2012-2013 Bahar Dönemi Tefsir Rivayetlerine Göre Kur’ân’ın Nüzul Ortamı II Dersinden kazanımlarınızı maddeler halinde yazınız.
Not: İbn İshâk, İbn Hişâm, Siyer-Megâzî, İhtilâf DİA maddeleri, “Tarih Nedir?” müzakeresi dahildir.
Hedef Tarih: 5 Mayıs 2013
İslam dini bilgiye çok önem
veren bir dinidir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e
baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz .
Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır . Her on
ayetten biri ilimden bahsetmektedir . Ümmi bir peygambere okuma yazmanın dahi
genel olarak bilinmediği bir dönemde bu
ayetlerin nazil olduğu düşünülürse
gerçekten manidardır . Günümüz
Mü’minleri içinde sorgulanması gerekn bir durumdur .
Bilgi ve bütünlük kelimelerinin
anlamları : Bilgi
genelde bilen insan ile bilinen şey ( nesne ) arasındaki ilişki olarak
tanımlanmaktadır . Dış dünyada milyarlarca şeyin varlığını beş duyumuzla
anlarız . İşte dış dünyadaki varlıkların zihnimizde bıraktığı ize bilgi adını
vermekteyiz . [1] Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz ,
parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı
anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir . Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün
varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır [2]
islam
dininde bilimler her ne kadar Tefsir, Hadis, fıkıh kelam vb..gibi
farklı alanlara ve branşlara ayrılsa
da , öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadır . Adeta aynı kaynaktan doğup ta
zeminsel şartlardan dolayı farklı yataklarda akan akarsu ; aynı kökten yetişip
te farklı şekil ve konum alan ağaç dalları
gibidirler.
İslam’da bilginin kaynağı
Kur’an , Sünnet ve akıl olmak üyere üç tanedir .
1)
İlahi kaynak ( Kur’an) :
2)
Beşeri kaynak ( akıl )
3)
Hem ilahi hemde beşeri yönü bulunan
kaynak ( Sünnet )
1) İlahi kaynak ( Kur’an) : Aynı zamanda vahye dayalı kaynak da diyebileceğimiz Kur’an İslam’ın
en temel kaynağıdır .’’ İslamiyet içersinde gelişen bütün bilimler Kur’an’ı
merkeze alarak , O’nun çevresinde O’na göre gelişmişlerdir ‘’[3].
Bu dogal bir durumdur çünkü Kur’an ilahi kökenli olması , vahye dayanması
itibariyle mü’minler için kesin bilgi ifade eder ve üzerinde tartışılmaz .
2) Beşeri kaynak ( akıl ) : İslam’da insan faliyetlerine dayanan bir bilgi kaynağı da
vardır ki bu akıldır . Aklın İslam’da hem dini hem de hukuki konularda önemli
bir yeri vardır . Kur’an’da akletmeyi tavsiye eden bir çok ayeti kerime de
vardır . [4]
’’ Kur’an vahyi aklın üstünde bir bilgi kaynağı olarak görmektedir . Fakat aynı
zamanda vahiy yoluyla konulan esasların doğruluğunun ancak akıl aracılığıyla
muhakeme edilebileceğini söylemektedir . Bu sebeple tekrar tekrar akıldan
bahsederek akli yeteneklerinden yararlanmayanları kötülemektedir.[5]
İslam’ın koyduğu esaslar yine akıl ile anlaşılabileceğine göre vahiy ve akıl
yanyana yürüyen ve birbirini tamamlayan bir bütünün iki parçasıdır.’’[6]
Beşeri kaynaklar ise İcma( ictihad) ve kıyas olmak üzere
ikiye ayrılır .
A)
İcma : İcma Istılahi (terimsel) anlamda ‘’ Hz. Peygamberin vefatından sonra
herhangi bir devirde alimlerin , dini bir meselenin hükmü hakkında ittifak
etmeleri anlamına gelir ’’ [7]
Kur’an’da ve sünnette hakkında hüküm bulunmayan konuların çözülebilmesi için
Kur’an ve sünnet icma’ı İslam’ın üçüncü kaynağı olarak kabul eder [8]
İctihad : İcma’ın ferdi kişisel boyutunu
oluşturan ictihad da bir kaynak olarak kabul edilmiştir. Fıkhi bir terim olarak ise , fakihin tafsili
delillerden şer’i ,ameli hükümleri çıkarmak için bütün imkanını harcaması
mansına gelir . ictihadla sabit olan hükümler alimin kendi gayreti ile elde
ettıği görüşler olduğu için kesinlik ifade etmez . Her ictihad kendi devri ve
şartları içinde doğru sayılır. [9]
Kıyas : hakkında nass bulunmayan bir
meseleye , aralarındaki ortak illet sebebiyle hakkında nass bulunan bir
meselenin hükmünü vermektir . Pezdevi
şeriatın asıllarının kitap , sünnet ve icma olmak üzere üç tane olduğunu
dördüncü aslın ise , bu ilk üçünden hüküm çıkarsayan kıyas olduğunu
belirtmektedir . [10]
İslam’da beşeri kaynak olan icma ve kıyasın yanında yardımcı kaynak
diyebileceğimiz ; istihsan , istishab maslahatı mürsele , sahabe kavli, örf ,
seddi zerai Şer’ u men kablena kaynakları vardır ki konumuzu uzatmamak adına
bunların tafsılatına girmeyecegiz .
3)
Hem ilahi hem de beşeri yönü bulunan kaynak ( Sünnet ) : sünnet ıstılahta
Hz
peygamberden sadır olan söz, fiil ve takrirlerle O’na ait sıfatlara denir. Bu
manada sünnet hadisi nebevi ile eş anlamlıdır .
Klasik kaynaklarda sünnet ilahi kaynaklı
bilgi olarak , modern dönemde ise beşeri kaynaklı bilgi olarak ele
alınırken [11] biz her iki yaklaşımdan farklı olarak üçüncü
bir başlık altında hem ilahi hem de
beşeri kaynaklı bilgi katagorisinde ele aldık . Kur’an’ı Kerim Peygamberimizi
hem beşer hem de vahiy alan bir rasül olarak nitelemektedir [12]
Şah veliyullah dihlevi ( ö .1176/1763)
nübüvvet ve risaletin mahiyeti açısından Hz peygamberden bilgileri iki kısma
ayırır .
a- Hz. Peygamberin risalet görevi ile
ilgili insanlığa tebliğ etmekle sorumlu olduğu hususlar . Kur’an bunların
başında gelir Hukuk , ibadet ve ahlakın ana ilkeleri de bu kısma girer . Yine
Kur’an dışında ahiret alemi ile ilgili bilgiler ( Acaıbul melekut ) de bu
türdendir .
b- Risalet alanına girmeyen , tebliğ
etmekle sorumlu olmadığı , tıb ve zıraatla ilgili sözlerini , özel fetva ve
yargılarını , geçici bir maslahat ve menfaate sebep olan şeylere dayanarak
söylediklerini ve yaptıklarını bu ikinci katagoride değerlendirir . [13]
Peygamber
efendimizden sadır olan her şeyin vahiy mahsülü olduğunu söylemek , Kur’an ‘da
ifade edilen beşeri yönüne ters düşerken
; O’ndan gelen Kur’an dışındaki her sözü beşeri olarak nitelemek , başta Cibril
hadisi olmak üzere Peygamberimizin Vahye
dayandırdığı bilgilere ters düşmektedir . dolayısıyla bu şekilde ilahi ve
beşeri boyutu bir arada barındıran tasnifin daha isabetli olacağına karar
verdik . [14]
Sünetin daha
iyi anlaşılması için kısaca peygamberlik kurumunun önemine değinmek istiyorum .
Peygamberlik , dinin temel esaslarının en güvenilir kaynağı olan vahyin bize
ulaşmasına aracılık etmesi bakımından dinin en önemli kurumudur . peygamberlik
yok sayıldığı takdirde din diye bir kurum ortada kalmaz . zira ilahi dinin
tamamı haberden ibarettir ve bu haberi de
peygamber getirmektedir . dolayısıyla haberin varlığı ve
güvenilirliği peygamberin varlığına
güvenilirliğine bağlıdır . bunlardan birinin eksik olması doğrudan habere yansır … nitekim İslam’dan
önceki semavi dinlerde ki bozulma , peygamberlik kurumunun tahribiyle
başlamıştır. [15]
konumuzla doğrudan alakası olamamakla beraber ilahiyat sahasında çalışan
herkesin dikkat etmesi gerektiği kanaatiyle bu kısmı buraya eklemiş
bulunmaktayız .
İslam ‘da
bilgi bütünlüğünün temelini oluşturan kaynaklar zikredildikten sonra aynı köke
sahip olan İslami bilimlerin bu kökten farklı dallara ayrılış sürüvenine değineceğiz.
Peygamber efendimiz hayatta iken sahabeyi kiram her türlü müşkilatını O’na
danışarak hallediyor, sorunlar ve sorular Allah rasülünün müdahalesi ve
izahıyla çözülüyor, hiçbir ihtilafa mahal kalmıyordu. Peygamber’imizin
vefatıyla tek teşri ve otorite kaynağı ortadan kalktığı için ihtilaflar zuhur
etti . Hatta cemel ve sııfın gibi
şavaşlara neden oldu. Diğer taraftan fetihler hızla devam etti. Hicretin
birinci asrının sonunda , İslam coğrafyasının sınırları batıda avrupanın en
uzak noktasına , doğuda ise Çin hududuna kadar uzanıyordu . Fetihlerle beraber
farklı inanç ve kültüre sahip insanlar İslam dinine girdiler . ’’Futuhattan
sonra muhtelif şehirlere dağılan sahabe , ilmi hareketlere başlamış ve onlarda
ekseriye Arap olmayanlar ilim almıştı . İşte bunlar tabiilerdi ki çoğu mevali idi. Eski din ve kültürlerinin tesirinde
kalarak , İslamiyeti Araplardan farklı şekilde anlamışlardı. ‘’ [16]
İslam
coğrafyasının genişlemesiyle sorunlar ve çözüm bekleyen meseleler çoğalmıştı.Bu
durum karşısında sahabe ve tabıun efendilerimiz , Kur’an’a ,sünnete ve Peygamberimizden daha O hayatta iken
öğrendikleri içtıhada yani bu ikisini temel alarak ortaya koyacakları
şahsi görüşlerine müracat ediyorlardı . Bir yandan karşılaşılan sorunlara çözüm
bulma arayışı , diğer yandan İslam’ın içinde barındırdığı ilmi potansiyel yani
müntesiplerini ilme ,irfana ,düşünmeye ve akletmeye teşvik edişi ,müslümanları
Kur’an ve sünnet üzerinde detaylı araştırmaya yöneltti. ‘’ Ortaya çıkan sonsuz
sayıda duruma sınırlı sayıda kaynak metinle cevap verebilmek amacıyla , Kur’an
ve diğer metinsel kaynakların adeta noktasına kadar incelenmesi gerekiyordu. ‘’[17]
’’ İlk
devirde hadis ilmi bütün marife şamildi . Bazı hadisler , Kur’an ayetlerinin
tefsirini , bazıları fıkhi bir hükmü, bazıları da Hz. Peygamber’in gazalarını
ihtiva ediyordu .’’[18]
İlimler alanlara ayrılmış değildi. Bütün
ilmi çalışmalar fıkıh adı altında yapılıyordu.
Hicri
birinci asırdan itibaren yukarda saydığımız sebeplere ilaveten İslam
düşmanlarına karşı dini savunmak , İslam bünyesinde ortaya çıkan çeşitli fırka
ve mezheplerin muhalif gördüğü diğer fırka ve mezheplere karşı giriştikleri
çabanın sonunda , bilgiler çeşitli yöntem ve metodlar altında belli bir düzen
ve disiplin altında toplanmaya başladı.
Buraya
kadar saydığımız durumlar islami bilimlerin dayandığı kaynak bütünlüğüne ve bu kaynaktan
durum ve ihtiyaca göre genişleyip , genişlemesine işaret etmekteydi. Şimdi ise
bilgiyi işleyen olarak bu bütünlüğün
diğer bir yönünü oluşturan ilim adamları kısmına , değinmek istiyorum
İlk
dönemlerde islam ilimleri alanlara
ayrımamıştı ve o devirdeki ilim ehli de
ilimlerin tamamıyla ilgileniyordu . Yani sahıslarda bilgi bütünlüğüne
sahiplerdi. Gerek hadis,gerek tefsir gerekse fıkıh tarihine baktığımız zaman bu
ilimlerin duayenlerinin , aynı şahıslar olduğu hemn dikkatimizi çekmiştir.
Örneğin Abdullah b.Mes’ud ‘un hayatına baktığımız zaman ‘’ Hz. Peygamberin
daima yakınında bulunmuş olması sebebiyle Kur’an .tefsir ,kıraat,hadis ve fıkıh
ilimlerinde şöhrete ulaşmış ‘’[19] biri olark anıldığını görürüz . Abdullah
b.Abbas başta olmak üzere bir çok sahabeyi kiram efendimiz içinde durum farklı
değildir.
Netice
itibariyle islami ilimler birbiriyle bütünlük arz eder. Dolayısıyla bu
bilimleri birbirinden kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir . Hocamızında ısrarla
üzerinde durduğu üzere ,ilahiyat sahasında yapılan çalışmalarda bu bütünlük göz
ardı edilirse yapılan çalışmanın bir yönünün eksik kalacağı unutulmamalıdır .
[1] İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 1 , S . 5
[2] Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kur’an ve Bağlam , S. 205
[3] İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 3 , S . 86
[4] Bkn. Bakara, 44,73,75, 164, 242, Al-i İmran 65,118, En’am , 32 ……
[5] Nisa , 83
[6] İslam Dininin Temel Kaynakları. , Ünite 16, S. 280
[7][7] Dini Kavramlar sözlüğü .DiB yayınları S. 291
[8] Nisa ,115
[9] Dini Kavramlar sözlüğü .DiB yayınları S. 292
[10] Dini Kavramlar sözlüğü .DiB yayınları S. 292
[11] Örenk olarak Bkn İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 3 , S . 86
[12] İsra , 93
[13] İslam Dininin Temel Kaynakları. , Ünite8 , S. 132
[14] Böyle bir tasnife gitmemize , şu an ki diyanet işleri başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hocamızın ‘’ İslam Dinin Temel Kaynakları , ünite 8. S 127-144 ‘’ yazısı etkili omuştur .
[15] Geniş bilgi için Bkn . cafer Çağdaş , vahyi anlama ve uygulamada peygamberimizin rolü, Diyanet ilmi Dergi , Hz Muhammed özel sayı 2000 ,
[16] Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu , Tefsir Tarihi , S. 90-91 , Fecr yayınları , Ankara 2010
[17] Prof . Dr. Mehmet Paçacı , Çağdaş dönemde Kur’an’a ve tefsire ne oldu ? Klasik yayınları , İstanbul 2008
[18] Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu , Tefsir Tarihi , Fecr yayınları , Ankara 2010
[19] Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu , Tefsir Tarihi , S. 73 , Fecr yayınları , Ankara 2010
TEFSİR-HADİS-FIKIH USÜLLERİ ve USULU'D-DİN BAĞLAMINDA BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ SORUNUNA MUKAYESELİ BİR BAKIŞ
Sıddık BAYSAL
Bu terkiple anlatılmak istenen bilgi evreninde üretilen klasik veya çağdaş her bilginin köken itibarıyla bir, ihtisas alanları arasında sağlam bağların ve sistemler arası bilgi akışını sağlayan düzenli aktların bulunduğu, geçirgen, sistematik ve bütünlüklü bir yapının üyesi olduğudur. Şu halde bilgi olmaklık hüviyetini haiz hiçbir veri, sahaya öylesine serpiştirilmiş, dağınık ve benzerleri de dâhil olmak üzere diğer bilgi türlerinden tamamen kopuk, entelektüel nüveler değildir. Zira terkipteki “bütünlük” öğesi, “tümün” bütün yapısal ve işlevsel hususiyetlerini içine alan tekil bir yapıya delalet eder. Bu durumda “bilginin bütünlüğü” terkibini, tüm bilgileri orijin bakımından tek bir asla göndererek tanımlamaya ek olarak zaman içindeki tüm görüngü ve vecihlerini de içine alan külli ve sistematik bir epistemolojişeklinde tanımlayabiliriz.
Orijinin tekliği meyanında yukarıdaki tanımı tatbik edersek, Temel İslam Bilimlerinin temel metinlerin tespit ve yorum biçimlerini temsil ettiklerini, dolayısıyla o metinlerden çıkıp sahaya yayılan damarlar olduklarını söyleyebiliriz. Tarihsel öncelik sonralık, ardıllık gibi kronolojiye ilişkin gerçeklikler de temel kaynakların ardından bu ilimlerin birer disiplin olarak teşekkül ettiğini gösterir ki bu sözü edilen ilimleri köken itibarıyla zaman bakımından daha önceki bir kaynağa göndermeyi mantıken gerekli ve mümkün; kendilerinden sonraki vakalara nispet etmeyi ise muhal kılar. Biraz daha nesnel ifadelerle, bu ilimler tedvin edildikleri devirlerde, kuramsal bir bilgi sistemi halinde birden bire ve anlamsız bir şekilde ortaya çıkmamışlardır. Muktezayı halin, yani bireysel ve toplumsal ihtiyaçların neticesinde, yine o halin gerektirdiği evreler boyunca hayatın tedavülü ve tarihin devinimiyle mütenasip bir seyir içinde gelişerek tedvin çağına gelmişlerdir. Bir ilim olarak istiklale vakıf oldukları saatten geriye doğru gittiğimizde bu ilimlerin aralarında köken birliğinin var olduğunu kolaylıkla tespit edebiliriz.
Nitekim nüzul döneminde, lügat anlamlarıyla gündelik hayatta kullanılan fıkıh, hadis, tefsir vb. lafızların sistematik bilgilere delalet eden terim anlamlarıyla kullanımlarının tedvin çağına tekabül ettiği muhakkaktır. Örneğin ayetlerde kapalı kalan ifadelerin basit düzeyde izahına yönelik girişimler manasında tefsir sözcüğünün ve gerekse Kur’an metninin literal manasının yanı sıra hikmet ve esprisini de bilmeyi ifade edecek manada fıkıh tabirinin erken dönemlerde kullanıldığını biliyoruz. Ancak bu yorumsama çabalarına ilişkin bilgilerin konu ve metot bakımından henüz o dönemlerde ayrışmadıkları, hatta birbirlerinin içine geçmiş vaziyette bulunduklarını belirtmek gerekir. Örneğin tefsire veya fıkha müstenit ifadeler hala nakil düzeyindeydiler ve hadis ilminin içinde telakki ediliyorlardı. Kelamdan söz etmek içinse henüz çok erkendi. Yukarıda da değinildiği gibi bu ilimler tedvin döneminde teşekkül etti ve kuşku yok ki bu ilimlere ilişkin usullerin teşekkülü de eşzamanlı bir sürecin ürünüydü.
Yazıyla sabit bir metin olması hasebiyle Kur’an’ın lâfzî, fizikî ve lügavî olarak gelecek nesillere nakledilmesi rivayet kültürünü gerektirmeyebilirdi. Evet, hafızlar tarafından hıfzedilen ayetler, indikleri anda yazıya geçiriliyordu. Hatta çoğunluğunu vahiy kâtiplerinin oluşturduğu bir zümrenin özel Mushafları dahi vardı. Yine de tarih aksi yönde tecelli etti. Yazılı nüshalara rağmen erken dönmede Kur’an, toplum katmanlarında genellikle yazıyla değil de şifahi nakillerle yayıldı. Bu uygulama basit bir prosedür değildi. Teknik açıdan Kur’an’ın tabi olduğu tevatür formunda nakil, rivayet kültürünün varlık biçimlerinden sadece biriydi ve daha sonraları bu yöntem ziyadesiyle hadiste istihdam edilecekti. Dahası hadis ilmi rivayete ilişkin umdelerini temel metnin oluşumu esnasında O ümmi Nebi (sav)’in talim ve terbiyesinde ilk nüvelerinin verildiği bu gibi tatbikat ve talimatlarından alacaktı.[1]
Nihayetinde rivayetler geçmişin bilgisini taşıyan bilgi öbekleri halinde düşünce evrenimizdeki hususi yerlerini aldılar. Ancak bu yolla nakledilen bilgilerin hem şekil hem de esas itibarıyla, yine bu yolun muktezasına cevap verebilecek yöntemlerle test edilmesi gerekiyordu. Bilginin güvenilirliğini özneler düzeyinde temsil eden son derece sağlam ve titizlik gerektiren bir tenkit ilkesi olarak “cerh ve ta’dil” gibi kavramlar entelektüel hayatımıza ıstılah düzeyinde işte tam bu safhada girdi; ancak pratik olarak zaten meri idiler. Örneğin erken dönemde, Kur’an’ın cem’i hadisesinde vahiy metinlerinin yazılı halleri tek başına yeterli bulunmamış, o metni kimin getirdiği, hangi kanallardan ve hangi süreçlerden geçerek aldığı, hatta dini ve ahlaki, sosyal ve iktisadi muameleleri ne biçimde yürüttüğü gibi metinle doğrudan alakası olmayan harici hallere dahi bakılmıştı.
Netice itibarıyla tarihte özgün vakası olan ve tarihsel gerçekliği ihmal etmesi mümkün olmayan bu metin, nakil noktasında da gerçek zamanlı hikâyelerin sözel formlarına, yani rivayetlere ve o formları taşıyacak gerçek öznelere, yani râvîlere ihtiyaç duymaktaydı. Aksi halde sosyal mesnetten yoksun, boşlukta oluşmuş, bu yüzden de tecrübe edilmemiş tarih dışı, hayalî bir metin olarak tarihin arşivinde kalırdı. Cerh ve tadililkesi onun sağlam yöntemlerle ve güvenilir nakil araçları ile çağlara intikalini temin ediyordu. Böylelikle İslami bilginin nakline ve nesnelliğine ilişkin bir usül olarak aslında kendinin de ait olduğu bilgi havzasının zemini sağlamlaştırıyordu.
Kur’an gerçek bir tarihin içinden geçerek gelmekteydi, son derece hakikiydi ve vakıayla reel irtibatı vardı. Dolayısıyla, sırf dilbilimsel yorum faaliyetleri ile maksatlarının tam olarak anlaşılması mümkün değildi; teşekkül sürecine de vakıf olmak gerekiyordu. İşte tam da bu noktada devreye kaynak metinlerin teşekkülü ile çağdaş başka özneler giriyordu ki sahabe ismi ile anılan bu öznelerin içtihat ve yorumları gerek tefsir, gerek fıkıh, gerekse kelam için ilk mesabesinde vahyin tatbikini tahkiye eden orijinal rivayetlerdi ve bu rivayetlerden bir yorumsama tekniği/usül üretilebilirdi. Peki, onların bilgisine güvenlikli bir şekilde nasıl ulaşılacaktı?
Buradaki boşluğu tarih/siyer ve hadis ilmi doldurdu. Hadis mecmualarında ve bir kısım rivayet tefsirinde geçen pek çok rivayet, temel metinlerin nüzul asrında Rasulullah tarafından, ardından Sahabe tarafından nasıl işlendiğini göstermekteydi. Bu dönemde kaynak metinlerin ilk yorumları oluştu. Kur’an ve Sünnete ek olarak sahabe rey ve içtihadı da artık referans metin hüviyetini kazanıyordu. Takip eden nesillerce aynı şekilde anlaşılmış olmalıdır ki ilk neslin rivayetleri bilhassa rivayet tefsirlerinde hadislerle birlikte mütalaa edilmişti.
Tefsirin görevi ayetleri nüzulle eşzamanlı olarak ilk muhatapların anladıkları gibi anlamaya çalışmaktı. Bunun için dilbilimin yanı sıra tarihin de bilgisine ihtiyaç vardı. Söz konusu bilgi hadis külliyatında ve tarih kitaplarında mevcuttu. Üstelik hadis ilgili malumatı ham halde bırakmamış, tenkite tabi tutarak güvenilirliğini test etmişti. Hadis usûlü, rivayete dair umdeleriyle ve tarihsel süreçlere tanıklığıyla nakle dayalı bilginin işlenme yöntem ve kaidelerini belirliyor, Kur’an dâhil bütün kaynak metinleri tanımlıyordu. Fıkıh ve Kelamsa“Sebebin hususiliğine rağmen, lafzın umumi olabileceği”[2] prensibine dayanarak ilahi metni sebebinden bağımsız umumi bir metin olarak telakki edebiliyordu. Bu bağlamda Kur’an’ı saf metin olarak, dil ve mantık kurallarıyla, nass, zahir, mücmel, mübeyyen, âmm, hâss, mutlak, mukayyet, hitabın mana ve konusu, lahne’l-hitab, hitabın delili, nesh ve koşulları, çok anlamlılık, eş anlamlılık ve zıt anlamlılık gibi durumlar, Arap dil enstrümanları (dilbilim, etimoloji, morfoloji, linguistik, semantik, retorik ve semiyotik), kontekst/siyak-sibak, lafzın zihne mütebadiren doğan anlamı; hakikatin mecaza, umumun hususa, mutlağın mukayyete, istiklalin idmara takdimi, te’hire dair bir karine bulunmadıkça kelamın orijinal tertibini esas almak gibi karinelere bağlı kalınarak okunuyordu. İşbu karineler her ne kadar farklı ihtisas alanlarında farklı hiyerarşiyle takdim edilseler de genel espri itibarıyla müşterek olarak istihdam ediliyordu.
Bundan ötürü farklı sahalarda kaleme alınmış usül kitaplarında farklılıklara rağmen ortak bir terminolojiye ve vücûh ve’n-nezâir, hakikat-mecaz, muhkem müteşâbih, kıraat, esbâb-ı nüzul, nasih-mensuh, kıssalar, siyer, rivayetler ve bunun gibi müşterek temalı konu başlıklarına rastlanır. Bu durum aynı temel kaynakların yorumsanmasına ilişkin usullerin konu bütünlüğü dolayısıyla pek çok noktada kesişmek durumunda olmasındandır. Sıddık BAYSAL, Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı, Tefsir Bölümü Doktora Öğrencisi
[1] Basit bir örnekle hadislerin yazılmasının nüzul döneminde yasaklanması, “bana taammüden yalan isnat eden cehennemdeki yerini hazırlasın.” şeklindeki ifade rivayet kültürünün disiplinsiz hareket etmesine mani oluyordu.
[2] Hafız Celaluddin Abdurrahman es-SUYUTİ, el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an, Daru ibn Kesir, Dımaşk 1996, c. II, s. 95-96
Bayram AKTAŞ / 11952751
Sözlükte "geride kalmak ve biri diğerinin
yerine geçmek" anlamındaki half kökünden türeyen ihtilâf, masdar
ve isim olarak "bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi,
gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak,
görüş ayrılığı, anlaşmazlık" gibi mânalara gelir. Terim olarak ihtilâf, "söz
veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak"
demektir İhtilâf ve hilaf terimleri bazan
benzer veya eş anlamlı olarak kullanılırsa da aralarındaki ince fark
genellikle korunmaya çalışılmıştır. İhtilâfın daha çok "farklı
bir görüşe sahip olma, farklı görüşlerden birini benimseme"
anlamı taşımasına mukabil hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade
ettiği söylenebilir. Buna göre ihtilâf maksat aynı olmakla birlikte yöntemin
farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.
Bir diğer tanıma göre de delile dayanmayan
aykırı görüşe hilaf, delile dayanana ise ihtilâf denmiştir. Literatürde kesbî
ve gayri kesbî (tabii) olmak üzere iki farklı ihtilâf kavramından da söz
edilir. Bunlara "görüşler ihtilâfı" ve "cinsler ihtilâfı"
adını veren Ebû Hilâl el-Askerî ve İbn Akil. görüşler ihtilâfını "iki
hasımdan birinin görüşünün diğerininkinin aksine olması",
cinsler ihtilâfını da "iki şeyden birinin diğerinin yerini
tutmasının imkânsızlığı" şeklinde tanımlarlar.
Kur'an'da ve hadislerde ihtilâf kelimesi
mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmış, daima birlik olmak,
tefrika ve ihtilâftan kaçınmak emredilmiştir. Birçok âyette sözü edilen
ihtilâf dinî inançlarla ilgili olup insanın dünya ve âhirette mutlu ya da
bedbaht olması bu gibi konularda benimsediği görüşlere ve aldığı tavırlara
bağlanmış, bu tür ihtilâflara düşen insanlar arasında hüküm vermeleri için
peygamberlerin gönderildiği ifade edilmiştir (el-Bakara 2/213). Peygamberlerin
açıklamalarından sonra hâlâ ihtilâflarını sürdürenler ise birçok âyette kınanmış
(meselâ bk. ÂI-i İmrân 3/19, 105; el-Câsiye 45/17) ve nihaî hükmün âhirette
bizzat Allah tarafından verileceği belirtilmiştir (Âl-i İmrân 3/55; el-Mâide
5/48; el-En'âm 6/164).
İslâm düşüncesinde dinî konulardaki ihtilâfın
meşruiyeti inanç konuları (usûlü'd-dîn) ve fıkhî hükümler (fürûud-dîn) olmak
üzere temelde İki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiş, inanç
konularında taraflardan sadece birinin haklı, diğerlerinin hatalı olduğu ifade
edilmekle birlikte genellikle iki ayrı kategori ortaya konmuştur. Yaratıcının
varlığı ve birliği konusunda ileri sürülen aykırı düşüncelerin kişiyi İslâm
dışına çıkaracağı hususunda İslâm düşünürleri arasında ittifak varken Allah'ın
sıfatları ve iradesi, kaza ve kader gibi konulardaki aykırı yaklaşımlar bid'at
olarak değerlendirilmiştir. İslâm düşüncesinde genel eğilim ehl-i kıbleye
mensup insanları tekfir etmemek yönünde olmakla birlikte bu tür konulardaki
aykırı tavırları da İslâm dışına çıkmada yeterli görenler olmuştur
Fıkıh ilminde ihtilâf icmâ ve
ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur'an ve Sünnet'in temel ilkelerinde birleşen
ilim adamlarının, "müctehedün fîh" denilen içtihada açık konularda
muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir. İhtilâfın
sonuçları usûl-i fıkıhta çeşitli açılardan ele alınmış olup bu çerçevede aynı
konuda farklı sonuçlara ulaşan müctehidlerden yalnız birinin mi hepsinin mi
isabet etmiş sayılacağı, isabet etmeyenlerin günahkâr olup olmadığı, mukallidin
istediği içtihadı benimsemesinin yahut mezheplerin ruhsatlarını araştırıp
uygulamasının cevazı ve yanlış içtihada uymaktan kaçınmak için ihtiyaten
herkesin birleştiği şeyleri yapmanın müstehaplığı gibi konular anılabilir.
İslâm
tarihinde ortaya çıkan ilk ihtilâfın Sakife günü halife seçiminde yaşanan, bazı
uygulamaları sebebiyle Hz. Osman'ın hilâfetinin son günlerinde ortaya çıkan,
Resûl-i Ekrem'in vefat edip etmediği ve ardından nereye defnedileceği konusunda
veya Hz. Peygamber'in ölüm döşeğinde iken tavsiyelerini yazdırmak üzere kâğıt
kalem istemesi ve Hz. Ömer'in hastalığın etkisiyle bu istekte bulunduğunu
söylemesi üzerine yaşanan ihtilâf olduğuna dair çeşitli görüşler ileri
sürülmüşse de bu ilk ihtilâf tartışmasının bütün İslâm toplumunu ilgilendiren
ayrılıklar etrafında yapıldığı anlaşılmaktadır. Şahıslar arasındaki fıkhî
ihtilâfların ise başlangıçtan beri hep var olageldiği bilinmektedir. Ashap
Resûlullah döneminde bile içtihadı hükümlerde ihtilâf eder. ancak Hz.
Peygamber'e müracaatla ihtilâflarını hallederlerdi.
Resûl-i
Ekrem'in vefatından sonra bir ara bulucu kalmadığı için artık herkes kendi
görüşünde devam etmiştir. Sahabe, farklı ictihadları tenkit etmekle birlikte muhaliflerine
karşı geniş bir tahammül ve hoşgörü sahibiydi; ortaya çıkan yeni bazı
meselelerde ihtilâf ettikleri halde her biri diğerinin muhalefetini kınamaksızın
caiz görür ve insanları ferdî ictihadlardan engellemeye asla çaba sarfetmezdi.
Şûra neticesi üzerinde görüş birliği sağlanan kararlara ayrı bir önem vermekle
birlikte ashap bütün özel hükümlerde icmâ hasıl olmasını da asla savunmazdı.
İslâmî
ilimlerin teşekkül etmeye başlamasıyla fıkhî ihtilâfların bilinmesi fıkıh
ilminin bir gereği olarak görülmüştür. İlmi icmâ ve ihtilâf olmak üzere iki
kategoride ele alan İmam Şafiî müctehidin muhalifini dinlemekten kaçınmaması
gerektiğini, onu dinlemesi halinde farkında olmadığı şeylerin farkına varıp
düşüncesini daha sağlamlaştıracağını belirtir . Ona göre müctehid, muhalifinin
neye dayanarak görüş ileri sürdüğünü ve terkettiği görüşü niçin terkettiğini
anlamak için gayret sarfetmeli ve insaflı olmalıdır ki kendi kabullendiği görüşün
benimsemediği görüşten üstünlüğünü anlayabilsin.
Fıkhî konularda ihtilâfın meşruiyeti
II. (VIII.) yüzyıldan itibaren sorgulanmaya başlanmıştır. Kur'an'dayer alan,
ihtilâf ve tefrikaya düşmeyi kötüleyen genel anlamdaki âyetleri (meselâ Âl-i
Imrân 3/19; en-Nisâ 4/82; eş-Şûrâ 42/13; el-Beyyine 98/4) göz önünde bulunduran
Müzeni, İshakel-Mevsılî, Câhiz, Zahirîler. Şîa ve Bâtınîler ihtilâfın dinde
yeri bulunmadığını, aksine uzlaşmanın ve birlik olmanın emredildiğini
savunmuşlardır.
İhtilâfın
meşruiyetini savunanlara göre Kur'an'da müteşâbih. müşterek ve mecazi
lafızların varlığı insanların ihtilâfına zemin hazırlamıştır. İhtilâf gayri
meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkları kullanılırdı. Ayrıca aklı
kullanma ve düşünme emredilmiş olup insanların farklı kapasitelere sahip
bulunmaları sebebiyle ihtilâfa düşmeleri kaçınılmazdır. Hz. Peygamber'in.
Kur'an ve Sünnet'te cevabını bulamadıkları konularda sahabeye verdiği ictihad
izninin de ihtilâfa sebep olacağı gayet açıktır. İctihadda isabet eden
kimsenin iki. hata edenin bir sevap kazanacağını ifade eden hadiste (Buhârî/'i'tişâm",
13, 21; Müslim, "Akziye", 15) hata edene bir sevap verilmesi
ihtilâfın tasvip edildiğini gösteren bir başka delildir.
Karşı tarafın ileri sürdüğü delilleri,
hakkında sadece bir mânaya ihtimali olan aklî yahut naklî bir delilin
bulunduğu hükümlerde, zanla yetinilmeyip kesin bilgiye ulaşılması şart
koşulan tevhid ve Hz. Peygam-ber'e iman gibi dinin temeli sayılan konularda
aykırı görüş belirtmenin, icmâ gerçekleştikten sonra ona muhalefet etmenin
veya devlet başkanlarına, valilere ve kadılara karşı gelmenin yahut içtihada
ehil olmayanların re'y ihtilâfının yasaklandığı şeklinde anlamak gerekir.
Dinin fürû meselelerinde ihtilâf yasaklanmış değildir. Belli bir konuda
insanların farklı durumlarına göre farklı hükümler koyan naslar bulunduğuna
göre bu tür konular da görüş ayrılıklarına yol açacak içtihadın caiz olması
imkânsız değildir. İhtilâfın tamamı kötü olsaydı şeriatın naslarda açıkça
belirtilen ahkâmında ihtilâfın da caiz olmaması gerekirdi. Nasta emsali caiz
olan ictihadda da caizdir (Cessâs, Ahkâmü'l'Kur'ân, 314],
İslâm'da usul (akaid) konularında ve
genel ilkelerde (külliyat) ihtilâf doğru karşılanmazken fıkhî konularda
müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha ile karşılanmış ve,
"Hata ihtimaliyle birlikte bizim mezhebimiz doğrudur; doğru olma
ihtimaliyle beraber muhalifimizin mezhebi hatadır" şeklinde formüle
edilen bu anlayış, bazı istisnalar dışında İslâm âleminde geniş kabul görmüştür.
Avn b. Abdullah, "Hz. Peygamber'in ashabının ihtilâf etmemiş
olmasını istemezdim. Zira bir şeyde birleşmiş olsalardı bir kimse onu
terkettiğinde sünneti ter-ketmiş. ihtilâf ettiklerinde ise onlardan birinin
görüşünü esas alsa yine sünnete uymuş olur" diyerek ihtilâfın dini
yaşamayı kolaylaştırdığını vurgulamıştır (Dârimî, "Mukaddime", 52).
Fıkhî konularda ihtilâfların sebeplerinden
bazıları şunlardır:
1.
Usul farklılığı. Sarih bir nass
bulunmaması halinde re'y, kıyas, istihsan, istislâh, örf gibi kaynak olup
olmadıkları müctehidler arasında tartışmalı olan delillerin hükme esas alınıp
alınmaması ya da mürsei rivayetlerin delil teşkil edip etmemesinde olduğu gibi
delillerin şartları ile ilgili temel anlayış farklılıkları.
2. Usulün
meselelere tatbikindeki farklılık. aynı usul benimsenmiş olsa bile
karşılaşılan meselede bu usulün nasıl uygulanabileceğine ilişkin olarak ortaya
çıkan ayrılıklardır. Meselâ bir konuda taraflarca esas alınan nassın nasıl
anlaşılacağı hususu ihtilâfa sebebiyet verebilir. Bu cümleden olarak emir ya
da nehiy kipleriyle ifade edilen bir hükmün emir ise vücûb mu mendupluk mu,
yasaklama ise haramlık mı mekruhluk mu ifade ettiği hususuyla ilgili yaklaşım
farklılığı anılabilir.
3. Hadisin ulaşıp ulaşmaması. Çok az
kimse tarafından nakledilmiş olması dolayısıyla bir hadisin müctehide ulaşmaması
yahut sahih olmayan bir yolla ulaşması ve onun da nasların genel ifadeleri,
mefhum ve kıyas gibi başka kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri
haram kılan iki hadisin bulunması ve hadislerden birinin bir müctehide ulaşıp
diğerine ulaşmaması; her müctehidin kendisine ulaşan hadise göre hüküm
vermesi yahut her iki hadis de ulaştığı halde söyleniş tarihlerinin hükmü
yürürlükten kaldıran (nâsih) hadisin bilinmemesi durumu.
4. İçtihada dayalı hüküm verilmiş olan
konularda zamanla şartların değişmesi sebebiyle müctehidlerin
ictihadlarında değişiklik olması. Mecelle'de (md. 39), "Ezmânın
tegayyürüyle ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz" şeklinde ifade edilen maddede kastedilen bu tür ictihad değişiklikleridir.
Burada delil ve hüccetten kaynaklanan bir ihtilâf söz konusu değil sadece dönem
farkından doğan ihtilâf söz konusudur. Ebû Hanîfe ve iki öğrencisi arasındaki
ihtilâfların bir kısmı mezhebin daha sonraki âlimleri tarafından bu tür
ihtilâftan sayılmıştır (örnekler için bk. Kemalpaşazâde, s. 231-233).
İhtilâfı
rahmet olarak gören genel müslüman kitle arasında fıkıh konularındaki
ihtilâfların uygulamaya yansıması dönemlere, ferdî ve kamusal alana göre
farklılıklar göstermiştir. İslâm'ın ilk iki asrında ferdî alanda insanlar
diledikleri âlimlere meselelerini sorar ve verilen cevaplar içinde
dilediklerini uygularlardı, el-Muvatta'ı kanun kitabı haline getirme teşebbüsü karşısında
İmam Mâlik'in sarfettiği, "Âlimlerin ihtilâfı yüce Allah'ın bu ümmete
bir rahmetidir. Herkes kendisince doğru olana uyar, herkes doğru yoldadır ve
herkes Allah'ın rızâsını aramaktadır" sözü (Aclûnî, I, 66) o
dönemde İslâm toplumunda yaşanan vakıanın bir tesbitidir. Mezheplerin
teşekkülüyle belli bir mezhep içinde yetişen kimselerin bir bütün olarak başka
mezhebe geçmesi ya da bazı konularda diğer mezheplerden faydalanması yolu
açıktı. Daha sonra mezheplerin kurumsallaşmasının ardından bu imkânın
sınırları "taklid. iltizam, intikal, telfık" gibi başlıklar altında
tartışmaya açılmıştır. X. (XVI.) yüzyıl âlimlerinden Abdülvehhâb eş-Şa'rânî,
dört mezhep arasındaki bütün İhtilâfları tahfif (ruhsat) ve teşdîd (azimet)
kategorileri içinde değerlendirerek kişilerin durumlarına göre bunları
uygulayabileceğini belirtir ve bütün fıkıh konularını tek tek bu açıdan ele
alır. Kamusal alanda ise klasik dönemde kadılar müctehid sayıldığı için
ihtilaflı konularda belli bir görüşle hüküm vermek mecburiyetleri yoktu.
Zamanla müctehid olmayan kadılar tayin edilmeye başlayınca belli bir mezhebe
müntesiplik arandı. Ancak bu kadıların mezhep içindeki farklı ictihadlardan
istifade imkânları vardı. Memlükler döneminde her merkeze dört mezhep kadısı
göndermek suretiyle farklı mezhep ictihadlarmin yürürlükte olmasına imkân
tanınmıştır.
Osmanlı devrinde ise bazı istisnaî
konular dışında Hanefî mezhebine göre hüküm veriliyordu. Modern zamanlarda
İslâm dünyasında kanunlaştırma hareketlerinin başlamasıyla hukuk birliğini
sağlama gayesine yönelik olarak bazı düzenlemelere gidilince muhtelif
ictihadlardan istifade edilmiş, ancak hâkimin kanun metni dışına çıkması engellenmiştir
(Mecelle, md. 1801). Osmanlı hâkimleri. Hanefî mezhebine göre hüküm vermeye
memur olmakla beraber farklı mezheplerden müslümaniarın yaşadığı İrak, Hicaz
ve Yemen gibi bölgelerde halkın mensup bulunduğu mezhebin âlimleri arasından
birinin hakem tayin edilerek hüküm vermesi ve padişah tarafından tayin edilen
Hanefî hâkimin bu hükmü tasdik ve tenfîz etmesi ilkesi getirilmişti (Ali
Haydar, IV, 694-695)
İhtilâfları
İslâm toplumu için ciddi bir tehlike olarak gören bir kısım âlimler ve
siyasetçiler bunların çözümü İçin bazı usuller teklif etmiştir. Bunlardan
bilinen en eski teklif, Basra'da insanlar arasında anlaşmazlıkları giderip
onları barıştırma çabalarıyla tanınan Humeyd et-Tavîl'e aittir. Humeyd. Emevî
Halifesi Ömer b. Abdülazîz'e toplumda birlik sağlamayı teklif edince halife
ihtilâfların bulunmasını hoş karşıladığını belirterek yönetimi altındaki
eyaletlere mektup gönderip kendi bölgelerinin fakiblierinin birleştikleriyle
hüküm vermelerini emretti (Dârimî,"Mukaddime", 52]. İbnü'l-Mukaffa'a
ait çözüm önerisi daha sistematiktir.
Tabiîn neslinden itibaren teşekkül eden
Hicaz ve -Irak ekolleri, hatta aynı ekolün mensupları arasında dahi pek çok
fıkhî meselede görüş ayrılıklarının bulunduğuna ve birbirine zıt görüşlerin
mahkemelerde hükme esas teşkil ettiğine dikkat çeken İbnü'l-Mukaffa', toplumda
hukuk birliğinin sağlanması gayesiyle ihtilâfların devlet eliyle derlenip
bunlar arasından bir kanun metni hazırlanması için Halife Ebû Ca'fer
el-Man-sûr'a bir teklif götürdü. Risale fi's-sahâbe adlı eserde ayrıntıları
verilen bu teklifi yerinde gören halife, İmam Mâlik'in el-Muvatta'ı) kanun
metni haline getirme teşebbüsünde bulunmuştur. Ancak hukukçuların görüşlerine
rağmen siyasî otoritenin görüşüne üstünlük tanıyan bu proje gündeme geldiğinde
ulemâ derhal tepki gösterdi. Daha sonra Halife Hârûnürreşîd, bu amaçla Başkadı
Ebû Yûsuf a özellikle vergi ve ceza hukuku konularına dair olarak Kitâbü'1-Harâcı
yazdırdı.
Müzenî, Fesâdü't-taklîd adlı eserinde
ihtilâfların hallini akademik bir yolla çözüme kavuşturmayı teklif eder. Ona
göre ihtilâf halinde şûra usulüne başvurularak doğru çözüm aranmalıdır. Bunun
için devlet başkanı devrin âlimlerini bir araya getirir ve ihtilâf konusu
hakkında tartışmalarına zemin hazırlar. Devlet başkanı bunu gerçekleştirmezse
fetva konusunda otorite olan âlim, ulemâyı toplayarak aynı şekilde tartışma
ortamı teşkil eder (Zerkeşî. VI, 232-233).
Sünnî fıkıh mezhepleri ile Şiî mezhebi
arasındaki ihtilâfları çözmek ya da en azından asgari seviyeye indirmek gayesiyle
Abbasî Halifesi Me'mûn ve Selçuklu Veziri Nizâmülmülk dönemlerinde bazı
başarısız girişimler olmuşsa da bunlardan en önemlisi, XVIII. yüzyılda Kaçar
hanedanı devrinde Nâdir Şah'ın Osmanlı sultanına sunduğu ve sonuçsuz kalan
tekliftir.
Yakın dönemde Sünnî-Şiî yakınlaşmasını
sağlamak amacıyla Sünnî ulemâdan Muhammed Abduh, öğrencisi Reşîd Rızâ, Mustafa
es-Sİbâî ve Mûsâ Cârullah; Şiî dünyasından Muhammed el-Hâlisî, Şe-refeddîn-i
Âmilî. Seyyid Ahmed-i Kesrevî gibi âlimler bazı çalışmalar yapmışlardır. 1945
yılında Kahire'de aynı amaçla İranlı Şiî âlim Muhammed Taki el-Kummî İle bazı
Sünnî âlimlerin gayretleri sonucu Dârü't-takrîb adıyla bir kurum faaliyete geçirilmiş
ve bu kapsamda 1949'dan kurumun dağıldığı 1972 yılına kadar Risâle-tü'l-İs!ûm
adıyla bir dergi çıkarılmıştır. İran'da 1991'de Mecmaü't-takrîb adıyla aynı
nitelikli bir başka kurum tesis edilmiş ve 1993 yılından itibaren de
Risâle-tü't-takrîb adıyla bir dergi çıkarılmaya başlanmıştır.
BAYRAM AKTAŞ
/ 11952751
Siyer Megazi
Siyer, Sözlükte ‘’ davranış, hal, yol,
adet, bir kimsenin ahlakı, seciye ve hayat hikayesi ‘’ gibi anlamlara gelen
siret kelimesinin çoğuludur. Siret Kur’an-ı Kerim’de, ‘’ Allah Musa’ya asayı al ve korkma!
Biz onu ilk haline dönüştüreceğiz buyurdu ‘’ ayetinde ( taha 20/21) hal
ve şekil manasında yalnız bir yerde geçmektedir. Siret ve siyer Hz.
Peygamberi’in hayatı, onun hayatını konu edinen bilim dalı ve bu dalda yazılan
eserler için terim olarak kullanılmıştır. ‘’
‘’Savaş yeri, savaş hikayeleri’’
anlamındaki mağzat kelimesinin çoğulu olan meğazi ise Resül-i Ekrem’in gazze ve
seriyyelerinin tarihine ve bu konuda
yazılan kitaplara isim olmuştur, siyer kelimesinin eş anlamlısı halinde hem
kendi başına hem de siyerle birlikte kullanılmıştır. Siyer yalnızca Hz.
Peygamber’in hayatı için kullanılan bir terim haline gelmiş,siret ise başka
şahsiyetlerin hayatlarını anlatan Siretü’l-Hüseyn,
Siretü Ömer b. Abdilaziz, … gibi kitapların adlarında da yer almıştır.
Siyer terimi aynı zamanda savaş,
esirler ve ganimetler başta olmak üzere devletler hukuku dallarına giren
konulara isim olarak verildiği gibi bu alanda yazılan Evzai’nin Kitabü Siyeri’l-Evzai, Ebu Yusuf’un Kitabü’r-Red
‘ala Siyeri’l-Evza’i ‘…vb kitapların isminde yer almış, ayrıca fıkıh
kitaplarının bir bölümünün adı olmuştur.
İslam dünyasında Hz. Peygamber’in
hayatı ve şahsiyetine duyulan ilgi Kur’an-ı Kerim’in ve İsla dininin ona
atfettiği önem ve değerle paralellik arzeder . Bir müslümanın bu ilgisi,
Allah’tan başka tanrı bulunmadığına ve Hz .Peygamber’in Allah’ın kulu ve resulü
olduğuna şehadet edip dine girmesiyle başlar. Kur’an üç ayrı düzlemdeki ayet ve
surelerle müslümanın imanla başlayan bu ilgisiningelişip kökleşmesini
sağlamıştır: müslümanın Allah’la birlikte resulullah’a itaat etmesi ( Al-iİmran 3/32en/Nisa4/136) onu herkesten
fazla sevmesi (el-Ahzab33/21) gerektiği, …gibi şahsiyetini öven ayetler ilk
düzlemi oluşturur.
Doğup büyüdüğü Mekke şehri, Kabe,
Kureyş Kabilesi ve cahiliye cağı Arey ap toplumunun dini ve ictimai durumu
hayat telakkileri, çocukluğu,peygamber oluşu, vahiy alışı …gibi konulara yer
veren onun hayat ve şahsiyetinin esaslarını anlatıp adeta siyerinin planını çizen
yüzlerce ayet ikincidüzlemi meydanea getirir.
Ayrıca üçüncü düzlemi teşkil etmek
üzere Kur’an’da onun Muhammed adı dört yerde, Ahmet adı bir yerde zikredilirken
bir çok ayette ‘ ey peygamber ‘’ ‘’ey resul ‘’ Allah ve resulu ‘’ diye hitaba
mazhar olmuş, ona makamı amhmud ihsan edilmiştir
Resulu Ekrem’in Kur’an’ı Kerim’in
muhtevasında çok geniş bir yer tuttuğunu gören sahabe nesli onun hayat ve
şahsiyetini tanıyıp bilmenin Kur’an’ı ve İslam’ı daha iyi anlamak ver öğrenmek için şart olduğunu idrak etmiştir. Bunu
sonucunda onların siyer ve meğaziye dair haber ve rivayetleri tefsir
kaynaklarına yansımış, siyer ve meğazi müellifleri ele aldıkları konuları
ilgilendiren bir çok ayete eserlerinde yer vermişlerdir Siyer ve meğazi ile Kur’an’ın
bu içiçeliğini en iyi anlayan anlayanlardan, hz.peygamberin amcasının oğlu Abdullah b. Abbas çocukluğunda
sahabilerin yanına giderek kendilerinden Resulullah’ın megazisini ve bunlarla
ilgili ayetleri öğrenmeye çalıştığını söylerken bu ilim dalının doğup
gelişmesinde en önemli etkenin Kur’an’ı Kerim olduğunu vurğulamıştır.
Bazı araştırmacıların meğazi
haberlerinin eyyamü’l-Arab’ın bir devamı ve gelişmiş bir şekli olduğunu ileri
sürmeleri, doğru bir yaklaşım değildir. Esasen Kur’an’ı Kerim Müslümanlara
ilimle uğraşma tedvin harekatını başlatma hususunda örnek olduğu gibi ilmin
önemini bildiren ayetleriyle de Müslümanları teşvik etmiş, onlar da Kur’an’ın
iyi anlaşılabilmesi için kıraat, tefsir , Arap dili ve edebiyatı, Resulullah’ın
daha iyi bilinmesi için de siyer ve meğazi konusunda tedvin faliyetlerine
başlamışlardır. Sünnetin tesbiti için yaptıkları hadis toplama çalışmalrının
bir benzerini siyer ve meğazi konusunda yaparak
bu ilim dalının temelini atmışlardır.
Ortaya çıkan hukuki meselelerin
çözümü, hicretin tarih ve takvim başlangıcı olması, divan teşkilatının kuruluş
aşamasında sahabilerin İslam’a girişlerinin, başta Bedir gazvesi olmak üzere
kimlerin hangi savaşlara katıldıklarının ve yaptıkları hizmetlerin bilinmesine
ihtiyaç duyulması gibi hususlar siyere olan ilgiyi artırmıştır.
Rasülullah’ın merkezi bir şahsiyet
olarak önemini tabiin döneminde de sürdürdüğünü torunu Hz. Hüseyin’in oğlu
Zeynelabidin’in şu ifadeleri göstermektedir. ‘’Biz nebinin meğazisini Kur’an’dan
bir sureyi öğrendiğimiz gibi öğrendik ‘’ I.(vıı) yüzyılın yarısına kadar
hadislerin tedviniyle birlikte iç içe yürütülen siyer ve meğazi çalışmaları giderek
kendine has bir seyir takip etmeye başlamıştır. Bu dönemden itibaren kaleme
alınmaya başlanan sahifeler veya risaleler siyer yazıcılığındaki müstakil
gelişmelerin işaretleri olarak görülebilir. Bu gelişmeleri sağlayanların hemen
tamamının aynı zamanda hadislerin yazıya geçirilmesinde aktif rol oynamış
muhaddisler olduğu dikkat çekmektedir. Teyzesi Hz Aişe başta olamk üzere bazi
sahabilerden aldığı hadisleri rıvayet
etmesiyle bilinen Urve b Zübeyr bunların başında gelir. Medine’li yedi fakihten
biri olarak bilinen Urve siyer ve meğazinin esaslarını tesbitte öncülük yapmış,
Emevi halifeleri Abdülmelk b. Mervan ve Velid b.Abdülmelik ile Velid’in yakın
adamı İbn Ube Hudeyne’nin Hz. Peygamber’in siyer ve gazvelerine dair sorularına
medine’den yazılı cevap vermiştir Urve’nin bu uzun cevaplarından Abdülmelik’e
gönderdikleri oğlu Hişam b. Urve yoluyla, Belid ve Hudeyne’ye gönderdikleri ise
İbn Şihab ez-Zühri yoluyla rivayet edilmiş, bunlar ilk yazılı siyer metinleri
olarak günümüze kadar gelmiştir.
Tabiin döneminde siyer ve meğazi
sahasında telif çalışmalarnda adı geçen bir diğer şahsiyet Hz. Osman’ın oğlu
Eban’dır Abdülmelik b.Mervan zamanında
Medine valiliği yapan Eban halifenin oğlu veliaht Süleyman 82(701) yılında hac
için Medine’ye geldiğinde kendisene şehri gezdirip Uhud ve Kuba’ya götürür.
Onun bu yerler hakkındaki sorularına cevap verir. Aldığı bilgilerden memnun
olan süleyman Eban’dan kendisi için Resulullah’ın bir siyerini yazmasını ister. Eban ‘’ Böyle bir eser bende var ; kendisine
güvendiğim kimselerden düzeltilmiş bir halde bunu aldım ‘’ diye cevap
verince Süleymen kendisi içinde bir nüsha istinsah edilmesini emrede ve bunun
için ona on adet ince deri kağıt verir Süleyman yazılan nüshayı okuduğunda
içinde ensarın faziletine dair bilgilerin bulunmasını yadırgayıp yaktırır.Bu
siyer sahifesinin bu tarihta Medine valisinin elinde bulunması meğazi
çalişmalrının tabiin dönemimde yazıya geçirildiğine göstermektedir
Ömer b. Abdülaziz’in hadisleri
toplamakla görevlendirdiği ibn Şihab ez-Zühri (ö.124/742) siyer ve meğazi
yazıcılığını yeni bir asfhaya intikal ettirmiştir. Urve’nin Hz. Aişe’den,Asın
b. Ömer’in Mahmud b. Lebib’den, Abdullah b. Ebu Bekir’in babasından aldığı
haberleri toplayıp bunları siyer ve meğazi sahasında eser verecek olan
talebeleri Musa b. Ukbe, İbn İshak ve Ma’mer b . Raşid’in kolayca
ulaşabilecekleri yazılı bir metin haline
getirmeyi başaran Zühri’nin kendi adına mstakil bir meğazi kitabı bugüne
ulaşmamakla birlikte bilhassa talebelerinden Musa b. Ukbe ile Ma’mer b.
Raşid’in eserlerinde yer alan haberler göz önüne alındığında Hz. Peygamber’in
hayatının büyük bir kısmının onun yazılı rivayetlerine dayanılarak kaleme
alınabileceği görülür.
Siyer ve meğazi sahasındaki
çalışmaların en verimli dönemi tabiin döneminin son temsilcilerinin eserlerini
yazdıkları ıı.(vııı.) yüzyılın ilk yarısına rastlar. Bu dönemin akimleri
kendilerinden önce sahife ve risalelerde toplananlarla ulaşabildikleri diğer
rivayetleri konularına göre tasnif edip kronolojik sıraya koyarak siyer ve
meğazi kitaplarına son şeklini veren eserlerini telif etmişlerdir bu neslin
müelliflerinden Musa b. Ukbe(ö.141/758) kaynakları arasında Urve, Abdullah.
Abbas, Nafi ve Zühri gibi şahsiyetlerden gelen haberlerin yer aldığı Kitabü’l-Meğazi adlı eserinde Kabe’nin
yeniden inşası, ilk vahyin gelişi , Habeş muhaceratı gibi Mekke dönemi
olaylarına, Medine döneminde ise başta seriye ve gazveler olmak üzere
Resulullah’ın siyerine dair bazı gelişmelere yer vermiştir.
Siyer kitaplarına günümüzde bilinen
şekini veren ibn İshak (ö.151/768) yukarda geçen şahsiyetlerin rivayetlerinin
yanında çoğu sahabe çocuğu olan medine’li 100 kadar raviden, ayrıca
İskenderiye’ye giderek Yezid b. Ebu Habib başta olmak üzere diğer alimler
hadis, siyer ve mağazi haberleri almak suretiyle kendisinden önce kimsenin
toplayamadığı zengin haberleri elde etmiş, bunları tasnif ederek meşhur eseri Kitabü’l mübteda ve’l-mebas ve’l-Meğazi’yi
(Siretü ibn İshak) kaleme almiştır.
Hicretin ilk iki asrında siyer ve meğazi
sahasında eser verenlerin sonuncusu ve en meşhurlarından birisi de Vakidi ‘dir.(
207/823) Onun meğazisinin en bariz özelliği Resullah’ın yalnızca Medine dönemindeki gazve seriyyelerini ele
almış olmasıdır. Kendinden önce birçok alimden rivayet alan Vakidi’nin İbn
İshak’ı kaynakları arasında zikretmemesi ibn
İshak’tan intihallerde bulunmakla suçlanmasına neden olmuştur.
Siyer ve meğaziye yer veren ilk tabakat
müellifi ibn Sa’d ‘dır (ö.230/845) Katibu’l-Vakidi diye meşhur olan ibn Sa’d
hocasınjn kitaplarından nakiller yapmasının yanında onun kütüphanesinden ederek
sahabe, tabiin ve tebeu’t-tabıinin biyoğrafilerini kapayan meşhur eseri
Kitabü’t-tabakati’l-Kebir’ini yazmıştır. Eseri siyer ve meğazi konusuna tahsis
edeilen iki ciltlik ilk bölümü İbn İsahk’ın İbn Hişam yoluyla günümüze ulaşan
es-Siretün-Nebeviyye’si ile Vakidi’nin Kitabü’l-meğazisi’nden sonra Hz.
Peygamber’in hayatı ve şahsiyeti üzerine kaleme
alınmış en eski metindir
İslam dünyasında fütuhat tarihcisi olarak
tanınan Belazüri’nin (ö.279/892) Ensabu’l-Eşrafı kabile esasına göre
düzenlenmiş bir tabakat kitabıdır.Tabakatının başına siyer yazan ikinci müellif
olarak dikkati çeken Belazüri esere Hz.Peygamber’in hayatını anlatarak başlar.
İslam dünyasında tarihçilerin babası
diye tanınan Tarihü’l-ümem ve’l-mülük’ün müellifi ibn Cerir et-Taberi’nin temel
özelliği Hz. Adem ‘den başlayarak kendi imkanlarına göre bir dünya ve
peygamberler tarihi yazmaya başlaması, ardından peygamberler tarihinin devamı
ve son halkası olmak üzere Hz.Peygamber’in Mekke ve Medine dönemlerini oldukça
geniş biçimde kronolojik olarak kaleme
almıştır. Tarihü’l ümem daha sonraki tarihçilerin siyerle ilgili haberlerinin
en önemli kaynağı olmuştur .
Konusu doğrudan doğruya Resul-i Ekrem’i
anlatmak olan ve onun bazı yönlerini ele alan ilim dalları hadis, siyer ve
meğazi, şemail ve delail olarak sıralanır. Bulardan Hz.Peygamber’in beşer
yönünü konu edinen, yaşayışını ve şahsi hayatını anlatan ilim dalına şemail adı
verilmiştir. Muhaddis Tirmizi (ö.279/892) ilk şemail terimini bu anlamda
kullanarak Kitabü’ş Şemail adlı eserini yazmış, bir çok alim bu kitabın
şerhlerini yapmak suretiyle konu etrafında geniş bir literatürün oluşmasını ve
başka eserlerin yazılmasını sağlamıştır.
Siyer ve meğazi sahasındaki çalışmalar
III.(IX) yüzyıldan itibaren artarak günümüze kadar devam etmiştir. Nüshaları
zamanımıza ulaşmamış olanlar bir tarafa bırakılırsa İbn Hıbban’ın
es-Siretün-Nebeviyye’si, İbn Faris’in Evcezü’s-Siyer li-Hayri’l Beşer’i , İbn
Hazm’ın Cevamı’u’s-sire’si, Ebu’l-Ferec İbn’ül-Cevzi’nin el-Vefa
bi-ahvali’l-mustafa’sı, Kela’i’nin el-İktifa fi meğazi Resulillah’ı…Nureddin
el-halebi’nin İnsanü’l uyun fi sireti’l-emini’l me’mun’u bunların
tanınmışlarıdır. Hadis,siyer, delailünnübüvve,şemail,hasaisvb. Kaynaklardan
faydalanarak Hz.Peyğamber’i çeşitli yönleriyle ele alan üç büyük siyer kitabı
olan Makrizi’nin İmta’ul esma bima li’r-resul mine’l ebna’i ve’l ahval ve’l
hafede ve’l meta Şemseddin eş-Şami’nin sübülü’l hüda ve’r-reşad fi sireti
hayri’l ibad ve Muhammed b.Abdulbaki ez-Zürkani’nin
Şerhu’l-Mevahibi’l-ledünniyye adlı eserlerini de muhtevasının genişliği
bakımından özellikle zikretmek gerekir.
BAYRAM AKTAŞ / 11952751
İBN HİŞAM
Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelİk
b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (ö. 218/833)
es-Sîretü'n-nebevîyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi, dil ve ensâb
âlimi.
İbn Hişâm
tahsilini Basra'da tamamladı. Daha sonra Mısır'a gitti ve ölünceye kadar
Fustat şehrinde yaşadı. İbn Hişâm 13 Re-bîülâhir 218 (8 Mayıs 833) tarihinde
Fustat'ta vefat etti. Bazı kaynaklarda 213'-te (828) öldüğü nakledilir.
İbn Hişâm kaynaklarda tarih, ahbâr,
ensâb, şiir, nahiv ve lügat âlimi olarak tanıtılmakla birlikte hocaları,
eserleri ve görüşleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. İbn İshak'ın Sîretü İbn
İshâk diye de bilinen Kitâbü'l-Mübtede ve 'i-mebcaş
ve'i-megazi'sini yeniden tertip eden İbn Hişâm şöhretini bu esere
borçludur. Eseri hazırlarken İbn İshak'ın en meşhur râvilerinden Ziyâd b.
Abdullah el-Bek-kâî'nin Kûfî- Bağdadî diye meşhur olan nüshasını esas alarak
eseri kısaltmış, bu arada bazı ilâvelerde de bulunmuştur. Kitap zamanla onun
adıyla anılır olmuştur. Kıftî, Zehebî, İbn Kesîr, İbnü'l-İmâd, İbn Hallikân ve
Sehâvî gibi müellifler, bu eseri Hz. Peygamber'in hayatına dair en sağlam ve
en iyi siyer kitabı olarak kabul etmişlerdir.
İbn Hişâm, İbn İshak'ın kitabını esas
almakla birlikte onun aksine Kur'an'da temas edilmeyen ve Hz. Peygamberle ilgisi
olmayan konulara, pek tanınmayan şairlerin şiirlerine, nezaket dışı bazı ifadelere
ve hocası Bekkâî'nin güvenilir bulmadığı rivayetlere itibar etmediğini söyler.
Müellif eserine aldığı bazı
şiirlerin dilini ve veznini düzeltmiş, bazılarının nisbet edilen şahıslara ait
olmadığını belirtmiş, bir kısmının kaynağını ve râvilerini zikretmiş, bazan da
yeni şiirler ilâve etmiştir.
İbn Hişâm'ın eserde yer alan âyet,
hadis ve şiirlerdeki garîb kelimeleri açıklarken verdiği bilgiler, onun Arap
dili ve edebiyatına vâkıf olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Kelimeleri
şiirlerden deliller getirmek suretiyle açıklayan İbn Hişâm, ayrıca Ebû Ubeyde
Ma'mer b. Müsennâ başta olmak üzere Yûnus b. Habîb, Ebû Muhriz Halef el-Ah-mer,
Ebû Zeyd el-Ensârîve Hasan-ı Basrî gibi âlimlerden nakillerde bulunmuştur. Bazı
tarihî bilgileri esere ilâve etmesi, birtakım kelimelerin okunuşunu belirtmesi
ve şahısların nesepleriyle ilgili bilgileri ilâve etmesi, onun İbn İshak'ın
eserine yaptığı diğer katkılar arasında sayılabilir. İbn Hişâm. esere yaptığı
bu ilâveleri "kale İbn Hişâm" diye başlayan bir ibareyle göstermiştir.
İBN
İSHAK
Ebû Abdillâh Muhammed b. îshâk b. Yesâr b. Hıyar el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî (ö. 151/768) Siyer ve megâzî müellifi, muhaddis. 80 (699) yılında Medine'de doğdu
Bazı şarkiyatçılar. İbn İshak'ın büyük dedesinin
hıristiyan olmasından dolayı İncil'i ve Süryânîce'yi iyi bildiğini ve Hz.
Peygamber'den önceki dönemin tarih ve kıssalarını iyi bilmesinde de bu aile
kültürünün izlerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak İbn İshak'ın İncil
ve Tevrat'ı Medine'de okuduğu, Süryânîce'yi birkaç yıllık ikameti sırasında
Mısır'da öğrendiği ve bu kültürü orada aldığı kabul edilmektedir.
İbn
İshak'ın babası İshak, amcaları Mûsâ ve Abdurrahman ile kardeşleri Ömer ve Ebû
Bekir de ilimle, bilhassa hadis rivayetiyle uğraşan kimselerdi
İbn İshak eğitimini, başta
babası ve amcaları olmak üzere birçok şahsiyetten hadis, siyer-megâzî, şiir,
eyyâmü'l-Arab ve ensâb bilgileri alarak tamamladı. Ona ders veren Medine'nin meşhur
âlimleri arasında Âsim b. Ömer b. Katâde,
Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekir, Yezîd b. Rû-mân, Muhammed b. İbrahim et-Teymî,
Ebân b. Osman b. Affân, Muhammed el-Bâkır, Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf,
Abdullah b. Ömer'in mevlâsı Nâfi', Atâ b. Yesâr, Abdurrahman b. Esved, Salim
b. Abdullah b. Ömer ve İbn Şihâb ez-Zührî bulunmaktadır.
İbn İshak'ın, çoğu sahabe çocuğu olan 100
kadar Medineli râviden hadis aldığı söylenir. Kendisinin bazı sahâbîlere
yetiştiği, bu arada Enes b. Mâliki (ö. 93/711-12) gördüğü ve Saîd b. Müseyyeb'e
de bir süre öğrencilik yaptığı bilinmektedir. 118 (733) veya 119 (737) yılında
İskenderiye'ye giderek Yezîd b. Ebû Habîb, Sümâme b. Şüfâ, Ubeydullah b.
Mugire, Ubeydul-lah b. Ebû Ca'fer, Seken b. Ebû Kerime ve Kasım b. Kuzmân'dan
hadis aldı. Ayrıca orada hadis rivayetiyle de meşgul oldu: Yezîd b. Ebû
Habîb, Kays b. Ebû Yezîd ve İshak b. İbrahim b. Mûsâ kendisinden hadis rivayet
ettiler. Bu arada Yezîd b. Ebû Habîb'den kaydettiği, Hz. Peygam-ber'in İslâm'a
davet mektuplarını götürecek elçilere hitaben yaptığı konuşmanın metnini
Medine'deki hocalarından İbn Şihâb ez-Zührî'ye göndererek doğrulattı; onun bu
tutumu rivayet konusundaki hassasiyetini göstermektedir.
Onun
horoz dövüştürdüğü, Mescid-i Nebevinin arkasında kadınlara yakın yerde oturduğu
ve onlarla konuştuğu veya Kaderi inancına sahip olduğundan dolayı Medine valisi
tarafından kırbaç cezasına çarptırıldığı yahut boynuna ip bağlanarak mescidin
içinden geçirildiği gibi isnatlar yanında Şiîliğe temayül etmesi sebebiyle
Mısır'a gitmek zorunda kaldığı iddia edilmiştir.
Medine'de İbn İshak'ın aleyhinde
konuşanlar arasında iki meşhur hadis âlimi Hişâm b. Urve ile Mâlik b. Enesin de
bulunması dikkat çekmektedir. Hişâm b. Urve, İbn İshak'ın karısından hadis
rivayet etmesinin doğru olmadığını ileri sürmüş ve onu yalancılıkla
suçlamıştır. İbn İshak ise kendi aleyhinde konuşmasına rağmen
kitabına ondan birçok rivayet almıştır. Aynı zamanda meşhur ensâb âlimleri arasında
sayılan İbn İshak ile Mâlik b. Enes birbirlerinin Zûasbah'ın mevâlîsin-den
olduklarını iddia etmişler, ancak karşılıklı suçlamaların artması üzerine İbn
İshak İrak'a gitmeye karar verince barışmışlardır. Aslında Mâlik b. Enes onu
hadis rivayeti dolayısıyla eleştirmiyor, Hz. Peygamber'in Hayber, Kurayza,
Nadîr gibi gazvelerine dair bilgileri yahudi asıllı müslümanlardan almasını
uygun bulmuyordu.
İbn İshak çeşitli tenkit ve ithamlara
mâruz kalmışsa da başta Buhârî
olmak üzere Müslim, Ebû Dâvûd, Tlrmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel gibi
muhaddisler ondan hadis rivayet etmişlerdir.
Hadis ve siyer-megâzî sahalarında
İbn İshak'ın üstadı olan İbn Şihâb ez-Zührî, "Megâzî ilmini öğrenmek isteyen
İbn İs-hak'a müracaat etsin" derdi. Zührî ve Süfyân b. Uyeyne,
"İbn İshak yaşadığı müddetçe Medine'de ilim yok olmaz";
İmam Şafiî de. "Megâzîde derinleşmek isteyen kimse Muhammed
b. İshak'a muhtaçtır" diyerek kendisini övmüşlerdir. Siyer sahasında onu en büyük âlim kabul eden
Zührî ulaştığı seviyeyi ve bu alanda Medine'de toplamış olduğu geniş
malzemeden takdirle söz etmiş, zaman zaman megâzî ile ilgili konularda
kendisine bir şeyler de sormuştur.
İbn Hişam, İbn Şihâb ez-Zührî’ nin aksine Emevi hanedanı ile münasebet kurmamış , Abbasi’lerin iktidarı ele geçirmesinden sonra Cezire, Küfe ve Hire şehirlerini gezmiştir. Daha sonra Halife Mansur’un yanına geldi . İbn İshak’ı iktidara gelmeden önce tanıyan Mansûr. O’nu oğlu Muhammed'e hoca tayin etti ve ayrıca onun için başlangıçtan o güne kadar gelen bir tarih kitabı yazmasını istedi. İbn İshak, daha önce Medine'de topladığı zengin malzemeye dayanarak istenen kitabı yazdı ve halifeye sundu; ancak daha sonra onu çok geniş bulan halifenin isteği üzerine özetlemek zorunda kaldı
Mehdî ile Horasan ve Rey'e giden İbn
İshak buralarda da hadis rivayetini sürdürdü. 146 (763) yılında Bağdat'ın
kurulması üzerine halifenin maiyetinde yer alması sebebiyle oraya yerleşti,
vefatına kadar yine hadis rivayetiyle meşgul olup es-Sîre'sini okuttu. 151
yılında burada öldü ve sonraları Hârûnürreşîd'in annesi Hayzürân'ın adıyla
anılan mezarlığın doğu tarafına Ebû Hanîfe'nİn kabri yanına gömüldü.
Yaşadığı dönemde emîrü'l-mü'minîn" unvanıyla anılan
muhaddislerden olan İbn İshak'tan pek çok kişi hadis ve megâzî rivayet
etmiştir. Buhârî, İbn İshak'ın megâzî dışında çoğu ahkâma ait 17.000 hadis
rivayet ettiğini ve bunların İbrahim b. Sa'd el-Ensâri'nin elinde bulunduğunu
haber vermiştir.
İbn İshak'ın
en önemli eseri olan Kitâbü'1-Meğâzî müellifi henüz hayatta iken büyük bir
şöhret kazanmasına, altmışa yakın râvi tarafından rivayet edilmesine ve daha
sonraki nesilden on âlimin birer nüshaya sahip olmasına rağmen bütünüyle
günümüze ulaşmamıştır. İbn
Sa'd, ilk defa megâzîyi bir araya toplayan ve bu alanda bir kitap yazan kişinin
İbn İshak olduğunu belirtir.
İbn Hişâm,
İbn İshak'ın el-Meğâzi'sinin Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî tarafından rivayet
edilen ve Kûfî-Bağdâdî diye meşhur olan nüshasını kısaltmış, bu arada Hz.
Peygamberle ilgili olmayan veya Kur'an'da temas edilmeyen olayları. uydurma
olduğu ileri sürülen şiirleri, bazılarını incitebilecek nezakete uymayan
haberleri ve Bekkâî'nin mevsuk saymadığı bilgileri eserine almadığını,
aldıklarını ise rivayet edildiği şekliyle aynen kitabına aktardığını
belirtmektedir.
İbn İshak'ın el-Meğazî'si
incelendiğinde Hz. Peygamber'in, hayatı ve şahsiyetiyle münferit bir hadise
gibi telakki edilmeyip dünya ve insanlık tarihinin bir parçası. Hz. Âdem'den
itibaren gönderilen peygamberlerin devamı ve son halkası olarak ele alındığı
görülür. Hz. îsâ'dan önce gelen peygamberlerin tarihi yazılırken Kur'ân-ı
Kerim'deki bazı âyetlerin yanında Vehb b. Münebbih'İn Abbas, Ehl-i kitap ve
bizzat Tevrat'tan aldığı rivayetlerden faydalanılmıştır. Ayrıca Kur'an'da adı
geçen Âd ve Semûd ile hiç anılmayan Tasm ve Cedîs kabilelerinin tarihlerine,
Uhdûd ve Fil vak'aları dolayısıyla Câhiliye çağı Yemen tarihine, Arap
kabileleriyle putlarına,
Hz. Peygamber'in dedelerine ve Mekke halkının dinî anlayışına yer verilmiştir.
İbn İshak bu bölümü yazarken sened göstermemiştir.
Resûl-i Ekrem'in doğumundan hicretine
kadarki gelişmeler ise daha çok ferdî olaylar şeklinde ele alınmıştır. Bunlar
arasında İslâmiyet'i kabul eden şahsiyetlere, Kureyşliler'in Hz. Peygamber'e
ve müslümanlara karşı düşmanlıklarına, Hz. Ebû Bekir'in davetiyle müslüman
olanların, Habeşistan'a hicret eden ve geri dönenlerin isim listelerine,
özellikle Resûl-i Ekrem'in Medine'deki siyasî ve içtimaî hayatı düzenlemek için
yahudilerle yaptığı muahedenin metni gibi diğer kaynaklarda rastlanmayan
önemli bir belgeye yer verilmiştir. Mekke dönemine ait haberlerin tarih
sırasına göre ve senedlerinin arttırılarak kaydedilmesine çalışıldığı görülür.
Bu dönemle ilgili rivayetlerin çoğu Medineli râvilere aittir.
Hicretten sonraki gelişmelerin ele alındığı
bölümde İbn İshak başta gazve ve seriyyeler olmak üzere Hz. Peygamber'in
rahatsızlığı, vefatı ve Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesi gibi önemli
olayları işler. Konuların ayrıntısına geçmeden önce haberin bir özetini, sonra
râvilerden kendisine ulaşan konuyla ilgili diğer haberleri, eğer bu bir savaşsa
meselâ katılanların, ölenlerin ve esirlerin isimlerini verir. Bu bölümde de
çoğu Medineli olan haber kaynaklarını açıklarken özellikle hocaları Zührî, Asım
b. Ömer b. Katâde. Abdullah b. Ebû Bekir b. Hazm'ın isimlerinin yer aldığı
senedle-ri gösterir. Ayrıca başka râvilerden veya olaylara katılanların
yakınlarından topladığı haberleri ekler.
İbn İshak özellikle anlattığı
konuların hadislerle irtibatını çok iyi kurmuş, bazan şahsî görüşlerini de
ekleyerek birçok rivayeti birleştirip bütünleştirmeyi başarmıştır. Onun Ehl-i
kitap'la ilgili haberlerde yahudi, hıristiyan ve Mecûsîler'den rivayette bulunduğu
ve bunların isimlerini saymak yerine "Tevrat ehli", "ilk kitap
ehlinden bazı kimseler", "acemlerden söz nakledenler" gibi
ifadeler kullandığı görülür. Hatta daha da ileri giderek Eski ve Yeni Ahid
tercümelerinden aynen haber almaktan çekinmez. İbn İshak, bu tür haber ve
râvileri kabul etmekle Medine'deki hadis rivayeti geleneğinden ayrılır; ayrıca
bu tip haber ve bilgilere yer verirken eserinde "delâilü'n-nübüvve"
konusuna temas eden ilk müellif olarak dikkat çeker. Onun diğer tarihçilerden
farklı bir yanı da doğru olup olmadığını incelemeksizin eserini şiirlerle
doldurmasıdır; bu yüzden hem çağdaşları hem de daha sonra
gelenler tarafından tenkit edilmiştir.
Bu eseriyle siyer ve tarih yazıcılığının
ufkunu genişleten İbn İshak, Hz. Peygamber'i ve müslümanlan insanlık tarihiyle
bütünleştirip sevilmelerine yardımcı olmuştur. İbn İshak bu kitap sebebiyle
kendinden sonra gelen bütün siyer ve tarih yazarlarının şeyhi ve pîri sayılmış,
daha sonraki siyer müellifleri onun talebesi kabul edilmiştir. İbn Sa'd,
Ezraki, Belâzürîve Taberî başta olmak üzere meşhur tarihçiler eserlerinde İbn
İshak'tan gelen rivayetlere geniş yer ayırmışlardır. Onun Hz. Peygamber'in
biyografisine verdiği şekil bugün dahi ana hatlarıyla muhafaza edilmektedir.
İbn İshak'm el-Meğâzî's günümüze tam
olarak İbn Hişâm'ın es-Sîretü'n-ne beviyye adlı eseriyle ulaşmıştır. Kitabın
orijinali ise eksik nüshalar halinde zamanımıza intikal etmiş ve iki ayrı neşri
yapılmıştır,
a) Muhammed Hamîdullah, Sîretü İbn İshâk
el-müsemmâ bi-Kitâbi'1-Mübtede1 ve'l-mebcas ve'l-meğâzî.
b) Süheyl Zekkâr, Kitâbü's-Siyer
ve'J-meğözf (Dımaşk 1396/1976). M.
Edvvardes The Life of Muhammad adıyla İbn İshak'ın eserini İngilizce'ye (London 1964), Sezai Özel de
Siyer adıyla Türkçe'ye (İstanbul
1988,1991) çevirmiştir. İbrahim Altan İse yazdığı makalede bu tercümedeki
hatalara dikkat çekmiştir.
İslam’ın ilk emrinin ‘oku’ emri olması, bu yüce dinin ilme önem verdiğinin bir göstergesidir. Bunun idrakinde olan İslam âlimleri daha İslam’ın ilk yıllarından itibaren yollara düşüp her şeylerini feda ederek bu yola koyulmuşlar, hayatlarını ilim yoluna feda etmişlerdir. Onların bu yolda başlarından geçen menkıbeler tarih sahnesinde ciltler dolusu kitaplarla anlatılmaktadır. İslam âlimlerinin üzerinde önemle durduğu ilimlerin başında hiç şüphesiz tefsir ilmi gelmektedir. Müfessirler tefsirin her çeşidi ve türü ile ilgili sayısız, ciltler dolusu kitaplar telif edip kaleme almışlardır.
İslâm’ın ana kaynağı Kur’an-ı doğru anlamanın yolu esbabı nüzulü ve nüzul ortamını iyi bilmekten geçer.
Tefsir ilmindeki rivayetler Kur’an’ın sahih manalarına işaret eden veya anlaşılmasını sağlayan rivayetlerdir.
Tefsir rivayetleri bizlere esbabı nüzul gerçeğini ve sebeplerini açıklayıp Kur’an-ı anlamada ufuk açar.
Hz. Peygamber (S.A.V.) örnek nesli ve toplumu yetiştirirken vahiy yolu ile yüce Allahtan destek almış, bizler içinde hidayet ve kurtuluş yolunu göstermiştir.
Müfessirler esbabı nüzul’ün önemine binaen bu alanda müstakil çalışmalar ve eserler telif etmişlerdir.
Tefsir rivayetleri, sahabe ve tabiin dönemlerinde genelde şifahi olarak rivayet edilirken, tabiin asrının sonlarına doğru tedvin daha sonra da tasnif edilmeye başlanmıştır.
Kur’an-ı Kerim, ilk önceleri rivayet ve dirayet olarak tefsir edilmiştir. Dirayet metodu hükümler üzerinde durup, Kuran’dan hükümler ortaya koyarken, Rivayet metodu Hz. Peygamber (S.A.V.) in, sahabenin ve selefin ayetler hakkındaki sözlerini, yorumlarını nesilden nesile günümüze hatta kıyamete kadar aktaran bir tefsir metodudur.
Tefsir rivayetlerinden istifade ederken dikkatli olunmalıdır. Müfessirler tefsirlerine sahih, zayıf, uydurma veya İsrailiyata dayanan sayısız rivayetleri almışlardır. Rivayetlerin tahkiksiz ve senedsiz nakledilmesi de unutulmamalıdır.
Esbabı nüzul değerlendirilirken o zamanın kültürünü, fikrini ve sosyal yönlerini iyi araştırıp ona göre hüküm vermek, sonuca ulaşmak gerekir.
Esbabı Nüzul’ün tarihsel bir şart olmadığı, Aksine Kur’an-ın, ilmi ilahinin istediği hikmete binaen bilinen ortam, zaman, tarih ve tolumda nazil olduğu bir gerçektir. Esbabı Nüzul rivayetlerinin orijinal tarihi insanlığa nüzul ortamının somut bir portresini, resmini çizerek, bizzat yaşanmış olanı tasvir ederek insanlığa hayat vermiştir ve vermeye de devam edecektir.
İbn İshâk(1) ( Ebû Abdillâh Muhammed b. İshak b. Yesâr b. Hıyar el-Muttalibî ) ( 85 -151 / 704 -768 ):İbn Hişam’ın bu eseri siyer konusunda yazılan sağlam bir kaynak hasebiyle bir çok müellif tarafından şerh edildi ve tercümeleri yapıldı. Hoşani, el-İmlâu’l-Muhtasar Fi Şerhi Garibi’s-Siyer ve Süheyli, er-Ravdu’l-Unuf en meşhur iki şerhidir
Sire ve Siyer(3)
Kur’ân’ın Nüzul Ortamı II Dersinden kazanımlar, İbn İshâk, İbn Hişâm,
Siyer-Megâzî
Yüce Allah Kitabını, tüm insanlığı
hidayete ulaştırmak, kıyamete kadar onun maddi-manevi bütün ihtiyaçlarını
gidermek için sevgili peygamberi Hz. Muhammed'e 23 senelik bir müddet içinde parça parça indirmiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) de kendisine inen âyet-i kerimeleri ashabına
açıklamış, nasıl amel etmeleri gerektiğini onlara göstermiştir. Bilindiği gibi
âyet-i kerimeler, çok defa, meydana gelen bir olaya çözüm getirmek, sorulan bir
soruya cevap vermek üzere nazil olmuştur. Bu gibi âyetlerin, nüzul sebebleri
bilinmeden iyice anlaşılamayacağı, aksine tamamen yanlış bir şekilde
anlaşılacağı aşikârdır. İşte bu sebepledir ki, alimler daha başlangıçtan
itibaren Esbâbu'n-Nüzul'e dair sahabeden gelen haberlerin toplanmasına büyük özen göstermişler, nüzul
sebeplerini bilmeden âyetlerin anlaşılamayacağı hususunda icmâ etmişlerdir.
İslâm’ın ana kaynağı Kur’an-ı doğru anlamanın
yolu esbabı nüzulü ve nüzul ortamını iyi bilmekten geçer. Tefsir ilmindeki
rivayetler Kur’an’ın sahih manalarına işaret eden veya anlaşılmasını sağlayan
rivayetlerdir. Tefsir rivayetleri bizlere esbabı nüzul gerçeğini ve sebeplerini
açıklayıp Kur’an-ı anlamada ufuk açar.
Kur'ân-ı
Kerim'de Öyle âyetler vardır ki, onlardan neler kastedildiği, ancak nüzul
sebepleri bilindiği takdirde anlaşılabilir.
Öyle ki, şayet bu sebebler bilinmemiş olsaydı,
âyetleri anlama hususunda hataya düşülmüş olunurdu.İmam el-Vahidi bu konuda
şöyle der: "Kıssalarına ve nüzul sebebine vâkıf
olmadıkça,âyetlerintefsirinibilmekmümkündeğildir."
İbn Teymiye de bu konudaki görüşünü şöyle ifade.eder: "Nüzul sebebini
bilmek, âyetin anlaşılmasına yardım eder; çünkü, sebebin bilinmesi musebbebin
yâni (sebebin ortaya çıkardığısonucunbilinmesinenedenolur.
İbn Dakîk el-İd ise şöyle der: "Âyetin nüzul sebebini açıklamak, Kur'ân-ı
Kerim'in ihtiva ettiği manaların anlaşılması hususunda en güvenilir
yoldur".
Hz. Peygamber (S.A.V.) örnek nesli ve
toplumu yetiştirirken vahiy yolu ile yüce Allahtan destek almış, bizler içinde
hidayet ve kurtuluş yolunu göstermiştir.
Kur'ân-ı
Kerîm'i sahih olarak anlamak ve tefsir etmek hem zorunlu, hem de mümkündür. Bu
kapsamda Tefsir Usulü zımnında vaz edilen kurallara uymak, arzu edilen hedefi
gerçekleştirmeye matuf bir gayret olarak görülmelidir. Kur'an âyetlerinin hangi
olay, soru veya olgu üzerine nazil olduğunu, başka bir deyişle vahyin iniş
sebeplerini dikkate almak ise bahsi geçen kurallardan sadece biridir. Esbâb-ı
nüzûl, vahyin inişine iktiran eden hâdise ve sorulardır ve bu ilmi bilmek,
Kur'ân'ın doğru anlaşılıp tefsir edilmesinde ihmal edilmemesi gereken çok
ehemmiyetli bir dinamiktir. Esbâb-ı Nüzûl ortaya konan yorumu sınırlıyor
gözükse de, evvel emirde esas maksadın ortaya konmasını temin etmektedir.
Âlimlerimizin vaz ettiği "Sebebin hususiliği, hükmün umumîliğine mâni
değildir." kâidesi, makul ve sağlıklı tefsirin önünü açmaya matuf bir
gayrettir.
Esbab-ı Nuzülü bilmek,
Kuran’ı en iyi şekilde anlamakla orantılıdır. Esbab-ı Nuzül bize Kuran’ın soyut
olmadığını, yaşanmış ve yaşanabilir olduğunu en iyi şekilde ifade eder. Çünkü
nüzule şahit olan sahabeler, peygamberin eğitim halkasından geçmiş insanlardır ve aralarında gerçekleşen
iletişim ,nüzul ortamını kapsamaktadır.
Esbabı nüzul değerlendirilirken o zamanın kültürünü,
fikrini ve sosyal yönlerini iyi araştırıp ona göre hüküm vermek, sonuca ulaşmak
gerekir. .
İbn İshak (
85 -151 / 704 -768 )
Ünlü tarihçi Zührî’nin öğrencilerindendir. İbn
İshak ilköğrenimine Medine’de babası ve amcalarından hadis, şiir ve siyer gibi
ilimleri tahsil etmekle başladı. Daha sonra birçok ünlü âlimden ders aldı. Otuz
yaşına geldiğinde ilim öğrenmek için Mısır’a seyahat etti. Mısır’dan Medine’ye
döndüğünde Enes b. Malik ile arasının açılması sebebiyle Irak’a gitmek zorunda
kaldı ve burada da vefat etti. Yaşadığı dönemde emîrü'l-mü'minîn"
unvanıyla anılan muhaddislerden olan İbn İshak'tan pek çok kişi hadis ve megâzî
rivayet etmiştir. Buhârî, İbn İshak'ın megâzî dışında çoğu ahkâma ait 17.000
hadis rivayet ettiğini ve bunların İbrahim b. Sa'd el-Ensari'nin elinde
bulunduğunu haber vermiştir. Ancak Buhari onun rivayet ettiği hadisleri
kitabına almadı. İbn İshâk tarihçiler tarafından siyer alanında
eseri bize ulaşan ilk tarihçi olması sebebiyle önem arz etmekle birlikte
hadisçiler tarafından pek makbul görülmez.Eserleri :Siratu İbn İshâk veya
es-Sîre veya Kitabûl Meğazi Eser aslında Meğazi kitabı olmasına rağmen
siyer ile alakalı tüm konuların işlenmesi sebebi ile siyer kitabı kabul
edilir. İbn İshak’ın bu eseri siyer alanında elimize ulaşan
ilk eser olması sebebiyle İslam tarihiği açısından önem arz etmektedir. Ancak
eser, içinde yer alan birkaç rivayet sebebi ile eleştirilir. Eser üç bölümden
meydana gelmektedir.el- mübteda, el-meb’as, el-meğazi el-Mübteda: İlk
insanın yaratılışından başlayarak peygamberler tarihinin anlatıldığı
bölümlerdir. İbn İshâk bu bölümde büyük çapta Vehb. b. Münebbih’in
rivayetleri ile İsrailli haberlere yer verdi. Çünkü bu alanda en çok bilgi
İsrailiyatta vardır. el-Meb-as: Hz. Peygamber’in Mekke dönemi yaşantısını
ve hicretini konu edinir.el-Meğazi: Hz. Peygamber’in gazvelerinin
anlatıldığı ve özellikle bedir ve uhud
gibi gazvelerin etraflıca anlatıldığı bölümlerdir. Bu
bölümde rivayet olunanlar, sahih rivayetlere dayanmaktadır. Eser
İbn İshak’ın talebesi el-Bekka’i’nin talebesi Abdülmelik b. Hakem’in tahkik ve
tehzib etmesiyle zamanımıza ulaşmıştır. İbn Hişam ( ö.2181 -
833) Asıl adı Abdulmalik olan İbn Hişam,İlk
eğitimi Basra da tamamladıktan sonra Mısıra giderek İmam Şafii ile görüştü.
İmam Şafii onu bir çok noktada methetmiştir. İbn Hişam şiir, nahiv, ensab, ahbar
gibi bir çok alanda ilim elde etti ve bu alanda önemli çalışmalar meydana
getirdi. O güvenilir bir hadisçi ve tarihçidir. İbn Hişam’ın hocası
Bekkaî, İbn İshâk’ın öğrencisidir. Hayatı hakkında fazla detay bulunmayan İbn
Hişam’ın Siyeri ile ün yaptı. Eserleri: 1-Siretu İbn Hişam veya
Siretu’n-Nebeviyye: Eser ilk bakışta İbn İshak Siyerinin kısaltılıp
gerekli ilavelerin de yapıldığı bir çalışma olarak göze çarpar. Ancak o
kesinlikle İbn İshak’ın eserini birebir
kopya etmemiştir. Nitekim O İbn İshâk’ın eserinde yer alan el-Mübteda
(Peygamberler tarihi) kısmını eserine almayarak en başta ondan farklı
olduğunu göstermektedir. Aslında o, İbn İshak’a yönetilen eleştirileri
dikkate alarak eseri yeniden meydana getirmiştir. Klasik
bir çok kaynakta “İbn Hişam’ın Siyerinin, İbn İshak’ın eserine borçlu olduğu”
gibi ibareler yer alır. Ancak bu doğru değildir. İbn Hişam, İbn İshâk’ın
eserinden faydalanmış ama onu asla birebir eserine kopya etmemiştir. İbn
İshâk’ın Siyerinde Sağlam olmayan
bölümlerini atarak onun kopyası olmadığını bir yönüyle göstermiştir. Bu sebeple
de İbn Hişam, İbn İshak’ın Siyerinin sadece Hz. Muhammed ile alakalı kısmını
almakla iktifa etmiştir. Yine İshak’ın Siyerinde edebe aykırı olan ve tanınmış
şairlere ait olmayan şiirleri almamış. Bazı şiirlerin dilini
ve veznini düzeltmiştir. En önemli farkı ise İbn İshâk’ın eserinde yer
vermediği kur’an ayetlerini eserine alarak delil yapmış ve İbn İshâk’ın bu
yönde eksikliğini belirterek bir çok noktada onu eleştirip tenkitçi
tarihi başlatmıştır. İbn Hişam yaptığı ilaveleri göstermek
için “ Kale İbn Hişam” lafzını kullanmıştır.
İbn Hişam’ın bu eseri siyer konusunda
yazılan sağlam bir kaynak hasebiyle bir çok müellif tarafından şerh
edilip ve tercümeleri yapıldı. Hoşani, el-İmlâu’l-Muhtasar Fi Şerhi
Garibi’s-Siyer ve Süheyli, er-Ravdu’l-Unuf en meşhur iki şerhidir.
Siyer:
Siyer, Sözlükte ‘’ davranış, hal, yol, adet, bir kimsenin
ahlakı, seciye ve hayat hikayesi ‘’ gibi anlamlara gelen siret kelimesinin
çoğuludur. Siret Kur’an-ı Kerim’de, ‘’ Allah Musa’ya asayı al ve korkma!
Biz onu ilk haline dönüştüreceğiz buyurdu ‘’ ayetinde ( taha 20/21) hal
ve şekil manasında yalnız bir yerde geçmektedir. Siret ve siyer Hz.
Peygamberi’in hayatı, onun hayatını konu edinen bilim dalı ve bu dalda yazılan
eserler için terim olarak Siyer terimi aynı zamanda savaş, esirler ve
ganimetler başta olmak üzere devletler hukuku dallarına giren konulara isim
olarak verildiği gibi bu alanda yazılan Evzai’nin Kitabü Siyeri’l-Evzai,
Ebu Yusuf’un Kitabü’r-Red ‘ala Siyeri’l-Evza’i ‘…vb kitapların isminde
yer almış, ayrıca fıkıh kitaplarının bir bölümünün adı olmuştur.
Megazi:
Megazi: Arapça
savaş anlamındaki Megza kelimesinin çoğulu meğazi’dir. Megazi ise dini
terminolojide Hz. Peygamber’in savaşlarını ve gazalarını anlatan eserlere
verilen isimdir. Böyle rivayetleri bir
araya toplayan eserlere de aynı isim verilmiştir.
İhtilaf Sözlükte; ‘geride kalmak
ve biri diğerinin yerine geçmek’ anlamındaki half kökünden türeyen ihtilaf,
masdar ve isim olarak ‘bir şeyin peşinden gelmesi gidip gelmek, ayrı görüşe
sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak vb. manalara gelir. Terim
olarak ihtilaf; ‘söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol
tutmak’ demektir. Kur’an ve Hadislerde ihtilaf kelimesi mutlak olarak
zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmıştır. Daima birlik olmak, tefrikadan
kaçınmak emredilmiştir. İslam düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın
meşruiyeti inanç konuları ve fıkhi hükümler olmak üzere temelde iki farklı alan
göz önüne alınarak değerlendirilmiştir. Fıkıh ilminde ihtilaf ittifak ve
icmanın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur’an ve Sünnet’in temel
ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, ‘müctehidün fih’ denilen ictihada açık
konularda muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir.
Fıkhi konularda ihtilafın meşruiyeti II. Yy’dan itibaren sorgulanmaya
başlanmıştır. Kur’an’da yer alan, ihtilaf ve tefrikaya düşmeyi kötüleyen genel
anlamdaki ayetleri göz önünde bulunduran müzeni, İshak el-Mesıli, Cahiz,
Zahiriler, Şia ve Batıniler ihtilafın dinde yeri bulunmadığını, aksine
uzlaşmanın ve birlik olmanın emredildiğini savunmuşlardır. İhtilafın
meşruiyetini savunanlara göre Kur’an’da müteşabih, müşterek ve mecazi
lafızların varlığı insanların ihtilafına zemin hazırlamıştır. İhtilaf gayri
meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkları kullanılırdı. Ayrıca aklı
kullanma ve düşünme emredilmiş olup insanların farklı kapasitelere sahip
bulunmaları sebebiyle ihtilafa düşmeleri kaçınılmazdır. İslam’da usul
konularında ve genel ilkelerde ihtilaf doğru karşılanmazken fıkhi konularda
müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha ile
karşılanmıştır. Fıkhi konularda ihtilafın sebeplerinden bazıları;1- Usul
farklılığı 2- Usulün meselelere tatbikindeki farklılık 3- Hadisin ulaşıp
ulaşmaması4- İctihada dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların
değişmesi sebebi ile müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması
İhtilafların İslam toplumu için ciddi bir tehlike olarak gören bir kısım
alimler ve siyasetçiler bunların çözümü için bazı usuller teklif etmişlerdir.
Müzeni, Fesadü’t-taklid adlı eserinde ihtilafların hallini akademik bir yolla
çözüme kavuşturmayı teklif eder. Ona göre ihtilaf halinde şura usulüne
başvurulmalıdır. Yakın dönemde Sünni-Şii yakınlaşmasını sağlamak amacıyla
her iki ekolün alimleri çözümler aramak için bazı çalışmalar yapmışlardır.Tarih:
Her dilde kendine has kelime ve terimle tarif edilen tarih, toplumların
başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bunların sebep ve
sonuçlarını birbirleri ile olan ilişkilerini ele alan bilim dalı ve bu dalda
yazılan eserlerin ortak adıdır. Hz.Ömer (r.a.) hicreti takvimin başlangıcı
sayması ile Hicaz’a giren tarih, Avane b. Hakem’in eserine Kitabü’t-Tarih adını
vermesi ile de yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Kur’an’a göre
tarih, insanoğlunun ve âlemin tarihidir. Kur’an sürekli tarihten, geçmiş
ümmet ve olaylardan misaller getirmiş ve insanı düşünmeye davet etmiştir.
‘Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır…(Yusuf
111) İnsanlık tarihi bir bütün olarak ele alınıp ona göre
değerlendirilmelidir. Müslümanlar Hz. Peygamber (S.A.V.) in hayatına değer
verdiklerini belirtmek için Onun ve İslam tarihinin her safhası ile ilgili özel
ve genel yüzlerce eser kaleme almışlar, bizlerin ve bizlerden sonra gelecek
kardeşlerimizin istifadesine sunmuşlardır. Tarih kitapları ve eserleri insana
yol gösteren, tecrübe ve deneyimlerdir. Tarihine bağlı milletler teknolojik,
kültürel, ilmi, sosyal vb. her yönden gelişir, diğer milletlere örnek
olur ve onları etkilerler.
İHTİLAF
Sözlükte "geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek"
anlamındaki half kökünden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak "bir
şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak,
çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık"
gibi mânalara gelir. Terim olarak ihtilâf, "söz veya
davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak"
demektir İhtilâf ve hilaf terimleri bazan benzer veya eş anlamlı olarak
kullanılırsa da aralarındaki ince fark genellikle korunmaya çalışılmıştır.
İhtilâfın daha çok "farklı bir görüşe sahip olma, farklı görüşlerden
birini benimseme" anlamı taşımasına mukabil hilafın diğer
görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebilir. Buna göre ihtilâf
maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin
de ayrı olmasını ifade eder.
Fıkıh ilminde ihtilâf icmâ ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta,
Kur'an ve Sünnet'in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının,
"müctehedün fîh" denilen içtihada açık konularda muhtelif sebeplerle
ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir. İhtilâfın sonuçları usûl-i
fıkıhta çeşitli açılardan ele alınmış olup bu çerçevede aynı konuda farklı
sonuçlara ulaşan müctehidlerden yalnız birinin mi hepsinin mi isabet etmiş sayılacağı,
isabet etmeyenlerin günahkâr olup olmadığı, mukallidin istediği içtihadı
benimsemesinin yahut mezheplerin ruhsatlarını araştırıp uygulamasının cevazı
ve yanlış içtihada uymaktan kaçınmak için ihtiyaten herkesin birleştiği
şeyleri yapmanın müstehaplığı gibi konular anılabilir.
İslâmî ilimlerin
teşekkül etmeye başlamasıyla fıkhî ihtilâfların bilinmesi fıkıh ilminin bir
gereği olarak görülmüştür. İlmi icmâ ve ihtilâf olmak üzere iki kategoride
ele alan İmam Şafiî müctehidin muhalifini dinlemekten kaçınmaması gerektiğini,
onu dinlemesi halinde farkında olmadığı şeylerin farkına varıp düşüncesini
daha sağlamlaştıracağını belirtir . Ona göre müctehid, muhalifinin neye dayanarak
görüş ileri sürdüğünü ve terkettiği görüşü niçin terkettiğini anlamak için
gayret sarfetmeli ve insaflı olmalıdır ki kendi kabullendiği görüşün
benimsemediği görüşten üstünlüğünü anlayabilsin.
Fıkhî konularda ihtilâfın meşruiyeti II. (VIII.) yüzyıldan itibaren
sorgulanmaya başlanmıştır. İhtilâfın meşruiyetini savunanlara göre Kur'an'da
müteşâbih. müşterek ve mecazi lafızların varlığı insanların ihtilâfına zemin
hazırlamıştır. İhtilâf gayri meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkları
kullanılırdı. Ayrıca aklı kullanma ve düşünme emredilmiş olup insanların
farklı kapasitelere sahip bulunmaları sebebiyle ihtilâfa düşmeleri
kaçınılmazdır. Hz. Peygamber'in. Kur'an ve Sünnet'te cevabını bulamadıkları
konularda sahabeye verdiği ictihad izninin de ihtilâfa sebep olacağı gayet
açıktır
Fıkhî konularda ihtilâfların sebeplerinden bazıları şunlardır:
1. Usul farklılığı. Sarih bir nass bulunmaması halinde re'y,
kıyas, istihsan, istislâh, örf gibi kaynak olup olmadıkları müctehidler
arasında tartışmalı olan delillerin hükme esas alınıp alınmaması ya da mürsei
rivayetlerin delil teşkil edip etmemesinde olduğu gibi delillerin şartları ile
ilgili temel anlayış farklılıkları.
