Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)

Ödev    08.04.2013

Kur'an ve Bağlam’ın üçüncü kitabı Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzul’ü mütalaanızın sonuçlarını maddeler halinde yazınız.

Hedef Tarih: 23 Nisan 2013



 

1.   Yazar, eserin önsözünde çalışmanın amacını “ Tarihsellik kavramının doğuşu, gelişimi, anlamı nedir? Ve bu kavramı kendi kültürümüze nasıl nakleder, nasıl kullanabiliriz” sorularına bir cevap arayışı içinde olduğunu belirtir.

 

2.   Yazar,  eserin  giriş bölümünde dikkatleri kavramların anlaşılması üzerine çeker. Özellikle batı kökenli kavramların kendi kültürümüze intikalinde son derece dikkatli olunmasını tavsiye eder. Kavramların doğru bir şekilde anlaşılmasında o kavramların doğduğu yerin ve kültürünün bilinmesinin önemine değinir. Bu aşamadan sonra kavramın kendi kültürümüze ve dilimize aktarımında çeviri probleminin bizi yönelteceği yanlışlıklara işaret eder. Ayrıca kavramları karşılamada yetersiz bir dilin sağlıklı bir aktarma ve anlamayı engellediğinden hareketle Türkçe ile ilgili birtakım operasyonların yanlışlığına dikkat çeker.

 

 

3.   Yazar, tarihsellik kavramını temellendirirken batılı dilbilimci, tarihçi ve filozofların tarihselliğe yüklemiş oldukları anlamları aktarır. Bunun için önce tarihsellik ve tarihselciliğin hangi ortam ve şartlarda ortaya çıktığından bahseder.  Daha sonra kavramın hangi çerçevede ve ne gibi anlam sapmaları ile karşı karşıya kaldığından bahseder. Yazar bütün bunları yaparken konunun iyi anlaşılması için şema yöntemini kullanır. Tarihselcilik kavramının tarifi ve ona yüklenen anlamlar ile ilgili detaylı malumat verir.

 

4.    Yazar, ikinci bölümde tarihsellik ve esbab-ı nüzul ilişkisini kurmaya çalışır. Daha doğrusu tarihsellik kavramını esbab-ı nüzul ile karşılamaya çalışır. Bunu yaparken delillendirme ve gerekçelendirme yoluna başvurur. Bu gerekçelendirmelerden öne önemlisi Kur’an- insan- hayat bütünlüğünün esas alınmasıdır. Yazar delillendirmeye giderken de “ düşünülmüş  yorum-tarih”, “orjinal tarih-yorum”, “açıklık-seçiklik” gibi özgün tespitlerde bulunur.

 

5.   Bizim de acizane kanaatimiz odur ki “mal bulmuş mağribli” misali ortaya atılan her kavramı ne pahasına olursa olsun alıp sahiplenmek doğru olmasa gerektir. Yeni diye sunulan birçok kavramın aslında derinlemesine ve objektif bir şekilde bakıldığında eskinin yeni bir forma, renge sokulmuş olmaktan ibaret olduğunu görebiliyoruz.

 

6.   Tarihsellik kavramının yerini ıslah edilmiş yeni bir anlayış çerçevesinde esbab-ı nüzul kavramı ile doldurabiliriz. Yalnız bu bizim ihtiyaçlarımız doğrultusunda olması gerekir. Birilerinin dayatması ya da hakim söylem çerçevesinde olmaması gerekir. Aksi takdirde doku uyuşmazlığı ile karşı karşıya kalabiliyoruz.

 

 

Muhammet KARAOSMAN

Doktora öğrencisi

Öğrenci  No:12922756

 

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Samet YAMAN (12952752 - Birleşik Doktora)

Saadet Asrı'nda yaşayan ashab efendilerimiz vahyin inmesine sebep teşkil eden soru ve davranışlarıyla aktif rol oynamışlardır. Onların vahyin inmesine sebep olan her türlü davranışları aslında gelecek insan nesillerinin bir prototipi sayılabilir. Çünkü Kur'an'ın ebediliği bunu gerektirir. Kur'an o neslin uhdesinde daha sonraki nesiller için -belki bire bir reçeteler değil ama- ilkesel çözümler, evrensel kanunlar vaz etmiştir. Vahyin şümullü ve derinlemesine okunup üzerinde mesai harcanması halinde tüm insanlar için rehber olduğu anlaşılır. Öyleki Almanlar ve Rusların Kur'an'ı incelemek için devlet eliyle kendi ırklarından danışmanlar görevlendirdiklerini ve Müslüman olmadan, Kur'an'dan kendi problemlerine çareler-çözümler bulduklarını öğrenmiştim. Bir nimet kaliteliyse ondan herkes nasiplenmek ister. Almanların, Yusuf Kıssasından hareketle ter ve körlüğün tedavisi konusunda çalışmalar yaptığını, Rusların da bozulan aile yapılarıyla ilgili olarak yine Kur'an'dan çözümler bulduklarını öğrenmiştim. Ne kadar başarılı olurlar bilinmez lakin onlar birbiriyle uyum halinde olan iki ayet boyutuyla çift kanatlı olarak çalışmanın insanı başarıya ulaştırabileceğini keşfetmişler sanırım. "İnsanın aklına gelen herşeyin gerçekleşmesi mümkündür" sözü doğru mudur bilmem ama Kur'an'dan hareketle önemli buluşlara ufuk açılabilmesi mümkündür.

 Kur'an'daki kevni yasaları keşfetmek, kıssaları birer ders olarak okumak ecdadımızdan az sayıda alimlerimizin yaptığı uygulamalardı.  İbn Haldun devletlerin ömrünün yaklaşık olarak üç insan nesli olduğunu ayetlerden çıkarmıştır. Sosyolojik ve Tarihsel okumaları sonucunda önceden yapılan yanlışların tekrar yapılmamasının öğrenilmesi halinde bu sürenin daha çok uzayabileciğini ifade etmiştir. Kur'an Kıssaları bu noktada bizlere birer masal gibi değil de her biri birbirinden değerli örneklik ve sakınılması gereken modeller olarak Peygamberler ve helak olanlar şeklinde insanın varlık koşullarının her devirde aynı olması cihetiyle dersler vermektedir. Yine Kur'an'dan Sünnetullahı (Allah'ın kainata koyduğu yasalar) öğrenebilmekteyiz.

Sosyologların "toplumun değişmesi için çeyrek asırlık bir süre gerekir" görüşü Kur'an'ın 23 küsur yılda inip o asrın insanlarını tedricen değiştirmesi gerçeğiyle örtüşmektedir. Bu ecel kanunudur. Yani bir şey, vakti gelmeden olgunlaşmaz. işte bunun gibi evrensel yasaları (kevni ayetleri) Kur'ani ayetlerden ilham alarak bulabiliriz.

Kur'an Saadet Asrında ashab efendilerimize nasıl şifa olduysa şimdi bizlere de aynı o şekilde şifa olacaktır. Çünkü ashab efendilerimiz nasıl insan idiyse biz de aynı yaradılmış "insan"ız. Onların sebep olduğu nüzul ortamındaki gibi, insan, var oldukça Kur'an'ın muhatabı olmaya devam edecektir.


0 Yorum - Yorum Yaz


Esbab-ı nuzül ile tarihsellik kavramı arasında ortak kültür bağlamında ilişki kurulup Kur'an-ı Kerim'in tarih ve tarihsel bilgi alanındaki genel ilkeler zikredilmelidir. Kuran-ı Kerim'in temel konusunun insan oluşu ve insanı hidayete(doğru yola)iletme rehberi olmayı ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında onun temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu ilmi mütalaalardan esbab-ı nuzül-tarihsellik kavramı ilişkisinde özetle şunları söyleyebiliriz;

1- Esbâb-ı nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken konu, Kur'ân-ı Kerîm'in soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi olduğudur.
2- Başka "Özgü" kültürlere ait kavramları kullanırken kavramların tarihleri, içerikleri ve kullananların dünya görüşleri göz önünde bulundurulmalıdır.
3- Bu kavramları kullanan ilim adamları ve düşünürlerimizin hem böylesi bir yaklaşımı benimsemeleri hem de kullandıkları kavramı tarif etmeleri gerekmektedir.
4- Hermenötik (yorum bilim), semantik (anlam-bilim), linguistik (dilbilim) gibi beşerî bilimlerden yararlanabilmemizin, bu alanlara ait yeni kavramları özgü kültürümüze mal edebilmemizin, içselleştirebilmemizin, yani bu kavramları yaşayabilmemizin, zikredilen tavrın hâkim olmasıyla mümkün olabileceği ümit edilir.
5- Böylesi bir yaklaşıma, İslâm kültüründeki tarih anlayışı ile Batı kültüründeki tarih anlayışlarının birbirlerinden beşerî bir ilim olarak tarih'in iki ayrı şekilde mütalaası olarak yararlanabilmesi için de ihtiyaç vardır.
6- Esbâb-ı nüzul'den, tarihsel bir olgu olarak tarih-siyer yazımında en isabetli şekilde faydalanmak da bu yaklaşımla mümkündür. "Esbâb-ı nüzul rivayetleri " ile yazılacak "orijinal tarih", nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkânı verecektir. "Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivayetleri" ile yazılacak "düşünülmüş tarih" de çok sayıda insanî faaliyeti başarıları, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak isteyen insanın bakış ufkuna sunacaktır. Bütün bunlar ise siyer-tarih yazımında insanî faaliyet ve davranışların /başarıların tarihini ortaya koyma, tespit etme imkânı verecek bu da insanın varlık bilincine katkıda bulunacaktır.

Fikret Akman

Öğ no:129127768


0 Yorum - Yorum Yaz


Tarih ve tarihsellik nedir? soruları her felsefe sorusunda olduğu gibi prensip bakımından bir çok cevabı olan sorulardır.

Bu kavram dönemin filozofları tarafından çok çeşitli, hatta birbirine karşıt anlamları barındıran çok karmaşık bir anlam içeriğiyle kullanılmıştır.

Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının 17. ve 19. yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir.

Bu terimin ilk ortaya çıktığı ülke Almanya’dır. Tarihsellik teriminin Almanya’da ortaya çıkmasının temel sebebi ise bu ülkede tarihi zihniyetin beşeri ilimlerle değerlendirilmesidir.

Tarihsellik ve tarihselcilik terimleri,  17. ve 19. yüzyıllarda Batı’da, tabiat ilimleri ile beşeri ilimler arasındaki zıtlık, epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır.

Tarihsellik kavramını felsefi anlamıyla kullanan ilk filozof Hegel’dir.

Hegel’e göre tarihselliğin iki anlamı vardır:

1. Geçmişte olup biten her şeyin, geçmişte kalmasına rağmen etkisini devam ettirmesi halidir.

2. Tarihsellik sürekli tarihsel bir etkililiktir.

        Tarihselcilik terimi özellikle Hegel sisteminin parçalanmasından sonra çok çeşitli hatta birbirine karşıt anlamları barındıran çok karmaşık bir anlam içeriğiyle kullanılmıştır. Bugün de bu karmaşanın devam ettiği söylenebilir

Tarihsellik terimi 1920 lere kadar daha çok olumsuz anlamda kullanılmıştır. 1920 den sonra anlamı iyice bulanıklaşır, özellikle Almanya’da üzerinde en çok tartışılan kavram olur.

Dilthey’e göre, tarihselcilik, tarihçinin seçilmiş olgulara dayalı olarak yaptığı araştırma ile bütün geçmişi sorgulama yöntemidir.

Tarihsellik kavramının açıklık ve seçiklik özelliği vardır. Mahiyeti/ diğer varlıklardan ayıran niteliği/ seçikliği değişmemekte; izlenimi / açıklığı değişmektedir

Tarihselcilik Batı düşüncesinin kartezyen dünya anlayışıyla kilitlenen zihinlere hermenötik metotla bir açılım getirme çabasıdır.

Tarihsellik ve tarihselcilik, Batı düşünce sistemine ait çok geniş anlam alanına sahip olan kavramlar olduğu gerçeği anlaşılmış olmaktadır.

Batı düşüncesinde beşeri ilimler-tabiat ilimleri ayırımına karşın, islamda ikisi arasında organik bir ilişki vardır.

Batı kültürüne muttali olmak da bu kültüre ait kavramları İslam kültürüne taşımamız için yeterli değildir. İslamın kainata bakış açısını asrın anlayışı üzere ortaya koymadıkça, bu kavramları kendi kültürümüze mal edemeyiz.

İslamda, insanla tabiat birbirinden ayrılmaz.

Nüzûl ortamının temel tarihsel bir unsuru olan Esbâbı Nüzûl, tarihsel bir şart değildir.

Kur'ân Allah ın buyurmasıyla inzal olunmuştur. Dış etkenler onun nüzûlünün gerçek sebebi değildir. Benzer faaliyetler dünyanın diğer yerlerinde de cereyan etse de, Kur'ân ilahi hikmete binaen tesbit edilmiş ortamda nazil olmuştur.

Orijinal Tarih: Tefsircinin, hadisçinin, fıkıhçının, tarihçinin kendi açısından baktığı nüzûl ortamını hepsine ufuk sunacak şekilde Kur'ân – insan- hayat bütünlüğünü anlatan bir tarih

Düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde bulunulan zamana nasıl uyarlandığını yani Kur’ân’ın yaşanabilir olduğunu gösteriyor

Kur’ân-ı Kerîm soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanılabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberdir.

Esbâb-ı Nüzûl, nüzûl ortamında ne gibi olaylar olmuş, sorular sorulmuş, bu ayet veya ayetler nasıl nazil olmuş sorularının cevabıdır.

Kur'ân vahyinin insanın varlık koşulları ile uyumlu olması, tevhid mesajındaki bütünlüğü gösterir. İnsan ise sorumluluğunu yerine getirerek bu ilahi mesajı kendi çağına taşımalıdır.

Esbâb-ı Nüzûlün tarihsel koşulluğunu “belli bir nedensel bağlantıda etkinin ortaya çıkmasını sağlayan etken” olarak değerlendirilebilir.

Esbâb-ı Nüzûl, Kur'ânî bütünlüğe ait bir olgudur.

Esbâb-ı Nüzûl zaman-mekan içinde gerçekleşmesi, sahih (müsned-merfu) rivayetle bize ulaşmış olması sebebiyle tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir.

Esbâbı Nüzûl ile tarihselcilik arasındaki ilişki incelenirken “dünya görüşü” ve “hermönotik”  başlıkları da ayrı bir çalışma konusu olarak mütalaa edilebilir.


0 Yorum - Yorum Yaz


TARİHSELLİK VE ESBABI NÜZUL

Tarihsellik, insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir. Örneğin dünya kavramının anlamı eskiden yaşayan insanların zihninde düz bir haldeydi, zamanımızda ise bu algı bir takım ilmi verilerin desteğiyle değişmiştir.

Tarihsicilik, tarihsellik gibi bir kavramın bu çalışmada en ince detayına kadar hatta öyle ki kavramın tarihi seyri kişi veya ekollerin anlayışla şematik bir üslupla verilmiş olması bir kavram araştırması için çok güzel bir yaklaşımdır. Tarih kavramının yeniden tarif edilmesi, gerçeğe farklı yönlerden bakış açısı sağlamakla elde edilmiştir.

1.      Hayatın somut olarak algılanması

2.      Yaşananın keşfi

3.      Halkın ruhunun keşfedilmesi

Mete TUNÇAY’ın değerlendirmesi dikkat çekicidir:

Historicism   FTarihsicilik/ Historicaism FTarihselcilik

Tunçay, burada historicim kelimesinin tarihselcilik olarak yanlış kullanıldığını kabul etse de bunu yapay olarak görmektedir.

Her olay, merhalesi olduğu daha geniş bir sürece ve o süreçte oynadığı role göre göz önüne alınarak an­laşılabilir. Sadece bu sürecin tabiatının anlaşılması yoluyla bir kimse, somut olayları tam olarak anlaya­bilir ve değerlendirebilir. (Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU, Kur’an Ve Bağlam s. 327)

Kültürün bir kısmı onu inşa eden bir millete özgüdür. O milletin zihniyetini, damgasını taşır (ÖZGÜ KÜLTÜR). Kültürün bir kısmı da bü­tün insanlığa hastır. Herhangi bir milletin damgası­nı taşımaz, milletlerin ortak malı gibidir (ORTAK KÜLTÜR).  İşte tarihsellik-esbâb-ı nüzul ilişkisinde özellik­le vurgulamaya çalıştığımız konu budur. Yani tarihsellik ve tarihselcilik kavramları, Batı'nın özgü kül­türüne ait kavramlardır. Batılı filozof, problemlere bakarken mensup olduğu milletin değer hükümleri­nin etkisi altında kalmış, kişiliğini içerisinde yetişti­ği toplumda kazanmıştır. Dolayısıyla tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarını kullanırken böyle bir zi­hin yapısından kendisini kuşatan kültürel ortamdan etkilenmektedir. Çünkü kültür, ferdin var olana ba­kış açısını farklı kılmaktadır. (Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU, Kur’an Ve Bağlam s. 331-332)

Kavramlar kültürlere özgüdür. Bazıları farklı kültürlere çevrilebilir, bazısı kısmen çevrilebilir, bazısı imkân dâhilinde değildir. Batı kökenli bir kavram olan Tarihselcilik, kavramı da bizim kültürümüze uyarlanırken kavram açılımlarına dikkat edilerek yapılması gereken bir çeviridir. Esbâb-ı nüzul kavramı da aynı şekilde İslam kültürüne has bir kavram olduğu için bunu kullanmak isteyen batılı bir araştırmacı detaylarını vermeden bu kavramı olduğu gibi çevirmemelidir.

Kur’an incelenirken tarihi seyir, şimdiki zaman ve gelecek zaman bütünselliği koparılmadan ayrıca ilahi vahyi, ilahi vahye muhatap olan kelam-insan bütünlüğünü de zedelemeden incelemek gerekir. Allah ilahi vahyine muhatap kıldığı insanı o vahiy bütünlüğünden ayrı bir şekilde telakki etmemiştir. Esbâbı nüzul insanların ihtiyaçlarına cevap veren doğal bir olgudur. İnsanların ihtiyacına göre şekillenen ilahi mesaj gerçeğini göz önünde tutmak gerekir.

Tarihsellik olgusuna esbâbı nüzulün bir vechesine de temas edelim:  Tarihsellik esbâbı nüzul kapsamında tarihi yönden değil de insan varlığının biçimi yönünden ilgilidir. Çünkü insanlar tarihseldirler ama yaşadıkları olalar ve yaşanılmış olan gerçekler tarihsel değildirler. Belki farklı bir ilişkilendirme olacak ama yine de temas edeyim: Nâsih-Mensûh meselesinde Mensûh ayetlerin var olduğunu kabul edenler var. Aslında bu meseleye şu açıdan bakıldığında İslam’ın muhataplarına geldiği günde ki hitap üslubunu bizler de yeni Müslüman olanlara yapabilsek ne Mensûh ayet arayışına ne de ayetlerde tarihsel anlamlar arayışına gireceğiz.

Se­beb-i nüzul, nüzul ortamının somut şartlarına bağlı olarak oluşan Kur'an mesajının kendine özgü insanî bir biçimidir. Bu sebeple önemli olan, bu tarihsel icraatlardan bugünün insan meselelerine çözüm bul­maya imkân verecek ebedî ilkeleri yakalayabilmek, ve onları hayata aktarıp, uygulayabilmektir. (Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU, Kur’an Ve Bağlam s. 339) Esbâbı nüzul, orijinal yorum, orijinal tarihtir.

Esbab-ı nüzul asıl itibarı ile Kur’ani bütünlüğe ait bir olgudur. Onu Kur’ani bütünlüğün içerisinden çeker alırsak o bütünlük bozulmuş olur. Esbab-ı nüzul tarihi açıdan Kur’an’ı anlamlandırmada bir bakış açısı sunar. Bu bakış açısı Kur’an’ı anlamada sınırlama değil aksine ufuk sunmadır.  Esbab-ı nüzul bu açıdan günümüz insani meselelerine çözüm üretmede ve alternatif yollar sunmada bir tercihtir.  Sahabenin müsned ve merfu rivayetleriyle nakledilen sebebi nüzul rivayetleri Kur’an’ın yorumlanmasına yönelik orijinal bir tarihtir.

Esbab-ı Nüzul – Tarihsellik konusunda;

1-      Kur’an bütünlüğünde bakılmalı

2-      İnsanın tarihsel varlığı esas alınarak bakılmalı yoksa vahyin varlığı değil

Tarihsellik /tarihselcilik kavramları batı kökenli kavramalardır. Bu kavramları olduğu gibi İslam kültürünün içinde değerlendirmek /aramak doğru değildir. Kur’an’ı inzal eden ile insanı yaratan varlığın aynı olması sebebiyle Kur’an, vahiy ve insan bütünlüğünü esas alır. Kuran’ın nüzulü sırasında insanların hayatlarında yaşamış olduğu belki de sıradan olaylar nüzul sebebi olmuştur.

Kuran vahyinin tamamlanması ile vahiy insan münasebetinin bir dökümü olan esbâb-ı nüzul olgusu son bulmuştur. Bundan Kuran ile insan ilişkisinin de son bulduğu varsayımı çıkarılamaz.

 

                                                                                       ŞABAN YILMAZ

                                                                                       Doktora Öğrencisi


0 Yorum - Yorum Yaz


Tarih ve tarihsellik nedir? soruları her felsefe sorusunda olduğu gibi prensip bakımından bir çok cevabı olan sorulardır.

Bu kavram dönemin filozofları tarafından çok çeşitli, hatta birbirine karşıt anlamları barındıran çok karmaşık bir anlam içeriğiyle kullanılmıştır.

Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının 17. ve 19. yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir.

Bu terimin ilk ortaya çıktığı ülke Almanya’dır. Tarihsellik teriminin Almanya’da ortaya çıkmasının temel sebebi ise bu ülkede tarihi zihniyetin beşeri ilimlerle değerlendirilmesidir.

Tarihsellik ve tarihselcilik terimleri,  17. ve 19. yüzyıllarda Batı’da, tabiat ilimleri ile beşeri ilimler arasındaki zıtlık, epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır.

Tarihsellik kavramını felsefi anlamıyla kullanan ilk filozof Hegel’dir.

Hegel’e göre tarihselliğin iki anlamı vardır:

1. Geçmişte olup biten her şeyin, geçmişte kalmasına rağmen etkisini devam ettirmesi halidir.

2. Tarihsellik sürekli tarihsel bir etkililiktir.

        Tarihselcilik terimi özellikle Hegel sisteminin parçalanmasından sonra çok çeşitli hatta birbirine karşıt anlamları barındıran çok karmaşık bir anlam içeriğiyle kullanılmıştır. Bugün de bu karmaşanın devam ettiği söylenebilir

Tarihsellik terimi 1920 lere kadar daha çok olumsuz anlamda kullanılmıştır. 1920 den sonra anlamı iyice bulanıklaşır, özellikle Almanya’da üzerinde en çok tartışılan kavram olur.

Dilthey’e göre, tarihselcilik, tarihçinin seçilmiş olgulara dayalı olarak yaptığı araştırma ile bütün geçmişi sorgulama yöntemidir.

Tarihsellik kavramının açıklık ve seçiklik özelliği vardır. Mahiyeti/ diğer varlıklardan ayıran niteliği/ seçikliği değişmemekte; izlenimi / açıklığı değişmektedir

Tarihselcilik Batı düşüncesinin kartezyen dünya anlayışıyla kilitlenen zihinlere hermenötik metotla bir açılım getirme çabasıdır.

Tarihsellik ve tarihselcilik, Batı düşünce sistemine ait çok geniş anlam alanına sahip olan kavramlar olduğu gerçeği anlaşılmış olmaktadır.

Batı düşüncesinde beşeri ilimler-tabiat ilimleri ayırımına karşın, islamda ikisi arasında organik bir ilişki vardır.

Batı kültürüne muttali olmak da bu kültüre ait kavramları İslam kültürüne taşımamız için yeterli değildir. İslamın kainata bakış açısını asrın anlayışı üzere ortaya koymadıkça, bu kavramları kendi kültürümüze mal edemeyiz.

İslamda, insanla tabiat birbirinden ayrılmaz.

Nüzûl ortamının temel tarihsel bir unsuru olan Esbâbı Nüzûl, tarihsel bir şart değildir.

Kur'ân Allah ın buyurmasıyla inzal olunmuştur. Dış etkenler onun nüzûlünün gerçek sebebi değildir. Benzer faaliyetler dünyanın diğer yerlerinde de cereyan etse de, Kur'ân ilahi hikmete binaen tesbit edilmiş ortamda nazil olmuştur.

Orijinal Tarih: Tefsircinin, hadisçinin, fıkıhçının, tarihçinin kendi açısından baktığı nüzûl ortamını hepsine ufuk sunacak şekilde Kur'ân – insan- hayat bütünlüğünü anlatan bir tarih

Düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde bulunulan zamana nasıl uyarlandığını yani Kur’ân’ın yaşanabilir olduğunu gösteriyor

Kur’ân-ı Kerîm soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanılabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberdir.

Esbâb-ı Nüzûl, nüzûl ortamında ne gibi olaylar olmuş, sorular sorulmuş, bu ayet veya ayetler nasıl nazil olmuş sorularının cevabıdır.

Kur'ân vahyinin insanın varlık koşulları ile uyumlu olması, tevhid mesajındaki bütünlüğü gösterir. İnsan ise sorumluluğunu yerine getirerek bu ilahi mesajı kendi çağına taşımalıdır.

Esbâb-ı Nüzûlün tarihsel koşulluğunu “belli bir nedensel bağlantıda etkinin ortaya çıkmasını sağlayan etken” olarak değerlendirilebilir.

Esbâb-ı Nüzûl, Kur'ânî bütünlüğe ait bir olgudur.

Esbâb-ı Nüzûl zaman-mekan içinde gerçekleşmesi, sahih (müsned-merfu) rivayetle bize ulaşmış olması sebebiyle tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir.

Esbâbı Nüzûl ile tarihselcilik arasındaki ilişki incelenirken “dünya görüşü” ve “hermeneutik”  başlıkları da ayrı bir çalışma konusu olarak mütalaa edilebilir.


0 Yorum - Yorum Yaz

esbabı nüzul II    03.05.2013

Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul

1.      Çağımızda Esbab-ı Nüzule ihtiyaç duyulan noktaları tespit için o dönemdeki sosyal, fikri, iktisadi, siyasi araştırmalar son derece önemlidir.

2.      Esbab-ı Nüzul ve tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken konu, Kuran’ın soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanacak ve yaşanması mümkün bir hidayet rehberi olduğudur.

3.      Hermenötik, semantik, linguistik gibi beşeri bilimlerden yararlanabilmemizin bu alanlara ait yeni kavramları kültürümüze mal edebilmemiz, içselleştirebilmemiz, anılan tavrın hâkim olmasıyla mümkündür.

4.      Nüzul ortamının temel tarihi bir unsuru olan Esbab-ı nüzul, tarihi koşulluk ifade etmez. Kur'an'ı Kerim insanın sadece tarihi varlık koşulu ile değil bütün varlık koşulları ile uyumlu ve o koşullara cevap veren bir ilahi mesajdır. Esbab-ı Nüzulden tarihsel bir olgu olarak tarih-siyer yazımında en isabetli şekilde faydalanmak da ancak bu yaklaşımla mümkündür.

5.      Kur'an'ın doğru olarak anlaşılmasında ve Esbab-ı nüzul ile ilgili değerlendirmelerde önemli olan bir diğer faktör de Kur'anı incelerken onun bütününü dikkate almaktır.

6.      Yine esbabı nüzul değerlendirmelerinde siyak-sibakta göz önünde bulundurulmalıdır. Siyak-sibak Türkçede "bağlam" kavramının karşılığıdır. Bağlam, bir düşüncenin, bir yapıtın, bir öğretinin bölümleri arasında çelişmeye yer vermeyen bağlantı anlamına gelir.

7.      Bağlam olgusu Kur'an da fazlasıyla mevcuttur. Kur an ayetleri arasındaki bütünlük, tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, sureler arasındaki bütünlük, surelerin dâhili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi.

8.      Kur’an’daki bu siyak ve sibakı görmeye yardımcı unsurlardan bir tanesi de Esbab-ı nüzul bilgisidir. Surenin veya ayetlerin nazil olmasındaki sebeplerin bilinmesi siyak-sibakın idrak edilmesini mümkün kılmaktadır.

Abdullah BEKİROĞLU

DOKTORA - 12922754

 

   


0 Yorum - Yorum Yaz


MURAT CAN   /NO:12912777   YÜKSEK LİSANS

DERS;TEFSİR RİVAYETLERİNE GÖRE KUR’AN’IN NÜZUL ORTAMI

 

TARİHSELLİK VE ESBÂB-I NÜZUL

 

Tarih insanla başlamış ve onunla hayatiyetini devam ettirmiştir. Onunla da son bulacaktır. Yüce Allah beşeriyeti yarattıktan sonra, ilahi emirlerini onlara ulaştıracak Peygamberler göndermiş ve onlar vasıtası ile beşeriyete yaratılış gayesini anlatmıştır. Burada ilahi vahyin insanla olağanüstü bir ilişkide olduğu aşikârdır. 

  Son birkaç asırdır İslam âleminin ve entelektüellerinin fikri gerilemeleri sebebiyle durgunluk yaşanmakta, Müslümanlar dağınık bir şekilde kimliklerini kaybetmişçesine kendilerini boşlukta hissetmekte, duydukları her fikre, ideolojiye kurtarıcı gözüyle bakarak onlara sarılmaya hatta sahiplenmeye başlamakta.

  18. ve 19. Yüzyıllar arasında batıda ortaya çıkan tarihsellik ve tarihselcilik kavramları bilinçli olarak İslam âlemine taşınmış akli, felsefi vb. yöntem ve tartışmalarla İslam toplumu ile İslam’ın ana kaynakları arasına derin uçurumlar, uzlaştırılması çok zor alan fikri sapmalar yerleştirilmiştir.

   Tarihsellik ve tarihselcilik her ne kadar batıya ait bir olgu, ideoloji olsa da kültürlerin etkileşim içerisinde olduklarından bütün insanlığı kaplamıştır. Bu etkileşime bir de Modornitenin etkileri eklenince maneviyat zayıflamış, bilimsellik adına Kur’anı, Sünneti hiçe sayarcasına enteresan, bozuk fikirler ortayışlar, a atılmıştır.

     Batıdaki olağanüstü hızlı gelişmeler ellerindeki kitapların, kendilerini ilerlemenin önünde bir engel olarak görüp kitaplarını hermönötik ve semantik yönden  ele alarak akıl yoluyla delilsiz, asırlarına uygun tekrar yorumlamaya kalkışmışlar, İslam entellektüelleride bunu çıkar yol olarak kabül edip aynı yöntemi Kur’ana uygulamaya çalışmışlardır. Burada tahrif olunan kitaplarla, mahfuz olan Kur’anın aynı olmadığını, birinin beşer eliyle deyiştiği, diğerinin ise Allahın korumasında olduğu unutulmuştur.

  Tarihsellik ve esbabı nüzul değerlendirilirken o zamanın kültürünü, fikrini ve sosyal yönlerini iyi araştırıp ona göre hüküm vermek, sonuca ulaşmak gerekir. Esbabı Nüzul’ün tarihsel bir şart olmadığı, Aksine Kur’an-ın, ilmi ilahinin istediği hikmete binaen bilinen ortam, zaman, tarih ve tolumda nazil olduğu bir gerçektir.  Esbabı Nüzul rivayetlerinin orijinal tarihi insanlığa nüzul ortamının somut bir portresini, resmini çizerek, bizzat yaşanmış olanı tasvir ederek insanlığa hayat vermiştir ve vermeye de devam edecektir.

  Yüce Allah Rasülü vasıtası ile kıyamete kadar bâki kalacak örnek bir nesil ve toplum inşa etmiştir. Kur’an ve İslam’ın emirleri tarihsellik kavramı içerisinde düşünülerek o güne hapsedilmemeli, Modern çağ denilen asrımızdan bakarak o tarihte meydana gelen olaylar hakkın da mesnetsiz, hüccetsiz yorumlar yapmamalı, empati yaparak modornite çağından o asra uzanıp o tarihi olayları yaşıyormuşçasına vakıaların üzerinde yoğunlaşıp orijinal fikirler üretilmelidir.Kur’an- Hayat ilişkisinin ve bütünlüğünün beşeriyetin nefes aldıkça kâinat döndükçe devam edeceği unutulmamalı, yaşayan Kur’an olan Esbabı Nüzul asrıyla asrımız tanıştırılıp kaynaştırılmalı, İslam âlemi, durağanlaşan fikir ve akıl tutulmasından kurtularak kendine yabancı kavramlardan arınmalı tarihte olduğu gibi kendine has kavramlar üreterek insanlığa, beşeriyete, dünyaya ışık saçmalı, yol göstermelidir.


0 Yorum - Yorum Yaz


TARİHSELLİK ve ESBAB-I NÜZUL

Sıddık BAYSAL, Doktora

Tarihsellik kavramı ile esbab-ı nüzul arasındaki benzerlikten istifade ederek mukareneli bir incelemeyi gerçekleştirmek, böylece tarihsellik kavramını bilim ve kültür dünyamıza mal edilmiş bir kavram olarak yeniden tanımlamak azminde olan yazar, birinci bölümün nakil temelli, malumat verme gayeli olduğundan soyut kaldığını, ikinci bölümde analitik yöntemin takip edildiğini, mümkün olduğunca yorumlara yer verildiğini belirtiyor.

Kavramın tahliline tarih içinde geçirdiği serüvenini anlatarak başlıyor. Buna göre kavram Avrupa orijinli, XVII ila XIX. yüzyıllar arasında kıtanın geçirdiği aralarında sebeplilik ilişkisi bulunan aydınlanma, modernite ve postmodernite gibi bir dizi radikal değişimin ürünü. Tarihçiler bu süreçte yeniden yapılanan sosyal organizasyonlara ilham verecek şekilde tarihi yeniden kurgulayarak çağın ideolojileriyle mütenasip bir tarih şuuru oluşturmayı deniyorlardı. Diğer tarafta ise fizikçiler kozmosu yeniden keşfedip bu devasa sistemin varoluş biçimi ve işleyişine ilişkin teorilerini tasarlıyorlardı. Dünya hızla değişiyor, sanayileşiyor, rasyonelleşiyor ve mekanikleşiyordu. Bu süreç sosyal bilimler için de epistemolojik, metodolojik ve ontolojik sorgulamaları gündeme getiriyordu. Sonuçta beşeri bilimler müstakil bir saha olarak ortaya çıkıyor, kendi özgün var oluşunu temellendirebilmek için de Descartes’ın Kartezyen düşüncesinin dışında bir tarih fikri üretmeye başlıyordu. Tarihsel vakaları kendi tarihsel gerçekliğinde okumayı öneren bu fikir, ilk zamanlar hukuk metinlerine tatbik edilirken zamanla tarihi her metin için öngörülmeye başlanmıştı. Vico, Hegel, Max, Dilthey, Gaddamer, E. Betty, Habermas ve daha pek çok hukuk ve tarih metinlerinin kritiğiyle uğraşan araştırmacı tarihselliği kullanmayı tercih etmişlerdi. Onlar halkın ruhundan sudur eden kültür, hukuk, dil vb. birbirine bağıntılı, aslında büyük resimde yekpare olan kurum ve bilimlerin ancak o halkın içinden ve eşzamanlı bir bakışla kavranabileceğini savunuyorlardı. Ezcümle tabiat bilimleri ve beşeri bilimler arasındaki epistemolojik bir gerilimin sonucunda Kartezyen felsefenin dayattığı kuru, soğuk ve yalın rasyonalizme alternatif olarak doğdu, tarihsellik mefhumu. Bu periyotta Nietzsche literatüre kötü olan tarihselcilik/tarihsicilik anlayışını kazandırdı.

Tarihselcilere göre “sosyal bilim tarihten baş­ka bir şey değildi. O faal güçlerin ve hepsinin üstün­de sosyal gelişmenin kanunlarının incelenmesiydi. Buna uygun olarak ona tarihsel teori veyahut teorik tarih denebilir.” Bu betimlemenin son cümlesine dikkat edilmelidir: zira bu cümleye göre tarihselci akım, tarihi reel olgular demeti olarak değil de teorik bir kurgu olarak kabul etmemizi öngörüyor. Amacı ise geçmişin versiyonlarını gözlemleyerek gelecek için “tarihsel kehanet”te bulunabilmek. Bu nedenle nesnellik ve tarafsızlık iddiaları tutarsız görülüyor.  

            Tarihselcilik iki zıt eğilime ayrılır: “a priori bir prensipten hareketle bütün beşerî olu­şu, dogmatik olarak sistem­leştirmeye çalışan eğilim” ve “tarih, hiçbir kesinlik veya ha­kikat sağlamaz gerekçesiyle her şeyi nispileştirmeye yönelik felsefî nihilizme götüren şüp­heci eğilim.”

Görüldüğü gibi tarihsellik ve tarihselcilik mefhumları açık-seçik değildir. Geçmişte olduğu gibi şimdi de Avrupalılar dâhil tüm bilim çevreleri için kavramın medlulü ve içeriği bulanıklığını hala muhafaza etmektedir. Araştırmacı eğer bu kavramı kullanacaksa önce kavramın anlam aralığını net bir şekilde ifade etmeli ve öz kültürüne iyice intibak ettirmeli; bunun için de kavramın nispet edildiği özgü kültüre ait boyutundan daha ziyade evrensel kültüre ait olan boyutuna eğilmelidir. Zira bu yön insanlığın ortak ürünüdür.  

            Batı dünyasındaki parçacı yaklaşımın aksine İslam varlık felsefesi ve bilgi felsefesi bütün âlemi tüm yönleriyle yekpare bir varlık olarak tasavvur etmiştir. Bu muvahhit düşünce sistemi beşeri tabiatın dışında tutmaz. Bu menfezden tekrar konumuza bakarsak,  modern çağda batının varoluşsal sorunları doğuyu etkileyinceye kadar İslami bilgi evreninin tarihsellik diye bir probleminin olmadığını görürüz. Ne var ki tarihte bu gibi harici meseleler İslam dünyasına ilk defa sirayet etmiyordu. Ancak bugünden farklı olarak Kindî, Farâbî, İbn-i Sina, Gazâlî, Nasıruddîn et-Tûsî ve Mol­la Sadra’nın yaptıkları gibi bilim insanlarımız, ilgili kavramları İslam kültürüne uyarlayarak almışlardı.

            Yazar, söz konusu uyarlamayı gerçekleştirebilmek için kavramı İslam bilimdeki esbab-ı nüzul kavramıyla birlikte değerlendirmeyi öneriyor. Tarihselliğin esbab-ı nüzule eklemlenmesinin imkânını deniyor. Bu deneyimi Kur'ân’ın tarih felsefesi diyebileceğimiz zaman ve geçmiş algısına dair genel ilkelerinden hareket­le başlatıyor. Kur’an, tarihin içinden geçerek ahirete intikal etmesi mukadder bir varlık olarak insandan bahsetmekle, hatta şimdiyi yaşarken onun zihnini kıssalarla sık sık geçmişe göndermekle metni, ana tema olan insanın olgusallığı üzerine kurduğunu, yani insani bir realite olan tarihselliği metnin tabiatına yansıttığını beyan etmiş oluyor. İnsan doğasının varlık koşullarını hitabın usul ve içeriğine taşıyarak daha en başından insanın tarihsel koşullarının metnin imkân ve sınırlarını belirleyen metin dışı bir olgu ve dinamik bir unsur olduğunu kabul etmiştir. Zira Allah (cc) onu sürgit devam eden varoluş kapasitesiyle tarihte devinen ve tekâmül eden bir özne olarak var etmiştir. Bu özelliğin nüzul zamanında da aynı derecede yetkin olduğu muhakkaktır. İşte ancak belirli bir tarihin içinde belirli varlık koşullarıyla var edilen insanın İlahi hitabın inmesine vesile olan soruları veya eylemleri esbab-ı nüzulü teşkil etmektedir. Zira insani eylemler anlık değildir; tarihin içinden geçip şimdiye doğru akan birbirine ekli parçalardan müteşekkil bir bütünün “şimdi”deki görüngüsüdür.

Nitekim yekpare tarih fikri, Kur’an başta olmak üzere tüm İlahi kitaplarda daha çok temsili bir dille/kıssaların diliyle işlenen bir hakikattir. Hz. Âdem’le başlayan ve kıyamete kadar sürecek olan bir tarihin... Materyalist veya ateist ideolojilerin aksine sınırları mutlak ilahi irade tarafından çizilmiş, bu özelliğinden dolayı da “ecel müsemma” tabirini hak eden muayyen, kesintisiz, daima tekâmül eden, devingen bir tarihin tespiti... İnsan türünün tarihe girişinin Hz. Âdem’in yaratılışı ile temsil edildiği, zamanla ve mekânla mukayyet, mukadder sonunun ise kıyametle tahdid edildiği bir tarihin tespiti... Bu haliyle tarihsellik fikrinin tasavvur ettiği tarih algısı ile İlahi kitapların tarih tasavvuru uyuşmaktadır. Fakat yukarıda ele alınan holistik/tarihin bütünlüğü felsefesi, nüzul döneminden önce cereyan eden olayların da esbab-ı nüzul rivayetlerine dâhil edilebileceği anlamına gelmez. Tarihin bütünlüğü ile vakaların tikel oluşları farklı şeylerdir. Bu bakımdan gerçek zamanlı olayların nakli anlamında esbab-ı nüzul rivayetlerini o bütünlüğün içinde sınırlı bir zamana ve mekana hasretmek gerekmektedir.   

Evet, esbab-ı nüzul, tarihe belirli bir zamanda giren metnin tarihle ilgisini ve temasını ifade eden bir kavramdır. Bu bakımdan metnin indiği tarihle sınırlıdır. Nüzul tarihinden önceki ve sonraki vakalar zaman zaman Kur’an ayetleri ile aralarında sebeplilik ilişkisi kurularak sebeb-i nüzul vakalarıymış gibi takdim edilebilmektedirler. Oysa eş zamanlı olmak sebeb-i nüzul için aklın ve tarihin kronolojik seyrinin gerektirdiği bir prensiptir. Kur’an ayetlerin kendinden önceki tarihlerde gerçekleşmiş bir olaya dair ifadeler içermesi ile herhangi bir olayın vahye sebep olması başka şeylerdir. Bu nedenle tarih/siyer, hadis ve tefsir metinlerindeki nüzulü işaret eden ifade formları hem form hem de içerik bakımından iyi analiz edilmelidir. Bu noktada hadis usulünün senet ve metin kritiği için belirlediği “cerh ve ta’dil” ilkelerinden faydalanılabilir. Yazar, “tarihsel olanın varlık biçimi anlamında esbab-ı nüzulün gerçekliği, nüzule sebep teşkil eden fiil ve faillerin gerçekliğine müstenittir. Müsnet-merfu haberler bu gerçekliğin delilleridir.” tespiti ile rivayetlerin analizi noktasında tabi olacağımız ölçütleri işaret etmektedir.  

Şimdi tarihsel uyuşmazlık veya bağdaşımsızlık ilkesini örnekleyelim:

“Fil Suresi, Fil olayı hakkında inmiştir.” anlamında “nezelet essuretu fi...” cümlesi, form bakımından esbab-ı nüzul rivayetlerini andırabilir. Fakat bu ifade asla sebeb-i nüzule delalet etmez. Kaldı ki bu surenin inişi ile olayın geçtiği tarih farklıdır. Yani tarihsel bağdaşmazlık bu olayın ilgili sureye sebep olamayacağını gösterir. Nitekim yazarın sunduğu Meryem’in kardeşi Harun örneği de bu bağdaşıksızlığa temas etmektedir.  

Aynı durum tenzil döneminden sonraki vakıalar için de geçerlidir. Miladi altı yüz on ila 623 tarihleri arasında inen bir metni 632 yılından sonraki vakalarla sebep ilişkisi bağlamında ele almak mümkün değildir. Bilhassa fiten metinlerinde aktarılan, henüz o dönemde vuku bulmamış ihbari vakalar için “İşte bu olay şu ayetin sebebidir.” demek doğru bir yaklaşım değildir. Şu halde sebeple ayet arasındaki bağ tarihsel ama biyolojik karakterli bir bağ gibi düşünülmelidir. 


0 Yorum - Yorum Yaz


TARİSELLİK ve ESBAB-I NÜZUL

Sıddık BAYSAL 

Tarihsellik kavramı ile esbab-ı nüzul arasındaki benzerlikten istifade ederek mukareneli bir incelemeyi gerçekleştirmek, böylece tarihsellik kavramını bilim ve kültür dünyamıza mal edilmiş bir kavram olarak yeniden tanımlamak azminde olan yazar, birinci bölümün nakil temelli, malumat verme gayeli olduğundan soyut kaldığını, ikinci bölümde analitik yöntemin takip edildiğini, mümkün olduğunca yorumlara yer verildiğini belirtiyor.

Kavramın tahliline tarih içinde geçirdiği serüvenini anlatarak başlıyor. Buna göre kavram Avrupa orijinli, XVII ila XIX. yüzyıllar arasında kıtanın geçirdiği aralarında sebeplilik ilişkisi bulunan aydınlanma, modernite ve postmodernite gibi bir dizi radikal değişimin ürünü. Tarihçiler bu süreçte yeniden yapılanan sosyal organizasyonlara ilham verecek şekilde tarihi yeniden kurgulayarak çağın ideolojileriyle mütenasip bir tarih şuuru oluşturmayı deniyorlardı. Diğer tarafta ise fizikçiler kozmosu yeniden keşfedip bu devasa sistemin varoluş biçimi ve işleyişine ilişkin teorilerini tasarlıyorlardı. Dünya hızla değişiyor, sanayileşiyor, rasyonelleşiyor ve mekanikleşiyordu. Bu süreç sosyal bilimler için de epistemolojik, metodolojik ve ontolojik sorgulamaları gündeme getiriyordu. Sonuçta beşeri bilimler müstakil bir saha olarak ortaya çıkıyor, kendi özgün var oluşunu temellendirebilmek için de Descartes’ın Kartezyen düşüncesinin dışında bir tarih fikri üretmeye başlıyordu. Tarihsel vakaları kendi tarihsel gerçekliğinde okumayı öneren bu fikir, ilk zamanlar hukuk metinlerine tatbik edilirken zamanla tarihi her metin için öngörülmeye başlanmıştı. Vico, Hegel, Max, Dilthey, Gaddamer, E. Betty, Habermas ve daha pek çok hukuk ve tarih metinlerinin kritiğiyle uğraşan araştırmacı tarihselliği kullanmayı tercih etmişlerdi. Onlar halkın ruhundan sudur eden kültür, hukuk, dil vb. birbirine bağıntılı, aslında büyük resimde yekpare olan kurum ve bilimlerin ancak o halkın içinden ve eşzamanlı bir bakışla kavranabileceğini savunuyorlardı. Ezcümle tabiat bilimleri ve beşeri bilimler arasındaki epistemolojik bir gerilimin sonucunda Kartezyen felsefenin dayattığı kuru, soğuk ve yalın rasyonalizme alternatif olarak doğdu, tarihsellik mefhumu. Bu periyotta Nietzsche literatüre kötü olan tarihselcilik/tarihsicilik anlayışını kazandırdı.

Tarihselcilere göre “sosyal bilim tarihten baş­ka bir şey değildi. O faal güçlerin ve hepsinin üstün­de sosyal gelişmenin kanunlarının incelenmesiydi. Buna uygun olarak ona tarihsel teori veyahut teorik tarih denebilir.” Bu betimlemenin son cümlesine dikkat edilmelidir: zira bu cümleye göre tarihselci akım, tarihi reel olgular demeti olarak değil de teorik bir kurgu olarak kabul etmemizi öngörüyor. Amacı ise geçmişin versiyonlarını gözlemleyerek gelecek için “tarihsel kehanet”te bulunabilmek. Bu nedenle nesnellik ve tarafsızlık iddiaları tutarsız görülüyor.  

            Tarihselcilik iki zıt eğilime ayrılır: “a priori bir prensipten hareketle bütün beşerî olu­şu, dogmatik olarak sistem­leştirmeye çalışan eğilim” ve “tarih, hiçbir kesinlik veya ha­kikat sağlamaz gerekçesiyle her şeyi nispileştirmeye yönelik felsefî nihilizme götüren şüp­heci eğilim.”

Görüldüğü gibi tarihsellik ve tarihselcilik mefhumları açık-seçik değildir. Geçmişte olduğu gibi şimdi de Avrupalılar dâhil tüm bilim çevreleri için kavramın medlulü ve içeriği bulanıklığını hala muhafaza etmektedir. Araştırmacı eğer bu kavramı kullanacaksa önce kavramın anlam aralığını net bir şekilde ifade etmeli ve öz kültürüne iyice intibak ettirmeli; bunun için de kavramın nispet edildiği özgü kültüre ait boyutundan daha ziyade evrensel kültüre ait olan boyutuna eğilmelidir. Zira bu yön insanlığın ortak ürünüdür.  

            Batı dünyasındaki parçacı yaklaşımın aksine İslam varlık felsefesi ve bilgi felsefesi bütün âlemi tüm yönleriyle yekpare bir varlık olarak tasavvur etmiştir. Bu muvahhit düşünce sistemi beşeri tabiatın dışında tutmaz. Bu menfezden tekrar konumuza bakarsak,  modern çağda batının varoluşsal sorunları doğuyu etkileyinceye kadar İslami bilgi evreninin tarihsellik diye bir probleminin olmadığını görürüz. Ne var ki tarihte bu gibi harici meseleler İslam dünyasına ilk defa sirayet etmiyordu. Ancak bugünden farklı olarak Kindî, Farâbî, İbn-i Sina, Gazâlî, Nasıruddîn et-Tûsî ve Mol­la Sadra’nın yaptıkları gibi bilim insanlarımız, ilgili kavramları İslam kültürüne uyarlayarak almışlardı.

            Yazar, söz konusu uyarlamayı gerçekleştirebilmek için kavramı İslam bilimdeki esbab-ı nüzul kavramıyla birlikte değerlendirmeyi öneriyor. Tarihselliğin esbab-ı nüzule eklemlenmesinin imkânını deniyor. Bu deneyimi Kur'ân’ın tarih felsefesi diyebileceğimiz zaman ve geçmiş algısına dair genel ilkelerinden hareket­le başlatıyor. Kur’an, tarihin içinden geçerek ahirete intikal etmesi mukadder bir varlık olarak insandan bahsetmekle, hatta şimdiyi yaşarken onun zihnini kıssalarla sık sık geçmişe göndermekle metni, ana tema olan insanın olgusallığı üzerine kurduğunu, yani insani bir realite olan tarihselliği metnin tabiatına yansıttığını beyan etmiş oluyor. İnsan doğasının varlık koşullarını hitabın usul ve içeriğine taşıyarak daha en başından insanın tarihsel koşullarının metnin imkân ve sınırlarını belirleyen metin dışı bir olgu ve dinamik bir unsur olduğunu kabul etmiştir. Zira Allah (cc) onu sürgit devam eden varoluş kapasitesiyle tarihte devinen ve tekâmül eden bir özne olarak var etmiştir. Bu özelliğin nüzul zamanında da aynı derecede yetkin olduğu muhakkaktır. İşte ancak belirli bir tarihin içinde belirli varlık koşullarıyla var edilen insanın İlahi hitabın inmesine vesile olan soruları veya eylemleri esbab-ı nüzulü teşkil etmektedir. Zira insani eylemler anlık değildir; tarihin içinden geçip şimdiye doğru akan birbirine ekli parçalardan müteşekkil bir bütünün “şimdi”deki görüngüsüdür.

Nitekim yekpare tarih fikri, Kur’an başta olmak üzere tüm İlahi kitaplarda daha çok temsili bir dille/kıssaların diliyle işlenen bir hakikattir. Hz. Âdem’le başlayan ve kıyamete kadar sürecek olan bir tarihin... Materyalist veya ateist ideolojilerin aksine sınırları mutlak ilahi irade tarafından çizilmiş, bu özelliğinden dolayı da “ecel müsemma” tabirini hak eden muayyen, kesintisiz, daima tekâmül eden, devingen bir tarihin tespiti... İnsan türünün tarihe girişinin Hz. Âdem’in yaratılışı ile temsil edildiği, zamanla ve mekânla mukayyet, mukadder sonunun ise kıyametle tahdid edildiği bir tarihin tespiti... Bu haliyle tarihsellik fikrinin tasavvur ettiği tarih algısı ile İlahi kitapların tarih tasavvuru uyuşmaktadır. Fakat yukarıda ele alınan holistik/tarihin bütünlüğü felsefesi, nüzul döneminden önce cereyan eden olayların da esbab-ı nüzul rivayetlerine dâhil edilebileceği anlamına gelmez. Tarihin bütünlüğü ile vakaların tikel oluşları farklı şeylerdir. Bu bakımdan gerçek zamanlı olayların nakli anlamında esbab-ı nüzul rivayetlerini o bütünlüğün içinde sınırlı bir zamana ve mekana hasretmek gerekmektedir.   

Evet, esbab-ı nüzul, tarihe belirli bir zamanda giren metnin tarihle ilgisini ve temasını ifade eden bir kavramdır. Bu bakımdan metnin indiği tarihle sınırlıdır. Nüzul tarihinden önceki ve sonraki vakalar zaman zaman Kur’an ayetleri ile aralarında sebeplilik ilişkisi kurularak sebeb-i nüzul vakalarıymış gibi takdim edilebilmektedirler. Oysa eş zamanlı olmak sebeb-i nüzul için aklın ve tarihin kronolojik seyrinin gerektirdiği bir prensiptir. Kur’an ayetlerin kendinden önceki tarihlerde gerçekleşmiş bir olaya dair ifadeler içermesi ile herhangi bir olayın vahye sebep olması başka şeylerdir. Bu nedenle tarih/siyer, hadis ve tefsir metinlerindeki nüzulü işaret eden ifade formları hem form hem de içerik bakımından iyi analiz edilmelidir. Bu noktada hadis usulünün senet ve metin kritiği için belirlediği “cerh ve ta’dil” ilkelerinden faydalanılabilir. Yazar, “tarihsel olanın varlık biçimi anlamında esbab-ı nüzulün gerçekliği, nüzule sebep teşkil eden fiil ve faillerin gerçekliğine müstenittir. Müsnet-merfu haberler bu gerçekliğin delilleridir.” tespiti ile rivayetlerin analizi noktasında tabi olacağımız ölçütleri işaret etmektedir.  

Şimdi tarihsel uyuşmazlık veya bağdaşımsızlık ilkesini örnekleyelim:

“Fil Suresi, Fil olayı hakkında inmiştir.” anlamında “nezelet essuretu fi...” cümlesi, form bakımından esbab-ı nüzul rivayetlerini andırabilir. Fakat bu ifade asla sebeb-i nüzule delalet etmez. Kaldı ki bu surenin inişi ile olayın geçtiği tarih farklıdır. Yani tarihsel bağdaşmazlık bu olayın ilgili sureye sebep olamayacağını gösterir. Nitekim yazarın sunduğu Meryem’in kardeşi Harun örneği de bu bağdaşıksızlığa temas etmektedir.  

Aynı durum tenzil döneminden sonraki vakıalar için de geçerlidir. Miladi altı yüz on ila 623 tarihleri arasında inen bir metni 632 yılından sonraki vakalarla sebep ilişkisi bağlamında ele almak mümkün değildir. Bilhassa fiten metinlerinde aktarılan, henüz o dönemde vuku bulmamış ihbari vakalar için “İşte bu olay şu ayetin sebebidir.” demek doğru bir yaklaşım değildir. Şu halde sebeple ayet arasındaki bağ tarihsel ama biyolojik karakterli bir bağ gibi düşünülmelidir. 


0 Yorum - Yorum Yaz


SA’LEBE KISSASI ÖRNEĞİ: Tarihsel Bağdaşım İlkesi

Sıddık BAYSAL, Doktora

Esbab-ı nüzul, tarihe belirli bir zamanda giren metnin tarihle ilgisini ve temasını ifade eden bir kavramdır. Bu bakımdan metnin indiği tarihle sınırlıdır. Nüzul tarihinden önceki ve sonraki vakalar zaman zaman Kur’an ayetleri ile aralarında sebeplilik ilişkisi kurularak sebeb-i nüzul vakalarıymış gibi takdim edilebilmektedirler. Oysa eş zamanlı olmak sebeb-i nüzul için aklın ve tarihin kronolojik seyrinin gerektirdiği bir prensiptir. Kur’an ayetlerin kendinden önceki tarihlerde gerçekleşmiş bir olaya dair ifadeler içermesi ile herhangi bir olayın vahye sebep olması başka şeylerdir. Bu nedenle tarih/siyer, hadis ve tefsir metinlerindeki nüzulü işaret eden ifade formları hem form hem de içerik bakımından iyi analiz edilmelidir. Bu noktada hadis usulünün senet ve metin kritiği için belirlediği “cerh ve ta’dil” ilkelerinden faydalanılabilir. Yazar, “tarihsel olanın varlık biçimi anlamında esbab-ı nüzulün gerçekliği, nüzule sebep teşkil eden fiil ve faillerin gerçekliğine müstenittir. Müsnet-merfu haberler bu gerçekliğin delilleridir.” tespiti ile rivayetlerin analizi noktasında tabi olacağımız ölçütleri işaret etmektedir.  

Şimdi tarihsel uyuşmazlık veya bağdaşımsızlık ilkesini örnekleyelim:

“Fil Suresi, Fil olayı hakkında inmiştir.” anlamında “nezelet essuretu fi...” cümlesi, form bakımından esbab-ı nüzul rivayetlerini andırabilir. Fakat bu ifade asla sebeb-i nüzule delalet etmez. Kaldı ki bu surenin inişi ile olayın geçtiği tarih farklıdır. Yani tarihsel bağdaşmazlık bu olayın ilgili sureye sebep olamayacağını gösterir. Nitekim yazarın sunduğu Meryem’in kardeşi Harun örneği de bu bağdaşıksızlığa temas etmektedir.  

Aynı durum tenzil döneminden sonraki vakıalar için de geçerlidir. Miladi altı yüz on ila 623 tarihleri arasında inen bir metni 632 yılından sonraki vakalarla sebep ilişkisi bağlamında ele almak mümkün değildir. Bilhassa fiten metinlerinde aktarılan, henüz o dönemde vuku bulmamış ihbari vakalar için “İşte bu olay şu ayetin sebebidir.” demek doğru bir yaklaşım değildir. Şu halde sebeple ayet arasındaki bağ tarihsel ama biyolojik karakterli bir bağ gibi düşünülmelidir.

Üstelik Arap dilinin hususiyetleri sebeb-i nüzul rivayetlerinin ayrımında tarihsel bağdaşımı gösteren çok önemli bir ipucunu cümleye dâhil etmiştir. Sebebi nüzul rivayeti “fenezeleti’l-ayetu fi...” formunda gelir ki bu ifadedeki “fe” harfi sebebe delalet ettiği gibi ardıllığa da delalet eder. Yani “Olay olmuştu veya soru sorulmuştu ki bu ayet indi.” manasında takibiyye edatıdır.

Ancak, şu da unutulmamalıdır ki tek başına dilin imkânları, tarihi verilerin analizi için yeterli değildir. Bu durumda daha önce değinildiği üzere tarih/siyer ve hadis gibi nüzul dönemine tanıklık eden ilimlere müracaat zorunludur. Zira tefsir kitaplarındaki sebeb-i nüzul başlıklı rivayetlerin hepsi sebeb-i nüzul rivayeti değildir. Bunlardan bir kısmı tefsir için üretilmiş rivayetlerdir. Düşünülmüş tarih-düşünülmüş yorum tabiri ile değinilen husus budur. Her ne kadar iyi niyet çerçevesinde oluşturulmuş olsalar da bu niyet o nakilleri sebeb-i nüzul rivayetine dönüştürmez. Kaldı ki insanların zihnine vahyi yakınlaştırmak için tahkiye kültüründen istifade etmek isteyen vaizler, kamu maslahatını ilmi disiplinin önüne çekerek nerdeyse her ayet için sabit bir sebep bildirme niyetine yönelmişlerdir. Bu da külliyatımızda sayısız sebeb-i nüzul rivayetinin var olmasına neden olmuştur. Hangilerinin hakikat ifade ettiğini bilmek için yine yazarın ifadeleriyle “orijinal tarih-orijinal yorum” bilgisine, dolayısıyla siyer ve hadis usulü bilgisine ihtiyacımız var. Olayların tarihsel eşleşmesi için siyer bilgisini istihdam ederken, metnin içeriğini ve ravileri teste tabi tutmak için hadis usulünü göreve çağırmak durumundayız. Hadis mecmualarında bununla ilgili yeterli çalışma mevcuttur. “Kur’an ve Bağlam”ın İkinci Kitabı’nda işlenen Sa’lebe Kıssası, yazarın önerdiği yeni yaklaşımın ilke ve önerilerine tatbiki manada örnek teşkil etmektedir.    

Yazar bu bölümde ilgili kıssayı ayrı ayrı hadis, siyer, rical (teracim ve tabakat) kitaplarından irdelemiş; bundan sonra tefsir kitaplarında olayın işlenişine yönelmiştir. Bu üslup olay hakkında mukayeseli ve nesnel bir projeksiyonun oluşmasını sağlamakla kalmamış söz konusu vakıanın sosyal maslahatlar bağlamında esbab-ı nüzulle ilişkilendirilmesinin epistemolojik ve tarihsel imkanını ortaya koymuştur. Tefsirle iştigal edenler arasında meşhur hadis olarak telakki edilen bu rivayetin aslında zayıf senetlerle Peygamberimize ulaşan mevsul vasfını haiz bir nakildir.[1] Söz konusu rivayeti Taberi, Razi gibi pek çok müfessir eserlerinde değerlendirmiş, tenkite tabi tutmuştur. Gerek Salebe’nin tarihsel gerçekliği, gerekse metnin içeriği, hadisenin geçtiği asırdaki ve daha sonraki nesilleri etkilemeye yönelik ahlaki kaygılarla kurgulanmış bir hikaye olduğu intibaını vermektedir. Ayrıca ilgili kişiye dair bilgiler tarihsel bağdaşım ilkesinin gereklerine uymamaktadır.    

 

Mesela, ayet veya sebebin taaddüdü meselesi klasik dönemde tartışılmış, nüzulün taaddüdü bu yöndeki rivayetlere rağmen olumsuzlanmış, sebebin taaddüdü makul görülmüştür. Bu meyanda eğer iki nakil arasında tearuz yoksa nakillerin cem edilmesi; yok varsa sıhhat derecesine göre tasnif edilmesi önerilmiş; metinleri cem etmek veya sıhhatlerine ilişkin verilerin denkliğinden ötürü tasnif etmek sıkıntı oluşturuyorsa olayın taaddüdüne hükmedilmiştir. Bir ayetin hem Mekke’de hem de Medine’de indiğine dair görüşler ise şu şekilde tashih edilmiştir: içeriği aynı olan iki sorudan ilki dolayısıyla inen ayeti Peygamber Efendimiz kıyas yoluyla ikinciye tatbik etmiş, onun hükmünü diğeri için geçerli addetmiş ve cevap olarak daha önce başka bir sebebe binaen inen ayet sanki sonraki olay için bir kere daha inmiş gibi algılanmıştır.  

Bu metni inceleyen yazar sonuçta;

1.      İlgili rivayetin hadis usulü açısından tenkit edilmesi

2.      Sa’lebe ile ilgili rivayetlerin tasnif edilmesi

3.      Tarih ilminden istifade edilmesi

4.      İlgili rivayetin Kur’ani bütünlük, siyak-sibak içinde değerlendirilmesi,

ilkelerine ulaşmıştır ki bu rivayet bir örnek olduğuna göre yukarıdaki ilkenin tefsir rivayetlerinin tümüne şamil kılınması gerekmektedir. Sa’lebe kısassı bu bakımdan son derece elverişli bir örneklik oluşturmaktadır.

Sıddık BAYSAL, Temel İslam Bilimleri, Tefsir, Doktora



[1] Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU, Kur’an ve Bağlam, Şule yay. Nisan 2008, s. 278


0 Yorum - Yorum Yaz


1.     İnsan oğlunun bizatihi yaşayarak tecrübe ettiği tarih ve bu alana ait bir kavram olan tarihsellik, ülkemizde hemen her kesim tarafından sıklıkla dile getirilen bir nitelik arz etmektedir.  

2.     “Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl” çalışması, Tarihi köken itibariyle kültürümüzle çok da uyuşmayan bir kavram olan tarihsellik kavramının, kendi kültürümüzde ve özellikle de esbab-ı nüzûl alanında kullanılıp kullanılamayacağı, kullanılacaksa nasıl kullanılacağı sorusuna cevap teşkil edecek bir çalışma niteliğindedir.

3.     Bu meyanda öncelikle tarihselciliğin doğuşu, gelişimi ve anlamlarını içeren tarihi serüveni çeşitli yönleriyle anlatılmaktadır.

4.     Bunun yanı sıra tarihselliğin, tefsir ilmini yakinen ilgilendiren boyutu olan belirli bir zaman ve mekân içerisinde vuku bulup, sahih rivayetle bize aktarılan esbab-ı nüzûlle ilişkisi, özellikle insanın tarihsel bir varlık oluşu ciheti itibariyle ele alınarak açıklığa kavuşturulmaktadır.

5.     Bu durumda doğuşu itibariyle bize ait olmayan tarihsellik kavramını, doğduğu kültürün zihnî yapısının şekillendirdiğini, dolayısıyla söz konusu kavramın kullanımı esnasında kendi kültür yapımızın hususiyetlerini asla göz ardı etmemek durumunda olduğumuzu da unutmamak durumundayız. 

                                                                        Şükür KÜÇÜK

                                                                        Doktora/11922762

 


0 Yorum - Yorum Yaz


              Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul    Zeki KILIÇ(12922716) DOKTORA 

         Kur’an-ı Kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayi ana gaye edinmekte tarih ve tarihsellik bağlamında temel   karekteristiğini ortaya koymaktadır. Zira insan her zaman geçmişe mal olabilecek bir şimdinin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye, aynı zamanda bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan tarihsel bir varlıktır. Kur’an-ı Kerim insanın sadece tarihsel varlık koşulu ile değil bütün varlık koşulları ile uyum ve o koşullara cevap veren bir ilahi mesajdır. Kur’an-ı Kerim’in nüzul ortamına yönelik üslubu; toplumun dünya görüşünü, kavramlarını yani  tüm yapıp etmelerini ilahi mesajla oluşturmasıdır. Bu manada esbab-ı nüzul doğrudan doğruya nüzul ortamında fiili olanı ve hayatı göstermek konusunda aracı deliller olarak değerlendirilmektedir.

         Esbab-ı nüzul, Kuran-ı Kerim’in nüzul ortamına ait bir gerçeklik olarak gerçekliğini o dönemde yaşamış kişilerden ve onların yapıp etmeleri sonucu meydana gelen olaylardan almaktadır. Bu şekilde tarihsel olanın varlık biçimi, tarihsel olanın niteliği olarak anlaşılabilir.

         Tarihsellik kavramı, tarih yapan bir varlık olarak insanın tarih hakkındaki tecrübelerinden elde ettiği bilginin bir boyutunu ifade eder. Yani bizzat yaşadığı , tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir.     Felsefi bir tartışma konusu olarak 18-19. Yüzyıllarda tarih ilminden ne anlaşılması gerektiği konusu etrafında ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda şu hususların öne çıktığını görmekteyiz: Kur’an-ı Kerim soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış ve yaşanabilir bir hidayet rehberidir.Tarihsellik kavramı başka kültürden neşet etmiş olsa da insanlığın ortak kültürüne mal oldğundan,  kullanılması halinde içerik olarak ait olduğu dünya görüşü dikkate alımalıdır. Aksi halde kötü sonuçlar doğurabilir. Bu kavramı kullanan alimlerimizin her zaman olduğu/olması gerektiği gibi efradını cami, ağyarını mani bir tarif yapmaları gerekir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


MEHMET ZEKİ SERDAROĞLU{Öğrenci No:12952706)TARİHSELLİK PROBLEMİ VE ESBAB-I NUZÜL :Tarihsellik de tarih yapan bir varlık olarak insanın,tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün durumların üzerinde cereyan zihni faaliyetinin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır.Yani tarihsellik,insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı,tecrübe ettiği bir durumla,tarihle ilgilidir.Kavramın tarihsel süreci dikkate alındığında tarihselcilik,Batı düşüncesinin kartezyen dünya anlayışıyla kilitlenen zihinlere hermenötik metodla bir açılım getirme çabasıdır.İşte tarihselcilik-esbab-ı nuzül ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken husus tarihsellik ve tarihselcilik kavramları,Batı'nın özgü kültürüne ait kavramlardır.Batılı filozof, problemlere bakarken mensup olduğu milletin değer hükümlerinin etkisinde kalmış,kişiliğini içerisinde yetiştiği toplumda kazanmıştır.Bu anlamda tarihsellik ve tarihselcilik kavramları her ne kadar Batı'nın özgü kültürüne ait kavramlarsa da yapıları gereği ortak kültürle etkileşim halindedir.Bu açıdan bakıldığında tarihsellik kavramının İslam kültüründe kullanılmış olduğunu söyleyebiliriz.Tarihselcilik sözcüğünün terim olarak ifade ettiği anlamlar dikkate alındığında;(1)Tarihsel olanın varlık biçimi (2)Zamana bağlılık,gelip geçicilik (3)Tarihsel koşulluluk,tarihe bağlı olma(törenin tarihselliği gibi) (4)Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu(Örneğin Hz.İSA'nın tarihselliği gibi.)İnsanda tarihsel bir varlık olduğuna göre onun yapıp etmelerinin sonucu oluşan esbab-ı nuzülün, tarihsellik kavramı ile bir ilgisi muhakkak ki vardır.O'da esbab-ı nuzül,mekan-zaman içinde vuku bulması,sahih(müsned-merfu)rivayetle bize ulaşmış olması sebebiyle tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir.Nuzül ortamında cereyan eden hadiselerin,soruların karşılığı olarak da tarihsel olanın varlık biçimidir. Esbab-ı nuzül ile tarihsellik kavramı arasında ortak kültür bağlamında ilişki kurulup Kur'an-ı Kerim'in tarih ve tarihsel bilgi alanındaki genel ilkeler zikredilmelidir. Kuran-ı Kerim'in temel konusunun insan oluşu ve insanı hidayete(doğru yola)iletme rehberi olmayı ana gaye edinmesi,tarih ve tarihsellik bağlamında onun temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bütün bu ilmi mütalaalardan esbab-ı nuzül-tarihsellik kavramı ilişkisine;(1)Esbab-ı nuzülün Kur'an-ı Kerim içerisindeki yeri (2)İnsanın tarihsel bir varlık olması bağlamında bakılmalıdır. Bunu için de esbab-ı nuzül rivayetlerinin,esbab-ı nuzüle yeni bir yaklaşım olarak tasnif edilmesi gerekmektedir.(1)Esbab-ı nuzül rivayetleri:Orjinal tarih bize nuzül ortamının somut bir portesini verecek,bizzat yaşanmış olanı tasvir edecektir.Öyle bir hayat portresi ki insan,beşer olarak varlık şartları ne ise onu icra edecektir.(2)Tefsir için olan esbab-ı nuzül rivayetleri değerlendirmeleri:Düşünülmüş tarih olarak bu tür esbab-ı nuzül rivayetleri,Kur'an-ı Kerim'in anlaşılma sürecinde ve Kur'an tarihinde ''düşünülmüş tarih'' olarak değerlendirilebilir.
0 Yorum - Yorum Yaz


ABDULLAH TAYFUR NO:12952708 Tarihselcilik sözcüğünün terim olarak ifade ettiği anlamlar dikkate alındığında;(1)Tarihsel olanın varlık biçimi (2)Zamana bağlılık,gelip geçicilik (3)Tarihsel koşulluluk,tarihe bağlı olma(törenin tarihselliği gibi) (4)Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu(Örneğin Hz.İSA'nın tarihselliği gibi.)İnsanda tarihsel bir varlık olduğuna göre onun yapıp etmelerinin sonucu oluşan esbab-ı nuzülün, tarihsellik kavramı ile bir ilgisi muhakkak ki vardır.O'da esbab-ı nuzül,mekan-zaman içinde vuku bulması,sahih(müsned-merfu)rivayetle bize ulaşmış olması sebebiyle tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir.Nuzül ortamında cereyan eden hadiselerin,soruların karşılığı olarak da tarihsel olanın varlık biçimidir. Esbab-ı nuzül ile tarihsellik kavramı arasında ortak kültür bağlamında ilişki kurulup Kur'an-ı Kerim'in tarih ve tarihsel bilgi alanındaki genel ilkeler zikredilmelidir. Kuran-ı Kerim'in temel konusunun insan oluşu ve insanı hidayete(doğru yola)iletme rehberi olmayı ana gaye edinmesi,tarih ve tarihsellik bağlamında onun temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bütün bu ilmi mütalaalardan esbab-ı nuzül-tarihsellik kavramı ilişkisine;(1)Esbab-ı nuzülün Kur'an-ı Kerim içerisindeki yeri (2)İnsanın tarihsel bir varlık olması bağlamında bakılmalıdır. Bunu için de esbab-ı nuzül rivayetlerinin,esbab-ı nuzüle yeni bir yaklaşım olarak tasnif edilmesi gerekmektedir.(1)Esbab-ı nuzül rivayetleri:Orjinal tarih bize nuzül ortamının somut bir portesini verecek,bizzat yaşanmış olanı tasvir edecektir.Öyle bir hayat portresi ki insan,beşer olarak varlık şartları ne ise onu icra edecektir.(2)Tefsir için olan esbab-ı nuzül rivayetleri değerlendirmeleri:Düşünülmüş tarih olarak bu tür esbab-ı nuzül rivayetleri,Kur'an-ı Kerim'in anlaşılma sürecinde ve Kur'an tarihinde ''düşünülmüş tarih'' olarak değerlendirilebilir.Hermenötik (yorumbilim), semantik (anlam-bilim), linguistik (dilbilim) gibi beşerî bilimlerden yararlanabilmemizin, bu alanlara ait yeni kavram¬ları özgü kültürümüze mal edebilmemizin, içselleştirebilmemizin, yani bu kavramları yaşayabil¬memizin, anılan tavrın hakim olmasıyla mümkün olabileceği umulur.
Böylesi bir yaklaşıma, İslâm kültüründeki ta¬rih anlayışı ile Batı kültüründeki tarih anlayışları¬nın birbirlerinden beşerî bir ilim olarak tarih'in iki ayrı şekilde mütalaası olarak yararlanabilmesi için de ihtiyaç vardır.
Esbâb-ı nüzul'den, tarihsel bir olgu olarak tarih-siyer yazımında en isabetli şekilde faydalan¬mak da bu yaklaşımla mümkündür.
"Esbâb-ı nüzul rivayetleri " ile yazılacak "oriji¬nal tarih", nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkânı verecektir. "Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivayetleri" ile yazılacak "düşünülmüş tarih" de çok sayıda insanî faaliyeti/başarıları, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak isteyen insanın bakış ufkuna sunacaktır. Bütün bunlar ise siyer-tarih yazımında insanî faaliyet ve davranışların/başarıların tarihini ortaya koyma, tespit etme imkânı verecek; bu da insanın varlık bilincine katkıda bulunacaktır.
0 Yorum - Yorum Yaz


MEHMET TAHİR PEKİM =12952702
Tarihselcilik sözcüğünün terim olarak ifade ettiği anlamlar dikkate alındığında;
1- Tarihsel olanın varlık biçimi,
2- Zamana bağlılık, gelip geçicilik,
3- Tarihsel koşulluluk, tarihe bağlı olma( törenin tarihselliği gibi.)
4- Bir şeyin gerçekten tarihsellik var olduğu olgusu ( ör;isa’nın tarihselliği)
İnsan da tarihsel bir varlık olduğuna göre onun yapıp etmelerinin sonucu oluşan esbab-ı nüzül ‘ün tarihsellik kavramı ile bir ilgisi mukakkak ki vardır. O da esbab-ı nüzül mekan- zaman içinde vuku bulması sahih(müsned mergü) rivayetle bize ulaşmış olması sebebiyle tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir. Nüzül ortamında cereyan eden hadislerin, soruların karşılığı olarak da tarihsel olanın varlık biçimidir.
Esbab-ı nüzül ile tarihsellik kavramı arasında ortak kültür bağlamında ilişki kurulup kuran-ı kerim’in tarih ve tarihsellik bilgi alanındaki genel ilkeler zikredilmelidir.
Kura-ı kerim’in temel konusunun insan oluşu ve insanı hidayete(doğru yolu) iletme rehberi olmaya ona gaye edinmeni, tarih ve tarihsellik bağlamında onun temel karekteristiğini ortaya koymaktadır.
Bütün bu ilmi mütalalardan esbab-ı nüzül tarihsellik kavramına ilişkisine;
1- Esbab-ı nüzül’ün kuran-ı kerim’in bütünlüğü içerisindeki yeri
2- İnsanın tarihsel bir varlık olması bağlamında bakılmalıdır. Bunun için de esbab-ı nüzül rivayetlerinin esbab-ı nüzül’e yeni bir yaklaşım olarak tasnif edilmesi gerekmektedir.bu tasnifi şöyle verebiliriz;
 esbab-ı nüzül rivayetlerinin esbab-ı nüzül bilgisi islamın başlangıcından bu yana kuran-ı kerim’i anlama çabalarında göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir ilim olagelmiştir.orijinal tarih (böyle yayılmış bir tarih) bize nüzül ortamının somur bir portresini verecek, bizzat yaşanmış olanı tasvir edecektir. Öyle bir hedef portresi ki insan, beşer olarak varlık şartları ne ise onu rica etmektedir.
 Tefsir için olan esbab-ı nüzül rivayetleri değerlendirmeleri düşünülmüş tarih bu tür esbab-ı nüzül rivayetleri kuran-ı kerim’in anlaşılması sürecinde be kuran tarihinde “düşünülmüş tarih” olarak değerlendirilebilir
0 Yorum - Yorum Yaz


Hasan Yücel

12922703 Doktora Öğrencisi 1.      Tarihsellik kavramı esasen günümüzde bir çok aydın tarafından da kullanılmasına rağmen, hala izâfî bir karakter taşımaktadır. Yani tam bir ortak kavram olarak dilimzde yerini alamamıştır.2.      Kitaba Dair: Elimizdeki bu eser, Batı kültürüne ait bir kavramın kendi kültürümüzde nasıl içselleştirilebileceğini, tarihsellik kavramının tarihi serüvenini ve son olarak da bu kavramı bizim kendi kültürümüzde nasıl kullanmamız gerektiğine dair bilgiler vermeyi amaç edinmiştir.

3.      Tarihsellik kavramının doğuşu ve gelişimi: Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının 17. ve 19. yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Bu terimin ilk ortaya çıktığı ülke Almanya’dır. Tarihsellik teriminin Almanya’da ortaya çıkmasının temel sebebi ise bu ülkede tarihi zihniyetin beşeri ilimlerle değerlendirilmesidir. Yine bu iki kavram  Batı’da, tabiat ilimleri ile beşeri ilimler arasındaki zıtlık, epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır.

4.      Tarihsellik Kavramının Kullanım Çerçevesi ve Alanları: Tarihsellik kavramı, tarih ilmi alanında kullanılan teknik bir terimdir. Tarihçilerin eskiden beri kullandıkları bu terimi İngiliz filozof  Henry More 1664’te “historicity, historicalness” kelimeleri ile ifade etmiştir. Daha sonra E. Bayer  aynı terimi tarihsel olayların olgusallığı anlamında kullanmıştır. Tarihsellik kavramını felsefi anlamıyla kullanan ilk filozof Hegel’dir. Hegel’e göre tarihselliğin iki anlamı vardır:

o   Geçmişte olup biten her şeyin, geçmişte kalmasına rağmen etkisini devam ettirmesi halidir.o   Tarihsellik sürekli tarihsel bir etkililiktir. 5.      Tarihselcilik terimi özellikle Hegel sisteminin parçalanmasından sonra çok çeşitli hatta birbirine karşıt anlamları barındıran çok karmaşık bir anlam içeriğiyle kullanılmıştır. Bugünde bu karmaşanın devam ettiği söylenebilir.6.      Tarihselcilik kavramının tarihsel süreci incelendiğinde görülüyor ki tarihselcilik Batı düşüncesinin Kartezyen dünya anlayışıyla kilitlenen zihinlere hermenötik metotla bir açılım getirme çabasıdır. 7.      Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının içinde doğup geliştiği ortam ve şartlar göz önüne alındığında ve bütün anlatılanlar ışığında değerlendirildiğinde bu terimlerin Batı düşünce sistemine ait çok geniş anlam alanına sahip olan kavramlar olduğu gerçeği anlaşılmış olmaktadır.8.      Tarihsellik ve tarihselcilik kavramları her ne kadar Batı kültürüne ait kavramlarsa da yapıları gereği ortak kültürle etkileşim halindedirler. İnsan tarihsel bir varlık olarak zamanı üç boyutu ile reel olarak yaşamaktadır. Bu durum onun tabiatının gereğidir. İşte bu yönüyle tarihsellik kavramı ortak kültüre aittir. Ancak anlam yüklerken, anlam çerçevesini belirlerken toplumlar farklı yaklaşımlar sergilemektedilerr. Tarihsellik bu yönüyle de özgü kültür vasfını taşımaktadır.9.      İnsan tarihsel bir varlıktır. Kur’ân’da tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceğiyle bir bütün halinde insanı faaliyet sahası olarak görmektedir. İnsanı insan yapan bazı özellikler vardır ki bunlar Hz. Âdem’den beri ortaktır. Nüzûl ortamını incelediğimizde insanların Hz. Peygamberin önderliğinde Kur’ânî değer duygusunu tam anlamıyla idrak etmeye çalıştıklarını görürüz. Esbâb-ı nüzûl doğrudan doğruya nüzûl ortamında meydana gelen resmi ifade etmeketedir. Yani esbab-ı nüzûl, tarihin bir bölümünde var olmuştur ve gerçektir. İnsanın yapıp etmeleri ise sadece şu an  içinde olup bitmez, onlar zamanın boyutlarına yayılmıştır.10.  Sonuç olarak, Esbâb-ı nüzûl - Tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle üzerinde durulması gereken konunun şu olduğunu açık bir şekilde ifade edebiliriz:“Kur’ân-ı Kerîm soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanılabilir ve yaşanacak insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberdir.” 
0 Yorum - Yorum Yaz

KUR'AN VE BAĞLAM    15.05.2013



0 Yorum - Yorum Yaz

KUR'AN VE BAĞLAM    15.05.2013



0 Yorum - Yorum Yaz

tarihsellik    20.05.2013

Tarihsellik:

Malumumuz tarihsellik kavramı batı’da ortaya çıkmış bir kavramdır. 17. Yüzyılda başlayıp günümüze kadar tarihsellik ve tarihselcilik üzerine farklı yorumlar ve tanımlar ortaya çıkmıştır. Öyle görülüyor ki hala sabit ve ortak bir tanım getirilememiştir. Daha çıkış noktasında ittifak sağlanamamış iken bizler bu kavramı kültüme alıp onu işlevsel hale getirmek durumunda kaldık. Zira mevcut tarihte ortaya çıkmış Kuran’ı yorumlamak durumdayız.  Her ne kadar Kuran tarih içinde meydana gelmiş olsa bile tarihe hapsedilmiş bir kitap değildir. Çünkü o insani yapıp etmeleri esas almış ve ona göre hitap etmiştir. Bu anlamda insani yapıp etmeler evrenseldir ve süreklilik arz eder. Dolayısıyla günümüz insanı da tarihsel bir varlıktır. Bu durum gösteriyor ki Kuran daima yaşanılabilir bir haldedir. Yapılması gereken ona doğru bir yöntemle yaklaşmaktır. Batılılar kutsal metinlerine yaklaşmak için farklı metot ve kavramlar üretirken, onların bu ürünlerine kendimize uygun işlevsel hale getirmeden kabul etmek doğru ad edilemez.  Geleneksel verilerimiz ile bütünleşmiş bir metot üretilmesi gerekmektedir. Bu anlamda esbab’ı nüzul Kuranı tarihe hapsedemez. Aksine sebebin hususiliği lafzın umumiliğini mani değildir. İnsani yapıp etmeler devam ettiği sürece ilk sebep sadece ilgili ayetin bir vechini ortaya koymuş olacaktır.


0 Yorum - Yorum Yaz


TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

Yazar, bir tanım ile başlar tarihsellik ve esbab-ı nüzul konusuna. Tarihsellik, Tarih yapan bir varlık olan insanın tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün durumların üzerinde cereyan eden zihni faaliyetlerin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır. Bu tanımı yapmakla beraber yazar şu ifadeyi kullanmayı da uygun görür. “Bir felsefi kavram olarak “Tarihsellik nedir?” sorusuna herkesi tatmin edecek bir cevabı vermek güçtür. Aynı zamanda tarihsellik kavramının neden tam olarak anlaşılamadığını “Bir kültürde hakim olan kavramlar, anlamlar başka kültüre kolaylıkla nakledilemezler çevrilemez hatta bazen hiç çevrilemez şeklinde ifadelendirir.   

 Giriş bölümünde dikkatleri kavramların anlaşılması üzerine çeker. Özellikle batı kökenli kavramların kendi kültürümüze intikalinde son derece dikkatli olunmasını tavsiye eder. Kavramların doğru bir şekilde anlaşılmasında o kavramların doğduğu yerin ve kültürünün bilinmesinin önemine değinir. Bu aşamadan sonra kavramın kendi kültürümüze ve dilimize aktarımında çeviri probleminin bizi yönelteceği yanlışlıklara işaret eder. Ayrıca kavramları karşılamada yetersiz bir dilin sağlıklı bir aktarma ve anlamayı engellediğinden hareketle Türkçe ile ilgili birtakım operasyonların yanlışlığına dikkat çeker.

Tarihsellik kavramının geçmiş serüveninden bahseden yazar bu süreçte batılı dilbilimci, tarihçi ve filozofların tarihselliğe yüklemiş oldukları anlamları aktarır. Bu safhada önce tarihsellik  kavramının hangi ortam ve şartlarda ortaya çıkmaya başladığından bahseder.  Ardından bu kavramın hangi çerçevede ve ne gibi anlam değişiklikleri ile karşı karşıya kaldığına temas eder. Yazar bütün bunları yaparken benzeri çalışmalardan farklı olarak konunun iyi anlaşılması için şema yöntemini kullanır. Tarihselcilik kavramının anlamı ve ona yüklenen manalarla ilgili geniş bilgi verir.

Esbab-ı nüzul, Kur’an-insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp etmelerdir. Dolaysıyla her zaman ve mekânda benzeri yapıp etmelerle temelde benzerlik gösterir. Aslolan bu yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine ilkeleri tespit edebilmektir. Bundan daha önemlisi de onları amel haline getirebilme meselesidir. Sahabenin müsned merfu rivayetleriyle nakledilen nüzul ortamın ait esba-ı nüzul  rivayetleri, Kur’an’ın anlaşılmasında orijinal yorum olarak değerlendirilebilir. Yine bu rivayetler, Kur’an’ın anlaşılmasında ve Kur’an tarihinde orijinal tarih olarak adlandırılabilir. Tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri ve değerlendirmeleri ise Kur’an’ın analaşılmasında düşünülmüş yorum olarak nitelendirilebilir. Yine bu rivayetler, Kur’an’ın anlaşılma sürecinde ve Kur’an tarihinde düşünülmüş tarih olarak değerlendirilebilir.

Esbab-ı nüzul tarihsellik kavramı ilişkilerinde özellikle vurgulanması gereken konu, Kur’an’ın soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi olduğudur.

Esbab-ı nüzul ile yazılacak orijinal tarih,  nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkânı verecektir. Tefsir için yapılan esbabı nüzul rivayetleri ile yazılacak düşünülmüş tarih de çok sayıda insani faaliyeti/başarıları, Kur’anı anlamak isteyen insanın bakış ufkuna sunacaktır. Bütün bunlar siyer- tarih yazımında insani faaliyet ve davranışın tarihini ortaya koyma, tespit etme imkânı verecek bu insanın ortak bilincine katkıda bulunacaktır.

 

 

 

 

Yunus  ÖZDAMAR     Doktora Özel Öğrenci

13ÖZL274

 


0 Yorum - Yorum Yaz

tarihsellik    21.05.2013

Tarihsellik:

Malumumuz tarihsellik kavramı batı’da ortaya çıkmış bir kavramdır. 17. Yüzyılda başlayıp günümüze kadar tarihsellik ve tarihselcilik üzerine farklı yorumlar ve tanımlar ortaya çıkmıştır. Öyle görülüyor ki hala sabit ve ortak bir tanım getirilememiştir. Daha çıkış noktasında ittifak sağlanamamış iken bizler bu kavramı kültüme alıp onu işlevsel hale getirmek durumunda kaldık. Zira mevcut tarihte ortaya çıkmış Kuran’ı yorumlamak durumdayız.  Her ne kadar Kuran tarih içinde meydana gelmiş olsa bile tarihe hapsedilmiş bir kitap değildir. Çünkü o insani yapıp etmeleri esas almış ve ona göre hitap etmiştir. Bu anlamda insani yapıp etmeler evrenseldir ve süreklilik arz eder. Dolayısıyla günümüz insanı da tarihsel bir varlıktır. Bu durum gösteriyor ki Kuran daima yaşanılabilir bir haldedir. Yapılması gereken ona doğru bir yöntemle yaklaşmaktır. Batılılar kutsal metinlerine yaklaşmak için farklı metot ve kavramlar üretirken, onların bu ürünlerine kendimize uygun işlevsel hale getirmeden kabul etmek doğru ad edilemez.  Geleneksel verilerimiz ile bütünleşmiş bir metot üretilmesi gerekmektedir. Bu anlamda esbab’ı nüzul Kuranı tarihe hapsedemez. Aksine sebebin hususiliği lafzın umumiliğini mani değildir. İnsani yapıp etmeler devam ettiği sürece ilk sebep sadece ilgili ayetin bir vechini ortaya koymuş olacaktır.

Kemal Gözütok

12922736


0 Yorum - Yorum Yaz

KUR'AN VE BAĞLAM    21.05.2013

Üçüncü Kitap: Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzûl

 Bu kısımda öncelikle tarihsellik kavramı ele alınmış, bu kavramın doğuşu ve gelişimini, kullanım çerçevesi ve alanlarını geniş bir şekilde açıklanmıştır. Müellif burada tarihsellik kavramının Batı’ya özgü bir kavram olduğunu önemsemiştir. Bu konuda şöyle de bir açıklama yapmıştır: “ Tarihsellik ve tarihselcilik ve benzeri kavramlar her ne kadar Batı’nın özgü kültürüne ait kavramlarsa da yapıları gereği ortak kültürle etkileşim halindedir… Tarihsellik oluşum süreci bakımından ortak kültüre aittir. Anlam içeriği olarak da özgü kültüre aittir.”

Tarihsellik kavramı konusunda geniş bilgiler veren müellif, esbâb-ı nüzûlün tarihsellik meselesini şu maddeler üzerinde tartışmıştır:

1.      Tarihsel olanın varlık biçimi.

2.      Zamana bağlılık, gelip geçicilik.

3.      Tarihsel koşulluluk, tarihe bağlı olma.

4.      Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu.

Esbâb-ı nüzûl-tarihsellik arasındaki ilişki hakkında müellifin düşüncesi şöyledir: “Esbâb-ı nüzûl, nüzûl ortamının temel tarihsel bir unsurudur fakat tarihsel bir şart değildir. Yani Kur’ân’ın inzâli esbâb-ı nüzûle bağlı değildir; Allah’ın dilemesiyledir… Esbâb-ı nüzûl-tarihsellik kavramı ilişkisine

1.      Esbâb-ı nüzûlün Kur’ân-ı Kerim’in bütünlüğü içerisindeki yeri,

2.      İnsanın tarihsel bir varlık olması bağlamında bakılmalıdır.”

Esbâb-ı nüzûl rivayetlerini “orijinal tarih”, tefsir için olan esbâb-ı nüzûl rivayetleri değerlendirmelerini “düşünülmüş tarih” olarak adlandıran yazar bu konuyu şöyle özetlemiştir: “Orijinal tarih bize Kur’ân-insan –hayat bütünleşmesini gösteriyor; düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde bulunulan mekân-zamana nasıl uyarlandığını yani Kur’ân’ın yaşanabilir olduğunu gösteriyor.”

Sonuç olarak; birbirini tamamlayan üç ayrı çalışmadan oluşan bu eser, esbâb-ı nüzûl hakkında derinlemesine bilgi verip farklı bakış açıları sunmaktadır. Konuların ayrıntılarıyla incelenmesinden dolayı kavram açıklamaları, yazara ait tablolaştırmalar ve gerekli görülen yerlerdeki tekrarlar konuların kavranmasına katkı sağlamaktadır. Ayrıca eser boyunca kullanılan akıllı işaretlerle konuların zihinde yer edinmesine yardımcı olunmaya çalışılmıştır. Her üç çalışmanın sonunda da o çalışmaya ait kaynakça ayrı ayrı okuyucunun istifadesine sunulmuştur. Bütün bu açıklamalardan sonra eserin tefsir alanında yeni bir ufuk açtığını söyleyebiliriz.

HATİCE AVCI


0 Yorum - Yorum Yaz


Ayzada Taştanova

12922770

 

a.       Tarihsellik ve tarihselcilik kavramları XVIII. ve XIX. Yüzyıllar arasında tarih ilminden ne anlaşılacağı konusundaki felsefi tarışmalar sürecinde, tabiat ilimleri ile beşerî ilimler arasındaki zıtlık, epistomolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır.  Ilk olarak ortaya çıktığı ülke Almanya’dır. Bunun sebebi de bu ülkede tarihî zihniyetin beşerî ilimlerde değerlendirilmesidir. Bunun sonucunda da birçok tarih okulu ortaya çıkmıştır.

b.      Tarihsellik kavramını ilk olarak felsefî anlamıyla kullanan filozof Hegel’dir. O bu kavramı iki anlamda kullanmıştır. a. Tarihselliğin, geçmişte olup biten her şeyin geçmişte olup bitmesine rağmen etkisini devam ettirmesi hali. b. Tarihselliğin, sürekli tarihsel bir etkililik olması.

Tarihselcilik kavramı ise XIX. Yüzyılda Novalis tarafından kullanılmıştır. Her iki kavramın tarifinde de filozoflar arası fikir uyuşmazlığı ortaya çıkmıştır.

c.       Bir kavramların olmuşması için kültürün önemli yeri olduğunu vurgulamaktadır müellif. Kavramın batı kültürüne ait olmasına rağmen, oluşum süreci bakımından ortak kültüre, özelliği dolayısıyla da özgü kültüre sahiptir. Bunu açacak olursak insan tarihi bir varlık olarak zamanı üç boyutu ile reel olarak yaşamaktadır. Nitekim bu onun tabiatı gereğidir. Bu yönüyle ortak kültüre aittir. Kavrama anlam yükleme, anlam çerçevesini belirleme konusunda toplumlar farklı yaklaşımları sergilemeleri de, tarihsellik kavramının özgü kültürünü ifade etmektedir.

d.      Buna göre başka özgü kültürlere ait kavramlar kullanılırken, bu kavramların tarihlerine, içeriklerine, bu kavramları kullananların dünya görüşlerine bakılmalıdır.

e.       Kuranı Kerim’in temel konusu insan oluşu ve insanı hidayete iletme rehberi olmayı amaç edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında onun temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. İnsanın yapıp-etmeleri onun tarihselliğini oluşturduğuna göre, onun yapıp-etmeleri sonucunda oluşan esbabı nuzülün tarihsellik kavramı ile olan ilgisini müellif şu dört maddeyle değerlendirmiştir:

a)      Tarihsel olanın varlık biçimi

b)      Zamana bağlılık, gelip geçicilik

c)      Tarihsellik koşulluluk, tarihe bağlı olma

d)     Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu.

a.       Müellif esbab-I nuzül rivayetlerinin yeni bir yaklaşım olarak sınıflandırılmasını önermektedir.

a)      Esbab-I nuzül rivayetlerine: Orijinal tarih- orijinal yorum. Yani sahabenin rivayetleriyle nakledilen nuzül ortamına ait bu tür esbab-I nüzul rivayetleri Kuran-I Kerim’in anlaşılmasında “orijinal yorum”, yine bu rivayetler Kur’an-I Kerim’in anlaşılma sürecinde ve Kuran-I Kerim tarihinde “orijinal tarih” olarak adlandırmak.

b)      Tefsir için olan esbab-I nuzül rivayetleri değerlendirmeleri: Düşünülmüş tarih. Bu tür esbab-I nüzul rivayetleri, Kur’an-I Kerim’in anlaşılma sürecinde ve tarihinde düşünülmüş tarih olarak değerlendirmek.

b.      Nitekim  Esbab-I nuzül rivayetleri  ile yazılacak olan Orijinal tarih, nüzul asrını en iyi şekilde izleme imkanı vereceğini, Tefsir için yapılan esbab-I nuzül rivayetleri ile yazılacak olan düşünülmüş tarih ise, çok sayıda insanî başarıları, Kuran-I Kerim’I anlamak isteyen insana bakış açısı sunacağını bildirmektedir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Kur’an’ın anlaşılmasındaki yöntemlerden biri olan Esbab-ı nüzul rivayetleri bugüne dek ilkeleriyle birlikte ortaya konulmamıştır. Müfessirlerin birçoğu ilmi yeterliliklerine, takva ehli olmalarına karşın zayıf, mevzu ve israili haberleri bu bağlamda eserlerine almışlardır. Bu da bir tefsir haberinin bir müfessirin eserinde var olması haberin sıhhatine delil teşkil etmemesini gerektirir. Bununla birlikte müfessirlerin her rivayeti eserlerine alırken, isnad ilmi hayatlarına tam olarak girmesi sebebiyle, toplamaya imkan buldukları her şeyi eserlerine almış ve ayıklamayı sonraki nesillere bırakmışlardır. Bugüne dek bu haberlerin ayıklanmamış olması usul eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Yeni bir usul ile bir sebeb-i nüzul rivayetinin nasıl inceleneceğinin bir örneği Sa’lebe kıssası olmuştur. Sa’lebe kıssası örneğinde bir haberin incelenmesi şöyle olması gerekir:1.      Haber ilk önce hadis usulü açısından tenkid edilmelidir. Böylece sıhhat derecesine göre rivayetler ortaya çıkacak ve sahih, zayıf ve mevzu olmaları hasebiyle kendiliğinden bir tasnif ortaya çıkacaktır. 2.      Rivayetler tam olarak tasnif edilmelidir. Bu tasniften sonra da sebeb-i nüzul rivayetleri ve tefsir rivayetleri ortaya çıkacaktır. 3.      Haberin tarihi hakikatlerle mutabık olup olmadığının belirlenmesi için tarih ilminden faydalanılmalıdır. 4.      Tüm rivayetlerin değerlendirilmesinin temel kıstası Kur’an-ı Kerim olmalı ve rivayetler Kur’an-ı Kerim bütünlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir.Sa’lebe kıssası da bu metodla değerlendirilmiş ve bu haberin bir sebeb-i nüzul ifade etmediği, ancak tefsir için olan sebeb-i nüzul değerlendirmesi olduğu anlaşılmıştır. Bu da bize Tevbe 75. Ayetinin yorum zenginliğini ortaya koymuştur.

Bu vesileyle şunun belirtilmesi gerekir. Tüm esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeni bir metodla ele alınıp değerlendirilmesi ve tasnif edilmesi işi tek bir kişinin altından kalkabileceği bir durum olmayıp, bunun için bir enstitü kurulması ve teknolojiden de faydalanılması gerekir.

Muhammed Hayri ŞAHİN

12922755
0 Yorum - Yorum Yaz


Dil, toplumları kültür, medeniyet, adalet, töre gibi tüm unsurlarıyla ayakta tutan en önemli unsurdur. Tarihsellik kavramı, tarih yapan insanın tarih hakkındaki tecrübeler ve kendisinin bizzat yaşadığı tecrübelerin ortak ürünüdür. Tarihsellik kavramının tanımlanmasında sübjektif etkiler olsa da kavramın seçicilik özelliği değişmez ve her zaman ve herkeste aynı sonuç ortaya çıkarır. İşte tarihsellik kavramının mahiyetinin değişmeyip içeriğinin değişmesi bu kavramın felsefi bir problem olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tarihsellik kavramının bu niteliği sebebiyle bu kavramın ne olduğunun eksiksiz bir tanımlamasının yapılabilmesi, diğer felsefi kavramlar gibi mümkün değildir. Bu nedenle kavram üzerinde yapılan tanımlamalar, onun sadece belli bir yönünü açıklamaktan ibaret olmuştur. Tarihsellik kavramı, tarih gibi geniş bir dilimin, farklı alanlardan etkilenmiş bir bütünün ifadesi olması hasebiyle bu kültürel serüveni anlamadan bu kavramın anlaşılması mümkün değildir. Tarihsellik kavramları 18. ve 19. Yüzyıllar arasında ortaya çıkmış, batıda ilk zamanlarda bu kavrama dini sebeplerle ilgi gösterilmemiş, aydınlanma ile birlikte bu kavram felsefi bir problem olarak görülmüştür. Böylelikle tarihsellik ve tarihselcilik kavramları aydınlanma ve modernitenin oluşturduğu ortamda ortaya çıkmış ve bu dönemlerin dünya görüşü çerçevesinde karmaşık bir anlam içeriğinde kullanılmışlardır. Dolayısıyla bu kavram islam düşüncesi içerisinde kullanılırken bu husus özellikle dikkat edilmesi ve bu bağlamda ortaya çıkabilecek mana sapmalarının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Aksi takdirde farklı bir dünyanın, farklı bir kültür ve paradigmanın anlayışıyla böyle bir geçmişe sahip olmayan Müslüman şarkın değerlendirilmesi yanlışına düşülecektir. Müslüman ilim adamlarının temasa geçmiş oldukları kültürlerin kavramlarına bakışı, Kur’an’ın tabiat ve insan arasında var olan aynı öz(vahiy)den beslenme çerçevesinde olmuştur. İşte tarihsellik ve esbab-ı nüzul ilişkisinde önemli olan husus, tarihselcilik kavramının batıya özgü bir kültür olmasıdır. Batılı filozoflar kavramları değerlendirirken içinde yaşadıkları milletlerin değer yargılarıyla değerlendirmede bulunmuşlardır. Bu nedenle o kavramların diğer kültürlere aktarımı mümkün değildir. Bu kavram kargaşası içerisinde bu problemin çözüme ulaşabilmesinin yolu Türkçemizi zenginleştirmek ve gereken ilgiyi göstermekten geçmektedir. Batının kavramlarını kullanmaya devam etmek, dilin bütünüyle göçmesi demektir. Bütün bu ifadeler neticesinde esbab-ı nüzul ile tarihsellik kavramı arasında, ortak kültür bağlamında nasıl bir ilişki kurulabilir sorusu cevaplandırılabilir. Kur’an-ı Kerim tarihsel alanı insanın faaliyet sahası olarak görür. Aynı zamanda Kur’an, Allah’ın isteğiyle inzal olmuş ve esbab-ı nüzulün, onun indirilişinin gerçek sebebi olmadığı bir kitaptır. Dolayısıyla esbab-ı nüzul, tarihsel olarak Kur’an-insan ilişkisi içerisinde oluşmuş birtakım yapıp-etmelerdir ve her zaman ve mekanda benzerlerinin olması mümkündür. Aslolan ise bu ilişkiden bugünün insan meselelerine yönelik ilkelerinin tesbit edilebilmesidir. Esbab-ı nüzulü bu bağlamda anlayan insan, Kur’an-ı Kerim’i kendi gerçek hayatına aktarabilecek ve onunla amel edecek hale gelebilecektir. Muhammed Hayri ŞAHİN12922755

 


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi