Kur'an ve Bağlam’ın üçüncü kitabı Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzul’ü mütalaanızın sonuçlarını maddeler halinde yazınız.
Hedef Tarih: 23 Nisan 2013
YÜKSEKLİSANS-12912776 / MÜCELLA TEKİN
TARİHSELLİK VE ESBÂB-I NÜZUL
Tarihsellik, felsefeye ait bir kavramdır. Tarihsellik kavramı üzerinde de diğer kavramlarda olduğu gibi bir tanım kargaşası olup, felsefeciler tarafından bir tanım birliği yoktur. Bunun sebebi kavramların şu iki özelliğiyle alakalıdır; seçiklik ve açıklık özellikleri. Yani kavramın varolanın kendisi olan seçiklik özelliği değişmez, ama içerik demek olan açıklık özelliği ise zaman ve fertlere göre değişiklik gösterebilir. Bunu bir tarafa bırakıp çalışmanın amacı üzerinde durulacak olursa; tarihsellik kavramını esbâb-ı nüzul çerçevesinde ele alıp inceleyerek doğuşunu ve gelişimini ortaya koyup Batı kökenli bir kavramı kendi kültür alanımıza nasıl nakledeceğimiz ve kullanacağımıza dair ipuçlarını, o kavramın tarihsel ve kültürel serüveni içinde bulacağımız ve uygulayabileceğimizdir.
XVII. ve XIX. Yüzyıllar boyunca, insanlık ve tarih dünyasının bütününü kuşatan insanın tarihsel, kültürel ve toplumsal dünyası ile ilgili bilimleri içine alan beşeri ilimlerle tabiat ilimlerinin arasındaki zıtlık epistemolojik bir yapıya dönüştüğünde tarih ve tarihselcilik terimleri ilk olarak Almanya’da ortaya çıkmıştır. Beşeri ilimlerin tabiat ilimlerine önceliğini ilk vurgulayan da Vico olmuştur.
Tarihselliği felsefi anlamıyla ilk kullanan Hegel olmuştur. Ona göre tarihsellik geçmişte olup biten her şeyin geçmişte kalmasına rağmen etkisini devam ettirmesi, sürekli tarihsel bir etkililiktir.
Dilthey’e göre tarihte mutlak bir anlam yoktur, her zaman değişip duran anlamlar çokluğu vardır.
E. H. Carr’a göre de tarihselcilerin tüm düşünce ve çabaları, geleceği önceden haber verebilmek amacıyla geçmişi yorumlamayı hedef alır.
Aydınlanma öncesi ve sonrası Batı kültürüne dayalı bu tanımlar ve diğerleri kendi kültür ortamlarından ilham almaktadır. Bu asrın ortalarından itibaren tabiat ilimlerindeki yeni keşifler, yeni teknolojilerin doğmasına sebep olunca beşeri ilimler felsefenin ana konusu olma özelliğini kaybetmiştir. Ama İslam kainata, tabiata, beşere tamamen farklı bir dünya görüşü ile bakmaktadır. Batı’ya ait tarihsellik tanımı kendini kuşatan kültürel ortamdan etkilenmektedir. Bu nedenle tam olarak başka kültüre çevirilemez olsa da bu kavramlar yapıları gereği ortak kültürle etkileşim halindedir. İnsan bir kavram üzerinde düşüncelerini açıklarken varolan hakkında bilgisini ifade eder. Kavram varolanın kütüğüdür, varolan tanındıkça kütüğe kaydedilen hükümler çoğalır, önceden kaydedilen bilgiler de değişebilir. Tarihsellik kavramı için de bu durum geçerlidir. Yani oluşum süreci olarak tarihsellik ortak kültüre, açıklık özelliği ile de özgü kültüre aittir.
Esbâb-ı nüzul ile tarihsellik kavramı arasında nasıl bir ilişki olduğuna gelince Kur’an insanı ana konu edinmekle tarihselliğini ortaya koymaktadır, çünkü insan varlık koşullarından biri olarak tarihsel bir varlıktır. İnsanı insan yapan bu varlık koşulları hep aynıdır. Nüzul asrı insanının varlık koşullarını yöneten ise Kur’anî değer duygusudur. Yani Kur’an tüm insani yapıp etmeleri ilahi bir mesajla oluşturmak ister. İşte bu yapıp etmeler nüzul ortamıdır. Yapıp etmeler şimdi içinde olup bitmez zamana yayılmıştır, şimdi yapıp etmeler için bir orta noktadır ve dün ile yarın arasında bağ kurar.
Tarihsellik kavramının tanımından hareketle; esbâb-ı nüzul, tarihsel olanın varlık biçimidir; esbâb-ı nüzulün tarihselliği hakkında zamana bağlılık, gelip geçicilik tanımı isabetli değildir, çünkü Kur’an vahyi insanı ve varlık koşullarını onaylar ve onları geliştirmesine imkan sağlar; esbâb-ı nüzulü tarihsel koşulluluk olarak da tanımlamak mümkün değildir, Kur’an nüzul ortamının bir parçası olabilir ama yokluğu halinde Kur’an gerçeğinin vücut bulması mümkün olmaz diye bir şey söz konusu olmaz. Esbâb-ı nüzul tarihsel olmakla tarihe bağımlı değildir, o orijinal bir yorum-orijinal tarihtir yani sahabe şahit oldukları olayları merfu-müsned bir şekilde aktarmaktadır, nüzul ortamına ait olmayan tefsir için yapılan rivayetlerle de düşünülmüş yorum-düşünülmüş tarihtir, Kur’an’a göre hayatın tarihsel gerçeği geçmiş, yaşanılan zaman ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahasıdır; esbâb-ı nüzul nüzul ortamında bilfiil vuku bulmuş hâdiseleri gösterdiğine göre gerçekten tarihsel olarak varolmuş bir olgudur.
Sonuç olarak, esbâb-ı nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle Kur’an’ın soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi olmadığı vurgulanmalı, başka özgü kültürlere ait kavramları kullanırken kavramların tarihleri içerikleri ve kullananların dünya görüşleri göz önünde bulundurulmalı, bu kavramları kullanan ilim adamları ve düşünürler kullandıkları kavramları tarif etmelidirler.
Son söz olarak, esbâb-ı nüzul yani orijinal tarih Kur’an-insan-hayat bütünleşmesinin nasıl temin edildiğinin somut örneklerini vermekte, düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde bulunulan mekan-zamana nasıl uyarlandığını yani Kur’an’ın yaşanabilir olduğunu göstermektedir.
Murat AYKAÇ /12912735/ Yüksek lisans
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzûl
Bu kavram ve benzerlerinde
vurgulanmak istenen islam düşüncesi içerisinde değerlendirilirken geçirmiş
oldukları tarihsel süreç ve mânâ sapmalarının göz önünde bulundurulmasının
isabetli olacağı. Kur’ân’ı Kerim insana hidayeti rehberi olmayı ana gaye
edinmekle tarih tarihsellik bağlamında temel karakteristliğini ortaya koymuş
olmaktadır.[1]
Esbâb-ı Nüzûl-Tarihsellik ilişkisine insanın tarihsel bir varlık oluşu
bakımından mecburuyeti doğmaktadır.
Başka “özgü” kültürlere ait
kavramları kullanırken, kavramların tarihleri, içerikleri ve kullananların
dünya görüşleri göz önünde bulundurulmalıdır. Bu kavramları kullananilim
adamları ve düşünürlerimizin hem böylesi bir yaklaşımı benimsemeleri, hem de
kullandıkları kavramı tarif etmeleri gerekir.
İslam
kültüründeki tarih anlayışı ile batı kültüründeki tarih anlayışlarının
birbirinden beşeri bir ilim olarak tarihin iki ayrı şekilde mutâlâsı olarak yararlanabilmek için ihtiyaç
vardır. Tarih-siyer yazımında en isabetli şekilde faydalanmakta bu yaklaşımla
mümkündür. Esbâb-ı Nüzûl rivayetleriyle yazılacak “orjinal tarih” nüzûl asrını
en sahih şekilde izleme imkanı verecektir.
Öte yandan
batı düşüncesine, batı dünya görüşünü oluşturan fikri zemin ve serüüvene
muttali olmak, bu kültüre ait kavramları İslam Kültürüne taşımamız için yeterli
de değildir. İslamın kainata bakış açısı, devrin lisanı ve anlayışı üzere
ortaya konmadıkça bu kavramları kendi kültürümüze mal edemeyiz,
içselleştiremeyiz, kanaatindeyiz.
Bilgi çeşitleri aynı zamanda kültür unsurlarını
teşkil eder. İnsanlar varolanların bilgisini onlara farklı açılardan bakarak,
farklı medodlar kullanarak elde eder. Böylece bilgi türleri (din, felsefe,
bilim, sanat, düzensiz bilgi) doğar.[2]
İşte tarihsellik-esbab-ı nüzul ilişkisinde özellikle vurgulamaya çalıştığımız
konu budur. Yani tarihsellik ve tarihselcilik kavramları , Batının özgü
kültürüne ait kavramlardır.
Kur’an-ı Kerim insanı ana konu ve insana hidayet
rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihsellik bağlamında temel
karakterristiğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman geçmişe mâl olacak, bir şimdinin kalıcı
ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye, aynı zamanda, bu günü dünle
doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya
çalışan bir varlıktır. Bir başka deyişle insan, tarihsel bir varlıktır ve bu
insanın varlık koşullarında bir tanesidir. Bu sebepledir ki Kur’ân-ı Kerim’in her sûresinde mutlaka
ya insan toplulukları ya da onlarla ilgili “olgular“ ve “olaylar“ anlatılır.
Dolayısıyla Kur’ân,
tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün
halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.
Esbâb-ı nüzul-tarihsellik ilşkisine bu noktada insanın
tarihsel bir varlık oluşu bakımından yaklaşmak mecburiyeti doğmaktadır. Çünkü
insanın yapıp-etmeleri şimdi içinde olup bitmez; onlar, zamanın boyutlarına
yayılmışlardır. Zamanın boyutları ise uzayıp giden boyutlar deği,
yapıp-etmelerle, onların ürünleriyle, olaylarla doludur. Bu içindir ki, insan
tarihsel bir varlıktır. Eğer insan hayvan gibi yalnızca şimdi içinde yaşasaydı,
o zaman insanın yapıp-etmeleriarasında bir süreklilik söz konusu olmayacaktı.Tarihsellik
kavramının tanımıyla gelen anlamlar ışığında esbab-ı nüzülün tarihselliğine
bakalım.
Birinci anlam: Tarihsel olanın
varlık biçimi, Kur’ân-ı
Kerîm’in nüzul ortamına ait bir gerçeklik olrak gerçekliğinio dönemde yaşamış
kişilerden (Hz. Peygamber ve Ashabı) ve onların yapıp etmeleri sonucu meydana
gelen olaylardan almaktadır. Bunun mekan-zaman içinde olmuş, sahih rivayetle
bize ulaşmış musned-merfû haberler olması sebebiyle elle tutulur gerçekliği
vardır. Böyle düşündüğümüzde esbab-ı nüzûlü, tarihsel olanın varlık biçimi,
tarihsel olanın niteliği olarak anlayabiliz.
İkinci anlam: Zamana
bağlılık, gelip geçicilik, Esbab-ı nüzûlün tarihselliği hakkında zamana
bağlılık, gelip geçicilik tanımının isabetli olmayacağını düşünüyoruz. Esbab-ı
nüzûl kıssalarının, Kur’ân mesajının kendine özgü insanî biçimleri olduğu göz
ardı edilir. Halbuki Esbab-ı nüzûl kıssalarının bu nitelikleri, zamana bağlı,
gelip geçici (tarihsel) niteliklerdir. Bu olgu, vahyin nüzûl asrı ve insanı
için ne kadar gerçek ve geçerli ise, bugünün insanıda ve toplumu için de o
kadar gerçek ve geçerlidir. Çünkü sebeb-i nüzûl ve inen âyet, insanın yapıp-etmeleriyle
ilgilidir.
Üçüncü anlam: Tarihsellik koşulluk, tarihe bağlı
olma, Esbab-ı nüzûlü tarihsel koşulluk, tarihe bağlı olma olarak da tanımlamak
mümkün değildir. Esbab-ı nüzûl bilgisi, Kur’ân-ı Kerim’in nüzûl ortamının bir parçası olabilir
ama yokluğu halinde Kur’ân gerçeğinin vücut bulması mümkün olamaz diye bir
şey de söz konusu edilemez. Esbab-ı nüzûlün tarihsel bir gerçek olması ile onun
tarihe bağımlı olması da birbirinden farklı şeylerdir. Çünkü esbab-ı nüzûl dini
bir fenomen olarak, hakikati, tarihsellikten bağımsız olan bir gerçek olak da
düşünülmelidir. Çünkü esbab-ı nüzûl orjinal yorum-orjinal tarihtir.
Dördüncü anla: Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak
var olduğu olgusu , Esbab-ı nüzûl, Kur’ân-ı kerim’in nüzûl ortamının, bu ortamının akışının
ve oluşumunun temel bir parçası olduğuna, nüzûl ortamında bilfiil vuku bulan
hadiseleri gösterdiğine göre, gerçekten tarihsel olarak var olmuşbir olgudur.
Görüldüğü üzere esbab-ı nüzûl, mekan-zaman içinde
vuku bulması, sahîh (musned-merfû) rivayetle bize ulaşmış olması sebebiyle
tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir. Nüzûl ortamında cereyan eden hadiselerin,
soruların karşılığı olarak da tarihsel olanın varlık biçimidir.
[1]
Prof.
Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule Yayınları, s. 329
[2] Necati Öner,
“Kültür“, Felsefe Dünyası, sayı:2, (Aralık 1991),s. 3.
Samet YAMAN (12952752 - Birleşik Doktora)
Saadet Asrı'nda yaşayan ashab efendilerimiz vahyin inmesine sebep teşkil eden soru ve davranışlarıyla aktif rol oynamışlardır. Onların vahyin inmesine sebep olan her türlü davranışları aslında gelecek insan nesillerinin bir prototipi sayılabilir. Çünkü Kur'an'ın ebediliği bunu gerektirir. Kur'an o neslin uhdesinde daha sonraki nesiller için -belki bire bir reçeteler değil ama- ilkesel çözümler, evrensel kanunlar vaz etmiştir. Vahyin şümullü ve derinlemesine okunup üzerinde mesai harcanması halinde tüm insanlar için rehber olduğu anlaşılır. Öyleki Almanlar ve Rusların Kur'an'ı incelemek için devlet eliyle kendi ırklarından danışmanlar görevlendirdiklerini ve Müslüman olmadan, Kur'an'dan kendi problemlerine çareler-çözümler bulduklarını öğrenmiştim. Bir nimet kaliteliyse ondan herkes nasiplenmek ister. Almanların, Yusuf Kıssasından hareketle ter ve körlüğün tedavisi konusunda çalışmalar yaptığını, Rusların da bozulan aile yapılarıyla ilgili olarak yine Kur'an'dan çözümler bulduklarını öğrenmiştim. Ne kadar başarılı olurlar bilinmez lakin onlar birbiriyle uyum halinde olan iki ayet boyutuyla çift kanatlı olarak çalışmanın insanı başarıya ulaştırabileceğini keşfetmişler sanırım. "İnsanın aklına gelen herşeyin gerçekleşmesi mümkündür" sözü doğru mudur bilmem ama Kur'an'dan hareketle önemli buluşlara ufuk açılabilmesi mümkündür.
Kur'an'daki kevni yasaları keşfetmek, kıssaları birer ders olarak okumak ecdadımızdan az sayıda alimlerimizin yaptığı uygulamalardı. İbn Haldun devletlerin ömrünün yaklaşık olarak üç insan nesli olduğunu ayetlerden çıkarmıştır. Sosyolojik ve Tarihsel okumaları sonucunda önceden yapılan yanlışların tekrar yapılmamasının öğrenilmesi halinde bu sürenin daha çok uzayabileciğini ifade etmiştir. Kur'an Kıssaları bu noktada bizlere birer masal gibi değil de her biri birbirinden değerli örneklik ve sakınılması gereken modeller olarak Peygamberler ve helak olanlar şeklinde insanın varlık koşullarının her devirde aynı olması cihetiyle dersler vermektedir. Yine Kur'an'dan Sünnetullahı (Allah'ın kainata koyduğu yasalar) öğrenebilmekteyiz.
Sosyologların "toplumun değişmesi için çeyrek asırlık bir süre gerekir" görüşü Kur'an'ın 23 küsur yılda inip o asrın insanlarını tedricen değiştirmesi gerçeğiyle örtüşmektedir. Bu ecel kanunudur. Yani bir şey, vakti gelmeden olgunlaşmaz. işte bunun gibi evrensel yasaları (kevni ayetleri) Kur'ani ayetlerden ilham alarak bulabiliriz.
Kur'an Saadet Asrında ashab efendilerimize nasıl şifa olduysa şimdi bizlere de aynı o şekilde şifa olacaktır. Çünkü ashab efendilerimiz nasıl insan idiyse biz de aynı yaradılmış "insan"ız. Onların sebep olduğu nüzul ortamındaki gibi, insan, var oldukça Kur'an'ın muhatabı olmaya devam edecektir.
TUĞBA KALAYCI İDKAB-2 11040181
TUĞBA KALAYCI İDKAB-2 11040181
KUR’AN
VE BAĞLAM
Tarihsellik
ve Esbab-ı Nüzul
Ayşe
KARAKAYA / 12912704 / Yüksek Lisans
Ramazan ÜNSAL (12912729) (ramazanriza@gmail.com)
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZÜL
Tarihsellik kavramının ne olduğu üzerinde durulmuş ve tarihsellik kavramıyla terim arasındaki farka değinilmiştir. Tarihsellik kavram olduğuna göre kavram nedir sorusu üzerinde durulmuştur. Kavram insanî bir yapıp etme olarak düşünme faaliyetinin temel aracı olarak tanımlanmıştır. Bu itibarla kavram bir fikir ve bilgidir. İnsan fikirlerini dil ile ifade ettiği zaman kavram terim halini alır. Terim kavramın kendisi değildir; kavramı dil aracılığıyla anlatan bir dilsel simgedir.TARİHSELLİK Hikmet Kıratlı 12912709 Yüksek Lisans Tarihsellik;insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı,tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ile ilğilidir.Dolayısıyla filozoflar,tarih üzerine zihinsel faliyette bulunurken, insanın reel olarak yaşadığı tarih üzerine tasarımlarından bir fikri, bir ideyi,bir bilğiyi dilsel bir simge olarak taihsellik kelimesiyle ifade etmişlerdir. Esbab-ı nüzul, Kur'an-ı insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp etmelerdir.Dolayısıyla her mekan -zaman'da benzeri insani yapıp etmelerle temelde benzerlik gösterir.Aslolan bu tarihsel yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik ilkeleri tesbit edebilmektir.Bundan daha önemlisi bunları eylem haline getirebilmektir. Konfüçyüs'e sordular: “Bir memleketi yönetmeye çağrılsaydınız yapacagı-nız ilk iş ne olurdu ?” Konfüçyüs şöyle cevap verdi:”Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım.” Ve dinleyicilerin hayret dolu bakışları arasında sözlerine şöyle devam etti:”Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz.Düşünce iyi anlatılmaz ise,yapılması gereken şeyler doğru yapılmaz. Ödev gereği gibi yapılmaz ise töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa,şaşkınlık içine düşen halk neyapacağını, işin nereye gideceğini bilemez. İşde bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.” (Kur'an ve Bağlam)
Tarihsellik de tarih yapan bir varlık olarak insanın ,tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilğili bütün durumların üzerinde cereyan eden zihni faliyetinin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır.Yani tarihsellik,insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı,tecrübe ettiği bir durumla,tarihle ilgilidir.Bir felsefi kavram olarak Tarihsellik Nedir?sorusuna herkesi tatmin edecek bir cevap vermek güçtür.Nitekim tarih felsefesi,epistemoloji,hermenöötik,linguistik gibi çeşitli alanlarla ilgisi olan bu kavramı,bu sahalarda çalışan ilim/düşünce adamlarından hemen hepsinin yeniden tarif etme teşebbüsü de bunu göstermektedir.
Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının,XVII. yüzyıl ile XIX. yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı,eyilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
Hegel'e göre tarihsellik kavramının iki anlamı vardır:
1.Anlam:Tarihsellik,geçmişte olup biten geçmişte kalmasına rağmen etkisini devam ettirmesi halidir.
2.Anlam:Tarihsellik,sürekli tarihsel bir etkililiktir.
Kur'an-ı Kerim insanı anakonu ve insana hidayet rehberi olmayı anagaye edinmekle tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır.çünkü insan her zaman geçmişe mal olacak bir şimdinin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye,aynı zamanda bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini,kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır. Bir başka deyişle insan tarihsel bir varlıktır ve bu,insanın varlık koşullarından bir tanesidir.
Bu sebepledir ki Kur'an-ı Kerim'in hemen her suresinde mutlaka ya insan ve insan toplulukları ya da onlarla ilgili "olgular"ve"olaylar"anlatılır.Dolayısıyla Kur'an tarih ve tarihsel olanı ,geçmişi,yaşanılan zamanı ve geleceğiyle bir bütün halinde insanı faaliyet sahası olarak görmektedir.
İsrafil GÖK
Öğrenci No: (12952754)
Birleşik Doktora
Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul
-Kur'anda nesh konusu, felsefi bir kavram olan tarihsellik ve esbabı nuzül ilmi esasında birbiriyle ilintili konulardır. Felsefecilerin tarifinde anlaşamadıkları tarihsellik kavramı (historisizm) batı orijinli bir kavramdır. Bir çok kavramda olduğu gibi tarihsellik kavramı üzerinde de ülkemizde ilim erbabı arasında bir kafa karışıklığı anlam karmaşası devam etmektedir. Batılı kavramları kendi dilimize kültür alanımıza aktarırken kavramları içselleştirmemiz kültür hayatımıza katabilmemiz son derece önemlidir. Bunu yapabilmemiz için batı düşüncesi ve dünya görüşünün bu kavramları oluşturduğu fikri zemin ve süreçin bilinmesi lazımdır. Aksi halde kendimize mal edemeyiz. İslam tarihine baktığımızda alimlerimizin bunu yaptığını görürüz. Kültürün bir kısmı vardır ki, millete özgüdür yani o milletin zihniyetini damgasını taşır. Kültürün bir kısmı da bütün insanlığa hastır milletlerin ortak malı gibidir. Tarihsellik kavramı da Batı'nın özgü kültürüne ait bir kavramdır. Dolayısıyla başka bir dile kültüre tercümesi zor olan bir kavramdır.
Esbab-ı Nuzulle tarihsellik arasındaki ilişkiye gelince insan, tarihsel bir varlıktır. Kuranı kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı gaye edinmekle tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. Esbabı nuzül tarihin bir döneminde saadet asrında yaşanan hadiseler üzerine ayetlerin tencimen 23 yıl süren bir tarih ve zaman diliminde nazil olması onun tarihle ilintili olduğunu göstermektedir. Kuran vahyinin insanın varlık koşulları ile uyumlu olması o günkü toplumun kültürel ahlaki siyasi ekonomik tavırlarını hiçe sayan bir yaklaşımla karşı çıkmamış olduğu Kuranın tarihle ne kadar bağlantılı olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Örneğin İslamda varlığı eleştirilen kölelik müessesini İslam bir çırpıda tamamen kaldıramamıştır ama kaldırmaya matuf hükümler koymuştur. Allahın vahyini mesajlarını melek aracılığıyla insanlığa ulaştırmak için yine bir beşeri insanı seçmiş olması da kuranın tarihi olduğu yönüne dikkatlerimizi çeker. Nüzul ortamında vuku bulan hadiselerin tarihselliği kadar İslam öncesinde yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerin varlığı da tarihsel bir olgu ve gerçekliktir. Mısırlı modernist Taha Hüseyin'in görüşlerinin aksine Kuranda anlatılan eski peygamberlerin kıssaları "ahsenel kasas" hayali ve ütopik yaşanmışlıklar değildir. Gerçekten tarihin bir döneminde yaşanmış tarihsel olaylardır.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki, esbabı nuzül zaman mekan içerisinde vuku bulması sahih müsned ve merfu rivayetle bize ulaşmış olması sebebiyle tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir. Esbabı nuzül ancak sahih nakille bilinebilir. Bu alanda ictihada ve imali fikir etmeye mahal yoktur. Bu türden rivayetler orijinal tarih olarak değerlendirilebilirken tefsir için olan rivayet ve değerlendirmeler ise düşünülmüş yorum olarak değerlendirilebilmesi mümkün görünmektedir. Tarihsellik kavramını kullanan ilim adamları ve düşünürlerin kullandıkları kavramı doğru şekilde tarif etmeleri gerekmektedir.
C. TARİHSELLİK
VE ESBÂB-I NÜZÛL İLİŞKİSİ
İnsanın akıl
sahibi bir varlık olması dolayısıyla kesbettiği bilginin edinimi ve kullanımı
tarihsel süreç içerisinde (bir bakıma) kültürün unsurlarını taşır. Bütün bilgi
çeşitleri, hayatı anlama ve anlamlandırma faaliyeti içerisinde yer alır ve
farklı fonksiyonları yerine getirir. Bilgi türlerinin kullanım sahası ve
bütünüğü aynı zamanda kültür dediğimiz olguyu oluşturur. Bu kültürün bir kısmı
sınırları belirli toplumlara/milletlere özgü karakter taşırken (özgü kültür)
bir kısmı tüm insanlığa özgüdür (ortak kültür).
Tarihsellik
bir kavram olarak oluşum süreci bakımından ortak kültüre aittir. Anlam içeriği
dolayısıyla da özgü kültüre ait bir kavramdır. Aslında bu durum bütün kavramlar
için reel bir durumdur.
Kur’an
toplumun dünya görüşünü, kavramlarını yani tüm insanî faaliyetleri ilahi
mesajla oluşturmak ister. işte hedef kitle yani Kur’an’ın ilk muhataplarının
yapıp-etmeleri esbâb-ı nüzul olabilmektedir. Esbab-ı nüzul ve tarihsellik
ilişkisine de insanın tarihsel bir valık olması açısından bakmalıyız. İnsanın
bütün faaliyetleri de tarih dediğimiz olgu içerisinde meydana gelir. Yani
tarih, insanın yapıp-etmelerinin toplamıdır.
Bu açıları
değerlendirerek esbâb-ı nüzulün tarihselliğini anlamlandıralım:
Birinci anlam : Tarihsel
olanın varlık biçimi
(Esbab-ı nüzul, gerçekliğini nüzul
ortamında yaşanmış olylardan almaktadır).
İkinci anlam : Zamana
bağlılık, gelip geçicilik
(Esbab-ı nüzul kıssaları tarihsel
nitelik arzetse de sebep-nüzul-insan ilişkisi Kur’an’ın insanın varlık
koşullarını gerçekleştirmesini sağlayan ilahi mesaj olduğunu göstermektedir).
Üçüncü anlam : Tarihsel
koşulluluk, tarihe bağlı olma
(Esbab-ı nüzulun tarihsel bir
gerçek olması ile onun tarihe bağlı olması farklı şeylerdir. Çünkü esbab-ı
nüzul dini bir fenomen olarak hakikati, tarihten bağımsız bir gerçek olarak
düşünülmelidir. Çünkü esbab-ı nüzul orjinal yorum-orjinal tarihtir).
HAMDULLAH KAYA Öğrenci No: 12912772
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NUZÜL Tarihsellik kavramı Felsefe Terimleri Sözlüğünde şöyle tanımlanmaktadır:
1- Tarihsel olanın varlık biçimi.
2- Zamana bağlılık, gelip geçicilik.
3- Tarihsel koşulluluk, tarihe bağlı olma. (Ör. Tinin, törenin tarihselliği)
4- Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu. (Ör. isa'nın tarihselliği.) Tarihsellik sözcüğünün terim olarak ifade ettiği anlamlar bunlardır. Öte yandan
Tarihsellik kavramı, tarih yapan bir varlık ola¬rak insanın tarih hakkındaki tecrübelerden elde et¬tiği bilginin bir boyutunu ifade eder. Yani tarihsellik, insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir du¬rumla, tarihle ilgilidir. Aslında Tarihsellik ve tarihselcilik kavramları, XVIII. ve XIX. yüzyıllar arasında "tarih" ilminden ne anla¬şılacağı konusundaki felsefi tartışmalar sürecinde ortaya çıkmıştır.
Batı'da tarih yazımına dini sebeblerle ilgi göste¬rilmemiş, Aydınlanma ile başlayan süreç içerisinde beşerî ilimler kavramı belirince, tarihi ve buna bağlı olarak tarih felsefesini bir problem olarak ele alma yönelişi başlamıştır.
Bu dönemde tabiat ilimlerinin başdondürücü gelişimi, modern çağın karakteristiği olan "yeni zih¬niyet ve yeni kozmos anlayışı"nı getirdi. Bu ise tabiat ilimleriyle beşeri ilimler arasındaki kopukluğu ve epistemolojik zıtlığı gösteriyordu.
Böylece tarihsellik ve tarihselcilik kavramları, önce Aydınlanma sonra da Modernite'nin oluşturdu¬ğu ortam ve şartlarda ortaya çıktı. Dolayısıyla tarihsellik ve tarihselcilik kavram¬ları kullanılmak istendiğinde bu vakıanın gözönüne alınması yerinde olacaktır.
Nihayetinde Batı düşüncesine ait bu kavramla¬rın tarih içerisinde geçirdikleri değişimin, belirli bir kültürün, dünya (varlık) anlayışının, paradigmanın ürünü olduğu unutulmamalıdır. Aksi halde böyle bir geçmişe sahip olmayan Müslüman şark'ta tarihsel¬lik -tarihselcilik problemi üzerinde tartışmanın tu¬tarlı bir zemini olmayacaktır.
Sonuç olarak:
1- Esbâb-ı nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken konu, Kur'ân-ı Ke-rîm'in soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi olduğudur.
2- Başka "Özgü" kültürlere ait kavramları kul¬lanırken kavramların tarihleri, içerikleri ve kullananların dünya görüşleri gözönünde bulundurulmalıdır.
3- Bu kavramları kullanan ilim adamları ve düşünürlerimizin hem böylesi bir yaklaşımı benim¬semeleri hem de kullandıkları kavramı tarif et¬meleri gerekmektedir.
4- Hermenötik (yorumbilim), semantik (anlam-bilim), linguistik (dilbilim) gibi beşerî bilimlerden yararlanabilmemizin, bu alanlara ait yeni kavram¬ları özgü kültürümüze mal edebilmemizin, içselleştirebilmemizin, yani bu kavramları yaşayabil¬memizin, anılan tavrın hakim olmasıyla mümkün olabileceği umulur.
5- Böylesi bir yaklaşıma, İslâm kültüründeki ta¬rih anlayışı ile Batı kültüründeki tarih anlayışları¬nın birbirlerinden beşerî bir ilim olarak tarih'in iki ayrı şekilde mütalaası olarak yararlanabilmesi için de ihtiyaç vardır.
6- Esbâb-ı nüzul'den, tarihsel bir olgu olarak tarih-siyer yazımında en isabetli şekilde faydalan¬mak da bu yaklaşımla mümkündür.
"Esbâb-ı nüzul rivayetleri " ile yazılacak "oriji¬nal tarih", nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkânı verecektir. "Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivayetleri" ile yazılacak "düşünülmüş tarih" de çok sayıda insanî faaliyeti/başarıları, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak isteyen insanın bakış ufkuna sunacaktır. Bütün bunlar ise siyer-tarih yazımında insanî faaliyet ve davranışların/başarıların tarihini ortaya koyma, tespit etme imkânı verecek; bu da insanın varlık bilincine katkıda bulunacaktır.
İHTİLAF
Sözlükte "geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek" anlamındaki half kökünden türer
İhtilaf ‘’ bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık ‘’ gibi manalara gelir
Terim olarak ihtilaf, "söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak" demektir.
İnsanların doğuştan getirdiği tabii farklılıklar, ilmî ve felsefî görüş ayrılıkları, siyasî muhalefet ve anlaşmazlıklar mevcuttur
Literatürde kesbî ve gayri kesbî (tabii) olmak üzere iki farklı ihtilâf kavramından da söz edilir.
Yaratılıştan olması bakımından "tabii ihtilâf" diye de adlandırılabilecek olan cinsler ihtilâfı varlıkların zatlarına ilişkin farklılıklardır. Kesbî ihtilâfla fertler ve gruplar arasındaki görüş ayrılıkları kastedilir.
Birçok âyette sözü edilen ihtilâf dinî inançlarla ilgili olup, bu tür ihtilâflara düşen insanlar arasında hüküm vermeleri için peygamberlerin gönderildiği ifade edilmiştir. Peygamberlerin açıklamalarından sonra hâlâ ihtilâflarını sürdürenler ise birçok âyette kınanmıştır.
İslâm düşüncesinde dinî konulardaki ihtilâfın meşruiyeti inanç konuları ve fıkhî hükümler olmak üzere temelde İki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiştir.
Fıkıh ilminde ihtilâf icmâ ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur'an ve Sünnet'in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, "müctehedün fîh" denilen içtihada açık konularda muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir.
Ashap Resûlullah döneminde bile içtihadı hükümlerde ihtilâf eder. ancak Hz. Peygamber'e müracaatla ihtilâflarını hallederlerdi. Efendimizin vefatından sonra Sahabe, farklı ictihadları tenkit etmekle birlikte muhaliflerine karşı geniş bir tahammül ve hoşgörü sahibiydi; ortaya çıkan yeni bazı meselelerde ihtilâf ettikleri halde her biri diğerinin muhalefetini kınamaksızın caiz görürdü.
Kur'an'da yer alan, ihtilâf ve tefrikaya düşmeyi kötüleyen genel anlamdaki âyetleri göz önünde bulunduran Müzeni, İshakel Mevsılî, Câhiz, Zahirîler. Şîa ve Bâtınîler ihtilâfın dinde yeri bulunmadığını, aksine uzlaşmanın ve birlik olmanın emredildiğini savunmuşlardır
İhtilâfa karşı olanların önemli bir kesimi ictihad neticesi farklı görüşler benimsenmiş olmasına değil deliller ortaya çıktıktan sonra İhtilâf halinin sürdürülmesine karşıdırlar.
Deliller arasında tercihte bulunmak gibi sebeplerle ihtilâf edenlerden isabet eden iki, isabet edemeyen bir olmak üzere sevap kazanır.
İhtilâfın meşruiyetini savunanlara göre Kur'an'da müteşâbih, müşterek ve mecazi lafızların varlığı insanların ihtilâfına zemin hazırlamıştır.İhtilâf gayri meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkları kullanılırdı. Ayrıca aklı kullanma ve düşünme emredilmiş olup insanların farklı kapasitelere sahip bulunmaları sebebiyle ihtilâfa düşmeleri kaçınılmazdır
Hz. Peygamber'in Kur'an ve Sünnet'te cevabını bulamadıkları konularda sahabeye verdiği ictihad izninin de ihtilâfa sebep olacağı gayet açıktır.
Tevhid ve Hz. Peygamber'e iman gibi dinin temeli sayılan konularda aykırı görüş belirtmenin, icmâ gerçekleştikten sonra ona muhalefet etmek yasaklanmıştır
Dinin fürû meselelerinde ihtilâf yasaklanmış değildir
Fıkhî konularda ihtilâfların sebeplerinden bazıları şunlardır:
1. 1.Usul farklılığı
2. 2.Usulün meselelere tatbikindeki farklılık
3. 3. Hadisin ulaşıp ulaşmaması
4. 4.İçtihada dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların değişmesi sebebiyle müctehidlerin ictihadlarında değişiklik olması
‘’ Ümmetimin İhtilafı rahmettir’’ (Hz.Muhammed)
Yüksek Lisans
Emrah MERAL
12912714
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZÛL
Tarihsellik kavramı, tarih yapan bir varlık olarak insanın tarih hakkındaki
tecrübelerden elde ettiği bilginin boyutunu ifade eder. Yani tarihsellik,
insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleri ile bizzat
yaşadığı durumla, tarihle ilgilidir.
Esbab-ı nüzul - tarihsellik kavramı ilişkisinde ifade edeceğimiz Esbab-ı
nüzul, mekan-zaman içinde vuku bulması sahih (müsned-merfu) rivayetle bize
ulaşmış olması sebebiyle tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir. Nüzul ortamında
cereyan eden hadiselerin, soruların karşılığı olarak da tarihsel olanın varlık
biçimidir.
Nüzul ortamındaki insani yapıp
etmelerle her zaman-mekân da benzeri insan yapıp etmeleri
benzerlik gösterir. Önemli olan bu ilkelerin tespitidir. Onları amel haline
getirebilmektir. Sahabenin rivayetleri ile nüzul ortamına ait esbab-ı nüzul
rivayetleri Kur’an ın anlaşılmasında orijinal yorum olarak değerlendirilebilir.
Kur’an'ın anlaşılması sürecindeki tarihte ”orijinal tarih” diye adlandırılır.
Sonuç olarak:
Esbab-ı nüzul tarihsellik kavramı ilişkisinde vurgulanması gereken konu,
Kur’an ı Kerimi soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir
ve yaşanacak insan öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberidir.
Başka kültürlere ait
kavramları kullanırken, kavramların tarihleri, içerikleri ve kullananların
dünya görüşleri göz önünde bulundurulmalıdır.
Ramazan Koç-12912727
Tarihsellik,her felsefi kavram gibi üzerinde tanım birliği olmayan bir kavramdır.Dolayısıyla tarihsellik,birçok şekilde tarif edilmiş;her tarif onun bir yönünü açıklamıştır. Tarihsellik ,oluşum süreci bakımından ortak kültüre aittir.Anlam içeriği dolayısıyla da özgü kültüre aittir.Tarihsellik kavramı ve esbâb-ı nuzül arasında ortak kültür bağlamında nasıl bir ilişkiye olduğunu gelince Kur'an ı kerim'in temel konusu insan ve o insanı hidayete iletme rehberi olmayı amaç edinmesidir.kur'an, insanı tarihsel bir varlık olarak görür ve onun tarih ve tarihsellik bağlamında karakteristiğini ortaya koymayı hedefler.Kur'an ın nüzul ortamına dikkat edersek Mekke de olsun medinede olsun var olan birçok probleme ve insanların bu problemlerden kurtulma arzularına cevap vermiştir.Yani vahiy-insan-hayat bütünlüğünü esas almaktadır.Nüzul asrında muhatapların gündelik yapıp-etmelerinde kur'ani ilke işlevini yerine getirmiştir.Daha sonra vahyin tamamlanması ile esbâb-ı nüzul olgusu son bulmuş lakin kur'an –insan –hayat münasebeti devam etmiştir.binaenaleyh esbâb-ı nüzul, kur'an ın indirilişinin gerçek sebebi değildir.Kur'an-ı Kerîm'in ayet ve surelerinin tertibinin nüzul sebeplerine göre veya nüzul sırasına göre tarihsel yapılmamış olması da bu tezi teyid etmektedir.Bunun anlamı,kur'an'la varlığını anlamlandırmak isteyen herkes reel hayatın içinde kendisini doğrudan muhatap hissedebilecektir.Esbâb-ı nüzul –tarihsellik kavramı ilişkisiyle ilgili olarak diyebiliriz ki esbâb-ı nüzul'un kur'an'ın bütünlüğü içindeki yeri ve insanın tarihsel bir varlık olması nazarı dikkate alınmalıdır.Bunun için de Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin,"esbâb-ı nüzul rivayetleri" ve "Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivayetleri değerlendirmeri"şeklinde sınıflandırılması büyük önem arzetmektedir.
Yahya Özdil-Yüksek Lisans
Tarihsellik
kavramı,tarih yapan bir varlık olarak insanın tarih hakkındaki tecrübelerden
elde ettiği bilginin bir boyutunu ifade eder.Yani tarihsellik,insanın varlık
şartlarından kaynaklanan, imkan ve yetenekleriyle bizzat yaşadığı,tecrübe
ettiği bir durumla,tarihle ilgilidir.
Dolayısıyla
tarihsellik,birçok şekilde tarif edilmiş;her tarif onun bir yönünü
açıklamıştır.böyle olması da tabîdir.Çünkü her kavramın bir tarihi vardır.Bu
tarih,gerektiğinde başka felsefî meselelerin içinden geçen veya çeşitli felsefi
alanlara temas eden bir tarihtir.bu tarihsel ve kültürel serüveni göz ardı
ederek tarihsellik kavramını anlamamız mümkün değildir.
Tarihsellik-esbâb-ı
nüzul ilişkisinde özellikle vurgulanmak istenen tarihsellik ve tarihselcilik
kavramlarının batı’nın özgü kültürüne ait olduğudur.
Tarihsellik
ve tarihselcilik ve benzeri kavramlar,her ne kadar “batı’nın özgü kültürü”ne
ait kavramlarsa da yapıları ortak kültürle etkileşim halindedir.Çünkü insanın
yaratılışı bakımından kültür unsurları evrenseldir.Dolayısıyla
insan,tarihsellik kavramı üzerine fikir beyan ederken bir var olan hakkında
bilgisini ifade etmektedir.
Kur’an,tarih
ve tarihsel olanı:geçmişi,yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde
insanın faaliyet sahası olarak görür.O halde esbâb-ı nüzul-tarihsellik
ilişkisine
1. Esbâb-ı
nüzulün Kur’an-ı kerim’in bütünlüğü içerisindeki yeri
2. İnsanın
tarihsel bir varlık olma bağlamında bakılmalıdır.
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri:
Kur’an’ın anlaşılması
sürecinde ve Kur’an-ı Kerim tarihinde orijinal
tarih olarak adlandırılabilir.
Tefsir için olan esbâb-ı
nüzul rivâyetleri değerlendirmeleri: Kur’an’ın anlaşılması sürecinde ve Kur’an-ı
Kerim tarihinde “düşünülmüş tarih”olarak
değerlendirilebilir.[1]
O zaman görülecektir
ki esbâb-ı nüzul tarihsel olarak Kur’an-insan
ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insanî yapıp-etmelerdir.
Aslolan,bu tarihsel yapıp-etmelerden
,vahyin insanla ve hayatla bu ilişkisinden bugünün insan meselelerine yönelik
ilkeleri tesbit edebilmektir.
Kur’an-ı Kerim’i kendisine
hidayet rehberi edinen insan,nüzul sebeblerini ve onun tarihselliğini bu
bağlamda değerlendirirse onu anlamada yeni boyutlar keşfedebilir.
İhtilaf kelimesi sözlükte, ''geride kalmak ve biri diğerinin yerine
geçmek'' anlamındaki half kökünden türeyen ihtilâf manasına gelir. Mastar ve isim olarak ise, ''bir şeyin diğer
bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, görüş
ayrılığı, anlaşmazlık'' gibi manalara gelir.
Terim olarak ihtilâf, ''söz ve davranışta birinin tuttuğu yoldan
başka bir yol tutmak'' demektir.
İhtilâf ve hil^f kelimeleri birbirlerine benzerler. Ancak
aralarında ince bir fark vardır. İhtilâf, ''farklı bir görüşe sahip olma,
farklı görüşlerden birini benimseme''anlamı taşır. Oysa hilâf, diğer görüşlere
karşı bir tavır almayı ifade etmektedir. İhtilâf, maksat aynı olmakla birlikte,
yöntemin farklı olmasıdır. Hilâf da ise, hem maksat hem de yöntem farklıdır.
Bir başka tanım ise ihtilâf ve hilâf arasındaki farkı şu şekilde ifade
etmektedir: delile dayanmayan aykırı görüş hilâf, delile dayanan aykırı görüş
ise ihtilâftır.
Yaratılıştan dolayı
cinslerin ihtilâfları, varlıkların zatlarına ilişkin farklılıklardır. Bu tür
ihtilâfın dünya ve âhiret dengesinin esasını teşkil ettiğini savunan alimlere
göre, '' Ümmetimin ihtilâfı rahmettir'' hadisi, ümmetin fertlerinin ilimleri ve
sanatlar konusunda farklı eğilimlere sahip olmalarını ifade eder.
Kur'ân-ı Kerîm'de mutlak anlamda zikredilen ihtilâf olumsuzdur.
Dolayısıyla Kur'ân, buna karşı olarak birlik ve beraberliğe çağırmaktadır.
İslam düşüncesinde ihtilâf inanç konuları ve fıkhî konularda
görünmektedir. İslam dünyasında, akaid konularında ve genel ilkelerde
(külliyat) ihtilâf doğru karşılanmazken, buna karşın, fıkhî konulardaki
alimlerin ihtilâfları müsamaha ile karşılanmıştır.
Fıkhî konulardaki ihtilâfların sebebi şunlardır:
1. Usul farklılığı: sarih bir nas bulunmaması halinde re'y, kıyas,
istihsan, istislâh, örf gibi unsurların kaynak olup olamayacağı konusunda
alimler ihtilâf etmişlerdir.
2. Usulün meselelere tatbikindeki farklılık: aynı usul kullanılsa
bile, bu usulün nasıl uygulanacağı konusunda alimler ihtilâf etmişlerdir.
3. Hadisin ulaşıp ulaşmaması konusu: hadislerin sıhhatı, konuyla
ilgili birçok hadisin çelismesi, ihtilâflara sebep olmaktadır.
III.
KİTAP
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
MUSTAFA
MURAT BATMAN
12912713
·
Tarihsellik; tarih yapan bir varlık
olarak insanın, tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün
durumların üzerinde cereyan eden zihnî faaliyetinin sonucunda oluşan düşünce ve
ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır.[1] Filozoflar tarihsellik kavramı
üzerinde düşünmüşler ve bu kavramı tanımlamaya çalışmışlardır. Ancak bu kavramı
tarif etmek isteyen her filozof kavrama kendi bakış açısını da yansıtması
kaçınılmaz olduğu için kavramın kendine bakan bir yönüyle bir tanım yapmıştır.
Dolayısıyla birçok tarihsellik tanımı ortaya çıkmıştır.
·
Bir kavramda açıklık ve seçiklik olmak
üzere iki özellik bulunur. Açık bilgi, dikkatli bir zihne görünen ve belli olan
bilgidir. Seçik bilgi ise, keskin ve başka bilgilerden ayrı bir bilgidir. Öyle
ki, bu bilgide onu gerektiği gibi gözden geçirene açıkça görünenden başka bir
şey bulunmaz.[2] Açıklık kavramdaki değişebilen bir
içeriktir, zamana göre ve fertlere göre değişebilir. Ancak seçiklik, kavramın,
her yerde herkese göre aynı olan, değişmez özelliğidir. Tarihsellik kavramının
mahiyeti (seçikliği), yani diğer var olandan ayıran niteliği değişmemekte, ama
içeriği (açıklığı) değişmektedir.[3]
·
Cabiri “Bir kişinin kendi kültür dili
haricinde bir dilde araştırmaları sonucunda edindiği fikirlerini, o dili
konuşan milletin düşüncesi olarak nitelemek mümkün müdür?” sorusuna cevap
aramakta ve çeşitli örneklerle bu durumu tartışmaktadır. “Maxime Rodinson, Jack
Birc, Hamilton Gibb…. gibi Arap olmayıp Arap düşüncesini, araştırmış incelemiş,
analiz etmiş ve bu hususta kanaat bildiren bir şahsın gerçekten Arap
düşüncesine vakıf olduğunu düşünebilir miyiz?” “Yahut Yunanların sorunlarıyla
uğraşan Farabi’nin Arap düşüncesine vakıf olduğunu söyleyebilir miyiz?” Ona
göre bu pek mümkün değildir. Çünkü “her düşünürün uyruğunun belirlediği örfî bir kural vardır”[4] ve kişiler bu kalıplara, kurallara,
değerlere göre düşünür. Ona göre Doğunun Fikrini Tanımaya çalışıp bu uğurda
araştırmalar yapan Batılılar “Doğuyu tanımak isteyen Batılılar” olarak, Batı
Fikrini araştıran Doğulu ilim adamları da “Batıyla İlgili Araştırma Yapan
Doğulular” kalacaklardır. Bir kültürün içinde düşünmek o kültürü tanımak değil,
o kültürün bakış açısıyla, örfi kurallarıyla düşünebilmek demektir.
·
Bu yüzden tarihsellik ve tarihselcilik
kavramlarını da ortaya çıktığı kültürde, tarihte, insan yapısında incelememiz
gereklidir. Aksi takdirde Müslümanlar, Batı’nın ‘kültürel özgünlük’ arz eden tarihsellik ve tarihselcilik
kavramlarını tam anlamıyla anlayamayacaktır. Çünkü bu kavramların
Müslüman’ların ‘kültürel
özgünlük’
alanlarında hiçbir karşılığı yoktur. Bu da etkileşimde bulunulan kültürü
tanımadan onun kavramlarını kullanmaya yol açacak, dolayısıyla ortada (şu an
yaşandığı gibi) büyük bir kargaşa meydana gelecektir. Buna bir de kavramın
alındığı dil ile aktarıldığı dilin arasındaki uyumsuzluk eklendiğinde kargaşa
daha da büyüyecektir. (Maalesef bu durumda yaşanmaktadır.)
·
Ancak bu kavramlar her ne kadar ‘kültürel özgünlük’ taşıyor, seçiklik ifade ediyorsalar
da, açıklık özelliklerinin de bulunmasından ötürü, kavramların ortak kültür ile
paylaştıkları hususlarda mevcuttur.
·
Kur’an-ı Kerim’in temel konusunun insan
oluşu ve insanı hidayete (doğru yola) iletme rehberi olmayı ana gaye edinmesi,
tarih ve tarihsellik bağlamında onun temel karakteristiğini ortaya koymaktadır.
Kur’an tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir
bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görür. Bu sebeple hemen her surede
ya insan ve insan toplulukları ya da onlarla ilgili olgular ve olaylar
anlatılır.[5]
[1] Serinsu, age, s.
304.
[2] René Descartes,
Felsefenin İlkeleri, çev. Mesut Akın, Say yay. , s. 78, 9. Baskı, İstanbul
2004.
[3] Serinsu, age, s.
305.
[4] Muhammed Âbid
el-Cabiri, Arap-İslam Aklının Oluşumu, Çev. İbrahim Akbaba, s. 15, Kitabevi,
İstanbul, Aralık 2001
[5] Serinsu, age, s.
348.
Yüksek Lisans
129 127 45
Tarihsellik konusunu halen zihnimde bir yerlere oturtamadığım için bu konu hakkında yukarıda ki bilgiler dışında bir bilgi aktarımı yapmayacağım.
3.KİTAB:
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
GİRİŞ:
Tarihsellik nedir? : tarihselliği felsefeye
ait bir kavram olarak bilmekteyiz. Tarihsellik kavramı tarihi yapan, yaşayan
insanın tarih hakkındaki çeşitli tecrübelerinden elde ettiği bilginin bir
yönünü teşkil eder. Yani tarihsellik, insanoğlunun geçmişte bizzat müşahede
ettiği, yaşadığı olaylarla yani tarihle alakalıdır. Kavramlarda değişmeyen bir
özellik vardır. O da seçiklik özelliğidir. Seçiklik kavramın mahiyetini ifade
eder. Kavramın bir de değişen özelliği vardır. Bu özellik açıklık özelliğidir.
Açıklık da kavramın içeriğini ifade eder. Tarihsellik kavramını felsefi bir
problem kılan kavramın açıklık özelliğidir. Çünkü her düşünür tarihsellik
kavramın içeriği hakkında kendi dünya görüşlerine göre fikir beyan etmişlerdir.
Araştırmanın amacı ve
metodu: çalışmanın amacı batı kültüründe doğmuş ve gelişmesini de bu ortamda
tamamlamış tarihsellik kavramını esbab-ı nüzul çerçevesinde ele alıp böylece
farklı kültürde büyüyen ve gelişen bir kavramın kendi kültürümüze ne şekilde
nakledebileceğimizi göstermektir.
I.
Tarihsellik kavramının temellendirilmesi:
Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının
17. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma
araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade
edilmektedir. Bu kavramı ilk dile getiren filozof vico’dur.
Bu bölümde tarihsellik kavramının kişilere
göre ve zamana göre nasıl şekillendiği, temelinin nerde, nasıl, kimler
tarafından atıldığı, filozofların bu kavramı ne şekilde tanımladıkları,
birbirlerinin yaptığı tanımlara getirdikleri eleştirileri, bu tanımların
doğruluk yanları, tanımı ele alırken kişilerin baktığı dünya görüşleri gibi
bahisler uzun bir şekilde ele alınmaktadır.
II.
Tarihsellik ve esbab-ı nüzul:
Tarihsellik kavramının esbab-ı nüzulle
ilgisini açıklamaya çalışırken önemle belirtilen durum, bu kavramın yani
tarihsellik kavramının batının ÖZGÜ kültürüne ait bir terim olduğudur. Bu
kavramın tanımını yapan filozoflar kendi özgü kültürlerinin büyük etkisi olan
dünya bakışlarıyla bu kavramı ele almışlardır. Bu yüzden kavram başka
kültürlere aynen aktarılırken bu husus dikkate alınmalıdır. Yoksa şuan bizim
dilimizde yaşanıldığı gibi ortaya kavram kargaşası çıkacaktır. Bu kavram kargaşası
ve zihniyet sorununun halledilebilmesinin yolu DİLden geçmektedir.
Bu kavram her ne kadar batının özgü
kültürüne ait olsa da aslında tüm kavramlar gibi temeli ortak kültürden
etkilenmektedir. Yani tarihsellik oluşum süreci bakımından tüm kavramlar gibi ortak
kültüre aittir. Öbür taraftan içeriğinin oluşumu, konumlanması, tamamlanması
bakımından da özgü kültüre aittir.
Burada yapılacak olanda ortak kültür
bağlamında esbab-ı nüzulle tarihsellik arasındaki ilişkiyi açıklamak olacaktır.
Kuran’ın temel konusunun insan oluşu, onu
tarihle doğal olarak bağlamaktadır. İnsanı hidayete iletmeyi ana gaye edinmesi
tarih ve tarihsellik bağlamında Kuran’ın temel karakteristiğini ortaya
koymaktadır.
Kuran sadece insanın tarihsel yönüne
uygunluk gösteren bir kitap değildir. O, insan hayatının her yönüyle uyumlu ve
onun hayat koşullarına her yönden cevap veren ilahi bir mesajdır.
Kuran, toplumun kültür yapısının ve
olgularının vahiy temelli olmasını ve kendisine uygunluk göstermesini
beklemektedir. Bu yüzden nüzul ortamında insanların karşılaştığı problemlere
onları huzura kavuşturacak şekilde ve kafalarında oluşan soru işaretlerini
silecek bir şekilde cevaplar vermiştir. Yani Kuran, vahiy-insan-hayat
bütünlüğünü esas alır.
İşte esbab-ı nüzulü, doğrudan doğruya nüzul
ortamını bize gösteren aracı deliller olarak tasvir edebiliriz. Kuran vahyinin
tamamlanmasıyla vahiy-insan münasebetinin bir bölümünü oluşturan sebebi nüzul
son bulmuştur. Bu durum Kuran’ın insan hayatına dahiliyetinin son bulduğu
anlamına gelmemektedir. Çünkü Kuran’ın varlığı esbab-ı nüzule dayalı değildir.
O, insan varlığındaki hayatiyetini devam ettirmektedir. Kuran’ın ayet ve
surelerin iniş sırasına göre değil de ilahi bir plana göre sıralanmış olması da
bu hususta önemli bir konudur.
Esbabı nüzul-tarihsellik ilişkisine doğru
yaklaşılması için daha önce de detaylı bir şekilde ele alınan bir konu olan,
esbabı nüzulün önerilen bir şekilde tasnifi gerekmektedir.
1-)esbab-ı nüzul rivayetleri: orijinal tarih
Sahabenin müsned- merfu bir şekilde
naklettikleri sebebi nüzul rivayetleridir. Kuran’ın anlaşılmasında bu
rivayetler orijinal yorum olarak yerini alır ve Kuran tarihinde de orijinal
tarih adını alır. Böyle yazılmış olan tarih bize nüzul asrının gerçek bir
tasvirini resmedecektir. Bu tarih öyle bir tarihtir ki; tefsircinin,
fıkıhçının, tarihçinin kendi açısından baktığı nüzul ortamının
değerlendirilmesinde hepsine geniş ufuklar açan Kuran-insan-hayat bütünlüğünü
sağlayan bir tarihtir.
2-)tefsir için olan esbab-ı nüzul
rivayetleri değerlendirmeleri: düşünülmüş tarih
Bu tür esbab-ı nüzul değerlendirmeleri
âlimlerin olaylar hakkında esbab-ı nüzul değerlendirmeleri yapmalarıyla oluşmuş
düşünülmüş yorumdur.
Esbab-ı nüzul bu değerlendirmelerden sonra
görülecektir ki Kuran-insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani
fiillerdir. Bu fiiller insanın var olduğu her mekân ve zamanda kendini
gösterecektir. Aslolan bu tarihi fiillerden günümüz insanın sorunları
çerçevesinde ilkeler tespit edip onları hayatımıza geçirmeyi sağlamaktır. Bu
insanın sorumluluğudur.
SONUÇ:
Sonuç
olarak; esbab-ı nüzul-tarihsellik ilişkisinde önemle vurgulanması gereken
Kuran’ın soyut bir düşünce ve düşünüş biçimi değil, hala hayatiyetini koruyan
yaşanmış, yaşanmakta ve yaşanılacak bir hidayet rehberi olduğudur.
Başka özgü kültürlere
ait olan kavramların kullanılırken kavramların tarihleri ve içerikleri dikkat
edilerek kullanılmalıdır.
Bu kavramları kullanan
bilim adamları ve düşünürlerimiz kavramı kullanırken kullandığı manayı
belirtmelidirler, çünkü aksi halde toplumda kavram kargaşası oluşacaktır.
Beşeri bilimlerden
yararlanabilmemizin bu alanlara ait yeni kavramları içselleştirebilmemizin yani
bu kavramları yaşayabilmemizin bahsettiğimiz tavrın takınılması ile mümkün
olacağı umulmaktadır.
Böyle bir yaklaşıma
İslam kültüründeki tarih anlayışıyla batı kültüründe ki batı anlayışının
tarihin farklı iki kolu olduğunu görmemiz açısından da ihtiyaç vardır.
Esbab-ı nüzulden en
verimli şekilde yararlanmakta bu önerdiğimiz yeni yaklaşımla mümkün olacaktır.
Esbab-ı nüzul Kuran’ın
anlaşılmasında tarihi açıdan da önemli bir olgudur. Bu sayede Kuran-insan-hayat
bütünleşmesinin nasıl gerçekleşeceği konusunda derin bilgilere sahip olmuş
olmaktayız. Esbab-ı nüzul bize aynı zamanda Kuran’ın yaşanabilirliğini
gösteriyor.
Böylece Kuran’ın
anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolü konusuna bir de tarihsellik penceresinden
bakmış olduk
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
YUSUF ÇINAR
12912761
Tarihsellik bir çok tanımı bulunan
bir kavramdır. Dolayısıyla günümüze kadar bir çok tanımı yapılmış felsefi bir
kavram olması nedeniyle bütün yönleriyle incelenmesi çabası ortaya konmuştur. Tarihsellik
aydınlanma çağı ve sonrasında modernitenin de etkisiyle bir çok ilmin ilgi
alanına girmiştir. Tarihsellik kavramı tarih yapan bir varlık olarak insanın,
tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün durumların
üzerinde cereyan eden zihni faaliyetinin sonucunu oluşturan düşünce ve ondan
doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır.
Aslı itibariyle batıya ait olan bu
kavram insanın yaratılışından dolayı mevcut olan ortak kültür sebebiyle İslam
dünyasında da yerini almıştır. Tarihsellik anlam içeriği olarak özgü kültüre
ait olsa da ortak kültürün nüvelerini barındıran ve zihni gelişim ve
değişimlerle yeni anlamlar kazanacak bir kavramdır.
Esbab-ı nüzul ve tarihsellik
arasındaki ilişkiye esbab-ı nüzulun Kur’an’ı Kerim’in anlam bütünlüğü
içerisindeki yeri ve insanın tarihsel bir varlık olması bakımından
bakılmalıdır. Bunun içinde tasnifimiz; esbab-ı nüzul rivayetleri (orijinal
tarih) ve tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri (düşünülmüş tarih)
açısından ele alınmalıdır.
Esbab-ı Nüzul rivayetleri bize nüzul
ortamını teneffüs edebilme imkanı verecek, o ortamı tasvir edecektir. Tefsir
için esbab-ı nüzul rivayetleri ise ayetle alakalı bizim zihnimize yol
açabilecek nüveler, fikri çalışmalar ortaya koyacaktır.
Netice itibariyle;
Esbab-ı Nüzul-tarihsellik kavramı
ilişkisinde dikkat edilmesi gereken Kur’an’ın soyut bir anlayış değil, yaşanmış
ve yaşanacak olan insan fıtratına uygun bir yol gösterici olduğudur.
Başka kültürlere özgü kavramlarında
ortak kültür vesilesiyle ele alınması sırasında kendi kültür ve anlayışımız ile
hareket etme kabiliyeti kazanılması gerektiği
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Kavram bir fikirdir, bir
bilgidir. İnsan bir fikri, bir bilgiyi de ancak bazı işaretleriyle yani dille
ifade eder. Dile ifade ettiği zaman da, bir bilgi ve fikir yürüteceği işaret belirler.
Bir kavram dille ifade edildiğinde terim adını alır.
Tarihsellik de tarihi yapan
bir varlık olan insanın, tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla
ilgili bütün durumların üzerinde cereyan eden bir kavramdır. Yani tarihsellik,
insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleriyle bizzat
yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir.
Hukukun, dilin, örf ve
adetlerin muhtelif biçimleri kesinlikle ayrı varlığa sahip değillerdir. Bu
biçimler ancak aynı tabiat içinde çözülmez bir tarzda birbirine bağlanmış,
ancak tahlilinde ayrı özellikler ortaya çıkan, tekil güçleri ve
faaliyetleridir. Bunları bir bütün haline getiren halkın ortak kanaat her türlü
mümkün ve keyfi bir yaratılış düşüncesini tard eden, onların aynı zorunluluk hissidir.
Bu zorunluluk kesinlikle mekanikçi değil, fakat canlı / yaşayan bir anlam
içinde anlaşılmış olmak zorundadır.
Bütün bu bilgi çeşitleri ise
hayatı anlamak ve anlamlandırmak için var olanlar hakkında bilgi verir. Her
birinin tanıma, tanıtma, anlama, anlamlandırma yolları, metodu, üslubu,
fonksiyonu farklıdır. İnsan; zamana, mekâna, ihtiyaca göre bunların birini
kullanır. Bu bilgi türlerinin kullanımının bütünü, kültür denen şeyi meydana
getirir. Kültürün bir kısmı onu inşa eden bir millete özgüdür. O milletin
zihniyetini, damgasını taşır. Kültürün bir kısmı da bütün insanlığa hastır.
Herhangi bir milletin damgasını taşımaz, milletlerin ortak malı gibidir.
İnsan tarihsellik kavramı üzerine beyan ederken, bir varolan hakkında bilgisini ifade etmektedir. Tarihsel olan ne ise onun hakkında hükümler vermektedir. Zihindeki diğer kavramlar arasında bağ kurarak bilgi aktarmakta, böylece bu kavrama nüfuz etmekte, yeni hükümleri zihnine bir kütüğe kaydeder gibi kaydetmektedir. Bu yüzden ‘tarihsellik’in anlam içeriği sürekli değişmektedir. O halde kavramın anlam çerçevesinin değişmesi insanın fıtratından, varoluş şartlarından ve kavramın mahiyetinden kaynaklanmaktadır.
Esbab-ı nüzulün de tarihsellik kavramı üzerinde değerlendirilmesi gerekmektedir. İnsanın varoluş şartları ve kavramın mahiyetine göre esbab-ı nüzul rivayetlerinin ve bu rivayetlerin değerlendirmesinin tarih süzgecinden geçirilmelsi gerklidir. İlahi Kelamdan anlaşılması murad edilenin hakkıyla anlaşılması Tefsir ilminin amacıdır. Zira 1400 yıl evvelki bir süreçte cereyan eden nüzul hadisesinin anlaşılması için Tefsir ilmi araç ilimleri de mutlak surette kullanmalıdır.
Tarihselliğin iyi bir değerlendirme ile esbab-ı nüzul rivayetlerine yansıtılması bu ilmin amacına hizmet etmek olacaktır. Sürecin iyi anlaşılabilmesi için tarih ve tarihsellik kavramlarından uzak kalınmamalıdır.