Kur'an ve Bağlam’ın üçüncü kitabı Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzul’ü mütalaanızın sonuçlarını maddeler halinde yazınız.
Hedef Tarih: 23 Nisan 2013
1.
Yazar, eserin önsözünde çalışmanın
amacını “ Tarihsellik kavramının doğuşu, gelişimi, anlamı nedir? Ve bu kavramı
kendi kültürümüze nasıl nakleder, nasıl kullanabiliriz” sorularına bir cevap
arayışı içinde olduğunu belirtir.
2.
Yazar,
eserin giriş bölümünde dikkatleri
kavramların anlaşılması üzerine çeker. Özellikle batı kökenli kavramların kendi
kültürümüze intikalinde son derece dikkatli olunmasını tavsiye eder.
Kavramların doğru bir şekilde anlaşılmasında o kavramların doğduğu yerin ve
kültürünün bilinmesinin önemine değinir. Bu aşamadan sonra kavramın kendi
kültürümüze ve dilimize aktarımında çeviri probleminin bizi yönelteceği
yanlışlıklara işaret eder. Ayrıca kavramları karşılamada yetersiz bir dilin
sağlıklı bir aktarma ve anlamayı engellediğinden hareketle Türkçe ile ilgili
birtakım operasyonların yanlışlığına dikkat çeker.
3.
Yazar, tarihsellik kavramını
temellendirirken batılı dilbilimci, tarihçi ve filozofların tarihselliğe
yüklemiş oldukları anlamları aktarır. Bunun için önce tarihsellik ve tarihselciliğin
hangi ortam ve şartlarda ortaya çıktığından bahseder. Daha sonra kavramın hangi çerçevede ve ne
gibi anlam sapmaları ile karşı karşıya kaldığından bahseder. Yazar bütün
bunları yaparken konunun iyi anlaşılması için şema yöntemini kullanır. Tarihselcilik
kavramının tarifi ve ona yüklenen anlamlar ile ilgili detaylı malumat verir.
4.
Yazar, ikinci bölümde tarihsellik ve esbab-ı
nüzul ilişkisini kurmaya çalışır. Daha doğrusu tarihsellik kavramını esbab-ı
nüzul ile karşılamaya çalışır. Bunu yaparken delillendirme ve gerekçelendirme
yoluna başvurur. Bu gerekçelendirmelerden öne önemlisi Kur’an- insan- hayat
bütünlüğünün esas alınmasıdır. Yazar delillendirmeye giderken de “ düşünülmüş yorum-tarih”, “orjinal tarih-yorum”,
“açıklık-seçiklik” gibi özgün tespitlerde bulunur.
5.
Bizim de acizane kanaatimiz odur ki “mal
bulmuş mağribli” misali ortaya atılan her kavramı ne pahasına olursa olsun alıp
sahiplenmek doğru olmasa gerektir. Yeni diye sunulan birçok kavramın aslında
derinlemesine ve objektif bir şekilde bakıldığında eskinin yeni bir forma,
renge sokulmuş olmaktan ibaret olduğunu görebiliyoruz.
6.
Tarihsellik kavramının yerini ıslah
edilmiş yeni bir anlayış çerçevesinde esbab-ı nüzul kavramı ile doldurabiliriz.
Yalnız bu bizim ihtiyaçlarımız doğrultusunda olması gerekir. Birilerinin
dayatması ya da hakim söylem çerçevesinde olmaması gerekir. Aksi takdirde doku
uyuşmazlığı ile karşı karşıya kalabiliyoruz.
Muhammet KARAOSMAN
Doktora öğrencisi
Öğrenci No:12922756
Samet YAMAN (12952752 - Birleşik Doktora)
Saadet Asrı'nda yaşayan ashab efendilerimiz vahyin inmesine sebep teşkil eden soru ve davranışlarıyla aktif rol oynamışlardır. Onların vahyin inmesine sebep olan her türlü davranışları aslında gelecek insan nesillerinin bir prototipi sayılabilir. Çünkü Kur'an'ın ebediliği bunu gerektirir. Kur'an o neslin uhdesinde daha sonraki nesiller için -belki bire bir reçeteler değil ama- ilkesel çözümler, evrensel kanunlar vaz etmiştir. Vahyin şümullü ve derinlemesine okunup üzerinde mesai harcanması halinde tüm insanlar için rehber olduğu anlaşılır. Öyleki Almanlar ve Rusların Kur'an'ı incelemek için devlet eliyle kendi ırklarından danışmanlar görevlendirdiklerini ve Müslüman olmadan, Kur'an'dan kendi problemlerine çareler-çözümler bulduklarını öğrenmiştim. Bir nimet kaliteliyse ondan herkes nasiplenmek ister. Almanların, Yusuf Kıssasından hareketle ter ve körlüğün tedavisi konusunda çalışmalar yaptığını, Rusların da bozulan aile yapılarıyla ilgili olarak yine Kur'an'dan çözümler bulduklarını öğrenmiştim. Ne kadar başarılı olurlar bilinmez lakin onlar birbiriyle uyum halinde olan iki ayet boyutuyla çift kanatlı olarak çalışmanın insanı başarıya ulaştırabileceğini keşfetmişler sanırım. "İnsanın aklına gelen herşeyin gerçekleşmesi mümkündür" sözü doğru mudur bilmem ama Kur'an'dan hareketle önemli buluşlara ufuk açılabilmesi mümkündür.
Kur'an'daki kevni yasaları keşfetmek, kıssaları birer ders olarak okumak ecdadımızdan az sayıda alimlerimizin yaptığı uygulamalardı. İbn Haldun devletlerin ömrünün yaklaşık olarak üç insan nesli olduğunu ayetlerden çıkarmıştır. Sosyolojik ve Tarihsel okumaları sonucunda önceden yapılan yanlışların tekrar yapılmamasının öğrenilmesi halinde bu sürenin daha çok uzayabileciğini ifade etmiştir. Kur'an Kıssaları bu noktada bizlere birer masal gibi değil de her biri birbirinden değerli örneklik ve sakınılması gereken modeller olarak Peygamberler ve helak olanlar şeklinde insanın varlık koşullarının her devirde aynı olması cihetiyle dersler vermektedir. Yine Kur'an'dan Sünnetullahı (Allah'ın kainata koyduğu yasalar) öğrenebilmekteyiz.
Sosyologların "toplumun değişmesi için çeyrek asırlık bir süre gerekir" görüşü Kur'an'ın 23 küsur yılda inip o asrın insanlarını tedricen değiştirmesi gerçeğiyle örtüşmektedir. Bu ecel kanunudur. Yani bir şey, vakti gelmeden olgunlaşmaz. işte bunun gibi evrensel yasaları (kevni ayetleri) Kur'ani ayetlerden ilham alarak bulabiliriz.
Kur'an Saadet Asrında ashab efendilerimize nasıl şifa olduysa şimdi bizlere de aynı o şekilde şifa olacaktır. Çünkü ashab efendilerimiz nasıl insan idiyse biz de aynı yaradılmış "insan"ız. Onların sebep olduğu nüzul ortamındaki gibi, insan, var oldukça Kur'an'ın muhatabı olmaya devam edecektir.
Esbab-ı
nuzül ile tarihsellik kavramı arasında ortak kültür bağlamında ilişki kurulup
Kur'an-ı Kerim'in tarih ve tarihsel bilgi alanındaki genel ilkeler
zikredilmelidir. Kuran-ı Kerim'in temel konusunun insan oluşu ve insanı
hidayete(doğru yola)iletme rehberi olmayı ana gaye edinmesi, tarih ve
tarihsellik bağlamında onun temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu ilmi
mütalaalardan esbab-ı nuzül-tarihsellik kavramı ilişkisinde özetle şunları
söyleyebiliriz;
1-
Esbâb-ı nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken
konu, Kur'ân-ı Kerîm'in soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış,
yaşanabilir ve yaşanacak insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi
olduğudur.
2- Başka "Özgü" kültürlere ait kavramları kullanırken kavramların
tarihleri, içerikleri ve kullananların dünya görüşleri göz önünde
bulundurulmalıdır.
3- Bu kavramları kullanan ilim adamları ve düşünürlerimizin hem böylesi bir
yaklaşımı benimsemeleri hem de kullandıkları kavramı tarif etmeleri
gerekmektedir.
4- Hermenötik (yorum bilim), semantik (anlam-bilim), linguistik (dilbilim) gibi
beşerî bilimlerden yararlanabilmemizin, bu alanlara ait yeni kavramları özgü
kültürümüze mal edebilmemizin, içselleştirebilmemizin, yani bu kavramları
yaşayabilmemizin, zikredilen tavrın hâkim olmasıyla mümkün olabileceği ümit
edilir.
5- Böylesi bir yaklaşıma, İslâm kültüründeki tarih anlayışı ile Batı
kültüründeki tarih anlayışlarının birbirlerinden beşerî bir ilim olarak
tarih'in iki ayrı şekilde mütalaası olarak yararlanabilmesi için de ihtiyaç
vardır.
6- Esbâb-ı nüzul'den, tarihsel bir olgu olarak tarih-siyer yazımında en
isabetli şekilde faydalanmak da bu yaklaşımla mümkündür. "Esbâb-ı nüzul
rivayetleri " ile yazılacak "orijinal tarih", nüzul asrını en
sahih şekilde izleme imkânı verecektir. "Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul
rivayetleri" ile yazılacak "düşünülmüş tarih" de çok sayıda
insanî faaliyeti başarıları, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak isteyen insanın bakış
ufkuna sunacaktır. Bütün bunlar ise siyer-tarih yazımında insanî faaliyet ve
davranışların /başarıların tarihini ortaya koyma, tespit etme imkânı verecek bu
da insanın varlık bilincine katkıda bulunacaktır.
Fikret
Akman
Öğ
no:129127768
Tarih ve tarihsellik nedir? soruları her felsefe sorusunda olduğu gibi prensip bakımından bir çok cevabı olan sorulardır.
Bu kavram dönemin filozofları tarafından çok çeşitli, hatta birbirine karşıt anlamları barındıran çok karmaşık bir anlam içeriğiyle kullanılmıştır.
Tarihsellik
ve tarihselcilik kavramlarının 17. ve 19. yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı,
eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde
ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
Bu
terimin ilk ortaya çıktığı ülke Almanya’dır. Tarihsellik teriminin Almanya’da
ortaya çıkmasının temel sebebi ise bu ülkede tarihi zihniyetin beşeri ilimlerle
değerlendirilmesidir.
Tarihsellik ve tarihselcilik terimleri, 17. ve 19. yüzyıllarda Batı’da, tabiat ilimleri ile beşeri ilimler arasındaki zıtlık, epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır.
Tarihsellik kavramını felsefi anlamıyla kullanan ilk filozof Hegel’dir.
Hegel’e göre tarihselliğin iki anlamı vardır:
1. Geçmişte olup biten her şeyin,
geçmişte kalmasına rağmen etkisini devam ettirmesi halidir.
2. Tarihsellik sürekli tarihsel bir
etkililiktir.
Tarihselcilik terimi özellikle Hegel sisteminin parçalanmasından sonra
çok çeşitli hatta birbirine karşıt anlamları barındıran çok karmaşık bir anlam
içeriğiyle kullanılmıştır. Bugün de bu karmaşanın devam ettiği söylenebilir
Tarihsellik terimi 1920 lere kadar daha çok olumsuz anlamda kullanılmıştır. 1920 den sonra anlamı iyice bulanıklaşır, özellikle Almanya’da üzerinde en çok tartışılan kavram olur.
Dilthey’e göre, tarihselcilik, tarihçinin seçilmiş olgulara dayalı olarak yaptığı araştırma ile bütün geçmişi sorgulama yöntemidir.
Tarihsellik kavramının açıklık ve seçiklik özelliği vardır. Mahiyeti/ diğer varlıklardan ayıran niteliği/ seçikliği değişmemekte; izlenimi / açıklığı değişmektedir
Tarihselcilik Batı düşüncesinin kartezyen dünya anlayışıyla kilitlenen zihinlere hermenötik metotla bir açılım getirme çabasıdır.
Tarihsellik ve tarihselcilik, Batı düşünce sistemine ait çok geniş anlam alanına sahip olan kavramlar olduğu gerçeği anlaşılmış olmaktadır.
Batı düşüncesinde beşeri ilimler-tabiat ilimleri ayırımına karşın, islamda ikisi arasında organik bir ilişki vardır.
Batı
kültürüne muttali olmak da bu kültüre ait kavramları İslam kültürüne taşımamız
için yeterli değildir. İslamın kainata bakış açısını asrın anlayışı üzere
ortaya koymadıkça, bu kavramları kendi kültürümüze mal edemeyiz.
İslamda, insanla tabiat birbirinden ayrılmaz.
Nüzûl
ortamının temel tarihsel bir unsuru olan Esbâbı Nüzûl, tarihsel bir şart
değildir.
Kur'ân Allah ın buyurmasıyla inzal olunmuştur. Dış etkenler onun nüzûlünün gerçek sebebi değildir. Benzer faaliyetler dünyanın diğer yerlerinde de cereyan etse de, Kur'ân ilahi hikmete binaen tesbit edilmiş ortamda nazil olmuştur.
Orijinal Tarih: Tefsircinin, hadisçinin, fıkıhçının, tarihçinin kendi açısından baktığı nüzûl ortamını hepsine ufuk sunacak şekilde Kur'ân – insan- hayat bütünlüğünü anlatan bir tarih
Düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde bulunulan zamana nasıl uyarlandığını yani Kur’ân’ın yaşanabilir olduğunu gösteriyor
Kur’ân-ı Kerîm soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanılabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberdir.
Esbâb-ı Nüzûl, nüzûl ortamında ne gibi olaylar olmuş, sorular sorulmuş, bu ayet veya ayetler nasıl nazil olmuş sorularının cevabıdır.
Kur'ân vahyinin insanın varlık koşulları ile uyumlu olması, tevhid mesajındaki bütünlüğü gösterir. İnsan ise sorumluluğunu yerine getirerek bu ilahi mesajı kendi çağına taşımalıdır.
Esbâb-ı
Nüzûlün tarihsel koşulluğunu “belli bir nedensel bağlantıda etkinin ortaya
çıkmasını sağlayan etken” olarak değerlendirilebilir.
Esbâb-ı Nüzûl, Kur'ânî bütünlüğe ait bir olgudur.
Esbâb-ı Nüzûl zaman-mekan içinde gerçekleşmesi, sahih (müsned-merfu) rivayetle bize ulaşmış olması sebebiyle tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir.
Esbâbı Nüzûl ile tarihselcilik arasındaki ilişki incelenirken “dünya görüşü” ve “hermönotik” başlıkları da ayrı bir çalışma konusu olarak mütalaa edilebilir.
TARİHSELLİK VE ESBABI NÜZUL
Tarihsellik, insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve
yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir.
Örneğin dünya kavramının anlamı eskiden yaşayan insanların zihninde düz bir
haldeydi, zamanımızda ise bu algı bir takım ilmi verilerin desteğiyle değişmiştir.
Tarihsicilik, tarihsellik gibi bir kavramın bu çalışmada en ince
detayına kadar hatta öyle ki kavramın tarihi seyri kişi veya ekollerin
anlayışla şematik bir üslupla verilmiş olması bir kavram araştırması için çok
güzel bir yaklaşımdır. Tarih kavramının yeniden tarif edilmesi, gerçeğe farklı
yönlerden bakış açısı sağlamakla elde edilmiştir.
1.
Hayatın
somut olarak algılanması
2.
Yaşananın
keşfi
3.
Halkın
ruhunun keşfedilmesi
Mete
TUNÇAY’ın değerlendirmesi dikkat çekicidir:
Historicism FTarihsicilik/ Historicaism FTarihselcilik
Tunçay,
burada historicim kelimesinin tarihselcilik olarak yanlış kullanıldığını kabul
etse de bunu yapay olarak görmektedir.
Her
olay, merhalesi olduğu daha geniş bir sürece ve o süreçte oynadığı role göre
göz önüne alınarak anlaşılabilir. Sadece bu sürecin tabiatının anlaşılması
yoluyla bir kimse, somut olayları tam olarak anlayabilir ve değerlendirebilir.
(Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU, Kur’an Ve Bağlam s. 327)
Kültürün bir kısmı onu inşa eden bir millete özgüdür. O milletin
zihniyetini, damgasını taşır (ÖZGÜ KÜLTÜR). Kültürün bir kısmı da bütün
insanlığa hastır. Herhangi bir milletin damgasını taşımaz, milletlerin ortak
malı gibidir (ORTAK KÜLTÜR). İşte
tarihsellik-esbâb-ı nüzul ilişkisinde özellikle vurgulamaya çalıştığımız konu
budur. Yani tarihsellik ve tarihselcilik kavramları, Batı'nın özgü kültürüne
ait kavramlardır. Batılı filozof, problemlere bakarken mensup olduğu milletin
değer hükümlerinin etkisi altında kalmış, kişiliğini içerisinde yetiştiği
toplumda kazanmıştır. Dolayısıyla tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarını
kullanırken böyle bir zihin yapısından kendisini kuşatan kültürel ortamdan
etkilenmektedir. Çünkü kültür, ferdin var olana bakış
açısını farklı kılmaktadır. (Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU,
Kur’an Ve Bağlam s. 331-332)
Kavramlar
kültürlere özgüdür. Bazıları farklı kültürlere çevrilebilir, bazısı kısmen
çevrilebilir, bazısı imkân dâhilinde değildir. Batı kökenli bir kavram olan Tarihselcilik,
kavramı da bizim kültürümüze uyarlanırken kavram açılımlarına dikkat edilerek
yapılması gereken bir çeviridir. Esbâb-ı nüzul kavramı da aynı şekilde İslam
kültürüne has bir kavram olduğu için bunu kullanmak isteyen batılı bir araştırmacı
detaylarını vermeden bu kavramı olduğu gibi çevirmemelidir.
Kur’an
incelenirken tarihi seyir, şimdiki zaman ve gelecek zaman bütünselliği
koparılmadan ayrıca ilahi vahyi, ilahi vahye muhatap olan kelam-insan bütünlüğünü
de zedelemeden incelemek gerekir. Allah ilahi vahyine muhatap kıldığı insanı o
vahiy bütünlüğünden ayrı bir şekilde telakki etmemiştir. Esbâbı nüzul insanların
ihtiyaçlarına cevap veren doğal bir olgudur. İnsanların ihtiyacına göre
şekillenen ilahi mesaj gerçeğini göz önünde tutmak gerekir.
Tarihsellik
olgusuna esbâbı nüzulün bir vechesine de temas edelim: Tarihsellik esbâbı nüzul kapsamında tarihi
yönden değil de insan varlığının biçimi yönünden ilgilidir. Çünkü insanlar
tarihseldirler ama yaşadıkları olalar ve yaşanılmış olan gerçekler tarihsel
değildirler. Belki farklı bir ilişkilendirme olacak ama yine de temas edeyim: Nâsih-Mensûh
meselesinde Mensûh ayetlerin var olduğunu kabul edenler var. Aslında bu meseleye
şu açıdan bakıldığında İslam’ın muhataplarına geldiği günde ki hitap üslubunu
bizler de yeni Müslüman olanlara yapabilsek ne Mensûh ayet arayışına ne de
ayetlerde tarihsel anlamlar arayışına gireceğiz.
Sebeb-i
nüzul, nüzul ortamının somut şartlarına bağlı olarak oluşan Kur'an mesajının
kendine özgü insanî bir biçimidir. Bu sebeple önemli olan, bu tarihsel icraatlardan
bugünün insan meselelerine çözüm bulmaya imkân verecek ebedî ilkeleri
yakalayabilmek, ve onları hayata aktarıp, uygulayabilmektir. (Prof. Dr. Ahmet
Nedim SERİNSU, Kur’an Ve Bağlam s. 339) Esbâbı nüzul, orijinal yorum, orijinal tarihtir.
Esbab-ı
nüzul asıl itibarı ile Kur’ani bütünlüğe ait bir olgudur. Onu Kur’ani bütünlüğün
içerisinden çeker alırsak o bütünlük bozulmuş olur. Esbab-ı nüzul tarihi açıdan
Kur’an’ı anlamlandırmada bir bakış açısı sunar. Bu bakış açısı Kur’an’ı
anlamada sınırlama değil aksine ufuk sunmadır. Esbab-ı nüzul bu açıdan günümüz insani
meselelerine çözüm üretmede ve alternatif yollar sunmada bir tercihtir. Sahabenin müsned ve merfu rivayetleriyle
nakledilen sebebi nüzul rivayetleri Kur’an’ın yorumlanmasına yönelik orijinal bir
tarihtir.
Esbab-ı
Nüzul – Tarihsellik konusunda;
1-
Kur’an
bütünlüğünde bakılmalı
2-
İnsanın
tarihsel varlığı esas alınarak bakılmalı yoksa vahyin varlığı değil
Tarihsellik
/tarihselcilik kavramları batı kökenli kavramalardır. Bu kavramları olduğu gibi
İslam kültürünün içinde değerlendirmek /aramak doğru değildir. Kur’an’ı inzal
eden ile insanı yaratan varlığın aynı olması sebebiyle Kur’an, vahiy ve insan
bütünlüğünü esas alır. Kuran’ın nüzulü sırasında insanların hayatlarında
yaşamış olduğu belki de sıradan olaylar nüzul sebebi olmuştur.
Kuran
vahyinin tamamlanması ile vahiy insan münasebetinin bir dökümü olan esbâb-ı
nüzul olgusu son bulmuştur. Bundan Kuran ile insan ilişkisinin de son bulduğu
varsayımı çıkarılamaz.
ŞABAN YILMAZ
Doktora
Öğrencisi
Tarih ve tarihsellik nedir? soruları her felsefe sorusunda olduğu gibi prensip bakımından bir çok cevabı olan sorulardır.
Bu kavram dönemin filozofları tarafından çok çeşitli, hatta birbirine karşıt anlamları barındıran çok karmaşık bir anlam içeriğiyle kullanılmıştır.
Tarihsellik
ve tarihselcilik kavramlarının 17. ve 19. yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı,
eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde
ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
Bu
terimin ilk ortaya çıktığı ülke Almanya’dır. Tarihsellik teriminin Almanya’da
ortaya çıkmasının temel sebebi ise bu ülkede tarihi zihniyetin beşeri ilimlerle
değerlendirilmesidir.
Tarihsellik ve tarihselcilik terimleri, 17. ve 19. yüzyıllarda Batı’da, tabiat ilimleri ile beşeri ilimler arasındaki zıtlık, epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır.
Tarihsellik kavramını felsefi anlamıyla kullanan ilk filozof Hegel’dir.
Hegel’e göre tarihselliğin iki anlamı vardır:
1. Geçmişte olup biten her şeyin,
geçmişte kalmasına rağmen etkisini devam ettirmesi halidir.
2. Tarihsellik sürekli tarihsel bir
etkililiktir.
Tarihselcilik terimi özellikle Hegel sisteminin parçalanmasından sonra
çok çeşitli hatta birbirine karşıt anlamları barındıran çok karmaşık bir anlam
içeriğiyle kullanılmıştır. Bugün de bu karmaşanın devam ettiği söylenebilir
Tarihsellik terimi 1920 lere kadar daha çok olumsuz anlamda kullanılmıştır. 1920 den sonra anlamı iyice bulanıklaşır, özellikle Almanya’da üzerinde en çok tartışılan kavram olur.
Dilthey’e göre, tarihselcilik, tarihçinin seçilmiş olgulara dayalı olarak yaptığı araştırma ile bütün geçmişi sorgulama yöntemidir.
Tarihsellik kavramının açıklık ve seçiklik özelliği vardır. Mahiyeti/ diğer varlıklardan ayıran niteliği/ seçikliği değişmemekte; izlenimi / açıklığı değişmektedir
Tarihselcilik Batı düşüncesinin kartezyen dünya anlayışıyla kilitlenen zihinlere hermenötik metotla bir açılım getirme çabasıdır.
Tarihsellik ve tarihselcilik, Batı düşünce sistemine ait çok geniş anlam alanına sahip olan kavramlar olduğu gerçeği anlaşılmış olmaktadır.
Batı düşüncesinde beşeri ilimler-tabiat ilimleri ayırımına karşın, islamda ikisi arasında organik bir ilişki vardır.
Batı
kültürüne muttali olmak da bu kültüre ait kavramları İslam kültürüne taşımamız
için yeterli değildir. İslamın kainata bakış açısını asrın anlayışı üzere
ortaya koymadıkça, bu kavramları kendi kültürümüze mal edemeyiz.
İslamda, insanla tabiat birbirinden ayrılmaz.
Nüzûl
ortamının temel tarihsel bir unsuru olan Esbâbı Nüzûl, tarihsel bir şart
değildir.
Kur'ân Allah ın buyurmasıyla inzal olunmuştur. Dış etkenler onun nüzûlünün gerçek sebebi değildir. Benzer faaliyetler dünyanın diğer yerlerinde de cereyan etse de, Kur'ân ilahi hikmete binaen tesbit edilmiş ortamda nazil olmuştur.
Orijinal Tarih: Tefsircinin, hadisçinin, fıkıhçının, tarihçinin kendi açısından baktığı nüzûl ortamını hepsine ufuk sunacak şekilde Kur'ân – insan- hayat bütünlüğünü anlatan bir tarih
Düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde bulunulan zamana nasıl uyarlandığını yani Kur’ân’ın yaşanabilir olduğunu gösteriyor
Kur’ân-ı Kerîm soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanılabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberdir.
Esbâb-ı Nüzûl, nüzûl ortamında ne gibi olaylar olmuş, sorular sorulmuş, bu ayet veya ayetler nasıl nazil olmuş sorularının cevabıdır.
Kur'ân vahyinin insanın varlık koşulları ile uyumlu olması, tevhid mesajındaki bütünlüğü gösterir. İnsan ise sorumluluğunu yerine getirerek bu ilahi mesajı kendi çağına taşımalıdır.
Esbâb-ı
Nüzûlün tarihsel koşulluğunu “belli bir nedensel bağlantıda etkinin ortaya
çıkmasını sağlayan etken” olarak değerlendirilebilir.
Esbâb-ı Nüzûl, Kur'ânî bütünlüğe ait bir olgudur.
Esbâb-ı Nüzûl zaman-mekan içinde gerçekleşmesi, sahih (müsned-merfu) rivayetle bize ulaşmış olması sebebiyle tarihseldir ve tarihsel gerçekliktir.
Esbâbı Nüzûl ile tarihselcilik arasındaki ilişki incelenirken “dünya görüşü” ve “hermeneutik” başlıkları da ayrı bir çalışma konusu olarak mütalaa edilebilir.
Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul
1. Çağımızda Esbab-ı Nüzule ihtiyaç duyulan noktaları tespit için o dönemdeki sosyal, fikri, iktisadi, siyasi araştırmalar son derece önemlidir.
2. Esbab-ı Nüzul ve tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken konu, Kuran’ın soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanacak ve yaşanması mümkün bir hidayet rehberi olduğudur.
3. Hermenötik, semantik, linguistik gibi beşeri bilimlerden yararlanabilmemizin bu alanlara ait yeni kavramları kültürümüze mal edebilmemiz, içselleştirebilmemiz, anılan tavrın hâkim olmasıyla mümkündür.
4. Nüzul ortamının temel tarihi bir unsuru olan Esbab-ı nüzul, tarihi koşulluk ifade etmez. Kur'an'ı Kerim insanın sadece tarihi varlık koşulu ile değil bütün varlık koşulları ile uyumlu ve o koşullara cevap veren bir ilahi mesajdır. Esbab-ı Nüzulden tarihsel bir olgu olarak tarih-siyer yazımında en isabetli şekilde faydalanmak da ancak bu yaklaşımla mümkündür.
5. Kur'an'ın doğru olarak anlaşılmasında ve Esbab-ı nüzul ile ilgili değerlendirmelerde önemli olan bir diğer faktör de Kur'anı incelerken onun bütününü dikkate almaktır.
6. Yine esbabı nüzul değerlendirmelerinde siyak-sibakta göz önünde bulundurulmalıdır. Siyak-sibak Türkçede "bağlam" kavramının karşılığıdır. Bağlam, bir düşüncenin, bir yapıtın, bir öğretinin bölümleri arasında çelişmeye yer vermeyen bağlantı anlamına gelir.
7. Bağlam olgusu Kur'an da fazlasıyla mevcuttur. Kur an ayetleri arasındaki bütünlük, tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, sureler arasındaki bütünlük, surelerin dâhili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi.
8.
Kur’an’daki bu siyak ve
sibakı görmeye yardımcı unsurlardan bir tanesi de Esbab-ı nüzul bilgisidir.
Surenin veya ayetlerin nazil olmasındaki sebeplerin bilinmesi siyak-sibakın
idrak edilmesini mümkün kılmaktadır.
Abdullah BEKİROĞLU
DOKTORA - 12922754
MURAT
CAN /NO:12912777 YÜKSEK LİSANS
DERS;TEFSİR RİVAYETLERİNE GÖRE KUR’AN’IN NÜZUL ORTAMI
TARİHSELLİK VE ESBÂB-I NÜZUL
Tarih
insanla başlamış ve onunla hayatiyetini devam ettirmiştir. Onunla da son
bulacaktır. Yüce Allah beşeriyeti yarattıktan sonra, ilahi emirlerini onlara
ulaştıracak Peygamberler göndermiş ve onlar vasıtası ile beşeriyete yaratılış
gayesini anlatmıştır. Burada ilahi vahyin insanla olağanüstü bir ilişkide
olduğu aşikârdır.
Son birkaç asırdır İslam âleminin ve
entelektüellerinin fikri gerilemeleri sebebiyle durgunluk yaşanmakta,
Müslümanlar dağınık bir şekilde kimliklerini kaybetmişçesine kendilerini boşlukta
hissetmekte, duydukları her fikre, ideolojiye kurtarıcı gözüyle bakarak onlara
sarılmaya hatta sahiplenmeye başlamakta.
18. ve 19. Yüzyıllar arasında batıda ortaya
çıkan tarihsellik ve tarihselcilik kavramları bilinçli olarak İslam âlemine
taşınmış akli, felsefi vb. yöntem ve tartışmalarla İslam toplumu ile İslam’ın
ana kaynakları arasına derin uçurumlar, uzlaştırılması çok zor alan fikri
sapmalar yerleştirilmiştir.
Batıdaki olağanüstü
hızlı gelişmeler ellerindeki kitapların, kendilerini ilerlemenin önünde bir
engel olarak görüp kitaplarını hermönötik ve semantik yönden ele alarak akıl yoluyla delilsiz, asırlarına
uygun tekrar yorumlamaya kalkışmışlar, İslam entellektüelleride bunu çıkar yol
olarak kabül edip aynı yöntemi Kur’ana uygulamaya çalışmışlardır. Burada tahrif
olunan kitaplarla, mahfuz olan Kur’anın aynı olmadığını, birinin beşer eliyle
deyiştiği, diğerinin ise Allahın korumasında olduğu unutulmuştur.
Tarihsellik ve esbabı nüzul değerlendirilirken o zamanın kültürünü, fikrini ve sosyal yönlerini iyi araştırıp ona göre hüküm vermek, sonuca ulaşmak gerekir. Esbabı Nüzul’ün tarihsel bir şart olmadığı, Aksine Kur’an-ın, ilmi ilahinin istediği hikmete binaen bilinen ortam, zaman, tarih ve tolumda nazil olduğu bir gerçektir. Esbabı Nüzul rivayetlerinin orijinal tarihi insanlığa nüzul ortamının somut bir portresini, resmini çizerek, bizzat yaşanmış olanı tasvir ederek insanlığa hayat vermiştir ve vermeye de devam edecektir.
Yüce Allah Rasülü vasıtası ile kıyamete kadar bâki kalacak örnek bir nesil ve toplum inşa etmiştir. Kur’an ve İslam’ın emirleri tarihsellik kavramı içerisinde düşünülerek o güne hapsedilmemeli, Modern çağ denilen asrımızdan bakarak o tarihte meydana gelen olaylar hakkın da mesnetsiz, hüccetsiz yorumlar yapmamalı, empati yaparak modornite çağından o asra uzanıp o tarihi olayları yaşıyormuşçasına vakıaların üzerinde yoğunlaşıp orijinal fikirler üretilmelidir.Kur’an- Hayat ilişkisinin ve bütünlüğünün beşeriyetin nefes aldıkça kâinat döndükçe devam edeceği unutulmamalı, yaşayan Kur’an olan Esbabı Nüzul asrıyla asrımız tanıştırılıp kaynaştırılmalı, İslam âlemi, durağanlaşan fikir ve akıl tutulmasından kurtularak kendine yabancı kavramlardan arınmalı tarihte olduğu gibi kendine has kavramlar üreterek insanlığa, beşeriyete, dünyaya ışık saçmalı, yol göstermelidir.
TARİHSELLİK ve ESBAB-I NÜZUL
Sıddık BAYSAL, Doktora
Tarihsellik kavramı ile esbab-ı nüzul
arasındaki benzerlikten istifade ederek mukareneli bir incelemeyi
gerçekleştirmek, böylece tarihsellik kavramını bilim ve kültür dünyamıza mal
edilmiş bir kavram olarak yeniden tanımlamak azminde olan yazar, birinci
bölümün nakil temelli, malumat verme gayeli olduğundan soyut kaldığını, ikinci
bölümde analitik yöntemin takip edildiğini, mümkün olduğunca yorumlara yer
verildiğini belirtiyor.
Kavramın tahliline tarih içinde geçirdiği
serüvenini anlatarak başlıyor. Buna göre kavram Avrupa orijinli, XVII ila XIX.
yüzyıllar arasında kıtanın geçirdiği aralarında sebeplilik ilişkisi bulunan
aydınlanma, modernite ve postmodernite gibi bir dizi radikal değişimin ürünü.
Tarihçiler bu süreçte yeniden yapılanan sosyal organizasyonlara ilham verecek
şekilde tarihi yeniden kurgulayarak çağın ideolojileriyle mütenasip bir tarih
şuuru oluşturmayı deniyorlardı. Diğer tarafta ise fizikçiler kozmosu yeniden
keşfedip bu devasa sistemin varoluş biçimi ve işleyişine ilişkin teorilerini tasarlıyorlardı.
Dünya hızla değişiyor, sanayileşiyor, rasyonelleşiyor ve mekanikleşiyordu. Bu
süreç sosyal bilimler için de epistemolojik, metodolojik ve ontolojik
sorgulamaları gündeme getiriyordu. Sonuçta beşeri bilimler müstakil bir saha
olarak ortaya çıkıyor, kendi özgün var oluşunu temellendirebilmek için de
Descartes’ın Kartezyen düşüncesinin dışında bir tarih fikri üretmeye
başlıyordu. Tarihsel vakaları kendi tarihsel gerçekliğinde okumayı öneren bu
fikir, ilk zamanlar hukuk metinlerine tatbik edilirken zamanla tarihi her metin
için öngörülmeye başlanmıştı. Vico, Hegel, Max, Dilthey, Gaddamer, E. Betty,
Habermas ve daha pek çok hukuk ve tarih metinlerinin kritiğiyle uğraşan
araştırmacı tarihselliği kullanmayı tercih etmişlerdi. Onlar halkın ruhundan
sudur eden kültür, hukuk, dil vb. birbirine bağıntılı, aslında büyük resimde
yekpare olan kurum ve bilimlerin ancak o halkın içinden ve eşzamanlı bir
bakışla kavranabileceğini savunuyorlardı. Ezcümle tabiat bilimleri ve beşeri
bilimler arasındaki epistemolojik bir gerilimin sonucunda Kartezyen felsefenin dayattığı
kuru, soğuk ve yalın rasyonalizme alternatif olarak doğdu, tarihsellik mefhumu.
Bu periyotta Nietzsche literatüre kötü olan tarihselcilik/tarihsicilik
anlayışını kazandırdı.
Tarihselcilere göre “sosyal bilim
tarihten başka bir şey değildi. O faal güçlerin ve hepsinin üstünde
sosyal gelişmenin kanunlarının incelenmesiydi. Buna uygun olarak ona tarihsel
teori veyahut teorik tarih denebilir.” Bu betimlemenin son cümlesine dikkat
edilmelidir: zira bu cümleye göre tarihselci akım, tarihi reel olgular demeti olarak
değil de teorik bir kurgu olarak kabul etmemizi öngörüyor. Amacı ise geçmişin
versiyonlarını gözlemleyerek gelecek için “tarihsel kehanet”te bulunabilmek. Bu
nedenle nesnellik ve tarafsızlık iddiaları tutarsız görülüyor.
Tarihselcilik
iki zıt eğilime ayrılır: “a priori bir prensipten hareketle bütün beşerî oluşu,
dogmatik olarak sistemleştirmeye çalışan eğilim” ve “tarih, hiçbir kesinlik
veya hakikat sağlamaz gerekçesiyle her şeyi nispileştirmeye yönelik felsefî
nihilizme götüren şüpheci eğilim.”
Görüldüğü gibi tarihsellik ve tarihselcilik
mefhumları açık-seçik değildir. Geçmişte olduğu gibi şimdi de Avrupalılar dâhil
tüm bilim çevreleri için kavramın medlulü ve içeriği bulanıklığını hala
muhafaza etmektedir. Araştırmacı eğer bu kavramı kullanacaksa önce kavramın
anlam aralığını net bir şekilde ifade etmeli ve öz kültürüne iyice intibak
ettirmeli; bunun için de kavramın nispet edildiği özgü kültüre ait boyutundan
daha ziyade evrensel kültüre ait olan boyutuna eğilmelidir. Zira bu yön
insanlığın ortak ürünüdür.
Batı dünyasındaki parçacı yaklaşımın aksine İslam varlık
felsefesi ve bilgi felsefesi bütün âlemi tüm yönleriyle yekpare bir varlık
olarak tasavvur etmiştir. Bu muvahhit düşünce sistemi beşeri tabiatın dışında
tutmaz. Bu menfezden tekrar konumuza bakarsak, modern çağda batının varoluşsal sorunları
doğuyu etkileyinceye kadar İslami bilgi evreninin tarihsellik diye bir probleminin
olmadığını görürüz. Ne var ki tarihte bu gibi harici meseleler İslam dünyasına ilk
defa sirayet etmiyordu. Ancak bugünden farklı olarak Kindî, Farâbî, İbn-i Sina,
Gazâlî, Nasıruddîn et-Tûsî ve Molla Sadra’nın yaptıkları gibi bilim
insanlarımız, ilgili kavramları İslam kültürüne uyarlayarak almışlardı.
Yazar, söz
konusu uyarlamayı gerçekleştirebilmek için kavramı İslam bilimdeki esbab-ı
nüzul kavramıyla birlikte değerlendirmeyi öneriyor. Tarihselliğin esbab-ı
nüzule eklemlenmesinin imkânını deniyor. Bu deneyimi Kur'ân’ın tarih felsefesi
diyebileceğimiz zaman ve geçmiş algısına dair genel ilkelerinden hareketle
başlatıyor. Kur’an, tarihin içinden geçerek ahirete intikal etmesi mukadder bir
varlık olarak insandan bahsetmekle, hatta şimdiyi yaşarken onun zihnini
kıssalarla sık sık geçmişe göndermekle metni, ana tema olan insanın olgusallığı
üzerine kurduğunu, yani insani bir realite olan tarihselliği metnin tabiatına
yansıttığını beyan etmiş oluyor. İnsan doğasının varlık koşullarını hitabın
usul ve içeriğine taşıyarak daha en başından insanın tarihsel koşullarının metnin
imkân ve sınırlarını belirleyen metin dışı bir olgu ve dinamik bir unsur
olduğunu kabul etmiştir. Zira Allah (cc) onu sürgit devam eden varoluş
kapasitesiyle tarihte devinen ve tekâmül eden bir özne olarak var etmiştir. Bu
özelliğin nüzul zamanında da aynı derecede yetkin olduğu muhakkaktır. İşte
ancak belirli bir tarihin içinde belirli varlık koşullarıyla var edilen insanın
İlahi hitabın inmesine vesile olan soruları veya eylemleri esbab-ı nüzulü
teşkil etmektedir. Zira insani eylemler anlık değildir; tarihin içinden geçip
şimdiye doğru akan birbirine ekli parçalardan müteşekkil bir bütünün “şimdi”deki
görüngüsüdür.
Nitekim yekpare tarih fikri, Kur’an başta
olmak üzere tüm İlahi kitaplarda daha çok temsili bir dille/kıssaların diliyle
işlenen bir hakikattir. Hz. Âdem’le başlayan ve kıyamete kadar sürecek olan bir
tarihin... Materyalist veya ateist ideolojilerin aksine sınırları mutlak ilahi
irade tarafından çizilmiş, bu özelliğinden dolayı da “ecel müsemma” tabirini
hak eden muayyen, kesintisiz, daima tekâmül eden, devingen bir tarihin tespiti...
İnsan türünün tarihe girişinin Hz. Âdem’in yaratılışı ile temsil edildiği, zamanla
ve mekânla mukayyet, mukadder sonunun ise kıyametle tahdid edildiği bir tarihin
tespiti... Bu haliyle tarihsellik fikrinin tasavvur ettiği tarih algısı ile
İlahi kitapların tarih tasavvuru uyuşmaktadır. Fakat yukarıda ele alınan
holistik/tarihin bütünlüğü felsefesi, nüzul döneminden önce cereyan eden
olayların da esbab-ı nüzul rivayetlerine dâhil edilebileceği anlamına gelmez.
Tarihin bütünlüğü ile vakaların tikel oluşları farklı şeylerdir. Bu bakımdan
gerçek zamanlı olayların nakli anlamında esbab-ı nüzul rivayetlerini o
bütünlüğün içinde sınırlı bir zamana ve mekana hasretmek gerekmektedir.
Evet, esbab-ı nüzul, tarihe belirli bir
zamanda giren metnin tarihle ilgisini ve temasını ifade eden bir kavramdır. Bu
bakımdan metnin indiği tarihle sınırlıdır. Nüzul tarihinden önceki ve sonraki
vakalar zaman zaman Kur’an ayetleri ile aralarında sebeplilik ilişkisi
kurularak sebeb-i nüzul vakalarıymış gibi takdim edilebilmektedirler. Oysa eş
zamanlı olmak sebeb-i nüzul için aklın ve tarihin kronolojik seyrinin
gerektirdiği bir prensiptir. Kur’an ayetlerin kendinden önceki tarihlerde
gerçekleşmiş bir olaya dair ifadeler içermesi ile herhangi bir olayın vahye
sebep olması başka şeylerdir. Bu nedenle tarih/siyer, hadis ve tefsir
metinlerindeki nüzulü işaret eden ifade formları hem form hem de içerik
bakımından iyi analiz edilmelidir. Bu noktada hadis usulünün senet ve metin
kritiği için belirlediği “cerh ve ta’dil” ilkelerinden faydalanılabilir. Yazar,
“tarihsel olanın varlık biçimi anlamında esbab-ı nüzulün gerçekliği, nüzule
sebep teşkil eden fiil ve faillerin gerçekliğine müstenittir. Müsnet-merfu
haberler bu gerçekliğin delilleridir.” tespiti ile rivayetlerin analizi
noktasında tabi olacağımız ölçütleri işaret etmektedir.
Şimdi tarihsel uyuşmazlık veya
bağdaşımsızlık ilkesini örnekleyelim:
“Fil
Suresi, Fil olayı hakkında inmiştir.” anlamında “nezelet
essuretu fi...” cümlesi, form bakımından esbab-ı nüzul rivayetlerini
andırabilir. Fakat bu ifade asla sebeb-i nüzule delalet etmez. Kaldı ki bu
surenin inişi ile olayın geçtiği tarih farklıdır. Yani tarihsel bağdaşmazlık bu
olayın ilgili sureye sebep olamayacağını gösterir. Nitekim yazarın sunduğu
Meryem’in kardeşi Harun örneği de bu bağdaşıksızlığa temas etmektedir.
Aynı durum tenzil döneminden sonraki
vakıalar için de geçerlidir. Miladi altı yüz on ila 623 tarihleri arasında inen
bir metni 632 yılından sonraki vakalarla sebep ilişkisi bağlamında ele almak
mümkün değildir. Bilhassa fiten metinlerinde aktarılan, henüz o dönemde vuku
bulmamış ihbari vakalar için “İşte bu olay şu ayetin sebebidir.” demek doğru
bir yaklaşım değildir. Şu halde sebeple ayet arasındaki bağ tarihsel ama
biyolojik karakterli bir bağ gibi düşünülmelidir.
TARİSELLİK ve ESBAB-I NÜZUL
Sıddık BAYSAL
Tarihsellik kavramı ile esbab-ı nüzul
arasındaki benzerlikten istifade ederek mukareneli bir incelemeyi
gerçekleştirmek, böylece tarihsellik kavramını bilim ve kültür dünyamıza mal
edilmiş bir kavram olarak yeniden tanımlamak azminde olan yazar, birinci
bölümün nakil temelli, malumat verme gayeli olduğundan soyut kaldığını, ikinci
bölümde analitik yöntemin takip edildiğini, mümkün olduğunca yorumlara yer
verildiğini belirtiyor.
Kavramın tahliline tarih içinde geçirdiği
serüvenini anlatarak başlıyor. Buna göre kavram Avrupa orijinli, XVII ila XIX.
yüzyıllar arasında kıtanın geçirdiği aralarında sebeplilik ilişkisi bulunan
aydınlanma, modernite ve postmodernite gibi bir dizi radikal değişimin ürünü.
Tarihçiler bu süreçte yeniden yapılanan sosyal organizasyonlara ilham verecek
şekilde tarihi yeniden kurgulayarak çağın ideolojileriyle mütenasip bir tarih
şuuru oluşturmayı deniyorlardı. Diğer tarafta ise fizikçiler kozmosu yeniden
keşfedip bu devasa sistemin varoluş biçimi ve işleyişine ilişkin teorilerini tasarlıyorlardı.
Dünya hızla değişiyor, sanayileşiyor, rasyonelleşiyor ve mekanikleşiyordu. Bu
süreç sosyal bilimler için de epistemolojik, metodolojik ve ontolojik
sorgulamaları gündeme getiriyordu. Sonuçta beşeri bilimler müstakil bir saha
olarak ortaya çıkıyor, kendi özgün var oluşunu temellendirebilmek için de
Descartes’ın Kartezyen düşüncesinin dışında bir tarih fikri üretmeye
başlıyordu. Tarihsel vakaları kendi tarihsel gerçekliğinde okumayı öneren bu
fikir, ilk zamanlar hukuk metinlerine tatbik edilirken zamanla tarihi her metin
için öngörülmeye başlanmıştı. Vico, Hegel, Max, Dilthey, Gaddamer, E. Betty,
Habermas ve daha pek çok hukuk ve tarih metinlerinin kritiğiyle uğraşan
araştırmacı tarihselliği kullanmayı tercih etmişlerdi. Onlar halkın ruhundan
sudur eden kültür, hukuk, dil vb. birbirine bağıntılı, aslında büyük resimde
yekpare olan kurum ve bilimlerin ancak o halkın içinden ve eşzamanlı bir
bakışla kavranabileceğini savunuyorlardı. Ezcümle tabiat bilimleri ve beşeri
bilimler arasındaki epistemolojik bir gerilimin sonucunda Kartezyen felsefenin dayattığı
kuru, soğuk ve yalın rasyonalizme alternatif olarak doğdu, tarihsellik mefhumu.
Bu periyotta Nietzsche literatüre kötü olan tarihselcilik/tarihsicilik
anlayışını kazandırdı.
Tarihselcilere göre “sosyal bilim
tarihten başka bir şey değildi. O faal güçlerin ve hepsinin üstünde
sosyal gelişmenin kanunlarının incelenmesiydi. Buna uygun olarak ona tarihsel
teori veyahut teorik tarih denebilir.” Bu betimlemenin son cümlesine dikkat
edilmelidir: zira bu cümleye göre tarihselci akım, tarihi reel olgular demeti olarak
değil de teorik bir kurgu olarak kabul etmemizi öngörüyor. Amacı ise geçmişin
versiyonlarını gözlemleyerek gelecek için “tarihsel kehanet”te bulunabilmek. Bu
nedenle nesnellik ve tarafsızlık iddiaları tutarsız görülüyor.
Tarihselcilik
iki zıt eğilime ayrılır: “a priori bir prensipten hareketle bütün beşerî oluşu,
dogmatik olarak sistemleştirmeye çalışan eğilim” ve “tarih, hiçbir kesinlik
veya hakikat sağlamaz gerekçesiyle her şeyi nispileştirmeye yönelik felsefî
nihilizme götüren şüpheci eğilim.”
Görüldüğü gibi tarihsellik ve tarihselcilik
mefhumları açık-seçik değildir. Geçmişte olduğu gibi şimdi de Avrupalılar dâhil
tüm bilim çevreleri için kavramın medlulü ve içeriği bulanıklığını hala
muhafaza etmektedir. Araştırmacı eğer bu kavramı kullanacaksa önce kavramın
anlam aralığını net bir şekilde ifade etmeli ve öz kültürüne iyice intibak
ettirmeli; bunun için de kavramın nispet edildiği özgü kültüre ait boyutundan
daha ziyade evrensel kültüre ait olan boyutuna eğilmelidir. Zira bu yön
insanlığın ortak ürünüdür.
Batı dünyasındaki parçacı yaklaşımın aksine İslam varlık
felsefesi ve bilgi felsefesi bütün âlemi tüm yönleriyle yekpare bir varlık
olarak tasavvur etmiştir. Bu muvahhit düşünce sistemi beşeri tabiatın dışında
tutmaz. Bu menfezden tekrar konumuza bakarsak, modern çağda batının varoluşsal sorunları
doğuyu etkileyinceye kadar İslami bilgi evreninin tarihsellik diye bir probleminin
olmadığını görürüz. Ne var ki tarihte bu gibi harici meseleler İslam dünyasına ilk
defa sirayet etmiyordu. Ancak bugünden farklı olarak Kindî, Farâbî, İbn-i Sina,
Gazâlî, Nasıruddîn et-Tûsî ve Molla Sadra’nın yaptıkları gibi bilim
insanlarımız, ilgili kavramları İslam kültürüne uyarlayarak almışlardı.
Yazar, söz
konusu uyarlamayı gerçekleştirebilmek için kavramı İslam bilimdeki esbab-ı
nüzul kavramıyla birlikte değerlendirmeyi öneriyor. Tarihselliğin esbab-ı
nüzule eklemlenmesinin imkânını deniyor. Bu deneyimi Kur'ân’ın tarih felsefesi
diyebileceğimiz zaman ve geçmiş algısına dair genel ilkelerinden hareketle
başlatıyor. Kur’an, tarihin içinden geçerek ahirete intikal etmesi mukadder bir
varlık olarak insandan bahsetmekle, hatta şimdiyi yaşarken onun zihnini
kıssalarla sık sık geçmişe göndermekle metni, ana tema olan insanın olgusallığı
üzerine kurduğunu, yani insani bir realite olan tarihselliği metnin tabiatına
yansıttığını beyan etmiş oluyor. İnsan doğasının varlık koşullarını hitabın
usul ve içeriğine taşıyarak daha en başından insanın tarihsel koşullarının metnin
imkân ve sınırlarını belirleyen metin dışı bir olgu ve dinamik bir unsur
olduğunu kabul etmiştir. Zira Allah (cc) onu sürgit devam eden varoluş
kapasitesiyle tarihte devinen ve tekâmül eden bir özne olarak var etmiştir. Bu
özelliğin nüzul zamanında da aynı derecede yetkin olduğu muhakkaktır. İşte
ancak belirli bir tarihin içinde belirli varlık koşullarıyla var edilen insanın
İlahi hitabın inmesine vesile olan soruları veya eylemleri esbab-ı nüzulü
teşkil etmektedir. Zira insani eylemler anlık değildir; tarihin içinden geçip
şimdiye doğru akan birbirine ekli parçalardan müteşekkil bir bütünün “şimdi”deki
görüngüsüdür.
Nitekim yekpare tarih fikri, Kur’an başta
olmak üzere tüm İlahi kitaplarda daha çok temsili bir dille/kıssaların diliyle
işlenen bir hakikattir. Hz. Âdem’le başlayan ve kıyamete kadar sürecek olan bir
tarihin... Materyalist veya ateist ideolojilerin aksine sınırları mutlak ilahi
irade tarafından çizilmiş, bu özelliğinden dolayı da “ecel müsemma” tabirini
hak eden muayyen, kesintisiz, daima tekâmül eden, devingen bir tarihin tespiti...
İnsan türünün tarihe girişinin Hz. Âdem’in yaratılışı ile temsil edildiği, zamanla
ve mekânla mukayyet, mukadder sonunun ise kıyametle tahdid edildiği bir tarihin
tespiti... Bu haliyle tarihsellik fikrinin tasavvur ettiği tarih algısı ile
İlahi kitapların tarih tasavvuru uyuşmaktadır. Fakat yukarıda ele alınan
holistik/tarihin bütünlüğü felsefesi, nüzul döneminden önce cereyan eden
olayların da esbab-ı nüzul rivayetlerine dâhil edilebileceği anlamına gelmez.
Tarihin bütünlüğü ile vakaların tikel oluşları farklı şeylerdir. Bu bakımdan
gerçek zamanlı olayların nakli anlamında esbab-ı nüzul rivayetlerini o
bütünlüğün içinde sınırlı bir zamana ve mekana hasretmek gerekmektedir.
Evet, esbab-ı nüzul, tarihe belirli bir
zamanda giren metnin tarihle ilgisini ve temasını ifade eden bir kavramdır. Bu
bakımdan metnin indiği tarihle sınırlıdır. Nüzul tarihinden önceki ve sonraki
vakalar zaman zaman Kur’an ayetleri ile aralarında sebeplilik ilişkisi
kurularak sebeb-i nüzul vakalarıymış gibi takdim edilebilmektedirler. Oysa eş
zamanlı olmak sebeb-i nüzul için aklın ve tarihin kronolojik seyrinin
gerektirdiği bir prensiptir. Kur’an ayetlerin kendinden önceki tarihlerde
gerçekleşmiş bir olaya dair ifadeler içermesi ile herhangi bir olayın vahye
sebep olması başka şeylerdir. Bu nedenle tarih/siyer, hadis ve tefsir
metinlerindeki nüzulü işaret eden ifade formları hem form hem de içerik
bakımından iyi analiz edilmelidir. Bu noktada hadis usulünün senet ve metin
kritiği için belirlediği “cerh ve ta’dil” ilkelerinden faydalanılabilir. Yazar,
“tarihsel olanın varlık biçimi anlamında esbab-ı nüzulün gerçekliği, nüzule
sebep teşkil eden fiil ve faillerin gerçekliğine müstenittir. Müsnet-merfu
haberler bu gerçekliğin delilleridir.” tespiti ile rivayetlerin analizi
noktasında tabi olacağımız ölçütleri işaret etmektedir.
Şimdi tarihsel uyuşmazlık veya
bağdaşımsızlık ilkesini örnekleyelim:
“Fil
Suresi, Fil olayı hakkında inmiştir.” anlamında “nezelet
essuretu fi...” cümlesi, form bakımından esbab-ı nüzul rivayetlerini
andırabilir. Fakat bu ifade asla sebeb-i nüzule delalet etmez. Kaldı ki bu
surenin inişi ile olayın geçtiği tarih farklıdır. Yani tarihsel bağdaşmazlık bu
olayın ilgili sureye sebep olamayacağını gösterir. Nitekim yazarın sunduğu
Meryem’in kardeşi Harun örneği de bu bağdaşıksızlığa temas etmektedir.
Aynı durum tenzil döneminden sonraki
vakıalar için de geçerlidir. Miladi altı yüz on ila 623 tarihleri arasında inen
bir metni 632 yılından sonraki vakalarla sebep ilişkisi bağlamında ele almak
mümkün değildir. Bilhassa fiten metinlerinde aktarılan, henüz o dönemde vuku
bulmamış ihbari vakalar için “İşte bu olay şu ayetin sebebidir.” demek doğru
bir yaklaşım değildir. Şu halde sebeple ayet arasındaki bağ tarihsel ama
biyolojik karakterli bir bağ gibi düşünülmelidir.
SA’LEBE KISSASI ÖRNEĞİ: Tarihsel Bağdaşım İlkesi
Sıddık BAYSAL, Doktora
Esbab-ı nüzul, tarihe belirli bir zamanda
giren metnin tarihle ilgisini ve temasını ifade eden bir kavramdır. Bu bakımdan
metnin indiği tarihle sınırlıdır. Nüzul tarihinden önceki ve sonraki vakalar
zaman zaman Kur’an ayetleri ile aralarında sebeplilik ilişkisi kurularak
sebeb-i nüzul vakalarıymış gibi takdim edilebilmektedirler. Oysa eş zamanlı
olmak sebeb-i nüzul için aklın ve tarihin kronolojik seyrinin gerektirdiği bir
prensiptir. Kur’an ayetlerin kendinden önceki tarihlerde gerçekleşmiş bir olaya
dair ifadeler içermesi ile herhangi bir olayın vahye sebep olması başka
şeylerdir. Bu nedenle tarih/siyer, hadis ve tefsir metinlerindeki nüzulü işaret
eden ifade formları hem form hem de içerik bakımından iyi analiz edilmelidir.
Bu noktada hadis usulünün senet ve metin kritiği için belirlediği “cerh ve
ta’dil” ilkelerinden faydalanılabilir. Yazar, “tarihsel olanın varlık biçimi
anlamında esbab-ı nüzulün gerçekliği, nüzule sebep teşkil eden fiil ve
faillerin gerçekliğine müstenittir. Müsnet-merfu haberler bu gerçekliğin
delilleridir.” tespiti ile rivayetlerin analizi noktasında tabi olacağımız
ölçütleri işaret etmektedir.
Şimdi tarihsel uyuşmazlık veya
bağdaşımsızlık ilkesini örnekleyelim:
“Fil
Suresi, Fil olayı hakkında inmiştir.” anlamında “nezelet essuretu
fi...” cümlesi, form bakımından esbab-ı nüzul rivayetlerini andırabilir.
Fakat bu ifade asla sebeb-i nüzule delalet etmez. Kaldı ki bu surenin inişi ile
olayın geçtiği tarih farklıdır. Yani tarihsel bağdaşmazlık bu olayın ilgili
sureye sebep olamayacağını gösterir. Nitekim yazarın sunduğu Meryem’in kardeşi
Harun örneği de bu bağdaşıksızlığa temas etmektedir.
Aynı durum tenzil döneminden sonraki
vakıalar için de geçerlidir. Miladi altı yüz on ila 623 tarihleri arasında inen
bir metni 632 yılından sonraki vakalarla sebep ilişkisi bağlamında ele almak
mümkün değildir. Bilhassa fiten metinlerinde aktarılan, henüz o dönemde vuku
bulmamış ihbari vakalar için “İşte bu olay şu ayetin sebebidir.” demek doğru
bir yaklaşım değildir. Şu halde sebeple ayet arasındaki bağ tarihsel ama
biyolojik karakterli bir bağ gibi düşünülmelidir.
Üstelik Arap dilinin hususiyetleri sebeb-i
nüzul rivayetlerinin ayrımında tarihsel bağdaşımı gösteren çok önemli bir
ipucunu cümleye dâhil etmiştir. Sebebi nüzul rivayeti “fenezeleti’l-ayetu fi...” formunda gelir ki bu ifadedeki “fe” harfi sebebe delalet ettiği gibi
ardıllığa da delalet eder. Yani “Olay olmuştu veya soru sorulmuştu ki bu ayet
indi.” manasında takibiyye edatıdır.
Ancak, şu da unutulmamalıdır ki tek başına
dilin imkânları, tarihi verilerin analizi için yeterli değildir. Bu durumda
daha önce değinildiği üzere tarih/siyer ve hadis gibi nüzul dönemine tanıklık
eden ilimlere müracaat zorunludur. Zira tefsir kitaplarındaki sebeb-i nüzul
başlıklı rivayetlerin hepsi sebeb-i nüzul rivayeti değildir. Bunlardan bir
kısmı tefsir için üretilmiş rivayetlerdir. Düşünülmüş tarih-düşünülmüş yorum
tabiri ile değinilen husus budur. Her ne kadar iyi niyet çerçevesinde
oluşturulmuş olsalar da bu niyet o nakilleri sebeb-i nüzul rivayetine
dönüştürmez. Kaldı ki insanların zihnine vahyi yakınlaştırmak için tahkiye
kültüründen istifade etmek isteyen vaizler, kamu maslahatını ilmi disiplinin
önüne çekerek nerdeyse her ayet için sabit bir sebep bildirme niyetine
yönelmişlerdir. Bu da külliyatımızda sayısız sebeb-i nüzul rivayetinin var
olmasına neden olmuştur. Hangilerinin hakikat ifade ettiğini bilmek için yine
yazarın ifadeleriyle “orijinal tarih-orijinal yorum” bilgisine, dolayısıyla
siyer ve hadis usulü bilgisine ihtiyacımız var. Olayların tarihsel eşleşmesi
için siyer bilgisini istihdam ederken, metnin içeriğini ve ravileri teste tabi
tutmak için hadis usulünü göreve çağırmak durumundayız. Hadis mecmualarında
bununla ilgili yeterli çalışma mevcuttur. “Kur’an ve Bağlam”ın İkinci Kitabı’nda
işlenen Sa’lebe Kıssası, yazarın önerdiği yeni yaklaşımın ilke ve önerilerine
tatbiki manada örnek teşkil etmektedir.
Yazar bu bölümde ilgili kıssayı ayrı ayrı
hadis, siyer, rical (teracim ve tabakat) kitaplarından irdelemiş; bundan sonra
tefsir kitaplarında olayın işlenişine yönelmiştir. Bu üslup olay hakkında mukayeseli
ve nesnel bir projeksiyonun oluşmasını sağlamakla kalmamış söz konusu vakıanın
sosyal maslahatlar bağlamında esbab-ı nüzulle ilişkilendirilmesinin epistemolojik
ve tarihsel imkanını ortaya koymuştur. Tefsirle iştigal edenler arasında meşhur
hadis olarak telakki edilen bu rivayetin aslında zayıf senetlerle Peygamberimize
ulaşan mevsul vasfını haiz bir nakildir.[1]
Söz konusu rivayeti Taberi, Razi gibi pek çok müfessir eserlerinde
değerlendirmiş, tenkite tabi tutmuştur. Gerek Salebe’nin tarihsel gerçekliği,
gerekse metnin içeriği, hadisenin geçtiği asırdaki ve daha sonraki nesilleri
etkilemeye yönelik ahlaki kaygılarla kurgulanmış bir hikaye olduğu intibaını
vermektedir. Ayrıca ilgili kişiye dair bilgiler tarihsel bağdaşım ilkesinin
gereklerine uymamaktadır.
Mesela, ayet veya sebebin taaddüdü meselesi
klasik dönemde tartışılmış, nüzulün taaddüdü bu yöndeki rivayetlere rağmen olumsuzlanmış,
sebebin taaddüdü makul görülmüştür. Bu meyanda eğer iki nakil arasında tearuz
yoksa nakillerin cem edilmesi; yok varsa sıhhat derecesine göre tasnif edilmesi
önerilmiş; metinleri cem etmek veya sıhhatlerine ilişkin verilerin denkliğinden
ötürü tasnif etmek sıkıntı oluşturuyorsa olayın taaddüdüne hükmedilmiştir. Bir
ayetin hem Mekke’de hem de Medine’de indiğine dair görüşler ise şu şekilde
tashih edilmiştir: içeriği aynı olan iki sorudan ilki dolayısıyla inen ayeti
Peygamber Efendimiz kıyas yoluyla ikinciye tatbik etmiş, onun hükmünü diğeri
için geçerli addetmiş ve cevap olarak daha önce başka bir sebebe binaen inen
ayet sanki sonraki olay için bir kere daha inmiş gibi algılanmıştır.
Bu metni inceleyen yazar sonuçta;
1. İlgili rivayetin hadis usulü
açısından tenkit edilmesi
2. Sa’lebe ile ilgili rivayetlerin
tasnif edilmesi
3. Tarih ilminden istifade
edilmesi
4. İlgili rivayetin Kur’ani
bütünlük, siyak-sibak içinde değerlendirilmesi,
ilkelerine ulaşmıştır ki bu rivayet bir
örnek olduğuna göre yukarıdaki ilkenin tefsir rivayetlerinin tümüne şamil
kılınması gerekmektedir. Sa’lebe kısassı bu bakımdan son derece elverişli bir
örneklik oluşturmaktadır.
Sıddık BAYSAL, Temel İslam Bilimleri, Tefsir, Doktora
1.
İnsan oğlunun bizatihi yaşayarak tecrübe
ettiği tarih ve bu alana ait bir kavram olan tarihsellik, ülkemizde hemen her
kesim tarafından sıklıkla dile getirilen bir nitelik arz etmektedir.
2.
“Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl” çalışması,
Tarihi köken itibariyle kültürümüzle çok da uyuşmayan bir kavram olan
tarihsellik kavramının, kendi kültürümüzde ve özellikle de esbab-ı nüzûl
alanında kullanılıp kullanılamayacağı, kullanılacaksa nasıl kullanılacağı sorusuna
cevap teşkil edecek bir çalışma niteliğindedir.
3.
Bu meyanda öncelikle tarihselciliğin doğuşu,
gelişimi ve anlamlarını içeren tarihi serüveni çeşitli yönleriyle anlatılmaktadır.
4.
Bunun yanı sıra tarihselliğin, tefsir
ilmini yakinen ilgilendiren boyutu olan belirli bir zaman ve mekân içerisinde
vuku bulup, sahih rivayetle bize aktarılan esbab-ı nüzûlle ilişkisi, özellikle
insanın tarihsel bir varlık oluşu ciheti itibariyle ele alınarak açıklığa
kavuşturulmaktadır.
5. Bu durumda doğuşu itibariyle bize ait olmayan tarihsellik kavramını, doğduğu kültürün zihnî yapısının şekillendirdiğini, dolayısıyla söz konusu kavramın kullanımı esnasında kendi kültür yapımızın hususiyetlerini asla göz ardı etmemek durumunda olduğumuzu da unutmamak durumundayız.
Şükür KÜÇÜK
Doktora/11922762
Tarihsellik
ve Esbab-ı Nüzul Zeki KILIÇ(12922716) DOKTORA
Kur’an-ı Kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi
olmayi ana gaye edinmekte tarih ve tarihsellik bağlamında temel karekteristiğini
ortaya koymaktadır. Zira insan her zaman geçmişe mal olabilecek bir şimdinin
kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye, aynı zamanda bu
gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu
bulmaya çalışan tarihsel bir varlıktır. Kur’an-ı Kerim insanın sadece tarihsel varlık
koşulu ile değil bütün varlık koşulları ile uyum ve o koşullara cevap veren bir
ilahi mesajdır. Kur’an-ı Kerim’in nüzul ortamına yönelik üslubu; toplumun dünya
görüşünü, kavramlarını yani tüm yapıp
etmelerini ilahi mesajla oluşturmasıdır. Bu manada esbab-ı nüzul doğrudan
doğruya nüzul ortamında fiili olanı ve hayatı göstermek konusunda aracı
deliller olarak değerlendirilmektedir.
Esbab-ı nüzul, Kuran-ı Kerim’in nüzul ortamına ait bir
gerçeklik olarak gerçekliğini o dönemde yaşamış kişilerden ve onların yapıp
etmeleri sonucu meydana gelen olaylardan almaktadır. Bu şekilde tarihsel olanın
varlık biçimi, tarihsel olanın niteliği olarak anlaşılabilir.
Tarihsellik kavramı, tarih yapan bir
varlık olarak insanın tarih hakkındaki tecrübelerinden elde ettiği bilginin bir
boyutunu ifade eder. Yani bizzat yaşadığı , tecrübe ettiği bir durumla, tarihle
ilgilidir. Felsefi bir tartışma konusu olarak 18-19. Yüzyıllarda tarih
ilminden ne anlaşılması gerektiği konusu etrafında ortaya çıkmıştır. Bu
bağlamda şu hususların öne çıktığını görmekteyiz: Kur’an-ı Kerim soyut bir
düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış ve yaşanabilir bir hidayet
rehberidir.Tarihsellik kavramı başka kültürden neşet etmiş olsa da insanlığın
ortak kültürüne mal oldğundan, kullanılması
halinde içerik olarak ait olduğu dünya görüşü dikkate alımalıdır. Aksi halde
kötü sonuçlar doğurabilir. Bu kavramı kullanan alimlerimizin her zaman
olduğu/olması gerektiği gibi efradını cami, ağyarını mani bir tarif yapmaları
gerekir.
Tarihsellik:
Malumumuz tarihsellik kavramı batı’da ortaya çıkmış bir
kavramdır. 17. Yüzyılda başlayıp günümüze kadar tarihsellik ve tarihselcilik
üzerine farklı yorumlar ve tanımlar ortaya çıkmıştır. Öyle görülüyor ki hala
sabit ve ortak bir tanım getirilememiştir. Daha çıkış noktasında ittifak
sağlanamamış iken bizler bu kavramı kültüme alıp onu işlevsel hale getirmek
durumunda kaldık. Zira mevcut tarihte ortaya çıkmış Kuran’ı yorumlamak
durumdayız. Her ne kadar Kuran tarih
içinde meydana gelmiş olsa bile tarihe hapsedilmiş bir kitap değildir. Çünkü o insani
yapıp etmeleri esas almış ve ona göre hitap etmiştir. Bu anlamda insani yapıp
etmeler evrenseldir ve süreklilik arz eder. Dolayısıyla günümüz insanı da
tarihsel bir varlıktır. Bu durum gösteriyor ki Kuran daima yaşanılabilir bir
haldedir. Yapılması gereken ona doğru bir yöntemle yaklaşmaktır. Batılılar
kutsal metinlerine yaklaşmak için farklı metot ve kavramlar üretirken, onların
bu ürünlerine kendimize uygun işlevsel hale getirmeden kabul etmek doğru ad
edilemez. Geleneksel verilerimiz ile
bütünleşmiş bir metot üretilmesi gerekmektedir. Bu anlamda esbab’ı nüzul Kuranı
tarihe hapsedemez. Aksine sebebin hususiliği lafzın umumiliğini mani değildir. İnsani
yapıp etmeler devam ettiği sürece ilk sebep sadece ilgili ayetin bir vechini
ortaya koymuş olacaktır.
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Yazar, bir tanım ile
başlar tarihsellik ve esbab-ı nüzul konusuna. Tarihsellik, Tarih yapan bir
varlık olan insanın tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili
bütün durumların üzerinde cereyan eden zihni faaliyetlerin sonucu oluşan
düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır. Bu tanımı yapmakla
beraber yazar şu ifadeyi kullanmayı da uygun görür. “Bir felsefi kavram olarak “Tarihsellik
nedir?” sorusuna herkesi tatmin edecek bir cevabı vermek güçtür. Aynı zamanda
tarihsellik kavramının neden tam olarak anlaşılamadığını “Bir kültürde hakim
olan kavramlar, anlamlar başka kültüre kolaylıkla nakledilemezler çevrilemez
hatta bazen hiç çevrilemez şeklinde ifadelendirir.
Giriş bölümünde dikkatleri
kavramların anlaşılması üzerine çeker. Özellikle batı kökenli kavramların kendi
kültürümüze intikalinde son derece dikkatli olunmasını tavsiye eder.
Kavramların doğru bir şekilde anlaşılmasında o kavramların doğduğu yerin ve
kültürünün bilinmesinin önemine değinir. Bu aşamadan sonra kavramın kendi
kültürümüze ve dilimize aktarımında çeviri probleminin bizi yönelteceği yanlışlıklara
işaret eder. Ayrıca kavramları karşılamada yetersiz bir dilin sağlıklı bir
aktarma ve anlamayı engellediğinden hareketle Türkçe ile ilgili birtakım
operasyonların yanlışlığına dikkat çeker.
Tarihsellik kavramının geçmiş serüveninden bahseden yazar bu süreçte batılı
dilbilimci, tarihçi ve filozofların tarihselliğe yüklemiş oldukları anlamları
aktarır. Bu safhada önce tarihsellik
kavramının hangi ortam ve şartlarda ortaya çıkmaya başladığından
bahseder. Ardından bu kavramın hangi çerçevede ve ne gibi anlam
değişiklikleri ile karşı karşıya kaldığına temas eder. Yazar bütün bunları
yaparken benzeri çalışmalardan farklı olarak konunun iyi anlaşılması için şema
yöntemini kullanır. Tarihselcilik kavramının anlamı ve ona yüklenen manalarla
ilgili geniş bilgi verir.
Esbab-ı nüzul,
Kur’an-insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp etmelerdir.
Dolaysıyla her zaman ve mekânda benzeri yapıp etmelerle temelde benzerlik
gösterir. Aslolan bu yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine ilkeleri tespit
edebilmektir. Bundan daha önemlisi de onları amel haline getirebilme
meselesidir. Sahabenin müsned merfu rivayetleriyle nakledilen nüzul ortamın ait
esba-ı nüzul rivayetleri, Kur’an’ın
anlaşılmasında orijinal yorum olarak değerlendirilebilir. Yine bu rivayetler,
Kur’an’ın anlaşılmasında ve Kur’an tarihinde orijinal tarih olarak
adlandırılabilir. Tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri ve
değerlendirmeleri ise Kur’an’ın analaşılmasında düşünülmüş yorum olarak
nitelendirilebilir. Yine bu rivayetler, Kur’an’ın anlaşılma sürecinde ve Kur’an
tarihinde düşünülmüş tarih olarak değerlendirilebilir.
Esbab-ı nüzul
tarihsellik kavramı ilişkilerinde özellikle vurgulanması gereken konu,
Kur’an’ın soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve
yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi olduğudur.
Esbab-ı nüzul ile
yazılacak orijinal tarih, nüzul asrını
en sahih şekilde izleme imkânı verecektir. Tefsir için yapılan esbabı nüzul
rivayetleri ile yazılacak düşünülmüş tarih de çok sayıda insani
faaliyeti/başarıları, Kur’anı anlamak isteyen insanın bakış ufkuna sunacaktır.
Bütün bunlar siyer- tarih yazımında insani faaliyet ve davranışın tarihini ortaya
koyma, tespit etme imkânı verecek bu insanın ortak bilincine katkıda
bulunacaktır.
Yunus ÖZDAMAR
Doktora Özel Öğrenci
13ÖZL274
Tarihsellik:
Malumumuz tarihsellik kavramı batı’da ortaya çıkmış bir kavramdır. 17. Yüzyılda başlayıp günümüze kadar tarihsellik ve tarihselcilik üzerine farklı yorumlar ve tanımlar ortaya çıkmıştır. Öyle görülüyor ki hala sabit ve ortak bir tanım getirilememiştir. Daha çıkış noktasında ittifak sağlanamamış iken bizler bu kavramı kültüme alıp onu işlevsel hale getirmek durumunda kaldık. Zira mevcut tarihte ortaya çıkmış Kuran’ı yorumlamak durumdayız. Her ne kadar Kuran tarih içinde meydana gelmiş olsa bile tarihe hapsedilmiş bir kitap değildir. Çünkü o insani yapıp etmeleri esas almış ve ona göre hitap etmiştir. Bu anlamda insani yapıp etmeler evrenseldir ve süreklilik arz eder. Dolayısıyla günümüz insanı da tarihsel bir varlıktır. Bu durum gösteriyor ki Kuran daima yaşanılabilir bir haldedir. Yapılması gereken ona doğru bir yöntemle yaklaşmaktır. Batılılar kutsal metinlerine yaklaşmak için farklı metot ve kavramlar üretirken, onların bu ürünlerine kendimize uygun işlevsel hale getirmeden kabul etmek doğru ad edilemez. Geleneksel verilerimiz ile bütünleşmiş bir metot üretilmesi gerekmektedir. Bu anlamda esbab’ı nüzul Kuranı tarihe hapsedemez. Aksine sebebin hususiliği lafzın umumiliğini mani değildir. İnsani yapıp etmeler devam ettiği sürece ilk sebep sadece ilgili ayetin bir vechini ortaya koymuş olacaktır.
Kemal Gözütok
12922736
Üçüncü Kitap: Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzûl
Bu kısımda öncelikle tarihsellik kavramı ele alınmış, bu kavramın doğuşu ve gelişimini, kullanım çerçevesi ve alanlarını geniş bir şekilde açıklanmıştır. Müellif burada tarihsellik kavramının Batı’ya özgü bir kavram olduğunu önemsemiştir. Bu konuda şöyle de bir açıklama yapmıştır: “ Tarihsellik ve tarihselcilik ve benzeri kavramlar her ne kadar Batı’nın özgü kültürüne ait kavramlarsa da yapıları gereği ortak kültürle etkileşim halindedir… Tarihsellik oluşum süreci bakımından ortak kültüre aittir. Anlam içeriği olarak da özgü kültüre aittir.”
Tarihsellik kavramı konusunda geniş bilgiler veren müellif, esbâb-ı nüzûlün tarihsellik meselesini şu maddeler üzerinde tartışmıştır:
1. Tarihsel olanın varlık biçimi.
2. Zamana bağlılık, gelip geçicilik.
3. Tarihsel koşulluluk, tarihe bağlı olma.
4. Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu.
Esbâb-ı nüzûl-tarihsellik arasındaki ilişki hakkında müellifin düşüncesi şöyledir: “Esbâb-ı nüzûl, nüzûl ortamının temel tarihsel bir unsurudur fakat tarihsel bir şart değildir. Yani Kur’ân’ın inzâli esbâb-ı nüzûle bağlı değildir; Allah’ın dilemesiyledir… Esbâb-ı nüzûl-tarihsellik kavramı ilişkisine
1. Esbâb-ı nüzûlün Kur’ân-ı Kerim’in bütünlüğü içerisindeki yeri,
2. İnsanın tarihsel bir varlık olması bağlamında bakılmalıdır.”
Esbâb-ı nüzûl rivayetlerini “orijinal tarih”, tefsir için olan esbâb-ı nüzûl rivayetleri değerlendirmelerini “düşünülmüş tarih” olarak adlandıran yazar bu konuyu şöyle özetlemiştir: “Orijinal tarih bize Kur’ân-insan –hayat bütünleşmesini gösteriyor; düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde bulunulan mekân-zamana nasıl uyarlandığını yani Kur’ân’ın yaşanabilir olduğunu gösteriyor.”
Sonuç olarak; birbirini tamamlayan üç ayrı çalışmadan oluşan bu eser, esbâb-ı nüzûl hakkında derinlemesine bilgi verip farklı bakış açıları sunmaktadır. Konuların ayrıntılarıyla incelenmesinden dolayı kavram açıklamaları, yazara ait tablolaştırmalar ve gerekli görülen yerlerdeki tekrarlar konuların kavranmasına katkı sağlamaktadır. Ayrıca eser boyunca kullanılan akıllı işaretlerle konuların zihinde yer edinmesine yardımcı olunmaya çalışılmıştır. Her üç çalışmanın sonunda da o çalışmaya ait kaynakça ayrı ayrı okuyucunun istifadesine sunulmuştur. Bütün bu açıklamalardan sonra eserin tefsir alanında yeni bir ufuk açtığını söyleyebiliriz.
HATİCE AVCI
Ayzada Taştanova
12922770
a.
Tarihsellik
ve tarihselcilik kavramları XVIII. ve XIX. Yüzyıllar arasında tarih ilminden ne
anlaşılacağı konusundaki felsefi tarışmalar sürecinde, tabiat ilimleri ile
beşerî ilimler arasındaki zıtlık, epistomolojik bir çatışmaya dönüştüğünde
ortaya çıkmış kavramlardır. Ilk olarak
ortaya çıktığı ülke Almanya’dır. Bunun sebebi de bu ülkede tarihî zihniyetin
beşerî ilimlerde değerlendirilmesidir. Bunun sonucunda da birçok tarih okulu
ortaya çıkmıştır.
b.
Tarihsellik
kavramını ilk olarak felsefî anlamıyla kullanan filozof Hegel’dir. O bu kavramı
iki anlamda kullanmıştır. a. Tarihselliğin, geçmişte olup biten her şeyin
geçmişte olup bitmesine rağmen etkisini devam ettirmesi hali. b. Tarihselliğin,
sürekli tarihsel bir etkililik olması.
Tarihselcilik kavramı ise XIX.
Yüzyılda Novalis tarafından kullanılmıştır. Her iki kavramın tarifinde de
filozoflar arası fikir uyuşmazlığı ortaya çıkmıştır.
c.
Bir
kavramların olmuşması için kültürün önemli yeri olduğunu vurgulamaktadır
müellif. Kavramın batı kültürüne ait olmasına rağmen, oluşum süreci bakımından
ortak kültüre, özelliği dolayısıyla da özgü kültüre sahiptir. Bunu açacak
olursak insan tarihi bir varlık olarak zamanı üç boyutu ile reel olarak
yaşamaktadır. Nitekim bu onun tabiatı gereğidir. Bu yönüyle ortak kültüre
aittir. Kavrama anlam yükleme, anlam çerçevesini belirleme konusunda toplumlar
farklı yaklaşımları sergilemeleri de, tarihsellik kavramının özgü kültürünü
ifade etmektedir.
d.
Buna
göre başka özgü kültürlere ait kavramlar kullanılırken, bu kavramların
tarihlerine, içeriklerine, bu kavramları kullananların dünya görüşlerine
bakılmalıdır.
e.
Kuranı
Kerim’in temel konusu insan oluşu ve insanı hidayete iletme rehberi olmayı amaç
edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında onun temel karakteristiğini ortaya
koymaktadır. İnsanın yapıp-etmeleri onun tarihselliğini oluşturduğuna göre,
onun yapıp-etmeleri sonucunda oluşan esbabı nuzülün tarihsellik kavramı ile
olan ilgisini müellif şu dört maddeyle değerlendirmiştir:
a)
Tarihsel
olanın varlık biçimi
b)
Zamana
bağlılık, gelip geçicilik
c)
Tarihsellik
koşulluluk, tarihe bağlı olma
d)
Bir
şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu.
a.
Müellif
esbab-I nuzül rivayetlerinin yeni bir yaklaşım olarak sınıflandırılmasını
önermektedir.
a)
Esbab-I
nuzül rivayetlerine: Orijinal tarih- orijinal yorum. Yani sahabenin
rivayetleriyle nakledilen nuzül ortamına ait bu tür esbab-I nüzul rivayetleri Kuran-I
Kerim’in anlaşılmasında “orijinal yorum”, yine bu rivayetler Kur’an-I Kerim’in
anlaşılma sürecinde ve Kuran-I Kerim tarihinde “orijinal tarih” olarak
adlandırmak.
b)
Tefsir
için olan esbab-I nuzül rivayetleri değerlendirmeleri: Düşünülmüş tarih. Bu tür
esbab-I nüzul rivayetleri, Kur’an-I Kerim’in anlaşılma sürecinde ve tarihinde
düşünülmüş tarih olarak değerlendirmek.
b.
Nitekim
Esbab-I nuzül rivayetleri ile yazılacak olan Orijinal tarih, nüzul
asrını en iyi şekilde izleme imkanı vereceğini, Tefsir için yapılan esbab-I nuzül
rivayetleri ile yazılacak olan düşünülmüş tarih ise, çok sayıda insanî
başarıları, Kuran-I Kerim’I anlamak isteyen insana bakış açısı sunacağını
bildirmektedir.
Bu vesileyle şunun belirtilmesi gerekir. Tüm esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeni bir metodla ele alınıp değerlendirilmesi ve tasnif edilmesi işi tek bir kişinin altından kalkabileceği bir durum olmayıp, bunun için bir enstitü kurulması ve teknolojiden de faydalanılması gerekir.
Muhammed Hayri ŞAHİN
12922755