2. Usulün meselelere tatbikindeki farklılık. aynı usul benimsenmiş olsa
bile karşılaşılan meselede bu usulün nasıl uygulanabileceğine ilişkin olarak ortaya
çıkan ayrılıklardır. Meselâ bir konuda taraflarca esas alınan nassın nasıl
anlaşılacağı hususu ihtilâfa sebebiyet verebilir. Bu cümleden olarak emir ya
da nehiy kipleriyle ifade edilen bir hükmün emir ise vücûb mu mendupluk mu,
yasaklama ise haramlık mı mekruhluk mu ifade ettiği hususuyla ilgili yaklaşım
farklılığı anılabilir.
3. Hadisin ulaşıp ulaşmaması. Çok az kimse tarafından nakledilmiş
olması dolayısıyla bir hadisin müctehide ulaşmaması yahut sahih olmayan bir
yolla ulaşması ve onun da nasların genel ifadeleri, mefhum ve kıyas gibi başka
kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri haram kılan iki hadisin
bulunması ve hadislerden birinin bir müctehide ulaşıp diğerine ulaşmaması;
her müctehidin kendisine ulaşan hadise göre hüküm vermesi yahut her iki hadis
de ulaştığı halde söyleniş tarihlerinin hükmü yürürlükten kaldıran (nâsih)
hadisin bilinmemesi durumu.
4. İçtihada dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların değişmesi
sebebiyle müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması
TARİH NEDİR?
Tarih; geçmişteki olayları, yer,zaman
ve failleri göstererek kaynaklara dayalı olarak sebep
ve sonuç ilişkisi içerisinde inceleyen bilim dalıdır.
Bu tanımın anahtar kavramları; 1-geçmiş ,
2-yer,zaman ve failler 3-kaynak, 4-sebep-sonuç ifadeleridir. Tarihi bilim
olarak ele alırken veya öğretirken ideal olanı tanımda geçen bu kavramların
kullanılmasıdır. Bu kavramlardan herhangi birinin ihmal edilmesi, tarihi başka
alanlara kaydıracağı gibi, tarih öğretiminde de maksimum verimin alınmasını
önleyebilir.
Tarih nedir? sorusunun daha iyi
kavranılabilmesi için tarihin tanımı içerisinde yer alan anahtar kavramların,
tarih bilimi ile olan ilişkilerinin irdelenmesi gerekir.
“Geçmiş” kavramı tarihin vazgeçilmez unsurudur. Çünkü
tarih demek bir bakıma geçmiş demektir. Geçmiş olmadan tarih olmaz. Bu
bakımdan incelediğimiz zaman, Tarih ve geçmiş sözcükleri genellikle aynı şeymiş
gibi kullanılır. Fakat geçmiş ile tarih arasında önemli bir fark vardır.Geçmiş,
hali hazırda olmuş şayi kapsar. Tarih ise geçmişi kaydeder,araştırı,inceler.
Geçmiş ne olduğunun gerçeğidir. Tarih ise entellektüel tartışmadır. Tarih,
sadece geçmişin yorumudur.
Tarihçinin
üzerinde çalıştığı geçmiş, ölü bir geçmiş değildir, belli bir anlamda
bugün hala yaşayan bir geçmiştir. Fakat geçmiş bir eylem, tarihçi onun ardında
yatan düşünceyi anlamadıkça ölüdür, yani tarihçi için anlamsızdır. Bu nedenle,
“Bütün tarih düşüncenin tarihidir” ve “tarih, tarihi üstünde çalıştığı
düşüncenin, tarihçinin zihninde yeniden oluşmasıdır” Tarihçinin zihninde
geçmişin yeniden kurulması deneysel kanıtlara dayanır. Fakat bu, kendi içinde
deneysel bir süreç değildir ve yalnızca olguların ardı ardına dizilmesinden
ibaret olamaz. Tersine, olguların seçilmesini ve yorumlanmasını, yeniden
kurulma sürecini yönetir: zaten onları tarihi olgular yapan da budur
Tarih kavramında geçmiş bu kadar önemli ise, bu
tanım içindeki “geçmiş” den neyi kastediyoruz? Bunu bilmek lazımdır. Buradaki
geçmiş, tamamıyla lügat anlamı karşılığında algılanan bir kavram değildir. Yani
şu andan önceki, mesela; 1 dakika, 1 gün, 1 hafta önceki olaylar tarih tanımı
içinde yer alan geçmiş kavramı değildir. Buradaki geçmişi, olayların
fosilleşmesi veya durulması için üzerinden yeterli zaman geçmiş olan önceki
zaman olarak algılamak lazımdır. Bu süreç genellikle bir nesil olarak kabul
edilir. Yani üzerinden yeterli zaman geçmiş olan olayları tarihçi gözüyle daha
rahat tahlil edebiliriz. Veyahut da tahlil ve değerlendirmelerimizde yanılma
oranımızı daha da azaltmış olabiliriz. Tarihin tanımı içerisinde geçen anahtar
kavramlardan bir diğeri de yer (mekan), zaman ve faillerdir. Tarihten
bir örnek olay verirken mümkün olduğunca yer, zaman ve faillerin belirtilmesi
gerekmektedir. Tarihçi, incelediği toplumla o toplumun içinde bulunduğu mekan
arasındaki bağlantıyı da hiçbir zaman gözden kaçırmamak mecburiyetindedir.
Mekandan soyutlanmış bir toplum düşünülemeyeceği gibi böyle bir tarih yazılması
da düşünülemez.
Tarih, geçmişteki olaylar ve o olayların zaman
içindeki akışıyla ilgilenir. Tarih biliminin konusu içerisine giren herhangi
bir fikir, olay, olgu veya düşüncenin incelenip yorumlanabilmesi için;
incelenecek ve yorumlanacak materyalin ait olduğu zaman da bilinmelidir. Zamanı
belli olmayan, hangi döneme ait olduğu belirlenmemiş bir olgunun tarihi açıdan
yorumlanması imkansızdır. Aynı zamanda tarih, insanların faaliyetleri
neticesinde meydana gelen olaylarla ilgilenir. Başka bir ifadeyle tarih, bir
olaylar dizisini değil, insanların düşüncelerinin ifadesi olan ve zamanla
ortaya çıkan olayları, insanların yönlendirdiği sosyal gelenekleri konu edinir.
Aynı zamanda Tarih, vesikaya bağlı ve dayalı olarak beşeri geçmişi inceleyen ve
gerçeğe ulaşmak isteyen bir bilimdir. O halde tarih biliminin tanıkları
belgelerdir.42Geçmişe ait belgeler vesikalar, geçmişi aydınlatan her türlü
materyal, Tarihin hareket noktasıdır. Tarih gücünü bu kaynaklardan alır.
Tarihi bilginin merkezinde kaynak vardır. Tarihte, kaynaksız olarak
ortaya atılan her iddia çürütülmeye gebedir.
Tarihi
Kaynak denince, tarihi bilgi veren malzeme akla gelir. İnsanın söylediği veya
yazdığı ya da ihmal ettiği her şey, onun hakkında bilgi verebilir. Ancak her
bilgi veren malzeme, tarihi kaynak olma özelliğine sahip değildir. Bir
malzemenin tarihi kaynak sayılabilmesi için, öncelikle devrinde meydana
getirilmiş olması, bu mümkün olmadığı takdirde, devrine yakın bir zamanda ve
devrinin kaynaklarından yararlanılarak meydana getirilmiş olması gerekir.
FİKRET AKMAN
ÖĞ.NO:12912768
NAZIM ÇETİN :12912769
Y.LİSANS
İBN HİŞAM
Ebû Muhammed Cemâlüddîn
Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî
(ö.218/833)
Hz.Peygamber'in Siycr'i üzerindeki çalışmalarda kullanılan en önemli
kaynaklardan birincisi İbn İshak'ın, İbn Hişam (öL.217/832) yoluyla bize kadar
ulaşmış olan rivayetleri olmuştur.
Hayatı:
Basra’da doğdu. Aslen Yemenli Himyer kabilesinin Meâfirî koluna
mensup olduğu bilgisi kaynaklarda yer alır. Basra’da bir müddet yaşadıktan
sonra Mısır’a gitti ve ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşadı.Mısırda İmam Şâfî
ile Arap şiiri üzerinde sohbetlerde bulunan İbn Hişam’ın önceleri onunla görüşmek istemediği,fakat
görüştükten sonra dil, şiir ve ensâb ilmi konusunda derin bilgi sahibi olduğunu
anlayarak kendisinden övgüyle söz ettiği bilinmektedir.[1]İbn Hişâm 13 Rebîülâhir 218 (8 Mayıs 833) tarihinde Fustat’ta
vefat etti.[2] Sağlam, güvenilir bir tarihçi ve
hadisçidir.[3]
İbn Hişâm, kaynaklarda tarih, ahbâr,
ensâb,[4] şiir, nahiv ve lügat âlimi olarak
tanıtılmaktadır.
“es-Sîretü’n-Nebeviyye’yi Türkçe’ye ilk
defa “Sîret-i Rasûlullah” adıyla Aydınlı
Eyyûb b. Halîl çevirmiş ve 12 Rebîülevvel 986 (19 Mayıs 1578) tarihinde şehzadeliği
sırasında III. Murad’a takdim etmiştir. Yazma nüshası İstanbul Üniversitesi
Kütüphanesi’nde (TY, nr. 2414) bulunmaktadır. İbn Hişam’ın bu önemli eseri
Hasan Ege tarafından “İslâm Tarihi Sîret-i
İbn-i Hişam Tercemesi (l-IV, İstanbul 1985)” adıyla
Türkçeye çevrilmiştir.
Hz. Peygamber'in hayatına ait yazılmış siyer ve meğazi eserlerinden bize
kadar gelenlerinin ilkidir.
İbn Hişam’ın hocası Bekkaî İbn İshak’ın öğrencisidir.Hayatı hakkında
fazla detay bulunmayan İbn Hişam’ın Sîre’si ile ün yaptı.
İbn İshak’ın Sîre’sinin sağlam olmayan bölümlerini atarak onun kopyası
olmadığını bir yönüyle göstermiştir.Bu sebeple de İbn Hişam İbn İshak’ın Sîre’sinin sadece Hz. Muhammed
ile alâkalı kısmı almakla iktifa etti. Yine İshak’ın Sîre’sinde edebe aykırı
olan ve tanınmış şairlere ait olmayan şiirleri almadı. Bazı şiirlerin dilini ve
veznini düzeltti.En önemli farkı ise İbn İshak’ın eserinde yer vermediği Kur’an
ayetlerini eserine alarak delil yapmış ve İbn İshak’ın bu yönde eksikliğini
belirterek bir çok noktada onu eleştirip tenkitçi tarihi başlatmıştır. İbn
Hişam yaptığı ilâveleri göstermek için
“gale İbn Hişam” lafzını kullanmıştır.
İbn Hişâm, İbn İshak’ın verdiği nesep bilgilerini, isimleri,
haberleri veya kullandığı kelimeleri tashih etmiştir.
a) İsim Tashihleri: Bedir esirlerinin isimleri konusunda bazı
tashihlerde bulunmuş, farklı görüşlere işaret etmiştir.
b) Nesep Tashihleri: İbn İshâk, Rasûlullah’ın babaannesinin
nesebini “..Âiz b.
Abd b. İmrân b. Mahzûm…”şeklinde vermektedir. İbn Hişâm ise bunu, “..Âiz b. İmrân b. Mahzûm” şeklinde düzeltmiştir. İbn
Hişâm başka yerlerde de, nesep tashihlerinde bulunur.
c) Kelime Tashihleri: İbn Hişâm, İbn İshâk’ın kullandığı bir
kelimeyi, Kur’ân’dan ayet getirerek düzeltmektedir.
d) Haber Tashihleri: İbn İshâk’ın, “Veddân Gazvesi’nde Müşriklerin başında İkrime b.
Ebû Cehil vardı.”haberini, kendi senedi ile “…onların başında Mikrez b. Hafs b. el-Ahyef vardı.” şeklindetashih etmiştir.
e) Şiir Tashihleri: Şiirin kaynağı, çeşidi, içeriği ve sıhhati ile
ilgili tashihlerde bulunmuştur.[5]
Hz. Peygamber’in hayatı, yaşadığı devrin olayları ve Râşid Halifeler
dönemi hâdiseleri için mutlaka başvurulması gereken bir eserdir. O, siyerdeki
müstakil kelimeleri de açıklar.[6]
İBN İSHAK
İbn
İshâk olarak meşhur olan tarihçinin asıl adı Ebû Abdillâh Muhammed b.
lshak b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî şeklindedir.
Doğum ve vefat tarihlerinde ihtilaf olsa
da genelde Hicrî 80 ya da 85 (Miladî 699 veya 704) yılında Medine’de doğduğu
kabul edilen İbn İshâk, İslâm tarihinde Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in
(sav) hayatını kaleme alan ilk kişidir.
İbn
İshâk’ın büyük dedesi Hiyar veya dedesi[7]
Yesâr Halid b. Velid’in Aynüttemri fethetmesi ile Medine’ye getirilen Hristiyan
esiler arasında idi.[8]Dedesinin
Hristiyan olması sebebiyle o ehli kitap öğretilerini, özellikle de İncil ve
Tevrat’taki esasları, öğrenerek bu kitaplarda yer alan efsaneleri nakletmekle
suçlanır.
Hadis
ve siyer-meğazî sahalarında İbn İshâk’ın
üstadı olan İbn Şihâb ez-Zührî, “Meğazî ilmini öğrenmek isteyen İbn İshâk’a müracaat etsin “ derdi. Yaşadığı
dönemde “emîrü’l-mü’minîn “ ünvanıyla anılan muhaddislerden olan İbn İshâk’tan
pek çok kişi hadis ve meğazî rivayet etmiştir. Mutâ’ et-Tarâbîşî bunların
sayısını 131 olarak verir.[9]
Buhârî,
İbn İshâk’ın megâzî dışında çoğu ahkâma ait 17.000 hadis rivâyet ettiğini ve
bunların İbrahim b. Sâd el-Ensârî’nin elinde bulunduğunu haber vermiştir.[10]
[1] - Zehebî,Tatihul İslam,s.282.
[2] - Mustafa Fayda, DİA. c XX. s. 71.
[3] - Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s. 127; Bkz.
Cerrahoğlu, İsmail, İbn Hişam ve Siresindeki
Garîbu’l-Kur’ânı, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi [Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi], 1977, sayı: 3, s. 1-28; Özel, Mustafa, Bir Tefsir Kaynağı Olarak İbn
Hişâm’ın es-Sîresi, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 2001, sayı: 14, s. 205-215; Bakalla, Muhammed Hasan “Siretu İbn-i Hişam”ın Arapçası
İle Bugünkü Arapçanın Bir Mukayesesi”, çeviren:
Necmettin Yurtseven, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1997,
cilt: XXXVI, sayı: , s. 461-470.
[4] - Mahmud Esad, Tarih-i Dini İslam (Medhal), s.10.
[5] - Şaban Öz, Age, s. 360-361
[6] - Sabri
Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s. 127.
[7] - Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s. 120.
[8] - Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s. 120.
[9] - Ruvâtü Muhammed b. İshâk, s.22 vd.
[10]- Hatîb,VI,83; ayrıca bk.ibn Sâd, et-Tabakât: el-mütemmim,s.457.
[11] - nşr.Ferdinand Wüstenfeld ,I-III, Göttingen 1858-1860; nşr. Mustafa es-Sekkâ-İbrahim el-Ebyârî- Abdulhafîz eş-Şelebî, I-IV, Kahire 1355-1936, 1375-1955
El-Akîde yahut et-Tevhîd: Akaid konusunda yazılmış bir eserdir. Abarü's Sifat: Hadisle ilgili bir eserdir ve bazı kütüphanelerde yazma nüshaları mevcuttur.
Buhari eserine “el-Camiu’s-Sahihu’l-Musnedu’l-Muhtasaru min Umuri Resûlillah (s.a.s.) ve Sunenihi ve Eyyamihi” adını vermiştir.Saygılarımla…..
NAZIM ÇETİN :12912769
Y.LİSANS
TARİH
Toplumların
başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bunların sebep ve
sonuçlarını, birbirleriyle olan ilişkilerini ele alan bilim dalı ve bu dalda
yazılan eserlerin ortak adıdır.
Hz.
Ömer’in hicreti takvim başlangıcı saymasıyla birlikte(16/637) Hicaz Arapçası’na
giren tarih, Avâne b. Hakem’in (ö.147/764) eserine Kitâbü’t-Târîh adını
vermesinden itibaren yaygın biçimde kullanılmaya başlanmıştır.Kur’an-ı Kerîm’de
ve hadislerde yer almayan tarih kelimesi, Yemen’de Kahtânî Arapları’nca İslam
öncesi dönemde kullanılan bazı tabletlerde tesbit edilmiş, Kuzey Arapçası’na
Hz.Peygamber döneminden sonra buradan girmiş[1]
Farsça ve Türkçe’ye Arapça’dan geçmiştir.Kur’an’da tarih karşılığında “Allah’ın
günleri”[2]
“kasas”, “nebe”ve çoğulu “enbâ”, “haber” ve “ahbâr”, tarihî olay için “hadîs”
kelimeleri kullanılmıştır.[3]
Kur’an’ı
Kerîm sürekli tarihten misaller getirir ve mazide ve haldeki hayat tecrübeleri
üzerine düşünmeye davet ettiğini belirtir.[4]
Tarih
yazıcılığının gelişmesinde sözleşmelerin kaydedilmesi,İslam’a davet
mektupları,fetihler,divan defterlerinin tanzim edilmesi, Hz. Ömer’in hicreti
takvim başlangıcı yapması, VIII. Yüzyıldan itibaren kâğıt imalâtı ve
kullanımının yaygınlaşması etkili olmuştur.
I.(VIII.)yüzyılın
ilk yarısından itibaren sahabîler ve tabiîlerin ilk nesli tarafından başlatılan
siyer ve megâzî çalışmalarının ardından dünya tarihi,fütuhat, bölge ve şehir
tarihleri, tabakat kitapları olmak üzere küçüklü büyüklü çeşitli konularda tarih
çalışmaları yapılmıştır.
Soylarına
ve tarihe bağlılıkları ile tanınan Araplar Cahiliye devrinde ensâba dair
bilgilere çok önem veriyorlardı.Kureyş kabilesinin nesebine dair zamanımıza
ulaşan ilk müstakil kitap Müerric es-Sedûsî’nin(ö.195/810) Kitâbü Hazf min
nesebi Kureyş adlı eseridir.[5]
İslam
dünyasında tarih yazıcılığının doğup gelişmesinde Resûl-i Ekrem’in hayatını ele
alan siyer ve megâzî çalışmalarının istisnaî bir yeri vardır. Bu çalışmaları
I.(VII.) yüzyılda veya II.(VIII.) yüzyılın ilk yarısında vefat eden, bir kısmı
sahabî çocuğu olan tabiîn âlimlerinin başlattığı bilinmektedir.[6]
Müfessir, muhaddis, fakih ve tarihçi olarak büyük şöhret kazanan Muhammed b.
Cerîr et-Taberî’nin Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk’ü hicretin ilk üç asrının rivayet
tarihçiliğinin en üst seviyesini temsil etmektedir.
İslam
tarihinde biyografi yazımının , özellikle Hz.Peygamber’in ,sahabe, tabiîn ve
sonraki nesillerin, hadisleri nakleden râvilerin hayatını tesbit etmek amacıyla
orijinal bir tür olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir.İbn Sa’d’ın
Kitâbü’t-Tabakâti’l-kebîr’i (et-Tabakâtü’l-kübrâ) biyografi alanındaki
çalışmaların ilk örneğidir.
Bu
dönemde tarih açısından önemli birer kaynak sayılan edebiyat kitapları da
yazılmıştır. Câhız’ın el-Beyân ve’t-tebyîn’i tarihî ehemmiyeti olan belge ve
kayıtları içermektedir. Câhız’ın et-Tâc fî ahlâki’l-mülûk adlı eserinde
Emevîler ve Abbâsîler’de eğlence ve mûsikiyle ilgili âdet ve uygulamaların
anlatıldığı üçüncü bölüm kültür tarihi bakımından büyük değer taşır.
Seyahatnâmelerin
de İslam tarih yazıcılığında önemli bir yeri vardır. Arap edebiyatında daha çok
“rıhle”, Fars edebiyatında “sefernâme” adı verilen seyahatnâmeler İslam’ın ilk
dönemlerinden itibaren kaleme alınmıştır.
İslam
tarih yazıcılığının Anadolu’daki ilk örneği, Burhaneddîn-i Ânevî’nin 1166-1212
yılları arasında kaleme aldığı manzum Enîsü’l-kulûb adlı Farsça eserdir. Tarih
yazıcılığının Anadolu’daki ikinci
örneği, I.Alâeddin Keykubad’ın(1220-1237) emriyle Emîr Kâniî-i Tûsî’nin
Firdesî’nin Şâhnâme’sini örnek alarak hazırladığı manzum Selçûknâme’dir.Osmanlı
Devleti’ne gelinceye kadar Türkler kendi dillerinde tarihlerini yazmamışlardır.Tarih
kapsamında değerlendirilebilecek ilk Osmanlı kaynakları kuruluştan yaklaşık
yüzyıl sonra ortaya çıkmıştır.Âşıkpaşazâde’nin Tarih’i içinde yer alan Yahşî
Fakih menâkıbnâmesi bir tarafa bırakılırsa müstakil olarak günümüze kadar gelen
ilk Osmanlı tarihi Ahmedî adlı bir şaire aittir.
Tarih
kavramının tarihi gelişimine dair özet
bilgi sunduktan sonra sonuç olarak şunları söyleyebiliriz.
Sosyal
bilimler içerisinde ele alınan tarih; geçmişte olan olaylar veya bunlar
hakkındaki belgelerin verileridir.[7]
Kısacası
tarih, toplumun zaman içindeki gelişme yönünü belirleyen, insanın kendi toplumu
ile diyalog kurmasını ve bütünleşmesini sağlayan, ondaki toplum şuurunu canlı
tutan bir kültür hazinesidir.[8]Toplumların
ve insanların hayatında tarihin yeri nedir? Zira tarih, bir milletin hemen,
hemen bütün varlığına eşittir. Tarih, milletin geçmişteki varlığı, onun mirası
bugüne kalan hatırasıdır. Bir fert için hafıza ne ise, meseleyi makro düzeyde
ele aldığımız zaman fertlerin oluşturduğu millet içinde hafıza yani tarih aynı
önemi taşır. Hafızasını kaybeden bir insanın istikrarlı bir geleceği olamaz.
Geçmişin
belgelere dayandırılarak rasyonel bir yöntemle derlenmiş bilgisi olan tarih,
insanın yapıp etmelerinin oluşturduğu bir bütündür.
Bugün
yarının tarihidir.Tarih yalnız bir kronoloji bilgisi değildir.Biz inşa edici
bir bir tarih şuuruyla tarihe bakmalı ve o şekilde geleceğimizi inşa
etmeliyiz.Aslında yapılan hiç bir şey mazi olmuyor .Hepsi son teraziye
konuluyor.Yani yapılanlar, yaşananlar asla geçmiş değil , bilakis geleceğin ta
kendisi oluyor.Sonsuz hayatımız işte böyle şekilleniyor.
Kur’an-ı Kerim belirli bir zaman dilimi ve coğrafî düzlem içinde ve birtakım
sosyal ve kültürel şartlar altında yaşayan bir topluma nâzil olmuştur.
Kur’an’ın içinde bütün insanlığa hitap eden ve bütün zamanları kapsayan ebedî
ve evrensel birtakım hükümler olduğu gibi, nâzil olduğu dönemin tarihi, coğrafyası,
örf ve âdetleri anlayış ve uygulamalarıyla ilgili sorunlar ve bu sorunların
mümkün ve muhtemel çözümlerine dair hükümler de bulunmaktadır.
Dolayısıyla
Kur’an içinde hem tarihsel hem de evrensel hükümler bulunmaktadır.
[1] - Rosenthal, s.22-23.
[2] - İbrâhîm14/5;el-Câsiye 45/14.
[3] - M.F.Abdulbâki,el-Mu’cem,”kşş”,”nbe”,”hdş”,”hbr”maddeleri.
[4]- İslam’da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü,s.144-146,157.
[5] - Kahire 1960; Beyrut 1396/1976
[6] - Sezgin,GAS (Ar),I/2, s. 65-70.
[7] - Nuri Köstüklü,, Sosyal Bilimler ve Tarih Öğretimi, Günay matba., Konya 1999, s.11
[8]- Refik Turan, “Kültür Alanındaki Gelişmeler”, Türkiye Cumhuriyet Tarihi (Komisyon) , C.II, Atatürk Araştırma .Merkezi yay. Ankara 2002 s.189
Ramazan ÜNSAL (12912729) (ramazanriza@gmail.com)
Tefsir Rivayetlerine Göre Kur’ân’ın Nüzul Ortamı II Dersinden Kuran’ı anlama ve algılamada nüzul ortamına vakıf olmak açısından siyer-i nebi’deki bu rivayetleri tilavet etmek, değerler eğitimi açısından da önemli oldu. Ayrıca Peygamber efendimizin ameli olarak yapmış olduğu tefsir örneklerini de İbn Hişam’ın siretinden okuyarak öğrenmiş olduk. Tefsir rivayetlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasıyla da nass veya nass olmayan rivayetlerden faydalanılmasının yollarını idrak etmiş olduk. Hocamıza bu ihlaslı çalışmalarından dolayı teşekkür ve minnetlerimizi arz ederiz.Aysun Özsunar
/ Yüksek Lisans
TARİH, MEĞAZİ, SİYER, İBN İSHAK, İBN HİŞAM VE İHTİLAF MADDESİ
Tarih, insanın varlık şartının bir gereğidir. İnsanın yapıp-etmeleri,
imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı tecrübe ettiği herşey tarihle
ilgilidir.Tarih, tarihsellik ve tarihle ilgili pek çok kavram felsefik bir kavramdır
ve bu felsefik kavramın diğer felsefik kavramlarda olduğu gibi pek çok tanımı
vardır.En genel hatlarıyla tarihi şu şekilde tanımlayabiliriz; toplumların
başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan,bunların sebep ve
sonuçlarını,birbirleriyle olan ilişkilerini
ele alan bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adı.
Batı’da tarih yazımına dini sebeplerle ilgi gösterilmemiştir. Tarih
yazımına 18. ve 19.yüzyıl arasında, aydınlanma ile başlayan süreç ile ortaya
çıkmış sonra da modernitenin oluşturduğu ortam ve şartlarda devam etmiştir. Tarih
ve tarihsellik kavramları batıya özgün kavramlardır. Batılı filozoflar içinde
yaşadığı toplumun etkisiyle yetkin kişiliklerini oluşturmuşlar ve bunu da
eserlerine yansıtmışlardır. Yani tarihsellik, bir kavram olarak, oluşum süreci
bakımıyla insanın ortak kültürüne,anlam içeriği olarak da özgü kültüre ait bir
kavramdır.
Kur’an’ı Kerim ve hadislerde yer almayan tarih kavramı Hz.Ömer’in
(16/637) hicreti takvim başlangıcı saymasıyla birlikte Hicaz Arapçası’na
girmiştir. Avane b.Hakem’in (ö147/764) eserine Kitabü’t-Tarih adını vermesinden
sonra yaygın biçimde kullanılmıştır.
Cahiliye devrinde Arapların ‘’eyyamü’l-Arab’’ diye adlandırdıkları ve
ezber yoluyla naklettikleri şiir ve ensab haberleri divanlarında yazılı olarak
muhafaza etmişlerdir. Cahiliye dönemi Arap kabileleri ensab ve tarihini
yazarken bu divanlara başvurmuşlardır.
Destan yönü ağır basan ve ahbarü’l-Arab da denilen bu bilgiler yanında
Arapların ticari münasebette bulundukları Doğu Roma (Bizans), Mısır, İran ve
Habeşistan yanında Kuzey ve Güney Arabistan’daki emirlikler, Medine, Hayber
çevresindeki Yahudilerle yarımadanın çeşitli yerlerinde yaşayan Hıristiyanların
menkıbevi tarihlerinede vakıf olmuşlardır.
Cahiliye dönemindeki bu menkıbevi tarih anlayışı, İslami dönemde Kur’an’ı
Kerim’in tarih insanoğlunun ve alemin tarih anlayışıyla, gerçek tarihi vasfını
ön plana çıkarmış ve yeni bir tarih yazıcılığı ortaya çıkmıştır.
Meğazi ve Siyer;
Meğazi, Arapça savaş anlamındaki ‘’meğza’’ kelimesinin çoğuludur. Hz.Peygamber’in
savaşlarını ve gazzelerini anlatan eserlere ‘’meğazi’’ denmiştir. Siyer ise ‘’sire’’
kelimesinin çoğulu olup yaşantı, adet ,hareket, davranış ve yol manalarına
gelir.Siyer denilince Hz. Peygamberin hayatını tüm yönleriyle ele alan
eserlerin ortak adıdır. Bu terimin, savaş, esirler ve ganimetler olmak üzere, devlet
hukukunun alanına giren konuları için de kullanıldığı görülmüştür. Ayrıca fıkıh
kitaplarında da bir bölümün adı olmuştur.
İbn İshak’ın ve çağdaşlarının Hz.Peygamber hakkında yazmış oldukları
eserlere ‘’el Meğazi’’ bazen de muhtevasını göstermek için ‘’el-Meğazi’’
bazende muhtevasını göstermek için ‘’el-Meğazi ve’s-siyer’’ denilmiştir İbn’i
İshak’ın ‘’el-Mübtede ve’l-meb’as ve ve’l meğazi’’ si İbn’iİshak daha hayatta
iken büyük bir ün kazanmış, altmışa yakın ravi tarafından rivayet edilmesine
rağmen ve daha sonraki nesillerde on alimde birer nüshası bulunmasına rağmen
günümüze ulaşmamıştır.
es-Sire adı, İbn Hişam’dan sonra yaygınlık kazanmış ve onun İbn’i
İshak’ın çalışmasını özetleyen kitabı ‘’Siret’ü İbn Hişam’’ ve
‘’es-Siretü’n-nebeviyy’’ adlarıyla tanınmıştır.
İbn İshak, Hz.Peygamberi ve Müslümanları insanlık tarihyle bütünleştirip
sevilmelerine yardımcı olmuştur.İbn İshak’ın zamanımıza intikal etmeyen
Kitab’ul Hulefa adlı eseriylede İslam dünyasında tarihi eserlerin derinlik ve
devamlılık kazanmasında etkili olmuştur.Bu anlayışı benimseyen genel dünya
tarihiyle, bazıları Hz. Peygamber’in dönemiyle veya hicretle başlayan tarihler
yazmışlardır.Bu arada fetihler başta olmak üzere bazı kabilevi, siyasi, iktisadi
veya dini hadiseler, monografiler, biyografiler, şehir ve bölge tarihleri
kaleme alınmıştır.
İBN İSHAK
Ebu Abdillah Muhammed b.İshak b.Yesar
b.Hıyar el-Muttalibi el-Kureşi el-Medeni
(ö151/768)
Medine’de 80(699) yılında doğmuştur. İbn’i İshak’ın dedesi Hıristiyan
olduğundan dolayı İncil’i ve Süryanice’yi
iyi bildiğini ve Hz.Peygamber’den, önceki dönemin tarihi ve kıssalarını
iyi bilmesinde aile kültürünün etkisinin büyük olduğu söylenmektedir. İbn’i İshak’ın
babası, amcası ve kardeşleri de ilimle, özellikle hadis rivayetiyle
uğraşmışlardır.
Hadis, siyer-meğazi, şiir ,eyyamü’l Arab ve ensab bilgileri başta olmak üzere bu alanlardaki eğitimi öncelikle ailesi olmak üzere pek çok şahsiyetten
almıştır.
Çoğu sahabe çocuğu olan yüz kadar Medine’li raviden hadis aldığı
söylenir.Hatta Yezid b.Ebu Habib’den kaydettiği Hz.Peygamber’in İslam’a davet mektuplarını
götürecek elçilere hitaben yaptığı konuşmanın metnini Medine deki hocalarından ibn Şihab ez-Zühri’ye göndererek
doğrulatması hadis rivayeti konusundaki hassasiyetini göstermektedir.
Abbasi Halifesi Mansur İbn’i İshak’dan, başlanğıçtan o güne kadar geçen
olayları ihtiva eden bir tarih kitabı yazmasını istedi. İbn’i İshak Medine’de
topladığı zengin malzemeyle tarih kitabını yazdı ve halifeye sundu. Halifenin
bu eseri uzun bulması üzere kitabı özetledi.Saray kütüphanesine koyulan ilk
nüsha ravi Seleme b.Fazi’nin eline geçmiş ve onun aracılığıyla nakledilmiştir.Bağdat
kurulduktan sonra halifenin maiyetinde
buraya yerleşmiş, vefatına kadar bir yandan hadis rivayetiyle meşgul
olmuş bir yandan da siyerini öğrencilere okutmaya devam etmiştir.
İbn’i İshak’ın en önemli eseri Kitabü’l Meğazi (Siretü’l İbn ishak,e l- mübtede’ ve’l - me’bas ve’l-meğazi)'dir. Hz. Peygamber’in hayatı
hakkında yazılmış en eski eserdir. Eserinin özelliklerini şöyle
sıralayabiliriz;
*Hz.Peygamber’in hayatı ve şahsiyeti münferid
bir olay olarak değil, insanlık tarihinin bir parçası olarak ele almıştır.
*Hz. İsa’dan önce gelen peygamberlerin tarihi
yazılırken Kur’an’ı Kerim’deki ayetlerin yanısıra, Ehl-i Kitap özellikle
Tevrat’tan alınan rivayetlerden yararlanılmıştır.
*Kur’an’da adı geçen Ad ve Semud ile hiç
ilgisi olmayan Tasm ve Cedis kabilelerinin tarihlerine, Uhdud ve Fil vaka’ları
dolayısiyle Yemen tarihine yer vermiştir.
*Arap kabileleriyle putlarına, Hz. Peygamber’in
dedelerine ve Mekke halkının dini anlayışına yer vermiştir. Bu bölümleri
yazarken senet göstermemiştir.
*Hz. Peygamber’in doğumundan
hicretine kadar olan gelişmeler ferdi olaylar şeklinde ele alınmıştır.
*İslam’ı kabul eden şahsiyetlere,
Kureyş’in Hz.Peygamber’e ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarına,
*Hz. Ebu Bekir’in davetiyle müslüman
olanların, Habeştistan’a hicret eden ve geri dönenlerin isim listelerine,
*Hz.Peygamber’in Medine’deki siyasi ve ictimai hayatı
düzenlemek için yaptığı antlaşmanın metni gibi diğer kaynaklarda rastlanmayan
önemli bir belgeye yer vermiştir.
*Gazze ve Seriyeler başta olmak üzere
Hz.Peygamber’in rahatsızlığı vefatı ve
Hz.Ebu Bekir’in halife seçilmesi gibi
önemli konuları ele almıştır.
*Eserindeki haber kaynaklarının çoğu
Medineli ravilerdir.
*Konuların ayrıntısına geçmeden önce
haberin bir özetini, sonra ravilerden kendisine ulaşan konuyla ilgili diğer
haberleri ayrıntılarıyla beraber verir.
*Anlattığı konuların hadislerle
irtibatını çok iyi kurmuş, bazen kişisel düşüncelerinide ekleyip birçok
rivayeti birleştirmiştir.
*Ehl-i Kitap’la ilgili haberlerde
yahudi, Hıristiyan ve mecusiler’den rivayette bulunmuş ve bunların isimlerini
sayarken, ‘’ Tevrat ehli, ilk kitap ehlinden bazı kimseler, acemlerden söz naklederken’’
gibi ifadeler kullanmıştır.
*Eski ve yeni ahid tercümelerinden
haber ve ravileri kabul etmekle
Medine’deki hadis rivayeti geleneğinden ayrılır.
*Eserinde bu tarz bilgilere yer
vererek ‘’delailü’n-nübüvve’’ konusuna temas eden ilk müellef olarak dikkat
çeker.
Muhaddislerle cerh ve ta’dil alimlerinin İbn İshak’a yönelttikleri tenkitlerin başında, hadis aldığı ravi veya
şeyhi atlayıp (tedlis) ilk ravinin adıyla nakletmesidir. Bu husus, tarih ve
hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir. İbn’i İshak’ın bu tutumu
tarihçiliğin bir geleneğidir. Hadislerde metinleri birbirine bağlayarak
anlatmak söz konusu değilken tarihte olayları birbiriyle bağlantılı anlatmak
esastır.Eleştirildiği bir diğer alan ise,eserlerini doğru olup olmadığını incelemeksizin
şiirlerle doldurmuş, bu yüzden hem çağdaşları, hem de daha sonra gelenler
tarafından tenkit edilmiştir.
İbn İshak’ın el-Meğazi’si
günümüze tam olarak İbn Hişam’ın es-Siretü’n - nebeviyye adlı eseriyle
ulaşmıştır.Kitabın orjinali ise eksik nüshalar halinde zamanımıza intikal etmiş ve iki ayrı neşri
yapılmıştır.Bunlardan biri, Muhammed Hamidullah, Siret’ü İbn İshak el-müsemma
bi-Kitabi’l-Mübtede ve’ l- mebas ve’ l- mağazi
(Rabat 1396/1976-Konya 1401-1981).Diğeri ise, b. Süheyl Zekkar,Kitabü’s-Siyer
ve’l-meğazi (Dımeşk 1396/1976).
İBN HİŞAM
Ebu Muhammed Cemalüddin Abdülmelik
b.Hişam b.Eyyüb el-Himyeri el-Meafiri el-Basri el-Mısri (ö.218/833)
Basra’da doğmuştur.Tahsilini Basra da tamamladıktan sonra Mısır’a gitmiş
ömrünün sonuna kadar Fustat şehrinde yaşamıştır.İbn İshak’ın es-Sire’sini
kendisine rivayet eden hocası Ziyad
b.Abdullah el-Bekai ile görüşmek üzere Kufe’ye veya Bağdat’a gitmiş olduğu
varsayılmaktadır.
İbn’i Hişam kaynaklarda tarih, ahbar, ensab, şiir, nahiv ve lugat alimi
olarak bilinmekle beraber hocaları,eserleri ve görüşleri hakkında bilgi
bulunmamaktadır.İbn İshak’ın Siretü İbn İshak diye bilinen Kitabü’l Mübtede’
ve’l-meb’as ve’l-meğazi’sini yeniden tertip ederek ‘Siretü İbn Hişam,Tehzibü
İbn Hişam diye anılan Hz.Peygamber’in hayatına dair en sağlam ve en iyi siyer
kitabadır. Peygamber’in hayatına dair tamamı günümüze kadar gelmiş en eski
kitaptır.
İbn’i Hişam İbn’i İshak’ın siyerini tertip ederken ; İbn’i İshak’ın
kitabını esas almakla beraber bazı hususları çıkarmış, bazı hususları ilave
etmiştir.İbn’i Hişam, esere yaptığı katkıları ‘’kale İbn’i Hişam’’ ibaresiyle
belirtmiştir. Siyerde yaptığı başlıca çalışmalar;
*Kur’an’da temas edilmeyen ve
Hz.Peygamberle ilgisi olmayan konulara, pek tanınmayan şairlerin şiirlerine,nezaket
dışı ifadelere ve hocası Bekkai’nin güvenilir görmediği rivayetlere itibar
etmemiştir.
*Eserine aldığı bazı şiirlerin dilini
ve vezninin düzeltmiş,bazılarının nispet edilen şahıslara ait olmadığını
belirtmiş,bir kısmının kaynağını ve ravilerini zikretmiş,bazenda yeni şiirler
ilave etmiştir.
*Arap dili ve edebiyatına son derece
vakıftır. Bunu eserde yer alan ayet,hadis ve şiirlerdeki garip kelimeleri
açıklarken verdiği bilgilerden anlamaktayız.
*Kelimeleri şiirlerden delil getirmek
suretiyle açıklayan İbn’i Hişam, ayrıca
Ebu Ubeyde Ma’mer b.Musenna başta olmak üzere Yunus b.Habib,Ebu Muhriz Halef el-Ahmer, Ebu Zeyd el-Ensar
i ve Hasan-ı Basri gibi alimlerden
nakillerde bulunmuştur.
*Bazı tarihi bilgileri esere ilave
etmiştir, bir takım kelimelerin okunuşu belirtmiştir. Şahısların nesepleriyle
ilgili bilgileri ilave etmiştir.
İbn’i Hişam Siretü İbn’i Hişam adlı birçok defa basılmış, şerh ve ihtisar edilmiş, manzum hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiştir.
İhtilaf;
Sözlükte anlamındaki half kökünden türeyen ihtilâf,
masdar ve isim olarak bir şeyin diğer
bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek,
karşı gelmek, eşit olmamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık gibi mânalara gelir. Terim olarak ihtilâf, söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan
başka bir yol tutmak demektir. İhtilâf
ve hilaf terimleri arasında ince bir fark vardır. İhtilâf kavramı daha çok, farklı
bir görüşe sahip olma, farklı görüşlerden birini benimseme anlamı taşırken,
hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade eder.
İslâmî ilimler içinde yer alan fıkıh ilminde, fıkhi ihtilaflarının bilinmesi fıkıh ilminin
gereğidir.Fıkhi konularada ihtilafın gerekliliği 8.yüzyıldan itibaren
sorgulanmaya başlanmıştır.Kur’an’daki müteşabih,müşterek ve mecazi lafızların
varlığı,Hz.Peygamber’in sahabeye verdiği ictihad izni,insanların yaşadığı
ortamın etkisiyle düşünme kapasitelerinin farklılığı gibi konular ihtilaflara
sebeb olmuştur.
Fıkhî konulardaki ihtilafların en önemli nedenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz;
* Usul farklılığı; sarih bir nass
bulunmadığında re'y, kıyas, istihsan, istislâh, örf gibi kaynak olup
olmadıkları müctehidler arasında tartışmalı olan delillerin hükme esas alınıp
alınmaması ve delillerin şartları ile ilgili temel anlayış farklılıkları.
* Usulün meselelere tatbikindeki farklılık; aynı usul benimsenmiş olsa bile
karşılaşılan meselede bu usulün nasıl uygulanabileceğine ilişkin olarak ortaya
çıkan ayrılıklardır.
*Hadisin ulaşıp ulaşmaması; çok az
kimse tarafından nakledilmiş olması dolayısıyla bir hadisin müctehide ulaşmaması
yahut sahih olmayan bir yolla ulaşması ve onun da nasların genel ifadeleri,
mefhum ve kıyas gibi başka kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri
haram kılan iki hadisin bulunması ve hadislerden birinin bir müctehide ulaşıp
diğerine ulaşmaması, her müctehidin kendisine ulaşan hadise göre hüküm
vermesi yahut her iki hadis de ulaştığı halde söyleniş tarihlerinin hükmü
yürürlükten kaldıran (nâsih) hadisin bilinmemesi
durumu.
* İçtihada
dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların değişmesi sebebiyle
müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması.
KAYNAKLAR:
1-DİA,MUSTAFA FAYDA,TARİH,c.40,s.30
2- DİA,MUSTAFA FAYDA,SİYER
VE MEĞAZİ,c.37,s.319
3-DİA,MUSTAFA
FAYDA,İBN.İSHAK,c.20,s.93
4-DİA,MUSTAFA
FAYDA,İBN.HİŞAM,c.20,s.72
5-DİA,ŞÜKRÜ ÖZEN,İHTİLAF,c.21,s.565
6-KUR’AN VE
BAĞLAM,PROF.DR.AHMET NEDİM SERİNSU
7-DERS NOTLARI
Hikmet Kıratlı
12912709
Yüksek Lisans
BUHARİ,
Muhammed b. İsmail (ö.256/870)
13 Şevval 194 Cuma günü Buhara’da doğdu. Çoçukluğunda
Buharalı muhaddislerden hadis
Öğrenmeye başladı.
Onatlı yaşlarında Annesi ve kardeşi Ahmetle birlikte hacca gitti. Hac son
rası Buhari Mekkede kaldı.Burda Hallad b. Yahya, Humeydi
gibi alimlerden hadis tahsil etti.
Buhari kenisinden hadis yazdığı muhaddisleri
1080 olduğunu söyler. El Cami’us-sahih’te
Rivayette bulunduğu hocalardan 309 muhaddisin adı,
yaşadıkları şehirler ve ölüm tarihleri verilmektedir.
Meşhur talebesi
Firebri, El Cami’us- Sahihi Buhariden 90000 talebenin dinlediğini
söylemektedir. Senedleri muttasıl 200.000 Hadis kaydetmiştir. Kenisi Hz.
Peygamberin,”ken-
disine sorulan şeyi öğretmekten
kaçınan kimsenin ağzına ateşten gem vurulacağını” ifade eden hadisi sebebiyle
ilmi kimseden esirgemediğini haber verdi. 256 yılının Ramazan ayının
bayram gecesi vefat etmiştir.
Hadisçiliği: Sahih
hadisleri ilk defa bir araya getirmesi, hadis ilmindeki tartışmasız otoritesi
Hadis rivayetlerindeki kusurları(ilel) ğörebilmesi. En
önemli eseri el- Cami’us sahih’dir. Bu
Hadis kitabına koyduğu bab başlıklarının hem hadiscilere
hemde fıkıhçılar için taşıdığı önem
dolayısı ile bunun üzerine müstakil şerhler yapılmıştır. İbn
Hacer el Askalani’ye ait Fethul bari
gibi , İbn Hacer göre Buharinin fıkıh alanındaki kudreti sadece bab
başlıklarında değil
aynı zamanda babların düzenlenmesindedir.(T.D.V
Ansiklopedisi c. 6 S. 368)
İBNİ
İSHAK
Siyer ve megazi
müellifi,muhaddis.
80(699) yılında
Medine de doğdu.İbn İshak’ın dedesinin Hristiyan olmasından dolayı İncil’i ve
Süryanice’yi iyi bildiğini ve Hz. Peygamberden önceki dönemin tarih ve
kıssalarını iyi bilmesinde de bu aile kültürünün izlerinin bulunduğunu ileri
sürmüşlerdir.Ancak İbn İshak’ın İncil ve Tevratı Medine de okuduğu,Seryanice’yi
de birkaç yıllık ikameti sırasında Mısır’da öğrendiği ve bu kültürü orada
aldığı kabul edilmektedir.
İbn İshak eğitimini , başta babası ve amcaları olmak üzere
birçok şahsiyetten hadis, siyer-megazi ,şiir,eyyamü’l-Arab ve ensab bilgileri
alarak tamamladı.Ona ders veren Medinenin meşhur alimleri Katade,Muhammed el
Bakır,Abdullah b. Ömer’in Mevlası Nafi ve İbn Şihab ez Zühri vs. bulunmaktadır.
Muhaddislerle cerh
ve ta’dil alimlerinin İbn İshak’a yönelttikleri en ağır tenkit,onun hadisi
aldığı ravi veya şeyhi atlayıp (tedlis) ilk ravinin adıyla nakletmesidir.Ancak
bu husus ,tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir.
İbn İshak’ın ve çağdaşlarının
Hz. Peygamberin hayatı hakkında yazmış oldukları eserlere “el-Megazi”, bazan da
muhtevasını göstermek için “el-Megazi ve’s –Siyer” denilmiştir.es Sire adı İbn
Hişam’dan sonra yaygınlık kazanmış ve onun İbn İshak’ın çalışmasını özetleyen
kitabı Siretü Resulillah ,Siretü ibn Hişam, es Siretü’n-nebeviyye adlarıyla
tanınmıştır.İbn Sa’d ilk defa megaziyi bir araya toplayan ve bu alanda bir
kitap yazan kişinin İbn İshak olduğunu belirtir.İbn İshak özellikle anlattığı
konuların hadislerle irtibatını çok iyi kurmuş,bazan Şahsi
görüşlerini de ekleyerek birçok rivayeti birleştirip
bütünleştirmeyi başarmıştır.İbn İshak ın el-Megazi’si günümüze tam olarak İbn
Hişam ‘ın es-Siretü’n-nebeviyye adlı eseriyle ulaşmıştır.
(TDV İslam Ansiklopedisi 20.cilt s.93)
İBNİ HİŞAM(ö.151/833)
Es-Siretü’n
nebeyiyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi.dil ve ensab alimi.
Basra da
doğdu.İbn-i Hişam tahsilini Basra da tamamladı.Daha sonra Mısır’a gitti ve
ölünceye kadar Fustat şehrinde yaşadı.İmam Şafi de İbni Hişamın dilde hüccet ve
Arap dili konusunda iyi yetişmiş bir alim olduğunu belirtmiştir.İbni Hişam
kaynaklarda tarih,ahbar,ensab,şiir,nahiv ve lügat alimi olarak tanıtılmakla
birlikte hocaları,eserleri ve görüşleri hakkında bilgi bulunmaktadır.İbn İshak
ın Sireti İbn İshak diye de bilinen Kitabü’l Mübtede’ve’l –meb’as
ve’l-megazi’sini yeniden tertip eden İbni Hişam şöhretini bu esere
borçludur.Eseri hazırlarken İbni İshak’ın en meşhur ravilerinden Ziyad
b.Abdullah El Bekai’nin Kufi-Bağdadi diye meşhur olan nüshasını esas olarak
eseri kısaltmış,bu arada bazı ilavelerde de bulunmuştur.Kitap zamanla onun
adıyla(Siretü İbn Hişam-Tehzibü İbn Hişam)anılır olmuştur.Kıfti,Zehebi,İbn
Kesir,İbnül İmad,İbn Hallilkan ve Sehavi gibi müellifler, bu eseri Hz. Peygamber’in hayatına dair en
sağlam ve en iyi siyer kitabı olarak kabul etmişlerdir.
İbn Hişam ,İbn
İshak’ın kitabını esas almakla birlikte onun aksine Kur’an’da temas edilmeyen
ve Hz.Peygamberle ilgisi olmayan konulara,pek tanınmayan şairlerin şiirlerine ,
nezaket dışı bazı ifadelere ve hocası Bekkai’nin güvenilir bulmadığı
rivayetlere itibar etmediğini söyler.Müellif eserine aldığı bazı şiirlerin
dilini ve veznini düzeltmiş,bazılarının nispet edilen şahıslara ait olmadığını
belirtmiş,bir kısmının kaynağını ve ravilerini zikretmiş, bazan da yeni şiirler
ilave etmiştir.İbn Hişam’ın esrde yer alan ayet,hadis ve şiirlerdeki garib
kelimeleri açıklarken verdiği bilgiler,onun Arap dili ve edebiyatına vakıf
olduğunu göstermesi açısından önemlidir.Kelimeleri şiirlerden deliller getirmek
suretiyle açıklayan İbn Hişam ,ayrıca Ebu Ubeyde Ma’Mer b. Musenna başta olmak
üzere Yunus b. Habib, Ebu Muhriz Halef el-Ahmer,Ebu Zeyd el-Ensari ve Hasan-ı
Basri gibi alimlerden nakillerde bulunmuştur.
Meşhur eseri; es
Siretü’n-nebeviyye(Siretü ibn Hişam,Siretü Resulillah).Hz. Peygamberin hayatına
dair tamamı zamanımıza intikal etmiş en eski kitaptır.
(TDV İslam Ansiklopedisi 20.cilt s.71)
Çok Değerli Ahmet Hocam ve Çok Değerli Arkadaşlarım!Bu dersten dünyevi(maddi)kazançlarım olarak şunları söyleyebilirim:
1.Evimde internet yoktu.Hem beni ve hem de çoçukları meşğul eder diye almamıştım.Bu dersten dolayı yıllar sonra eve internet aldım ve şimdiye kadar almadığım için hata yaptığımı,sadece kitapların değil internetin de bir bilği kaynağı olduğunu ve faydalı olabileceğini ğördüm.Beni buna ikna ettiğinden dolayı Sn.Ahmet Hocama çok teşekkür ediyorum.
2.Artık okul işlerimi okulda yapmak zorunluluğundan kurtuldum çok şükür.Ev de rahat bir ortamda yapıyorum ve çocuklar da yardım ediyorlar bazen(işler yoğun olduğunda.Öğretmenlikte 25.yılımı çalışıyorum ;artık yardımı hakkettik ğaliba!!!
3.Evde laptop vardı ama alalı 10 yıldan fazla olmuştu.Bu dersin ödevini yazmaya kalktığımda eski doğu bloku teknolojisine sahip olduğumu anladım ve soluğu bilğisayarcıda aldım.Bunlar bana maddi külfet oldu ama çağı ve teknolojiyi yakalamak açısından ben kendimi kazançta ğörüyorum.
M
YÜKSEKLİSANS - 12912776 / MÜCELLA TEKİN
SİYER VE MEGÂZÎ
Siret ve siyer Hz.
Peygamberin hayatı, onun hayatını konu edinen bilim dalı ve bu dalda yazılan
eserler için terim olarak kullanılmıştır. Savaş yeri, savaş ve savaş hikayeleri
anlamındaki mağzat kelimesinin çoğulu olan megâzî ise Resûl-i Ekrem’in gazve ve
seriyyelerinin tarihine ve bu konuda yazılan kitaplara isim olmuş, siyer
kelimesinin eş anlamlısı halende hem kendi başına hem siyerle birlikte
kullanılmıştır.
İslam dünyasında
Hz. Peygamberin hayatı ve şahsiyetine duyulan ilgi Kur’an-ı Kerim’in ve İslam
dininin ona atfettiği önem ve değerle paralellik arzeder. Yani Kur’an,
Müslümanın Allah ile birlikte Resûlullah’a itaatini bildiren, onun hayat ve
şahsiyetinin esaslarını anlatarak adeta siyerin planını çizen, ya doğrudan
doğruya Hz. Peygamberi ya da onun çağdaşlarının tavırlarını ilgilendiren
hususlara işaret eden ayetleriyle bu ilginin gelişip kökleşmesini sağlamıştır.
Hz. Peygamberin
Kur’an’ın muhtevasında çok geniş bir yer tuttuğunu gören sahabe nesli onun
hayat ve şahsiyetini tanıyıp bilmenin Kur’an’ı ve İslamı daha iyi anlamak ve
öğrenmek için şart olduğunu idrak etmiştir. Böylelikle bu ilim dalının gelişmesinde
ilk ve en önemli etkenin Kur’an-ı Kerim olduğu vurgulanabilir.
Bazı
araştırmacıların megazi haberlerinin eyyâmü’l Arab’ın bir devamı ve gelişmiş
bir şekli olduğunu ileri sürmeleri doğru bir yaklaşım değildir.
Birinci yüzyılın
yarısına kadar hadislerin tedviniyle birlikte iç içe yürütülen siyer ve megazi
çalışmaları giderek kendine has bir seyir takip etmeye başlamıştır. Farklı
kaynaklardan zamanımıza ulaşan İslam tarihçiliğinin ilk örnekleri olan
metinlerin üslûbunun sağlam, açık, mübalağa ve yönlendirmelerden uzak olduğu
görülmektedir.
Siyer kitaplarına
günümüzde bilinen şeklini veren İbn İshaktır. İbn İshak’ın tarihçi yönüyle
birçok hadisin senedini birleştirerek olayı anlatması ilk defa kendisinin
başvurduğu bir usul değildir. Aynı usulü, fakih ve muhaddis olmasının yanında
megazi sahasındaki ilk otoritelerden sayılan Urve b. Zübeyr ile hadisteki
üstünlüğü kabul edilen ve megazi ile de ilgilendiği bilinen Zühri de
kullanmıştır.
Hicretin ilk iki
asrında siyer ve megazi sahasında eser verenlerin sonuncusu ve en
meşhurlarından biri de Vâkıdî’dir. Hicretin ilk iki asrındaki bu çalışmalar
sonucunda Resûlullah’ın hayatı, şahsiyeti ve savaşlarıyla ilgili temel bilgiler
bir araya getirildiği gibi siyer ve megazi kitaplarının planı ve konuları da
sağlam bir şekilde tespit edilmiştir. Bütün bu çalışmalar, daha sonra gerek
siyer-megazi gerek tabakat veya tarih adıyla telif edilecek eserlerin temel
kaynağı olmuştur.
Siyer ve megazi
sahasındaki çalışmalar doğrudan doğruya siyer-megaziye dair eserler, tabakat ve
tarih kitapları, Resûlullah’ın hayat ve şahsiyetine dair özel konuları kapsayan
çalışmalar şeklinde üç gruba ayrılabilir. Siyer ve megaziye yer veren ilk
tabakat müellifi İbn Sa’d’dır. Meşhur eseri Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebir’ini
kaleme almıştır. Konulara ayrı ayrı başlık verme geleneğinin başlatıldığı
kitapta kısa bir peygamberler tarihinden sonra Resûl-i Ekrem’in bi’set öncesi
ve sonrası Mekke dönemi hayatı anlatılır. İbn Sa’d, Medine döneminin
yazılmasında İbn İshak’tan farklı bir metot uygulamıştır. İbn İshak’ın olayları
kronolojik sırayla yazmasına karşılık o aynı konuları bir arada ele almıştır.
Eserinin daha öncekilerden en önemli farkı Hz. Peygamber’in Tevrat ve
İncil’deki sıfatlarıyla başlayıp arkasından daha sonraki dönemlerde
‘delâilü’n-nübüvve, alâmâtü’n-nübüvve ve şemâil’ kitaplarında işlenecek
konulara yer vermesidir.
Halife b.
Hayyât’ın et-Tarih adlı eseri günümüze ulaşan en eski tarih kitaplarındandır.
İslam dünyasında tarihçilerin babası diye tanınan, Târihu’l-ümem ve’l-mülûk’ün
müellifi İbn Cerir et-Taberi’nin temel özelliği Hz. Adem’den başlayarak kendi
imkanlarına göre bir dünya ve peygamberler tarihi yazmaya başlaması, ardından
peygamberler tarihinin devamı ve son halkası olmak üzere Hz. Peygamber’in Mekke
ve Medine dönemlerini oldukça geniş biçimde kronolojik olarak kaleme almasıdır.
Konusu doğrudan
doğruya Resûl-i Ekrem’i anlatmak olan ve onun bazı yönlerini ele alan ilim
dalları hadis, siyer ve megazi, şemail ve delail olarak sıralanır. Bunlardan
Hz. Peygamber’in beşer yönünü konu edinen, yaşayışını ve şahsi hayatını anlatan
ilim dalına şemail adı verilmiştir.
Resûlullah’ın
hayatı ve şahsiyetiyle ilgili konulardan birini veya birkaçını müstakil çalışma
konusu yapan kitaplar da yazılmıştır.
İHTİLAF
Bir meselede ayrı
ayrı görüşlerin ortaya çıkması anlamında terim. Sözlükte geride kalmak ve biri
diğerinin yerine geçmek anlamındaki half kökünden türeyen ihtilaf, terim olarak
söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak demektir.
İhtilaf ve hilaf
terimleri bazen benzer veya eş anlamlı olarak kullanılırsa da aralarındaki ince
fark genellikle korunmaya çalışılmıştır. İhtilafın daha çok farklı bir görüşe
sahip olma, farklı görüşlerden birini benimseme anlamı taşımasına mukabil
hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebilir. Buna
göre ihtilaf maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf ise
her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.
İslami literatürde
ihtilaf terimi altında pek çok konuya temas edilmiştir. İnsanların doğuştan
getirdiği tabii farklılıklar, ilmi ve felsefi görüş ayrılıkları, siyasi
muhalefet ve anlaşmazlıklar, ihtilafü’l hadis terkibinde olduğu gibi delillerin
karşıtılığı bu konulardan bazılarıdır. Literatürde kesbî ve gayri kesbî (tabii)
olmak üzere iki farklı ihtilaf kavramından da söz edilir. Bunlara görüşler
ihtilafı ve cinsler ihtilafı adını veren Ebû Hilal el-Askerî ve İbn Akil,
görüşler ihtilafını da iki şeyden birinin diğerinin yerini tutmasının
imkansızlığı şeklinde tanımlarlar.
Yaratılıştan
olması bakımından tabii ihtilaf diye de adlandırılabilecek olan cinsler
ihtilafı varlıkların zatlarına ilişkin farklılıklardır. Kesbî ihtilafla fertler
ve gruplar arasındaki görüş ayrılıkları kastedilir.
İslam düşüncesinde
dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç konuları ve fıkhî hükümler olmak
üzere temelde iki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiş, inanç
konularında taraflardan sadece birinin haklı, diğerlerinin hatalı olduğu ifade
edilmekle birlikte genellikle iki ayrı kategori ortaya konmuştur. Yaratıcının
varlığı ve birliği konusunda ileri sürülen aykırı düşüncelerin kişiyi İslam
dışına çıkaracağı hususunda İslam düşünürleri arasında ittifak varken Allah’ın
sıfatları ve iradesi, kaza ve kader gibi konulardaki aykırı yaklaşımlar bid’at
olarak değerlendirilmiştir. İslam düşüncesinde genel eğilim ehl-i kıbleye mensup
insanları tekfir etmemek yönünde olmakla birlikte bu tür konulardaki aykırı
tavırları da İslam dışına çıkmada yeterli görenler olmuştur.
Fıkıh ilminde
ihtilaf icma ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta. Ashap
Resûlullah döneminde bile ictihadi hükümlerde ihtilaf eder, ancak Hz.
Peygamber’e müracaatla ihtilaflarını hallederlerdi. Resûl-i Ekrem’in vefatından
sonra herkes kendi görüşünde devam etmiştir. Sahabe, farklı ictihadları tenkit
etmekle birlikte muhaliflerine karşı geniş bir tahammül ve hoşgörü sahibiydi.
Şûra neticesi üzerinde görüş birliği sağlanan kararlara ayrı bir önem vermekle
birlikte ashap bütün özel hükümlerde icma hasıl olmasını da asla savunmazlardı.
İslam’da usul
(akaid) konularında ve genel ilkelerde (külliyat) ihtilaf doğru karşılanmazken
fıkhi konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha
ile karşılanmış ve ‘hata ihtimaliyle birlikte bizim mezhebimiz doğrudur; doğru
olma ihtimaliyle beraber muhalifimizin mezhebi hatadır’ şeklinde formüle edilen
bu anlayış, bazı istisnalar dışında İslam aleminde geniş kabul görmüştür.
Fıkhî konularda
ihtilafların sebeplerinden bazıları şunlardır: 1) Usul farklılığı, 2) Usulün
meselelere tatbikindeki farklılık, 3) Hadisin ulaşıp ulaşmaması, 4) İctihada
dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların değişmesi sebebiyle
müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması.
el-Muvatta’ı kanun
kitabı haline getirme teşebbüsü karşısında İmam Malik’in sarfettiği, ‘Alimlerin
ihtilafı yüce Allah’ın bu ümmete bir rahmetidir. Herkes kendisince doğru olana
uyar, herkes Allah’ın rızasını aramaktadır’ sözü o dönemde İslam toplumunda
yaşanan vâkıanın bir tesbitidir.
İhtilafları İslam
toplumu için ciddi bir tehlike olarak gören bir kısım alimler ve siyasetçiler dezbunların
çözümü için bazı usuller teklif etmiştir.
İBN-İ İSHAK
80 (699) yılında
Medine’de doğdu. Bazı şarkiyatçılar, İbn İshak’ın büyük dedesinin Hıristiyan
olmasından dolayı İncil’i ve Süryanice’yi iyi bildiğini söyleseler de İbn
İshak’ın İncil ve Tevrat’ı Medine’de okuduğu, Süryanice’yi birkaç yıllık
ikameti sırasında Mısır’da öğrendiği ve bu kültürü orada aldığı kabul
edilmektedir.
Ona ders veren
Medine’nin meşhur alimleri arasında Salim b. Abdullah b. Ömer ve İbn Şihab
ez-Zuhri de bulunmaktadır. Kendisinin bazı sahabilere yetiştiği bu arada Enes
b. Malik’i gördüğü ve Said b. Müseyyeb’e de bir süre öğrencilik yaptığı
bilinmektedir. Kaynaklarda Medine’den ayrılıp İskenderiye’ye ve Irak’a
gitmesiyle ilgili aleyhinde çeşitli rivayetler yer almaktadır. Medine’de İbn
İshak’ın aleyhinde konuşanlar arasında iki meşhur hadis alimi Hişam b. Urve ve
Malik b. Enes’in de bulunması dikkat çekmektedir. İbn İshak çeşitli tenkit ve
ithamlara maruz kalmışsa da başta Buhari olmak üzere Müslim, Ebu Davud,
Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel gibi muhaddisler ondan hadis
rivayet etmişlerdir.
Hadis ve
siyer-megazi sahalarında İbn İshak’ın üstadı olan İbn Şihab ez-Zuhri, “Megazi
ilmini öğrenmek isteyen İbn İshak’a müracaat etsin” derdi. Bağdat’ın kurulması
üzerine 151 (768 veya 150/767, 153/770, 154/771) yılında burada öldü.
Muhaddislerle cerh ve ta’dil alimlerinin İbn İshak’a yönelttikleri en ağır
tenkit onun hadisi aldığı ravi veya şeyhi atlayıp ilk ravinin adıyla
nakletmesidir. Ancak bu husus tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri
gelmektedir. Hadisler genellikle kısa ve bir olayın birbirine bağlı
unsurlarıyla anlatılmasının söz konusu olmadığı metinlerdir. Tarih
yazıcılığında ise olayları birbirine bağlamak suretiyle anlatım esastır. İbn
İshak’ın tarihçi yönüyle birçok hadisin senedini birleştirerek vak’ayı
anlatması ilk defa kendisinin başvurduğu bir usül değildir. İbn İshak’ın en
önemli eseri olan Kitabü’l-Megazi bütünüyle günümüze ulaşmamıştır. Es-Sire adı
İbn Hişam’dan sonra yaygınlık kazanmış ve onun İbn İshak’ın çalışmasını
özetleyen kitabı Siretü Resûlillah, Siretü İbn Hişam ve es-Sîretü’n-Nebeviyye
adlarıyla tanınmıştır.
İbn Hişam, İbn
İshak’ın el-Megazi’sinin Ziyad b. Abdullah el-Bekkai tarafından rivayet edilen
ve Kûfî ve Bağdâdî diye meşhur olan nüshasını kısaltmış, bu arada Hz. Peygamber’le
ilgili olmayan veya Kur’an’da temas edilmeyen olayları uydurma olduğu ileri
sürülen şiirleri, bazıların incitebilecek nezakete uymayan haberleri ve
Bekkâî’nin mevsuk saymadığı bilgileri eserine almadığını, aldıklarını ise
rivayet edildiği şekliyle aynen kitabına aktardığını belirtmektedir.
Konuların
ayrıntısına geçmeden önce haberin bir özetini, sonra ravilerden kendisine
ulaşan konu ile ilgili haberleri, eğer bu bir savaşsa mesela katılanların,
ölenlerin ve esirlerin isimlerini verir. Bu bölümde de çoğu Medine’li olan
haber kaynaklarını açıklarken özellikle hocaları Zuhri, Asım b. Ömer b. Katade,
Abdullah b. Ebu Bekir b. Hazım’ın isimlerinin yer aldığı senedleri gösterir.
Ayrıca başka ravilerden veya olaylara katılanların yakınlarından topladığı
haberleri ekler. Ehl-i kitapla ilgili haberlerde Yahudi, Hıristiyan ve
Mecusîler’den rivayette bulunduğu ve bunların isimlerini saymak yerine “Tevrat
ehli”, “ilk kitap ehlinden bazı kimseler”, “Acemlerden söz nakledenler” gibi
ifadeler kullandığı görülür. Hatta daha da ileri giderek Eski ve Yeni Ahid
tercümelerinden aynen haber almaktan çekinmez. İbn İshak, bu tür haber ve
ravileri kabul etmekle Medine’deki hadis rivayet geleneğinden ayrılır. Onun
diğer tarihçilerden farklı bir yanı da doğru olup olmadığını incelemeksizin
eserini şiirle doldurmasıdır: Bu yüzden hem çağdaşları hem de daha sonra
gelenler tarafından tenkit edilmiştir. Bu eseriyle İbn İshak kendinden sonra
gelen bütün siyer ve tarih yazarlarının, şeyhi ve piri sayılmıştır. İbn
İshak’ın el-Megazi’si günümüze tam olarak İbn Hişam’ın es-Siretü’n-Nebeviyye
adlı eseriyle ulaşmıştır. Kitabın orjinali ise eksik nüshalar halinde
zamanımıza intikal etmiş ve iki ayrı neşvi yapılmıştır.
İBN-İ HİŞAM
(Ebu Muhammed
Cemâluddin Abdülmelik b. Hişam b. Eyyub el-Hımyeri el-Meâfiri el-Basrî
el-Mısrî) (ö. 218/833)
Es-Siretü’n-Nebeviyye
adlı eseriyle meşhur olan tarihçi, dil ve ensab alimi. Basra’da doğdu,
tahsilini Basra’da tamamladı ve Mısır’a gitti ve ölünceye kadar Fustat’ta
yaşadı. Başka yerlere yolculuğu bilinmiyor. Mısır’da İmam Şafii ile Arap şiiri
üzerine sohbetlerde bulunmuştur. İbn Hişam kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb,
şiir, nahiv ve lugat alimi olarak tanıtılmaktadır. Hocaları, eserleri,
görüşleri hakkında bilgi yok. İbn Hişam, İbn İshak’ın Sire’sini yeniden tertip
etmiştir. (Kitâbü’l-Mübtede ve’l-meb’as ve’l-megazi) (Ziyad b. Abdullah
el-Bekâî-hocası) Sîre böylelikle hayatımıza Hz. Peygamberin hayatını en sağlam
en güvenilir şekilde ulaştırmıştır. Esere yaptığı ibareleri “kâle İbn Hişam”
diye belirtmiştir. Eserin şerhleri ve muhtasarları yapılmıştır. Türkçe’ye
çevirisi Siret-i Resûlullah adıyla Aydınlı Eyyûb b. Halil tarafından h. 986
yılında yapılmıştır. Eserin tamamı Türkçe’ye “İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam
Tercemesi” adıyla Hasan Ege tarafından yapılmıştır.
TARİH
Tarih; insan
topluluklarının geçmişte meydana getirdikleri olayları, birbirleriyle olan
ilişkilerini, sosyo-ekonomik durumlarını yer ve zaman göstererek sebep-sonuç
ilişkileri içerisinde belgelere dayalı olarak objektif bir biçimde inceleyen
bir sosyal bilimdir.
Her insan somut
bir varlık bütünlüğü içindedir ve her insanda ana zihniyetler, mantık aynı olup
alışları farklıdır. İşte alışların farklılığı insanları robotlaştırmaktan
alıkoyuyor. İnsanın somut varlığı ise bilgi ile ortaya çıkıyor.
Haberdir ve
annalistiktir, haber formunun temel özelliklerinden olarak; haberler bağımsızdır,
olaylar arası bağıntı kurulmaz, olaylar başka referansla desteklenmez, olayları
aktaran tarihçi analiz yapmadan rivayetleri olduğu gibi aktarır.
Tarih Metodolojisi İlkeleri
·
Kaynak kullanımı: kaynak kritiği, olayları aktaran
kişinin kritiği ve anlatılan olayların kritiği
·
Tarihsel bağlam: tarihsel koşullarında coğrafi,
kültürel, sosyal, siyasi, ekonomik ve dini kabuller açısından tanınmayı
gerektirir.
·
Kronoloji: zaman ve olayların meydana geliş sırası
olaylar arasındaki ilişkiyi belirleme noktasında önemlidir. Bir olayın arka
planını verir.
·
Nesnellik/Objektiflik: Bilimsel geçerliliğin en
önemli ölçütü
·
Nedensellik: Her önceki olay her sonraki olayı
etkileyebilir.
İbn İshak’ın Metodu
·
İsnad kullanımında; direkt kullanmıştır, bazen
senedlerinde şüphe ifadeleri var, farklı isnadları toplu zikredilebilir.
·
Kaynak kullanımı; müphem ravi zikirleri vardır.
(bunun sebebi; sadece kendisi biliyor olabilir vb. başka sebepler)
·
Vesika kullanımı; Medine Vesikası.
·
Ayet kullanımı;
·
Şiir kullanımı;
İbn İshak’ın Anlatım Uslubü
رُوِىَ، ىُقاَلُ، حُدثتُ، ismini
vermediği durumda
زَعَمَ، زَعَمُوا، زَعَمَ بَعْضُ الناسِ iddia
eder
الله اَعْلَمُ nakillerin
çoğu böyle biter
ذَكَرَ لِى، dikkatli
olunması gerekebilir
اَوْ كَمَا قَالَ bir
kaynak vasıtasıyla ulaşamadığı
حَدثنِى kesinlik
ifade eden durumlar
İbn Hişam’ın Metodu
·
Kitabın başında tarzını neyi alıp almadığını
söylüyor.
·
Kelime açıklamaları
·
Tashihler; İbn İshak’ınkinden düzeltmeler yapmıştır.
·
Farklı görüşler: İbn İshak’tan ayrılan görüşlerini
de açıklıyor.
·
Tenkit;
·
Sansür; dini, edebi, ahlaki kaygılarla çıkarmalar
yapmıştır.
·
Açıklamalar; müphem konuları açıklama gereği
görmüştür.
·
İhtisar; olayları uzatmadığını söylüyor.
·
Tamamlama; (haber tamamlama) bulabildiği bilgileri
ekliyor.
·
Tercihte bulunma; kendi bulduğu bilgi ile tercihini
ortaya koymaktadır.
·
Ziyade; nakillerde ziyadesi var.
·
Metne müdahale; metne müdahale etmekte, kendi
görüşünü araya girerek söylemektedir.
SONUÇ OLARAK VE KAZANIMLAR
AÇISINDAN
·
Okumuş olduğum Fıkıh Tarihi, Hadis Tarihi ve Tefsir
Tarihi kaynakları doğrultusunda daha en baştan günümüze kadar tefsirin doğuş
sebeplerini, kaynaklarını, nasıl değerlendirileceklerini, Kur’an’ı anlamada
nüzul ortamını bilmenin gereklerini gözden geçirmekle bilgiler tazelenmiş eksikler
tamamlanmış oldu.
·
Kur’an ve Bağlam ışığında;
Kur’an-ı
Kerim’in soyut bir düşünce biçimi olarak kalmadığının aksine yaşanmış,
yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunu görebilme,
Kur’an’ı
hidayet rehberi edinen insanın esbâb-ı nüzulleri hayat tezahürleri değişse bile
insan ve onun ana karakterinin, dolayısıyla ondan zuhur eden hâdiselerin,
meselelerin, soruların devam etmekte olduğunu görüp Kur’an’ı kendi vakıasına
aktarabilmeyi başarabilme,
İnsanın
tarihi bir varlık olması bağlamından bakınca esbâb-ı nüzul, Kur’an-insan
ilişkisinde insani yapıp etmeler olduğunu görüp bu yapıp etmelerden bugünün
insan meselelerine yönelik ilkeler tespit edip uygulamaya geçirebilme
sonuçlarına varılmıştır.
·
Siyer-Megazi, Tarih ve ihtilaf okumaları neticesinde;
siyer ve megazi kitaplarının ilk örneği olan Siretü’n-Nebeviyye’nin yapısı tam
bir tarih kitabına sahiptir. İbn İshak’ın eserinin yeniden tertibiyle ortaya
çıkan İbn Hişam’ın Siretü’n-Nebeviyye’si tarihin yeniden kurgulanmasıdır. Aynı
olayları çıkış noktası yaparak farklı tarihsel sonuçlara ulaşılabildiğini
bulmak, farklı beklentiler olduğu için farklı sonuçlar ortaya çıkması doğaldır.
·
İhtilafın uygulamalarını görmek, anlamaya çalışmak.
Manevi(Uhrevi)Yönden Kazançlarım:
1.Ahmet N.SERİNSU Hocamın KURAN ve BAĞLAM adlı müfid kitabının 1.Kitabının bazı yerlerini,2.Kitabının tamamını ve3.Kitabının da çoğu yerini okudum.Böylelikle de hem ilmimi artırmış oldum ve hem de ben ve değerli müellif sevap kazanmış olduk.
2.Sa'lebe(r.a.)kıssasını daha önce ben ğerçekleşmiş bir olay olarak değerlendiriyordum.Şimdi ise Hadis Usulü açısından olaya baktığımda rivayetin sağlam olmadını görüyor ve Sa'lebe (r.a.) adına seviniyorum.
3.Şimdi birazdan (ALLAH nasib ederse)bu ödev için İmam Buhari,İbn-i İshak ve İbn-i Hişam maddelerini okuyup,yazacağım.Bunu da kendim ve müellifler için manevi birer kazanç olarak ğörüyorum.
İMAM BUHARİ
Abdullah ARSLAN-12912771-Yüksek
Lisans-İHTİLAF MADDESİ, SİYER, MEĞAZİ, İBN HİŞAM, İBN İSHAK, TARİH ve
Kazanımlarımız.
İHTİLAF: Sözlükte "geride kalmak ve
biri diğerinin yerine geçmek" anlamındaki H-L-F
kökünden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak "bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi,
gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak,
görüş ayrılığı, anlaşmazlık" gibi mânalara gelir.
Terim olarak ihtilâf, "söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan
başka bir yol tutmak" demektir İhtilâf ve hilaf terimleri
bazan benzer veya eş anlamlı olarak kullanılırsa da aralarındaki ince fark
genellikle korunmaya çalışılmıştır. İhtilâfın daha çok "farklı bir görüşe
sahip olma, farklı görüşlerden birini benimseme" anlamı taşımasına
mukabil hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebilir.
Buna göre ihtilâf maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf
ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.
Kur'an'da ve hadislerde ihtilâf kelimesi mutlak olarak zikredildiğinde
olumsuz anlamda kullanılmış, daima birlik olmak, tefrika ve ihtilâftan kaçınmak
emredilmiştir. Birçok âyette sözü edilen ihtilâf dinî inançlarla ilgili olup
insanın dünya ve âhirette mutlu ya da bedbaht olması bu gibi konularda
benimsediği görüşlere ve aldığı tavırlara bağlanmış, bu tür ihtilâflara düşen
insanlar arasında hüküm vermeleri için peygamberlerin gönderildiği ifade
edilmiştir.
İslâm düşüncesinde dinî konulardaki ihtilâfın meşruiyeti inanç
konuları (usûlü'd-dîn) ve fıkhî hükümler (fürûud-dîn) olmak üzere temelde İki
farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiş, inanç konularında taraflardan
sadece birinin haklı, diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte
genellikle iki ayrı kategori ortaya konmuştur. Yaratıcının varlığı ve birliği
konusunda ileri sürülen aykırı düşüncelerin kişiyi İslâm dışına çıkaracağı
hususunda İslâm düşünürleri arasında ittifak varken Allah'ın sıfatları ve
iradesi, kaza ve kader gibi konulardaki aykırı yaklaşımlar bid'at olarak
değerlendirilmiştir. İslâm düşüncesinde genel eğilim ehl-i kıbleye mensup
insanları tekfir etmemek yönünde olmakla birlikte bu tür konulardaki aykırı
tavırları da İslâm dışına çıkmada yeterli görenler olmuştur
Fıkıh ilminde ihtilâf, icmâ ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta,
Kur'an ve Sünnet'in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının,
"müctehedün fîh" denilen içtihada açık konularda muhtelif sebeplerle
ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir.
SİYER-MEĞAZİ:
Siyer, Sözlükte ‘‘davranış, hal, yol, adet, bir kimsenin ahlakı, seciye
ve hayat hikayesi’’ gibi anlamlara gelen siret kelimesinin çoğuludur. Siret ve
siyer ‘‘Hz. Peygamber’in hayatı, onun hayatını konu edinen bilim dalı ve bu
dalda yazılan eserler için terim olarak kullanılmıştır.’’
Meğazi ise ‘’Savaş yeri, savaş hikayeleri’’ anlamındaki
mağzat kelimesinin çoğuludur. Resül-i Ekrem’in gazze ve seriyyelerinin
tarihine ve bu konuda yazılan kitaplara isim olmuştur, siyer kelimesinin eş
anlamlısı halinde hem kendi başına hem de siyerle birlikte kullanılmıştır.
Siyer yalnızca Hz. Peygamber’in hayatı için kullanılan bir terim haline gelmiş,
siret ise başka şahsiyetlerin hayatlarını anlatan Siretü’l-Hüseyn, Siretü Ömer b. Abdilaziz, … gibi kitapların
adlarında da yer almıştır.
Siyer terimi aynı zamanda savaş, esirler ve ganimetler başta olmak üzere
devletler hukuku dallarına giren konulara isim olarak verildiği gibi bu alanda
yazılan kitapların isminde yer almış, ayrıca fıkıh kitaplarının bir bölümünün
adı olmuştur.
Siyer
ve meğaziye dair haber ve rivayetleri tefsir kaynaklarına yansımış, siyer ve
meğazi müellifleri ele aldıkları konuları ilgilendiren birçok ayete eserlerinde
yer vermişlerdir.
Bazı araştırmacıların meğazi haberlerinin eyyamü’l-Arab’ın bir devamı ve
gelişmiş bir şekli olduğunu ileri sürmeleri, doğru bir yaklaşım değildir.
Kur’an’ın iyi anlaşılabilmesi için kıraat, tefsir, Arap dili ve edebiyatı,
Resulullah’ın daha iyi bilinmesi için de siyer ve meğazi konusunda tedvin faaliyetlerine
başlamışlardır. Sünnetin tesbiti için yaptıkları hadis toplama çalışmalarının
bir benzerini siyer ve meğazi konusunda yaparak bu ilim dalının temelini
atmışlardır.
Ortaya çıkan hukuki meselelerin çözümü, hicretin tarih ve takvim başlangıcı
olması, divan teşkilatının kuruluş aşamasında sahabelerine İslam’a
girişlerinin, başta Bedir gazvesi olmak üzere kimlerin hangi savaşlara
katıldıklarının ve yaptıkları hizmetlerin bilinmesine ihtiyaç duyulması gibi
hususlar siyere olan ilgiyi artırmıştır.
Tabiin döneminde siyer ve meğazi sahasında telif çalışmalarında adı geçen bir
diğer şahsiyet Hz. Osman’ın oğlu Eban’dır ve meğazi çalışmalarının tabiin
dönemimde yazıya geçirildiğini göstermektedir
Siyer
kitaplarına günümüzde bilinen şeklini veren ibni İshak (ö.151/768), meşhur
eseri Kitabü’l mübteda ve’l-mebasi
ve’l-Meğazi’yi (Siretü ibn İshak) kaleme almıştır.
Hicretin ilk iki asrında siyer ve meğazi sahasında eser verenlerin sonuncusu ve
en meşhurlarından birisi de Vakidi ‘dir.( 207/823)
Siyer
ve meğazi sahasındaki çalışmalar artarak günümüze kadar devam etmiştir.
İBNİ
HİŞAM: Asıl ismi, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm’dır (ö.
218/833) es-Sîretü'n-nebevîyye adlı eseriyle meşhurdur.
İbn Hişâm tahsilini Basra'da tamamladı. Daha sonra Mısır'a (218/833) tarihinde
Fustat'ta vefat etti.
İbni Hişâm kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb, şiir, nahiv ve lügat âlimi olarak
tanıtılmaktadır. İbni İshak'ın Sîretü İbni İshâk diye de bilinen Kitâbü'l-Mübteda
ve’l-mebasi ve'l-megazi'sini yeniden tertip eden İbni Hişâm, bu eserle meşhur
olmuştur. Birçok âlim bu eseri Hz. Peygamber'in hayatına dair en sağlam ve en
iyi siyer kitabı olarak kabul etmişlerdir.
İbni Hişâm, İbni İshak'ın kitabını esas almakla birlikte onun aksine Kur'an'da
temas edilmeyen ve Hz. Peygamberle ilgisi olmayan konulara ve pek tanınmayan
şairlerin şiirlerine ayrıca, nezaket dışı bazı ifadelere itibar etmediğini söyler.
İbni Hişâm'ın eserde yer alan ayet, hadis ve şiirlerdeki garip kelimeleri
açıklarken verdiği bilgiler, onun Arap dili ve edebiyatına vâkıf olduğunu göstermesi
açısından önemlidir. Bazı tarihî bilgileri esere ilâve etmesi, birtakım
kelimelerin okunuşunu belirtmesi ve şahısların nesepleriyle ilgili bilgileri
ilâve etmesi, onun İbni İshak'ın eserine yaptığı katkılar arasında
sayılabilir. İbni Hişâm esere yaptığı bu ilâveleri "kale İbn Hişâm"
diye başlayan bir ibareyle göstermiştir.
İBNİ
İSHAK: Asıl adı, Ebû Abdillâh Muhammed b. İshak b. Yesâr b. Hıyar
el-Muttalibî’dir. Hicri 85’ de Medine’de doğdu. 151 yılında Bağdat’ta vefat
etti. İbn İshâk Abbasilerin kuruluş dönemini müşahede eden kişidir. Ünlü
tarihçi Zührî’nin öğrencilerindendir. İbni İshâk’ın büyük dedesi, Halid b.
Velid’in Aynüttemr’i fethetmesi ile Medine’ye getirilen Hıristiyan esirler
arsında idi. Dedesinin Hıristiyan olması sebebiyle o Ehl-i Kitap öğretilerini,
özelikle de İncil ve Tevrat’taki esasları, öğrenerek bu kitaplarda
yer alan efsaneleri nakletmekle suçlanır. İbni İshak ilköğrenimine
Medine’de babası ve amcalarından hadis, şiir ve siyer gibi ilimleri tahsil
etmekle başladı. Daha sonra birçok ünlü âlimden ders aldı. Otuz yaşına
geldiğinde ilim öğrenmek için Mısır’a seyahat etti. Daha sonra Irak’a gitti ve
burada da vefat etti.
Yaşadığı
dönemde emîrü'l-mü'minîn" unvanıyla anılan muhaddislerden olan İbni
İshak'tan pek çok kişi hadis ve megâzî rivayet etmiştir. İbni İshâk
tarihçiler tarafından siyer alanında eseri bize ulaşan ilk tarihçi olması
sebebiyle önem arz etmekle birlikte hadisçiler tarafından pek makbul görülmez.
Eserleri:
Siretu İbn İshâk veya es-Sîre veya Kitabûl Meğazi: Eser aslen Meğazi kitabı
olmasına rağmen siyer ile alakalı tüm konuların işlenmesi sebebi ile siyer
kitabı kabul edilir. İbni İshak’ın bu eseri siyer
alanında elimize ulaşan ilk eser olması sebebiyle İslam tarihçiliği açısından
önem arz etmektedir Eser üç ölümden meydana gelmektedir. el- mübteda,
el-meb’as, el-meğazi. el-Mübteda: İlk insanın yaratılışından başlayarak
peygamberler tarihinin anlatıldığı bölümlerdir. İbn İshâk bu bölümde
büyük çapta Vehb. b. Münebbih’in rivayetleri ile İsrailî haberlere yer verdi.
Çünkü bu alanda en çok bilgi İsrailiyatta vardır. el-Meb-as: Hz. Peygamber’in
Mekke dönemi yaşantısı hicretini konu edinir. el-Meğazi: Hz.
Peygamber’in gazveleri anlatıldığı ve özellikle bedir ve uhud gibi gazvelerin
etraflıca dile getirildiği bölümlerdir. Bu bölümdeki
anlatılan olaylar sağlam rivayetlere dayanmaktadır. Eser İbn İshak’ın
talebesi el-Bekka’i’nin talebesi Abdülmelik b. Hakem’in tehzibiyle zamanımıza
ulaşmıştır. Eser ilk defa da Wüstenfeld 1856-1860 yıllarında yayınlanmıştır.
TARİH:
Toplumların başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bunların
sebep ve sonuçlarını birbirleri ile olan ilişkilerini ele alan bilim dalı ve bu
dalda yazılan eserlerin ortak adıdır. Tarih, toplumun zaman içindeki gelişme
yönünü belirleyen, insanın kendi toplumu ile diyalog kurmasını ve
bütünleşmesini sağlayan, ondaki toplum şuurunu canlı tutan bir kültür
hazinesidir
Kur’an-ı
Kerîm’de ve hadislerde yer almayan tarih kelimesi, Yemen’de Kahtânî Araplarınca
İslam öncesi dönemde kullanılan bazı tabletlerde tespit edilmiş, Kuzey
Arapçasına Hz. Peygamber döneminden sonra buradan girmiştir. Farsça ve Türkçe’ye
Arapçadan geçmiştir. Kur’an’da tarih karşılığında “Allah’ın günleri” “kasas”,
“nebe” ve çoğulu “enbâ”, “haber” ve “ahbâr”, tarihî olay için “hadîs”
kelimeleri kullanılmıştır. Kur’an’a göre tarih insanoğlunun ve âlemin
tarihidir. Kur’an sürekli tarihten, geçmiş ümmet ve olaylardan misaller
getirmiş ve insanı düşünmeye davet etmiştir.
İslam
dünyasında tarih yazıcılığının doğup gelişmesinde Resûl-i Ekrem’in hayatını ele
alan siyer ve megâzî çalışmalarının istisnaî bir yeri vardır.
Bu
dersten kazanımlarımız ise, Kuranı Kerimi yorumlamada kaynakları tanımakla
birlikte daha doğru kullanmayı, kavramlara doğru anlamlar yükleyip, etraflıca
düşünüp daha doğru karar vermeyi öğrendik.
Hacı Turan
DEMİRCİOĞLU-12912775-Yüksek Lisans
İBNİ HİŞAM, İBNİ İSHAK, SİYER-MEGAZİ, İHTİLAF, TARİH v e
Dersten Kazanımlarımız
İBNİ HİŞAM:
Basra’da doğdu. Es
Siretün Nebeviyye adlı eseriyle meşhur olmuştur. Basra’da bir müddet yaşadıktan
sonra, vefatına yakın Mısır’a geçmiş ve Futat’da vefat etmiştir. İbni Hişam,
derinin ilim erbabından ders almış, özellikle edebiyat, dil ve tarih dallarında
kendini yetiştirmiştir. İbni Hişam, kaynaklarda tarih, ahbar, ensab, şiir,
nahiv ve lügat alimi olarak tanıtılmaktadır. İbni İshak’ın Siretü İbni İshak
isimli kitabını yeniden tertip etmekle meşhur olmuştur. Es Siret en Nebeviyye
adını verdiği bu eseri birçok defalar basılmış, şerh ve ihtisar edilmiş, manzum
hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiştir. Türkçeye ilk defa 1578 yılında
Sireti Reslüllah ismi ile çevrilmiştir. İbni Hişam, İbni İshak’ın verdiği nesep
bilgilerinin bazılarını sansürlemiş ve düzeltme yoluna gitmiştir.
İBNİ İSHAK:
Asıl adı, Muhammed b.
İshak b. Yesar el Muttalibi olan İbni İshak, Medine’de doğmuştur. Megazi ilmini
kurucusudur. İslam tarihi, siyer alimi ve muhaddistir. İmam Malik ile
müzakerelerde bulunmuştur. Ez Zühri’nin meşhur talebesidir. Onun hakkında Zühri ‘‘Megazi ilmini öğrenmek
isteyen İbni İshak’a müracaat etsin’’ demiştir.
İmam Şafii ‘‘Megazi’de derinleşmek isteyen İbni İshak’a
muhtaçtır’’ demiştir.
‘‘Siret İbni İshak’’ adıyla meşhur olan bu kitabın asıl adı,
‘‘El Mübtede-i ve Mebasi vel Megazi’’ dir. Bu kitabın özgün hali günümüze kadar
ulaşmamıştır. İbni Hişam’ın eserinin büyük bir bölümünü bundan nakletmesi ve M
uhammed Hamidullah’ın bazı nüshaları üzerine yaptığı araştırmalar günümüze
ulaşanlardır.
SİYER-MEGAZİ:
SİYER: Dini ıstılahta, son peygamber efendimizin hayatını
anlatan bir ilimdir. Siyeri Nebi adıyla peygamberimizin hayatını anlatan manzum
ve mensur çok eser ortaya çıkmıştır.
İlk dönemlerde hadis kitaplarının içerisinde ‘‘Siyer’’
başlığı altında ele alınmışsa da sonradan hadisten ayrılmış ve müstakil kitap
yazımlarına konu olmuştur. Peygamberimizin soy dizini, doğumu, çocukluğu
gençliği, Mekke ve Medine’de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları
içine alacak şekilde, kısacası doğumundan-ölümüne kadar tüm hayatını içine alan
kitaplara ‘‘Siyeri Nebi’’ adı verilmiştir.
MEGAZİ: Savaş menkıbeleri ve savaş yerleri anlamında olan
megazi kelimesi, Hz. Peygamberimizin savaşlarının anlatıldığı kitaplarda
yazılmıştır.
Siyer daha genel, megazi ise daha dar anlamlıdır. Aynı
zamanda bazen de bu ikisi birbirini ifade eder anlamda kullanılmıştır.
İHTİLAF:
Lügatte geri kalmak, biri diğerinin yerine geçmek anlamında
ki half kökünden gelmektedir. Mastar ve isim olarak görüş ayrılığı, bir şeyin
peşinden gitmek manalarındadır. Istılahi olarak, söz veya davranışta birinin
tuttuğu yoldan başka bir yol tutmaktır. İhtilaf, maksat aynı olmakla birlikte
yöntemin farklı olmasını, hılaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.
Peygamberimizden sonra ilk önemli ihtilaflar, Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle
başlamış, cemel ve sıffın savaşlarıyla devam etmiştir.
Fıkıh ilminde ihtilaf, icma’ ve ittifakın zıttı bir kavram
olarak kullanılmıştır. Gerek itikadi ve gerek ameli İslam mezheplerinde ki
Müslümanların ayrılıkları ve ihtilafları tabii bir husustur. Peygamberimizin şu
hadisi buna işaret etmektedir ‘‘Ümmetimin ihtilafı rahmettir’’.
TARİH:
Toplumların başlarından geçen olayları zaman ve yer
göstererek anlata, bunların sebep ve sonuçlarını birbirleriyle olan
ilişkilerini ele alan bir bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak
adıdır.
Hz. Ömer’in, Peygamberimizin hicretini takvim başlangıcı
sayması ile birlikte hicaz tarihine girmiştir.
Avane b. Hakem’in eserine ‘‘Kitab et Tarih’’ adını
vermesinden itibaren yaygın olarak kullanılmıştır.
Kuranda ve hadislerde yer almayan tarih kelimesi, İslam
öncesi dönemlere ait bazı tabletlerde tesbit edilmiştir. Türkçeye de Arapçadan
geçmiştir. Kuran da tarih karşılığında ‘‘Allah’ın Günleri’’, Kasas, Nebe’,
Enba’, Haber, Ahbar olarak kullanılmıştır. İslam Dünyasında tarih yazıcılığının
doğup gelişmesinde Peygamberimizin hayatını ele alan siyer ve megazi
çalışmalarının özel bir yeri vardır.
Bu dersten kazanımlarımız: Kuranı Kerimin daha doğru ve
güzel anlayabilme yollarını öğrenmemize büyük katkı sağlamıştır. Kuranı
yorumlamamıza olumlu etkide bulunmuştur.
Hacı Turan
DEMİRCİOĞLU-12912775-Yüksek Lisans
BUHARİ:
Asıl adı, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b.
Mugıra b. Berdizbeh el Cufi el Buhari’dir. 194/810 tarihinde Buhara’da
doğmuştur. 18 yaşında ‘‘Kitabu Kadaya es Sahabe ve et Tabiin’’ ile ‘‘Tarihul
Kebir’’ adlı eserlerini yazmıştır. İlim tahsili için Mısır’a, Şam’a, Basra’ya,
Bağdat’a ve Hicaz’a gitmiştir. Semerkand’a gitmek üzere hazırlık yaparken
hastalandı ve 256/869’da, ramazan bayramı gecesi vefat etti.
Başlıca hocaları; Ahmet b. Hanbel, Ali b. Medini, Yahya b.
Main, İsmail b. İdris el Medini, İshak b. Rahuye’dir.
Meşhur öğrencileri ise; Et Tirmizi, Ebu Davud, Müslim,
Muhammed b. Nasrul Mervezi ve Nesai’dir.
Kurandan sonra en sağlam sahih olan ‘’el Cami es Sahih’’
isimli eserine birçok şerh ve ilmi çalışma yapılmıştır. En meşhur şerhleri;
Ayni’nin Umdetül Kari’si, Askalani’nin Fethul Bari’si, Kirmani’nin Kevakibud
Derari’si’dir.
Abdullah ARSLAN-12912771-Yüksek
Lisans
İMAM
BUHARİ:
Kendi
döneminden günümüze kadar en büyük muhaddislerden sayılan Buhari’nin asıl ismi ‘‘Ebû
Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Cu‘fî el-Buhârî’’dir, 194/810 yılında
Buhara’da doğmuştur. Devrinin önemli muhaddislerinden hadis öğrenen babasını
küçük yaşlarda kaybetmiş, annesinin himayesinde on yaşından itibaren ilk
tahsilini Buharalı alimlerden almaya başlamıştır. (On altı yaşına geldiğinde
kendi bölgesinde nakledilmekte olan bütün hadis rivayetlerini dinlediği, ayrıca
re’y taraftarlarının fıkhî içtihatlarını öğrendiği nakledilir.) Buhârî daha
sonra ilmî birikimini artırmak ve hadiste derinleşmek için Mekke, Medine,
Mısır, Dımaşk, Bağdat, Basra, Belh, Re’y, Kûfe, Humus, Vâsıt, Cezire ve Nişapur
gibi ilim merkezlerine seyahat etmiştir. Bu merkezlerde dönemin ilim ve fikir
faaliyetlerine bizzat tanıklık etmiş ve binden fazla muhaddisten hadis
yazmıştır.
Hocalarından
bazıları arasında Ahmed b. Hanbel, el-Humeydî , İshak b. Râhûye , Kuteybe b.
Saîd , Nu‘aym b. Hammâd , Ali b. el-Medînî , Yahyâ b. Maîn , Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe ve ed-Dârimî gibi tanınmış isimler vardır. Kendisinden
binlerce talebenin hadis dinlediği ve yazdığı belirtilir. Kütüb-i Sitte’den Muslim
ve Tirmizî onun talebelerindendir.
Buhârî,
kırk yıl kadar süren seyahatleri neticesinde hadisleri yazarak hadis kaynaklarından
oluşan zengin bir kaynak oluşturmuştur. Kendi eserlerini kaleme alırken esas
olarak bu yazılı malzemeden istifade etmiştir. Onun, yazdığı hadisleri aynı
zamanda hafızasına kaydettiğine, hatta hafızasının gücü konusunda zorlu
sınavlardan geçtiğine dair haberler de bulunmaktadır.
(Buhârî’nin
hayatındaki dönüm noktalarından biri ‘mihne’ olayıdır. Vefatına yakın sıralarda
Nişabur’da Kur’an’ın ve Kur’an lafızlarını telaffuz etmenin ‘mahlûk’
(yaratılmış) olup olmadığı konularında hocası Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî ve ona yakın bazı hadisçilerle yaşadığı
tartışmalar onu zor durumda bırakmış ve Nişabur’u terk etmiştir. Ardından önce
Merv’e, sonra kendi memleketi Buhara’ya gitmiştir. Ancak Horasan Valisi Halid
b. Ahmed ez-Zuhlî’nin sarayında hadis dersi verme isteğini geri çevirdiği için
Buhara’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine akrabalarının bulunduğu
Semerkand yakınlarındaki Hartenk kasabasına gitmiş ve burada hastalanarak
256/870 yılında vefat etmiştir. Ömrünü ilme ve hadise adayan Buhârî’nin evlenip
evlenmediği konusunda kaynaklarda ihtilaflı bilgiler vardır.)
Buhârî
kendi döneminin en önemli hadis bilginleri arasında sayılmıştır. Onun hadis
ilmindeki titizliği ve birikimi daima takdir edilmiştir. İbn Huzeyme’ye
atfedilen “Gökkubbenin altında Rasûlullah’ın hadisini Muhammed b. İsmâil’den
daha iyi bileni görmedim” sözü onun hadis ilmindeki yerini çarpıcı bir biçimde
dile getirir. Ancak Buhârî’nin ve eserinin otorite kazanması belli bir süreç
içinde gerçekleşmiştir.
Buhârî
hadis sahasındaki faaliyetleriyle şöhret bulsa da, akaide dair konularla da
ilgilenmiştir. O, itikadi meselelerde selef inancına aykırı görüşler ileri süren
Cehmiyye, Mu‘tezile, Havâric ve Şîa mezheplerini tenkit etmiş ve bu yönüyle
ehl-i sünnet mezhebinin oluşumuna katkıda bulunan Sünnî âlimlerden kabul
edilmiştir. Onun el-Câmi‘u’s-Sahîh’inde, iman-amel ilişkisi, sıfatlar,
ru’yetullâh, halku’l-Kur’an, kader ve sünnetin değeri gibi konularda o dönemde
cereyan eden tartışmaların yansımalarını görmek mümkündür.
FIKHI:
Buhârî aynı zamanda bir fıkıh bilginidir. Birçok meselede Şâfiî ile benzer görüşlere sahip olsa da, Kitab ve
Sünnet’e en geniş çerçevede vâkıf olması ve hükümleri doğrudan o kaynaklardan
elde etmesi bakımından mutlak müctehid olarak değerlendirilmiştir. Buhârî’nin
bilhassa Ebû Hanîfe’ye ve Hanefî
fakihlere yönelik eleştiri ve itirazları meşhurdur. Onun,
el-Câmi‘u’s-Sahîh’inde ‘kâle ba‘du’n-nâs’ (bazı insanlar şöyle der...)
ibaresiyle görüşlerini nakledip eleştirdiği kişilerin, Ebû Hanîfe ve
taraftarları olduğu belirtilmiştir.
ESERLERİ:
Buhârî’nin en önemli eseri el-Câmi‘u’s-Sahîh adlı hadis kitabıdır. Onun, hadis
rivayetiyle meşgul olmuş ravilerin hayatlarına ve güvenilirlik derecelerine
dair kaleme aldığı biyografik eserler de hadis ilmi açısından önemlidir.
Et-Târîhu’l-Kebîr, et-Târîhu’l-Evsat, et-Târîhu’s-Sağîr, ed-Du‘afâ’u’s-Sağîr,
Kitâbu’l-Kunâ, et-Tevârih ve’l-Ensâb adlı eserleri bu türden kitaplardır. El-Edebu’l-Mufred, Halku Ef‘âli’l-İbâd,
Ref‘u’l-Yedeyn fî’s-Salât, el-Kırâatu Halfe’l-İmâm isimli eserleri de kaleme
almıştır.
İBN-İ İSHÂK Yüksek Lisans Emrah MERAL (12912714)
Doğum ve vefat
tarihlerinde ihtilaf olsa da genelde Hicrî 80 ya da 85 (Miladî 699 veya 704)
yılında Medine’de doğduğu kabul edilen İbn İshâk, İslâm tarihinde Peygamber
Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sav) hayatını kaleme alan ilk kişidir. Hicrî 151
(Miladî 768) yılında Bağdat’ta vefat eden İbn İshâk, Siyer alanındaki
öncülüğünün yanı sıra, Peygamber Efendimizin Hadis’lerini toplamış ve rivayet etmiştir.
Peygamber Efendimiz (sav) ile ilgili olarak yazdığı kitabını bir insanlık
tarihi şeklinde kaleme alan İbn İshâk, eserinin birinci bölümünde ilk insan ve
peygamber Hazreti Adem’in (as) ve ondan sonra gelen peygamberler silsilesini
anlatır.
Asıl adı Ebû Abdillâh
Muhammed b. lshak b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî
şeklindedir.
Rivayetlere göre,
İbn İshâk’ın dedesi Irak’ın fethi esnasında esir alınanlar arasında
yer alır. Medine’ye geldiklerinde ise İslam’ı kabul ederler. İbn İshak’ın
babası İshâk ve amcaları Musa ve Abdurrahman ile kardeşleri Ömer
ve Ebu Bekir Medine’de başta Hadis ilmi olmak üzere ilimle meşgul
olan kimselerdi. İbn İshâk bu yakınlarıyla birlikte Medine’deki diğer
ilim sahiblerinden de, Hadis, siyer-meğazi, ilm-i neseb, şiir ve Eyyamu’l
Arab (arabların günleri) alanlarında ders aldı.
Süryanice dilini
nerede öğrendiğinde ihtilaf var ise de Tevrat ve İncil’i Medine’de
öğrendiği ve eserlerinde, Peygamberimizden önceki devirler ile
ilgili olarak Tevrat ve İncil ile diğer Musevî ve Hristiyan kaynaklarını
kullandığı görülür. Medine döneminde yaklaşık 100 Sahabe çocuğundan
Hadis öğrendiği ve rivayet ettiği belirtilir.
Mısır’a gidip İskenderiye’ye
yerleştiği sırada da Hadis ilmi ile meşgul olur ve İmam Şafiî hazretleri
ile tanışırlar. Emevî idaresine yakın durmayan İbn İshâk Abbasîlerin
işbaşına gelmesi sonrasında da Irak’a gider ve Kufe, Hire ve Rey gibi
şehirlerde ikamet ettikten sonra Bağdat’a yerleşir. Bağdat’ta vefat
eden İbn İshâk, Ebu Hanife hazretlerinin talebelerinden Ebu Yusuf’a
da ders vermiştir.
İbn İshâk eserinde,
özellikle Hadis ve Peygamber Efendimizin hayatına dair olan bölümlerde
kaynak göstermeye özen gösterirken, Peygamberimiz öncesi olan bölümle
ilgili olarak çok geniş bilgi vermesine rağmen kaynak göstermemeyi
tercih etmemiştir. İbn İshak’ın buna rağmen, özellikle, Peygamberimizin
İslam’a davet mektupları ile ilgili olarak göndermiş olduğu elçilere
yaptığı konuşmalar hakkında Yezid bin Ebu Habib’den yaptığı rivayetleri
doğrulatmak için Medine’deki hadis âlimlerinden İbn Şihab ez Zührî’ye
müracaat ederek bunların doğruluğunu teyid ettiği rivayet edilir.
Her ne kadar tartışmalı da olsa, Hadis ilminde de önemli bir yeri bulunan
İbn İshâk, Kur’an ayetlerinin iniş sebeblerini (Esbab-ı Nuzûl), Peygamberimizin
çeşitli konulara dair hadislerini de aktardığı bölümünde bir
kronolojik sıra gözetmemiştir. Yukarıdaki bahsi geçen Resulullah’ın
hayatına dair olan tarih anlatımında da kronolojik sırayı tam olarak
gözetmeyen İbn İshâk, bu anlatımlarını buna rağmen düzgün sıralamaya
da koymuş durumdadır. Eserinde, Mekkî ve Medenî (Mekke ya da Medine’de
nazil olan) Kur’an Sûrelerini de belirlerken, ilk dönem Müslümanlarla
kabilelerin uzun uzun isimlerini de sıralamış durumdadır.
Daha sonraki âlimler
tarafından kıyasıya eleştirilen ve en önemli şarihi olan İbn Hişâm
tarafından dahi kullanılmayan bol şiir ve sözleri de kullanan İbn
İshâk, Peygamberimizin gazveleri ile ilgili usulünde ise kronolojik
sıraya itibar etmiş, bu gazvelerin sayısını 27 olarak tesbit ederek,
Ayet ve Hadis yorumları yapmıştır. Gazvelerin sebebleri, katılanlar
ve yerleri ile de geniş bilgiler vermiştir. Peygamberimizin savaşlarını
anlatan eserlere İbn İshâk’dan esinlenerek “Meğâzî” ismi verilmiştir.
İbn İshâk’ın bahse konu olan bu en önemli eseri “Sîretu İbn İshâk, el-
Mübtede ve’l Meb’as ve’l Meğâzî” adıyla tanınır. Başka eserleri de olduğu
söylenen ve bunlar arasında Halifeler dönemini anlatan “Kitâbu’l-Hulefâ
veya Ahbaru’l Hulefâ” (Halifeler Kitabı veya Halifelerin Haberleri)
isimli kitabından bahsedilen İbn İshâk, bu eserini Abbasî halifelerinden
Abû Ca’fer el-Mensûr’un isteği üzerine yazmıştır. İlk yazdığı eserin
uzun olması sebebiyle en az iki kere kısaltıldığı da gelen rivayetler
arasındadır.
ESERLERİ
İbn İshâk siyer ve meğazî
alanında neredeyse istisnasız bir otorite olarak kabul edilmesine
rağmen ağır eleştirilerin de muhatabı olmuştur. Onun, akide bağlamında
Mu’tezilî ve Şiî olduğu, siyasi anlamda da yine Şiîleri desteklediği
ileri sürülmüş bu yüzden de Medine valisi tarafından kırbaçlattırıldığı
bildirilmektedir.
Hadis rivayetindeki
usulünde kullandığı iki usul de eleştiriye uğramıştır. Bunlardan
bir tanesi, Hadisleri rivayet ederken ravi senetlerini atlayıp,
hadisi ilk rivayet eden ravi ile rivayette bulunmasıdır. Eleştirilerden
bir diğeri de, Yahudi, Hristiyan veya Mecusîlerden yaptıkları rivayetleri
açıkça belirtmeyip, Tevrat ehli, ilk kitap ehlinden kimseler ya da
acemlerden söz nakledenler ifadeleri ile kaynaklarını muallâkta
bırakmış olmasıdır. Tevrat ve İncil tercümelerinden aynen rivayetler
alarak aktarmış olması da eleştiriye muhatap olmuştur.
Medineli hadis alimlerinden
Hişam bin Urve, İbn İshak’ın karısından hadis rivayetini uygun görmeyip,
İbn İshâk’ı yalancılıkla suçlar. Fakat İbn İshâk Hişam bin Urve’den
de hadis rivayet eder.
Özellikle neseb ilminde
İmam Malik bin Enes arasında tartışmışlar, Malik bin Enes İbn İshâk’ın
Hayber, Beni Kurayza ve Beni Nadir gazvelerine ilişkin rivayetlerinin
kaynağının, Yahudi asıllı Müslümanlar olmasını eleştirmiştir.
Eserlerinde, doğru
olup olmadıklarına bakmaksızın bolca şiir kullanması da eleştirilerin
başında gelmektedir. Kendisinden sonra eserini şerh eden İbn Hişam
dahi bu şiir rivayetlerinin bir kısmını kabul etmeyerek çıkarmak
durumunda kalmıştır. Mısır’da bulunduğu sırada, İmam Şafiî tarafından
da bu yüzden eleştirildiği, ancak daha sonra İmam Şafiî ile dost oldukları
da anlatılmaktadır.
İbn İshâk, her türlü
eleştiriye rağmen yaşadığı dönemin en önemli Hadis âlimlerinden
biri olarak kabul edilmiştir. Daha sonraki Hadis derleyicilerinden
olan Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, İbn Mâce ve Ahmed bin
Hanbel gibi hadis otoriteleri İbn İshak’tan hadis rivayetinde bulunurlarken,
İbn İshâk’ın siyer ve meğazi konuları haricinde 17 bin hadis rivayet
ettiği bildirilmektedir. Ancak, bu sayının, hadislerin çeşitli
yollardan gelen senetlerinin çokluğu ya da farklılığı sebebiyle
tekrar edilmesinden dolayı zor görüldüğü gerçekte ise ahkâm rivayetlerinin
toplam 1600–1700 civarında olduğu söylenmektedir.
Her türlü eleştiriye
rağmen siyer ve meğazî alanındaki otoritesi reddedilemeyen İbn
İshak vefat ettiğinde Bağdat’ta İmam Ebu Hanife hazretlerinin yanına
defnedilmiştir.
İBN HİŞÂM (ö. 218/833)
Ebû
Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûbel-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî
el-Mısrî. Basra'da doğdu. Birçok kaynakta Yemenli Himyer kabilesinin Meâfirî
koluna mensup olduğu kaydedilmektedir.
es-Sîretü 'n-nebeviyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi,dil
ve ensâb âlimi. Zehebî ise onun
Zühl kabilesinin Sedûs kolundan olduğunu, Ebû Saîd b. Yûnus'un zamanımıza
intikal etmemiş olan Târîhu Mışr adlı kitabındaki rivayete dayanarak belirtir.
İbn Hişâm tahsilini Basra'da tamamladı. Daha sonra Mısır'a gitti ve ölünceye
kadar Fustat şehrinde yaşadı. Onun Basra'dan ne zaman ayrıldığı ve Mısır'a
gitmeden önce tahsil için diğer ilim merkezlerine seyahat edip etmediği
bilinmemektedir. 175 (791) yılında vefat eden Leys b. Sa'd ile görüşmüş
olduğundan hareketle Mısır'a bu tarihten önce geldiği söylenebilir. Ancak İbn
İshak'ın es-Sire'sini kendisine rivayet eden hocası Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî
ile görüşmek üzere Kûfe'ye veya Bağdat'a gitmiş olmalıdır. İbn Hişâm 13
Rebîülâhir 218 (8 Mayıs 833) tarihinde Fustat'ta vefat etti. Bazı kaynaklarda
213'te (828) öldüğü nakledilir. Zehebî onun 218 (833) yılında vefat ettiğini,
diğer tarihin Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî'nin vehmi olduğunu söyler.
Mısır'da İmam Şafiî ile Arap şiiri üzerinde sohbetlerde
bulunan İbn Hişâm'ın önceleri onunla pek görüşmek istemediği, fakat görüştükten
sonra dil, şiir ve ensâb ilmi konusunda derin bilgi sahibi olduğunu anlayarak kendisinden
övgüyle söz ettiği bilinmektedir. İmam Şafiî de İbn Hişâm'ın dilde hüccet ve
Arap dili konusunda iyi yetişmiş bir âlim olduğunu belirtmiştir.
İbn Hişâm kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb, şiir, nahiv ve
lügat âlimi olarak tanıtılmakla birlikte hocaları, eserleri ve görüşleri
hakkında bilgi bulunmamaktadır. İbn İshak'ın Sîretü İbn İshâk diye de bilinen
Kitâbü'l-Mübtede' ve fi-mebas ve'l-meğâzısi’ni yeniden tertip eden İbn Hişâm
şöhretini bu esere borçludur. Eseri hazırlarken İbn İshak'in en meşhur râvilerinden
Ziyâd b. Abdullah el-Bekkâî'nin Kûfî- Bağdadî diye meşhur olan nüshasını esas
alarak eseri kısaltmış, bu arada bazı ilâvelerde de bulunmuştur. Kitap zamanla
onun adıyla (Sîretü İbn Hişâm, Tehzîbü İbn Hişâm) anılır olmuştur. Kıftî,
Zehebî, İbn Kesîr, İbnü'l-İmâd, İbn Hallikân ve Sehâvî gibi müellifler, bu
eseri Hz. Peygamber'in hayatına dair en sağlam ve en iyi siyer kitabı olarak
kabul etmişlerdir.
İbn Hişâm, İbn İshak'ın kitabını esas almakla birlikte onun
aksine Kur'an'da temas edilmeyen ve Hz. Peygamberle ilgisi olmayan konulara,
pek tanınmayan şairlerin şiirlerine, nezaket dışı bazı ifadelere ve hocası
Bekkâî'nin güvenilir bulmadığı rivayetlere itibar etmediğini söyler. Müellif
eserine aldığı bazı şiirlerin dilini ve veznini düzeltmiş, bazılarının nisbet
edilen şahıslara ait olmadığını belirtmiş, bir kısmının kaynağını ve râvilerini
zikretmiş, bazan da yeni şiirler ilâve etmiştir. İbn Hişâm'ın eserde yer alan
âyet, hadis ve şiirlerdeki garîb kelimeleri açıklarken verdiği bilgiler, onun
Arap dili ve edebiyatına vâkıf olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Kelimeleri şiirlerden deliller getirmek suretiyle açıklayan İbn Hişâm, ayrıca
Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ başta olmak üzere Yûnus b. Habîb, Ebû Muhriz Halef
el-Ahmer, Ebû Zeyd el-Ensârî ve Hasan-ı Basrî gibi âlimlerden nakillerde
bulunmuştur. Bazı tarihî bilgileri esere ilâve etmesi, birtakım kelimelerin
okunuşunu belirtmesi ve şahısların nesepleriyle ilgili bilgileri ilâve etmesi,
onun İbn İshak'ın eserine yaptığı diğer katkılar arasında sayılabilir. İbn
Hişâm, esere yaptığı bu ilâveleri "kale İbn Hişâm" diye başlayan bir
ibareyle göstermiştir.
Eserleri.
1. es-Sîretü'n-nebeviyye (Sîretü İbn Hişâm, Sîretü
Resülillâh).
Hz. Peygamber'in hayatına dair tamamı zamanımıza intikal etmiş en eski
kitaptır. İbn İshak'ın es-Sire'sinin farklı râviler tarafından nakledilen
birçok nüshasının hiçbiri tam olarak günümüze gelmemiştir. İbn Hişâm'ın eseri
ise daha çok Mısırlı râviler yoluyla diğer İslâm ülkelerine ulaştırılmıştır.
Bunlardan bilhassa Muhammed b. Hasan el-Kattân, Abdürrahîm b. Abdullah el-Berkî
ve kardeşi Ahmed el-Berkî'nin isimleri zikredilmelidir.
es-Sîretü'n-nebeviyye birçok defa basılmış, şerh ve ihtisar
edilmiş, manzum hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiştir. İlk baskısı
Mısır'da yapılan kitabı Ferdinand Wüstenfeld tahkik ederek yayımlamıştır.
Eserin ayrıca birçok tahkikli neşri yapılmış olup Mahmûd Seyyid Tahtâvî,
Mustafa es-Sekkâ - İbrahim el-Ebyârî- Abdülhafîz eş-Şelebî, Muhammed Muhyiddin
Abdülhamîd, Muhammed Halîl Herrâs, Tâhâ Abdürraûf Sa'd; Muhammed Fehmî
es-Sercânî, Ömer Abdüsselâm Tedmürî ve Mecdî Fethî es-Seyyid'in neşirleri
bunlar arasında zikredilebilir. es-Sîretü'n-nebeviyye'ye dört ayrı şerh yazılmış
olup bunların üçü basılmıştır. En geniş şerhi, Endülüslü muhaddis Abdurrahman
b. Abdullah es-Süheylî (ö. 581/1185) tarafından er-Ravzü'l-ünüf fî
şerhi's-Sîreti'n-nebeviyye li'bni Hişâm adıyla kaleme alınmıştır. İlk olarak
Mısır'da basılan bu eser daha sonra Abdurrahman el-Vekîl tarafından da
neşredilmiştir. Süheylî'nin şerhinin iki muhtasarı yapılmıştır. Bunların ilki
Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî'nin Muhtaşarü'r-Ravzi'l-ünüf’ü, diğeri
Ebü'l-Feth Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. Mukbil el-Bilbîsî'nin el-İlmâm
bi'r-Ravz ve Sîreti'bni Hişâm el-Mülakkab bi-Celâ'i'l-efkâr
bi-sîreti'l-Muhtarı’dır. Vezîr el-Mağribî diye bilinen Ebü'l-Kâsım Hüseyin b.
Ali b. Hüseyin (ö. 418/1027), İbn Hişâm'ın eserinin yeni ve sağlam bir
rivayetini kaleme alırken bazı yerlerde kısa fakat değerli açıklamalar
yapmıştır. Bu eseri Süheyl Zekkâr es-Sîretü'n-nebeviyye li'bni Hişâm
bi-Şerhi'l-Vezîri'l-Mağribî adıyla yayımlamıştır. Diğer bir Endülüslü âlim olan
Ebû Zer el-Husenî, es-Sîretü'n-nebeviyye'de geçen garîb kelimeleri açıklayan
bir şerh yazmıştır. İbn Hişâm'ın eseri üzerine yazılmış şerhleri inceleyen Paul
Brönnle, Die Commentatoren des ibn Ishaq und ihre Scholien adlı doktora tezinde
Huşenî'nin eserini de tahkik etmiş ve bu şerhi daha sonra
Âsârü'l-luğati'l-Arabiyye Şerhu's-Sîreti'n-nebeviyye adıyla yayımlamıştır.
Eseri Hemmâm Saîd ve Muhammed b. Abdullah Ebû Suaylîk, ayrıca Abdülkerîm Halîfe
el-İmlâ'ü'l-muhtasar fî şerhi ğarîbi's-Siyer adıyla yeniden tahkik ederek
neşretmişlerdir. Bedreddin Mahmûd b. Ahmed el-Aynî'nin Keşfü'l-lisâm fî şerhi
Sîreti İbn Hişâm adlı şerhi ise zamanımıza intikal etmemiştir. Arthur Schaade,
Süheylî ve Ebû Zer el-Huşenî'nin şerhlerinde geçen Uhud Gazvesi'ne dair
şiirlerin şerhini Kommentare von as-Suhaili und Abu Darr zu den Uhudgedichten
adıyla ayrıca yayımlamıştır.
es-Sîretü'n-nebeviyye'nin çeşitli muhtasarları yazılmış olup
birçoğu henüz yazma halindedir. Bunlardan, İbrahim b. Muhammed el-Murahhal
eş-Şâfıî'nin 611 (1214) yılında yaptığı ez-Zahîre fî muhtasari's-Sîre ve
İmâdüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. İbrahim el-Vâsıtî'nin 711'de (1311) kaleme
aldığı Muhtasaru Sîreti İbn Hişâm önemlidir. Eserin bazı muhtasarları da
basılmıştır. Abdüsselâm Muhammed Harun'un Tehzîbü Sîreti İbn Hişâm’ı Arif Erkan
tarafından Hz. Muhammed'in Hayatı adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir. Muhammed Afîf
ez-Zu'bî'nin ve Mısır'da bir heyetin yaptığı muhtasarlar yayımlanmıştır.
es-Sîretü'n-nebeviyyeyı Türkçe'ye ilk defa Sîret-i Resûlullah
adıyla Aydınlı Eyyûb b. Halîl çevirmiş ve 12 Rebîülevvel 986 (19 Mayıs 1578)
tarihinde şehzadeliği sırasında III. Murad'a takdim etmiştir. Yazma nüshası
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunan eser, Mes’ad Süveylim Ali
eş-Şâmân tarafından Türk Edebiyatında Siyerler ve İbn Hişam'ın Siyer'inin
Türkçe Tercümesi adıyla doktora tezi olarak neşre hazırlanmıştır. Sîretü İbn
Hişâm’ın dört ciltlik Kahire neşrinin I. cildini İzzet Hasan ve Neşet Çağatay
Hz. Muhammed'in Hayatı, II. cildini Yusuf Velişah Uralgiray aynı adla Türkçe'ye
tercüme etmişlerdir. Eserin tamamını İslâm Tarihi Sîret-i İbn-i Hişam Tercemesi
adıyla Hasan Ege Türkçe'ye çevirmiştir. Kitap ayrıca Gustav Weil tarafından Das
Leben Muhammeds nach Muhammed b. Ishaq bearbeitet von Abdalmalik b. Hisam
adıyla Almanca'ya, Abdülcelîl Sıddîki ve Gulâm Resul Mihr tarafından
Sîretü'n-nebiyy-i Kâmil adıyla Urduca'ya tercüme edilmiştir. İbn Hişâm'ın,
es-Sîretü’n-nebeviyye’ de geçen âyetlerdeki garîb kelimelere dair
açıklamalarını İsmail Cerrahoğlu yayımlamıştır.
2-Kitâbü't-Tîcân fî mülûki Himyer (et-Ticân
li-marifeti mülüki'z-zaman fî ahbâri Kahtân). Eserin Vehb b. Münebbih'e ait olup İbn Hişâm tarafından rivayet
edildiği ileri sürülmektedir. Güney Arabistan'la ilgili halk hikâyelerinin
Tevrat ve İncil hikâyeleriyle karıştırılıp destanlaştırılmasından meydana gelen
ve Himyer melikleri hakkında bilgi veren eserin tarihî bir değeri
bulunmamaktadır. Kitap, İbn Hişâm'a nisbet edilerek FreitzKrenkow ve Abdülazîz
el-Mekâlih tarafından neşredilmiştir. Süyûtî ve Kâtib Çelebi'nin Ensâbü Himyer
ve mülûkühâ adıyla İbn Hişâm'a nisbet ettikleri kitap da muhtemelen bu eserdir.
İbn Hişâm'ın ayrıca İbn İshak'ın es-Sîre’sinde
yer alan şiirlerdeki garîb kelimeleri açıklayan Kitâb fî şerhi mâ vakaa fî
eşâris-Siyer mine'l-ğarîb adlı bir risalesi olduğu ileri sürülmektedir. Ancak
onun böyle bir eserine başka kaynaklarda işaret edilmemiştir.
(T.D.V. İslam Ans. 20/71-73)
Meğazi ve
Siyer:
Meğazi,
Arapça savaş anlamındaki ‘’meğza’’ kelimesinin çoğuludur. Hz.Peygamber’in
savaşlarını ve gazzelerini anlatan eserlere ‘’meğazi’’ denmiştir. Siyer ise
‘’sire’’ kelimesinin çoğulu olup yaşantı, adet ,hareket, davranış ve yol
manalarına gelir.Siyer denilince Hz. Peygamberin hayatını tüm yönleriyle ele
alan eserlerin ortak adıdır. Bu terimin, savaş, esirler ve ganimetler olmak
üzere, devlet hukukunun alanına giren konuları için de kullanıldığı
görülmüştür. Ayrıca fıkıh kitaplarında da bir bölümün adı olmuştur.
İhtilaf:
Sözlükte; ‘geride
kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek’ anlamındakihalf kökünden türeyen ihtilaf, masdar ve isim olarak ‘bir
şeyin peşinden gelmesi gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı
gelmek, eşit olmamak vb. manalara gelir.Terim olarak ihtilaf; ‘söz veya davranışta birinin tuttuğu
yoldan başka bir yol tutmak’ demektir. Kur’an
ve Hadislerde ihtilaf kelimesi mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda
kullanılmıştır. İslam düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç
konuları ve fıkhi hükümler olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne
alınarak değerlendirilmiştir.
Fıkıh ilminde ihtilaf, ittifak ve icmanın
mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur’an ve Sünnet’in temel ilkelerinde
birleşen ilim adamlarının, ‘müctehidün fih’ denilen ictihada açık konularda
muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir. Kur’an’da
yer alan, ihtilaf ve tefrikaya düşmeyi kötüleyen genel anlamdaki ayetleri göz
önünde bulunduran müzeni, İshak el-Mesıli, Cahiz, Zahiriler, Şia ve Batıniler
ihtilafın dinde yeri bulunmadığını, aksine uzlaşmanın ve birlik olmanın
emredildiğini savunmuşlardır. İhtilafın meşruiyetini savunanlara göre Kur’an’da
müteşabih, müşterek ve mecazi lafızların varlığı insanların ihtilafına zemin
hazırlamıştır. İhtilaf gayri meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkları
kullanılırdı. Ayrıca aklı kullanma ve düşünme emredilmiş olup insanların farklı
kapasitelere sahip bulunmaları sebebiyle ihtilafa düşmeleri kaçınılmazdır.
İslam’da usul konularında ve genel ilkelerde ihtilaf doğru karşılanmazken fıkhi
konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha ile
karşılanmıştır. Bu konularda ki ihtilaf ise hadis-i şerifin ifade ettiği gibi ümmete
rahmet olmuştur.
Bahar Dönemi Tefsir Rivayetlerine Göre Kur’ân’ın Nüzul Ortamı
II Dersinden kesbettiklerim,
Nüzul ortamı ve
ilmin nakline dair canlı bir portre
Hoca talebe
arasındaki ilişki nasıl olmalı
Bol bol süt
içmemiz gerektiği
İBNİ İSHAK
Siyer ve megazi müellifi,muhaddis.
80(699) yılında Medine de doğdu.İbn
İshak’ın dedesinin Hristiyan olmasından dolayı İncil’i ve Süryanice’yi iyi
bildiğini ve Hz. Peygamberden önceki dönemin tarih ve kıssalarını iyi
bilmesinde de bu aile kültürünün izlerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.Ancak
İbn İshak’ın İncil ve Tevratı Medine de okuduğu,Seryanice’yi de birkaç yıllık
ikameti sırasında Mısır’da öğrendiği ve bu kültürü orada aldığı kabul
edilmektedir.
İbn İshak eğitimini , başta babası ve amcaları olmak
üzere birçok şahsiyetten hadis, siyer-megazi ,şiir,eyyamü’l-Arab ve ensab
bilgileri alarak tamamladı.Ona ders veren Medinenin meşhur alimleri Katade,Muhammed
el Bakır,Abdullah b. Ömer’in Mevlası Nafi ve İbn Şihab ez Zühri vs.
bulunmaktadır.
Muhaddislerle cerh ve ta’dil
alimlerinin İbn İshak’a yönelttikleri en ağır tenkit,onun hadisi aldığı ravi
veya şeyhi atlayıp (tedlis) ilk ravinin adıyla nakletmesidir.Ancak bu husus
,tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir.
İbn İshak’ın ve çağdaşlarının Hz. Peygamberin hayatı hakkında yazmış oldukları eserlere “el-Megazi”, bazan da muhtevasını göstermek için “el-Megazi ve’s –Siyer” denilmiştir.es Sire adı İbn Hişam’dan sonra yaygınlık kazanmış ve onun İbn İshak’ın çalışmasını özetleyen kitabı Siretü Resulillah ,Siretü ibn Hişam, es Siretü’n-nebeviyye adlarıyla tanınmıştır.İbn Sa’d ilk defa megaziyi bir araya toplayan ve bu alanda bir kitap yazan kişinin İbn İshak olduğunu belirtir.İbn İshak özellikle anlattığı konuların hadislerle irtibatını çok iyi kurmuş,bazan Şahsi görüşlerini de ekleyerek birçok rivayeti birleştirip bütünleştirmeyi başarmıştır.İbn İshak ın el-Megazi’si günümüze tam olarak İbn Hişam ‘ın es-Siretü’n-nebeviyye adlı eseriyle ulaşmıştır.
(TDV İslam Ansiklopedisi 20.cilt
s.93)
İhtilaf
Sözlükte “geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek“
anlamındaki half kökünden türeyen ihtilaf, masdar ve isim olarak “bir şeyin
diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak,
çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık“ gibi
manalara gelir. Terim olarak ihtilaf, “söz veya davranışta birinin tuttuğu
yoldan başka bir yol tutmak“ demektir.İhtilaf maksat aynı olmakla birlikte
yöntemin farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.
Bir diğer tanıma göre de delile dayanmayan aykırı görüşe hilaf, delile dayanana
ise ihtilaf denmiştir.
Yaratılıştan
olması bakımından “tabii ihtilaf“ diye de adlandırılabilecek olan cinsler
ihtilafı varlıkların zatlarına ilişkin farklılıklardır. Kesbî ihtilafla fertler
ve gruplar arasındaki görüş ayrılıkları kastedilir. Kur’ân’da ve hadislerde
ihtilaf kelimesi mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmış,
daima birlik olmak, tefrika ve ihtilaftan kaçınmak emredilmiştir. İslam
düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç konuları (usûlü’d-din)
ve fıkhî hükümler (fürûu’d-din) olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne
alınarak değerlendirilmiş, inanç konularında taraflardan sadece birinin haklı,
diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte genellikle iki ayrı
kategori ortaya konmuştur. Fıkıh ilminde ihtilaf icmâ ve ittifakın mukabili bir
kavram olarak kullanılmaktadır.
İslam
tarihinde ortaya çıkan ilk ihtilafın Sakife günü halife seçiminde yaşanan bazı
uygulamaları sebebiyle Hz. Osman’ın hilâfetinin son günlerinde ortaya çıkan, Resûli
Ekrem’in vefat edip etmediği ve ardından nereye defnedileceği konusundaki
ihtilaflardır. İslami ilimlerin teşekkül etmesiyle fıkhî ihtilafların bilinmesi
fıkıh ilminin bir gereği olarak görülmüştür.İlmi icmâ ve ihtilaf olmak üzere
iki kategoride ele alan İmam Şafii müctehidin muhalifini dinlemekten
kaçınmaması gerektiğini, onu dinlemesi halinde farkında olmadığı şeylerin
farkına varıp düşüncesini daha sağlamlaştıracağını belirtir.
İBNİ
HİŞAM(ö.151/833)
Es-Siretü’n
nebeyiyye adlı eseriyle meşhur olan tarihçi.dil ve ensab alimi.
Basra da doğdu.İbn-i
Hişam tahsilini Basra da tamamladı.Daha sonra Mısır’a gitti ve ölünceye kadar
Fustat şehrinde yaşadı.İmam Şafi de İbni Hişamın dilde hüccet ve Arap dili
konusunda iyi yetişmiş bir alim olduğunu belirtmiştir.İbni Hişam kaynaklarda
tarih,ahbar,ensab,şiir,nahiv ve lügat alimi olarak tanıtılmakla birlikte
hocaları,eserleri ve görüşleri hakkında bilgi bulunmaktadır.İbn İshak ın Sireti
İbn İshak diye de bilinen Kitabü’l Mübtede’ve’l –meb’as ve’l-megazi’sini
yeniden tertip eden İbni Hişam şöhretini bu esere borçludur.Eseri hazırlarken
İbni İshak’ın en meşhur ravilerinden Ziyad b.Abdullah El Bekai’nin Kufi-Bağdadi
diye meşhur olan nüshasını esas olarak eseri kısaltmış,bu arada bazı ilavelerde
de bulunmuştur.Kitap zamanla onun adıyla(Siretü İbn Hişam-Tehzibü İbn
Hişam)anılır olmuştur.Kıfti,Zehebi,İbn Kesir,İbnül İmad,İbn Hallilkan ve Sehavi
gibi müellifler, bu eseri Hz. Peygamber’in hayatına dair en sağlam
ve en iyi siyer kitabı olarak kabul etmişlerdir.
İbn Hişam ,İbn İshak’ın kitabını esas almakla birlikte onun aksine Kur’an’da temas edilmeyen ve Hz.Peygamberle ilgisi olmayan konulara,pek tanınmayan şairlerin şiirlerine , nezaket dışı bazı ifadelere ve hocası Bekkai’nin güvenilir bulmadığı rivayetlere itibar etmediğini söyler.Müellif eserine aldığı bazı şiirlerin dilini ve veznini düzeltmiş,bazılarının nispet edilen şahıslara ait olmadığını belirtmiş,bir kısmının kaynağını ve ravilerini zikretmiş, bazan da yeni şiirler ilave etmiştir.İbn Hişam’ın esrde yer alan ayet,hadis ve şiirlerdeki garib kelimeleri açıklarken verdiği bilgiler,onun Arap dili ve edebiyatına vakıf olduğunu göstermesi açısından önemlidir.Kelimeleri şiirlerden deliller getirmek suretiyle açıklayan İbn Hişam ,ayrıca Ebu Ubeyde Ma’Mer b. Musenna başta olmak üzere Yunus b. Habib, Ebu Muhriz Halef el-Ahmer,Ebu Zeyd el-Ensari ve Hasan-ı Basri gibi alimlerden nakillerde bulunmuştur. Meşhur eseri; es Siretü’n-nebeviyye(Siretü ibn Hişam,Siretü Resulillah).Hz. Peygamberin hayatına dair tamamı zamanımıza intikal etmiş en eski kitaptır.
(TDV İslam Ansiklopedisi 20.cilt
s.71)
Tarih nedir?
Hulasa olarak,
Hz.peygamberin hayatını tarihi veriler ışığında ,bilimsel
yöntemlerle incelemeliyiz ve bu okumayı ahlaki ve bilimsel bir bilgi ile
temellendirdiğimizde ummeti muhammad olarak geleceğe dair daha isabetli
hedefler koyabiliriz.
SİYER-MEĞAZİ
Siyer,
dini literatüründe son peygamberin hayatını anlatan ilmi bir disiplindir. Siyer, sire ve siret
kelimelerinin çoğuludur ve hayat tarzı demektir. Bu anlamda Siyer, Hz.
Peygamber'in hayatı
demektir. Başlangıçta Hadis kitaplarında siyer başlığı altında ele alınan siyer,
sonradan ayrı kitap yazımlarına konu olmuş ve hadisten ayrılmıştır. Fıkıhkitaplarında da
siyer başlığı vardır."Siyer", Arapça "sîre" sözcüğünün
çoğulu olup Peygamber (s.a.s)'in hayatını (hal tercümesini) anlatmak için
kullanılır. Zaman içinde: Soy dizini, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları,
peygamberliği, Mekke ve Medine'de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen
savaşları da içine alacak şekilde, doğumundan ölümüne kadar Hz. Peygamber
(s.a.s) 'inhayatından sözeden kitaplara "Siyer-i Nebî",
"es-Siretü'n-Nebeviyye" veya kısaca "Siyer"adıverilmiştir.
Siyer ile sıkça beraber kullanılan ve savaş, savaş yeri, savaş menkıbesi
anlamlarını ihtiva eden "Meğâzi" kelimesi vardır. Hz. Muhammed
(s.a.s)'in savaşlarının anlatıldığı kitaplara da aynı ad verilmiştir.
İzahlardan da anlaşılacağı üzere siyer, daha genel, meğâzî ise daha dar anlamı
ifade eder. Ancak bu iki isim sık sık karıştırılmış ve birbirini ifade edecek
tarzda kullanılmıştır. Bazı meğâzi türü eserler, siyer kaynakları gibi, Hz.
Peygamber (s.a.s)'in hayatından bütünüyle bahseder ve yazıları bu tür meğâzi
kitapları Siyer-iNebî türü eserleri andırırlar. Ancak çoğunlukla meğâzî türü
eserler, Peygamberimizin savaşlarını asıl olarak ele almışlardır.
Siyer, bir yönüyle Hadis'e bir yönüyle de İslâm tarihinin içine girmiştir.
Gerçekten siyer, Hz. Peygamber (s.a.s)'in söz ve davranışlarından bahseden
Hadis ilminin bilinmesini gerekli kıldığı gibi; O'nun hayatının her safhasından
bilgi vermesi itibariyle de İslam tarihinin bir bölümünü oluşturur.
Nitekim İslâm âlimlerinin çoğu, siyerden itibaren İslâm tarihini bir bütün
halinde ele almışlar ve eserlerinde, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hayatından -hattâ
öncesinden- başlayarak İslâm tarihi ile ilgili olayları, yaşadıkları döneme
kadar anlatmışlardır.
İBN İSHAK(Ö.151/768)
80(699)yılında Medine'de doğdu;künyesinin Ebu Bekir olduğuna dair rivayetler varsa da bu doğru değildir.Büyük dedesi Hıyar (veya dedesi Yesar),Halid b. Velid'in 12(633)yılında fethettiği Aynüttemr'deki manastırda eğitim ğören kırk ğençten biriydi ve esir alındıktan sonra Medine'ye ğönderilmişti.Bazı şarkıyatçılar,İbn-i İshak'ın büyük dedesinin hrıstiyan olmasından dolayı İncil'i ve Süryanice'yi iyi bildiğini ve Hz.Peygamber'den önceki dönemin tarih ve kıssalarını iyi bilmesinde de bu aile kültürünün izlerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.Ancak İbn-i İshak'ın İncil ve Tevrat'ı Medine'de okuduğu ,Süryanice'yi birkaç yıllık ikameti sırasında Mısır'da öğrendiği ve bu kültürü orada aldığı kabul edilmektedir.İbn-i İshak'ın babası İshak,amcaları Musa ve Abdurrahman ile kardeşleri Ömer ve Ebu Bekr ile ilimle ,bi'l-hassa hadis rivayetiyle uğraşan kimselerdi.
İbn-i İshak eğitimini ,başta babası ve amcaları olmak üzere bir çok şahsiyetlerden hadis,siyer-meğazi,şiir,eyyam'ul-Arap ve ensap bilğileri alarak tamamladı.Ona ders veren Medine'nin meşhur alimleri arasında Asım b.Ömer b. Katade ,Kasım b.Muhammed b. Ebi BEKR ...Salim b. Ömer ve İbn Şihab ez-Zühri bulunmaktadır. İbn-i İshak'ın ,çoğu sahabe çocuğu olan 100 kadar Medine'li raviden hadis aldığı söylenir.
Yahya Özdil-Yüksek Lisans
TARİH
Tarih, insanın varlık şartının bir
gereğidir. İnsanın yapıp-etmeleri, imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı
tecrübe ettiği herşey tarihle ilgilidir.Tarih, tarihsellik ve tarihle ilgili
pek çok kavram felsefik bir kavramdır ve bu felsefik kavramın diğer felsefik
kavramlarda olduğu gibi pek çok tanımı vardır.En genel hatlarıyla tarihi şu
şekilde tanımlayabiliriz; toplumların başından geçen olayları zaman ve yer
göstererek anlatan,bunların sebep ve sonuçlarını,birbirleriyle olan ilişkilerini ele alan bilim dalı ve bu dalda yazılan
eserlerin ortak adı.
Batı’da tarih yazımına dini sebeplerle
ilgi gösterilmemiştir. Tarih yazımına 18. ve 19.yüzyıl arasında, aydınlanma ile
başlayan süreç ile ortaya çıkmış sonra da modernitenin oluşturduğu ortam ve
şartlarda devam etmiştir. Tarih ve tarihsellik kavramları batıya özgün
kavramlardır. Batılı filozoflar içinde yaşadığı toplumun etkisiyle yetkin
kişiliklerini oluşturmuşlar ve bunu da eserlerine yansıtmışlardır. Yani
tarihsellik, bir kavram olarak, oluşum süreci bakımıyla insanın ortak
kültürüne,anlam içeriği olarak da özgü kültüre ait bir kavramdır.
Kur’an’ı Kerim ve hadislerde yer almayan
tarih kavramı Hz.Ömer’in (16/637) hicreti takvim başlangıcı saymasıyla birlikte
Hicaz Arapçası’na girmiştir. Avane b.Hakem’in (ö147/764) eserine Kitabü’t-Tarih
adını vermesinden sonra yaygın biçimde kullanılmıştır.
Cahiliye devrinde Arapların
‘’eyyamü’l-Arab’’ diye adlandırdıkları ve ezber yoluyla naklettikleri şiir ve
ensab haberleri divanlarında yazılı olarak muhafaza etmişlerdir. Cahiliye
dönemi Arap kabileleri ensab ve tarihini yazarken bu divanlara başvurmuşlardır.
Destan yönü ağır basan ve ahbarü’l-Arab
da denilen bu bilgiler yanında Arapların ticari münasebette bulundukları Doğu
Roma (Bizans), Mısır, İran ve Habeşistan yanında Kuzey ve Güney Arabistan’daki
emirlikler, Medine, Hayber çevresindeki Yahudilerle yarımadanın çeşitli
yerlerinde yaşayan Hıristiyanların menkıbevi tarihlerinede vakıf olmuşlardır.
Cahiliye dönemindeki bu menkıbevi tarih
anlayışı, İslami dönemde Kur’an’ı Kerim’in tarih insanoğlunun ve alemin tarih
anlayışıyla, gerçek tarihi vasfını ön plana çıkarmış ve yeni bir tarih
yazıcılığı ortaya çıkmıştır.
Meğazi ve Siyer;
Meğazi, Arapça savaş anlamındaki
‘’meğza’’ kelimesinin çoğuludur. Hz.Peygamber’in savaşlarını ve gazzelerini
anlatan eserlere ‘’meğazi’’ denmiştir. Siyer ise ‘’sire’’ kelimesinin çoğulu
olup yaşantı, adet ,hareket, davranış ve yol manalarına gelir.Siyer denilince
Hz. Peygamberin hayatını tüm yönleriyle ele alan eserlerin ortak adıdır. Bu
terimin, savaş, esirler ve ganimetler olmak üzere, devlet hukukunun alanına
giren konuları için de kullanıldığı görülmüştür. Ayrıca fıkıh kitaplarında da
bir bölümün adı olmuştur.
İbn İshak’ın ve çağdaşlarının
Hz.Peygamber hakkında yazmış oldukları eserlere ‘’el Meğazi’’ bazen de
muhtevasını göstermek için ‘’el-Meğazi’’ bazende muhtevasını göstermek için
‘’el-Meğazi ve’s-siyer’’ denilmiştir İbn’i İshak’ın ‘’el-Mübtede ve’l-meb’as ve
ve’l meğazi’’ si İbn’iİshak daha hayatta iken büyük bir ün kazanmış, altmışa
yakın ravi tarafından rivayet edilmesine rağmen ve daha sonraki nesillerde on
alimde birer nüshası bulunmasına rağmen günümüze ulaşmamıştır.
es-Sire adı, İbn Hişam’dan sonra
yaygınlık kazanmış ve onun İbn’i İshak’ın çalışmasını özetleyen kitabı
‘’Siret’ü İbn Hişam’’ ve ‘’es-Siretü’n-nebeviyy’’ adlarıyla tanınmıştır.
İbn İshak, Hz.Peygamberi ve Müslümanları
insanlık tarihyle bütünleştirip sevilmelerine yardımcı olmuştur.İbn İshak’ın
zamanımıza intikal etmeyen Kitab’ul Hulefa adlı eseriylede İslam dünyasında
tarihi eserlerin derinlik ve devamlılık kazanmasında etkili olmuştur.Bu
anlayışı benimseyen genel dünya tarihiyle, bazıları Hz. Peygamber’in dönemiyle
veya hicretle başlayan tarihler yazmışlardır.Bu arada fetihler başta olmak
üzere bazı kabilevi, siyasi, iktisadi veya dini hadiseler, monografiler,
biyografiler, şehir ve bölge tarihleri kaleme alınmıştır.
İBN İSHAK
Ebu Abdillah Muhammed b.İshak b.Yesar
b.Hıyar el-Muttalibi el-Kureşi el-Medeni (ö151/768)
Medine’de 80(699) yılında doğmuştur.
İbn’i İshak’ın dedesi Hıristiyan olduğundan dolayı İncil’i ve
Süryanice’yi iyi
bildiğini ve Hz.Peygamber’den, önceki dönemin tarihi ve kıssalarını iyi
bilmesinde aile kültürünün etkisinin büyük olduğu söylenmektedir. İbn’i
İshak’ın babası, amcası ve kardeşleri de ilimle, özellikle hadis rivayetiyle
uğraşmışlardır.
Hadis, siyer-meğazi, şiir ,eyyamü’l Arab
ve ensab bilgileri başta olmak
üzere bu alanlardaki eğitimi öncelikle ailesi olmak üzere pek çok
şahsiyetten almıştır.
Çoğu sahabe çocuğu olan yüz kadar
Medine’li raviden hadis aldığı söylenir.Hatta Yezid b.Ebu Habib’den kaydettiği Hz.Peygamber’in İslam’a davet
mektuplarını götürecek elçilere hitaben yaptığı konuşmanın metnini Medine
deki hocalarından
ibn Şihab ez-Zühri’ye göndererek doğrulatması hadis rivayeti konusundaki
hassasiyetini göstermektedir.
Abbasi Halifesi Mansur İbn’i İshak’dan, başlanğıçtan o
güne kadar geçen olayları ihtiva eden bir tarih kitabı yazmasını istedi. İbn’i
İshak Medine’de topladığı zengin malzemeyle tarih kitabını yazdı ve halifeye
sundu. Halifenin bu eseri uzun bulması üzere kitabı özetledi.Saray
kütüphanesine koyulan ilk nüsha ravi Seleme b.Fazi’nin eline geçmiş ve onun
aracılığıyla nakledilmiştir.Bağdat kurulduktan sonra halifenin maiyetinde buraya yerleşmiş, vefatına kadar bir
yandan hadis rivayetiyle meşgul olmuş bir yandan da siyerini öğrencilere
okutmaya devam etmiştir.
İbn’i İshak’ın en önemli eseri Kitabü’l Meğazi (Siretü’l İbn ishak,e l- mübtede’ ve’l -
me’bas ve’l-meğazi)'dir.
Hz. Peygamber’in hayatı hakkında yazılmış en eski eserdir. Eserinin
özelliklerini şöyle sıralayabiliriz;
*Hz.Peygamber’in hayatı ve
şahsiyeti münferid bir olay olarak değil, insanlık tarihinin bir parçası olarak
ele almıştır.
*Hz. İsa’dan önce gelen peygamberlerin
tarihi yazılırken Kur’an’ı Kerim’deki ayetlerin yanısıra, Ehl-i Kitap özellikle
Tevrat’tan alınan rivayetlerden yararlanılmıştır.
*Kur’an’da adı geçen Ad ve Semud
ile hiç ilgisi olmayan Tasm ve Cedis kabilelerinin tarihlerine, Uhdud ve Fil vaka’ları
dolayısiyle Yemen tarihine yer vermiştir.
*Arap kabileleriyle putlarına, Hz.
Peygamber’in dedelerine ve Mekke halkının dini anlayışına yer vermiştir. Bu
bölümleri yazarken senet göstermemiştir.
*Hz. Peygamber’in doğumundan hicretine
kadar olan gelişmeler ferdi olaylar şeklinde ele alınmıştır.
*İslam’ı kabul eden şahsiyetlere,
Kureyş’in Hz.Peygamber’e ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarına,
*Hz. Ebu Bekir’in davetiyle müslüman
olanların, Habeştistan’a hicret eden ve geri dönenlerin isim listelerine,
*Hz.Peygamber’in Medine’deki siyasi ve ictimai hayatı
düzenlemek için yaptığı antlaşmanın metni gibi diğer kaynaklarda rastlanmayan
önemli bir belgeye yer vermiştir.
*Gazze ve Seriyeler başta olmak üzere
Hz.Peygamber’in rahatsızlığı vefatı ve Hz.Ebu Bekir’in halife seçilmesi gibi önemli konuları ele almıştır.
*Eserindeki haber kaynaklarının çoğu
Medineli ravilerdir.
*Konuların ayrıntısına geçmeden önce
haberin bir özetini, sonra ravilerden kendisine ulaşan konuyla ilgili diğer
haberleri ayrıntılarıyla beraber verir.
*Anlattığı konuların hadislerle
irtibatını çok iyi kurmuş, bazen kişisel düşüncelerinide ekleyip birçok
rivayeti birleştirmiştir.
*Ehl-i Kitap’la ilgili haberlerde
yahudi, Hıristiyan ve mecusiler’den rivayette bulunmuş ve bunların isimlerini sayarken,
‘’ Tevrat ehli, ilk kitap ehlinden bazı kimseler, acemlerden söz naklederken’’
gibi ifadeler kullanmıştır.
*Eski ve yeni ahid tercümelerinden haber
ve ravileri kabul
etmekle Medine’deki hadis rivayeti geleneğinden ayrılır.
*Eserinde bu tarz bilgilere yer vererek
‘’delailü’n-nübüvve’’ konusuna temas eden ilk müellef olarak dikkat çeker.
Muhaddislerle cerh ve ta’dil alimlerinin
İbn İshak’a yönelttikleri tenkitlerin
başında, hadis aldığı ravi veya şeyhi atlayıp (tedlis) ilk ravinin adıyla nakletmesidir.
Bu husus, tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir. İbn’i
İshak’ın bu tutumu tarihçiliğin bir geleneğidir. Hadislerde metinleri birbirine
bağlayarak anlatmak söz konusu değilken tarihte olayları birbiriyle bağlantılı
anlatmak esastır.Eleştirildiği bir diğer alan ise,eserlerini doğru olup
olmadığını incelemeksizin şiirlerle doldurmuş, bu yüzden hem çağdaşları, hem de
daha sonra gelenler tarafından tenkit edilmiştir.
İbn İshak’ın el-Meğazi’si günümüze tam olarak İbn Hişam’ın
es-Siretü’n - nebeviyye adlı eseriyle ulaşmıştır.Kitabın orjinali ise eksik
nüshalar halinde zamanımıza intikal etmiş ve iki ayrı neşri yapılmıştır.Bunlardan
biri, Muhammed Hamidullah, Siret’ü İbn İshak el-müsemma bi-Kitabi’l-Mübtede ve’
l- mebas ve’ l- mağazi (Rabat
1396/1976-Konya 1401-1981).Diğeri ise, b. Süheyl Zekkar,Kitabü’s-Siyer
ve’l-meğazi (Dımeşk 1396/1976).
İBN HİŞAM
Ebu Muhammed Cemalüddin Abdülmelik
b.Hişam b.Eyyüb el-Himyeri el-Meafiri el-Basri el-Mısri (ö.218/833)
Basra’da doğmuştur.Tahsilini Basra da
tamamladıktan sonra Mısır’a gitmiş ömrünün sonuna kadar Fustat şehrinde
yaşamıştır.İbn İshak’ın es-Sire’sini kendisine rivayet eden hocası Ziyad b.Abdullah el-Bekai ile görüşmek
üzere Kufe’ye veya Bağdat’a gitmiş olduğu varsayılmaktadır.
İbn’i Hişam kaynaklarda tarih, ahbar,
ensab, şiir, nahiv ve lugat alimi olarak bilinmekle beraber hocaları,eserleri
ve görüşleri hakkında bilgi bulunmamaktadır.İbn İshak’ın Siretü İbn İshak diye
bilinen Kitabü’l Mübtede’ ve’l-meb’as ve’l-meğazi’sini yeniden tertip ederek
‘Siretü İbn Hişam,Tehzibü İbn Hişam diye anılan Hz.Peygamber’in hayatına dair
en sağlam ve en iyi siyer kitabadır. Peygamber’in hayatına dair tamamı günümüze
kadar gelmiş en eski kitaptır.
İbn’i Hişam İbn’i İshak’ın siyerini
tertip ederken ; İbn’i İshak’ın kitabını esas almakla beraber bazı hususları
çıkarmış, bazı hususları ilave etmiştir.İbn’i Hişam, esere yaptığı katkıları
‘’kale İbn’i Hişam’’ ibaresiyle belirtmiştir. Siyerde yaptığı başlıca
çalışmalar;
*Kur’an’da temas edilmeyen ve
Hz.Peygamberle ilgisi olmayan konulara, pek tanınmayan şairlerin
şiirlerine,nezaket dışı ifadelere ve hocası Bekkai’nin güvenilir görmediği
rivayetlere itibar etmemiştir.
*Eserine aldığı bazı şiirlerin dilini ve
vezninin düzeltmiş,bazılarının nispet edilen şahıslara ait olmadığını
belirtmiş,bir kısmının kaynağını ve ravilerini zikretmiş,bazenda yeni şiirler
ilave etmiştir.
*Arap dili ve edebiyatına son derece
vakıftır. Bunu eserde yer alan ayet,hadis ve şiirlerdeki garip kelimeleri
açıklarken verdiği bilgilerden anlamaktayız.
*Kelimeleri şiirlerden delil getirmek
suretiyle açıklayan İbn’i Hişam,
ayrıca Ebu Ubeyde Ma’mer b.Musenna başta olmak üzere Yunus b.Habib,Ebu Muhriz
Halef el-Ahmer, Ebu Zeyd el-Ensar i ve Hasan-ı Basri gibi alimlerden
nakillerde bulunmuştur.
*Bazı tarihi bilgileri esere ilave
etmiştir, bir takım kelimelerin okunuşu belirtmiştir. Şahısların nesepleriyle
ilgili bilgileri ilave etmiştir.
İbn’i Hişam Siretü İbn’i Hişam
adlı birçok defa basılmış, şerh ve ihtisar edilmiş,
manzum hale getirilmiş ve çeşitli dillere çevrilmiştir.
İhtilaf;
Sözlükte anlamındaki half kökünden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe
sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık gibi mânalara gelir. Terim olarak ihtilâf, söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak demektir. İhtilâf ve hilaf terimleri arasında ince bir fark vardır.
İhtilâf kavramı daha çok, farklı bir görüşe sahip olma, farklı görüşlerden
birini benimseme anlamı taşırken, hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı
ifade eder.
İslâmî ilimler içinde yer alan fıkıh ilminde, fıkhi ihtilaflarının bilinmesi fıkıh ilminin gereğidir.Fıkhi
konularada ihtilafın gerekliliği 8.yüzyıldan itibaren sorgulanmaya
başlanmıştır.Kur’an’daki müteşabih,müşterek ve mecazi lafızların varlığı,Hz.Peygamber’in
sahabeye verdiği ictihad izni,insanların yaşadığı ortamın etkisiyle düşünme
kapasitelerinin farklılığı gibi konular ihtilaflara sebeb olmuştur.
Fıkhî konulardaki ihtilafların en önemli nedenlerini aşağıdaki gibi
sıralayabiliriz;
* Usul farklılığı; sarih bir nass
bulunmadığında re'y, kıyas, istihsan, istislâh, örf gibi kaynak olup
olmadıkları müctehidler arasında tartışmalı olan delillerin hükme esas alınıp
alınmaması ve delillerin şartları ile ilgili temel anlayış farklılıkları.
* Usulün meselelere tatbikindeki farklılık; aynı usul benimsenmiş olsa bile karşılaşılan
meselede bu usulün nasıl uygulanabileceğine ilişkin olarak ortaya çıkan
ayrılıklardır.
*Hadisin ulaşıp ulaşmaması; çok az kimse
tarafından nakledilmiş olması dolayısıyla bir hadisin müctehide ulaşmaması
yahut sahih olmayan bir yolla ulaşması ve onun da nasların genel ifadeleri,
mefhum ve kıyas gibi başka kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri
haram kılan iki hadisin bulunması ve hadislerden birinin bir müctehide ulaşıp
diğerine ulaşmaması, her müctehidin kendisine ulaşan hadise göre hüküm
vermesi yahut her iki hadis de ulaştığı halde söyleniş tarihlerinin hükmü
yürürlükten kaldıran (nâsih) hadisin bilinmemesi
durumu.
* İçtihada dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların
değişmesi sebebiyle müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması.
KAYNAKLAR:
1-DİA,MUSTAFA FAYDA,TARİH,c.40,s.30
2- DİA,MUSTAFA FAYDA,SİYER VE
MEĞAZİ,c.37,s.319
3-DİA,MUSTAFA FAYDA,İBN.İSHAK,c.20,s.93
4-DİA,MUSTAFA FAYDA,İBN.HİŞAM,c.20,s.72
5-DİA,ŞÜKRÜ ÖZEN,İHTİLAF,c.21,s.565
6-KUR’AN VE BAĞLAM,PROF.DR.AHMET NEDİM
SERİNSU
7-DERS NOTLARI
HAMDULLAH KAYA Öğrenci No: 12912772
İHTİLAF, İMAM BUHARİNİN FIKHI VE YILSONUNDAKİ KAZANIMLAR
İHTİLAF: Sözlükte geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek anlamındaki half kökünden türeyen ihtilaf, masdar ve isim olarak ‘birşeyin peşinden gelmesi gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşıgelmek, eşit olmamak vb. manalara gelir. Terim olarak söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak demektir.
İhtilaf ve hilaf terimleri bazen benzer veya eş anlamlı olarak kullanılırsa da aslında aralarındaki ince farka dikkat edilmeye özen gösterilmiştir.
İhtilaf daha çok farklı bir görüşe sahip olma, farklı görüşlerden birini benimseme anlamı taşımasına mukabil, hilaf kelimesinin ise görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiğini söyleyebiliriz.
İslam literatüründe ihtilaf terimi altında pek çok konuya değinilmiştir. Bu konular arasında İnsanların doğuştan getirdiği tabii farklılıklar, ilmi ve felsefi görüş ayrılıkları, siyasi muhalefet ve anlaşmazlıklar, bu konulardan bazılarıdır.
İslam düşüncesinde dini konulardaki ihtilafın meşruiyeti inanç konuları ve fıkhi hükümler olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiştir.
İnanç konularında, taraflardan sadece birinin haklı,diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte genellikle iki ayrıkategori ortaya konmuştur. Yaratıcının varlığı ve birliği konusunda ileri sürülen aykırı düşüncelerin kişiyi İslam dışına çıkaracağı hususunda İslam düşünürleri arasında ittifak varken Allah’ın sıfatları ve iradesi, kaza ve kader gibi konulardaki aykırı yaklaşımlar bid’at olarak değerlendirilmiştir.
Fıkıh ilminde ise ihtilaf, ittifak ve icmanın mukabili bir kavram olarak kullanılmaktadır. İslam’da usul konularında ve genel ilkelerde ihtilaf doğru karşılanmazken fıkhi konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsamaha ile karşılanmıştır. İslam da ki ihtilafları ayrım olarak değil rahmet olarak kabullenip kaynaşmaya ve birlik olma yolunda gayret gösterilmelidir.
Fıkhî konularda ihtilafların sebeplerinden bazıları şunlardır:
1- Usul farklılığı
2- Hadisin ulaşıp ulaşmaması
3- Usulün meselelere tatbikindeki farklılık
4-İctihada dayalı hüküm verilmiş konularda zamanla şartların değişmesi sebebiyle müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması
İMAM BUHÂRÎ VE FIKH’I
Muhammed b. İbrâhîm el-Cu'fî el-Buhârî, h.194/810 yılında Buhara'da doğmuştur. On yaşına doğru Buharalı muhaddislerden hadis öğrenmeye başladı. On altı yaşına geldiği zaman İbnü'l-Mübarek ve Veki b. Cerrah'ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi ile hacca gitti. Daha sonra onlarla birlikte memleketine dönmeyip Mekke'de kaldı ve orda hadis tahsil etti. Daha sonra da bu maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Şam, Basra, Hicaz, Kûfe, Bağdat ve Mısır'ı dolaştı, oralardaki muhaddislerden hadis tahsil etti. Buhârî kendisinden hadis yazdığı muhaddislerin sayısının 1080 olduğunu söyler. Ezberlediği hadis sayısı ise, kendi ifadesiyle, 100.000'i sahih, toplam 300.000'dir.
40 yıl kadar süren ilim yolculuklarısonunda Nişabur'a yerleşmek istemiştir. Fakat mihne olayından imam Buhârî de nasibini almıştır, Muhammed b. Yahya ez-Zühli'nin rekabeti yüzünden Nişabur'u terketmiştir. Sarayında hadis hocalığı yapmayı kabul etmediği için de Halid b. Ahmed ez-Zühli tarafından Buhara'yı terketme mecburiyetinde bırakılmıştır. İmam buhari Semerkand'a gitmek üzere yola çıkmış ancak Hartenk kasabasında hastalanmış ve orada 256/870 yılında 62 yaşında vefat etmiştir.
İmam Buhari’nin Fıkhı
İmam Buhari muhaddisliği kadar fakih kişiliğiyle de ön plana çıkmıştır. Onun fakih olduğu eserlerindeki tertip, düzen ve çıkardığıhükümlerden de anlaşılmaktadır. Her hangi bir mezhebe bağlı kalmaksızın Kur'an ve Hadislerden çıkardığı hükümlere göre amel etmiştir. Buhari istinbatlarında bazen imamı şafiye, bazende Ebu Hanifeye tevafuk etmiştir. El-Cami'üs-Sahih eserine bakıldığında izlemiş olduğu yol nekadar fakih bir kişi olduğunu göstermektedir. Seçtiği bab başlıkları ve bab hadisleri dikkate şayandır. İbn Hacer’in tesbit ve değerlendirmesine göre Buharî Sahih’inde fıkhî bilgi ve inceliklerin bulunmasına özen göstermiş, bundan dolayı rivayet ettiği naslardan birçok hüküm çıkarmış ve bu hükümleri ilgili kitabın muhtelif babları arasına uygun birşekilde yerleştirmiştir. Bunu yaparken gerekli yerlerde ahkam ayetlerini zikretmeyi de ihmal etmemiştir.
İmam buhari El-Cami'üs-Sahih’te terceme denilen bab başlıklarında sahih hadisleri fıkıh bablarına göre tasnif etmiştir. Bundan dolayı Buhâri’nin fıkhı tercemelerindedir denilmiştir. Hadisleri rivayet ederken farklı isnadlar vermekle rivayet metodunu oluşturmuştur. Kitabında İki rivayeti bir arada verir, Başkalarından aktarmadan direkt kendisi de söyler. (فَاَنْزَلَ) ibaresi kullanarak sebebi nüzulu verir. Ayrıva eserinde Sahabenin merfu haberlerine de yer verir. Eserinde Hz. Peygamberin ameli tefsiri bölümü vardır. Kendisinin kelamî açıklamaları vardır. Yukarıdaki rivayeti aşağıda Peygamber sözüne bağlar, Ayetle açıklama yapar. Nadir de olsa bab başlığında kelime tefsiride yapmıştır.
Eserlerinden bazıları:
1-el-Câmi'u's-sahîh
2-et-Târîhul-ke-bîr
3-et-Târihu'1-ev-sat
4-et-Târîhu'ş-şağir
5- et-Tevârih ve'1-ensâb
6- Tariku ef'âli'l-'ibâd.
7- Ref'u'l-yedeyn fi's-salât.
8- el-Edebü'l müfred.
Esbâb-ı Nüzul II Dersinden kazanımlarım ve Bilginin bütünlüğü
Sene başından şimdiye kadar okumuş oldumuz Fıkıh Tarihi, Hadis Tarihi ve Tefsir Tarihi kaynaklarında daha en baştan günümüze kadar tefsirin doğuş sebeplerini, kaynaklarını, nasıl değerlendirileceklerini, Kur’an’ı anlamada nüzul ortamını bilmenin gereklerini gözden geçirmekle yeni bilgiler elde ettim ve yönde eksiklerimi tamamlamaya çalıştım
Kur’an ve Bağlam ışığında;
Kur’an-ı Kerim’in soyut bir düşünce biçimi olarak kalmadığının aksine yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunu görebilme ve Kuran ilimleri, Kuran’la ilgili ilim ve araştırmalardan oluşan, Kuran’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı amaçlayan çeşitli bilgiler edinilmiştir.
Esbab-i nuzul açısından;
Esbab-ı Nuzülü bilmek, Kuran’ı en iyi şekilde anlamakla orantılı olduğunu Esbab-ı Nuzül bize Kuran’ın soyut olmadığınıyaşanmış ve yaşanabilir olduğunu en iyi şekilde ifade ettiğini, Yani Kur’anın salt bilgiden ibaret olmadığını pratiğe geçebilirliği Esbab-ı Nuzül ile açıkça ortaya konmuştur.
Esbab-ı nuzul bağlamında kur’an-insan ilişkisi açısından;
İnsanın tarihi bir varlık olması bağlamından bakınca esbâb-ı nüzul, Kur’an-insan ilişkisinde insani yapıp etmeler olduğunu görüp bu yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik ilkeler tespit edip uygulamaya geçirebilme sonuçlarına varılmıştır.
Buharinin fıkhı başlığı altında;
İmam Buhâri’nin kim olduğu, eserlerini, Sahih’inin, sahih hadis kaynağı olarak hangi özelliklere sahip olduğunu, Buhâri’nin fıkhını, sebebi nüzul ifadelerini, Hz. Peygamber ve sahabe tefsirlerini, inceledik ve gerekli bilgiler edindik.
HAMDULLAH KAYA ÖĞRENCİ NO: 12912772 ( Yüksek lisans öğrencisi )
Rukiye Öztürk
12912778 /
Yüksek Lisans
Tarih
Nedir?
Hammaddesi Yöntemi
1. Yer 1. Kaynak / Veri toplama
2. Zaman 2. Verilerin sınıflandırılması
3. İnsan 3. Analiz
4. Olay 4. Tenkit ( yazar, eser... )
5. Terkip ( sentez – sonuç )
1. Hikâyeci
2. Öğretici
3. Siyasi
4. Kronolojik
5. Sosyal tarihçi ya da
6. Araştırmacı yöntemlerle sonraki yıllara aktarılır.
· Son dönemde hâkim olan tarih anlayışına göre “ Tarihçi olayı kronolojik, objektif ve nedensel açıdan incelemelidir ” .
İbni Hişam ( 218 / 833 )
Kendisi eserinin başında İbn İshak’tan aldığı nakillerde neleri neden dışarıda bıraktığını açıklamıştır. Metinler üzerindeki karalarında şu eklemleri, değişiklikleri ve açıklamaları uygun görmüştür:
1. Kelime açıklamaları,
2. Tashihler ( düzeltmeler )
3. Farklı görüşler
4. Tenkit
5. Sansür ( özellikle müstehcen sözcükler için )
6. Ek açılamalar
7. İhtisar ( kısaltmalar )
8. Haber tamamlamalar
9. Tercihte bulunma
10. Ziyadeler ( aynen nakiller )
11. Orijinal metne müdahale
İbni İshak
İbni İshak ise anlatımlarında şu yöntemleri tercih etmiştir:
1. İsnad kullanımı
Doğrudan kişi belirtmeksizin ravîler vasıtası ile nakiller söz konusuydu. Ancak bazen de isnadı belirtmez kişiyi doğrudan belirtir. Kişinin tam belli olmadığı ( ... veya ... dan ), kaynakların birleştirildiği anlatımlar içeriyordu.
2. Kaynak kullanımı
“ Âlimin biri, aileden biri, herhangi biri... ” gibi klanlımlar mevcuttur. Bunların sebebi için ise ilgili şahsı sadece kendisinin tanıması, kaynağı vermek istememesi, kaynağın kendi isminin zikredilmesini istemeyişi veya rekabet olduğu tahmin ediliyor.
3. Vesika kullanımı
Kendinden önce hiç kimsenin kullanmadığı vesikalar kullanmıştır.
4. Âyet kullanımı
5. Şiir kullanımı
Şiirlerini aktarırken anlaşıldığına göre sansür uygulamamıştır. Müşrikleri öven ya da peygamberleri yeren şiirleri de aynen aktarmıştır.
1. “ ...rivayet edilir, ...denilir, bana anlatılır ki... ” anlatım tarzından anlaşıldığı üzere söylenenlerin kesinliği zayıf olabilir.
4. Bazı metinlerin aralarını tahmini anlatımlarla doldurur: “... değil de ... , ... veya ... benzeri şeyler söylediler ”
Rukiye Öztürk
12912778 / Yüksek Lisans
İhtilâf
· İhtilâf ve hilâf arasındaki farkı görmekle başlamak en doğrusu olacaktır. İhtilâfta maksat aynı ancak kullanılmak istenen yöntemler farklıdır. Hilaf da ise maksat da yöntem de farklıdır. Zaten hilâf düşünceler önceki düşüncelere tepki olarak ortaya çıkarlar.
·
Kur’an da ve hadislerde ise ihtilâf hep olumsuz
görülmüş, birlik olunmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Kur’an ihtilâfa düşen insanlara hüküm vermeleri için peygamberlerin
gönderildiği söyler. ( Bakara 213 ). Peygamberlerin açıklamalarından sonra
hâlâ ihtilâflarını sürdürenler ise birçok âyette kınanmış ( ÂI-i İmrân 19, Câsiye 17) ve son hükmün de
âhirette bizzat Allah tarafından verileceği belirtilmiştir (Âl-i İmrân 55, Mâide
48, En'âm 164).
·
Elbette ki Hz. Peygamber döneminde de düşünce
ayrılıkları ortaya çıkıyordu. Ancak kendisi bu durumu bizzat çözüyordu. Onun
akıllıca ve adaletli çözümleri genelde destekleniyordu.
·
Günümüzde ve yakın zamanın anlayışına göre ise
usûl ve temel İslam ilkeleri konusunda ihtilâf şiddetle red edilirken fıkhî
konulardaki ayrılık ise daha anlayışla karşılanıyor. Bu görüşün
temellendirilmesi ise “ Hata ihtimaliyle
birlikte bizim mezhebimiz doğrudur; doğru olma ihtimaliyle beraber muhalifimizin
mezhebi hatadır ” şeklinde bazı istisnalar dışında İslâm âleminde geniş kabul
görmüştür.
Siyer ve Megazî
· Hz. Peygamber’in hayatı hakkında bilgileri Siyer ve Megazî adı verilen kaynaklardan öğrenmekteyiz.
· Siyer “ yol, adet, yaşam tarzı gibi anlamalara gelen ‘ Sire ’ kelimesinin çoğuludur. Dinî edebiyatta ise Hz. Muhammed’in altmış üç yıllık hayatını anlatan eserler için kullanılan müstakil bir isimdir.
· Megza kelimesi ise savaş anlamına gelir ‘ Megâzi ’ ise çoğuludur. Bu sözcük dinî edebiyatta Hz. Peygamber’ in bizzat katıldığı savaşları ve askerî faaliyetlerini anlatan eserlere verilen addır.
· Hz. Peygamber’in hayatını baba ve dedelerinden öğrendiği kadar nakleden Tabiûn bu işi ilmi manada icra etmediler. Daha çok hadislerin iyi anlaşılması ve savaşların detaylı bir şekilde bilinmesi adına risaleler yazılmaya başlandı. Ancak bu dönemde hadis, fıkıh, tarih gibi daların iç içe olup ayrı bir ilim sahası meydana getirememesinden dolayıdır ki Hz. Peygamber’in hayatı da tarih bilimi bakışıyla oluşturulamadı.