Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)

Ödev    08.04.2013

Kur'an ve Bağlam’ın ikinci kitabı Sa’lebe Kıssası -Esbâb-ı Nüzule Yeni Bir Yaklaşım-‘ı mütalaanızın sonuçlarını maddeler halinde yazınız.

Hedef Tarih: 23 Nisan 2013


SA'LEBE KISSASI    22.04.2013

Hikmet Kıratlı

12912709

Yüksek Lisans 

Tevbe 75. ayeti hakkında sebeb-i nüzul olarak Sa’lebe bin Hatıb’ın başından geçenler anlatılmaktadır. Hatırlanacağı üzere bu kıssanın uydurma olduğu ve esbab-ı nüzul ilmi açısından değerlendirilmesi yapılmıştı. Bu siyak-sibak çerçevesi içerisinde bir yaklaşım ile bu ayetin bağlamına dikkat ederek ,ifadeleri , siyak sibak çerçevesinde anlamanın önemini ve bu çerçeveyle ilgisi bulmayan esbab-ı nüzul rivayetlerinin tutarsızlığını göstermesi bakımından Sa’lebe kıssası bir örnektir.

Sa’lebe kıssasını tefsirlerinde naklederek bu ayetleri yorumlayan bir çok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler ve yanlış anlamalara düşmüşlerdir. Halbuki bağlam çerçevesinin Kur’an ın anlaşılmasındaki yerine özen gösterselerdi Tevbe suresinin bu ayetlerini doğru anlayacaklardı. Çünkü siyak-sibak münafıklardan bahsetmektedir.Dolayısıyla surenin 75’inci ayetine bu bağlamda bir yaklaşımla Allah’a ahdini bozan ,vadinin hilafına hareket eden ve bu eylemlerin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterlerinden bahsedildiği görülecektir.O halde Tevbe suresinin bu ayetlerinin bağlamı münafık insan tipine ait birtakım sıfatlardır.Verilmekİstenen mesaj belli bir şahsın kınanması değil evrensel bir karakterin sıfatlarını sayarak müminleri bunlardan sakınmaya çağırmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin Siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır.Ayetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivayetlere,Yukarıdaki örnekte olduğu gibi ,itibar etmemekte yarar olduğu açıktır.Nass-siyak-sibak-rivayet uyumu kesinlikle göz ardı edilmemelidir.

Sa’lebe Kıssası esbab-ı nüzul rivayetleri ve rivayet değerlendirmeleri olarak tasnif edilmez ise nüzul ortamında cereyan etmemiş bir hadise veya etse bile nüzule sebep olmamış bir hadise o döneme mal edilebilmektedir.Sahabenin , tabiununun kendi re’y ve içtihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesi , nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.

Sa’lebe kıssası rivayet kalıplarının da gösterdiği ikinci tür esbab-ı nüzul rivayetlerindendir.Yani bu olay nüzul ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse bile ayetin Nüzulüne sebep olmamıştır.

Ayeti kerimeyi zikredilen esbab-ı nüzul rivayeti ve tefsirdeki diğer rivayetler ile anlamaya çalışmak Kuran yorum zenginliğini daraltır.Her ayetle bir nüzul sebebi aramak,yada sınırlamak,yorum zenginliğini engellemiş olur.Tarih ilminden faydalanılmalıdır.Bu konudan bakıldığında sa’lebe kıssasını tarihi hakikatler doğrulamaktadır.


0 Yorum - Yorum Yaz


YÜKSEKLİSANS-12912776 / MÜCELLA TEKİN

SA’LEBE KISSASI – ESBÂB-I NÜZUL’E YENİ BİR YAKLAŞIM

Esbâb-ı nüzul, Kur’an’ın anlaşılmasında bize bir boyut kazandırmaktadır. Ama asıl mesele Kur’an’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzulü nasıl değerlendireceğimizdir. Bu kitapla varılmak istenen amaç, öncekilerin yaptıkları gibi esbâb-ı nüzulün faydalarını tekrarlamak değil, yeni yaklaşım ilkeleri koymaktır. Bu ilkeler birinci kitapta belirlenmiş olup şimdi de Sa’lebe Kıssa üzerinden tatbik edilecektir.

Tevbe Suresi 75. ayetinin (“Yine onlardan kimi de Allah’a: Eğer bize lütfundan ihsan ederse muhakkak tasaddukta bulunuruz. Ve muhakkak sâlih kimselerden oluruz, diye Allah’a söz vermişlerdi.”) nüzul sebebi olarak rivayet olunan Sa’lebe Kıssa’sı meşhurdur. Ele alındığı;

1) Sire, Rical ve Tarih kitaplarında;  Sa’lebe’nin vasıfları ve kıssanın sıhhat derecesi üzerine farklı görüşler ortaya koyanlar, 2) Hadis kitaplarında; Senedinin zayıflığından bahseden rivayetler veya sadece rivayet edip başka bir yorum yapmayanlar,   3) Tefsir kitaplarında; kıssanın sıhhatine kail olanlar ve şüphe ile bakıp kabul etmeyenler olmuştur.

Hatta, bütün bu zikredilen kitaplarda şüphe ile bakanların yanı sıra kıssanın sıhhatine kail olanlar veya bunu ima edenler bile şüphe taşımışlardır.

Birinci kitapta belirlenen yeni ilkelerle kıssayı değerlendirirsek:

Hadis usûlü açısından; güvenilir olmayan raviler ve hazfedilmiş rivayetler gibi sebeplerle senetleri merfu-müsned olmadığından zayıftır.

Rivayetlerin tasnifi açısından; esbâb-ı nüzul ve tefsir için esbâb-ı nüzul olarak değerlendirilip ayırılmadıklarından şahıs, mekan bazen de zaman açısından farklı nakiller vardır. Rivayet kalıplarına bakıldığında sebep ifade etmede nass olmayan sıygalar vardır.

Tarihilik açısından; tarihi hakikatler kıssayı doğrulamamaktadır.

Kur’ânî bütünlük ve siyak-sibak açısından; bütün olarak Kur’an kavramında, anılan karakteri tanıtmakta ve hükmüne dikkat çekmektedir.

Sonuç olarak; alimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde rivayet etmiş olmalarının her zaman o rivayetin sıhhatine delil teşkil etmediğini, sahih bir senet ve sağlam bir metinle rivayet edilen haberlerin kabul edilmesi yani bu özelliklere sahip olmayan rivayetlerin tefsir kitaplarından temizlenmesi, belli bir hadisenin sınırları içinde kalarak Kur’an’ın yorum zenginliğine mani olunmaması gerektiğini söyleyebiliriz.
0 Yorum - Yorum Yaz

Sa'lebe Kıssası    23.04.2013



0 Yorum - Yorum Yaz

Sa'lebe Kıssası    23.04.2013

Murat AYKAÇ  / 12912735    / Yüksek Lisans             

 İKİNCİ BÖLÜM: Sa’lebe Kıssasıyla Esbâb-ı Nüzûle Yeni Bir Yaklaşım

           Amaç: Kur’ân’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzûle yeni bir yaklaşımın ilkelerini sebebi nüzûl rivayeti üzerinde tatbik etmek.Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından önem arz etmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mutâlâ edilmiştir. Bunun hakkında çok çeşitli rivayetlerin olduğu, hadis kitaplarında Beyhakî şu değerlendirmeyi yapar: “Bu, tefsir ehli arasında bir meşhur hadistir. Zayıf senedlerle mevsul olarak rivayet edilmiştir”[1].

         

          

 

         

           Tefsirlerde hadisi naklederken iki yol takip etmişlerdir, çoğu Taberî’nin Tefsirinden na kletmişlerdir, diğerleri muhtelif tariklerle farklı kaynaklardan almışlardır[2]. Mufessirlerin bir kısmı Sa’lebe Kıssasının sıhhatine şüphe ile bakmışlardır. Bunlardan biri İbn-i Cerir et-Taberî’dir.[3] Sa’lebe Kıssasının değerlendirilmesini kullanmıştırtır.

            1) İlk olarak bu rivayetleri hadis usulü açısından tenkid edilmeli, zikredildiği üzere hadisin senedi zayıftır.İmam Buharî bu kıssanın bir tarikini rivayet eden Ebû Umâme hadisinin senedindeki Ali b. Yezid hakkında “Munkeru’l-Hadîs” demiştir.[4]Kurtubi el-Cami’li-Ahkâmi’l-Kur’ân’da meşhur olan budur, ibaibaresini  kullanmıştır. Burada “meşhur“ kelimesi bir hadis istilahı olarak kullanılmamıştır.Meşhur demekle, kıssacıların ve nakilci müfessirlerin arasında meşhur ve maruf olduğu kasdedilmiştir. Kurtubî’nin tefsirinde hiçbir ikaz zikretmeden garîb, zayıf, münker veya mevzû hadisler naklettiğini görmek mümkündür. İbn-i Hacer ise Tahrîcu Ahadisi’l-Keşşaf’da Sa’lebe kıssasının isnadına daîfun cidden demiştir.

             2) Rivayetler tasnif edilmeli: Her bir rivayetin zaman-mekan-şartlararına bakarak sınıflandımak ona göre değerlendirme yapmak. Hadis mecmualarının tefsir bablarında ve tefsir kitaplarında bir ayetin sebeb-i nüzûl olarak birçok rivayet görmek mümkündür. Bu rivayetlerin aynı hâdiseyi şahıslar ve mekan, bazen de zaman itibariyle farklı bir şekilde naklettikleri görülmektedir. Bu durum esbab-ı nüzûl rivayetlerinde ihtilaf olarak adlandırmaktayız. Sa’lebe kıssası da buna bir örnek teşkil etmektedir. Dolayısıyla her ayette bir nüzûl sebebi arama çabasına, ayetin mana bakımından birçok vechesini araştırmak yerine nüzûl sebebi ile sınırlı kalmaya, âyetin nüzûl sebebindeki olayla kilitlenmeye dönüşürse, Kur’ân’ın yorum zenginliğiniengellemiş olur.

             3) Tarih ilminden faydalanılmalı ve ona göre değerlendirme yapılmalı. Taberî, Sa’lebe kıssasını,

             4) Kur’ân’i bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmesi.                                                                                   

             O halde Kur’ân’ı Kerim’in anlaşılması konusunda esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin değerlendirilmesinde yeni bir uslüp takip edilmelidir. Böylece, tefsir kitaplarında kalmaya hakkı olmayan pek çok rivayet temizlenmiş olacak


 

 

[2]  Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule Yayınları, s. 280

[3]  Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule Yayınlar, s. 281

[4] Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şula Yayınları, s. 289


0 Yorum - Yorum Yaz

Sa'lebe Kıssası    23.04.2013

Samet YAMAN (12952752 - Birleşik Doktora) 

Sa’lebe Kıssasının isnaden ve tarihsel olarak bir gerçekliği yoktur. Tefsir eserlerine, kendilerine kıyılamadığı için ve her türlü bilgiyi aktarmak amacıyla sokulan bu gibi rivayetler fayda yerine zarar sağlamaktadır. Çünkü Kur’an’ı anlamanın önünde kocaman bir malumat yığını olarak karşımıza çıkarlar. Tergib ve terhib amaçlı mevzu, zayıf her türlü rivayeti eserlerde kullanmak aslında Kur’an’ı anlamayı zorlaştırmakta ve içinden çıkılamaz tenakuzlara sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla Kur’an’a sadakat etmek için bu tür rivayetler tasnife tabi tutularak ayıklanmalıdır. Aksi halde bu gibi rivayete kıyamamak, Kur’an’a göz göre göre kıymayı sonuçlandırabilmektedir.


0 Yorum - Yorum Yaz

KUR'AN VE BAĞLAM    23.04.2013

KUR’AN VE BAĞLAM

Sa’lebe Kıssası

Ayşe KARAKAYA / 12912704 /  Yüksek Lisans

  • Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımın ilkeleri bir sebeb-i nüzul rivayeti üzerinde tatbik edilerek incelenmiştir.
  • Tarih, hadis ve tefsir kitaplarında geçen kıssa metin tenkidine tabi tutularak gerçek olup olamayacağı tartışılmıştır.
  •  Kıssa ayrıca sened bakımından da tenkit edilmiş ve hadis ve tefsir kaynaklarında çok sağlam bir senetle sabit olmadığı tesbit edilmiştir.
  • Hadis mecmualarının tefsir bablarında ve tefsir kitaplarında bir ayetin sebeb-i nüzulü olarak birçok rivayet görmek mümkündür. Sa’lebe kıssası da buna bir örnektir. Esbab-ı nüzul rivayetleri rivayet kalıplarına göre esbab-ı nüzul rivayetleri ve tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri olarak tasnif edilmiş olsaydı, nüzul ortamında cereyan etmemiş veya etse bile nüzule sebep olmamış bir hadise, sahabenin, tabiunun kendi rey ve içtihatlarıyla yapmış oldukları bir sebeb-i nüzul değerlendirmesi nüzul asrında olmuş gibi kabul edilip, bir ayet için çok farklı nüzul sebebi oluşmazdı.
  • Ayrıca Sa’lebe kıssasının rivayet kalıplarına bakıldığında rivayetlerin sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler grubuna girdiği görülmektedir.
  • Sa’lebe kıssası diğer esbab-ı nüzul rivayetlerinde olduğu gibi tarihi gerçekler ve Kur’an’ın bütünlüğü ışığında da değerlendirilmelidir. Bu takdirde kıssanın sıhhati hakkında çok olumlu kanaatler oluşmamaktadır.
  • Sonuç olarak, Tevbe Suresi 75. ayet-i kerimesini anlama çabasında doğruyu bulma maksadıyla nakledilen Sa’lebe kıssası ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin sınırları içerisinde bırakmıştır. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki yorumları birbirine zıt olmuş ve Kur’an’ın yorum zenginliğini tahdit etmiştir. Hâlbuki Tevbe Suresi 75. ayetine ve sebeb-i nüzulü olarak nakledilen Sa’lebe kıssasına esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımın ilkeleri ışığında bakılmış olsaydı, Kur’an-ı Kerim’in mana zenginliği anlaşılmış olacaktı.

0 Yorum - Yorum Yaz

tefsir 2    24.04.2013

            KUR'AN NEDİR ? II BÖLÜM
      Kur'an'ı Kerim Allah tarafından peygamberimize Arapça olarak vahiy yoluyla indirilmiş ve içerisinde insan hayatına anlam veren bir takım mesajlar bulunan ilahi bir kitaptır. Kur'an sözcüğünün Kur'an'ın ilk emri olan ikr'a kökünden geldiği söylenir . Burada da Kur'an'ın okumaya verdiği önem görülmektedir.
      Kur'an'ı Kerim insan sözü değildir . O Allah'ın kelamıdır. Onun metinleri içinde bir bütünlük, bir ahenk ve musiki vardır. Bu yüzden hiçbir şair onun tek bir ayetine denk gelecek bir söz söyleyememiştir. Buda Kur'an'ın pek çok ayetiyle kanıtlanmıştır.(İSRA 88)
      Kur'an vahiy ürünü olup peygamberimize üç şekilde gelmekteydi. Rüya şeklinde, Cebrail'in aslının görünmesi yoluyla , Peygamberimiz' in kalbine ilham düşürülerek.
      Kur'an'ı Kerim ayet ayet inmiştir. Ayet kelimesi delil ve mucize anlamlarına gelmektedir. Kuran peygamberimizin mucizesi olduğundan, insanların hayatlarını anlamlandırabilmesi için onu Allah'a götüren bir delil olduğundan onun bütününe de ayet denilmektedir.
      Kur'an'ı Kerim bizim hayatımızın tam içindedir. Kur'an ayetlerini okuyan insan hayatını bu ayetler doğrultusunda anlamlandırmalıdır. İnsanın ayet olan fıtratı ve onu kuşatan evren ayeti vardır. Bunların bir birleriyle örtüşerek bir hayat sürdürülmesi Kur'an'ın hükümlerine , emir ve yasaklarına uymaya bağlıdır. Biz insanlar bu emir ve yasaklara uyduğumuz sürece yani sırat-ı müstakimde olduğumuzda insan-ı kamil mertebesine erişeceğiz. Bu da insanın kendisini anlamasıdır. İnsan kendini anladığında diğer insanları da anlar.
      Kur'an surelerden oluşmaktadır .Bunda da bir hikmet vardır. Çünkü biz insanlar uzun bir şeyi okumaktan sıkılırız . Kısa parçaları okumak bize daha çok şevk verir.
      Son olarak Kur'an'ı Kerim Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla, parça parça indirilmiş , Mushaflar da yazılmış, bize tevatürle nakledilmiş, tilavetiyle ibadet edilen, muciz ilahi bir kelamdır. Kur'an'ın bu tanımı Kur'an'da pek çok yerde geçmektedir. Kur'an'ın Kur'an ‘da Ez Zikr, El Kitap, El Furkan gibi Kur'an isminden başka isimleri de geçmektedir.

TUĞBA KALAYCI İDKAB-2 11040181


0 Yorum - Yorum Yaz

tefsir 2    24.04.2013

            KUR'AN'IN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE , II BÖLÜM
      Kur'an bir bütün halindedir. Bu bütünlük içerisinde Kur'an kendisini tefsir eder. Ayetler bazen birbirini açıklar, bazen de birbirini destekler. Bir yerde açık olmayan ifadeler başka bir yerde açık olabilir. Kur'an'da bazı mutlak ifadeler bulunur. Bu mutlak ifadeler bazen istisnai durumlarda bazen de bir şeyin sebebini açıklamada bu mutlaklıktan sıyrılırlar. Kur'an'da genel anlamlı ifadeler vardır. Bu ifadeler değerlendiriliş şekline göre faklı anlamlar kazanabilirler. Yine bu ifadelerin kastettiği şeyler diğer ayetlerde ya da surelerde açıkça anlaşılmaktadır. Kur'an'da bazı hususlar müphem şekildedir. Bazı şahıs ve nesne adları verilmez. İsmi işaretlerin kimleri gösterdiği bilinmez. Müphem olan bu ifadeler Kur'an'ın diğer ayet ve ya surelerinde açıklığa kavuşturulmuştur. Yine bazı ayetlerde zaman ve mekan belli değildir bu belirsizlik diğer ayetlerde açık hale gelir.
      Kur'an ne kadar açık olsa da onda sahabelerin bile bilmediği garip kelimeler vardır. Kur'an bu garip kelimeleri de kendi içerisinde açıklar. Kur'an' da iki manaya gelebilecek kelimeler bir çok yerde bir manaya indirgenmiştir. Bir ayette geçen kelime üç manaya geliyorsa o kelimeye, geçtiği ayetten önceki ve sonraki ayetlere bakarak mana verilmelidir. Kısa ve özlü şekilde temas edilen konular başka bölümler de geniş şekilde açıklanmıştır. Kur'an'da kullanılan bazı kelimelerin gerçek mi mecaz mı olduğunu anlamak için Kur'an'ı bir bütün olarak ele almak ve Arap dili özelliklerine dikkat etmek gerekir. Aksi halde farklı anlaşımlar ortaya çıkması kaçınılmaz olur.
      Kur'an' da ki ayetler hiçbir zaman birbiriyle çelişmez. Çelişkili görünen durumları da Kur'an kendi içinde açıklığa kavuşturur. Kur'an'ı bir bütün olarak değerlendirirken onun pasajları arasında bir bağ kurmak gerekir. Böyle yaptığımızda Kur'an'ın bize söylemek istediğini gerçek anlamda anlamış oluruz.

TUĞBA KALAYCI İDKAB-2 11040181


0 Yorum - Yorum Yaz

SALEBE KISSASI    29.04.2013

Ramazan ÜNSAL (12912729) ramazanriza@gmail.com

 

            Esbab-ı Nüzül; nüzül ortamı içinde olup biten vahiy ve beşer arasındaki iletişim sürecini gösteren dondurulmuş resmedilmiş olaylar olarak tanımlayabiliriz. Nüzül hadisesi birkez olup biten tek seferde yaşanan bundan sonra yaşanmayacak olan ortamdır. Kuranı anlayabilmek için vahiy ortamına, bağlamına inmek gerekir. Çünkü o ortam sözlü kültürün hâkim olduğu ortamdır. Dolayısıyla vahyin yazıya geçirilmesiyle o ortamda olup, Kuran’a girmeyen iletişim esnasındaki ses tonu, jest ve mimikler, vahyin muhatapları, haleti ruhiyeleri  sebeb-i nüzül rivayetleriyle belirlenmeye çalışılır. Bu anlamda sebeb-i nüzülün Kuranın anlaşılmasında vazgeçilemez payı vardır. Fakat sebeb-i nüzül rivayetlerini değerlendirme konusunda biraz kat etmemiz gereken çok yol olduğu kanaatindeyim. Bu konuda hocamız Salebe kıssasını nüzül rivayetlerine yeni bir yaklaşımla değerlendirmekte ve bize tefsir disiplininde bir ufuk açmıştır.

            Tevbe suresinin 75. ayetinin nüzül sebebi olarak Salebe kıssası anlatılır. Önce Salebe hadisini ve senedini verilmiştir. Tarih, rical, sire kitaplarında salebe kıssası nasıl geçmiş, Salebe kimdir ve Salebe kıssasının sıhhati üzerine neler söylenmiş olduğu serdedilmiş. Benim bu babda Taberi’nin tavrı dikkatimi çekti. Taberi’nin metodu olarak; rivayetleri verir ve katıldığı rivayeti belirtir ya da tercihte bulunur ya da kendi değerlendirmesini ifade etmesidir. Her nedense Salebe kıssasına gelince sadece rivayet edip geçmiştir. Bir tercih ve değerlendirmede bulunmamıştır. İbn Esir değerlendirmesinde bu kıssa doğru değildir ve hicri 3. yılda ölen birinin 9. yıldaki bir olayın kahramanı olması mümkün değildir hükmüne varmıştır.

            Hadis kitaplarında ise Salebe kıssası bazı hadisçiler peygamberin gelecekten heber verme mucizesi olarak değerlendirmiştir. Halimi ise pişman olan Salebe’yi peygamberin affetmemesi kabul edilemez demektedir. Beyhaki ise kıssanın tefsir ehli için meşhur hadistir  ama zayıf senetle mevsul olarak rivayet edilmiştir değerlendirmesini yapar.Tefsir kitaplarında da Salebe kıssası müfessirler tarafından değerlendirilmiştir.

            Salebe kıssasına sebeb-i nüzüle yeni bir yaklaşım ışığında değerlendirilmesinde;

  1. İlk olarak hadis usulü açısından tenkid edilmiştir. Hadisin senedinin zayıf olduğu tespit edilmiştir. İmam Buhari, İbn-i Hacer hadisi zayıf görmüşlerdir.
  2. Rivayetler tasnif edilmelidir. Yani rivayet sebeb-i nüzül rivayetimidir yoksa tefsir için sebeb-i nüzül müdür belirlenmesi gerekmektedir. Salebe kıssası tefsir için sebebi nüzül rivayeti olma ihtimali daha fazladır. Rivayet kalıplarına baktığımızda da Salebe kıssası sebeb ifade etmede nass olmayan rivayetler grubundadır.
  3. Tarih ilminden faydalanmalıdır. Kıssanın geçmiş olduğu tarih hicri 9. asırdadır. Zekat ise hicri 2. yılda farz kılınmıştır. Olay zamanında zekat, devlet gücüyle de olsa  alınması gündemdedir. Tebük seferi gibi zorlu bir dönemde zekatın kabul edilmeme lüksü yoktur. Nitekim hz. Ebu Bekir zekat vermeyenlere savaş açmıştır.
  4. Kuran bütünlüğü çerçevesinde kıssa değerlendirildiğinde Allah’a verilen vadin yerine getirilme ilkesi feri bir olaya hasredilip sınırlanamaz.

Bu ilkeler çerçevesinde yapılan değerlendirmelerde sebeb-i nüzül rivayetlerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği açıklığa kavuşmuş olacaktır. Rivayetleri değerlendirme işi tek kişinin yapacağı bir iş değildir. Bu nedenle günümüzün teknolojisini de kullanarak geniş çaplı değerlendirilmelidir.

                                                                            Saygılarımla…


0 Yorum - Yorum Yaz


  1. 2.BÖLÜM
    KUR’AN NEDİR?
    -Kur’an Hz. Muhammed’e Arapça olarak indirilmiş bize tevatür yoluyla naklolunan ve Mushaflarda yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet edilen mucizevi bir kitaptır. Hz. Peygamber Kur’an-ı tebliğ ve tebyin etmiştir.
    -Kitap olarak ise Kur’an iki kapak arasındaki yazılı yapraklardan oluştuğundan sonuç olarak o da bir kitaptır.
    -Fakat anlam, içeriği ve özellikleri çok farklıdır.
    -İçinde Allah’tan insandan, hayattan, tabiattan ve everenden bahseder.
    -Peygamber kıssalarından, cennet-cehennem ve mükafattan bahseder.
    -İnsan Kur’an ile zirvelere çıkabilir.
    -Onunla amel edilirse, insan meleklerden bile üstün duruma gelir.
    -Tabi bu onu anlamak ve onunla amel etmekle gerçekleşir.
    -Kur’an vahiy yoluyla Peygambere indirilmiştir. Vahiy meleği Cebrail veya Ruh’ül Kudüs(a.s)’dır.
    -Vahiy; ilham almak, haber ve mesaj anlamlarına gelir. Vahiy Peygambere otururken, yatarken, uykuda veya seferdeyken gelmiştir.
    -Kur’an ayetlerden ve surelerden oluşur. Ayet Kur’an da delil, mucize, kıyamet alametleri ve Kur’an da ki cümleler anlamına gelir. Sureler ise; ayetlerle oluşturulmuş belirli bölümlerdir. Her birinin kendeine has isimleri ve konuları vardır.
    -Kur’an da birçok konudan söz edilir. İnsan bu ayetlere muhatap bir varlıktır. Ona göre hayatını anlamlandırır ve hareket eder.
    -Peygamber tefsiri; hali ve kavli’dir. Peygamber Kur’an-ın yaşanılabilir olduğunu göstermiştir. Ayetler kevni ve kavli’dir. Yani hem dünya hayatına dair hem de ahiret hayatına dair birçok meseleye değinmiştir.
    -Kur’an hakkı batıldan ayıran, tilavetiyle amel edilen, insanın hayatını anlamlandıran, fıtratını hatırlatan ilahi bir kitaptır.

    1. 2.BÖLÜM
      KUR’AN’IN KENDİSİNİ TEFSİR EDİŞ BİÇİMİ
      -Kur’an’ın bir kısmı, bir kısmını tefsir eder.
      -Kur’an içinde geçen mübhem ayetleri bir başka ayette açıkça zikretmiştir.
      -Bu çerçeveden baktığımızda Kur’an kendi içinde bulunan ismi mefsulleri, zamirleri, bilinmeyen zaman ve mekanları, künyesiyle zikredilmiş isimleri bir diğer ayette bu yazdığımız bütün konuları açıklamışır.
      -Kur’an da kelimeler bazen mecaz anlamlarında bazen de gerçek anlamlarında kullanılmıstır. Bunun nedeni ise kelimeleri daha tesirli hale getirmek içindir.Kur’an da buna çokça rastlıyoruz.Böyle kelimeler Kur’an da çokça gözükmektedir.Kullandığı mecazlar insanı gerçekten çok etkilemektedir.
      -Ayrıca Kur’an kısaca geçtiği konulara daha sonraki pasajlarda tekrar dönüyor ve konu daha iyi analaşılıyor.Örneğin imandan bahsedilen ayetlerde imanın şartlarından pek fazla söz edilmez daha sonraki ayetlerde bunlara değinir.
      -Bu da bize gösteriyor ki aslında Kur’an kendi kendisini tefsir etmiştir.Yani Kur’an ı Kur’an ile anlamak gerekir.
      -Fakat zaman ve mekan, kişiler, teknoloji,tıp ilelediği için Kur’an’ı tefsirciler kendi dönemlerine göre anlamışlardır.Ve bizlere aktarmışlardır.


0 Yorum - Yorum Yaz


  1. 2.BÖLÜM
    KUR’AN NEDİR?
    -Kur’an Hz. Muhammed’e Arapça olarak indirilmiş bize tevatür yoluyla naklolunan ve Mushaflarda yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet edilen mucizevi bir kitaptır. Hz. Peygamber Kur’an-ı tebliğ ve tebyin etmiştir.
    -Kitap olarak ise Kur’an iki kapak arasındaki yazılı yapraklardan oluştuğundan sonuç olarak o da bir kitaptır.
    -Fakat anlam, içeriği ve özellikleri çok farklıdır.
    -İçinde Allah’tan insandan, hayattan, tabiattan ve everenden bahseder.
    -Peygamber kıssalarından, cennet-cehennem ve mükafattan bahseder.
    -İnsan Kur’an ile zirvelere çıkabilir.
    -Onunla amel edilirse, insan meleklerden bile üstün duruma gelir.
    -Tabi bu onu anlamak ve onunla amel etmekle gerçekleşir.
    -Kur’an vahiy yoluyla Peygambere indirilmiştir. Vahiy meleği Cebrail veya Ruh’ül Kudüs(a.s)’dır.
    -Vahiy; ilham almak, haber ve mesaj anlamlarına gelir. Vahiy Peygambere otururken, yatarken, uykuda veya seferdeyken gelmiştir.
    -Kur’an ayetlerden ve surelerden oluşur. Ayet Kur’an da delil, mucize, kıyamet alametleri ve Kur’an da ki cümleler anlamına gelir. Sureler ise; ayetlerle oluşturulmuş belirli bölümlerdir. Her birinin kendeine has isimleri ve konuları vardır.
    -Kur’an da birçok konudan söz edilir. İnsan bu ayetlere muhatap bir varlıktır. Ona göre hayatını anlamlandırır ve hareket eder.
    -Peygamber tefsiri; hali ve kavli’dir. Peygamber Kur’an-ın yaşanılabilir olduğunu göstermiştir. Ayetler kevni ve kavli’dir. Yani hem dünya hayatına dair hem de ahiret hayatına dair birçok meseleye değinmiştir.
    -Kur’an hakkı batıldan ayıran, tilavetiyle amel edilen, insanın hayatını anlamlandıran, fıtratını hatırlatan ilahi bir kitaptır.

    1. 2.BÖLÜM
      KUR’AN’IN KENDİSİNİ TEFSİR EDİŞ BİÇİMİ
      -Kur’an’ın bir kısmı, bir kısmını tefsir eder.
      -Kur’an içinde geçen mübhem ayetleri bir başka ayette açıkça zikretmiştir.
      -Bu çerçeveden baktığımızda Kur’an kendi içinde bulunan ismi mefsulleri, zamirleri, bilinmeyen zaman ve mekanları, künyesiyle zikredilmiş isimleri bir diğer ayette bu yazdığımız bütün konuları açıklamışır.
      -Kur’an da kelimeler bazen mecaz anlamlarında bazen de gerçek anlamlarında kullanılmıstır. Bunun nedeni ise kelimeleri daha tesirli hale getirmek içindir.Kur’an da buna çokça rastlıyoruz.Böyle kelimeler Kur’an da çokça gözükmektedir.Kullandığı mecazlar insanı gerçekten çok etkilemektedir.
      -Ayrıca Kur’an kısaca geçtiği konulara daha sonraki pasajlarda tekrar dönüyor ve konu daha iyi analaşılıyor.Örneğin imandan bahsedilen ayetlerde imanın şartlarından pek fazla söz edilmez daha sonraki ayetlerde bunlara değinir.
      -Bu da bize gösteriyor ki aslında Kur’an kendi kendisini tefsir etmiştir.Yani Kur’an ı Kur’an ile anlamak gerekir.
      -Fakat zaman ve mekan, kişiler, teknoloji,tıp ilelediği için Kur’an’ı tefsirciler kendi dönemlerine göre anlamışlardır.Ve bizlere aktarmışlardır.


0 Yorum - Yorum Yaz

AHMET SAKCAK (88912701)    12.05.2013


a.İlk olarak Sa'lebe kıssası rivayetleri hadis usulu açısından tenkid edilmelidir.Zikredildiği üzere bu hadisin senedi zayırtır.O halde,tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle bir rivayet nasıl olmuş da nakledilebilmiştir? Bunun sebebini Zahid Kevseri'nin el-Makalat'ında,müfessirler hakkındaki şu sözlerinde bulmak mümkündür:Müfessilerin bir çoğunun fayda umarak bir çok rivayeti kaydettiklerini ğörürsün.Onlar ,Yahudi ve diğerlerinden tevarüs edilen kendi zamanlarının bilgilerini ,Kuran-ı Kerim'in haberlerinin bazı yönlerini açıllamak için ,bu haberlerin getirdiği problemleri kendilerinden sonra ğelecek tenkidçiler bırakarak nakletmişlerdir.Kuran-ı Kerim'in mücmel bırakılmış bazı manalarının izahında bir çok faydaların bulunması ihtimali sebebiyle bu malumatın kendilerinden sonra gelecek olanlara ulaşmasını çok arzu etmişlerdir.Müslümanlar nazarında bu rivayetlerin sıhhatine itikat olunan ve iyice incelenmeksizin bütün illetleri ile hüccet olarak alınan birer ğerçeklik olmasını amaçedinmemişlerdir.Sa'lebe kıssasını tefsirinde zikredn iki müfessirin yaklaşımını bu anlatılanlar çerçevesinde ele aldığımızda şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür:Kurtubi el-Cami li -Ahkami-l Kuran'da Sa'lebe kıssasını naklettiklerden sonra ve' huve meşhurun -Meşhur olan budur'ibaresini kullanmıştır.Burada 'meşhur' kelimesi bir hadis istılahı olarak kullanılmamıştır.Meşhur denmekle ,kıssacıların ve nakilci müfessirlerin arasında meşhur ve maruf olduğu kastedilmiştir.İbn-i Kesir Tefsir'inde ,rivayet ettiği haberlerin illetlerini açıklayan ,senedin zikriyle yetinmeyip haklarında cerh ve ta'n olan ravileri araştıran bir metod izlemiştir.Böyle sağlam bir yöntem edinmiş olmasına rağmen İbn-i Kesir'in bu yöntemin -nadir de olsa-dışına çıktığı ğörülmektedir.Sa'lebe kıssası buna bir örnektir.


0 Yorum - Yorum Yaz

SALEBE KISSASI    12.05.2013


İsrafil GÖK
Öğrenci No: (12952754)
Birleşik Doktora

                                                 SALEBE KISSASI
Tevbe Suresi 75. Ayet hakkında sebeb-i nüzul olarak gerek hadis gerekse tefsir rivayetlerinde Sa'lebe bin Hatıb'ın başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Hadis ve tefsir rivayetlerinde bu konu oldukça şöhret bulmuş Sa'lebe bin hatıb adeta ayetle özdeşleşmiştir. Hadis ilminin münekkdileri hadisin zayıflığına işaret etmişlerdir. Müfessirlerden Taberi, yaşadığı dönemde isnad ilminin gelişmesinden dolayı sahih ve zayıf pek çok malumat ve rivayeti kaybolup yok olmasın diye tefsirine almıştır. Rivayetlerin kritiğini ise uzmanlarına bırakmış tefsirinin mukaddimesinde de bu hususa temas etmiştir. İbn kesir tefsirinde geçen rivayetlerde cerh ve tadile başvururken bu konuda bir görüş serdetmemiştir. Zemahşeri Beyzavi gibi pek çok müfessir kitablarında senedleri hazfedilmiş rivayetleri kullanmışlardır. Kurtubinin de dediği gibi bu rivayet( Salebe kıssası) müfessirler ve kussas arasında meşhur olmuştur.
Burada esbabı nüzul rivayetleri konusunda bir tasnife gidilmesi gerektiği lüzumu açıkça kendini göstermektedir. Zira müsned ve merfu olan esbabı nüzul rivayetleri ile tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmelerini birbirinden ayırmak gerekir. Tevbe Suresi 75.ayetin sebebi nuzulü olarak zikredilen rivayet sahabenin tabiunun kendi rey ve ictihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesidir. Fakat bu tasnif yapılmadığından nuzül asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Salebe kıssası ile ilgili rivayetlere bakıldığında sebeb ifade etmede nass olmayan , rivayet kalıplarının da gösterdiği üzere ikinci tür tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmesi türünden bir rivayet olduğu anlaşılmaktadır. Yani bu olay sanılanın aksine cereyan etmemiş ayetin nüzulüne sebeb olmamıştır. Rivayetin gerçek olmadığı Hamidullah'ın da belirttiği üzere hicri 9.asrın tarihsel gerçekliğiyle bağdaşmamaktadır. Ayetin konteksine bakıldığında belirli fertlerden ziyade ayet belli bir karakteri tanıtıp onunla ilgili bir örneklendirmeye gidiyor. Kuran ilimlerinden mübhematül Kuran'da da olduğu üzere ayetlerde anlatılan şahıs ve yer isimleri mübhem bırakılmıştır. Kuran evrensel ve ebedi olan mesajın muayyen fertlerle kilitlenip kalmasını istemez. Kuranın tefsiri sadedinde nakledilen bu rivayetler müfessirleri birbirinden farklı zıt yorumlara sürüklemiş kuranın yorum zenginliğini sınırlamıştır.
Hatırlanacağı üzere bu kıssanın uydurma olduğu ve esbab-ı nüzul ilmi açısından değerlendirilmesi yapılmıştı. Bu siyak-sibak çerçevesi içerisinde bir yaklaşım ile bu ayetin bağlamına dikkat ederek ,ifadeleri , siyak sibak çerçevesinde anlamanın önemini ve bu çerçeveyle ilgisi bulmayan esbab-ı nüzul rivayetlerinin tutarsızlığını göstermesi bakımından Sa'lebe kıssası bir örnektir.
Sa'lebe kıssasını tefsirlerinde naklederek bu ayetleri yorumlayan bir çok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler ve yanlış anlamalara düşmüşlerdir. Halbuki bağlam çerçevesinin Kur'an ın anlaşılmasındaki yerine özen gösterselerdi Tevbe suresinin bu ayetlerini doğru anlayacaklardı. Çünkü siyak-sibak münafıklardan bahsetmektedir. Dolayısıyla surenin 75'inci ayetine bu bağlamda bir yaklaşımla Allah'a ahdini bozan ,vadinin hilafına hareket eden ve bu eylemlerin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterlerinden bahsedildiği görülecektir.O halde Tevbe suresinin bu ayetlerinin bağlamı münafık insan tipine ait birtakım sıfatlardır.Verilmek İstenen mesaj belli bir şahsın kınanması değil evrensel bir karakterin sıfatlarını sayarak müminleri bunlardan sakınmaya çağırmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin Siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivayetlere,Yukarıdaki örnekte olduğu gibi ,itibar etmemekte yarar olduğu açıktır.Nass-siyak-sibak-rivayet uyumu kesinlikle göz ardı edilmemelidir.
Sa'lebe Kıssası esbab-ı nüzul rivayetleri ve rivayet değerlendirmeleri olarak tasnif edilmez ise nüzul ortamında cereyan etmemiş bir hadise veya etse bile nüzule sebep olmamış bir hadise o döneme mal edilebilmektedir. Sahabenin , Tabiunun'un kendi re'y ve içtihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesi , nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Sa'lebe kıssası rivayet kalıplarının da gösterdiği ikinci tür esbab-ı nüzul rivayetlerindendir.Yani bu olay nüzul ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse bile ayetin nüzulüne sebep olmamıştır.
Ayeti kerimeyi zikredilen esbab-ı nüzul rivayeti ve tefsirdeki diğer rivayetler ile anlamaya çalışmak Kuran yorum zenginliğini daraltır. Her ayetle bir nüzul sebebi aramak, yada sınırlamak, yorum zenginliğini engellemiş olur. Tarih ilminden faydalanılmalıdır. Bu konudan bakıldığında Sa'lebe kıssasını tarihi hakikatler doğrulamaktadır.


0 Yorum - Yorum Yaz




Mehmet Tahir PEKİM / 12952702

Kitabın birinci bölümünde esbabı nüzüle yeni bir yaklaşım ve bu yaklaşımın yöntemi verilmiştir işte bu yöntemlerin uygulamasını bir örnek üzerinden verilmeye çalışılmıştır.
Tefsirlerde nakledilen hadisler daha çok taberi üzerinden yapılan nakillerle olmuş, ve genelde de isnada önem verilmemiş. Bundan dalayıdırki imam Ahmet b.hambel tefsiri güvenli kabul etmemiştir. Böylelikle sebebi nuzül olarak verilen hadisi iyi bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekir. Bunu yapmak için dört aşamayı takip edip iyi bir araştırma yapmak gerekir.
Bu aşamalar şunlardır
1- Söz konusu hadisi,hadis usülü açısından değerlendirmek
2- Söz konusu hadisin, bütün tariklerini toplayıp değerlendirmek.
3- Hadisi, tarihi bilgiler ışığında değerlendirmeye tabi tutmak.
4- Hadisi,kurani bütünlük,sibak-siyak bakımından değerlendirmek.
Salebe kıssasına gelince ulema genelde iki kısma ayrılmış kimisi kabul etmiş kimisi etmemiş ve olaya şüpheyle bakmış.mesela ibn hacer isimlerin karıştırıldığını söylerken taberi kuşkuyla bakmış. Bazı tefsirler olayı “meşhurdur” diyerek verse de genelde hadisteki meşhur hadis kastedilmemiştir.
Sonuç olarak esbabı nüzülü yeniden iyi bir değerlendirmeye tabi tutmak zorundayız. Özellikle günümüzdeki teknolojiden istifade edilerek bu konuda çalışma yapılması önümüzde bekleyen bir husustur.                       
0 Yorum - Yorum Yaz




Mehmet Tahir PEKİM / 12952702

Kitabın birinci bölümünde esbabı nüzüle yeni bir yaklaşım ve bu yaklaşımın yöntemi verilmiştir işte bu yöntemlerin uygulamasını bir örnek üzerinden verilmeye çalışılmıştır.
Tefsirlerde nakledilen hadisler daha çok taberi üzerinden yapılan nakillerle olmuş, ve genelde de isnada önem verilmemiş. Bundan dalayıdırki imam Ahmet b.hambel tefsiri güvenli kabul etmemiştir. Böylelikle sebebi nuzül olarak verilen hadisi iyi bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekir. Bunu yapmak için dört aşamayı takip edip iyi bir araştırma yapmak gerekir.
Bu aşamalar şunlardır
1- Söz konusu hadisi,hadis usülü açısından değerlendirmek
2- Söz konusu hadisin, bütün tariklerini toplayıp değerlendirmek.
3- Hadisi, tarihi bilgiler ışığında değerlendirmeye tabi tutmak.
4- Hadisi,kurani bütünlük,sibak-siyak bakımından değerlendirmek.
Salebe kıssasına gelince ulema genelde iki kısma ayrılmış kimisi kabul etmiş kimisi etmemiş ve olaya şüpheyle bakmış.mesela ibn hacer isimlerin karıştırıldığını söylerken taberi kuşkuyla bakmış. Bazı tefsirler olayı “meşhurdur” diyerek verse de genelde hadisteki meşhur hadis kastedilmemiştir.
Sonuç olarak esbabı nüzülü yeniden iyi bir değerlendirmeye tabi tutmak zorundayız. Özellikle günümüzdeki teknolojiden istifade edilerek bu konuda çalışma yapılması önümüzde bekleyen bir husustur.                       
0 Yorum - Yorum Yaz


27 Mart 2013 16:40
Adsız dedi ki...

MEHMET ZEKİ SERDAROĞLU/12952706 SA'LEBE KISSASI VE ESBAB-I NUZÜLE YENİ BİR YAKLAŞIM: SELAMUN ALEYKÜM DOSTLAR;ÖNCELİKLE TEFSİR MADDESİ İTİBARİYLE ELİMİZDE ÇOKCA MATERYAL OLMASINA RAĞMEN BU MALZEMENİN İLMİ KRİTERLER IŞIGINDA SÜZGEÇTEN GEÇİRİLMESİ KANAATİNDEYİM.SANİYEN:SALT METİN KAYNAKLARDA GEÇİYOR OLMASINDAN HAREKETLE O METNİ KUTSAMAKTANSA İLMİN ZIRHIYLA HADİSİN KUR' AN-A ARZI VE TARİHİ GERÇEKLERLE UYUŞUP UYUŞMAMASI ÖLÇÜTÜNÜ ESBAB-I NUZÜL İLMİNİN DİĞER ÖLÇÜTLERİYLE BERABERCE HAREKET ETTİRMELİYİZ.BU MUKADDDİMEDEN HAREKETLE SA'LEBE KISSASI ETRAFINDAKİ RİVAYETLERİ OKUMALARIMDAN SONRA KABÜL GÖRENLERİN OLMASINA DELLİLERİYLE BERABER MUTALAAMIN SONUCUNDA ŞÜPHEYLE KARŞILADIĞIMI BELİRTEBİLİRİM.ŞUNUDA ZİHİNLERİMDEKİ SAHABEYE AİT TASAVVUR Kİ-SALT SAHABEDE BÖYLE GÜNAH İŞLERMİ GEREEKÇESİNDEN HAREKET EDİYOR DEĞİLİM-BU ZİHNİN KUR'AN-IN O GÜNKÜ İNŞA ETTİĞİ NESLİN HAYAT AKIŞINA BAKTIĞIMIZDA GUNAH İŞLEYEN VE TÖVBE EDEN BİR TOPLUM ĞERÇEKLİĞİNDEN HAREKETLE VE İSLAM İNANÇ SİSTEMİNİN TEMEL ÖĞRETİLERİNDEN BİRİ OLAN PEYGAMBERLER ANCAK İSMET SIFATINA HAİZDİR ÇERÇEVESİNDEN HAREKETLE VARDIGIMIZ NETİCEYDİ.KUR'AN OKUMALARIMIZDA CENAB-I HAKKIN ÖNCEKİ TOPLULUKLARIN HELAKINA SEBEP OLAN GÜNAHLARI NAZARA VERMESİNDEKİ VE BU KADAR PEYGAMBER KISSASINI SERD EDİŞİNİN HİKMETİNİ DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE ŞAHSİLİKTEN ÖTE AHLAKİLİK UNSURUNU ÖNCELEDİĞİNİ SÖYLEYEBİLİRİZ.NİTEKİM ŞAHSİLİĞİ YÜCELTEN DEĞERLER ÜZERİNDEN AMELLER DEĞİLMİDİR?ALLAH'IN ŞAHISLAR VE MEKANLAR ÜZERİNDEN DEĞER ATFETTİĞİ UNSURLAR SEMBOLİK KARAKTERLERDİR.KUR'AN-DA İSMİ GEÇEN PEYGAMBERLER VE MEKANSAL OLARAK MESCİD-İ HARAM'A VE MESCİD-İ AKSA'YA YÜKLENEN MANA BUNA ÖRNEK OLARAK ZİKREDİLEBİLİR.BU ANALATTIKLARIMIZIN OKUYUCUSU TARAFINDAN İLK ETEPTA BU KISSAYLA NE İLGİSİ VARSA DİYE TENKİDE TABİ TUTULACAK OLSA BİLE İRTİCALEN KALEME ALDIĞIMIZ BU ĞİRİŞİN TARİHİ YÖNÜ OLAN HER OLAY İÇİN VAZĞEÇİLMEMESİ GEREKEN KANUN OLARAK TELAKKİ EDİYORUZ.

 MEHMET ZEKİ SERDAROĞLU/12952706 Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı,tefsir tarihi açısından da önem arzetmektedir.Çünkü ilk devirde tefsir,hadis ilmi çerçevesinde mutalaa edilmekteydi.Daha sonra, tefsir tabiundan itibaren yazılmaya başlanmıştır.İbn-i Cerir et-Taberi'nin Cami'ul Beyan ve İbn-i ebi Hatim er-Razi'nin tefsirinde Maan b.Rıfa'a-Ali b.Yezid-Ebu Abdurrahman el-Kasım b.Abdurrahman- Ebu Umame el-Bahili tarikiyle,İbn-i Kesir tefsirinde;el-Beyhaki ed-Delailun Nubuvve,zayıf bir senetle Suyuti Lubabun Nukul isimli eserinde zikrettiği gibi Taberani el-Mucemu'l Kebir'de,İbn Mendeh Ma'rifetus Sahabe isimli eserinde detaylandırmıştır.Senediyle beraber serdt ettiğimiz bu bilgi kaynaklarımızda gelmiş olmasına rağmen uleamımızın büyük bir kısmınca kabul edilmemiştit.Bu yönde görüş belirtenler İbnü'l Esir,Zehebi ve Süleyman Ateş'dir.Şüpheyle karşılayanlar Taberi ve habere tereddüdle yaklaşan İbn Hacer'dir.Eserlerinde habere veren alimlerimizden büyük bir kısmıda haber hakkında hüküm vermemiştir.Kıssayı Tevbe Suresi 75. ayetinin sebeb-i nuzülü arasında anlatan Fahr-ı Razi gibi alimlerimiz de olmuştur.Kıssada ismi geçen Sa'lebe'nin kimliği hususunda farklı iki şahsiyet zikredilmiştir.Bunlardan biri Evsli olan Ensar Kabilesinden Sa'lebe b.Hatıb'dır.Bu zat rical kitaplarına göre Bedir ve Uhud ehlindendir.Uhud savaşında şehit edilmiştir.İkincisi ise Sa'lebe b. Ebi Hatib'dir. Bu zat ise münafıklarda olup Mescid-i Dırarın banilerindendir.Bu bilgilerden sonra bu ve benzeri kıssalar (a) hadis usulü açısından tenkid edilmelidir.(b)Rivayetler tasnif edilmelidir.(c)Tarih ilminden faydalanılmalıdır.(d)Kur'ani bütünlük ve siyak- sibak bağlamında değerlendirilmelidir.Ancak İslam Kültür Tarihinde bazı rivayetlere karşı bu kriterlerin uygulanmasında gevşeklik gösterilmesinden olacak ki tefsir rivayetleri üzerinde tereddüdün oluşmasına sebep olmuştur.Hocamız Prof.Dr.Ahmet Nedim Serinsu meseleyi bir adım daha ileri götürerek esbab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde yeni bir usul takip edilmesi gerektiğini söylemektedir.Kanaatimce bu yöndeki bir ıslah talebinin İslam İlimlerinin bir çok alanına teşmil edilmesi gerektiği kanaatindeyim.Buna da TECDİD mefhumu diyoruz.Hülasa kıssa bağlamında söyleceğimiz son söz:bu konudaki zıt rivayetlerin keşmekeşliği içinde bu rivayetin uydurma olma ihtimalinin gözardı edilemeyeceği veya en azından ihtiyatla yaklaşılması gerektiğidir.Bu rivayetlerin Kur'an-ın yorum zenğinliğini tehdit etmemesi gerektiğidir.

0 Yorum - Yorum Yaz


ABDULLAH TAYFUR NO:12952708 Sa'lebe b. Hatıb adında iki ayrı sahabe vardır. bunlardan birisi Sa'lebe b. Hatıb b. Amr el-Ensari'dir ve bu İbn İshak ile Musa b. Ukbe'nin ifade ettiğine göre bedir ashabındandır. İbn Kelbi ise bu sahabenin Uhud savaşında öldüğünü söylemiştir. (El-İsabe 928)
diğeri ise; Sa'lebe b. Hatıb (veya ibn ebi Hatıb) el-Ensari'dir. İbn İshak bunu Mescidi Dırar'ı bina edenler arasında sayar. el-Baverdi, İbn Seken, İbn Şahin ve başkaları önceki ile bunun aynı kişi olduğunu zikrederler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den mal ile rızıklandırılması için dua istemesine gelince, bunu Taberi tefsirinde (10/130) Kurtubi (8/209) Vahidi Esbabı Nuzul (180) İbn Asakir (Tehzibu Tarihi Dımeşk-4/20) rivayet etmişlerdir. tevbe suresinin 75. ayetinin sebebi nüzulü olarak bu rivayet zikredilir.
Hafız İbn Hacer der ki: Eğer bu kıssa sahih ise - ki sahih olduğunu zannetmem - bu kıssada geçen Sa'lebe'nin daha önce zikri geçen bedir ehlinden olan Sa'lebe ile aynı kişi olmasında şüphe vardır. nitekim İbnu'l-Kelbi'nin şu sözleri ikisinin farklı kişiler olduğunu gösterir: "Bedir ashabından olan (Salebe) Uhud'da şehit olmuştur." Yine İbn Merduye'nin Tefsirinde mezkur ayet hakkında İbn Abbas'tan şu nakli de bunu destekler: "Bu adam kendisine abdullahtayfut no: 12952708 Salebe b. Ebi Hatıb denen ensardan bir kimsedir." bu rivayette onun ismi: Salebe b. Ebi Hatıb şeklindedir. bedir ashabından olan salebeye gelince, onun isminin Salebe b. Hatıb olduğunda ittifak edilmiştir. nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den: "Bedire ve hudeybiyeye katılan hiç kimse ateşe girmeyecek" buyurduğu sabit olmuştur...." el-1. İlk olarak hadis usulü açısından eleştiriye tabi tutulmalıdır. Hadisin senedinin zayıf olduğu tespit edilmiştir. hadis büyük muhaddislerce de zayıf addedilmiştir 2. Abdullah Tayfur no:12952708 Rivayetler bellibir tasnifetabi tutulmalı. Salebe kıssası tefsir için sebebi nüzül rivayeti olma ihtimali daha fazladır. Rivayet kalıplarına baktığımızda da Salebe kıssası sebeb ifade etmede nass olmayan rivayetler grubundadır.3) Tarih ilminden istifade edilmeli ve ona göre bi neticeye varılmali
4) Kur’ânı bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmesi
0 Yorum - Yorum Yaz


HAMDULLAH KAYA Öğrenci No: 12912772

ESBAB-I NÜZUL’E YENİ BİR BAKIŞ VE BU BAĞLAMDA SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Esbâb-ı nüzul rivayetleri Kur’an-ı Kerim Ayetlerin anlamlarının eksiksiz anlaşılmasında izlenen en önemli yollardan biri olmuştur. Ama bu bağlama kullanılan metodun, ilkeleri ile birlikte tam bir şekilde ortaya konulduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir. Usul açısından vaki olan bu eksiklik, esbab-ı nüzul rivayetleri, genel olarak da tefsir rivayetleri üzerinde tereddütlerin meydana gelmesine sebebiyitvermiştir. Sa’lebe kıssasında da bu eksiklikler çarpıcı bir şekilde gözükmektedir.
Sa’lebe kıssası tefsirciler arasında meşhur bir hadisedir. Genelde tevbe suresinin 75.ayetinin sebeb-i nuzulu olarak bu hadise zikredilmektedir ama bu hadisenin sıhhatı tefsirciler tarafından pek araştırılmadığı gözükmektedir ama Beyhaki gibi bazı müfessirler hadisin senedinin zayıflığına işaret etmişlerdir. Beyhakî şu değerlendirmeyi yapar: “Bu, tefsir ehli arasında meşhur bir hadistir. Zayıf senedlerle mevsul olarak rivayet edilmiştir” .
SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
1-İlken hadis usulü açısından sa’lebe hadisi rivayet açısından tenkid edilmelidir. zira bu hadisin senedi zayıftır. İmam Buharî bu kıssanın bir tarikini rivayet eden Ebû Umâme hadisinin senedindeki Ali b.Yezid hakkında munkeru’l-Hadîs”demiştir.
2- Rivayetler tasnif edilmelidir her bir rivayetin zama-mekan-şartlarına bakarak sınıflandırmak,ona göre değerlendirme yapmak gerekmektedir.
3) Tarih ilminden yararlanılmalı ve ona göre değerlendirme yapılmalıdır.
4) Kur’ân’i bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Öyleyse Kur’ân’ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin değerlendirilmesinde bu metodlar takip edilmeli ve tefsir kitaplarındaki pek çok zayıf hatta aslı olmayan rivayetler çıkartılarak tefsir ilmi israiliyyattan temizlenilmelidir.

Sa'lebe b. Hatıb adında iki ayrı sahabe vardır. bunlardan birisi Sa'lebe b. Hatıb b. Amr el-Ensari'dir ve bu İbn İshak ile Musa b. Ukbe'nin ifade ettiğine göre bedir ashabındandır. İbn Kelbi ise bu sahabenin Uhud savaşında öldüğünü söylemiştir. (El-İsabe 928)
diğeri ise; Sa'lebe b. Hatıb (veya ibn ebi Hatıb) el-Ensari'dir. İbn İshak bunu Mescidi Dırar'ı bina edenler arasında sayar. el-Baverdi, İbn Seken, İbn Şahin ve başkaları önceki ile bunun aynı kişi olduğunu zikrederler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den mal ile rızıklandırılması için dua istemesine gelince, bunu Taberi tefsirinde (10/130) Kurtubi (8/209) Vahidi Esbabı Nuzul (180) İbn Asakir (Tehzibu Tarihi Dımeşk-4/20) rivayet etmişlerdir. tevbe suresinin 75. ayetinin sebebi nüzulü olarak bu rivayet zikredilir.
Hafız İbn Hacer der ki: Eğer bu kıssa sahih ise - ki sahih olduğunu zannetmem - bu kıssada geçen Sa'lebe'nin daha önce zikri geçen bedir ehlinden olan Sa'lebe ile aynı kişi olmasında şüphe vardır. nitekim İbnu'l-Kelbi'nin şu sözleri ikisinin farklı kişiler olduğunu gösterir: "Bedir ashabından olan (Salebe) Uhud'da şehit olmuştur." Yine İbn Merduye'nin Tefsirinde mezkur ayet hakkında İbn Abbas'tan şu nakli de bunu destekler: "Bu adam kendisine abdullahtayfut no: 12952708 Salebe b. Ebi Hatıb denen ensardan bir kimsedir." bu rivayette onun ismi: Salebe b. Ebi Hatıb şeklindedir. bedir ashabından olan salebeye gelince, onun isminin Salebe b. Hatıb olduğunda ittifak edilmiştir. nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den: "Bedire ve hudeybiyeye katılan hiç kimse ateşe girmeyecek" buyurduğu sabit olmuştur...." el-1. İlk olarak hadis usulü açısından eleştiriye tabi tutulmalıdır. Hadisin senedinin zayıf olduğu tespit edilmiştir. hadis büyük muhaddislerce de zayıf addedilmiştir 2. Rivayetler bellibir tasnifetabi tutulmalı. Salebe kıssası tefsir için sebebi nüzül rivayeti olma ihtimali daha fazladır. Rivayet kalıplarına baktığımızda da Salebe kıssası sebeb ifade etmede nass olmayan rivayetler grubundadır.3) Tarih ilminden istifade edilmeli ve ona göre bi neticeye varılmali
4) Kur’ânı bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmesi.


0 Yorum - Yorum Yaz

Sa'lebe Kıssası    15.05.2013

    Yüksek Lisans  

    Emrah MERAL

       12912714

SALEBE KISSASI

 

Birçok müfessir, ilimde mütebahhir olmalarına, salah ve ehli takva olmalarına rağmen tefsirlerinde zayıf, garip, münker ve israilî nice haber zikretmişlerdir. Dolayısıyla âlimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde rivayet etmiş olmaları, o haberin alelitlak doğruluğuna delil teşkil etmemelidir.  Ahmet b Hanbel'in , "üç şeyin aslı yoktur : melahi, megazi ve tefsir" demekle bu duruma işaret etmek istemiştir.

  Bu konuda önemle vurgulanması gereken bir konuda şudur: Müfessirlerin kendilerine ulaşan her haberi kitaplarına aktarmalarında ki amaçları, toplamaya imkân buldukları her şeyin yok olup gitmesinden tedirgin olmalarıdır. Bu âlimler kendilerinden sonra gelenleri bu haberleri kabul etmekle yükümlü de tutmamışlardır. Onlar rivayetin senedini zikretmekle mesuliyetten kurtulacaklarını ümit etmişlerdir.

Tevbe suresinin 75. Ayeti hakkında sebeb-i nüzül olarak Sa’lebe bin Hatıb’ın başından geçenler anlatılmaktadır. Hâlbuki bu hadise, ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları sınırları içerisine haps etmiştir. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki yorumları birbirlerine zıt olmuş Kur’an’ın yorum zenginliğini kısıtlamıştır. Yeni bir yaklaşımla kıssanın sebebi nüzul ilmi açısından değerlendirilmesi siyak-sibak çerçevesi içerisinde yapılmış olsaydı bu tefrikaya düşülmeyecekti. Sa’lebe kıssasını tefsirlerinde naklederek bu ayetleri yorumlayan birçok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler ve yanlış anlamalara düşmüşlerdir. Hâlbuki ayetin siyak-sibakı münafıklardan bahsetmektedir. Dolayısıyla surenin 75’inci ayetine bu bağlamda bir yaklaşımla:

Allah’a ahdini bozan,

Vadinin hilafına hareket eden,

Bu eylemlerin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterlerinden bahsedildiği görülecektir. Asıl anlatılmak istenen hususi bir şahsın kınanması değil, daha genel bir karakterin sıfatlarını sayarak müminleri bunlardan sakınmaya çağırmaktır.

 

Sa’lebe Kıssası esbab-ı nüzul rivayetleri ve rivayet değerlendirmeleri olarak tasnif edilmez ise nüzul ortamında cereyan etmemiş bir hadise veya etse bile nüzule sebep olmamış bir hadise o döneme mal edilebilmektedir. Sahabenin, tabiûnun kendi re’y ve içtihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesi, nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.

Sa’lebe kıssası rivayet kalıplarının da gösterdiği ikinci tür esbab-ı nüzul rivayetlerindendir. Yani bu olay nüzul ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse bile ayetin nüzulüne sebep olmamıştır.

Ayeti kerimeyi zikredilen esbab-ı nüzul rivayeti ve tefsirdeki diğer rivayetler ile anlamaya çalışmak Kur'an'ın yorum zenginliğini daraltır. Her ayetle bir nüzul sebebi aramak, yada sınırlamak, yorum zenginliğini engellemiş olur.

 


0 Yorum - Yorum Yaz

SA'LEBE KISSASI    15.05.2013

Ramazan Koç-12912727

 Tevbe suresinin 75. Ayeti hakkında sebeb-i nüzül olarak Sa’lebe bin Hatıb’ın başından geçenler anlatılmaktadır.Müfessirlerin büyük çoğunluğu kıssanın sıhhatinden şüphe duymuşlardir.müfessirlerin bir kısmı gerekçe olarak tarihsel argümanları ileri sürmüşler  ve bazıları hadisin munker'ul hadis olduğunu söylemişlerdir.Diğerleri ise senedinin zayıf olduğunu beyan etmişlerdir.sonuç olarak bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak zikredilen bu kıssanın sıhhati konusunda cereyan eden tartişmalar  kur'an ın yorum zenginliğinin daraltılması sonucunu doğurmuştur.tefsir kitaplarında bu tür doğru olmayan rivayetlerin mevcudiyeti ilk dönem alimlerimizin rivayetin sıhhatine bakmaksızın varid olan her rivayeti kayda alarak sonraki nesillere ulaştırma çabasından kaynaklanmaktadır.bunun bir sebebi de o dönem müfessirlerinin hadis ilminde, kur'an ilimlerin  olduğu kadar mütehassıs olmamalarıdır. Geçmiş müfessirlerimizin cühdünü  takdir ederek diyebiliriz ki güvenilir olmayan raviler ve hazfedilmiş rivayetler alinmamalidir.Tarihsellik faktörü dikkate alınmalıdır.kur'anî bütünlük ve siyak-sibak açısı gözardı edilmemelidir.Her ayette bir nüzul sebebi aranmamalıdır.sonuçta Tefsir kitaplarında doğru olmayan rivayetler yer almayacak ve kur'an'ı anlamaya çalışan insanların bu tür karışıklıklarla karşılaşmasının önüne geçilmiş olunacaktır.


0 Yorum - Yorum Yaz


Ø  Kur’ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler var:

-      قرآن à Hemzeli. “k-r-e” kökünden türemiştir diyenler çoğunluktadır. Ancak "kara'e” fiilinin masdarlanna göre "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" an­lamlarından hangisini ifade ettiği husu­sunda ihtilâf vardır.

-      القران à Hemzesiz. Kıraat alimlerinden ibn Kesir böyle okur. Hiçbir kökden türememiştir (İmam Safir gibi); Tevrat ve İncil gibi son din için gönderi­len kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir, “kam” kökünden (Eş’arî gibi) veya “karâ” kökünden (Kurtubi gibi) geldiğini söyliyenlerde olmuştur.

Ø  Terim olarak: "Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır."

Ø  Farklı isimleri vardır: tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah gibi.

Ø  Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesin­de inmeye başlamıştır.

Ø  ilk inen ayet “ikra” ayetidir.

Ø  ilk inen sûrenin hangisi olduğu ihti­laflıdır.

Ø  Son inen âyetin han­gisi olduğu da ihtilaflıdır.

Ø  Hadis kaynaklarında Kur'an'ın inişi hak­kında farklı bilgiler verilmektedir. Üç görüş var:

-      Kur'an, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiştir.

-      Kur'an, her yılın Kadir gece­sinde o yıl nazil olacak miktarda dünya se­masına indirilmiştir.

-      Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi kü­sur yıl boyunca nüzulü devam etmiştir

Ø  günümüz­de yaygın olan görüşe göre sûrelerin sek­sen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir.

Ø  Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler. Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bu­lunmaktadır.

Ø  Kur'an'ın Mekkî olan âyet­lerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadise­lerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bah­sedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.

Ø  Hz. Peygamber tarafından görevlendi­rilen vahiy kâtipleri nazil olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malze­meler çok çeşitli olup en meşhurları deve­lerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yer­leri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüslerdir.

Ø  Hz. Ebu Bekir döneminde Yemame savaşında pek çok hafızın şehid edilmesinin ardından Zeyd b. Sabit önderliğinde bir komisyon kurulup Kur’an cem edilmeye başlanmıştır.

Ø  Kıraat farklılıkları sebebiyle seferde olan ordu arasında ciddi ihtilaflar çıkmış. Bunun üzerine Hz. Osman Kureyş lehçesini esas alarak, Hafsa’nın elindeki Ebu Bekir nüshasını çoğaltma kararı almış ve istinsah edilen mushafları büyük şehirlere göndermiştir.

Ø  Kur’an harflerine ilk defa nokta veren Ebü'l-Esved ed-Düelî’dir.

Ø  Kur’an’da 114 sure bulunur.

Ø  İlk sure Fatiha, son sure ise Nas suresidir.

Ø  En kısa sure Kevser, en uzunu ise Bakara suresidir.

Ø  Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde gös­termesi, onun tarih boyunca sürekli ha­yat içinde olmakla birlikte hep hayatın üs­tünde kalmasını ve zaman içerisinde top­lumsal hayatta ortaya çıkan değişiklikle­re rağmen insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır.

Ø  Kur'an müslümanın hayatında sadece anlamı araştırılan sıradan bir mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiy­le Müslümanlığını okuma ve dinleme iliş­kisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır.

Ø  Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık al­tında toplanırken bazılarında yüzlerce ko­nu sıralanır. Meselâ İbn Cerîr et-Taberî Kur'an'ın muhtevasını tevhid, haberler ve kıssalar, diyânât [1][709] Zemahşerî Allah'ı lâyık olduğu şekliyle ta­nıtmak, ibadet, emir ve nehiy. va'd ve va-îd; Râzî ilâhiyyât, meâd, nübüvvât, kaza ve kader şeklinde tasnif eder

Ø  Mekki Sureler:

Ø  Bu sûrelerde ge­nellikle tevhid ve âhiret konuları hakkın­da insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmo­lojik ve psikolojik deliller gösterilir ve in­sanlar akıllarını kullanarak bunlardan ya­rarlanmaya çağrılır. İlk vahiylerden itiba­ren Kur'an'ın bütününde, gerek kozmik düzeni oluşturan varlık ve olaylar gerekse tarihte yaşanmış olanlar basit ve önem­siz şeyler olmayıp Allah'ın kudretine de­lâlet eden, O'nun birliğini ve yüce sıfatla­rını anlayıp kavramada insanların yarar­lanması gereken alâmetler, işaretler ola­rak gösterilmektedir.

Ø  Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperest­lerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuz-laşmasına paralel olarak üslûbun da gide­rek sertleştiği görülür.

Ø  İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimle­rinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûre­lerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.

Ø  "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve ne­sebin korunması hususundaki temel hü­kümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.

Ø  Yüksek bir edebî zevkin hâkim oldu­ğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksek­tir

Ø  Medeni Sureler:

Ø  müminler topluluğu için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip sistemleştirilmesi, hem de siyasî ve hu­kukî yapının oluşturulması süreci başla­dığından Medenî sûrelerde Mekkî sûre­lerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanın­da ibadetler ve muamelât konuları ağır­lık kazanmıştır.

Ø  vahiy gittikçe artan ölçüde normatif bir de­ğer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsi­yeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmıştır.

Ø  Ehl-i kitaba, onların tarihle­rine oldukça geniş yer verilmiştir.

Ø  Münafıklar bu surelerde ele alınırlar.

Ø  genel olarak savaş hükümlerine ve kurallarına geniş yer verilmiştir.

Ø  üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifa­delere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazan­mıştır.

Ø  Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan baş­ka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak su­retiyle ispat etmiştir.

Ø  Kur'an'ın i'câzını is­patlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu dü­şünülmektedir.

Ø  Kur'an'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda Hz. Muhammed'in peygamberliğini in­kâr ve Kur'an'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'an'la meydan okunması, onun, bü­tün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır.

Ø  Kur’an arapça nazil olmuştur.

Ø  Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden un­surların da bulunduğu kabul edilir.

Ø  Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli baş­lıları şunlardır:

-      Mevcut Edebî Şekiller­den Farklı Oluşu.

Seyyid Kutub'un ifadesiyle Kur'an üslûbu­nun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.

-      Lafız ve Mâna Dengesi.

Kur'an ifade­lerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır, onda anlam kelimeye tam olarak bürünüp lafız halini alır.

-      Gönüllere Tesir Edişi.

Birçok gayri müslim Kur'an'ın bu etkisi sayesinde müslüman olmuş, düşmanlık­ları dostluklara, inkârları imana dönüş­müştür.

-      Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çı­kan Ahenk.

-      Edebî Tasvir.

-      Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu.

-      Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi.

-      Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hi­tap Etmesi.

Ø  Müslü­man geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğret­tiği değerlerin değişik zamanlara taşın­ması, müslüman ilim ve fikir adamları­nın önemli bir meşguliyet alanını oluş­turmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin ha­yat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasın­da bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi di­siplinler tarafından gerçekleştirilmiştir.

Ø  Zamanla yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır. Örneğin müfessirin öznelliğinden gelen aksamalar ve eksiklikler etkili olabilmektedir. Nitekim müfessirin öznelliği dil ve tarih malzeme­sini kullanmasına olumsuz yönde tesir edebilir.

Ø  Klasik metodolojinin bu tutumunu bir yetersizlik olarak gören ve az ya da çok modernist bir karakter taşıyan yeni yo­rum yaklaşımları da ortaya çıkmıştır. Bun­ların bir ölçüde paylaştığı temel iddia, Kur'an'ın evrensel ve tarih üstü mesajla­rıyla aslî ilke ve amaçlarının yöntemlere bağlı kalınarak metinden çıkarılması ve bunların değişik tarihsel durumlara uy­gulanmasıdır.

Ø  Çeşitli Kur’an ilimleri vardır (Ulumu’l Kur’an): resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.

Ø  Kur’an, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

Ø  Kur'ân-ı Kerîm kronolojik olarak Tevrat. Zebur ve İncil gibi diğer ilâhî kitaplardan sonra geldiği ve takdim ettiği dini tama­men yeni ve öncekilerden büsbütün farklı bir din değil. Hz. Âdem'den itibaren bütün peygamberlerde tebliğ edilen ilâhî dinin son şekli olarak tanımladığı için diğerle­rini kuşatıcı bir mahiyet arzetmekte, ön­ceki peygamberlere inanmayı da şart koşmaktadır.

Ø  Kur'an'la Kitâb-ı Mukaddes arasındaki bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır. Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'­dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Mer­yem ve oğlu îsâ ile havariler gibi konular Kitâb-ı Mukaddes'le Kur'an'da ortak ko­nulardır.

Ø  Türk edebiyatının sekiz-dokuz asır­lık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında geliş­miştir. Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı tür­lerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.

Ø  Kur’an ile alakalı olan literatürü şu başlıklarda toplamak mümkün:

-      Tefsirler: rivayet, dirayet, lugavi, işari vs.

-      Ulumu’l Kuran: (yukarda zikredilmiştir)

-      Batı'da Kur'an ve Tefsir Araştırma­ları

 

0 Yorum - Yorum Yaz


Yahya Özdil-Yüksek Lisans 

       Tevbe Suresi 75. ayetinin (“Yine onlardan kimi de Allah’a: Eğer bize lütfundan ihsan ederse muhakkak tasaddukta bulunuruz. Ve muhakkak sâlih kimselerden oluruz, diye Allah’a söz vermişlerdi.”)

        Sa’lebe, Hz. Peygamber’in huzuruna gelmiş:

-“Ya Rasulallah,Allah’a dua et de bana çok mal versin” demiş.Hz.Peygamber de:

-Ya sa’lebe,hakkını eda ettiğin az,takat  getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır.”diyerek cevap vermiş.sa’lebe ısrar edince Hz. Peygamber dua etmiş. Allah da ona vermiş.

Hz. Peygamber zekat görevlilerini  sa’lebeye göndermiş.

Sa’lebe :“Bu cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi,hele siz gidin de düşüneyim.”demiş.Hz. peygamber iki kere vay sa’lebeye buyurmuş.

Burda üç hususa dikkat çekilmektedir.

1) Sire, Rical ve Tarih kitaplarında;  Sa’lebe’nin vasıfları ve kıssanın sıhhat derecesi üzerine farklı görüşler ortaya koyanlar, 2) Hadis kitaplarında; Senedinin zayıflığından bahseden rivayetler veya sadece rivayet edip başka bir yorum yapmayanlar,   3) Tefsir kitaplarında; kıssanın sıhhatine kail olanlar ve şüphe ile bakıp kabul etmeyenler olmuştur.

 Şimdi Sa’lebe kıssasını bu bağlamda ele alacak olursak.

1-İlk olarak sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulu açısından tenkit edilmelidir.Zikredildiği üzere bu hadisin senedi zayıftır.O halde,tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle bir rivayet nasıl olmuş da nakledilegelmiştir?

2-Rivayetler tasnif edilmelidir.

a-Esbâb-ı nüzul rivayetleri

b-Tefsir için olan esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri

3-Tarih ilminden faydalanılmalıdır.

Taberî,sa’lebe kıssasını,tarih’inde,dokuncu hicri yıl hadiseleri arasında ve “zekat’ın farz kılındığı sene,sa’lebe hakkında nazil olmuştur.”diyerek nakletmektedir.[1]

4-Kur’an-ı bütünlük ve siyak-sibak bağlamında şöyle değerlendirilmelidir.

a.Allah teâlâ’ya ahd edip de ahdini bozan

b.Vaadinin hilafına hareket eden

c.Bu eyleminin sonucunda kalblerine nifâkın yerleştiği kişiler(insanlar) karakterize edilmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] .Tarih’ul umem ve’l-mulûk III.123-124


0 Yorum - Yorum Yaz


 II. KİTAP

SA’LEBE KISSASI

MUSTAFA MURAT BATMAN

12912713

 

 

·       Bir önceki kitapta da bahsedildiği üzere esbab-ı nüzul, Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında çok büyük bir araçtır. Ancak bu ilim bize aktarılırken bazı problemleri de beraberinde getirmiştir. Bu rivayetlerin günümüze kadar hala tasnif edilmemiş olması da nüzulün teahhürü, ayetin umumiliği-hususiliği, sıygaların farklılıklarının gözetilmemesi, hadis rivayetlerinin sahih mi, zayıf mı, garib mi, mevzu mu olduklarına ehemmiyet verilmemesi bu sorunlardan bazılarıdır. Ayrıca aynı konuda birbiri ile hiçbir şekilde uyuşmayan, telifi mümkün olmayan ve sıhhat dereceleri eşit bulunan birçok rivayet de bu ilimle birlikte kitaplarımıza dâhil edilmiştir. Bütün bu problemler bu ilimden elde ettiğimiz faydayı bariz bir şekilde azaltmaktadır.

·       Bu yüzden ilk olarak hadis rivayetleri sened ve metin tenkidine tutulmalı, yalnızca müsned-merfu rivayetler esbab-ı nüzul rivayetleri olarak tasnif edilmelidir. Bunun haricindeki rivayetler de bu vesile ile ayrı bir yerde biriktirilmeli ve tefsir amaçlı esbab-ı nüzul rivayetleri olarak tasnife tabi tutulmalıdır.

·       Bu kitapta örnek olarak verilen ve hemen hemen tüm tefsirlerde bulunan bir kıssa konunun ehemmiyetini daha açık ifade edecektir. Sa’lebe kıssası olarak bilinen bu rivayet incelendiğinde sîre, rical ve tarih kitaplarında mezkûr zat hakkında çelişkili rivayetlere rastlanmaktadır. Örneğin Belazuri’nin bir rivayetine göre Sa’lebe Uhud Harbi’nden kaçmış, bir diğer rivayetine göre ise Uhud’da öldürülen Ensar’dan bir zattır.[1] Yine sîre, rical ve tarih kitaplarında Sa’lebe kıssası hususunda 3 ayrı görüş beyan edilmiştir.

1-    Bu rivayet kimine göre sıhhat açısından sorunsuz kabul edilmiştir,

2-    Kimine göre olay gerçektir ancak şahıs farklıdır,

3-    Kimine göre de rivayet şüphelidir.

·       Hadis kitaplarında da bu rivayet, genellikle zayıf ve meşhur olan bir rivayet olarak değerlendirilmiştir. Tefsir kitaplarında bu rivayet incelendiğinde, Sa’lebe rivayetinin ya Taberi’den alıntı yoluyla ya da muhtelif tarikler zikredilerek tefsir kitaplarına dâhil edilmiş olduğu görülür. Müfessirler arasında da rivayetin kabul edilip edilmemesi farklılık arz eder. İbnu’l-Arabî, İbnu’l-Cevzi, Uceyli gibi kimi müfessirlerce bu rivayet sıhhati haiz bir rivayettir. Taberi, Razi gibi kimi müfessirler de rivayetin sıhhatine şüphe ile bakmışlardır.

·       Bu rivayetin hadis âlimleri tarafından genelde zayıf olarak nitelendirildiğini bildirmiştik. Rivayetteki ihtilaf 2 şeyden kaynaklı olabilir:

1-    Her ayete bir sebebi nüzul aranmasından kaynaklı zayıf, mevzu, İsrailiyyat kaynaklı birçok haber de sebeb-i nüzul rivayetleri içine dâhil edilmiş olabilir.

2-    Rivayetler sıygalarına, senedlerine dikkat edilerek tasnif edilmezse nüzul asrında değil de farklı bir zamanda ortaya çıkmış bir olay tefsir amaçlı nakledilmiş olabilir.

Devlet cebri ile zekât alınabilecekken böyle bir icbarda bulunulmaması, bu rivayetin tarihi kaynaklar ile de tenakuz içerdiğini göstermektedir.

·       Kur’an şahısların ebedileştirilmesinden ziyade o şahsın kınanan veya hoşa giden özelliklerinin umuma şamil olmasını ister. Bu, Sa’lebe kıssası anlaşılırken gözden kaçırılmaması gereken bir husus olmalıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Belazurî, Ensâbu’l-Eşrâf, (tah. M.Hamidullah), Ma’hedü’l-Mahtûtât, Dâru’l-Maarif, Mısır, 1959, I. Kısım s. 236 ve 330, Serinsu, age, s. 275’den naklen.


0 Yorum - Yorum Yaz

RECEP TURAN - 11912710    19.05.2013

B. ESBÂB-I NÜZÛL KONUSUNA YENİ BİR YAKLAŞIM VE SA’LEBE KISSASININ BU YAKLAŞIM ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

 

B.1. Esbâb-I Nüzûl Konusuna Yeni Bir Yaklaşım

B.1.1. Rivayetlerin Değerlendirilmesi

 

BİRİNCİ AŞAMA : İLKELERİN TESPİTİ

 

1- GENEL İLKELER

A- Esbâb-ı Nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir

B- Esbâb-ı Nüzul’ü bilmeksizin Kur’an’ı anlamak mümkündür.

 

2- ÖZEL İLKELER

A- Esbâb-ı Nüzul bilmenin muktezay-ı hali bilmek gibi olduğu hallerde.

B- Esbâb-ı Nüzul bilmemenin Kur’an’ın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde.

C- Kur’an’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzul’e olan ihtiyacı yine Kur’an belirlemelidir.

 

İKİNCİ AŞAMA : RİVAYETLERİN TENKİDİ

 

1- RİVAYETLERİN TOPLANMASI            

3- HADİS USULÜ KRİTERLERİNDEN YARARLANILARAK TAM TESPİT

2- RİVATLER İÇERİSİNDE ZAYIF VEYA UYDURMA (RİVAYET) OLABİLECEĞİ KONUSUNDA FARKINDALIK       

 

ÜÇÜNCÜ AŞAMA : RİVAYETLERİN TASNİFİ

1- Esbâb-ı Nüzul Rivayetleri (özellikler)

A- Ayetlerin gerçek nüzul sebebi olan kıssalar/hadiseler

B- Sened ve metin bakımından sıhhat şartlarını taşıyan musned-merfu hadisler

C- Sebep ifade etmede nass olan sîğalar

 

2- Tefsir İçin Olan Esbâb-ı Nüzul Rivayetleri (kategorik ayrım)

A- Hz. Peygamber (as)’ın sebeb-i nüzul değerlendirmesi

B- Sahabe ve tabiunun sebeb-i nüzul değerlendirmesi

C- Müfessirlerin sebeb-i nüzul değerlendirmesi

 

B.1.2. Kur’an-ı Kerim’in Bütünlüğünün Dikkate Alınması

 

KUR’AN-I KERİM.....................(vahiy).....................................HZ. PEYGAMBER

HZ. PEYGAMBER.......................(ileti)........................................................SAHABE

SAHABE...............................(öğretim/aktarım).............................................. İNSAN

İNSAN.............................(kaynağa dönüş/başvuru).................. KUR’AN-I KERİM

 

 

         B.1.3. Siyak-Sibak (Bağlam/Kontekst)’ın Göz Önünde Bulundurulması

KUR’AN’DA BAĞLAM/KONTEKST

A- METİNSEL BAĞLAM

Kur’an metninin iç dokusunun incelenmesi

B- TARİHSEL BAĞLAM

Tarihsel yapı/nüzul ortamının incelenmesi

 

B.2. Sa’lebe Kıssasının Değerlendirilmesi

Tevbe suresi 75. Ayeti anlama çabasında “doğru”yu bulma maksadıyla nakledilen Sa’lebe kıssasının yeniden değerlendirilmesi :

1- İlk olarak Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkid edilmelidir.

2- Rivayetler tasnif edilmelidir. (Sa’lebe kıssası rivayet kalıplarının da gösterdiği üzere tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri arasında yer alır.)

3- Tarih ilminden faydalanılmalıdır.

4- Kur’anî bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


HAMDULLAH KAYA Öğrenci No: 12912772

ESBAB-I NÜZUL’E YENİ BİR BAKIŞ VE BU BAĞLAMDA SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Esbâb-ı nüzul rivayetleri Kur’an-ı Kerim Ayetlerin anlamlarının eksiksiz anlaşılmasında izlenen en önemli yollardan biri olmuştur. Ama bu bağlama kullanılan metodun, ilkeleri ile birlikte tam bir şekilde ortaya konulduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir. Usul açısından vaki olan bu eksiklik, esbab-ı nüzul rivayetleri, genel olarak da tefsir rivayetleri üzerinde tereddütlerin meydana gelmesine sebebiyitvermiştir. Sa’lebe kıssasında da bu eksiklikler çarpıcı bir şekilde gözükmektedir.
Sa’lebe kıssası tefsirciler arasında meşhur bir hadisedir. Genelde tevbe suresinin 75.ayetinin sebeb-i nuzulu olarak bu hadise zikredilmektedir ama bu hadisenin sıhhatı tefsirciler tarafından pek araştırılmadığı gözükmektedir ama Beyhaki gibi bazı müfessirler hadisin senedinin zayıflığına işaret etmişlerdir. Beyhakî şu değerlendirmeyi yapar: “Bu, tefsir ehli arasında meşhur bir hadistir. Zayıf senedlerle mevsul olarak rivayet edilmiştir” .
SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
1-İlken hadis usulü açısından sa’lebe hadisi rivayet açısından tenkid edilmelidir. zira bu hadisin senedi zayıftır. İmam Buharî bu kıssanın bir tarikini rivayet eden Ebû Umâme hadisinin senedindeki Ali b.Yezid hakkında munkeru’l-Hadîs”demiştir.
2- Rivayetler tasnif edilmelidir her bir rivayetin zama-mekan-şartlarına bakarak sınıflandırmak,ona göre değerlendirme yapmak gerekmektedir.
3) Tarih ilminden yararlanılmalı ve ona göre değerlendirme yapılmalıdır.
4) Kur’ân’i bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Öyleyse Kur’ân’ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin değerlendirilmesinde bu metodlar takip edilmeli ve tefsir kitaplarındaki pek çok zayıf hatta aslı olmayan rivayetler çıkartılarak tefsir ilmi israiliyyattan temizlenilmelidir.


0 Yorum - Yorum Yaz

Meryem Önder 09070380    23.05.2013

DIA KUR'ÂN-I KERÎM maddesi

1.Tarif ve İsimleri

Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler vardır. Kur’an kelimesinin hemzesiz ve hemzeli olduğu görüşünü savunanlar iki gruptur.

Birinci gruba göre kelime ‘’ el-kuran’’ şeklindedir  ve ne ‘’ kara’e’’ fiilinden ne de başka fiilden türemiştir.  Ikinci gruba göre Kam kökünden türemiştir ve ‘’ bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak,katmak’’ anlamındadır.

Hemzeli olduğunu savunanlar icin ise  Kur’an ismi ‘’okumak’’ anlamına gelen ‘’kara’e’’ filinden türemişti.

Sonuç olarak; İslam’da ilk vahyin “oku” emri ile başlaması ve Kur’an isminin “okumak” anlamına gelen “kara’e” fiilinden türediğini kabul etmek daha doğru gibi görünüyor.

Kur’an’ın terim anlamıyla ilgili yapılan tanımları bir araya getirerek şöyle bir tanım yapılabilir: “Kur’an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, Mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça mûciz bir kelamdır.”

Kur’an’ın isim ve sıfatlarının sayısı konusunda bir görüş birliği yoktur.

2. Tarihi       

610 yilinda Hz. Peygamber 40 yasinda iken peyderpey inmeye baslamistir.

Hira magarasinda iken ona Cebrail tarafindan ilk olarak Alak suresinin ilk bes ayeti inmistir. Ilk ayet Oku emridir.

Ilk ayetlerin nüzulundan sonra vahiy bir müddet kesilmiştir.

Hz. Peygamber gelen vahyleri tebliğ ediyor, ardından bunları vahy katiplerine yazdırıyordu.

Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sağlığında Kur'an'ın bütününü yazmıştır. İnen her âyeti bizzat Hz. Peygamber tarafından vahiy katiplerine okunur, onlar da yerlerine yazarlardı. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s), nâzil olan âyetlerin ashabı tarafından ezberlenmesini yeterli görmemiştir. İşte bu sebeble Hz. Peygamber, vahyi ezberleyenler yanında, onu bir de yanlışsız olarak yazabilecek kâtipler edinmiş ve kendisine bir âyet nazil olduğu zaman, onu bu katipler aracılığıyla yazdırmıştır.

Kur'an-ı Kerim, Hz. peygamber devrinde bizzat vahiy meleği ve Nebi (s.a.s)'in birbirlerine karşılıklı okumaları ve de sahabilerin ezberlemesiyle korunmuştur.

Yüz on dört sûre, altıbin altıyüz altmış altı âyetten müteşekkildir.

Kur'an sûreleri bazen bir bütün olarak bazen de bölümler halinde indirildi. Bazı sûreleri Mekke'de inmesi dolayısıyla "Mekkî", bazıları Medine'de indirildiklerinden "Medenî" diye nitelendirilmiş ve yirmi iki yılda tamamlanmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in vefatını takip eden Yemâme savaşlarında yetmiş kadar hafız (kurrâ)'ın şehid düşmesi müslümanları telâşa düşürmüştü. Hz. Ebu Bekr, Zeyd İbn Sâbit başkanlığında toplanan Abdullah b. Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Haris b. Hişam'ın da bulunduğu büyük bir komisyon tarafından Kur'an sahifeleri Mekke lehçesi esas alınarak bir araya getirildi

Uzun calismalar neticesinde böylece bütün metinler toplanarak bir araya getirilmiş ve Kur'an-ı Kerim'in aslî nüshası yazılarak halife Hz. Ebu Bekir'e teslim edilmiştir.

Böylece Kur'an-ı Kerim her hangi bir tahrifata uğramadan "Mushaf" haline getirilerek aynı mushaftan çoğaltılan mushafların ana kaynağını teşkil etmiştir.

Hz. Ömer devrinde Kur'an öğretimine hız verildi.

Kur'an-ı Kerim Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile son bulmuştur. Ondört yerinde tilâvet secdesi yer almaktadır

Hz. Osman (r.a) tarafından değişik vilâyet merkezlerine gönderilen nüshalar asırların geçmesiyle kayboldu. Günümüzde halen onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası Taşkent'te bulunmaktadır.

3.Tertibi

Kur’an-ı Kerim ayetlerden ve surelerden oluşur.

Toplam 114 sure yer alir Kur´an´da.

İlk sure Fatiha, son sure ise Nas suresidir.

En kısa sureler Kevser, Asr ve Nasr en uzunu ise Bakara suresidir ve 286 ayetten olusur.

Alimler ayetlerin tertibinin vahye dayalı (tevkifi) bulunduğu hususunda fikir birliği içindedir.                                                                                                              

4. Mahiyeti

Kuran allah kelami olarak tanimlanir.

Muhatap olan insanlar onu basindan itibaren Hz. P.in kendilerine teblig ettigi ve onlara ulastigi haliyle kavramis ve öylece kabul etmis.

Kelamcilar kurani onun allah kelami olmadi cihetinden söz konusu ederler.

Kuranin mahiyeti ile ilgili müzakereler, varlik ve deger konusundaki ontolojik bir tavra bagli olarak anlam kazanmaktadir.

Klasik literatürde kuranin mahiyeti üzerinde gelisen söylem biri fenomenolojik digeri özsel olmak üzere iki kisimdir.

Insanlara ulastigi haliyle kuranin arapca olmasi, bir taraftan tabii bir dille ve o dilin kurallari icinde ifade edildigini gösterirken diger taraftan bunun ötesinde lisani olanin bütün özelliklerini tasidigini ortaya koymaktadir.

Kuranin lisani olmasi ve arapcanin imkanlarini mükemmel bir sekilde göstermesi, onun tarih boyunca sürekli hayat icinde olmakla birlikte hep hayatin üstünde kalmasini ve zaman icerisinde toplumsal hayatta ortaya cikan degisikliklere ragmen asli özelligini, yani insanliga hidayet rehberi olmasi islevini muhafaza etmesini saglamistir.

Kuranin önemli özelliklerinden ikisi okunmasi ve dinlenmesidir.

5. Muhtevasi

 

Konu bütünlügü olusturacak sekilde bir sira izlemez. Muhtevayi olusturan konular mushafin basindan sonuna yayilmis bulunmaktadir.

 

Kur'ân'da dinî muhtevanın yanında tıp. cedel, astronomi, hendese, cebir, geleceğe ait bilgiler gibi din dışı alanlara dair ilimlerin, hatta terzilik, demircilik, ipekçilik, dokumacılık, çiftçilik, denizcilik, atıcılık gibi çeşitli mesleklere dair temel bilgilerin de bulunduğunu ifade etmiştir.

Muhtevayi söyle özetlemek münkündür:

 

A.)  Mekki sureler:

 

-Mekkedeki putperestlik dolayisiyla tevhid inancina dair ayetler, Allahin kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe ,amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen âyetler agirliklidir.

 

-Genis ölcüde diyalektik bir yöntem hakimdir, üslubun giderek sertlestigi görülür Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak

 

-Önceleri özlü aciklamalar yapilmis daha sonra sureler genislemis ve ayrintilara girilmis.

 

-Dinin ana gayeleride mekki surelerin agirlikli konularindandir.

 

-Mekke döneminin ortalarindaki surelerde  eski kavimlerin peygamberlerin hayatlarindan ibret ve ders almaya deger bilgiler yer almistir.

 

-Son dönemlere dogru sadece mekkelilere degil ayni zamanda yer yer 'ey insanlar' tarzinda baslayan kalipla baska toplumlarada hitap edilmistir.

 

-Mekkede Edebi zevkin hakim olmasi sebebiyle surelerin fesahat ve belagat degeride cok yüksektir.

 

B.)  Medeni sureler

 

-Genel muhtevayi ilahi iradeye dayali yeni bir toplum kurmanin inanc ve ahlak temelini olusturacak ilkeler seklinde özetlemek mümkündür.

 

-Vahiy gittikce normatif bir deger kazanmistir, Medine şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve siyasî yapıya paralel olarak

 

- Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler başlamış, bu sebeple Ehli kitaba ve onlarin tarihlerine oldukca genis yer verilmis.

 

-Munafik denilen topluluk ile ilgili meselelerde ele alinmis.

-Müslümanlar ilk defa Medine'de siyasî bir yapı oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî sûrelerin muhtevasında müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.

- Medenî sûrelerde muhtevanın gereği olarak hacimlerin giderek genişlediği görülür.

-Surelerin üslubu muhtevaya uygun olarak daha sadedir, sembolik ifadelere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazanmıştır.

 

6. İcazı ve Üslubu

Kur'ân'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr ve Kur'ân'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'ân'la meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır.

A) Dili ve Üslûbu.

Kur'ân, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde Arapça'daki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. 

Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan başka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak suretiyle ispat etmiştir.

Kur’an Hz.Muhammed’in en büyük mucizesi oluşu, ayetlerde ifade edilidiği üzere onun beşer sözü değil Allah kelamı olmasından kaynaklanır. Bir benzerini ortaya koymanın imkansızlığı da Allah kelamı oluşunun zorunlu bir sonucudur.

Kur’an apaçık Arap diliyle nazil olmuştur ve kendine has bir anlatım tarzına sahiptir. Kuran’da akaid esasları, teşri hükümler, kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üsluplarla anlatılmış, inkarcılara yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslublarla ifade edilmiştir.

Kaynaklarda Kur'ân'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:

Mevcut Edebi Şekillerden Farklı Oluşu, Lafız ve Mana Dengesi; Gönüllere Tesir Edişi; Ses ve Tertip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk; Edebi Tasvir; Edebi Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu; Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi; Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi

B) Diğer İ'câz Görüşleri.

Kaynaklarda Kur'ân'ın dil ve üslûbunun dışında i'câz yönleri de zikredilir.

Kur'ân'da Hz. Âdem'den itibaren geçmiş peygamberlerin ve milletlerin kıssaları yer alır. Okuma yazması olmayan, herhangi bir kimseden öğrenim görmeyen bir kişinin vahiy almadan bu tarihî hadiseleri anlatması, onlara şahit olmuş gibi tasvir etmesi mümkün değildir.

Birçok olayın önceden haber verilmesi Kur'ân'ın geleceğe yönelik gaybî-i'câzî yönünü oluşturur.

7. Açıklanması Ve Yorumlanması

Tefsir, Kur’an’ın açıklamasıdır. Tefsir, Kur’an ayetlerinin kastettiği anlamları açıklama görevini üstlenmiştir.

Buradaki  birinci amac, ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları belirlemektir.

Bunun için yapılması gereken şey Kuran’ın Dil bilimi ve metin yönünden tahlil edip, tarih bilgisini ve Kur’an’ın tarihi bağlamını incelemektir. Bundan dolayı Hadis koleksiyonlarından ve tarih kaynaklarından yararlanılmalıdır.

Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur.

Zamanla yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır. Kur'ân'ın Yorumlanmasında Öznellik Sorunu bunlardan biridir. Örneğin müfessirin öznelliğinden gelen aksamalar ve eksiklikler etkili olabilmektedir. Nitekim müfessirin öznelliği dil ve tarih malzeme­sini kullanmasına olumsuz yönde tesir edebilir.

 Kur’ani değerlerin sonraki dönemlere taşınması, onun başllattığı kültür geleneğinin devam edip canlı tutulması için gereklidir.

8. Kur'ân İlimleri

Kur'ân ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'ân'ın indiği döneme kadar gider.

Çeşitli Kur’an ilimleri vardır (Ulumu’l Kur’an): resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.

Bu ilimler Kur’an’ın vahyi,nüzulu, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati,tefsiri, i’cazı, nasih ve mensuhu, İ’rabı, dil, üslup ve belagatı, ayet ve hadislerin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşabih hakkındaki düşünceleri kapsar.

Kur'ân'ın cümle yapısıyla ve âyetlerin anlamıyla ilgili ilim dallarının başında em-sâlü'l-Kur'ân gelir.

Kur'ân'ın diliyle ilgili ilimlerin başında, Kur'ân'ın dil bilgisi bakımından doğru okunup yazılmasından ve farklı vecihlerin ne gibi anlam kaymaları ve zenginliği ortaya çıkardığından bahseden i'râbü'l-Kur'ân gelir.

Kur'ân'ın dil ve anlatım özellikleriyle ilgili ilimlerin başında üslûbü'l-Kur'ân gelir.

9. Tercümesi

Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yok­tur.

Kur’anın tercüme edilmesinin zaruri olduğunu savunanlar olduğu gibi, edilmemesi gerektiğini savunanlarda olmuştur.

Tercümeyi genel olarak harfi (lafzi) ve tefsiri (manevi) diye ikiye ayırmak mümkündür.

Harfi tercümede harf, fiil ve isimlerin manaları karşılanıp karşılanmadığına bakılmaksızın, Kur’ani ibarelerin harfen nakline dayanır. Kur'ân-ı Kerim açısından bakıldığında harfi tercüme, "mü­tercimin kapasitesi ve dilin yeterliliği nisbetinde Kur'ân'ın her lafzının yerine ter­cüme edilen dilde o lafzın karşılığı olan başka bir lafzın konması. Harfî tercümenin ilmî ve hukukî eserlerde kullanımı kolay ve pratik ise de edebî eserler ve özellikle Kur'ân-ı Kerîm açısından uygulanması son derece güç, hatta bazan imkânsızdır.

Tefsirî tercüme asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün an­lamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak mânaya itibar edilir; bazı tabirler atılabilir veya ilâveler yapıla­bilir. Bu tür çeviride esas olarak manaya itibar edilir. Satır arası Kur’an tercümelerinde ise her kelimenin altına o kelimenin tercüme edilen dildeki karşılığı yazılır. Bu tür çevirilerde cümle yapısı, söz dizimi vb. hususlarda tercümenin yapıldığı dilin kurallarına uyulmaz.

Kur'ân'ın tercümesi tarihini İslâmiyet'in ilk dönemlerine kadar götürmek müm­kündür.

10. Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler

Kur’an, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

Kur'ân'ın Ücretle Okunması ve Öğre­tilmesi. Kur'ân'ı okuma ile onu başkasına öğretme arasında mahiyet farkı bulun­duğu, birincisi doğrudan ibadet iken ikin­cisi vesile niteliğinde bir ibadet olduğu ve başkasına intikal eden bir yararı içer­diği için fıkhı hüküm yönüyle birbirinden ayrılır.

Kur'ân'la Tedavi konusunda, Hastalıkla mücadele ve tedavi esasen tıp ilminin konusu ol­makla birlikte tıbben tedavi imkânının bulunmadığı durumlarda alternatif bir tedavi değil ona yardımcı bir yöntem olarak onaylamıştır.

11.Kur'ân ve Kitâb-ı Mukaddes

İslam Kur'an üzere temellenmiştir. Yahudilik de kendi kutsal kitaplarıyla temellenir. Buna karşın Hıristiyanlık Hz. İsa ile ilgili inançlar üzerine temellenmiştir.

Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncilden sonra gelmiş olsa bile, farklı bir dini anlatmaz. O kendinden önce gelenleri de kapsayıcı bir özelliğe sahiptir.

Kur'an ile diğer kutsal kitaplar arasında geliş yolu açısından farklılıklar vardır. Kur'an'ın bir araya getirilmesinde ve muhafaza edilmesinde ezberin büyük önemi vardır. Buna karşın Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde ezber bir muhafaza yolu olarak uygulanmamıştır.

Tevrat'ın tarih içinde yedi asır boyunca bir çok defa kaybolduğu, düşman eline geçtiği, çeşitli değişikliklere uğradığı, Yahudi kaynaklarında belirtilmektedir. Tevrat Hz. Musa'dan üç asır sonra nihai şeklini almıştır.

İncil için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Mevcut İnciller'in Hz. îsâ tarafından yazılmadığı hıristiyanlarca da kabul edilmektedir. İnciller, Hz. îsâ'dan en az otuz yıl sonra yazılmaya başlanmış ve 1. yüzyılın sonunda yazma işi tamamlanmıştır.

Kur'ân'a gelince, onun tamamı doğru­dan Allah'ın kelâmı olup bu kelâm vahiy şeklinde Hz. Muhammed'e gönderilmiş, nüzul sürecinin başından itibaren Resûl-i Ekrem ve bazı sahâbîler tarafından bütün âyetlerinin ezberlenmesi yanında ihtiyaç duyulduğu andan itibaren yazıya geçirilmiştir. Peygamberin vefatından hemen sonra ilk halife Hz. Ebû Bekir zamanında kitap haline getirilmiş, Hz. Osman döneminde istinsah edilerek çoğaltılmıştır.

Kitâb-ı Mukaddes, çeşitli yazarlar tarafından farklı dönemlerde kaleme alınmış değişik edebî türlerdeki yazılardan oluşmaktadır.

Kur'ân ise Hz. Peygamber'e bizzat Allah veya onun görevlendirdiği vahiy meleği tarafından ulaştırıldığı için onda konuşan daima Tanrı, muhatap ise Hz. Peygamber ile değişik inanç grupları ve genel olarak insanlardır. Halbuki Kitâb-ı Mukaddeste olaylar umumiyetle üçüncü şahıs tarafından anlatılmaktadır, öte yandan Kitâb-ı Mukaddes'te olaylar zaman ve mekân boyutuna inilerek ele alınmakta, dolayısıyla Eski Ahid İsrâiloğullan'nın tarihini. Yeni Ahid ise Hz. Isâ ve havarilerin hayat ve faaliyetlerini anlatan birer tarih kitabı hüviyetini taşı­maktadır.

Kuran diğer kitaplara nazaran daha iyi korunmuş, orijinal ve otantik şekliyle günümüze kadar ulaşmıştır.

12. Edebiyat

Türk edebiyatının sekiz-dokuz asır­lık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında geliş­miştir. Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı tür­lerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.

Türk edebiyatının kitap halindeki bilinen en eski metinleri olan Kutadgu Bilig ve Atabetü'l-hakâyık  muhtevalarını Kur'ân'dan almıştır, öyleki  bu eserlerdeki âyet ve hadisler ilk defa Türkçe'ye tercüme edilmiş olmaktadır.

Eski Türk edebiyatında inşâ denilen nesir dilinde Kur'ân'ın, cümle yapısından metnin örgüsüne kadar geniş bir etkiye sahip olduğu görülmektedir.

Özetle Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı tür­lerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur. Kur’an Türk edebiyatının edebi sanatlarını, belagat anlayışını temellendirmiştir.

13. Literatür

Kur´an ile ilgili Literatürü 3 ana baslik altinda ele almak mümkündür.

1.Tefsirler:  Kur'ân'a dair en hacimli çalışmalar olması bakımından tefsirler Kur'ân literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder. Bunun icerisinde ise Rivayet Tefsiri, Dirayet Tefsiri, Lugavi Tefsirler,  İşari ve Tasavvufi Tefsirler, Mezhebi Tefsirler, Ahkâm Âyetleri Tefsirleri,  İlmi, İçtimai ve Edebi Tefsirler yer alir.

2. Kur'ân İlimleri: Erken dönemlerden başlayarak Kur'ân ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır.

3. Batı'da Kur'ân ve Tefsir Araştırmaları:  Hıristiyan ve yahudilerin İslâm'la ilgili çalışmalarının tarihi sahabe dönemine kadar gitmekteyse de sistematik Kur'ân araştırmaları daha sonradır. Calışmalarda en temel konu Hz. Peygamber'in kişiliği ve onun Kur'ân'la ilişkisi olmuş, Kur'ân ise ilâhî kaynaklı olmayan ve Hz. Muhammed'le ona yardım edenler tarafından uydurulan bir kitap olarak nitelendirilmiş olmasi. Ancak iddiaları arasında ayrıntıda bir birlik olmadığı görülmektedir.


0 Yorum - Yorum Yaz


  Yüksek Lisans 129 127 45 

Salebe kissasi sihhatinin tedkik edilmesi.

 

Problemler:

Salebenin vasifları:

  • Ensardandır,
  • Bedir ehlindendir,
  • Uhud ehlindedendir,
  • Mescidi dindar kurucularından,
  • Tebük gazvesine katılan münafıklardan.
 

Tarihi tenakuzlar:

Belazuriye göre ;

  • Salebe kardeşi ile birlikte Uhud harbinden kaçmıştır.
  • Uhuda öldürülen ensardan biri

Rical kitaplarında Salebe kıssası hakkkında görüşler;

·         Sahih diyenler.

·         Böyle bir olay vuku bulmuştur ama kahraman başka biridir.

·         Şüphe edenler.

 

Hadisin senedi zayıftır.

Salebe kısassı sebeb ifade etmede nass olmayan rivayetler grubuna girmektedir.

Tevbe suresinin 75 ayeti kerimesi nuzül sebebi olarak gösterilmektedir.

 

Hatanın sebebleri;

  • Her ayete bir nuzül sebebi arama çabası,
  • Ayet’in mana bakımından birçok vechesini araştırmak yerine nuzül sebebi ile sınırlı kalma,
  • Her ayete nuzül sebebi bulmak, Kur’an yorum zenginliğini engellemis olur.
 
0 Yorum - Yorum Yaz


2.KİTAP: SA’LEBE KISSASI ESBAB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM:

GİRİŞ:

Esbab-ı nüzul nedir?

Nüzul ortamında meydana gelen bir hadise veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya meydana geldiği günlerde bir veya daha fazla ayetin, olayı veya soruyu kapsayan özelliklerini içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile olan ve vahyin nazil olduğu ortamı bize bildiren hadiseye Esbab-ı nüzul denir. 

Kuran’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulü nasıl değerlendireceğiz?

Esbab-ı nüzul ilmi, Kuran’ın anlaşılmasında hep aynı ilke esas alınarak değerlendirilmiştir: Esbab-ı nüzulün faydaları.

Oysa kullanılan sistemin çeşitli eksikleri mevcuttur. O halde esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımla yaklaşmak gerekmektedir. İşte bu kitapta bunu bir örnek çerçevesinde ele almaya çalıştık.

Araştırmanın amacı: Kuran’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımın ilkelerini belirlemek ve bu ilkeleri bir esbab-ı nüzul rivayeti üzerinde tatbik etmek.

                                     I.      Sa’labe hadisi:

Tevbe 75. ayetinin nüzul sebebi olarak zikredilen sa’labe bin hatıb kıssası, rivayet farklılıkları bir yana bırakılırsa,  özetle şöyledir:

Sa’lebe, Hz. Peygamber’in huzuruna gelmiş: “ya Rasulallah, Allah’a çok dua et de bana çok mal versin” demiş. Hz. Peygamber de: “Ya Salebe, hakkını eda ettiğin az, takat getiremeyeceğin çoktan hayırlıdır.” Diyerek cevap vermiş. Salebe dileğini tekrarlamış: “seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.

Bunun üzerine Rasulallah dua etmiş, o da bir davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye yerleşmiş ve cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyurmuş, denilmiş ki: “ malı çoğaldı, vadi almaz oldu.” Hz. Peygamber: “vay Salabe’ye!” buyurmuş ve sadakaları toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara sadakalarını vermişler. Ancak salabeye Hz. Peygamber’in farzlarını açıklayan fermanını okuyup sadakayı istediklerinde: “bu cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi, hele siz gidinde bir düşüneyim.” Demiş. Tahsildarlar dönüp Rasullallah’a geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden iki kere vay salabeye buyurmuş.  İşte bu sebebe bu ayetler nazil olmuş. Sonrada Salabe sadakayı alıp kendisi getirmiş. Fakat Hz. Peygamber: “Allah beni senin sadakanı kabulden men eyledi.” Diyerek kendisi hakkındaki hükmü açıklamış. O zaman Salabe başına toprak saçmaya başlamış. Hz. Peygamber de: “bu senin amelindir. Emrettim itaat etmedin.” Şeklinde cevap vermiştir. Salabe Hz. Peygamber’in vefatından sonra sırasıyla Hz. Ebubekir’e, Hz. Ömer’e getirmiş onlar da kabul etmemi. Salabe daha sonra Hz. Osman zamanında helak olmuş.

                                   II.      Hadis kitaplarında Salabe kıssası:

Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edilmekteydi. Daha sonra, tefsir tabiundan itibaren yazılmaya başlanmıştır.

Hadis kitaplarında Salebe kıssasını rivayet eden alimlerden bir kısmı kıssayı nakletmekle yetinmiş, bir kısmı da kıssanın sıhhati üzerine görüş bildirmişlerdir.

                                III.      Tefsir kitaplarında Salabe kıssası:

Tefsirlerinde Salebe kıssasını zikreden müfessirlerin hadisi naklederken iki yol takip ettiğini görmekteyiz. Onların ekseriyeti, kıssayı, Taberi’nin tefsir rivayetleri ansiklopedisi olarak tanınan camiul beyan an tefsiri ayi’l-Kuran’ından nakletmişlerdir. Diğer müfessirler ise Salabe kıssasını muhtelif tariklerle farklı kaynaklardan almışlardır.

Müfessirlerin Salabe kıssası hakkında yaptıkları değerlendirmeleri ise kıssayı doğru kabul edenler ve etmeyenler olarak iki gurupta toplayabiliriz.

                                IV.      Esbab-ı nüzul’e yeni bir yaklaşım ışığında Salabe kıssasının değerlendirilmesi:

A)ilk olarak Salabe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkid edilmelidir: zikredildiği üzere bu hadisin senedi zayıftır. O halde, tefsir tarihinin en önemli eserlerinde nasıl olurda böyle bir hadise yer verilmiştir? Bunun sebebini zahid-i kevserinin el-Makalat’ında, müfessirer hakkındaki şu sözlerinde bulmak mümkündür: “ Kuran’ın haberlerinin bazı yönlerini açıklamak için, bu haberlerin getirdiği problemleri kendilerinden sonra gelecek tenkitçilere bırakarak nakletmişlerdir. Kuran’ın mücmel bırakılmış bazı manalarının izahında birçok faydaların bulunması ihtimali sebebiyle bu malumatın kendilerinden sonra gelecek olanlara ulaşmasını çok arzu etmişlerdir. Müslümanlar nazarında bu rivayetlerin sıhhatine itikad olunan ve iyice incelenmeksizin bütün illetleri ile hüccet olarak alınan birer gerçeklik olmasını amaç edinmişlerdir.”

            Hafız ibni hacer’in lisanul mizan’da söyledikleri konuya daha da açıklık getirecektir: “ilk muhaddisler mevzu hadisleri rivayet etmede senedi zikretmeye çok önem veriyorlar, ona güveniyorlardı. İnanıyorlardı ki, hadisi, senedi ile naklettikleri zaman sorumluluklarından kurtulacaklar ve hadisin durumunu, senedini incelemeye yüklemiş olacaklardı.”

Öte yandan tefsir rivayetlerini eserlerinde nakleden âlimlerden bir kısmı, senetleri hazfedilmiş rivayetleri çok kullanmışlardır. Esbab-ı nüzul rivayetlerini senetsiz nakleden bu takva ve salah ehli âlimler, bu tavırları ile bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Senedlerin hazfı ile ihtisas isteyen bu bilgi alanı kıssacılara ve istismara açık hale gelmiştir.

B)Rivayetler tasnif edilmelidir: esbabı nüzul rivayetlerinin yeni bir yaklaşımla tasnif edilmesi Kuran’ın anlaşılmasında sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için son derece gereklidir. Buda esbabı nüzul rivayetlerini çeşitleri açısından tasnif etmekle mümkündür.

            1) nüzul ortamına ait ve o ortamın özelliklerini yansıtan müsned- merfu hadislerden oluşan esbabı nüzul rivayetleri

            2) ayet veya ayetlerin manasının kapsamına giren, nüzul asrında gerçekleşmiş veya daha sonra meydana gelmiş bir hadisenin yorum ile örneklendirildiği haberlerden oluşan (tefsir için ) esbabı nüzul rivayetleri

Esbabı nüzul rivayetlerinin bu şekilde tasnifinin tercih sebebi, diğer açılardan yapılmış tasnifleri değerlendiren, bir sonuca bağlayan ve en önemlisi de hepsinin ana özelliğini içeren bir tasnif olmasıdır. Sebeb-i nüzulü tayin etmenin yolu:

1.      Salabe kıssası hakkında gelen rivayetlerin kalıplarına bakılmalıdır. Bu ilke çerçevesinde ele alındığında Salabe kıssası rivayetleri sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler gurubuna girmektedir.

2.      Bu ayet için çeşitli Sebeb-i nüzuller zikredilmiştir. Bu rivayetler yukarıda bahsettiğimiz şekilde tasnif edilmelidir.

Ayrıca Esbab-ı nüzul rivayetleri Kuran’ın yorum zenginliğini 3 şekilde engeller:

a.       Her ayette nüzul sebebi arama çabaları,

b.      Ayeti anlam zenginliğini sebebi nüzulle sınırlandırma ihtimali,

c.       Ayetin sebebi nüzulünün olayın çevresinde sıkışıp kalma tehlikesi.

C)Tarih ilminden faydalanılmalıdır: Taberi Salabe kıssasının tarihi olarak hicri 9. yılını vermiş ve bu yıl hadiseleri arasında bu olayı zikretmiştir. “Hz. Peygamber hicretin 9. yılında İslam devletinin mali idaresiyle ilgili köklü reformlara girmiştir. O ana kadar bu İslam ülkesinde resmen vergiler mevzu bahis değildi. Müslümanlar sadaka vermek ve Allah yolunda mal ve paralarını sarf etmek hususunda teşvik edilmekteydiler. Bu dönemde İslam devleti sınırlarını savaşlarla genişletmekteydi ve bu durumda da doğal olarak gönüllü olarak yapılan tahsisler pek az ihtiyacı karşılamaktaydı. İşte bu yüzden eski günlerin sadakası müesseseleştirilmiştir: Toprak mahsulleri, ticari eşya ve sermaye, ithalat, ihracat, hayvan sürüleri, madenler vs. diğer çeşitli mal ve eşya üzerine asgari ödeme miktarları belirlenmiş, mali yükümlülükler konulmuş, yıllık ödemeler için bir tahsilât zamanı tayin ve tespit edilmiş, tahsilâta karşı gelenler devlet zoruyla yola getirilmişlerdir.”

Hamidullah’ın bu izahlarına baktığımızda Salabe kıssasında da aynı şeylerin geçerliliği beklenmektedir. Yani Salabenin bu eyleminin bir müeyyidesi olması ve kendine devlet cebrinin uygulanması gerekmektedir. Ancak kıssanın seyrinden böyle olmadığını anlamaktayız. Buradan da anlaşıldığı üzere tarihi hakikatler Salabe kıssasının gerçekliğini onaylamamaktadır.

D)Kurani bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir: Tevbe suresinin bu ayetine bütün olarak Kuran kavramı ve siyak-sibak bağlamında baktığımızda ayeti şöyle anlamaktayız:

1.      Allah’a ahd edip de ahdini bozan,

2.      Vaadinin hilafına hareket eden,

3.       Bu eyleminin sonucunda kalplerine nifakın yerleştiği kişiler( yani insanlar) karakterize edilmektedir.

Kuran, insana ayetlerinde ki hakikatleri belli bir kişi veya anlayışa bağlamadan, yani şahısları ebedileştirmeden, herkes için geçerli evrensel mesaj nokta-i nazarından ilahi ufuku yakalama imkânı sunmaktadır.

            Kuran bunu yaparken inanan veya inkâr eden karakterlerin somut gerçekliklere ait iç dünyalarını, hayatlarına yön veren genel ilkelerini ve karakterlerinin dış çizgilerini vermektedir.

            Tevbe suresinin bu ayetinde de yapılan budur. Yani anılan karakteri tanıtmakta ve hükmüne dikkat çekmektedir. Yoksa Kuran evrensel ve edebi mesajının muayyen fertlerle kilitlenip kalmasını istemez.

            SONUÇ:  

            Kuran’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulün değerlendirilmesine yeni bir yaklaşım getiren ilkeleri, bir ayet/hadise üzerine odaklayarak bu ilkelerin uygulanabilirliğini gösterdik. Tevbe suresi 75. ayetine ve Sebeb-i nüzulü olarak nakledilen Salabe kıssasına, önerdiğimiz ilkeler ışığında bakılmış olsaydı Kuran’ın anlam zenginliği anlaşılacaktı. Çünkü Kuran’la aydınlanacak hayatımızın zenginliği, onun zengin bir biçimde yorumlanmasıyla/pratiğe taşınmasıyla mümkündür. 


0 Yorum - Yorum Yaz

SALEBE KISSASI    11.06.2013

SALEBE KISSASI

YUSUF ÇINAR

12912761 

 

Tarih, hadis ve tefsir kaynaklarında yerini alan Sa’lebe Kıssası Tevbe Suresi 75. Ayetin inişinde sebeb-i nuzul olarak görülmüş ve bu bakış açısıyla ayet ele alınmıştır.

Bu noktada yapılması gereken incelemeleri ele alırsak

1-      Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulu açısından incelenmelidir.

Bu hadisin senedinin zayıf olmasına rağmen mühim kaynaklarda nakledilegelmesi incelenmelidir. Bu konuda Zahid-i Kevserinin el-Makalat’ında yer alan sözleri açıklayıcı olmaktadır. Eserinde Müfessirlerin ellerinde bulunan malumatların hepsinin kendilerinden sonraki kuşaklara ulaştırılması gibi bir görev edindiklerini ve bu malumatların iyiyce incelenmeksizin delil olarak kabul edilmesi amacını taşımadıkları belirtilmiştir. Bu meyanda İbn-i Hacer ve İbnu’s-Salahında sözleri mevcuttur.

Diğer yandan Abdulaziz Dihlevi bu rivayetlerin hicri birinci asırda bilinmediğini sonradan ortaya çıktığını söylemiştir.

Bu konuda inceleme yapanlardan İbn Hazm ise “ Bu ayetin hakkında indiği kişi hususunda ne bir delil be de bir nass vardır. Sa’lebe b. Hatıb hakkında nazil olduğuna dair rivayet ettiğimiz eser de sahih değildir” demiştir.

2-      Rivayetler Tasnif Edilmelidir

Sa’lebe kıssasında ihtilaf edilmesinin sebebi; her ayete sebeb-i nuzul arama çabalarının sonucunda bu tür sahih olmayan haberler sebeb-i nuzul içerisine dahil edilmiş ve insanların fikri çerçevesi daraltılmıştır. Diğer yandan ise tasnif konusunda düşülen hatadır. Esbab-ı nüzul rivayetleri ve tefsir için esbab-ı nuzul rivayetleri olarak sınıflandırma yapılması halinde ihtilaf ortadan kalkacaktır.

Dolayısıyla

a-      Sa’lebe kıssasının rivayet sigasının sebep ifade etmede nass olmadığı ebep ifade etmede nass olmayan rivayetler arasında yer aldığı

b-      Bu ayet için ele alınmış olan bir çok sebeb-i nüzulden birisi olduğu ve sebeb-i nüzul yada tefsir için sebeb-i nüzul olup olmadığının tasnifinin yapılması gerekmektedir ki araştıma sonucunda tefsir için sebeb-i nüzul olduğu sonucu, ortaya çıkmaktadır.

 

3-      Tarih İlminden Faydalanılmalıdır.

Tarihi gerçekler ile bu kıssanın uyuşup uyuşmadığına bakılmalıdır. Hamidullah’ın yapmış olduğu açıklamalar ışığında Sa’lebe’nin bir devlet cebri ile karşı karşıya gelmemesinin Sa’lebe kıssasının tarihi gerçeklerle uyuşmadığı izlenimini oluşturmaktadır.

4-      Kur’an’i bütünlük ve Siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Kur’an-ı Kerim tek tek fertlerden ve muayyen olaylardan bahsetmekten ziyade tüm Müslümanları ve onları ilgilendiren evrensel mesajları yöneltme yoluna gitmiştir.

Netice olarak esbab-ı nüzulün değerlendirilmesi noktasında yeni bir anlayışa sistemli bir yapıya ihtiyaç bulunmaktadır.


0 Yorum - Yorum Yaz


SA’LEBE KISSASI – ESBAB-I NÜZUL’E YENİ YAKLAŞIM

 İslam kültür tarihinde esbab-ı nüzul rivayetleri Kur'an-ı Kerim’in anlaşılmasında bir yol olmuştur. Ancak bu yolda kullanılan methodun ilkeleriyle birlikte ortaya konulmadığı da bir gerçektir. Usul açısından vaki olan bu eksiklik, esbabı nüzul rivayetleri, genel olarak da tefsir ilmi üzerinde tereddütlerin zuhuruna sebep olmuştur.

Tevbe suresi 75. Ayet-i kerimesini anlama çabasında “doğruyu bulma” maksadıyla nakledilen Sa’lebe kıssası, ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin sınırları içerisinde bırakmıştır. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki “yorumları” birbirine zıt olmuş ve bu Kur'an-ı Kerim’in yorum zenginliğini tehdit etmiştir. Hâlbuki Tevbe Suresi 75. Ayetine ve sebeb-i nüzulü olarak nakledilen Sa’lebe kıssasına, önerdiğimiz ilkeler ışığında bakılmış olsaydı, Kur'an-ı Kerim’in mana zenginliği anlaşılacaktı. Çünkü Kur’an’la aydınlanacak hayatımızın zenginliği, onun zengin bir biçimde yorumlanmasıyla/ pratiğe taşınmasıyla mümkündür.

Salebe kıssası ile,

1.  Kur'an-ı Kerim’in anlaşılması için esbab-ı nüzul rivayetlerine bakarken siyak-sibak münasebetinin incelenmesinin önemi anlaşılmış oldu.

2. Esbab-ı nüzul rivayetlerinin ve rivayet yorumlarının birbirine karıştırılmamasının esas alınması gerektiği anlaşılmıştır. Zira rivayetten sonra yapılan yorumun yeri geldiğinde sanki rivayetten bile önce nakledilmiş gösterildiğine şahit olunmaktadır.

3. Rivayetlerin sistematik olarak isnadlarının çıkarılması önemlidir.

4. Bir esbab-ı nüzul rivayetiyle Kur'an-ı Kerim ayetlerinin değerlendirilmesi yorumda sınırlılığa sebep olacağından diğer yorumlar da dikkate alınmalıdır.

5. Esbab-ı nüzul rivayetlerinde nakilden (sahih, zayıf, uydurma) ve istidlalden (re’y ve ictihad) doğan ihtilaflar vardır. Bunun nedeni de her ayete nüzul sebebi aramak, esbab-ı nüzul’le tefsir için yapılan rivayetleri birbirinden ayırmamaktır.

6. Tarih ilminden yararlanmanın da Sa’lebe kıssası çerçevesinde ne kadar önemli olduğu anlaşılmıştır.

7. Sa’lebe kıssası rivayet kalıplarının da gösterdiği ikinci tür esbab-ı nüzul rivayetlerindendir. Yani bu olay nüzul ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse bile ayetin inmesine sebep olmamıştır. Bununla da anlaşılmıştır ki esbab-ı nüzul değerlendirmesi yapılırken çok yönlü araştırma gerekmektedir. Çeşitli ilimlerden faydalanmak ve yorum genişliğine önem vermek de esastır.


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi