Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)

bilginin bütünlüğü    04.11.2014

Habib Baygın 14952703 B.Doktora 

 

 

Bilimsel çalışmalarda kişi her hangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması ve iyi meyve vermesi, “Bilgi Bütünlüğü”ne bağlıdır. Çalışmasına bütüncül bir bakışla giriş yapabilmesi de buna bağlı olduğu gibi. Bu bütüncül açı, kişiyi ilim ederken ve işlerken hataya düşmekten korur. İslam dinine müteallik gerek Kur’an, Sünnet  gibi asli ilimler olsun gerek gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin girizgahlarında o ilmin tanımı yapılırken “hata Yapmama” veya “Kişiyi Hata Yapmaktan Koruma” şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Onun için özellikle İslam kültür tarihinde, kadim bir gelenek olan medrese ilimleri öğrenme hiyerarşisine henüz maddi ve suri ilel’ler aşamasında bile fail ile’sinde bu gaye-ı illiye’ye hassasiyetle uyulduğunu görmekteyiz. Bu şuur ve ideal  “Alim” kavramıyla benzeşmektedir. Zira Alim olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Tabi ki, bu vasfın fikri, ahlaki, içtimai gibi mütemmim  yanları da vardır. Kişiyi, ilmi sahasında bilgiyi işlerken, pratiğe yansıtırken hataya düşmekten korur.  Bilgi bütünlüğüne misal, bir kişi tefsir alanında ihtisaslaşmaya dönük bir çalışma yaparken mesela gramer, tarih, belağat, hadis ve senet gibi ilimleri bilmelidir.

            Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat.

                Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü. İnsana ilişkin bir kavram olarak kültür, tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemidir. Bir grup insanın bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir

             Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

            Müslüman Kültürü: Tarihi seyir içerisinde İslam dininin Müslümanlara bıraktığı maddi ve manevi miras zenginliğidir. Bu zengin miras Müslüman olan bütün kavimlerin ortak eseridir. Müslüman kültürü ilmiyle, imanıyla ameliyle bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde formülize edenler de vardır.

         

                  Müslüman kültüründen ve pratik hayatından müşahhas bir misal vermek gerekirse; Müslüman’a yapılması farz olan bir şeyi, onu yerine getirebilmek için bilgi donanıma sahip olması üzerine farzdır.    Farz olan namazı hakkıyla eda etmek için bu ibadetinin bütünlüğünü sağlayan erkan ve şartlarını bilmek ve yerine getirme de farzdır.

            Kuran’ın muhatabı olan bizler Kuran’ın tefsiri ile ilgilenirken bilginin bütünlüğü Kuran’ın doğru anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Kuran üzerine araştırma yapan bir insan ele aldığı bir konuyu incelerken bütüncül bir anlayışla değerlendirmesi gerekmektedir. Kuran naslarının bütünlüğü konusu müfessir ve araştırmacıların görmezden gelemeyecekleri bir konudur. Zira Kuran dikkatle incelendiği zaman görülecektir ki onu oluşturan parçalar en küçüğünden en büyüğüne kadar birbiri ile bağlantılı bir yapı oluşturmaktadır. Bir başka ifade ile Kuran’ın parçaları yerine göre birbirini tamamlayan yerine göre birbirini açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. Bundan dolayı eş-Şatıbi Kuran’ın bütünlüğü bağlamından hareketle  sözgelimi namazın farziyetini sadece ‘namaz kılınız’ şeklindeki ilahi emirlerden değil namazla ilgili Kuran’da yer alan bütün delillerden çıkarmaktadır

Kuran tefsir edilirken bilginin bütünlüğünün ifade ettiği diğer bir anlam ise,yukarda anlatılan tarihi süreçte ortaya konan tefsir literatürü araştırılarak ve dikkate alınarak Tefsir çalışmalarının yapılmasıdır. Yani kuran yorumcusunun Kuran’ı doğru anlayıp anlamlandırması indiği dönemden günümeze kadar yapılmış çalışmaları incelemesi ilk muhatapların anladığı manaya ulaşması, yapılan çalışmaları araştırmasına bağlıdır. Yorumcu bu çalışma esnasında tarih içerisinde ayetlere Hz. Peygamber efendimizden ve sahabi neslinden itibaren müfessirlerin yapmış olduğu tefsirlerin, yorumların hangilerinin tarihi ve dönemsel ve yerel olduğunu ve hangilerinin evrensel ve tutarlı olduğunu tespit etme fırsatını elde etmiş olacaktır. 

       .

           Sonuç olarak   Müslüman ve İslami ilimler alanında ihtisas yapacak olan  akademisyenlerin ve araştırmacıların  bütüncül bir bilgi birikimine  sahip olmaları gerekir. Çünkü İslami ilimlerin tamamı birbiriyle yakından ilişkilidir. Nitekim bütün İslami ilimlerin ana kaynağı Kuran ve ilahi muradın anlama  ameliyesi  olan  Tefsir olunca  Bilginin Bütünlüğü daha da önem kazanmaktadır. Zira diğer İslami ilimlerin tamamı ya kuranın anlaşılması için  birer araç ya da Kuranı anlama tekniklerini öğretmeyi gaye edinmiş amaçlardır.

 


[1]Faruki, İsmail Raci, İslam Kültür Atlası, çev: M.Okan Kibaroğlu,Zerrin Kibaroğlu, İnkılab Yay.

[2] Demirci,Muhsin, Tefsir Usulü, İFAV, İstanbul 2013

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


MEHMET VEYSİ ÖZLÜK

ÖRENCİ NO: 13952753

BİRLEŞİK DOKTORA

  

                                     BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi, sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat demektir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik; onun bilgiyi elde etme arzusudur. Bu arzusunu elde etmek için kaynaklar söz konusu edildiğinde de öteden beri klasik kaynaklarımız üç başlığa vurgu yapmaktadır:

1.    Havass-ı Selime (Duyular)

2.    Akl-ı Selim

3.    Haber-i Sadık (Vahiy ve mütevatir haberler)

Bu üç kaynağın yanında keşif, ilham ve rüyanın bilgi kaynağı olup olamayacağı tartışıla gelmiştir.

Bütünlük ise; parçaları birbirine eksiksiz bağlı olan birliği dile getirir. Alman düşünürü Kant da bütünlüğü düşüncenin ana kavramlarından saymış ve teklikle çokluğun birleşimi olarak tanımlamıştır. Bir misalle açıklamak gerekirse; evren, parçaları çeşitli biçimlerle birbirine bağlı bir bütündür. Örneğin bir elma, elma ağacının değil, bütün bir doğanın ürünüdür…

Bilgi bütünlüğü de; bir konuyu anlamlandırırken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca “bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur” şeklinde tarif edilebilir.

Bütüncül ve kapsamlı bilgi, yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak ele almak gerekir. Bilginin bütünlüğü dini konularda daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. Ancak bunlar, o konunun sadece “ağaç” kısmıdır. Daha yeterli ve doğru bilgi için o ayetlerin nüzul ortamına gidilmeli ve vahiy anı adeta tekrar yaşanmalıdır.

Müslümanlar için bilgi kaynaklarının başında gelen vahyi (Kuran-ı Kerim), doğru bir şekilde anlamak ve aktarmak da bilgi bütünlüğünü gerektirir. İlk dönem alimlerimiz bunun farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh, sarf, nahiv, ulumu’l kuran ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi, selef alimlerimizin bütüncül bilgiye önem verdiklerini bize göstermektedir. Buna göre Kuran’ın  doğru anlaşılması fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, arap dili ve belagati gibi ilimlerin  bilinmesini gerekli kılmaktadır.

Kur’an’ı  doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin başvurması gereken ilimlerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını  ifade eden bu bilgiler ayetlerin  hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da  ayetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki; ayetleri bu doku içinde görmek, onları  anlamamızı kolaylaştırır. Bununla birlikte, bunlar vahyi doğru anlamak için yeterli tarihi malzemeler değildirler. Buna ek olarak Kur'an çalışmaları için geliştirilen ilim dallarından biri de “İlmu’l-Mekki ve’l-Medeni”dir. Netice itibariyle vahyin geliş şartlarına benzer olarak, vahiy mahallinin bilinmesi de gereklidir.[1]

Kur'an'ın doğru bir şekilde algılanmasında önemli olan bir diğer husus da Allah Rasulü'nün açıklamalarıdır. Mesela,”salat-ı vusta” ve “seb’ul mesani” gibi medlulleri açıklanamayan tabirlerin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beyanı olmaksızın anlaşılması zor, belki de imkansızdır. Aynı şekilde ibadetlerin nasıl yapılacağı, sosyal münasebetlerle ilgili Kur’an’ın öngördüğü düzenlemelerin nasıl gerçekleşirileceği gibi konularda da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in açıklamaları bağlayıcıdır.[2]

Bir başka dikkat edilmesi gereken nokta da kıraat farklılıklarıdır. NitekimKıraat lmamları tarafından tesbit edilen mütevatir kıraatler; imale, teshil, tahkik, idğam ve med gibi kelimelerin sadece telaffuzuna yönelik bazı farklılıklar gösterdiği gibi; harf ve hareke farklılığı olanları da vardır. Kelimelerin sadece telaffuzuna yönelik olanlar, mahalli şive ve ses aksanları ile ilgilidir ki, kelime aynı kelimedir. Fakat harf ve hareke farklılığı bulunan kıraatler, kelimelerin farklı bir anlam kazanmasına sebep olur. Ancak kesinlikle ayetlerde bir çarpıklık ve tezat teşkil etmez. Aksine her bir kıraat, ayete değişik açılardan bakılmasını sağlamakta ve mana zenginliği kazandırmaktadır. Hal böyle olunca, her devirde yetişen müfessirler bu kıraatler ışığında ayetlere yeni açıklama ve yeni yorumlar getirmişlerdir. Nitekim Taberi, Keşşaf, Kurtubi, Razi, İbn Kesir gibi çeşitli devirlerin tefsir otoritesi olan Müfessirler, tefsirlerinde kıraat farklılıkları üzerinde de durmuşlar ve bunlar ışığında birbirinden güzel manalar vermişlerdir. Güpümüz müfessirleri de bu kıraat farklılıklarını gözardı edemezler; etmemelidirler.[3]

Şu halde Kur’an’ı anlama sürecinde, bu ilimlerden herhangi birini dışarıda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden herhangi biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin ötekilerini ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.

 


[1]Faruki, İsmail Raci, İslam Kültür Atlası, çev: M.Okan Kibaroğlu,Zerrin Kibaroğlu, İnkılab Yay.

[2] Demirci,Muhsin, Tefsir Usulü, İFAV, İstanbul 2013

[3] Tuğral, Rahim, Farklı Kıraatların Tefsirdeki Yeri, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1992, sayı: 7, s. 269-281



0 Yorum - Yorum Yaz


ÖĞRENCİ ADI SOYADI                        :KERİM ENDEZ

BÖLÜMÜ                                :BİRLEŞİK DOKTORA

DÖNEM                                  :2014/2015

ÖĞRENCİ NO                          :14952705

KONU                                     :BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

            Bilginin sözlük manası ‘öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat’(1)demektir. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre ise bilgi:”Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “Mâlum olanın, olduğu hâl üzere bilinmesidir.”

Bilginin bütünlüğü ise, bir konuyu anlamak ve anlamlandırmak için lazım olan metaryallerin tamamı demektir. Bu metaryaller,ortaya konulmuş olan yeni bilgileri kapsadığı gibi,daha önce ortaya konmuş olan bilgileri de kapsamaktadir.

Bütün ilimlerde olduğu gibi,tefsir alanında da ilmi bir araştırma ortaya koyabilmek; o alanda yapılan çalışmaları araştırmak,Kur’ân’ın  înzal edilmesinden günümüze kadar geçen tarihi süreç içerisinde,ortaya konulmuş olan mirası,bütüncül bir anlayışla değerlendirmekle mümkündür.Aksi takdirde yapılan çalışma ,zan ve tahminlerden elde edilmiş nazariye olmaktan,başka bir anlam ifade etmeyecektir.Ayrıca meseleyi bütüncül bir yaklaşımla ele almak,bilgiyi elde ederken yanlış anlamlardan ve değerlendirmelerden kurtulmamıza büyük katkı sağlayacaktır.

            Yüce kitabımız Kur’ân’ı bütüncül olarak değerlendirebilmek için,asr-ı saadetten günümüze kadar geçen zaman dilimini ele almak durumundayız.Asr-ı saadette Hz. Peygamber’in,bir taraftan kendisine vahyedilen Kur’ân bölümlerini muhataplarına okuduğunu,diğer taraftan manası anlaşılamayan hususları açıklayarak tebliğ ettiğini görmekteyiz.(2)Gerçi her ne kadar ilk muhataplar,ana dilleri Arapça olduğu için kur’an’ı genel çerçeve itibarıyla anlama imkanına sahip iseler de,yine de onun bir kısım mütaşabih lafızlarını ve bazı ayrıntıları anlamakta sıkıntı çekiyorlardı.Peygamber(s.a.v.)’de bazı vesileler ile hem onlara anlayamadıkları ayetlerin manalarını açıklıyor,hem de ameli hükümlerin uygulanış biçimlerini göstererek onlara rehberlik ediyordu.dolayısıyla yüce kitabımız kur’an hem tefsiri hem de uygulanması yönünden en güzel şekilde ashaba aktarılıyordu.

            Hem Kur’an’ın bütüncül bir yaklaşımla ele alınması bağlamında hem de sünnetin bu konuda ki önemine işaret olması için şu misallere yer vermek yerinde olsa gerektir.

”(Yahudiler ve hristiyanlar)Allah’ı bırakarak kendi hahamlarını ve papazlarını rehber edindiler.”(3)ayetini Peygamber (s.a.v.)”Yahudi ve hristiyanlar kendi din bilginlerinin helal saydığı şeyi helal,haram saydığı şeyleri haram saydılar.”şeklinde tefsir ve beyan etmiştir.

Yine Peygamber(s.a.v.)”O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır.”(4)ayetini “onun haberleri,sırtında taşıdığı her erkek ve kadın hakkında o falan gün falan şeyi yaptı diyerek şahitlik etmesidir.”şeklinde tefsir etmiştir.

            Rasülüllah (s.a.v.)ayetleri gelişi güzel tefsir etmiyor,bu tefsiri belli bir usul çerçevesinde yapıyordu.bunlar da mücmelin teybini,mübhemin tevziihi,mutlakın takyidi ve müşkilin te’lifi şeklindeydi.mesela rasülüllah(s.a.v.)”Haklı olmadıkça Allahın haram kıldığı cana kıymayın”(5)ayetini”Allahtan başka tanrı olmadığına ve benim Allahın rasülü olduğuma iman eden hiçbir müslümanın kanı helal olmaz.ancak 3 şeyden birini yaparsa(helal olur.)adam öldürmek,evli iken zina etmek,ve dinden çıkıp,Müslümanlardan ayrılmak.(6)yine peygamber(s.a.v.)”Namazlara(özellikle)orta namaza devam edin.”(7)ayetindeki (orta namaz)ifadesini”Orta namaz ikindi namazıdır.”(8)şeklinde tefsir etmiştir.

Hangi alanda olursa olsun bilgi bütünlüğünü sağlamak iki şekilde mümkündür.birincisi kişinin çalıştığı alanla ilgili olan diğer alanlarda da yeteri kadar donanıma sahip olmasıdır.meşkalelerin olabildiğince çoğaldığı,bir ilmi sahada ihtisaslaşmanın birçok alanda bilgi birikimi zaruri hale getirdiği günümüzde bu bütünlüğü yakalamak çok zordur.ikincisi ise birden fazla kişinin kolektif olarak çalışmasıdır.günümüzde bu bütünlüğü sağlamak için kolektif çalışmaktan başka çıkar yol olmasa gerektir.

            Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki:tefsir alanında çalışma yapmak isteyen bir kimse meseleye bütüncül bir yaklaşımla yaklaşmak zorundadır.bu bütüncül yaklaşımın ilk ayağında da hiç şüphesiz hadis ve sünnet gelmektedir.zira kur’an ile sünnet adeta et ile tırnak gibidir.dolayısıyla sünnet olmadan kur’an’ı,kur’an olmadan da sünneti anlamak imkansız gibidir.bütüncül yaklaşımın ikinci ayağında ise,başta ashab-ı kiram,tabiuun,ve tebei tabiin’den olmak üzere,günümüze kadar gelmiş olan büyük tefsir mirasını incelemek yer almaktadır.daha öz bir ifade ile: bu bütüncül yaklaşımın bir yatay,bir de dikey boyutu vardır.yatay boyutu;23 yıllık vahiy sürecini,esbab-ı nuzül ve konu ile ilgili ayetlerin tamamını dikkate almaktır.dikey boyutu ise,Kur’ân’ın nazil olmasından günümüze kadar,nesilden nesile Kur’ânı anlama ğayretlerinin sonucu olarak ortaya konan Tefsir litaratürünü dikkate almaktır.     

Selam ve saygılarımla..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            


0 Yorum - Yorum Yaz


BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

   İslam İlimlerinin ana kaynağı şüphesiz, Kur'an-ı Kerim’dir. Şöyle bir baktığımızda aslında Kur'an-ı Kerim, kendisinin üzerinde düşünülmesini, anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyen, netice de yaşanılır kılınmasına muhataplarına teşvik eden vahiy mahsulü bir kitaptır. Bu gerçek kur’anın birçok ayetinde açıkça zikredilmektedir. İslam'ın ilk üniversitesi masabesinde olan mescitlerin varlığı dikkate alındığında Kur'an-ın anlaşılmasına yönelik ilimlerin ilk nüveleri bu kurumlarda atılmıştır diyebiliriz. Aslında bütün Kur'an ilimleri,Kur'an-ın anlaşılması açısından değerlendirildiğinde bu ilimlerin ilk başta içiçe geçmiş bir halde bulundukları bir hakikattır.Çünkü hepsi aynı gayeye yönelmişlerdir.Kur'an ilimlerine yönelik tedvin ilminin hicri 2.asırda başladığını dikkate aldığımızda ana merkezde Kur'anın olduğu görüşünün alimler nezdinde ittifakla kabul edildiğini ve buna bağlı olarak Kur'an ilimlerinin ilk tedvin edileninin tefsir ilmi olması pek tabii bir olgu olarak olarak görülüyor.Dolayısıyla tefsir ilmi daha özel bir alanda ve daha özel bir gaye ile Kur'an-ı Kerim'e yönelir.Kur'an ilimleri ise daha genel bir alanda ve daha genel bir gaye ile Kur'an-ı Kerim'i anlamak isteyen ihtisas sahibi ile okuyucuya fikri zemin ve altyapı hazırlar.İslam ilimleri, İslam'ın tabiatından çıkan,Kur'an ve Sünnetten kaynaklanan ilimlerdir.İslam ilimleri tabiriyle Müslümanların varolşlarının gereği olarak ,konusu,amacı ve yöntemi doğrudan İslam'ı anlamaya ve yaşamaya yönelik bizzat Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ,ilmi faaliyetlerin veya oluşturulan ilmi disiplinlerin tamamını kastediyoruz.İçerik olarak tefsir,tefsir tarihi,hadis,hadis usülü,fıkıh,fıkıh usülü kapsayan bu ilimlere ''beyan'' tabiride ıtlak edilir.Müslüman öznenin ortaya koyduğu dini bilgiler,mutlak olmayıp özneldir ve dinin kendisiyle özdeşleştirilemez.Dolayısıyla ''İslami'',''dini'veya ''şer'i'' nitelemesi,İslamla veya dinle olduğu anlamında bir nitelemedir.Şer'i ilimlerin kapsamı ise Hz.Peygamber'den öğrenilenlerle sınırlandırılmayıp,Hz.Peygamber'den öğrenilen veya ondan öğrenilene dayalı olarak elde edilen ilimleri kapsayacak şekilde geniş tutulmuştur.Bu suretle kelam,mantık da bu ilimler kategorisine dahil edilmiştir.Bu arada yardımcı İslam İlimleri veya dolaylı dini bilimler adını verdiğimiz dini metinleri anlaşılmasına yardımcı olan alanlarda gelişmiştir. Hicri 2.asrın ortalarından önce yaklaşık olarak hicri 143 yılına kadar devam eden zaman diliminde İslam ilimleri tek bir çatı altında toplanıyordu. Bu tarihten sonra ilimler tasnif edilmeye başlandı.Her ilim için kendi içinde litaratürü ve tarihi oluştu diyebiliriz.Esasen ilk dönemde ilmin kapsamına Kur'an ve hadis hakkındaki bilgilerle fıkıhla ilgili dini bilginin girdiği anlaşılmaktadır.Fakat sonraları, Hadis ehlince,ilim kavramıyla daha çok hadis kastedilmeye başlandı.Fıkıh,kelam ve tefsir terimleri,daha sonraki dönemlerde,bağımsız bir bilim dalı anlamında teknik anlamlarını kazandılar.İslami ilimlerin doğuşunu etkileyen iç ve dış etkenleri dikkate aldığımızda meydana gelen toplumsal değişme ve gelişme din alanındaki kurumlaşmanın farklılaşmasını ve siyasi-dini hareketlerin ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir.Hem siyasi ve itikadi mezhepler hem de fıkhi mezhepler bu sürecin doğal sonuçları olarak ortaya çıktılar.İslam ilimleri bu düşünce ekollerinin etkili olduğu havzalarda ve kültür merkezlerinde ortaya çıktı ve gelişti diyebiliriz.Neticede kur’an merkezli bu ilmler her biri diğerini tamaladı ve bugün de bu ilimlerden faydalanmanın üst seviyede olması gerektiği insanlığın sorunlarına kur’an ana merkezde olmak üzere İslam ilimleri ışığında çareler aranması gerektiği aşikardır.


0 Yorum - Yorum Yaz


 

                                              ADEM ORHAN

                               YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

                                   ÖĞRENCİ NO:13912738

                                   BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

           Bilgi araştırma, gözlem ve öğrenme yoluyla elde edilen gerçeklik demektir.

           Bilgi bütünlüğü kavramı ile ne kastedildiğini ele almadan önce " bütün-bütünlük " kavramı üzerinde durmak yararlı olacaktır.

           " Bütün" kelimesi Türkçe'de tam,eksiksiz,parçalanmamış,parçalandığında hüviyeti değişen,bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade etmektedir. "Bütünlük " ise bütün olma hali anlamındadır.

             Bilginin bütünlüğü;bilginin saklanması veya açık/kapalı iletişim ağlarından iletimi sırasında içerik açısından her hangi bir değişime uğratılmamış olması, özgün halinde korunması demektir.

            Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek, tam ve eksiksiz kavrayabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek bütün fertleri ile ele almak gerekir. Böyle bir davranış yanlışanlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Örneğin insanın ne olduğunu kavrayabilmek için onun tabiatla, diğer yaratılmışlarla ve onu yaratan ile ilişkisini bilmek gerekir. Onu sadece canlı bir varlık olduğunu bilmek tam bir bilgi değildir.

            Aynı şekilde Kuranı Kerim ve sünnetin doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınmaları gerekir. Çünkü bir yerde kapalı olan ifade başka bir yerde açık, muhtasar olarak verilen fikir, diğer tarafta tafsilatlı, bir yerde mutlak olan başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilir. Örneğin; Enbiya Süresi'nin 74.ayetindeki ( Lut'a da hüküm ve ilim verdik. Onu çirkin işler yapan kasabadan kurtardık ) الخبائث kelimesi, kötü, bayağı işler anlamına gelmektedir. Kötülüklerin neler olduğu konusunda bu ayetten kesin bir bilgi edinememekteyiz. Çünkü kelime genel anlamlı olup, kapsadığı şeyler, son derece çeşitlidir. Ama Kur'an, bu kötü fiillerin neler olduğu hususuna diğer surelerdeki pasajlarda açıklık getirmekte ve bunların kadınları bırakıp erkeklerle temasta bulunma, yol kesme, peygamberi yalanlama ve onu yurdundan çıkarma tehdidinde bulunma gibi fena işler olduğunu bize bildirmektedir.

             Sünnetin anlaşılmasında da durum bundan farklı değildir. Sünneti bir bütün olarak ele almayanlar birbiriyle çelişkili görünen bazı hadisleri gördüklerinde hemen inkara kalkışırlar. Buna en güzel örnek bazı insanların, büyük küçük bütün müslümanların ezberlediği en meşhur hadisi reddetmesidir. Buda Abdullah b.Ömer ile bir çok kimsenin rivayet ettiği, " İslam beş temel üzerine kurulmuştur." hadisidir. bunların kanıtı ise şudur :" Hadis, İslam'da önemli olmasına rağmen cihadızikrekmemiştir. Buda, onun uydurma olduğunu gösteren bir delildir." Bu kişilerin mantığı eğer doğru ise; Yüce Allah, kitabında müminlerden, takva sahiplerinden, Rahman'ın kullarından, iyi kimselerden, ihsan sahiplerinden, akıl sahiplerinden ve daha bir çok kimseden övgü ile bahsedip, onlara büyük mükafatlar vadettiği halde,onların vasıfları arasında cihadı zikretmediği için bu kimselerin bu Kur'an ayetlerini de reddetmesi gerekir. Gördüğümüz gibi bu kimseler sünnete bir bütün olarak yaklaşmadıklarından dolay bu hataya düşşlerdir. Şayet sünneti bir bütün olarak ele almış olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Çünkü nice hadis-i şerifte cihadın farziyetinden ve faziletinden bahsedilmektedir.

              Bu anlattıklarımızdan anlaşıldığı gibi; konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım ise yanlış sonuçlara götürür.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


İBRAHİM UÇAN                                                                                                                                                 13912777                                                                                                                                      YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

Bilgi Bütünlüğü

Bilgi", günlük hayatta sıkça kullandığımız bir kelimedir: "bilgili insan", "bilgi güçtür", "bilgi edinme hakkı", "ilmî bilgi" gibi. Bununla beraber, bilginin ne olduğunu ve elde ediliş yollarını pek düşünmeyiz.

Bilgi, en basit tarifiyle, varlık hakkında insan zihninde oluşan şeydir. Burada bir başka soru akla gelmektedir. Varlık, var olan her şey ise, varlık hakkındaki bilgi bir bütün olarak varlığın genelini mi, yoksa tek tek var olan ve varlığın parçaları olarak eşyaların her birini mi ifade etmektedir? Bu sorunun cevabı da varlığın nasıl algılandığıyla alâkalıdır.

Geçmiş yüzyıllarda gerek İslâm âleminde, gerekse diğer coğrafyalarda varlık bir bütün olarak ele alınmış; ilim adamları ve mütefekkirler, matematikten fiziğe, tıptan astronomiye varlığın her alanıyla ilgilenip, insan ve kâinat arasındaki münasebetin bütünlüğüne vurgu yapmışlardır. Sadece İbn Sina'nın eserlerine baktığımızda bile, onların geniş bir bilim ve felsefe alanını içine aldığını görürüz. Meselâ; El-Kanun fi't-Tıp (Tıp), Kitabü'l-Necat (Metafizik) , Risale fi-İlmü'l-Ahlâk (Ahlâk), Kitabü'ş-Şifa (Mantık, Matematik, Fizik ve İlâhiyat).

İlk bakışta birbiriyle alâkasız konularda gibi görünen bu eserlerin, aslında varlığın bütüncül bir şekilde algılanmasından dolayı birbiriyle iç içe ve entegre olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum Aydınlanma dönemine kadar devam etmiştir.


Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu bilim anlayışında, varlığı anlama adına daha detaylı konular çalışılıp derine inilirken, varlığın birbiriyle, en önemlisi de insanla olan bağlantısı ihmal edilmektedir. Neticede varlık âlemi bir bütün olarak görülememekte, elde edilen "parçalanmış bilgi", teknolojiyi ilerletme dışında insanoğlunun pek de işine yaramamaktadır.

Aslında bilimlerin dallandırılması menfî bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mânâ münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Yüce Yaratıcı'nın (celle celâluhu) ilim, kudret, hikmet ve sanatını mikro ve makro âlemlerde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

Son yıllarda bu durum, başta Batı olmak üzere, dünyada yaygın şekilde tenkit edilmeye başlanmış ve bunun neticesinde, farklı bilim dalları arasında etkileşimi ifade eden "disiplinler-arası çalışma" kavramı ortaya çıkmıştır. Yani iktisat tarihle, tarih sosyolojiyle daha yakınlaşır olmuştur. Aynı şekilde fizik, kimya ve biyoloji de birbirlerine giderek daha fazla yaklaşmıştır. Meselâ fizik, kimya, biyoloji gibi farklı sahalarda, çalışmalar nano-teknoloji boyutunda yürütüldüğünde, bu bilimler arasındaki sınırlar kalkmaktadır. Dolayısıyla, eğer varlık âlemine, Yaratıcı (celle celâluhu) hesabına bakmayı başarabilirsek, ilimler arasındaki bu yakınlaşma bizi bütüncül bilgiye götürecektir.

Günümüzde ilmî çalışmalar, varlığın daha küçük parçasına ait bilgi edinmek mânâsına gelen "parçalanmış bilgi" yerine, daha "bütüncül bilgi"ye doğru değişim göstermektedir. Bu ise, fiziki âlemin daha bütüncül bir şekilde incelenmesi ve anlaşılması neticesini doğurmaktadır. Bir başka ifadeyle, bugüne kadar yan yana incelenmesi "bilimsel" kabul edilmeyen üç temel varlığın, yani insan, dünya ve uzayın bir arada ve bir bütün olarak incelenmeye başlanması mânâsına gelmektedir. Tıpkı İbn Sina ve çağdaşlarının zamanında olduğu gibi. Oysa bu hakikat, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından "ilmin kapısı" yani referans/başlangıç noktası olarak vasıflandırılan Hz. Ali'nin (ra): "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı." sözüyle asırlar önce ifade edilmişti. 



0 Yorum - Yorum Yaz




BU ÖDEV ALDIĞI KAYNAĞI İŞARET ETMEDEN ALINARAK GÖNDERİLMİŞ.
MÜELLİF DR. ÖMER BUZEYNE EPOSTA ADRESİME BU MEKTUBU İLETTİ:

السلام عليكم ورحمة الله وبركاته

حضرة الأستاذ الدكتور أحمد نديم سرنسو   المحترم

تحية طيبة يشرفني التواصل مع حضرتكم،

وأسأل الله لكم التوفيق والسداد في مسعاكم الفكري والدعوي، ولأشقائنا  وأحبابنا في تركيا الشامخة.

نشرت السيدة   F. D.    التي قدمت نفسها كطالبة ماجستير؛ مقالا بموقعكم بعنوان: وحدة المعرفة (باللغة العربية) بتاريخ: 5/12/2014

والمقال عبارة عن انتحال كامل (دون زيادة أو نقصان) من رسالتي للماجستير التي كانت بعنوان: (تصنيف العلوم في الفكر الإسلامي وآثارها في التوجيه الحضاري)، التي ناقشتها عام2011 ، وانتحال السيدة كان  من الفصل الرابع (الأبعاد الحضارية في فلسفة تصنيف العلوم في الفكر الإسلامي (موجود في المرفق) وباللون الأصفر ،..

وقد نشرت سابقا بعض الأجزاء من رسالتي على موقع إلكتروني اسمه veecos وتم حجب الموقع لاحقا، ولست أدري إن تم الانتحال منها أوتم الحصول على الرسالة بطريقة أخرى.

ما أود إبلاغكم به هو ُ أنني بصدد نشر رسالتي للماجستير؛ وحيث إنه لا يجوز في عرف التحكيم العلمي أن  يكون شيء من المحتوى مطابقا لما هو موجود على النت، فإنني ألتمس من فضيلتكم سحب المقال أو إثباته كله لصاحبه الأصلي (المتحدث)، أو أي طريقة ترونها مناسبة لكم ولجمهور موقعكم الكريم

.

تقبلوا تحياتي الأخوية أستاذنا الكريم.

كل التقدير والاحترام لكم، ولجهودكم الطيبة.

أخوك وتلميذك: د/ عمر بن بوذينة (الجزائري)

أستاذ مساعد بقسم العقيدة والدعوة- كلية الشريعة بجامعة قطر

 
 
 
 
 


وحدة المعرفة :
 
 

د/ عمر بن بوذينة
الشمول هو مسلك معرفي يضمن إلى حد بعيد السداد في الوصول إلى الحق، لأن الحقيقة مخفية وراء أسباب، وبقدر الإحاطة بتلك الأسباب يكون التوفيق في الكشف عنها 
(1) وبقدر ما كان البحث متصفا بالجزئية؛ كانت الأحكام النهائية جزئية أيضا. ولهذا جاءت نصوص القرآن الكريم لتوجيه العقل إلى النظر الكوني.

فالشمولية هي مطلب أساس، والمنهج الشمولي يظل ضرورة للعقل المسلم؛ مادام نداء القرآن الكريم يروم ذلك.
قال تعالى:  ((قُلِ انظُرُواْ مَاذَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ)) 
(2)
((قُلْ سِيرُواْ فِي الأَرْضِ ثُمَّ انظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ)) 
(3)
((قلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ)) 
(4)

دعوة قرآنية صريحة لبحث عناصر الكون ومادته الطبيعية، وقراءة واستيعاب الأحداث التاريخية وفهم تراث الناس من الأديان والمذاهب.
فهذا الفكر الشمولي في النظر، وتقصي الحقائق؛ الذي جاء به القرآن الكريم ودعا إليه؛ ظهر جليا عند علماء التراث العلمي الإسلامي في تصنيف موسوعاتهم العلمية، وفي اهتمامهم الموسوعي بشتى أنواع الفروع العلمية.
يقول "طاش كبرى زادة" في بداية موسوعته في تصنيف العلوم أن المسلمين بحثوا عن الحقيقة في مستويات الوجود الأربع: الوجود العيني في الواقع، والوجود الصوري في الذهن، والوجود اللفظي في العبارة، والوجود الخطي في الكتابة. وتابـع تصنيفه على أساس ذلك في إحصائه لثلاثمائـة علم. 
(5)

ولا عجب عندئذ في أن يخلف هذا النمط من التعليم المتسع رجالا قطعوا أعمارهم في طلب التمكن من أغلب العلوم العقلية والنقلية، ومن هؤلاء الأعلام جل فلاسفة الإسلام. (6) ولم تكن الموسوعية طابع التعليم أو طابع التكوين الذي حصله أعلام الفكر الإسلامي؛ بل كانت أيضا طابع التأليف، فصنفت الموسوعات التي تتناول العلمين فأكثر، أو تتناول الموضوع الواحد من جميع جوانبه القريبة والبعيدة، وتكاثر التأليف الموسوعي بتكاثر الإنتاج في العلوم؛ سدا للاحتياج المتزايد إلى المصادر التي تجمع بين دفتيها مجمل هذه المعارف المتنوعة، فتوجه اهتمام العلماء وفلاسفة المسلمين إلى معارف الوجود بحثا واستقصاء لجميع مناحي هذا الوجود، وأقاموا على جميع أجزائه التي بحثتها مختلف العلوم بالدراسة والتمحيص.

وهكذا فإن من مقتضيات الشمولية الموضوعية أيضا؛ أن يتجه الفكر الإسلامي بالبحث والتقصي لكل مظاهر الكسب المعرفي الإنساني العام، فتكون علوم الأوائل والأواخر ومذاهبهم وأديانهم وكسوبهم الثقافية جميعا مبسوطة لنظر العقل دون حجرا أو استبعاد لشيء منها، والتعرف إليه يسفر عن الانتفاع بما هو حق مفيد، ومنه ما هو باطل ضار. والنظر فيه والتعرف إليه يسفر عن الانتفاع بما هو حق، وعن التحوط مما هو باطل ضـار أن يكـون له تسرب إلى المسلمين بشكل أو بآخر. (7)

فقد كان إذن من مقتضيات المنهجية العلمية الإسلامية؛ عدم النظر إلى المعرفة كشذرات وأجزاء متفرقة متقطعة؛ كل منفصل عن الآخر ولا يجمعها نظام متسق، بل على العكس من ذلك اتجهت المنهجية الإسلامية في تصنيف العلوم مثلا إلى الجمع والربط بين أجزاء الوجود الكوني رغم تباينها في كل متوحد وواحد.

وكان من إفرازات المنهج الشمولي؛ منهج وحدة المعرفة التي تربط بين أجزاء الكون، وبين شرائح الوجود الاجتماعي والإنساني -رغم الاختلاف– في سياق واحد، وذلك في تناغم مع حكمة الخالق من الوجود والخلق.
فوحدة المعرفة تتلخص: في أن الوجود الكوني وحدة مترابطة المرافق والأجزاء؛ فلا تستقيم أي معرفة جزء منه إلا ضمن قاعدة واسعة من البصيرة العلمية بالدائرة الكونية كلها. 
(8) وكانت هذه الوحدة نتيجةَ طبيعة َلتوحيد المبدأ الإلهي؛ الذي هو أساس جميع "الألغاز الكبرى" القديمة الموجودة كفكرة مركزية في جميع الحضارات التقليدية. (9)

فالتوحيد هو أساس العقيدة الإسلامية وركنها الأصيل، وهو الأصل الذي يبنى عليه الإيمان بوحدانية الله تعالى ذاتا وصفات، ومبدأ في الخلق ومدبر للكون، ومنتهى لكل الكائنات في المصير.
فعقيدة التوحيد توجه معتنقيها في ممارسة حياتهم فكرا ووجدانا وسلوكا؛ توجيها تطبعه الوحدة؛ بحيث يصير كل نشاط ذهني أو عملي دائر في بنيته وغايته على قانون من الوحدة؛ التي تتآلف بها المختلفات، وتتوحد بها المقاييس، وتلتقي بها المشارب على هدف مشترك.

والفكر التوحيدي يفسر الكون في كثرة موجوداته وتعدد حوادثه على نمط وحدة الأسباب ووحدة القوانين، وما يقع في هذا الكون الفسيح إنما هو راجع إلى نواميس مشتركة ضمن إطار واحد تشترك فيه كل الأجزاء في وحدة الأصل، ووحدة الغاية والمصير .
ولهذا فالوحدة الغائية هي صبغة لمنهجية الفكر العلمي الإسلامي في بحثها المادي عن قانون الوجود وحيثياته، والبحث عن الحقائق؛ بشروطه المتعلقة بالطرق والأساليب الموصلة -من الناحية المنهجية- إلى الحق.
ولهذا نزع كثير من مصنفي العلم في تمثيل ذلك التوحيد؛ الذي كان يتقوم به الفكر الإسلامي فقد كانت تلك العلوم تدور حول غاية موحدة، والفكر الذي أنشأها مشدود إلى تلك الغاية.
فما نراه من العلوم والمعارف المستقلة بعضها عن بعض؛ ليست في حقيقتها إلا أجزاء، أو أعضاء مترابطة من بناء هذا الهيكل الكوني كله، فهي في الحقيقة ليست -كما يتوهم- مستقلة عن بعضها
(10)، بل إن بينها من التمازج والتداخل والتفاعل؛ ما يجعلك لا تحيط علما بأي منها إلا على ضوء ما قد يبصرك به المجموع الكلي لذلك الهيكل الكوني الشامل. (11)

وعلى هذا (عقيدة التوحيد والفكر التوحيد) انطلق المسلمون في صناعة حضارتهم؛ التي بنوها بمعارفهم الكونية والإنسانية وفق هذا المنهج، فصاغوا الحياة الإنسانية وقدروا تصاريفها وباشروا المادة الكونية يفسرونها بمقتضى القانون العلمي، فنشأت الحركة العلمية وتطورت في سياق الغرض والتوجه الديني الإسلامي، فكان التوحيد في المنهج، وكان التوحيد في العمل (المادي والروحي) الذي أثمر حضارة إسلامية رشيدة.
والمتأمل في الفكر الإسلامي اليوم ؛ يجد أن التوحيد السببي قد ضعف فيه إلى حد كبير، فغدا في الغالب فكرا يكَلّ عن النفاذ إلى العلة المشتركة عند بحثه في الظواهر؛ فلا يدرك أسبابها الحقيقية، ويفسرها تفسيرات غير صحيحة ... إن خاصية التوحيد في الفكر بمعناها المنهجي تظل عنصرا أساسيا من عناصر السداد فيه، تتوقف عليها إلى حد كبير كفاءة التقديرات الإصلاحية في تحريك الحياة الإسلامية نحو النماء، ذلك لأن هذه الكفاءة لا تتوفرإلا بخطط تبنى على الإدراك للأسباب وتوجيه الغايات.

تلك الخطط المتوجهة إلى محاصرة الشتات الذهني للعقلية الإسلامية الحاضرة، التي اتسمت -في مقابل الشمولية- بالانتقائية وتجزيئ المادة المعرفية؛ تجزيئا نهائيا في صورة ذلك التكريس العلماني القائم على مبدأ الفصل بين الشريعة والحياة.

الهوامش:
(1)ـ عبد المجيد النجار، فقه التحضر، ص 71 .
(2)- سورة يونس، الآية : 110 .
(3)-.سورة الأنعام، الآية : 11.
(4)- سورة البقرة، الآية : 111 .
(5)- طاش كبرى زادة، مفتاح السعادة ومصباح السيادة في موضوعات العلوم، ج1، ص 75 .
(6)-  طه عبد الرحمان، تجديد المنهج في تقويم التراث، ص 91
(7)- عبد المجيد النجار، عوامل الإشهاد الحضاري، ص 153 .
(8)- محمد سعيد رمضان البوطي، منهج الحضارة الإنسانية في القرآن الكريم، ص 122 .
(9)- سيد حسين نصر، مقدمة إلى العقائد الكونية الإسلامية، ص 14 .
(10) (11)-  محمد سعيد رمضان البوطي، المرجع السابق، ص 122.

  

0 Yorum - Yorum Yaz



BİLGE EVLİ

13952752

BİRLEŞİK DOKTORA

ESBAB-I NUZÜL  


                İslami terminolojide genel olarak el-ilim ve el-marife terimleriyle ifade edilen bilgi; daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak tanımlanır. Aynı şekilde sonuç olarak “bilinmiş” olduğu için bilginin ‘malumat’ kelimesi ile de karşılandığı görülür.(D.İ.B. İslam Ansiklopedisi c.6 s.157)

               Kuran-ı Kerim‘de bilgi, en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir. İlahi mesaj olarak ilim başlı başına kanıt olma özelliği de taşımaktadır: “sana ilim geldikten sonra onların heveslerine uyarsan…"(bakara 2/120,145) ayetindeki ilim ile “ey insanlar, size rabbinizden bir burhan geldi…” (Nisa 4/174) ayetindeki burhan kesin ve kanıtlanmış bilgiyi ifade eder.

Kuran-ı Kerim’in bilgi kaynağını, vahiy başta olmak üzere duyular, akıl yahut bunun ötesinde kalbi sezgi olarak tesbit ettiği görülmektedir. Kuran’da yer yer göz, kulak ve kalbin birlikte anılması yanında kalbin akledici fonksiyonunun vurgulanması dikkat çekicidir. (Araf 7/179; Yunus 10/31; Nahl 16/78; İsra 17/36; Hac 22/46; Secde 32/9; Casiye 45/23)

                İslam düşünce tarihinin büyük sentezcilerinden Gazzali kelam ,felsefe ve tasavvufun temel yaklaşımlarını tek bir sistem halinde birleştirmiş görünmektedir. Akıl, duyu ve ilham gibi bilgi kaynaklarını tenkid etme çabası en güçlü ve sistemli bir şekilde bu düşünür tarafından gösterilmiştir. Gazzali’nin tasnifine göre bütün bilgi türleri kesin bilgiler (yakıniyyat), kanaatler (itikadat) ve zanni bilgiler (zanniyat) olmak üzere üç esaslı terim altında toplanır.

                İslam Kültürünün başlangıç aşamasında konuya nasıl yaklaşıldığına bakacak olursak; sahabe ve onları izleyen dönemde “ilim” denen bilgi türü, Kitaptan ve sünnetten doğrudan alınan bilgidir. Bunların anlaşılmasından doğan bilgi ise daha çok “fıkıh” olarak bilinir. Bu dönemde İslam ilimleri tek bir çatı altında toplanıyordu. Yaklaşık olarak hicri II.asırdan sonra ilimler tasnif edilmeye başlandı. Bu tasnif şu başlıklar altında oluştu: kelam, fıkıh, hadis,tefsir.

                İslami ilimler dediğimizde bilginin 2 temel kaynağı vardır ki bunlar: Kuran ve Sünnettir. Bu iki kaynaktan beslenen bilgi türleri muhakkak ki bütünlük arzedecektir. Bir diğer tabirle İslami ilimler kaynağı dolayısıyla “kullun la yetecezze” tarifine tam olarak uygunluk göstermektedir.

                “Bilginin bütünlüğü” kavramını tefsir bağlamında ele alacak olursak; fıkıh, hadis, tarih, dil bilimi, siyer v.b. bilim dalları ve alt başlıklarının bilgisine sahip olmadan tefsir ilmi hakkında söz söylemenin kolay olmayacağını belirtmek gerekir. Tefsir ilmi; kelam, hadis, fıkıh ilimlerinde olduğu gibi ana gayesi Kuran’ın anlaşılması olması dolayısıyla, İslami ilimlerde bilginin bütünlüğü ilkesini aynı amaca hizmet ediyor olmaları da desteklemektedir. İslami ilimler tek bir Kelam’ı açıklamak için çaba sarfetmişlerdir.  Dolayısıyla da İslam’da bilginin bütünlüğü esastır. Bunun en iyi örnekliğini mütekellim, muhaddis, müfessir,mutasavvıf kimliklerini şahsında toplayan Gazzali’de görmekteyiz.



0 Yorum - Yorum Yaz


Hamdi KARANFİL

Öğrenci No: 14912718

Tezli Yüksek Lisans

 

BİLGİNİN  BÜTÜNLÜĞÜ

İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve el-ma‘rife terimleriyle ifade edilen bilgi daha ziyade bilen (özne) ile bilinen (nesne) arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır. Bilgide kesinliği ifade etmek üzere kullanılan yakīn terimine karşılık zan, şek (şüphe-reyb), vehim gibi terimler de bilgide kesinliğe yaklaşılan veya uzaklaşılan durumları ifade etmek üzere kullanılır. Bilginin tam zıddı olan bilgisizlik ise cehl kelimesiyle ifade edilir.  İlk İslâm filozofu Kindî, bilgiyi “eşyanın hakikatleriyle kavranması” şeklinde tarif etmektedir. Fârâbî’ye göre bilgi, “varlığı ve devamlılığı insanın yapıp etmelerine bağlı olmayan varlıkların mevcudiyetiyle ilgili olarak akılda kesin hükmün hâsıl olmasıdır.” İhvân-ı Safâ’nın bilgi tarifi ise “bilenin zihninde bilinenin formunun oluşması” şeklindedir. Bilgi, en basit tarifiyle, varlık hakkında insan zihninde oluşan şeydir.

Kur’ân-ı Kerîm’de bilgi (ilim), en sık kullanılan anlamıyla ilâhî vahiyden kaynaklanan yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir. Bilgi problemi açısından bakıldığında Kur’an’ın bilgi kaynağını, vahiy başta olmak üzere duyular, akıl yahut bunun ötesinde kalbî sezgi olarak tesbit ettiği görülmektedir. Kur’an’da yer yer göz, kulak ve kalbin (bazan “fuâd” şeklinde) birlikte anılması yanında kalbin akledici fonksiyonunun vurgulanması dikkat çekicidir

Kur’ân-ı Kerîm’e bilginin değeri açısından bakıldığında “bilgide kesinlik” mefhumunun öne çıktığı görülür. İlme’l-yakīn (kesin zihnî bilgi), ayne’l-yakīn (kesin, açık seçik gözlem), hakka’l-yakīn (kesin tecrübe, bilginin yaşanarak tahakkuku) terimlerinin geçtiği âyetler bu bakımdan dikkat çekicidir. Zan, şek ve reyb terimlerinin de yine “kesinlik” kavramıyla ters yönden alâkalı olduğu hemen farkedilebilir  Ayrıca bilginin hissî veya aklî idrakle ilişkisini gösteren veya bu iki çeşit idraki özdeş kılan şuur, fehm ve fıkh gibi terimlere de dikkat çekilmelidir  Kur’ân-ı Kerîm’deki duyma, algılama, düşünme, kavrama, bilme ve inanma hadiselerine ait çok sayıda âyeti bilgi kavramı açısından yorumlamak mümkündür. Bu âyetler, bilgi hakkında ortaya atılabilecek meselelerin disiplinli ve sistemli bir şekilde tahlilini mümkün kılar.

Kaynakları, değeri ve objeleri ne olursa olsun dinî, felsefî, ilmî, teknik ve amiyane bilgiler genel bilgi kavramının belli derece ve tarzlarıdır. Bu anlamda bilgi insanlık kadar eskidir veya bir özne olarak insan var olduğundan beri ona ait bilgi hep var olmuştur

"Bilgi" kelimesi akademik hayatta oldukça sık kullanılır. Bilim adamları ve araştırmacılar, bulundukları üniversite veya araştırma merkezinde, kendi sahalarında bilgi üretirler.Bilimi, bilim insanları tarafından inşa edilen bir duvara benzetirsek, bilgi parçaları bu duvarı oluşturan tuğlalara benzer.Batı'da 17–18. yy'larda Aydınlanma dönemiyle başlayan önemli bir başka gelişme ise, bilim ve düşüncenin (felsefenin) birbirinden ayrılmasıdır. Bu da din ile bilimin ayrışmasına, hattâ birbirleriyle çatışır gibi algılanmasına sebep olmuştur. Bu şekilde gelişen yeni kâinat algısında ise, Tanrı yerine "akıl", İlâhî bilgi yerine "bilimsel bilgi" konmuştur.

Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu bilim anlayışında, varlığı anlama adına daha detaylı konular çalışılıp derine inilirken, varlığın birbiriyle, en önemlisi de insanla olan bağlantısı ihmal edilmektedir.

Neticede varlık âlemi bir bütün olarak görülememekte, elde edilen "parçalanmış bilgi", teknolojiyi ilerletme dışında insanoğlunun pekde işine yaramamaktadır.

Aslında bilimlerin dallandırılması menfî bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mânâ münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Yüce Yaratıcı'nın (celle celâluhu) ilim, kudret, hikmet ve sanatını mikro ve makro âlemlerde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır. Dolayısıyla, eğer varlık âlemine, Yaratıcı (celle celâluhu) hesabına bakmayı başarabilirsek, ilimler arasındaki bu yakınlaşma bizi bütüncül bilgiye götürecektir.

Günümüzde ilmî çalışmalar, varlığın daha küçük parçasına ait bilgi edinmek mânâsına gelen "parçalanmış bilgi" yerine, daha "bütüncül bilgi"ye doğru değişim göstermektedir.

 

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    21.12.2014

Ahmet YILMAZ - 13912772

 

Aristoteles’e göre bütün insanlar doğası gereği bilme eğilimine sahiptir. “Bilme eğilimi” yalnızca bilmeyi istemeyi değil, bu istemenin istediğini elde etmesini, yani kısaca bilmeyi de içermektedir. O zaman insan doğal olarak bilebilen, bilmeyi bilen bir varlık olmaktadır. Türkçede birçok fiil kökünün sonuna eklenen bilmek (yapabilmek, görebilmek… vb.) bilmenin insanın bir olanağı, aynı zamanda bir erki, bir gücü olduğunu çok iyi anlatıyor.[1]

Bilgi sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat, insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü[2] demektir.

Felsefi olarak ise bilgi öznenin amaçlı yönelimi sonucunda, özne ile nesne arasında kurulan ilişkinin ürünü olan şeydir. Nesnelere yönelen özne onlar üzerine düşünerek, zihinsel bir etkinlik geliştirir. Bu etkinlik sonucu kavramlara ve kavramlardan da önerme ve çıkarımlara varılır.[3]

İnsanın bilgi üretmesi dış dünyadan gözlem, deney, okuma veya dinleme yoluyla veriler toplaması ve bu verileri zihinde kodlayarak malumat sahibi olması ile başlar. Ancak dış dünyadan insana ulaşan verilerin sadece zihinde depolanması bilgi değil, malumattır. İnsanın çeşitli kanallarla topladığı malumatların bilgi olabilmesi için o insana özgü bir biçime girmesi gerekmektedir. Bundan dolayı kendisine ulaşan bu hammaddeyi işleyebildiğinde; kendince anlamlandırıp düşünce sisteminin bir parçası haline getirebildiğinde bilgi üretmiş olur. Bu şekliyle bilgi üretme, insanın duyu organları vasıtası ile kendisine ulaşan verileri kendi zihin süzgecinden geçirip kendisine özgü bir anlam yüklemesi demektir.[4]

İslam terminolojisinde genel olarak el-İlm veya el-Ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır. İlk İslam filozofu Kindi,  bilgiyi “eşyanın hakikatleriyle kavranması" şeklinde tarif etmektedir. Farabi'ye göre ise bilgi; "varlığı ve devamlılığı insanın yapıp etmelerine bağlı olmayan varlıkların mevcudiyetiyle ilgili olarak akılda kesin hükmün hâsıl olmasıdır"[5]

Kur’an-ı Kerimde bilgi; en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir.

Bilgi bütünlüğü ise, söz konusu bilginin özünde yer alan veriye ilişkin temsili “güvenilirlik” olarak tanımlanmaktadır.  Diğer bir ifade ile bilgi bütünlüğü, bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür.[6] Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.[7] Dolayısıyla bilgi bütünlüğünün zeminini bilginin doğruluğu ve güvenilirliği teşkil etmektedir.

İslami bilgi sisteminde, bilgi denilince akla iki tür bilgi gelir. Birincisi, “vahyin bilgisi”dir. İkincisi ise Kuran-ı Kerim mirasına konu olan bilgidir. Burada “miras” kelimesinden amaç, insanlığa indiği günden bu yana Kuran-ı Kerim’i anlamak için neş’et eden ilim mirasını ifade etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in bütünlüğü; Kur’an’ın tüm özelliklerini, Kur’an’ı tüm alt dalları ile bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kur’an-ı Kerim’i anlamlandırmada, Kur’an-ı oluşturan kelime, cümle, ayet ve sure bazında parçalara indirgeyip anlama yerine, Kur’an-ı cümleler ile oluşan bütünlük, tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, ayetler ve sureler arasındaki bütünlük, surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi topyekûn bir anlama yapılmalıdır.

Çünkü bütüncül bilgi, yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir.

Kur’an; bölümleri, bölümlerinin bünyesinde ana başlıkları ve tali başlıkları olan bir kitap değildir. Hayatı bütünüyle kucaklayan, muhataplarının yollarını aydınlatan, onlara dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren bir kitabın, sadece belli konuları işlemesi beklenemezdi. Çünkü Kur’an-ı teşkil eden parçalar öylesine iç içedir ki, çoğu zaman birbirlerinden ayrılamaz. Bazı durumlarda herhangi bir ayetin bölümü, bir yandan o ayetin hedeflediği mana ile yakından ilgili iken, öte yandan başka ayetlerle irtibatlandırıldığında tali derecede tamamen farklı bir hedef gözetilebilmektedir. Kur’an tekrar tekrar okununca, en küçük birimi olan, harflere, kelimelere, yan cümlelere, cümlelerden oluşan ayetlere ve bu ayetlerin oluşturduğu daha büyük pasajlara kadar her Kur’an parçasının başlı başına görevler yüklendiği gibi, Kur’an bütünlüğü içinde, birbiriyle bağlantılı bir yapı oluşturduğu gözlenir. Kur’an’ı herhangi bir aygıta benzetirsek, sözünü ettiğimiz irili ufaklı bu parçaları, aygıtı oluşturan a,b,c,ç gibi öğeler olarak düşünebiliriz. Bu parçalar tek başlarına muayyen bir rol üstlenmekle birlikte onların aygıtının tümünün ahenkli çalışmasını sağlayan fonksiyonları vardır. Dolayısıyla Kur’an’ın parçaları, yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Çünkü bir yerde kapalı olan ifade, başka bir yerde açık, bir yerde kısa olarak verilen fikir, diğer tarafta tafsilatlı, bir yerde genel olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilmektedir. Buna ilaveten, aynı kökten türeyen kelimeler, değişik ortamlarda farklı anlamlar kazandığı gibi, kök itibari ile büsbütün farklı olan kelimeler birçok yerde aynı anlamı vurgulayabilmektedir.  Zemahşeri Kur’an’ın, tek bir söz hükmünde olduğunu ifade ederken, onun, bir bütün olduğunu ve bu bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Hepsinden daha önemlisi, Allah Resulü, En'am suresinin 82. ayetindeki ZULÜM (ظُلْمٍ) kelimesini, Lokman Suresi’nin 13. ayetiyle açıklarken ayetleri tek başına ele almanın zaman zaman Kur’an zihniyetine uygun düşmeyen sonuçlara varacağını, dolayısıyla ifadeleri, Kur’an’ın bütünlüğüne arz etmenin gerekli olduğunu, ashabının şahsında bütün Müslümanlara öğretmiştir.[8]

Bu yüzden Kur’an tek başına doğru bilgiye ulaşmamız için yeterli değildir. Allah’ın muradını anlamak için sahih sünneti de dikkate almak durumundayız. Ayetlerin sebeb-i nüzulünü bilmeden, ashab-ı kiramdan gelen rivayetleri dikkate almadan sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız. Kur’an’ı anlamaya çalışırken üzerinde hassasiyetle durulması gereken diğer bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır. Kur’an, Arapçanın imkânları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit gibi edebî tarzları kullanmaktadır. İşte bu yüzden ilk dönem âlimlerimiz bu bütüncül yaklaşımın farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh sarf nahiv ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi eski âlimlerimizin ansiklopedik ve bütüncül bilgiye önem verdiklerini bizlere göstermektedir.[9]

Bilgi bütünlüğü, çalışmalara bütüncül bir bakışla giriş yapabilmemizi ve bu bütüncül bakış ise, bilgiyi elde ederken ve işlerken bizleri hataya düşmekten korur. İslam diniyle alakalı gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler, gerekse gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimler olsun, bütün ilimlerin girizgâhlarında o ilmin tanımı yapılırken “hata yapmama” veya “kişiyi hata yapmaktan koruma” şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Âlim olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir.

Doğal olarak Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi kolay değildir. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla giderilebilir.[10]


0 Yorum - Yorum Yaz


YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

Mehmet BİLGİN

ÖĞRENCİ NO:14912726

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 

Bilgi; doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevasıdır.

İslami terminolojide genel olarak el-ilm ve el-mari’fe terimiyle ifade edilen bilgi daha ziyade bilen (özne) ile bilinen (nesne) arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır. Aynı şekilde sonuç olarak “bilinmiş” olduğu için bilginin malumat kelimesiyle de karşılandığı görülür.

 

Bilenin, yöneldiği konuyu bütün yönleri ve alanlarıyla kuşatıp anlamasına ihata, onu tam olarak kavramasına vukuf, aynı konuda derinleşip uzmanlaşmasına da rüsuh denilmektedir.

İlk İslam filozofu Kindi, “bilgiyi eşyanın hakikatleriyle kavranması” şeklinde tarif etmektedir. 

Bütünlük ise; parçaları birbirine eksiksiz bağlı olan birliği dile getirir.  Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış v.s. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve “Fe’lem ennehu la ilahe illa’llah (Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”  Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından  kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layetecezza’ bir kül’dür. Bütünlük arz eden bu rukünler birlikteliğin menbaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamama gibi küll’i terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmakta. 

 

Bilgi bütünlüğünün, dini alandaki ilmi çalışmalarda özellikle temel ilke usulleri olan alanlarda farklı birden fazla  neticelerin doğması sorunu öncelikle haletmek gerek. Misal vermek gerekirse İslami ilimlerden herhangi birinde yapılan çalışmada elde edilmek istenen amaçlar farklı farklı olabilir. Maddi, manevi sosyal psikolojik v.s. gibi. Bana göre amaçlar faklılaştığı oranda o ilmi çalışmada bütünlük de o derce dağılır. “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen iş, aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. Başta “Allah rızasına nail olmak” idealini bir tarafa bıraktıktan sonra, ilmi çalışmalarda özellikle de dini ilimlerin gaye ve yardımcı dallarında bütünlüğü sağlayacak slogan  terkip ne olabilir? İlim dallarının hemen hemen hepsinde ille-i gaiyye  kavramı gözümüze çarpmaktadır. “Hata yapmamak”.

 

Bana göre Müslüman kültüründe bilginin bütünlüğünün omurgasını teşkil eden  bu terkiptir. Bu terkip üzere bina edilen/ edilmeye çalışılan iş bütüncül olur. Nitekim Müslüman kültürünün beslendiği değer kaynaklarımıza baktığımızda hep bu sihirli terkibe vurgu yaptıklarını görmekteyiz.

 

Tecvit ilmi telaffuz ve tilavette hata yapmamayı, Kıraat ilmi herhangi bir imama göre Ku’an-ı Kerimi okurken onun temel ölçütlerine göre hata ve telfik’e düşmemeyi, sarf ve nahiv ilimleri kelimeleri üretirken / türetirken ve cümle içerisinde dizimi yaparken hata yapmamayı, mantık ve felsefe fikir ve tefekkürde hata yapmamayı, Usulü’l-fıkıh ve fıkhın temel kaideleri, muhakeme yaparken yada dışarıdaki hayatı yaşarken ve yorumlarken hata yapmamayı amaçlar. Fıkıh ilminde, branşlaşmaya dönük çalışma yapmak isteyen kişi, fıkıh ilmiyle direk ve dolaylı olarak irtibatı olan alanlarda da yeteri oranda bilgi birikimine sahip olmayı gerektirir. Diğer bir ifadeyle anlatacak olursak, fıkıh ilminin beslendiği Ku’an, Sünnet, Kıyas, İcma’ v.d. gibi ilimlerde yeteri derecede malumat sahibi olmayı gerektirir.        

 

İmam-ı A”zam (150/792) hazretleri buyuruyor ki: “İyi bil ki, uzuvların göze tabi olması gibi amel de ilme tabidir. Az amelle ilim, çok amelle birlikte olan cehaletten hayırlıdır. Bunun içindir ki, Allahü c.c. şöyle buyurur: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Büyük fıkıh alimlerinden Süfyan es-Sevri hazretleri şöyle buyuruyor: “İlim ameli davet eder. Eğer amel geldiyse ne güzel, gelmezse ilim de göçer gider.” der.  İşte Müslüman kültüründeki bütünlük budur. İlim ile amel / amel ile ilim bütünlüğü.

 

İslamî ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım bu noktada bir  bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye, şuur ve bilincin hep melhuz olduğu görülmektedir.

 

Bilimler birliği mi Bilimsel tasnifimi? Bir alanda bilgi bütünlüğü iki şekilde sağlanabilir. Biri birden fazla kişinin teşrik-i mesayi etmek suretiyle kolektif çalışma yapmaları. Diğeri ise kişinin çalıştığı alan ile ilgili olan diğer ilimler konusunda da yeteri oranda donanıma sahip olmasıdır. Bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde bağlı hale geldiği, bir ilmi sahada yapılan ihtisaslaşmanın bir çok alanda bilgi birikimini zaruri hale getirdiği, ayrıca meşgalelerin alabildiğine sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamanın ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır.

 

Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir.

 

 

 

 

SONUÇ

                

Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç  önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere yada taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Fatih ÖRNEK

12912741

Yüksek Lisans


Bilgi nedir, sorusunun cevabını, sözlük; “insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat” şeklinde tanımlıyor.[1] Kısaca bilinen şey demek. Fakat burada bilginin, insan aklıyla sınırlandırılması durumu var. İnsan aklının erebileceği olgudan kasıt, aklın ermediği olguların bilgi olmadığı yönünde olsa gerektir. Yani vahyin bilgiden sayılmaması, ya da iyimser bir ifadeyle vahyin bu kapsamda değerlendirilmemesi durumu var.

Oysa Kur’an-ı Kerim’de bilginin (ilm) en sık kullanıldığı anlam, Allah tarafından gönderilen vahiydir. Vahiyle gelen bilgi, ilahî kaynaklı olduğu için mutlak ve objektif geçerliliği vardır, aynı zamanda da delil niteliğindedir. “Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.”[2] ve “Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.”[3] mealindeki ayetler, vahyin delil niteliğinde olduğunu vurgulamaktadır.[4]

İslâm öğretisinde, bir Müslüman için kaynak olarak ilk sırada Kur’an gelirken, Hz. Muhammed’in (sav) emir ve yasakları, tavsiye ve uyarıları, haber ve öğretileri ise ikinci sırayı almaktadır ki, buna genel itibariyle, Resulullah’ın davranışları ve yaşayışını da içine alacak şekilde sünnet denmektedir.  Sünnetin ikinci sırada gelmesi gerektiğini ise, birincil kaynak olan Kur’an bizzat söylemektedir. Hatta öyle ki; “Aralarında hüküm vermek için Allah'a (Kur'an'a) ve Resülüne davet edildiklerinde, mü'minlerin söyleyeceği söz ancak, "işittik ve iman ettik" demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[5] ve “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resülüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[6] ayetlerinde görüldüğü gibi, Allah ve Resulü beraber anılmış, ikisine birden itaat emredilmiştir. Dolayısıyla diyebiliriz ki, aslında Kur’an’ın sıralamadaki üstünlüğü kelâmullah olması hasebiyledir. Hüküm olma ve o hükme uyma yükümlülüğü açısından aralarında bir fark yoktur.

Peki bu bize neyi göstermektedir? İslam dininin, Kur’an ve sünnetle beraber bir bütün olduğunu. Kur’an Hz. Peygamber’den, Hz. Peygamber de Kur’an’dan ayrı düşünülemez. “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.”[7] Eğer peygambere gerek olmasaydı, elbette Allah’ın, Kur’an’ı kitap olarak kullarına indirmeye gücü yeterdi. Eğer kitaba gerek olmasaydı, peygamber tek başına insanları Hakk’a davet ederdi. Fakat İslam’ın din olarak kemâle ermesi böyle olmamış, Kur’an Resulullah’a (sav) peyderpey indirilmiş, onda hükümler beyan edilmiş,  Peygmaber Efendimiz de bu dini insanlara gerektiği gibi tebliğ ve talim etmiştir.

İşte bu noktada, bilginin bütünlüğü olgusu devreye girmektedir. İslam’a tam anlamıyla vâkıf olmak isteyen bir kişi, hem Kur’an’a yönelmeli, hem de Hz. Muhammed’i (sav) anlamalıdır. Kur’an’da çerçeveleri bildirilen hükümler, uygulama sahasına Hz. Peygamber tarafından geçirilmiştir. Kur’an’da emredilen namazın nasıl kılınacağını, ashabına o göstermiştir. Sahabenin anlamadığı ayetleri, gene o tefsir etmiştir. Zaten Kur’an’ı bizzat yaşayarak o, hâl diliyle de etrafındakilere örnek olmuştur. Kısacası, İslamî öğretideki bir bilgi, hem Kur’an hem de sünnet beraber ele alınırsa ancak doğru şekilde anlaşılabilir.

İslami ilimler dışında, genel olarak bilgiyi ele aldığımızda ise, olgulara gene bir bütünlük çerçevesinde bakmamız gerekmektedir. İnsanlığın edindiği tecrübe, bize bunu göstermektedir. Müspet ilimlerden müstağni olduğunu düşünen ve hep mesafeli yaklaşan kilise, senelerce dünyanın düz olduğunu düşünmüştür. Tam tersi, kendisini inançtan soyutlamaya çalışan bilim ise, maddenin yaratıcı gücü olduğuna ve her şeyin bir tesadüf eseri meydana geldiğine inanmak zorunda kalmış, bu yüzden de ilerleyeceğine daha çok açmaza saplanmıştır. Çağımızda gelinen noktada, artık biliniyor ki, din ve bilim birbiriyle çatışmaz, bilakis destekler. Bu da bilginin bütün olduğunun bir başka göstergesidir.

Evren yapbozunun her bir parçası, bize kendi başına bir şey ifade etse de, resmin bütününü görmek için parçaları birleştirip, öyle bakmak gerekmektedir.



[1] “Bilgi” maddesi. www.tdk.gov.tr

[2] Bakara Suresi, 2:120

[3] Nisa Suresi, 4:174

[4] Taylan, Necip. “Bilgi” maddesi. TDV İslam Ansiklopedisi. http://www.tdvislamansiklopedisi.org/

[5] Nur Suresi, 24:51

[6] Ahzab Suresi, 33:36

[7] Bakara Suresi, 2:151


0 Yorum - Yorum Yaz

Adap ve Ta'lim    26.05.2015

ABDULBARİ FAİK

ÖĞ. NO: 14912701

Yüksek Lisans

 

İnsanı çok yakından ilgilendiren bir konu olarak Adap ve Ta’lim kavramlarını inceleyeceğiz. Öyle kavramlar ki İnsanoğlu onun arkasında gizlendiği zaman daha güzel, daha yakın, daha sevimli ve pek de karakter sahibi olarak gözüküyor.  Peki, bu kavramların içeriği nelerdir. İnsanın ne zaman işine yarayacaktır? Diye sormak istersek eğer, bu kavramların her birisi insanların her halinde ve hayatlarının, çevresinin ailesinin ve toplumda var olduğu müddetçe işine yarayacaktır diye biliriz. Hele yaşadığımız bu çağda Âdâb-ı olmayan bir insan, Ta’limi olmayan bir ruhu taşımak mümkün değil ama zor diyebiliriz. Ancak Âdâp, kökü itibarıyla davet çağırı anlamlarına gelmektedir. Yani dinin gerekli gördüğü ve aklın güzel saydığı hayır ve iyiliğe yöneltmesi insanın övgüye değer kılması anlamlarına gelmektedir. Arapçada edep edebiyat anlamına gelir. Yine bu kökten türeyen Edîp kelimesi de hem “edepli kimse” hem de “edebiyatçı” manalarına gelmektedir. Kısaca söylemek gerekirse, Adap fertlerin davranışlarını karşı tarafa güzel gösteren bir eylemdir. Peygamber efendimizin hadislerinde bahsettiği “Edep” hadis kitaplarında da ayrı bir başlık olarak gözükmektedir. Bundan edebin insanın hayatındaki önemini göstermektedir.

İslam kültüründe ve medeniyetin inşasında ayrı bir rol oynayan diğer bir terim ise Ta’limdir. Talim, birine bilgi öğretmek, ders okutmak demektir. Bilgi öğretme işini yapana muallim, bilgi öğrenene müteallim denir. Bu kavramın insan eğitimi ve öğretimi yani bir şeyi öğrenmek yeni bir şey bilmek anlamlarına kullanıldığını görüyoruz. 


0 Yorum - Yorum Yaz

Adap ve Ta'lim    26.05.2015

ABDULBARİ FAİK

ÖĞ. NO: 14912701

Yüksek Lisans

 

İnsanı çok yakından ilgilendiren bir konu olarak Adap ve Ta’lim kavramlarını inceleyeceğiz. Öyle kavramlar ki İnsanoğlu onun arkasında gizlendiği zaman daha güzel, daha yakın, daha sevimli ve pek de karakter sahibi olarak gözüküyor.  Peki, bu kavramların içeriği nelerdir. İnsanın ne zaman işine yarayacaktır? Diye sormak istersek eğer, bu kavramların her birisi insanların her halinde ve hayatlarının, çevresinin ailesinin ve toplumda var olduğu müddetçe işine yarayacaktır diye biliriz. Hele yaşadığımız bu çağda Âdâb-ı olmayan bir insan, Ta’limi olmayan bir ruhu taşımak mümkün değil ama zor diyebiliriz. Ancak Âdâp, kökü itibarıyla davet çağırı anlamlarına gelmektedir. Yani dinin gerekli gördüğü ve aklın güzel saydığı hayır ve iyiliğe yöneltmesi insanın övgüye değer kılması anlamlarına gelmektedir. Arapçada edep edebiyat anlamına gelir. Yine bu kökten türeyen Edîp kelimesi de hem “edepli kimse” hem de “edebiyatçı” manalarına gelmektedir. Kısaca söylemek gerekirse, Adap fertlerin davranışlarını karşı tarafa güzel gösteren bir eylemdir. Peygamber efendimizin hadislerinde bahsettiği “Edep” hadis kitaplarında da ayrı bir başlık olarak gözükmektedir. Bundan edebin insanın hayatındaki önemini göstermektedir.

İslam kültüründe ve medeniyetin inşasında ayrı bir rol oynayan diğer bir terim ise Ta’limdir. Talim, birine bilgi öğretmek, ders okutmak demektir. Bilgi öğretme işini yapana muallim, bilgi öğrenene müteallim denir. Bu kavramın insan eğitimi ve öğretimi yani bir şeyi öğrenmek yeni bir şey bilmek anlamlarına kullanıldığını görüyoruz. 


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi