispet edilen şahıslara ait olmadığını belirtmiş,bir kısmının kaynağını ve ravilerini zikretmiş,bazenda yeni şiirler ilave etmiştir.

*Arap dili ve edebiyatına son derece vakıftır. Bunu eserde yer alan ayet,hadis ve şiirlerdeki garip kelimeleri açıklarken verdiği bilgilerden anlamaktayız.

*Kelimeleri şiirlerden delil getirmek suretiyle açıklayan İbn’i  Hişam, ayrıca Ebu Ubeyde Ma’mer b.Musenna başta olmak üzere Yunus b.Habib,Ebu Muhriz Halef  el-Ahmer, Ebu  Zeyd  el-Ensar i ve Hasan-ı   Basri gibi alimlerden nakillerde bulunmuştur.

*Bazı tarihi bilgileri esere ilave etmiştir, bir takım kelimelerin okunuşu belirtmiştir. Şahısların nesepleriyle ilgili bilgileri ilave etmiştir.

İbn’i Hişam Siretü İbn’i Hişam adlı  birçok  defa basılmış, şerh ve ihtisar edilmiş, manzum hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiştir.

   İhtilaf;

     Sözlükte  anlamındaki half kö­künden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak  bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit ol­mamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık  gibi mânalara gelir. Terim olarak ih­tilâf,  söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak  demektir. İhtilâf ve hilaf terimleri arasında ince bir fark vardır. İhtilâf kavramı daha çok, farklı bir görüşe sahip olma, farklı gö­rüşlerden birini benimseme anlamı taşırken, hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade eder.

   İslâmî ilimler içinde yer alan fıkıh ilminde,  fıkhi ihtilaflarının bilinmesi fıkıh ilminin gereğidir.Fıkhi konularada ihtilafın gerekliliği 8.yüzyıldan itibaren sorgulanmaya başlanmıştır.Kur’an’daki müteşabih,müşterek ve mecazi lafızların varlığı,Hz.Peygamber’in sahabeye verdiği ictihad izni,insanların yaşadığı ortamın etkisiyle düşünme kapasitelerinin farklılığı gibi konular ihtilaflara sebeb olmuştur.

    Fıkhî konulardaki ihtilafların en önemli nedenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz;

* Usul farklılığı; sarih bir nass bulunmadığında re'y, kıyas, istihsan, istislâh, örf gibi kaynak olup olmadıkları müctehidler arasında tartışmalı olan delillerin hükme esas alı­nıp alınmaması ve delillerin şartları ile ilgili temel anlayış farklılıkları.

* Usulün meselelere tatbikindeki   farklılık; aynı usul benimsenmiş olsa bile karşılaşılan meselede bu usulün nasıl uygulanabileceğine ilişkin olarak or­taya çıkan ayrılıklardır.

*Hadisin ulaşıp ulaşmaması; çok az kimse tarafından nakledilmiş olması do­layısıyla bir hadisin müctehide ulaşma­ması yahut sahih olmayan bir yolla ulaş­ması ve onun da nasların genel ifadeleri, mefhum ve kıyas gibi başka kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri haram kılan iki hadisin bulunması ve ha­dislerden birinin bir müctehide ulaşıp di­ğerine ulaşmaması, her müctehidin ken­disine ulaşan hadise göre hüküm vermesi yahut her iki hadis de ulaştığı halde söyle­niş tarihlerinin hükmü yürürlükten kaldı­ran (nâsih) hadisin  bilinmemesi durumu.

* İçtihada dayalı hüküm verilmiş olan ko­nularda zamanla şartların değişmesi se­bebiyle müctehidlerin ictihadlarında de­ğişiklik olması.

 

KAYNAKLAR:        

1-DİA,MUSTAFA FAYDA,TARİH,c.40,s.30

2- DİA,MUSTAFA FAYDA,SİYER VE MEĞAZİ,c.37,s.319

3-DİA,MUSTAFA FAYDA,İBN.İSHAK,c.20,s.93

4-DİA,MUSTAFA FAYDA,İBN.HİŞAM,c.20,s.72

5-DİA,ŞÜKRÜ ÖZEN,İHTİLAF,c.21,s.565

6-KUR’AN VE BAĞLAM,PROF.DR.AHMET NEDİM SERİNSU

7-DERS NOTLARI

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz

RECEP TURAN - 11912710    20.05.2013

 İHTİLAF-DİA
 
1.İhtilafın daha çok”farklı bir görüşe sahip olma,farklı görüşlerden birini benimseme”anlamı taşımasına mukabil hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebilir.Buna göre ihtilat,maksat aynı olmakta birlikte yöntemin farklı olmasını ,hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.Bir diğer tanıma göre de delile dayanmadan aykırı görüşe hilaf,delile dayanana ise ihtilaf denmiştir.
2.İslami literatür de ihtilaf terimi altında pekçok konuya temas edilmiştir.İnsanlaeın doğuştan getirdiği tabi farklılıklar,ihtilafu’l-hadis terkibinde olduğu gibi delilerin karşıtlığı bu konulardan bazılarıdır.Literatürde kesbi ve gyri kesbi
4.Fıkıh iliminde ihtilaf,icma ve ittifakın wlebili bir kavram olarak kullanılmakta,Kur’an ve Sünnetin temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının ,”müctehedun fih”denilen ictihade açık konularda muhtelif deleolele ayrı kanaatler benimsemesini ifade eder.
 
İBN İSHAK
 
 Yaşadığı dönemde " emirü'l-mü'minin " unvanıyla anılan muhaddislerden olan İbn İshak'tan pek çok kişi hadis ve megazi rivayet etmiştir. Muta'et-Tarabişi bunların sayısını 131 olarak verir ve megazi ravilerini yadi, hadis ravilerini beş ayrı grupta yer alan ravileri ve rivayetlerini ayrı ayrı ortaya koyar. Buhari, İbn İshak'ın megazi dışında çoğu ahkama ait 17,000 hadis rivayet ettiğinive bunların İbrahim b.Sa'd el-Ensari'nin elinde bulunduğunu haber vermiştir. Zehebi, 17,000 hadisin çeşitli yollarla gelen senedleri dolayısıyla mükerrerleriyle birlikte bu sayıya ulaştığına, gerçekte sayılarının bu rakamın onda biri dahi olmadığını belirtir. Kendisi de bu hadislerin bir kısmını el-Megazi'siyle tefsir, hadis,fıkıh,tarih ve ahbar kitaplarında kullanılmıştır.


İbn İshak özellikle anlattığı konuların hadislerle irtibatını çok iyi kurmuş, bazan şahsi görüşlerini de ekleyerek birçok rivayeti birleştirip bütünleştirmeye başarmıştır. Onun Ehl-i kitap'la ilgili haberlerde yahudi, hristiyan ve Mecüsiler'den rivayette bulunduğu ve bunların isimlerini saymak yerine "Tevrat ehli ", " ilk kitap ehlinden bazı kimseler"," acemlerden söz nakledenler " gibi ifadeler kullandığı görülür. Hatta daha da ilerigiderek Eski ve Yeni Ahid tercümelerinden aynen haber almaktan çekinmez. 

0 Yorum - Yorum Yaz


HAMDULLAH KAYA Öğrenci No: 12912772

İHTİLAF, İMAM BUHARİNİN FIKHI VE YILSONUNDAKİ KAZANIMLAR

İHTİLAF: Sözlükte geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek anlamındaki half kökünden türeyen ihtilaf, masdar ve isim olarak ‘birşeyin peşinden gelmesi gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşıgelmek, eşit olmamak vb. manalara gelir. Terim olarak söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak demektir.

İhtilaf ve hilaf terimleri bazen benzer veya eş anlamlı olarak kullanılırsa da aslında aralarındaki ince farka dikkat edilmeye özen gösterilmiştir.

İhtilaf daha çok farklı bir görüşe sahip olma, farklı görüşlerden birini benimseme anlamı taşımasına mukabil, hilaf kelimesinin ise görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiğini söyleyebiliriz.

İslam literatüründe ihtilaf terimi altında pek çok konuya değinilmiştir. Bu konular arasında İnsanların doğuştan getirdiği tabii farklılıklar, ilmi ve felsefi görüş ayrılıkları, siyasi muhalefet ve anlaşmazlıklar, bu konulardan bazılarıdır.

İslam düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç konuları ve fıkhi hükümler olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiştir.

İnanç konularında, taraflardan sadece birinin haklı,diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte genellikle iki ayrıkategori ortaya konmuştur. Yaratıcının varlığı ve birliği konusunda ileri sürülen aykırı düşüncelerin kişiyi İslam dışına çıkaracağı hususunda İslam düşünürleri arasında ittifak varken Allah’ın sıfatları ve iradesi, kaza ve kader gibi konulardaki aykırı yaklaşımlar bid’at olarak değerlendirilmiştir.

Fıkıh ilminde ise ihtilaf, ittifak ve icmanın mukabili bir kavram olarak kullanılmaktadır. İslam’da usul konularında ve genel ilkelerde ihtilaf doğru karşılanmazken fıkhi konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha ile karşılanmıştır. İslam da ki ihtilafları ayrım olarak değil rahmet olarak kabullenip kaynaşmaya ve birlik olma yolunda gayret gösterilmelidir.

Fıkhî konularda ihtilafların sebeplerinden bazıları şunlardır:

1- Usul farklılığı

2- Hadisin ulaşıp ulaşmaması

3- Usulün meselelere tatbikindeki farklılık

4-İctihada dayalı hüküm verilmiş konularda zamanla şartların değişmesi sebebiyle müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması

İMAM BUHÂRÎ VE FIKH’I

Muhammed b. İbrâhîm el-Cu'fî el-Buhârî, h.194/810 yılında Buhara'da doğmuştur. On yaşına doğru Buharalı muhaddislerden hadis öğrenmeye başladı. On altı yaşına geldiği zaman İbnü'l-Mübarek ve Veki b. Cerrah'ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi ile hacca gitti. Daha sonra onlarla birlikte memleketine dönmeyip Mekke'de kaldı ve orda hadis tahsil etti. Daha sonra da bu maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Şam, Basra, Hicaz, Kûfe, Bağdat ve Mısır'ı dolaştı, oralardaki muhaddislerden hadis tahsil etti. Buhârî kendisinden hadis yazdığı muhaddislerin sayısının 1080 olduğunu söyler. Ezberlediği hadis sayısı ise, kendi ifadesiyle, 100.000'i sahih, toplam 300.000'dir.

40 yıl kadar süren ilim yolculuklarısonunda Nişabur'a yerleşmek istemiştir. Fakat mihne olayından imam Buhârî de nasibini almıştır, Muhammed b. Yahya ez-Zühli'nin rekabeti yüzünden Nişabur'u terketmiştir. Sarayında hadis hocalığı yapmayı kabul etmediği için de Halid b. Ahmed ez-Zühli tarafından Buhara'yı terketme mecburiyetinde bırakılmıştır. İmam buhari Semerkand'a gitmek üzere yola çıkmış ancak Hartenk kasabasında hastalanmış ve orada 256/870 yılında 62 yaşında vefat etmiştir.

İmam Buhari’nin Fıkhı

İmam Buhari muhaddisliği kadar fakih kişiliğiyle de ön plana çıkmıştır. Onun fakih olduğu eserlerindeki tertip, düzen ve çıkardığıhükümlerden de anlaşılmaktadır. Her hangi bir mezhebe bağlı kalmaksızın Kur'an ve Hadislerden çıkardığı hükümlere göre amel etmiştir. Buhari istinbatlarında bazen imamı şafiye, bazende Ebu Hanifeye tevafuk etmiştir. El-Cami'üs-Sahih eserine bakıldığında izlemiş olduğu yol nekadar fakih bir kişi olduğunu göstermektedir. Seçtiği bab başlıkları ve bab hadisleri dikkate şayandır. İbn Hacer’in tesbit ve değerlendirmesine göre Buharî Sahih’inde fıkhî bilgi ve inceliklerin bulunmasına özen göstermiş, bundan dolayı rivayet ettiği naslardan birçok hüküm çıkarmış ve bu hükümleri ilgili kitabın muhtelif babları arasına uygun birşekilde yerleştirmiştir. Bunu yaparken gerekli yerlerde ahkam ayetlerini zikretmeyi de ihmal etmemiştir.

İmam buhari El-Cami'üs-Sahih’te terceme denilen bab başlıklarında sahih hadisleri fıkıh bablarına göre tasnif etmiştir. Bundan dolayı Buhâri’nin fıkhı tercemelerindedir denilmiştir. Hadisleri rivayet ederken farklı isnadlar vermekle rivayet metodunu oluşturmuştur. Kitabında İki rivayeti bir arada verir, Başkalarından aktarmadan direkt kendisi de söyler. (فَاَنْزَلَ) ibaresi kullanarak sebebi nüzulu verir. Ayrıva eserinde Sahabenin merfu haberlerine de yer verir. Eserinde Hz. Peygamberin ameli tefsiri bölümü vardır. Kendisinin kelamî açıklamaları vardır. Yukarıdaki rivayeti aşağıda Peygamber sözüne bağlar, Ayetle açıklama yapar. Nadir de olsa bab başlığında kelime tefsiride yapmıştır.

Eserlerinden bazıları:

1-el-Câmi'u's-sahîh

2-et-Târîhul-ke-bîr

3-et-Târihu'1-ev-sat

4-et-Târîhu'ş-şağir

5- et-Tevârih ve'1-ensâb

6- Tariku ef'âli'l-'ibâd.

7- Ref'u'l-yedeyn fi's-salât.

8- el-Edebü'l müfred.

Esbâb-ı Nüzul II Dersinden kazanımlarım ve Bilginin bütünlüğü

Sene başından şimdiye kadar okumuş oldumuz Fıkıh Tarihi, Hadis Tarihi ve Tefsir Tarihi kaynaklarında daha en baştan günümüze kadar tefsirin doğuş sebeplerini, kaynaklarını, nasıl değerlendirileceklerini, Kur’an’ı anlamada nüzul ortamını bilmenin gereklerini gözden geçirmekle yeni bilgiler elde ettim ve yönde eksiklerimi tamamlamaya çalıştım

Kur’an ve Bağlam ışığında;

Kur’an-ı Kerim’in soyut bir düşünce biçimi olarak kalmadığının aksine yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunu görebilme ve Kuran ilimleri, Kuran’la ilgili ilim ve araştırmalardan oluşan, Kuran’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı amaçlayan çeşitli bilgiler edinilmiştir.

Esbab-i nuzul açısından;

Esbab-ı Nuzülü bilmek, Kuran’ı en iyi şekilde anlamakla orantılı olduğunu Esbab-ı Nuzül bize Kuran’ın soyut olmadığınıyaşanmış ve yaşanabilir olduğunu en iyi şekilde ifade ettiğini, Yani Kur’anın salt bilgiden ibaret olmadığını pratiğe geçebilirliği Esbab-ı Nuzül ile açıkça ortaya konmuştur.

Esbab-ı nuzul bağlamında kur’an-insan ilişkisi açısından;

İnsanın tarihi bir varlık olması bağlamından bakınca esbâb-ı nüzul, Kur’an-insan ilişkisinde insani yapıp etmeler olduğunu görüp bu yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik ilkeler tespit edip uygulamaya geçirebilme sonuçlarına varılmıştır.

Buharinin fıkhı başlığı altında;

İmam Buhâri’nin kim olduğu, eserlerini, Sahih’inin, sahih hadis kaynağı olarak hangi özelliklere sahip olduğunu, Buhâri’nin fıkhını, sebebi nüzul ifadelerini, Hz. Peygamber ve sahabe tefsirlerini, inceledik ve gerekli bilgiler edindik.

HAMDULLAH KAYA ÖĞRENCİ NO: 12912772 ( Yüksek lisans öğrencisi )


0 Yorum - Yorum Yaz


Rukiye Öztürk

12912778 / Yüksek Lisans

 

Tarih Nedir?

 

  • Tarihin kaynakları:

 

Hammaddesi                                                      Yöntemi

 

1.      Yer                                                           1. Kaynak / Veri toplama

2.      Zaman                                                      2. Verilerin sınıflandırılması

3.      İnsan                                                        3. Analiz

4.      Olay                                                         4. Tenkit ( yazar, eser... )

5. Terkip ( sentez – sonuç )

 

  • Yukarıdaki maddelere göre araştırılan ve sınıflandırılan yazılı veya yazısız tarih anlatım türüne göre ise:

1.      Hikâyeci

2.      Öğretici

3.      Siyasi

4.      Kronolojik

5.      Sosyal tarihçi ya da

6.      Araştırmacı yöntemlerle sonraki yıllara aktarılır.

·        Son dönemde hâkim olan tarih anlayışına göre “ Tarihçi olayı kronolojik, objektif ve nedensel açıdan incelemelidir ” .

                İbni Hişam ( 218 / 833 )

Kendisi eserinin başında İbn İshak’tan aldığı nakillerde neleri neden dışarıda bıraktığını açıklamıştır. Metinler üzerindeki karalarında şu eklemleri, değişiklikleri ve açıklamaları uygun görmüştür:

1.      Kelime açıklamaları,

2.      Tashihler ( düzeltmeler )

3.      Farklı görüşler

4.      Tenkit

5.      Sansür ( özellikle müstehcen sözcükler için )

6.      Ek açılamalar

7.      İhtisar ( kısaltmalar )

8.      Haber tamamlamalar

9.      Tercihte bulunma

10.  Ziyadeler ( aynen nakiller )

11.  Orijinal metne müdahale

İbni İshak 

İbni İshak ise anlatımlarında şu yöntemleri tercih etmiştir:

1. İsnad kullanımı

      Doğrudan kişi belirtmeksizin ravîler vasıtası ile nakiller söz konusuydu. Ancak bazen de isnadı belirtmez kişiyi doğrudan belirtir. Kişinin tam belli olmadığı ( ... veya ... dan ), kaynakların birleştirildiği anlatımlar içeriyordu.

 

2. Kaynak kullanımı

      “ Âlimin biri, aileden biri, herhangi biri... ” gibi klanlımlar mevcuttur. Bunların sebebi için ise ilgili şahsı sadece kendisinin tanıması, kaynağı vermek istememesi, kaynağın kendi isminin zikredilmesini istemeyişi veya rekabet olduğu tahmin ediliyor.

 

3. Vesika kullanımı

      Kendinden önce hiç kimsenin kullanmadığı vesikalar kullanmıştır.

 

4. Âyet kullanımı

 

5. Şiir kullanımı

      Şiirlerini aktarırken anlaşıldığına göre sansür uygulamamıştır. Müşrikleri öven ya da peygamberleri yeren şiirleri de aynen aktarmıştır.

 

  • İbni İshak’ın Anlatım Üslûbu:

 

1.  “ ...rivayet edilir, ...denilir, bana anlatılır ki... ” anlatım tarzından anlaşıldığı üzere söylenenlerin kesinliği zayıf olabilir.

2. “ ... iddia eder, bazıları iddia ederler ki... , çoğu .... iddia eder. ”  şüpheli ifadeleri ile başlayan anlatıların çoğu genelde “ Allah o alem, Allah daha iyi bilir ” şeklinde biter.

3. “ Bana zikredilene göre... , bana ulaştığına göre... ”  şeklindeki ifadeler ise yazdıklarına tam bir teslimiyet içinde olmadığı göstermek içindir.

4. Bazı metinlerin aralarını tahmini anlatımlarla doldurur: “... değil de ... , ... veya ... benzeri şeyler söylediler ”

5. “... bildirdi ki... , ... haber verdi ” gibi direkt irtibat olduğunu gösteren ifadeler de vardır.

  • Bu durumdan hareketle anlıyoruz ki eski dönemlerin tarih anlayışına göre rivayetçi tarihçilik ön plandaydı ve kabul görüyordu. Bunun yanı sıra rivayeti aktaran kişinin önemi de azımsanamayacak kadar etkiliydi.
  • Her iki tarihçiyi göz önüne alacak olursak diyebiliriz ki; İbni Hişam dönemin rivayetlerini toplayıp bizlere ulaşan en eski rivayet kitabının yazarı olarak elbette çok değerli bir iş yapmıştır. Ancak bu günün tarih anlayışını o zamanlarda uygulayan hocası İbni İshak olmuştur. Objektif, sansürsüz ve açıklayıcı aktarımları bunu sağlamıştır.

0 Yorum - Yorum Yaz

İhtilaf, Siyer ve Megazi    29.05.2013

Rukiye Öztürk

12912778 / Yüksek Lisans

 

İhtilâf

·         İhtilâf ve hilâf arasındaki farkı görmekle başlamak en doğrusu olacaktır. İhtilâfta maksat aynı ancak kullanılmak istenen yöntemler farklıdır. Hilaf da ise maksat da yöntem de farklıdır. Zaten hilâf düşünceler önceki düşüncelere tepki olarak ortaya çıkarlar.

·         Kur’an da ve hadislerde ise ihtilâf hep olumsuz görülmüş, birlik olunmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Kur’an ihtilâf­a düşen insanlara hüküm ver­meleri için peygamberlerin gönderildiği söyler. ( Bakara 213 ). Peygam­berlerin açıklamalarından sonra hâlâ ih­tilâflarını sürdürenler ise birçok âyette kı­nanmış      ( ÂI-i İmrân 19, Câsiye 17) ve son hükmün de âhiret­te bizzat Allah tarafından verileceği belir­tilmiştir (Âl-i İmrân 55, Mâide 48, En'âm 164).

·         Elbette ki Hz. Peygamber döneminde de düşünce ayrılıkları ortaya çıkıyordu. Ancak kendisi bu durumu bizzat çözüyordu. Onun akıllıca ve adaletli çözümleri genelde destekleniyordu.

 

·         Günümüzde ve yakın zamanın anlayışına göre ise usûl ve temel İslam ilkeleri konusunda ihtilâf şiddetle red edilirken fıkhî konulardaki ayrılık ise daha anlayışla karşılanıyor. Bu görüşün temellendirilmesi ise  “ Hata ihtima­liyle birlikte bizim mezhebimiz doğrudur; doğru olma ihtimaliyle beraber muhalifi­mizin mezhebi hatadır ” şeklinde bazı istisnalar dışında İslâm âleminde geniş kabul görmüş­tür.

 

Siyer ve Megazî

 

 

·         Hz. Peygamber’in hayatı hakkında  bilgileri Siyer ve Megazî adı verilen  kaynaklardan  öğrenmekteyiz.

·         Siyer “ yol, adet, yaşam tarzı gibi anlamalara gelen ‘ Sire ’ kelimesinin çoğuludur. Dinî edebiyatta ise Hz. Muhammed’in altmış üç yıllık hayatını anlatan eserler için kullanılan müstakil bir isimdir.

·         Megza kelimesi ise savaş anlamına gelir ‘ Megâzi ’ ise çoğuludur. Bu sözcük dinî edebiyatta Hz. Peygamber’ in bizzat katıldığı savaşları ve askerî faaliyetlerini anlatan eserlere verilen addır.

·         Hz. Peygamber’in  hayatını baba  ve dedelerinden  öğrendiği  kadar  nakleden Tabiûn  bu  işi  ilmi  manada  icra  etmediler. Daha çok  hadislerin  iyi  anlaşılması  ve savaşların  detaylı  bir şekilde  bilinmesi  adına risaleler  yazılmaya  başlandı. Ancak  bu  dönemde hadis,  fıkıh, tarih  gibi  daların  iç  içe  olup  ayrı  bir  ilim  sahası  meydana getirememesinden  dolayıdır  ki  Hz. Peygamber’in  hayatı da tarih  bilimi bakışıyla  oluşturulamadı.

  • Meğazî alanında  Tabiûn  neslinden Hz. Peygamber’in  hayatı  hakkında  ilk  ciddi çalışma yapan Urve b. Zübeyr’ idi. Ancak onun bu eserinin kitap  halinde  bize ulaşamadı. Urve’nin çalışmaları  oğulları  tarafından  sonraki  müelliflerden Vakıdi, İbn İshak ve Taberî’nin nakilleri  ile  bize  ulaştı. Ancak  onun  çalışmalarının  ne  kadarının   ulaşıp ulaşmadığı  tam olarak bilinmiyor. Urve’den  sonra  Meğazî alanında Şurahbil  b. Sa’d, Ma’mer b.  Raşid  gibi  kimseler de  çalışmalar  yaptılarsa  da  bu  eserler  de bize  kadar  ulaşamadı. 
  • Tarih kitaplarından anlaşıldığına göre; bir devrin  yaşantısını anlama ve  anlatmak konusunda o devrin insanı veya o devre  yakın  olan insanlar  daha başarılı olurlar. Bu  sebeple İslam Tarihi’ni anlamak için ilk Müslüman tarihçileri önemli ve  kilit  isimlerdir.

 

  • Müelliflerin  hayatını  tanıma  onun  ideolojisi  hakkında bilgi sahibi  olmamıza, müellifin  eserini  tanıma  ise  eserin yöntemini anlamamıza  yardımcı  olacaktır. O yılların siyer ve megazi yazımında önemli isimlerinden bazıları şunlardır:

 

  •  
    1. Urve b. ez-Zübeyr (26–94)
    2. İbn Şihâb ez- Zührî (51- 124)
    3. Musa b. Ukbe (ö. 141
    4. İbn İshak ( 85-151 )
    5. Ebu’l Münzir Hişam el- Kelbî (ö. 204)
    6. Muhammed  b. Ömer  el-Vakıdî (130-207)
    7. İbn Kuteybe (198-267)
    8. Ya’kubî (ö. 292)
    9. Taberî (224-309)
    10. Mes’udî (ö.345)
    11. İbn Nedim (ö.386)
    12. İbnü’l-Esîr (555-630)
    13. İbn Halikan (608-681)
    14. İbn Kesîr (ö. 774)

 


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi