Kur'an ve Bağlam’ın ikinci kitabı Sa’lebe Kıssası -Esbâb-ı Nüzule Yeni Bir Yaklaşım-‘ı mütalaanızın sonuçlarını maddeler halinde yazınız.
Hedef Tarih: 23 Nisan 2013
Hikmet Kıratlı
12912709
Yüksek Lisans
Tevbe 75. ayeti hakkında sebeb-i nüzul olarak Sa’lebe bin Hatıb’ın başından geçenler anlatılmaktadır. Hatırlanacağı üzere bu kıssanın uydurma olduğu ve esbab-ı nüzul ilmi açısından değerlendirilmesi yapılmıştı. Bu siyak-sibak çerçevesi içerisinde bir yaklaşım ile bu ayetin bağlamına dikkat ederek ,ifadeleri , siyak sibak çerçevesinde anlamanın önemini ve bu çerçeveyle ilgisi bulmayan esbab-ı nüzul rivayetlerinin tutarsızlığını göstermesi bakımından Sa’lebe kıssası bir örnektir.
Sa’lebe kıssasını tefsirlerinde naklederek bu ayetleri yorumlayan bir çok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler ve yanlış anlamalara düşmüşlerdir. Halbuki bağlam çerçevesinin Kur’an ın anlaşılmasındaki yerine özen gösterselerdi Tevbe suresinin bu ayetlerini doğru anlayacaklardı. Çünkü siyak-sibak münafıklardan bahsetmektedir.Dolayısıyla surenin 75’inci ayetine bu bağlamda bir yaklaşımla Allah’a ahdini bozan ,vadinin hilafına hareket eden ve bu eylemlerin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterlerinden bahsedildiği görülecektir.O halde Tevbe suresinin bu ayetlerinin bağlamı münafık insan tipine ait birtakım sıfatlardır.Verilmekİstenen mesaj belli bir şahsın kınanması değil evrensel bir karakterin sıfatlarını sayarak müminleri bunlardan sakınmaya çağırmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin Siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır.Ayetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivayetlere,Yukarıdaki örnekte olduğu gibi ,itibar etmemekte yarar olduğu açıktır.Nass-siyak-sibak-rivayet uyumu kesinlikle göz ardı edilmemelidir.
Sa’lebe Kıssası esbab-ı nüzul rivayetleri ve rivayet değerlendirmeleri olarak tasnif edilmez ise nüzul ortamında cereyan etmemiş bir hadise veya etse bile nüzule sebep olmamış bir hadise o döneme mal edilebilmektedir.Sahabenin , tabiununun kendi re’y ve içtihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesi , nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Sa’lebe kıssası rivayet kalıplarının da gösterdiği ikinci tür esbab-ı nüzul rivayetlerindendir.Yani bu olay nüzul ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse bile ayetin Nüzulüne sebep olmamıştır.
Ayeti kerimeyi zikredilen esbab-ı nüzul rivayeti ve tefsirdeki diğer rivayetler ile anlamaya çalışmak Kuran yorum zenginliğini daraltır.Her ayetle bir nüzul sebebi aramak,yada sınırlamak,yorum zenginliğini engellemiş olur.Tarih ilminden faydalanılmalıdır.Bu konudan bakıldığında sa’lebe kıssasını tarihi hakikatler doğrulamaktadır.
YÜKSEKLİSANS-12912776 / MÜCELLA TEKİN
SA’LEBE KISSASI –
ESBÂB-I NÜZUL’E YENİ BİR YAKLAŞIM
Esbâb-ı nüzul,
Kur’an’ın anlaşılmasında bize bir boyut kazandırmaktadır. Ama asıl mesele
Kur’an’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzulü nasıl değerlendireceğimizdir. Bu
kitapla varılmak istenen amaç, öncekilerin yaptıkları gibi esbâb-ı nüzulün
faydalarını tekrarlamak değil, yeni yaklaşım ilkeleri koymaktır. Bu ilkeler
birinci kitapta belirlenmiş olup şimdi de Sa’lebe Kıssa üzerinden tatbik
edilecektir.
Tevbe Suresi 75.
ayetinin (“Yine onlardan kimi de Allah’a: Eğer bize lütfundan ihsan ederse
muhakkak tasaddukta bulunuruz. Ve muhakkak sâlih kimselerden oluruz, diye
Allah’a söz vermişlerdi.”) nüzul sebebi olarak rivayet olunan Sa’lebe
Kıssa’sı meşhurdur. Ele alındığı;
1) Sire, Rical ve
Tarih kitaplarında; Sa’lebe’nin
vasıfları ve kıssanın sıhhat derecesi üzerine farklı görüşler ortaya koyanlar, 2)
Hadis kitaplarında; Senedinin zayıflığından bahseden rivayetler veya sadece rivayet
edip başka bir yorum yapmayanlar, 3) Tefsir kitaplarında; kıssanın sıhhatine
kail olanlar ve şüphe ile bakıp kabul etmeyenler olmuştur.
Hatta, bütün bu
zikredilen kitaplarda şüphe ile bakanların yanı sıra kıssanın sıhhatine kail
olanlar veya bunu ima edenler bile şüphe taşımışlardır.
Birinci kitapta
belirlenen yeni ilkelerle kıssayı değerlendirirsek:
Hadis usûlü
açısından; güvenilir
olmayan raviler ve hazfedilmiş rivayetler gibi sebeplerle senetleri merfu-müsned
olmadığından zayıftır.
Rivayetlerin tasnifi
açısından;
esbâb-ı nüzul ve tefsir için esbâb-ı nüzul olarak değerlendirilip
ayırılmadıklarından şahıs, mekan bazen de zaman açısından farklı nakiller
vardır. Rivayet kalıplarına bakıldığında sebep ifade etmede nass olmayan
sıygalar vardır.
Tarihilik
açısından;
tarihi hakikatler kıssayı doğrulamamaktadır.
Kur’ânî
bütünlük ve siyak-sibak açısından; bütün
olarak Kur’an kavramında, anılan karakteri tanıtmakta ve hükmüne dikkat
çekmektedir.
Murat AYKAÇ / 12912735 / Yüksek Lisans
İKİNCİ BÖLÜM: Sa’lebe Kıssasıyla Esbâb-ı Nüzûle Yeni Bir Yaklaşım
Amaç: Kur’ân’ın
anlaşılmasında esbâb-ı nüzûle yeni bir yaklaşımın ilkelerini sebebi nüzûl
rivayeti üzerinde tatbik etmek.Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı,
tefsir tarihi açısından önem arz etmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir, hadis
ilmi çerçevesinde mutâlâ edilmiştir. Bunun hakkında çok çeşitli rivayetlerin
olduğu, hadis kitaplarında Beyhakî şu değerlendirmeyi
yapar: “Bu, tefsir ehli arasında bir meşhur hadistir. Zayıf senedlerle mevsul
olarak rivayet edilmiştir”[1].
Tefsirlerde
hadisi naklederken iki yol takip etmişlerdir, çoğu Taberî’nin
Tefsirinden na kletmişlerdir, diğerleri
muhtelif tariklerle farklı kaynaklardan almışlardır[2].
Mufessirlerin bir kısmı Sa’lebe Kıssasının
sıhhatine şüphe ile bakmışlardır. Bunlardan biri İbn-i Cerir et-Taberî’dir.[3]
Sa’lebe Kıssasının değerlendirilmesini kullanmıştırtır.
1) İlk
olarak bu rivayetleri hadis usulü açısından tenkid edilmeli, zikredildiği üzere
hadisin senedi zayıftır.İmam Buharî bu kıssanın bir tarikini rivayet eden Ebû
Umâme hadisinin senedindeki Ali b.
Yezid hakkında “Munkeru’l-Hadîs” demiştir.[4]Kurtubi
el-Cami’li-Ahkâmi’l-Kur’ân’da meşhur olan budur, ibaibaresini kullanmıştır. Burada “meşhur“ kelimesi bir hadis
istilahı olarak kullanılmamıştır.Meşhur demekle, kıssacıların ve nakilci
müfessirlerin arasında meşhur ve maruf olduğu kasdedilmiştir. Kurtubî’nin
tefsirinde hiçbir ikaz zikretmeden garîb, zayıf, münker veya mevzû hadisler
naklettiğini görmek mümkündür. İbn-i Hacer ise Tahrîcu Ahadisi’l-Keşşaf’da
Sa’lebe kıssasının isnadına daîfun cidden demiştir.
2) Rivayetler tasnif edilmeli: Her bir rivayetin zaman-mekan-şartlararına
bakarak sınıflandımak ona göre değerlendirme yapmak. Hadis mecmualarının tefsir
bablarında ve tefsir kitaplarında bir ayetin sebeb-i nüzûl olarak birçok
rivayet görmek mümkündür. Bu rivayetlerin aynı hâdiseyi şahıslar ve mekan, bazen de zaman itibariyle
farklı bir şekilde naklettikleri görülmektedir. Bu durum esbab-ı nüzûl
rivayetlerinde ihtilaf olarak adlandırmaktayız. Sa’lebe kıssası da buna bir
örnek teşkil etmektedir. Dolayısıyla her ayette bir nüzûl sebebi arama
çabasına, ayetin mana bakımından birçok vechesini araştırmak yerine nüzûl
sebebi ile sınırlı kalmaya, âyetin nüzûl sebebindeki olayla kilitlenmeye
dönüşürse, Kur’ân’ın
yorum zenginliğiniengellemiş olur.
3) Tarih ilminden faydalanılmalı ve ona göre değerlendirme yapılmalı.
Taberî, Sa’lebe kıssasını,
4) Kur’ân’i
bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmesi.
[2]
Prof.
Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule Yayınları, s. 280
[3]
Prof.
Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule Yayınlar, s. 281
[4]
Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve
Bağlam, Şula Yayınları, s. 289
Samet YAMAN (12952752 - Birleşik Doktora)
Sa’lebe Kıssasının isnaden ve tarihsel olarak bir gerçekliği yoktur. Tefsir eserlerine, kendilerine kıyılamadığı için ve her türlü bilgiyi aktarmak amacıyla sokulan bu gibi rivayetler fayda yerine zarar sağlamaktadır. Çünkü Kur’an’ı anlamanın önünde kocaman bir malumat yığını olarak karşımıza çıkarlar. Tergib ve terhib amaçlı mevzu, zayıf her türlü rivayeti eserlerde kullanmak aslında Kur’an’ı anlamayı zorlaştırmakta ve içinden çıkılamaz tenakuzlara sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla Kur’an’a sadakat etmek için bu tür rivayetler tasnife tabi tutularak ayıklanmalıdır. Aksi halde bu gibi rivayete kıyamamak, Kur’an’a göz göre göre kıymayı sonuçlandırabilmektedir.
KUR’AN
VE BAĞLAM
Sa’lebe
Kıssası
Ayşe
KARAKAYA / 12912704 / Yüksek Lisans
TUĞBA KALAYCI İDKAB-2 11040181
TUĞBA KALAYCI İDKAB-2 11040181
Ramazan ÜNSAL (12912729) ramazanriza@gmail.com
Esbab-ı Nüzül; nüzül ortamı içinde olup biten vahiy ve beşer arasındaki iletişim sürecini gösteren dondurulmuş resmedilmiş olaylar olarak tanımlayabiliriz. Nüzül hadisesi birkez olup biten tek seferde yaşanan bundan sonra yaşanmayacak olan ortamdır. Kuranı anlayabilmek için vahiy ortamına, bağlamına inmek gerekir. Çünkü o ortam sözlü kültürün hâkim olduğu ortamdır. Dolayısıyla vahyin yazıya geçirilmesiyle o ortamda olup, Kuran’a girmeyen iletişim esnasındaki ses tonu, jest ve mimikler, vahyin muhatapları, haleti ruhiyeleri sebeb-i nüzül rivayetleriyle belirlenmeye çalışılır. Bu anlamda sebeb-i nüzülün Kuranın anlaşılmasında vazgeçilemez payı vardır. Fakat sebeb-i nüzül rivayetlerini değerlendirme konusunda biraz kat etmemiz gereken çok yol olduğu kanaatindeyim. Bu konuda hocamız Salebe kıssasını nüzül rivayetlerine yeni bir yaklaşımla değerlendirmekte ve bize tefsir disiplininde bir ufuk açmıştır.
Tevbe suresinin 75. ayetinin nüzül sebebi olarak Salebe kıssası anlatılır. Önce Salebe hadisini ve senedini verilmiştir. Tarih, rical, sire kitaplarında salebe kıssası nasıl geçmiş, Salebe kimdir ve Salebe kıssasının sıhhati üzerine neler söylenmiş olduğu serdedilmiş. Benim bu babda Taberi’nin tavrı dikkatimi çekti. Taberi’nin metodu olarak; rivayetleri verir ve katıldığı rivayeti belirtir ya da tercihte bulunur ya da kendi değerlendirmesini ifade etmesidir. Her nedense Salebe kıssasına gelince sadece rivayet edip geçmiştir. Bir tercih ve değerlendirmede bulunmamıştır. İbn Esir değerlendirmesinde bu kıssa doğru değildir ve hicri 3. yılda ölen birinin 9. yıldaki bir olayın kahramanı olması mümkün değildir hükmüne varmıştır.
Hadis kitaplarında ise Salebe kıssası bazı hadisçiler peygamberin gelecekten heber verme mucizesi olarak değerlendirmiştir. Halimi ise pişman olan Salebe’yi peygamberin affetmemesi kabul edilemez demektedir. Beyhaki ise kıssanın tefsir ehli için meşhur hadistir ama zayıf senetle mevsul olarak rivayet edilmiştir değerlendirmesini yapar.Tefsir kitaplarında da Salebe kıssası müfessirler tarafından değerlendirilmiştir.
Salebe kıssasına sebeb-i nüzüle yeni bir yaklaşım ışığında değerlendirilmesinde;
Bu ilkeler çerçevesinde yapılan değerlendirmelerde sebeb-i nüzül rivayetlerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği açıklığa kavuşmuş olacaktır. Rivayetleri değerlendirme işi tek kişinin yapacağı bir iş değildir. Bu nedenle günümüzün teknolojisini de kullanarak geniş çaplı değerlendirilmelidir.
Saygılarımla…
2.BÖLÜM
KUR’AN NEDİR?
-Kur’an Hz. Muhammed’e Arapça olarak indirilmiş bize
tevatür yoluyla naklolunan ve Mushaflarda yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet
edilen mucizevi bir kitaptır. Hz. Peygamber Kur’an-ı tebliğ ve tebyin
etmiştir.
-Kitap olarak ise Kur’an iki kapak arasındaki yazılı yapraklardan
oluştuğundan sonuç olarak o da bir kitaptır.
-Fakat anlam, içeriği ve
özellikleri çok farklıdır.
-İçinde Allah’tan insandan, hayattan, tabiattan ve
everenden bahseder.
-Peygamber kıssalarından, cennet-cehennem ve mükafattan
bahseder.
-İnsan Kur’an ile zirvelere çıkabilir.
-Onunla amel edilirse,
insan meleklerden bile üstün duruma gelir.
-Tabi bu onu anlamak ve onunla
amel etmekle gerçekleşir.
-Kur’an vahiy yoluyla Peygambere indirilmiştir.
Vahiy meleği Cebrail veya Ruh’ül Kudüs(a.s)’dır.
-Vahiy; ilham almak, haber
ve mesaj anlamlarına gelir. Vahiy Peygambere otururken, yatarken, uykuda veya
seferdeyken gelmiştir.
-Kur’an ayetlerden ve surelerden oluşur. Ayet Kur’an
da delil, mucize, kıyamet alametleri ve Kur’an da ki cümleler anlamına gelir.
Sureler ise; ayetlerle oluşturulmuş belirli bölümlerdir. Her birinin kendeine
has isimleri ve konuları vardır.
-Kur’an da birçok konudan söz edilir. İnsan
bu ayetlere muhatap bir varlıktır. Ona göre hayatını anlamlandırır ve hareket
eder.
-Peygamber tefsiri; hali ve kavli’dir. Peygamber Kur’an-ın
yaşanılabilir olduğunu göstermiştir. Ayetler kevni ve kavli’dir. Yani hem dünya
hayatına dair hem de ahiret hayatına dair birçok meseleye değinmiştir.
-Kur’an hakkı batıldan ayıran, tilavetiyle amel edilen, insanın hayatını
anlamlandıran, fıtratını hatırlatan ilahi bir kitaptır.
2.BÖLÜM
KUR’AN’IN KENDİSİNİ TEFSİR EDİŞ BİÇİMİ
-Kur’an’ın bir kısmı, bir
kısmını tefsir eder.
-Kur’an içinde geçen mübhem ayetleri bir başka ayette
açıkça zikretmiştir.
-Bu çerçeveden baktığımızda Kur’an kendi içinde bulunan
ismi mefsulleri, zamirleri, bilinmeyen zaman ve mekanları, künyesiyle
zikredilmiş isimleri bir diğer ayette bu yazdığımız bütün konuları
açıklamışır.
-Kur’an da kelimeler bazen mecaz anlamlarında bazen de gerçek
anlamlarında kullanılmıstır. Bunun nedeni ise kelimeleri daha tesirli hale
getirmek içindir.Kur’an da buna çokça rastlıyoruz.Böyle kelimeler Kur’an da
çokça gözükmektedir.Kullandığı mecazlar insanı gerçekten çok
etkilemektedir.
-Ayrıca Kur’an kısaca geçtiği konulara daha sonraki
pasajlarda tekrar dönüyor ve konu daha iyi analaşılıyor.Örneğin imandan
bahsedilen ayetlerde imanın şartlarından pek fazla söz edilmez daha sonraki
ayetlerde bunlara değinir.
-Bu da bize gösteriyor ki aslında Kur’an kendi
kendisini tefsir etmiştir.Yani Kur’an ı Kur’an ile anlamak gerekir.
-Fakat
zaman ve mekan, kişiler, teknoloji,tıp ilelediği için Kur’an’ı tefsirciler kendi
dönemlerine göre anlamışlardır.Ve bizlere aktarmışlardır.
a.İlk olarak Sa'lebe kıssası rivayetleri hadis usulu açısından tenkid edilmelidir.Zikredildiği üzere bu hadisin senedi zayırtır.O halde,tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle bir rivayet nasıl olmuş da nakledilebilmiştir? Bunun sebebini Zahid Kevseri'nin el-Makalat'ında,müfessirler hakkındaki şu sözlerinde bulmak mümkündür:Müfessilerin bir çoğunun fayda umarak bir çok rivayeti kaydettiklerini ğörürsün.Onlar ,Yahudi ve diğerlerinden tevarüs edilen kendi zamanlarının bilgilerini ,Kuran-ı Kerim'in haberlerinin bazı yönlerini açıllamak için ,bu haberlerin getirdiği problemleri kendilerinden sonra ğelecek tenkidçiler bırakarak nakletmişlerdir.Kuran-ı Kerim'in mücmel bırakılmış bazı manalarının izahında bir çok faydaların bulunması ihtimali sebebiyle bu malumatın kendilerinden sonra gelecek olanlara ulaşmasını çok arzu etmişlerdir.Müslümanlar nazarında bu rivayetlerin sıhhatine itikat olunan ve iyice incelenmeksizin bütün illetleri ile hüccet olarak alınan birer ğerçeklik olmasını amaçedinmemişlerdir.Sa'lebe kıssasını tefsirinde zikredn iki müfessirin yaklaşımını bu anlatılanlar çerçevesinde ele aldığımızda şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür:Kurtubi el-Cami li -Ahkami-l Kuran'da Sa'lebe kıssasını naklettiklerden sonra ve' huve meşhurun -Meşhur olan budur'ibaresini kullanmıştır.Burada 'meşhur' kelimesi bir hadis istılahı olarak kullanılmamıştır.Meşhur denmekle ,kıssacıların ve nakilci müfessirlerin arasında meşhur ve maruf olduğu kastedilmiştir.İbn-i Kesir Tefsir'inde ,rivayet ettiği haberlerin illetlerini açıklayan ,senedin zikriyle yetinmeyip haklarında cerh ve ta'n olan ravileri araştıran bir metod izlemiştir.Böyle sağlam bir yöntem edinmiş olmasına rağmen İbn-i Kesir'in bu yöntemin -nadir de olsa-dışına çıktığı ğörülmektedir.Sa'lebe kıssası buna bir örnektir.
İsrafil GÖK
Öğrenci No: (12952754)
Birleşik Doktora
SALEBE KISSASI
Tevbe Suresi 75. Ayet hakkında sebeb-i nüzul olarak gerek hadis gerekse tefsir rivayetlerinde Sa'lebe bin Hatıb'ın başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Hadis ve tefsir rivayetlerinde bu konu oldukça şöhret bulmuş Sa'lebe bin hatıb adeta ayetle özdeşleşmiştir. Hadis ilminin münekkdileri hadisin zayıflığına işaret etmişlerdir. Müfessirlerden Taberi, yaşadığı dönemde isnad ilminin gelişmesinden dolayı sahih ve zayıf pek çok malumat ve rivayeti kaybolup yok olmasın diye tefsirine almıştır. Rivayetlerin kritiğini ise uzmanlarına bırakmış tefsirinin mukaddimesinde de bu hususa temas etmiştir. İbn kesir tefsirinde geçen rivayetlerde cerh ve tadile başvururken bu konuda bir görüş serdetmemiştir. Zemahşeri Beyzavi gibi pek çok müfessir kitablarında senedleri hazfedilmiş rivayetleri kullanmışlardır. Kurtubinin de dediği gibi bu rivayet( Salebe kıssası) müfessirler ve kussas arasında meşhur olmuştur.
Burada esbabı nüzul rivayetleri konusunda bir tasnife gidilmesi gerektiği lüzumu açıkça kendini göstermektedir. Zira müsned ve merfu olan esbabı nüzul rivayetleri ile tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmelerini birbirinden ayırmak gerekir. Tevbe Suresi 75.ayetin sebebi nuzulü olarak zikredilen rivayet sahabenin tabiunun kendi rey ve ictihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesidir. Fakat bu tasnif yapılmadığından nuzül asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Salebe kıssası ile ilgili rivayetlere bakıldığında sebeb ifade etmede nass olmayan , rivayet kalıplarının da gösterdiği üzere ikinci tür tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmesi türünden bir rivayet olduğu anlaşılmaktadır. Yani bu olay sanılanın aksine cereyan etmemiş ayetin nüzulüne sebeb olmamıştır. Rivayetin gerçek olmadığı Hamidullah'ın da belirttiği üzere hicri 9.asrın tarihsel gerçekliğiyle bağdaşmamaktadır. Ayetin konteksine bakıldığında belirli fertlerden ziyade ayet belli bir karakteri tanıtıp onunla ilgili bir örneklendirmeye gidiyor. Kuran ilimlerinden mübhematül Kuran'da da olduğu üzere ayetlerde anlatılan şahıs ve yer isimleri mübhem bırakılmıştır. Kuran evrensel ve ebedi olan mesajın muayyen fertlerle kilitlenip kalmasını istemez. Kuranın tefsiri sadedinde nakledilen bu rivayetler müfessirleri birbirinden farklı zıt yorumlara sürüklemiş kuranın yorum zenginliğini sınırlamıştır.
Hatırlanacağı üzere bu kıssanın uydurma olduğu ve esbab-ı nüzul ilmi açısından değerlendirilmesi yapılmıştı. Bu siyak-sibak çerçevesi içerisinde bir yaklaşım ile bu ayetin bağlamına dikkat ederek ,ifadeleri , siyak sibak çerçevesinde anlamanın önemini ve bu çerçeveyle ilgisi bulmayan esbab-ı nüzul rivayetlerinin tutarsızlığını göstermesi bakımından Sa'lebe kıssası bir örnektir.
Sa'lebe kıssasını tefsirlerinde naklederek bu ayetleri yorumlayan bir çok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler ve yanlış anlamalara düşmüşlerdir. Halbuki bağlam çerçevesinin Kur'an ın anlaşılmasındaki yerine özen gösterselerdi Tevbe suresinin bu ayetlerini doğru anlayacaklardı. Çünkü siyak-sibak münafıklardan bahsetmektedir. Dolayısıyla surenin 75'inci ayetine bu bağlamda bir yaklaşımla Allah'a ahdini bozan ,vadinin hilafına hareket eden ve bu eylemlerin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterlerinden bahsedildiği görülecektir.O halde Tevbe suresinin bu ayetlerinin bağlamı münafık insan tipine ait birtakım sıfatlardır.Verilmek İstenen mesaj belli bir şahsın kınanması değil evrensel bir karakterin sıfatlarını sayarak müminleri bunlardan sakınmaya çağırmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin Siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivayetlere,Yukarıdaki örnekte olduğu gibi ,itibar etmemekte yarar olduğu açıktır.Nass-siyak-sibak-rivayet uyumu kesinlikle göz ardı edilmemelidir.
Sa'lebe Kıssası esbab-ı nüzul rivayetleri ve rivayet değerlendirmeleri olarak tasnif edilmez ise nüzul ortamında cereyan etmemiş bir hadise veya etse bile nüzule sebep olmamış bir hadise o döneme mal edilebilmektedir. Sahabenin , Tabiunun'un kendi re'y ve içtihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesi , nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Sa'lebe kıssası rivayet kalıplarının da gösterdiği ikinci tür esbab-ı nüzul rivayetlerindendir.Yani bu olay nüzul ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse bile ayetin nüzulüne sebep olmamıştır.
Ayeti kerimeyi zikredilen esbab-ı nüzul rivayeti ve tefsirdeki diğer rivayetler ile anlamaya çalışmak Kuran yorum zenginliğini daraltır. Her ayetle bir nüzul sebebi aramak, yada sınırlamak, yorum zenginliğini engellemiş olur. Tarih ilminden faydalanılmalıdır. Bu konudan bakıldığında Sa'lebe kıssasını tarihi hakikatler doğrulamaktadır.
MEHMET ZEKİ SERDAROĞLU/12952706 SA'LEBE KISSASI VE ESBAB-I NUZÜLE YENİ BİR YAKLAŞIM: SELAMUN ALEYKÜM DOSTLAR;ÖNCELİKLE TEFSİR MADDESİ İTİBARİYLE ELİMİZDE ÇOKCA MATERYAL OLMASINA RAĞMEN BU MALZEMENİN İLMİ KRİTERLER IŞIGINDA SÜZGEÇTEN GEÇİRİLMESİ KANAATİNDEYİM.SANİYEN:SALT METİN KAYNAKLARDA GEÇİYOR OLMASINDAN HAREKETLE O METNİ KUTSAMAKTANSA İLMİN ZIRHIYLA HADİSİN KUR' AN-A ARZI VE TARİHİ GERÇEKLERLE UYUŞUP UYUŞMAMASI ÖLÇÜTÜNÜ ESBAB-I NUZÜL İLMİNİN DİĞER ÖLÇÜTLERİYLE BERABERCE HAREKET ETTİRMELİYİZ.BU MUKADDDİMEDEN HAREKETLE SA'LEBE KISSASI ETRAFINDAKİ RİVAYETLERİ OKUMALARIMDAN SONRA KABÜL GÖRENLERİN OLMASINA DELLİLERİYLE BERABER MUTALAAMIN SONUCUNDA ŞÜPHEYLE KARŞILADIĞIMI BELİRTEBİLİRİM.ŞUNUDA ZİHİNLERİMDEKİ SAHABEYE AİT TASAVVUR Kİ-SALT SAHABEDE BÖYLE GÜNAH İŞLERMİ GEREEKÇESİNDEN HAREKET EDİYOR DEĞİLİM-BU ZİHNİN KUR'AN-IN O GÜNKÜ İNŞA ETTİĞİ NESLİN HAYAT AKIŞINA BAKTIĞIMIZDA GUNAH İŞLEYEN VE TÖVBE EDEN BİR TOPLUM ĞERÇEKLİĞİNDEN HAREKETLE VE İSLAM İNANÇ SİSTEMİNİN TEMEL ÖĞRETİLERİNDEN BİRİ OLAN PEYGAMBERLER ANCAK İSMET SIFATINA HAİZDİR ÇERÇEVESİNDEN HAREKETLE VARDIGIMIZ NETİCEYDİ.KUR'AN OKUMALARIMIZDA CENAB-I HAKKIN ÖNCEKİ TOPLULUKLARIN HELAKINA SEBEP OLAN GÜNAHLARI NAZARA VERMESİNDEKİ VE BU KADAR PEYGAMBER KISSASINI SERD EDİŞİNİN HİKMETİNİ DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE ŞAHSİLİKTEN ÖTE AHLAKİLİK UNSURUNU ÖNCELEDİĞİNİ SÖYLEYEBİLİRİZ.NİTEKİM ŞAHSİLİĞİ YÜCELTEN DEĞERLER ÜZERİNDEN AMELLER DEĞİLMİDİR?ALLAH'IN ŞAHISLAR VE MEKANLAR ÜZERİNDEN DEĞER ATFETTİĞİ UNSURLAR SEMBOLİK KARAKTERLERDİR.KUR'AN-DA İSMİ GEÇEN PEYGAMBERLER VE MEKANSAL OLARAK MESCİD-İ HARAM'A VE MESCİD-İ AKSA'YA YÜKLENEN MANA BUNA ÖRNEK OLARAK ZİKREDİLEBİLİR.BU ANALATTIKLARIMIZIN OKUYUCUSU TARAFINDAN İLK ETEPTA BU KISSAYLA NE İLGİSİ VARSA DİYE TENKİDE TABİ TUTULACAK OLSA BİLE İRTİCALEN KALEME ALDIĞIMIZ BU ĞİRİŞİN TARİHİ YÖNÜ OLAN HER OLAY İÇİN VAZĞEÇİLMEMESİ GEREKEN KANUN OLARAK TELAKKİ EDİYORUZ.
HAMDULLAH KAYA Öğrenci No: 12912772
ESBAB-I NÜZUL’E YENİ BİR BAKIŞ VE BU BAĞLAMDA SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Esbâb-ı nüzul rivayetleri Kur’an-ı Kerim Ayetlerin anlamlarının eksiksiz anlaşılmasında izlenen en önemli yollardan biri olmuştur. Ama bu bağlama kullanılan metodun, ilkeleri ile birlikte tam bir şekilde ortaya konulduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir. Usul açısından vaki olan bu eksiklik, esbab-ı nüzul rivayetleri, genel olarak da tefsir rivayetleri üzerinde tereddütlerin meydana gelmesine sebebiyitvermiştir. Sa’lebe kıssasında da bu eksiklikler çarpıcı bir şekilde gözükmektedir.
Sa’lebe kıssası tefsirciler arasında meşhur bir hadisedir. Genelde tevbe suresinin 75.ayetinin sebeb-i nuzulu olarak bu hadise zikredilmektedir ama bu hadisenin sıhhatı tefsirciler tarafından pek araştırılmadığı gözükmektedir ama Beyhaki gibi bazı müfessirler hadisin senedinin zayıflığına işaret etmişlerdir. Beyhakî şu değerlendirmeyi yapar: “Bu, tefsir ehli arasında meşhur bir hadistir. Zayıf senedlerle mevsul olarak rivayet edilmiştir” .
SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
1-İlken hadis usulü açısından sa’lebe hadisi rivayet açısından tenkid edilmelidir. zira bu hadisin senedi zayıftır. İmam Buharî bu kıssanın bir tarikini rivayet eden Ebû Umâme hadisinin senedindeki Ali b.Yezid hakkında munkeru’l-Hadîs”demiştir.
2- Rivayetler tasnif edilmelidir her bir rivayetin zama-mekan-şartlarına bakarak sınıflandırmak,ona göre değerlendirme yapmak gerekmektedir.
3) Tarih ilminden yararlanılmalı ve ona göre değerlendirme yapılmalıdır.
4) Kur’ân’i bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
Öyleyse Kur’ân’ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin değerlendirilmesinde bu metodlar takip edilmeli ve tefsir kitaplarındaki pek çok zayıf hatta aslı olmayan rivayetler çıkartılarak tefsir ilmi israiliyyattan temizlenilmelidir.
Sa'lebe b. Hatıb adında iki ayrı sahabe vardır. bunlardan birisi Sa'lebe b. Hatıb b. Amr el-Ensari'dir ve bu İbn İshak ile Musa b. Ukbe'nin ifade ettiğine göre bedir ashabındandır. İbn Kelbi ise bu sahabenin Uhud savaşında öldüğünü söylemiştir. (El-İsabe 928)
diğeri ise; Sa'lebe b. Hatıb (veya ibn ebi Hatıb) el-Ensari'dir. İbn İshak bunu Mescidi Dırar'ı bina edenler arasında sayar. el-Baverdi, İbn Seken, İbn Şahin ve başkaları önceki ile bunun aynı kişi olduğunu zikrederler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den mal ile rızıklandırılması için dua istemesine gelince, bunu Taberi tefsirinde (10/130) Kurtubi (8/209) Vahidi Esbabı Nuzul (180) İbn Asakir (Tehzibu Tarihi Dımeşk-4/20) rivayet etmişlerdir. tevbe suresinin 75. ayetinin sebebi nüzulü olarak bu rivayet zikredilir.
Hafız İbn Hacer der ki: Eğer bu kıssa sahih ise - ki sahih olduğunu zannetmem - bu kıssada geçen Sa'lebe'nin daha önce zikri geçen bedir ehlinden olan Sa'lebe ile aynı kişi olmasında şüphe vardır. nitekim İbnu'l-Kelbi'nin şu sözleri ikisinin farklı kişiler olduğunu gösterir: "Bedir ashabından olan (Salebe) Uhud'da şehit olmuştur." Yine İbn Merduye'nin Tefsirinde mezkur ayet hakkında İbn Abbas'tan şu nakli de bunu destekler: "Bu adam kendisine abdullahtayfut no: 12952708 Salebe b. Ebi Hatıb denen ensardan bir kimsedir." bu rivayette onun ismi: Salebe b. Ebi Hatıb şeklindedir. bedir ashabından olan salebeye gelince, onun isminin Salebe b. Hatıb olduğunda ittifak edilmiştir. nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den: "Bedire ve hudeybiyeye katılan hiç kimse ateşe girmeyecek" buyurduğu sabit olmuştur...." el-1. İlk olarak hadis usulü açısından eleştiriye tabi tutulmalıdır. Hadisin senedinin zayıf olduğu tespit edilmiştir. hadis büyük muhaddislerce de zayıf addedilmiştir 2. Rivayetler bellibir tasnifetabi tutulmalı. Salebe kıssası tefsir için sebebi nüzül rivayeti olma ihtimali daha fazladır. Rivayet kalıplarına baktığımızda da Salebe kıssası sebeb ifade etmede nass olmayan rivayetler grubundadır.3) Tarih ilminden istifade edilmeli ve ona göre bi neticeye varılmali
4) Kur’ânı bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmesi.
Yüksek Lisans
Emrah MERAL
12912714
SALEBE KISSASI
Birçok müfessir, ilimde mütebahhir olmalarına, salah ve ehli takva
olmalarına rağmen tefsirlerinde zayıf, garip, münker ve israilî nice haber
zikretmişlerdir. Dolayısıyla âlimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde
rivayet etmiş olmaları, o haberin alelitlak doğruluğuna delil teşkil
etmemelidir. Ahmet b Hanbel'in ,
"üç şeyin aslı yoktur : melahi, megazi ve tefsir" demekle bu duruma
işaret etmek istemiştir.
Bu konuda önemle vurgulanması
gereken bir konuda şudur: Müfessirlerin kendilerine ulaşan her haberi
kitaplarına aktarmalarında ki amaçları, toplamaya imkân buldukları her şeyin
yok olup gitmesinden tedirgin olmalarıdır. Bu âlimler kendilerinden sonra
gelenleri bu haberleri kabul etmekle yükümlü de tutmamışlardır. Onlar rivayetin
senedini zikretmekle mesuliyetten kurtulacaklarını ümit etmişlerdir.
Tevbe suresinin 75. Ayeti hakkında sebeb-i nüzül olarak Sa’lebe bin
Hatıb’ın başından geçenler anlatılmaktadır. Hâlbuki bu hadise, ayetin
anlaşılmasına yönelik yorumları sınırları içerisine haps etmiştir. Bu sebeple
müfessirlerin bu konudaki yorumları birbirlerine zıt olmuş Kur’an’ın yorum
zenginliğini kısıtlamıştır. Yeni bir yaklaşımla kıssanın sebebi nüzul ilmi
açısından değerlendirilmesi siyak-sibak çerçevesi içerisinde yapılmış olsaydı
bu tefrikaya düşülmeyecekti. Sa’lebe kıssasını tefsirlerinde naklederek bu
ayetleri yorumlayan birçok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler ve yanlış
anlamalara düşmüşlerdir. Hâlbuki ayetin siyak-sibakı münafıklardan
bahsetmektedir. Dolayısıyla surenin 75’inci ayetine bu bağlamda bir yaklaşımla:
Allah’a ahdini bozan,
Vadinin hilafına hareket eden,
Bu eylemlerin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan
karakterlerinden bahsedildiği görülecektir. Asıl anlatılmak istenen hususi bir
şahsın kınanması değil, daha genel bir karakterin sıfatlarını sayarak müminleri
bunlardan sakınmaya çağırmaktır.
Sa’lebe Kıssası esbab-ı nüzul rivayetleri ve rivayet değerlendirmeleri
olarak tasnif edilmez ise nüzul ortamında cereyan etmemiş bir hadise veya etse
bile nüzule sebep olmamış bir hadise o döneme mal edilebilmektedir. Sahabenin,
tabiûnun kendi re’y ve içtihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesi,
nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Sa’lebe kıssası rivayet kalıplarının da gösterdiği ikinci tür esbab-ı nüzul
rivayetlerindendir. Yani bu olay nüzul ortamında cereyan etmemiştir veya
etmişse bile ayetin nüzulüne sebep olmamıştır.
Ayeti kerimeyi zikredilen esbab-ı nüzul rivayeti ve tefsirdeki diğer
rivayetler ile anlamaya çalışmak Kur'an'ın yorum zenginliğini daraltır. Her
ayetle bir nüzul sebebi aramak, yada sınırlamak, yorum zenginliğini engellemiş
olur.
Ramazan Koç-12912727
Tevbe suresinin 75. Ayeti hakkında sebeb-i nüzül olarak Sa’lebe bin Hatıb’ın başından geçenler anlatılmaktadır.Müfessirlerin büyük çoğunluğu kıssanın sıhhatinden şüphe duymuşlardir.müfessirlerin bir kısmı gerekçe olarak tarihsel argümanları ileri sürmüşler ve bazıları hadisin munker'ul hadis olduğunu söylemişlerdir.Diğerleri ise senedinin zayıf olduğunu beyan etmişlerdir.sonuç olarak bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak zikredilen bu kıssanın sıhhati konusunda cereyan eden tartişmalar kur'an ın yorum zenginliğinin daraltılması sonucunu doğurmuştur.tefsir kitaplarında bu tür doğru olmayan rivayetlerin mevcudiyeti ilk dönem alimlerimizin rivayetin sıhhatine bakmaksızın varid olan her rivayeti kayda alarak sonraki nesillere ulaştırma çabasından kaynaklanmaktadır.bunun bir sebebi de o dönem müfessirlerinin hadis ilminde, kur'an ilimlerin olduğu kadar mütehassıs olmamalarıdır. Geçmiş müfessirlerimizin cühdünü takdir ederek diyebiliriz ki güvenilir olmayan raviler ve hazfedilmiş rivayetler alinmamalidir.Tarihsellik faktörü dikkate alınmalıdır.kur'anî bütünlük ve siyak-sibak açısı gözardı edilmemelidir.Her ayette bir nüzul sebebi aranmamalıdır.sonuçta Tefsir kitaplarında doğru olmayan rivayetler yer almayacak ve kur'an'ı anlamaya çalışan insanların bu tür karışıklıklarla karşılaşmasının önüne geçilmiş olunacaktır.
Ø Kur’ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler var:
- قرآن à Hemzeli. “k-r-e” kökünden türemiştir diyenler çoğunluktadır. Ancak "kara'e” fiilinin masdarlanna göre "okumak", "toplamak" ve "açıklamak" anlamlarından hangisini ifade ettiği hususunda ihtilâf vardır.
- القران à Hemzesiz. Kıraat alimlerinden ibn Kesir böyle okur. Hiçbir kökden türememiştir (İmam Safir gibi); Tevrat ve İncil gibi son din için gönderilen kitaba Allah tarafından verilmiş özel isimdir, “kam” kökünden (Eş’arî gibi) veya “karâ” kökünden (Kurtubi gibi) geldiğini söyliyenlerde olmuştur.
Ø Terim olarak: "Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Mu-hammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen. Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır."
Ø Farklı isimleri vardır: tenzîl, kitâb, furkân, zikr, vahy, kelâmullah gibi.
Ø Hz. Peygamber'e kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır.
Ø ilk inen ayet “ikra” ayetidir.
Ø ilk inen sûrenin hangisi olduğu ihtilaflıdır.
Ø Son inen âyetin hangisi olduğu da ihtilaflıdır.
Ø Hadis kaynaklarında Kur'an'ın inişi hakkında farklı bilgiler verilmektedir. Üç görüş var:
- Kur'an, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiştir.
- Kur'an, her yılın Kadir gecesinde o yıl nazil olacak miktarda dünya semasına indirilmiştir.
- Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış, daha sonra yirmi küsur yıl boyunca nüzulü devam etmiştir
Ø günümüzde yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenîdir.
Ø Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler. Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır.
Ø Kur'an'ın Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.
Ø Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen vahiy kâtipleri nazil olan âyetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malzemeler çok çeşitli olup en meşhurları develerin kürek ve kaburga kemikleri (azm). tabaklanmış deri parçaları (edîm), yaprak taşlar (lihaf). hurma dallarının uygun yerleri (asib), seramik parçaları (hazef), tahta (kateb). parşömen (rakk) ve papirüslerdir.
Ø Hz. Ebu Bekir döneminde Yemame savaşında pek çok hafızın şehid edilmesinin ardından Zeyd b. Sabit önderliğinde bir komisyon kurulup Kur’an cem edilmeye başlanmıştır.
Ø Kıraat farklılıkları sebebiyle seferde olan ordu arasında ciddi ihtilaflar çıkmış. Bunun üzerine Hz. Osman Kureyş lehçesini esas alarak, Hafsa’nın elindeki Ebu Bekir nüshasını çoğaltma kararı almış ve istinsah edilen mushafları büyük şehirlere göndermiştir.
Ø Kur’an harflerine ilk defa nokta veren Ebü'l-Esved ed-Düelî’dir.
Ø Kur’an’da 114 sure bulunur.
Ø İlk sure Fatiha, son sure ise Nas suresidir.
Ø En kısa sure Kevser, en uzunu ise Bakara suresidir.
Ø Kur'an'ın lisanî olması ve Arapça'nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi, onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde kalmasını ve zaman içerisinde toplumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere rağmen insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır.
Ø Kur'an müslümanın hayatında sadece anlamı araştırılan sıradan bir mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiyle Müslümanlığını okuma ve dinleme ilişkisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır.
Ø Bazı eserlerde Kur'an'ın muhtevası birkaç ana başlık altında toplanırken bazılarında yüzlerce konu sıralanır. Meselâ İbn Cerîr et-Taberî Kur'an'ın muhtevasını tevhid, haberler ve kıssalar, diyânât [1][709] Zemahşerî Allah'ı lâyık olduğu şekliyle tanıtmak, ibadet, emir ve nehiy. va'd ve va-îd; Râzî ilâhiyyât, meâd, nübüvvât, kaza ve kader şeklinde tasnif eder
Ø Mekki Sureler:
Ø Bu sûrelerde genellikle tevhid ve âhiret konuları hakkında insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmolojik ve psikolojik deliller gösterilir ve insanlar akıllarını kullanarak bunlardan yararlanmaya çağrılır. İlk vahiylerden itibaren Kur'an'ın bütününde, gerek kozmik düzeni oluşturan varlık ve olaylar gerekse tarihte yaşanmış olanlar basit ve önemsiz şeyler olmayıp Allah'ın kudretine delâlet eden, O'nun birliğini ve yüce sıfatlarını anlayıp kavramada insanların yararlanması gereken alâmetler, işaretler olarak gösterilmektedir.
Ø Geniş ölçüde diyalektik bir yöntemin hâkim olduğu Mekkî sûrelerde putperestlerin tutumlarının gün geçtikçe olumsuz-laşmasına paralel olarak üslûbun da giderek sertleştiği görülür.
Ø İlk nazil olan sûrelerde kısa hacimlerinin gereği olarak konuların esasına dair özlü açıklamalar yapılmış, zamanla sûrelerin genişlemesi nisbetinde bildirimlerde ayrıntılara gidilmiştir.
Ø "Dinin ana gayeleri" (makâsıdü'ş-şerîa) denilen ve bütün dinlerin ortak amaçlan olarak görülen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlâk prensipleri de Mekkî sûrelerin ağırlıklı konularındandır.
Ø Yüksek bir edebî zevkin hâkim olduğu Mekke ortamında nazil olan sûrelerin fesahat ve belagat değeri de çok yüksektir
Ø Medeni Sureler:
Ø müminler topluluğu için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip sistemleştirilmesi, hem de siyasî ve hukukî yapının oluşturulması süreci başladığından Medenî sûrelerde Mekkî sûrelerin ihtiva ettiği başlıca konuların yanında ibadetler ve muamelât konuları ağırlık kazanmıştır.
Ø vahiy gittikçe artan ölçüde normatif bir değer kazanmış, Hz. Muhammed'in şahsiyeti peygamberlik nüfuzu yanında siyasî liderlik nüfuzuyla da donatılmıştır.
Ø Ehl-i kitaba, onların tarihlerine oldukça geniş yer verilmiştir.
Ø Münafıklar bu surelerde ele alınırlar.
Ø genel olarak savaş hükümlerine ve kurallarına geniş yer verilmiştir.
Ø üslûbu muhtevaya uygun olarak daha sadedir; sembolik ifadelere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık kazanmıştır.
Ø Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan başka hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta inkarcılara meydan okumak suretiyle ispat etmiştir.
Ø Kur'an'ın i'câzını ispatlamak üzere meydan okuma yolunun seçilmesinde Arap şair ve hatiplerinin o dönemdeki âdetlerinin etkili olduğu düşünülmektedir.
Ø Kur'an'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr ve Kur'an'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia edenlere karşı yine Kur'an'la meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun ilânıdır.
Ø Kur’an arapça nazil olmuştur.
Ø Kureyş lehçesi ağırlıklı olmakla birlikte Kur'an'da diğer fasih lehçelerden unsurların da bulunduğu kabul edilir.
Ø Kaynaklarda Kur'an'ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:
- Mevcut Edebî Şekillerden Farklı Oluşu.
Seyyid Kutub'un ifadesiyle Kur'an üslûbunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.
- Lafız ve Mâna Dengesi.
Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır, onda anlam kelimeye tam olarak bürünüp lafız halini alır.
- Gönüllere Tesir Edişi.
Birçok gayri müslim Kur'an'ın bu etkisi sayesinde müslüman olmuş, düşmanlıkları dostluklara, inkârları imana dönüşmüştür.
- Ses ve Terkip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk.
- Edebî Tasvir.
- Edebî Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu.
- Aynı Anda Farklı Seviyelere Hitap Etmesi.
- Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi.
Ø Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını oluşturmuştur. Ahlâk, siyaset, itikad. hukuk, ibadet gibi konulara ilişkin âyetlerin hayat içinde yaşatılması veya hayatın canlı ve değişken olguları ile bu âyetler arasında bağ kurulması fıkıh ve kelâm gibi disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Ø Zamanla yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır. Örneğin müfessirin öznelliğinden gelen aksamalar ve eksiklikler etkili olabilmektedir. Nitekim müfessirin öznelliği dil ve tarih malzemesini kullanmasına olumsuz yönde tesir edebilir.
Ø Klasik metodolojinin bu tutumunu bir yetersizlik olarak gören ve az ya da çok modernist bir karakter taşıyan yeni yorum yaklaşımları da ortaya çıkmıştır. Bunların bir ölçüde paylaştığı temel iddia, Kur'an'ın evrensel ve tarih üstü mesajlarıyla aslî ilke ve amaçlarının yöntemlere bağlı kalınarak metinden çıkarılması ve bunların değişik tarihsel durumlara uygulanmasıdır.
Ø Çeşitli Kur’an ilimleri vardır (Ulumu’l Kur’an): resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân, garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri, fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir, emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin âdabı ve şartları.
Ø Kur’an, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an, okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.
Ø Kur'ân-ı Kerîm kronolojik olarak Tevrat. Zebur ve İncil gibi diğer ilâhî kitaplardan sonra geldiği ve takdim ettiği dini tamamen yeni ve öncekilerden büsbütün farklı bir din değil. Hz. Âdem'den itibaren bütün peygamberlerde tebliğ edilen ilâhî dinin son şekli olarak tanımladığı için diğerlerini kuşatıcı bir mahiyet arzetmekte, önceki peygamberlere inanmayı da şart koşmaktadır.
Ø Kur'an'la Kitâb-ı Mukaddes arasındaki bu farklılıkların yanında başta kıssalar olmak üzere bazı konularda benzerlikler ve paralellikler de vardır. Özellikle kâinatın ve İnsanın yaratılışı, cennetten çıkarılış, Nûh tufanı, Hz. İbrahim, İshakve Ya'küb, İsrâiloğullan'nın tarihi, Hz. Yûsuf, Hz. Mû-sâ ve onun Firavunla mücadelesi, Mısır'dan çıkış, İsrâiloğullan'nın çöldeki hayatı, buzağıya tapma, Tâlût (Saul). Dâvûd ve Süleyman, çeşitli peygamberlerin tebliğ faaliyetleri, Zekeriyyâ ve oğlu Yahya, Meryem ve oğlu îsâ ile havariler gibi konular Kitâb-ı Mukaddes'le Kur'an'da ortak konulardır.
Ø Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur'an'ın etkisi altında gelişmiştir. Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur.
Ø Kur’an ile alakalı olan literatürü şu başlıklarda toplamak mümkün:
- Tefsirler: rivayet, dirayet, lugavi, işari vs.
- Ulumu’l Kuran: (yukarda zikredilmiştir)
- Batı'da Kur'an ve Tefsir Araştırmaları
Yahya Özdil-Yüksek Lisans
Sa’lebe, Hz. Peygamber’in huzuruna
gelmiş:
-“Ya Rasulallah,Allah’a dua
et de bana çok mal versin” demiş.Hz.Peygamber de:
-Ya sa’lebe,hakkını eda
ettiğin az,takat getirmeyeceğin çoktan
hayırlıdır.”diyerek cevap vermiş.sa’lebe ısrar edince Hz. Peygamber dua etmiş.
Allah da ona vermiş.
Hz. Peygamber zekat
görevlilerini sa’lebeye göndermiş.
Sa’lebe :“Bu cizyeler ne? Bu
cizyenin kardeşi,hele siz gidin de düşüneyim.”demiş.Hz. peygamber iki kere vay
sa’lebeye buyurmuş.
Burda üç hususa dikkat
çekilmektedir.
1) Sire, Rical ve Tarih
kitaplarında; Sa’lebe’nin vasıfları ve kıssanın sıhhat derecesi üzerine
farklı görüşler ortaya koyanlar, 2) Hadis kitaplarında; Senedinin zayıflığından
bahseden rivayetler veya sadece rivayet edip başka bir yorum yapmayanlar,
3) Tefsir kitaplarında; kıssanın sıhhatine kail olanlar ve şüphe ile
bakıp kabul etmeyenler olmuştur.
Şimdi Sa’lebe kıssasını bu bağlamda ele alacak
olursak.
1-İlk olarak sa’lebe kıssası
rivayetleri hadis usulu açısından tenkit edilmelidir.Zikredildiği üzere bu
hadisin senedi zayıftır.O halde,tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle
bir rivayet nasıl olmuş da nakledilegelmiştir?
2-Rivayetler tasnif edilmelidir.
a-Esbâb-ı nüzul rivayetleri
b-Tefsir için olan esbâb-ı nüzul
değerlendirmeleri
3-Tarih ilminden faydalanılmalıdır.
Taberî,sa’lebe kıssasını,tarih’inde,dokuncu
hicri yıl hadiseleri arasında ve “zekat’ın farz kılındığı sene,sa’lebe hakkında
nazil olmuştur.”diyerek nakletmektedir.[1]
4-Kur’an-ı bütünlük ve siyak-sibak
bağlamında şöyle değerlendirilmelidir.
a.Allah teâlâ’ya ahd edip de ahdini
bozan
b.Vaadinin hilafına hareket eden
c.Bu eyleminin sonucunda kalblerine
nifâkın yerleştiği kişiler(insanlar) karakterize edilmektedir.
II. KİTAP
SA’LEBE KISSASI
MUSTAFA
MURAT BATMAN
12912713
·
Bir önceki kitapta da bahsedildiği
üzere esbab-ı nüzul, Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında çok büyük bir araçtır.
Ancak bu ilim bize aktarılırken bazı problemleri de beraberinde getirmiştir. Bu
rivayetlerin günümüze kadar hala tasnif edilmemiş olması da nüzulün teahhürü,
ayetin umumiliği-hususiliği, sıygaların farklılıklarının gözetilmemesi, hadis
rivayetlerinin sahih mi, zayıf mı, garib mi, mevzu mu olduklarına ehemmiyet
verilmemesi bu sorunlardan bazılarıdır. Ayrıca aynı konuda birbiri ile hiçbir
şekilde uyuşmayan, telifi mümkün olmayan ve sıhhat dereceleri eşit bulunan
birçok rivayet de bu ilimle birlikte kitaplarımıza dâhil edilmiştir. Bütün bu
problemler bu ilimden elde ettiğimiz faydayı bariz bir şekilde azaltmaktadır.
·
Bu yüzden ilk olarak hadis rivayetleri
sened ve metin tenkidine tutulmalı, yalnızca müsned-merfu rivayetler esbab-ı
nüzul rivayetleri olarak tasnif edilmelidir. Bunun haricindeki rivayetler de bu
vesile ile ayrı bir yerde biriktirilmeli ve tefsir amaçlı esbab-ı nüzul
rivayetleri olarak tasnife tabi tutulmalıdır.
·
Bu kitapta örnek olarak verilen ve hemen
hemen tüm tefsirlerde bulunan bir kıssa konunun ehemmiyetini daha açık ifade
edecektir. Sa’lebe kıssası olarak bilinen bu rivayet incelendiğinde sîre, rical
ve tarih kitaplarında mezkûr zat hakkında çelişkili rivayetlere
rastlanmaktadır. Örneğin Belazuri’nin bir rivayetine göre Sa’lebe Uhud
Harbi’nden kaçmış, bir diğer rivayetine göre ise Uhud’da öldürülen Ensar’dan
bir zattır.[1] Yine sîre, rical ve tarih kitaplarında
Sa’lebe kıssası hususunda 3 ayrı görüş beyan edilmiştir.
1- Bu
rivayet kimine göre sıhhat açısından sorunsuz kabul edilmiştir,
2-
Kimine göre
olay gerçektir ancak şahıs farklıdır,
3-
Kimine göre de
rivayet şüphelidir.
·
Hadis kitaplarında da bu rivayet,
genellikle zayıf ve meşhur olan bir rivayet olarak değerlendirilmiştir. Tefsir
kitaplarında bu rivayet incelendiğinde, Sa’lebe rivayetinin ya Taberi’den
alıntı yoluyla ya da muhtelif tarikler zikredilerek tefsir kitaplarına dâhil
edilmiş olduğu görülür. Müfessirler arasında da rivayetin kabul edilip
edilmemesi farklılık arz eder. İbnu’l-Arabî, İbnu’l-Cevzi, Uceyli gibi kimi
müfessirlerce bu rivayet sıhhati haiz bir rivayettir. Taberi, Razi gibi kimi
müfessirler de rivayetin sıhhatine şüphe ile bakmışlardır.
·
Bu rivayetin hadis âlimleri tarafından
genelde zayıf olarak nitelendirildiğini bildirmiştik. Rivayetteki ihtilaf 2
şeyden kaynaklı olabilir:
1- Her
ayete bir sebebi nüzul aranmasından kaynaklı zayıf, mevzu, İsrailiyyat kaynaklı
birçok haber de sebeb-i nüzul rivayetleri içine dâhil edilmiş olabilir.
2-
Rivayetler
sıygalarına, senedlerine dikkat edilerek tasnif edilmezse nüzul asrında değil
de farklı bir zamanda ortaya çıkmış bir olay tefsir amaçlı nakledilmiş
olabilir.
Devlet cebri ile zekât alınabilecekken böyle bir icbarda
bulunulmaması, bu rivayetin tarihi kaynaklar ile de tenakuz içerdiğini
göstermektedir.
·
Kur’an şahısların ebedileştirilmesinden
ziyade o şahsın kınanan veya hoşa giden özelliklerinin umuma şamil olmasını ister.
Bu, Sa’lebe kıssası anlaşılırken gözden kaçırılmaması gereken bir husus
olmalıdır.
[1] Belazurî, Ensâbu’l-Eşrâf, (tah. M.Hamidullah), Ma’hedü’l-Mahtûtât, Dâru’l-Maarif, Mısır, 1959, I. Kısım s. 236 ve 330, Serinsu, age, s. 275’den naklen.
B. ESBÂB-I
NÜZÛL KONUSUNA YENİ BİR YAKLAŞIM VE SA’LEBE KISSASININ BU YAKLAŞIM ÇERÇEVESİNDE
DEĞERLENDİRİLMESİ
B.1. Esbâb-I
Nüzûl Konusuna Yeni Bir Yaklaşım
B.1.1. Rivayetlerin
Değerlendirilmesi
BİRİNCİ AŞAMA : İLKELERİN TESPİTİ
1- GENEL
İLKELER
A- Esbâb-ı Nüzul rivayetlerinin tamamını
ihata etmek mümkün değildir
B- Esbâb-ı Nüzul’ü bilmeksizin Kur’an’ı anlamak
mümkündür.
2- ÖZEL İLKELER
A- Esbâb-ı Nüzul bilmenin muktezay-ı hali bilmek gibi olduğu hallerde.
B- Esbâb-ı Nüzul bilmemenin Kur’an’ın zahir nasslarını mücmel nasslar
konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde.
C- Kur’an’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzul’e olan ihtiyacı yine Kur’an
belirlemelidir.
İKİNCİ AŞAMA : RİVAYETLERİN TENKİDİ
1- RİVAYETLERİN TOPLANMASI
3- HADİS USULÜ KRİTERLERİNDEN YARARLANILARAK TAM TESPİT
2- RİVATLER İÇERİSİNDE ZAYIF VEYA UYDURMA (RİVAYET) OLABİLECEĞİ KONUSUNDA
FARKINDALIK
ÜÇÜNCÜ AŞAMA : RİVAYETLERİN TASNİFİ
1- Esbâb-ı Nüzul Rivayetleri (özellikler)
A- Ayetlerin gerçek nüzul sebebi olan kıssalar/hadiseler
B- Sened ve metin bakımından sıhhat şartlarını taşıyan musned-merfu
hadisler
C- Sebep ifade etmede nass olan sîğalar
2- Tefsir İçin Olan Esbâb-ı Nüzul Rivayetleri (kategorik
ayrım)
A- Hz. Peygamber (as)’ın sebeb-i nüzul değerlendirmesi
B- Sahabe ve tabiunun sebeb-i nüzul değerlendirmesi
C- Müfessirlerin sebeb-i nüzul değerlendirmesi
B.1.2. Kur’an-ı Kerim’in Bütünlüğünün Dikkate Alınması
KUR’AN-I KERİM.....................(vahiy).....................................HZ.
PEYGAMBER
HZ. PEYGAMBER.......................(ileti)........................................................SAHABE
SAHABE...............................(öğretim/aktarım)..............................................
İNSAN
İNSAN.............................(kaynağa dönüş/başvuru)..................
KUR’AN-I KERİM
B.1.3. Siyak-Sibak
(Bağlam/Kontekst)’ın Göz Önünde Bulundurulması
KUR’AN’DA BAĞLAM/KONTEKST
A- METİNSEL BAĞLAM
Kur’an metninin iç dokusunun incelenmesi
B- TARİHSEL BAĞLAM
Tarihsel yapı/nüzul ortamının incelenmesi
B.2. Sa’lebe
Kıssasının Değerlendirilmesi
Tevbe suresi 75. Ayeti anlama çabasında “doğru”yu bulma maksadıyla
nakledilen Sa’lebe kıssasının yeniden değerlendirilmesi :
1- İlk olarak Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkid
edilmelidir.
2- Rivayetler tasnif edilmelidir. (Sa’lebe kıssası rivayet kalıplarının da
gösterdiği üzere tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri arasında yer alır.)
3- Tarih ilminden faydalanılmalıdır.
4- Kur’anî bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
HAMDULLAH KAYA Öğrenci No: 12912772
ESBAB-I NÜZUL’E YENİ BİR BAKIŞ VE
BU BAĞLAMDA SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Esbâb-ı nüzul
rivayetleri Kur’an-ı Kerim Ayetlerin anlamlarının eksiksiz anlaşılmasında
izlenen en önemli yollardan biri olmuştur. Ama bu bağlama kullanılan metodun,
ilkeleri ile birlikte tam bir şekilde ortaya konulduğunu söylemek pek mümkün
görünmemektedir. Usul açısından vaki olan bu eksiklik, esbab-ı nüzul
rivayetleri, genel olarak da tefsir rivayetleri üzerinde tereddütlerin meydana
gelmesine sebebiyitvermiştir. Sa’lebe kıssasında da bu eksiklikler çarpıcı bir
şekilde gözükmektedir.
Sa’lebe kıssası tefsirciler arasında meşhur bir
hadisedir. Genelde tevbe suresinin 75.ayetinin sebeb-i nuzulu olarak bu hadise
zikredilmektedir ama bu hadisenin sıhhatı tefsirciler tarafından pek
araştırılmadığı gözükmektedir ama Beyhaki gibi bazı müfessirler hadisin
senedinin zayıflığına işaret etmişlerdir. Beyhakî şu değerlendirmeyi yapar: “Bu,
tefsir ehli arasında meşhur bir hadistir. Zayıf senedlerle mevsul olarak rivayet
edilmiştir” .
SA’LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
1-İlken hadis usulü
açısından sa’lebe hadisi rivayet açısından tenkid edilmelidir. zira bu hadisin
senedi zayıftır. İmam Buharî bu kıssanın bir tarikini rivayet eden Ebû Umâme
hadisinin senedindeki Ali b.Yezid hakkında munkeru’l-Hadîs”demiştir.
2-
Rivayetler tasnif edilmelidir her bir rivayetin zama-mekan-şartlarına bakarak
sınıflandırmak,ona göre değerlendirme yapmak gerekmektedir.
3) Tarih
ilminden yararlanılmalı ve ona göre değerlendirme yapılmalıdır.
4) Kur’ân’i
bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
Öyleyse Kur’ân’ı
Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin değerlendirilmesinde bu
metodlar takip edilmeli ve tefsir kitaplarındaki pek çok zayıf hatta aslı
olmayan rivayetler çıkartılarak tefsir ilmi israiliyyattan
temizlenilmelidir.
DIA
KUR'ÂN-I KERÎM maddesi
1.Tarif
ve İsimleri
Kur'ân kelimesinin türediği kök konusunda farklı
görüşler vardır. Kur’an kelimesinin hemzesiz ve hemzeli olduğu görüşünü
savunanlar iki gruptur.
Birinci gruba göre kelime ‘’ el-kuran’’
şeklindedir ve ne ‘’ kara’e’’ fiilinden
ne de başka fiilden türemiştir. Ikinci
gruba göre Kam kökünden türemiştir ve ‘’ bir şeyi diğer bir şeye
yaklaştırmak,katmak’’ anlamındadır.
Hemzeli olduğunu savunanlar icin ise Kur’an ismi ‘’okumak’’ anlamına gelen
‘’kara’e’’ filinden türemişti.
Sonuç olarak; İslam’da ilk vahyin “oku” emri ile
başlaması ve Kur’an isminin “okumak” anlamına gelen “kara’e” fiilinden
türediğini kabul etmek daha doğru gibi görünüyor.
Kur’an’ın terim anlamıyla ilgili yapılan tanımları
bir araya getirerek şöyle bir tanım yapılabilir: “Kur’an, Allah tarafından
Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz.
Muhammed’e indirilen, Mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla
ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının
benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça mûciz bir kelamdır.”
Kur’an’ın isim ve sıfatlarının sayısı konusunda bir
görüş birliği yoktur.
2.
Tarihi
610 yilinda Hz. Peygamber 40 yasinda iken peyderpey
inmeye baslamistir.
Hira magarasinda iken ona Cebrail tarafindan ilk
olarak Alak suresinin ilk bes ayeti inmistir. Ilk ayet Oku emridir.
Ilk ayetlerin nüzulundan sonra vahiy bir müddet
kesilmiştir.
Hz. Peygamber gelen vahyleri tebliğ ediyor, ardından
bunları vahy katiplerine yazdırıyordu.
Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sağlığında
Kur'an'ın bütününü yazmıştır. İnen her âyeti bizzat Hz. Peygamber tarafından
vahiy katiplerine okunur, onlar da yerlerine yazarlardı. Ancak Hz. Peygamber
(s.a.s), nâzil olan âyetlerin ashabı tarafından ezberlenmesini yeterli
görmemiştir. İşte bu sebeble Hz. Peygamber, vahyi ezberleyenler yanında, onu
bir de yanlışsız olarak yazabilecek kâtipler edinmiş ve kendisine bir âyet
nazil olduğu zaman, onu bu katipler aracılığıyla yazdırmıştır.
Kur'an-ı Kerim, Hz. peygamber devrinde bizzat vahiy
meleği ve Nebi (s.a.s)'in birbirlerine karşılıklı okumaları ve de sahabilerin
ezberlemesiyle korunmuştur.
Yüz on dört sûre, altıbin altıyüz altmış altı
âyetten müteşekkildir.
Kur'an sûreleri bazen bir bütün olarak bazen de
bölümler halinde indirildi. Bazı sûreleri Mekke'de inmesi dolayısıyla
"Mekkî", bazıları Medine'de indirildiklerinden "Medenî"
diye nitelendirilmiş ve yirmi iki yılda tamamlanmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in vefatını takip eden Yemâme
savaşlarında yetmiş kadar hafız (kurrâ)'ın şehid düşmesi müslümanları telâşa
düşürmüştü. Hz. Ebu Bekr, Zeyd İbn Sâbit başkanlığında toplanan Abdullah b.
Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Haris b. Hişam'ın da bulunduğu büyük
bir komisyon tarafından Kur'an sahifeleri Mekke lehçesi esas alınarak bir araya
getirildi
Uzun calismalar neticesinde böylece bütün metinler
toplanarak bir araya getirilmiş ve Kur'an-ı Kerim'in aslî nüshası yazılarak
halife Hz. Ebu Bekir'e teslim edilmiştir.
Böylece Kur'an-ı Kerim her hangi bir tahrifata
uğramadan "Mushaf" haline getirilerek aynı mushaftan çoğaltılan
mushafların ana kaynağını teşkil etmiştir.
Hz. Ömer devrinde Kur'an öğretimine hız verildi.
Kur'an-ı Kerim Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi
ile son bulmuştur. Ondört yerinde tilâvet secdesi yer almaktadır
Hz. Osman (r.a) tarafından değişik vilâyet
merkezlerine gönderilen nüshalar asırların geçmesiyle kayboldu. Günümüzde halen
onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası
Taşkent'te bulunmaktadır.
3.Tertibi
Kur’an-ı Kerim ayetlerden ve surelerden oluşur.
Toplam 114 sure
yer alir Kur´an´da.
İlk sure Fatiha,
son sure ise Nas suresidir.
En kısa sureler
Kevser, Asr ve Nasr en uzunu ise Bakara suresidir ve 286 ayetten olusur.
Alimler
ayetlerin tertibinin vahye dayalı (tevkifi) bulunduğu hususunda fikir birliği
içindedir.
4. Mahiyeti
Kuran allah
kelami olarak tanimlanir.
Muhatap olan
insanlar onu basindan itibaren Hz. P.in kendilerine teblig ettigi ve onlara
ulastigi haliyle kavramis ve öylece kabul etmis.
Kelamcilar
kurani onun allah kelami olmadi cihetinden söz konusu ederler.
Kuranin mahiyeti
ile ilgili müzakereler, varlik ve deger konusundaki ontolojik bir tavra bagli
olarak anlam kazanmaktadir.
Klasik
literatürde kuranin mahiyeti üzerinde gelisen söylem biri fenomenolojik digeri
özsel olmak üzere iki kisimdir.
Insanlara
ulastigi haliyle kuranin arapca olmasi, bir taraftan tabii bir dille ve o dilin
kurallari icinde ifade edildigini gösterirken diger taraftan bunun ötesinde
lisani olanin bütün özelliklerini tasidigini ortaya koymaktadir.
Kuranin lisani
olmasi ve arapcanin imkanlarini mükemmel bir sekilde göstermesi, onun tarih
boyunca sürekli hayat icinde olmakla birlikte hep hayatin üstünde kalmasini ve
zaman icerisinde toplumsal hayatta ortaya cikan degisikliklere ragmen asli
özelligini, yani insanliga hidayet rehberi olmasi islevini muhafaza etmesini
saglamistir.
Kuranin önemli özelliklerinden ikisi okunmasi ve
dinlenmesidir.
5. Muhtevasi
Konu bütünlügü olusturacak sekilde
bir sira izlemez. Muhtevayi olusturan konular mushafin basindan sonuna yayilmis
bulunmaktadir.
Kur'ân'da dinî muhtevanın yanında tıp. cedel,
astronomi, hendese, cebir, geleceğe ait bilgiler gibi din dışı alanlara dair
ilimlerin, hatta terzilik, demircilik, ipekçilik, dokumacılık, çiftçilik,
denizcilik, atıcılık gibi çeşitli mesleklere dair temel bilgilerin de
bulunduğunu ifade etmiştir.
Muhtevayi söyle özetlemek münkündür:
A.)
Mekki sureler:
-Mekkedeki putperestlik dolayisiyla
tevhid inancina dair ayetler, Allahin kudretine ve lütufkârlığına, âhiret gününe
,amellerin karşılığı gibi âhiret meselelerine dair âyetlerle insanlarda
merhamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından
insanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlâk bilinci oluşturmayı hedefleyen
âyetler agirliklidir.
-Genis ölcüde diyalektik bir yöntem
hakimdir, üslubun giderek sertlestigi görülür Mekkî sûrelerde putperestlerin
tutumlarının gün geçtikçe olumsuzlaşmasına paralel olarak
-Önceleri özlü aciklamalar yapilmis
daha sonra sureler genislemis ve ayrintilara girilmis.
-Dinin ana gayeleride mekki
surelerin agirlikli konularindandir.
-Mekke döneminin ortalarindaki
surelerde eski kavimlerin peygamberlerin
hayatlarindan ibret ve ders almaya deger bilgiler yer almistir.
-Son dönemlere dogru sadece
mekkelilere degil ayni zamanda yer yer 'ey insanlar' tarzinda baslayan kalipla
baska toplumlarada hitap edilmistir.
-Mekkede Edebi zevkin hakim olmasi
sebebiyle surelerin fesahat ve belagat degeride cok yüksektir.
B.)
Medeni sureler
-Genel muhtevayi ilahi iradeye
dayali yeni bir toplum kurmanin inanc ve ahlak temelini olusturacak ilkeler
seklinde özetlemek mümkündür.
-Vahiy gittikce normatif bir deger
kazanmistir, Medine
şartlarında ortaya çıkan yeni düzen içinde giderek belirginleşen hukukî ve
siyasî yapıya paralel olarak
- Peygamber ilk defa Medine'de bir yahudi
topluluğu ile karşılaşmış, ayrıca zamanla hıristiyan kesimlerle ilişkiler
başlamış, bu sebeple Ehli kitaba
ve onlarin tarihlerine oldukca genis yer verilmis.
-Munafik denilen topluluk ile ilgili
meselelerde ele alinmis.
-Müslümanlar ilk defa Medine'de siyasî bir yapı
oluşturup askerî bir güce sahip oldukları için Medenî sûrelerin muhtevasında
müslümanların gerçekleştirdikleri savaşlarla bunların sonuçlarına ve genel
olarak savaş hükümlerine ve diplomasi kurallarına geniş yer verilmiştir.
-
Medenî sûrelerde muhtevanın gereği olarak hacimlerin giderek genişlediği
görülür.
-Surelerin üslubu muhtevaya uygun
olarak daha sadedir, sembolik
ifadelere, mecaz ve istiarelere daha az yer verilmiş, anlatımda açıklık ağırlık
kazanmıştır.
6.
İcazı ve Üslubu
Kur'ân'ın i'câzıy-la ilgili çalışmalarda üzerinde
durulan en önemli husus, böyle bir edebî ortamda Hz. Muhammed'in
peygamberliğini inkâr ve Kur'ân'ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu iddia
edenlere karşı yine Kur'ân'la meydan okunması, onun, bütün insanları benzerini
ortaya koymaktan âciz bırakan (i'câz) bir mükemmelliğe sahip olduğunun
ilânıdır.
A)
Dili ve Üslûbu.
Kur'ân, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin
seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde Arapça'daki
yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına
sahiptir.
Kur'an, kendisinin mucize oluşunu Allah'tan başka
hiçbir gücün onun bir benzerini gerçekleştiremeyeceğini bildirmek ve bu hususta
inkarcılara meydan okumak suretiyle ispat etmiştir.
Kur’an Hz.Muhammed’in en büyük mucizesi oluşu,
ayetlerde ifade edilidiği üzere onun beşer sözü değil Allah kelamı olmasından
kaynaklanır. Bir benzerini ortaya koymanın imkansızlığı da Allah kelamı
oluşunun zorunlu bir sonucudur.
Kur’an apaçık Arap diliyle nazil olmuştur ve kendine
has bir anlatım tarzına sahiptir. Kuran’da akaid esasları, teşri hükümler,
kıssalar gibi hususlardan her biri farklı üsluplarla anlatılmış, inkarcılara
yönelik uyarı ve tehditlerle müminlere verilen müjdeler değişik üslublarla
ifade edilmiştir.
Kaynaklarda Kur'ân'ın dili ve üslûbu hakkında
belirtilen Özelliklerden belli başlıları şunlardır:
Mevcut Edebi Şekillerden Farklı Oluşu, Lafız ve Mana
Dengesi; Gönüllere Tesir Edişi; Ses ve Tertip Nizamında Ortaya Çıkan Ahenk;
Edebi Tasvir; Edebi Türlerin Hepsinde Mükemmel Oluşu; Aynı Anda Farklı
Seviyelere Hitap Etmesi; Akla ve Duyguya Dengeli Olarak Hitap Etmesi
B)
Diğer İ'câz Görüşleri.
Kaynaklarda Kur'ân'ın dil ve üslûbunun dışında i'câz
yönleri de zikredilir.
Kur'ân'da Hz. Âdem'den itibaren geçmiş
peygamberlerin ve milletlerin kıssaları yer alır. Okuma yazması olmayan,
herhangi bir kimseden öğrenim görmeyen bir kişinin vahiy almadan bu tarihî
hadiseleri anlatması, onlara şahit olmuş gibi tasvir etmesi mümkün değildir.
Birçok olayın önceden haber verilmesi Kur'ân'ın geleceğe
yönelik gaybî-i'câzî yönünü oluşturur.
7.
Açıklanması Ve Yorumlanması
Tefsir, Kur’an’ın açıklamasıdır. Tefsir, Kur’an
ayetlerinin kastettiği anlamları açıklama görevini üstlenmiştir.
Buradaki
birinci amac, ilahi sözlerin ilk muhataplarına iletildiğinde kastettiği
manaları belirlemektir.
Bunun için yapılması gereken şey Kuran’ın Dil bilimi
ve metin yönünden tahlil edip, tarih bilgisini ve Kur’an’ın tarihi bağlamını
incelemektir. Bundan dolayı Hadis koleksiyonlarından ve tarih kaynaklarından
yararlanılmalıdır.
Müslüman geleneğinde tefsirin ortaya çıkardığı
anlamlar yorumlanarak Kur'an'ın öğrettiği değerlerin değişik zamanlara
taşınması, müslüman ilim ve fikir adamlarının önemli bir meşguliyet alanını
oluşturmuştur.
Zamanla yeni yorumlama problemleri ortaya çıkmıştır. Kur'ân'ın
Yorumlanmasında Öznellik Sorunu bunlardan biridir. Örneğin müfessirin
öznelliğinden gelen aksamalar ve eksiklikler etkili olabilmektedir. Nitekim
müfessirin öznelliği dil ve tarih malzemesini kullanmasına olumsuz yönde tesir
edebilir.
Kur’ani
değerlerin sonraki dönemlere taşınması, onun başllattığı kültür geleneğinin
devam edip canlı tutulması için gereklidir.
8.
Kur'ân İlimleri
Kur'ân ilimlerinin doğuşu ve temelleri Kur'ân'ın
indiği döneme kadar gider.
Çeşitli Kur’an ilimleri vardır (Ulumu’l Kur’an):
resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, meâni'l-Kur'ân, mecâzü'l-Kur'ân,
garibü'I-Kur'ân, müşki-Iü'l-Kur'ân, i'râbü'l-Kur'ân, tecvid bilgileri,
fezâilü'l-Kur'ân, havâssü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, vücûh-nezâir,
emsâlü'l-Kur'ân, aksâ-mü'l-Kur'ân, üslûbü'l-Kur'ân, muhkem müteşâbih. mutla
k-mukayyed, mücmel-mübeyyen, edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr,
kinaye, teşbih ve istiare, i'câzü'l-Kur'ân, tefsir ve te'vil ilmi, müfessirin
âdabı ve şartları.
Bu ilimler Kur’an’ın vahyi,nüzulu, yazımı, okunması,
tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati,tefsiri, i’cazı, nasih ve
mensuhu, İ’rabı, dil, üslup ve belagatı, ayet ve hadislerin birbiriyle ilgisi,
muhkem ve müteşabih hakkındaki düşünceleri kapsar.
Kur'ân'ın cümle yapısıyla ve âyetlerin anlamıyla
ilgili ilim dallarının başında em-sâlü'l-Kur'ân gelir.
Kur'ân'ın diliyle ilgili ilimlerin başında,
Kur'ân'ın dil bilgisi bakımından doğru okunup yazılmasından ve farklı
vecihlerin ne gibi anlam kaymaları ve zenginliği ortaya çıkardığından bahseden
i'râbü'l-Kur'ân gelir.
Kur'ân'ın dil ve anlatım özellikleriyle ilgili
ilimlerin başında üslûbü'l-Kur'ân gelir.
9.
Tercümesi
Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadiste Kur-'an'ın başka
dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur.
Kur’anın tercüme edilmesinin zaruri olduğunu
savunanlar olduğu gibi, edilmemesi gerektiğini savunanlarda olmuştur.
Tercümeyi genel olarak harfi (lafzi) ve tefsiri
(manevi) diye ikiye ayırmak mümkündür.
Harfi
tercümede harf, fiil ve isimlerin manaları karşılanıp
karşılanmadığına bakılmaksızın, Kur’ani ibarelerin harfen nakline dayanır.
Kur'ân-ı Kerim açısından bakıldığında harfi tercüme, "mütercimin
kapasitesi ve dilin yeterliliği nisbetinde Kur'ân'ın her lafzının yerine
tercüme edilen dilde o lafzın karşılığı olan başka bir lafzın konması. Harfî
tercümenin ilmî ve hukukî eserlerde kullanımı kolay ve pratik ise de edebî
eserler ve özellikle Kur'ân-ı Kerîm açısından uygulanması son derece güç, hatta
bazan imkânsızdır.
Tefsirî
tercüme asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına,
sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir
dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak mânaya itibar edilir; bazı
tabirler atılabilir veya ilâveler yapılabilir. Bu tür çeviride esas olarak manaya
itibar edilir. Satır arası Kur’an tercümelerinde ise her kelimenin altına o
kelimenin tercüme edilen dildeki karşılığı yazılır. Bu tür çevirilerde cümle
yapısı, söz dizimi vb. hususlarda tercümenin yapıldığı dilin kurallarına
uyulmaz.
Kur'ân'ın tercümesi tarihini İslâmiyet'in ilk
dönemlerine kadar götürmek mümkündür.
10.
Kuranla İlgili Fıkhî Hükümler
Kur’an, şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması
yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur'an,
okunmasının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması,
ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.
Kur'ân'ın Ücretle Okunması ve Öğretilmesi. Kur'ân'ı
okuma ile onu başkasına öğretme arasında mahiyet farkı bulunduğu, birincisi
doğrudan ibadet iken ikincisi vesile niteliğinde bir ibadet olduğu ve
başkasına intikal eden bir yararı içerdiği için fıkhı hüküm yönüyle
birbirinden ayrılır.
Kur'ân'la Tedavi konusunda, Hastalıkla mücadele ve
tedavi esasen tıp ilminin konusu olmakla birlikte tıbben tedavi imkânının
bulunmadığı durumlarda alternatif bir tedavi değil ona yardımcı bir yöntem
olarak onaylamıştır.
11.Kur'ân
ve Kitâb-ı Mukaddes
İslam Kur'an üzere temellenmiştir. Yahudilik de kendi kutsal kitaplarıyla
temellenir. Buna karşın Hıristiyanlık Hz. İsa ile ilgili inançlar üzerine
temellenmiştir.
Kur'an kronolojik olarak Tevrat, Zebur ve İncilden sonra gelmiş olsa bile,
farklı bir dini anlatmaz. O kendinden önce gelenleri de kapsayıcı bir özelliğe
sahiptir.
Kur'an ile diğer kutsal kitaplar arasında geliş yolu açısından farklılıklar
vardır. Kur'an'ın bir araya getirilmesinde ve muhafaza edilmesinde ezberin
büyük önemi vardır. Buna karşın Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde ezber bir
muhafaza yolu olarak uygulanmamıştır.
Tevrat'ın tarih içinde yedi asır boyunca bir çok defa kaybolduğu, düşman
eline geçtiği, çeşitli değişikliklere uğradığı, Yahudi kaynaklarında
belirtilmektedir. Tevrat Hz. Musa'dan üç asır sonra nihai şeklini almıştır.
İncil için
de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Mevcut İnciller'in Hz. îsâ tarafından
yazılmadığı hıristiyanlarca da kabul edilmektedir. İnciller, Hz. îsâ'dan en az
otuz yıl sonra yazılmaya başlanmış ve 1. yüzyılın sonunda yazma işi
tamamlanmıştır.
Kur'ân'a gelince, onun tamamı doğrudan Allah'ın
kelâmı olup bu kelâm vahiy şeklinde Hz. Muhammed'e gönderilmiş, nüzul sürecinin
başından itibaren Resûl-i Ekrem ve bazı sahâbîler tarafından bütün âyetlerinin
ezberlenmesi yanında ihtiyaç duyulduğu andan itibaren yazıya geçirilmiştir.
Peygamberin vefatından hemen sonra ilk halife Hz. Ebû Bekir zamanında kitap
haline getirilmiş, Hz. Osman döneminde istinsah edilerek çoğaltılmıştır.
Kitâb-ı Mukaddes, çeşitli yazarlar tarafından farklı
dönemlerde kaleme alınmış değişik edebî türlerdeki yazılardan oluşmaktadır.
Kur'ân ise Hz. Peygamber'e bizzat Allah veya onun
görevlendirdiği vahiy meleği tarafından ulaştırıldığı için onda konuşan daima
Tanrı, muhatap ise Hz. Peygamber ile değişik inanç grupları ve genel olarak
insanlardır. Halbuki Kitâb-ı Mukaddeste olaylar umumiyetle üçüncü şahıs
tarafından anlatılmaktadır, öte yandan Kitâb-ı Mukaddes'te olaylar zaman ve
mekân boyutuna inilerek ele alınmakta, dolayısıyla Eski Ahid İsrâiloğullan'nın
tarihini. Yeni Ahid ise Hz. Isâ ve havarilerin hayat ve faaliyetlerini anlatan
birer tarih kitabı hüviyetini taşımaktadır.
Kuran diğer kitaplara nazaran daha iyi korunmuş,
orijinal ve otantik şekliyle günümüze kadar ulaşmıştır.
12.
Edebiyat
Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en
verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran
Kur'an'ın etkisi altında gelişmiştir. Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım
özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her
alanda temel kaynak olmuştur.
Türk edebiyatının kitap halindeki bilinen en eski
metinleri olan Kutadgu Bilig ve Atabetü'l-hakâyık muhtevalarını Kur'ân'dan almıştır,
öyleki bu eserlerdeki âyet ve hadisler
ilk defa Türkçe'ye tercüme edilmiş olmaktadır.
Eski Türk edebiyatında inşâ denilen nesir dilinde
Kur'ân'ın, cümle yapısından metnin örgüsüne kadar geniş bir etkiye sahip olduğu
görülmektedir.
Özetle Kur'an, bu edebiyatın şekle ait birtakım
özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her
alanda temel kaynak olmuştur. Kur’an Türk edebiyatının edebi sanatlarını,
belagat anlayışını temellendirmiştir.
13.
Literatür
Kur´an ile ilgili Literatürü 3 ana baslik altinda
ele almak mümkündür.
1.Tefsirler: Kur'ân'a dair en hacimli çalışmalar olması
bakımından tefsirler Kur'ân literatürü içerisinde önemli bir yer işgal eder.
Bunun icerisinde ise Rivayet Tefsiri, Dirayet Tefsiri, Lugavi Tefsirler, İşari ve Tasavvufi Tefsirler, Mezhebi
Tefsirler, Ahkâm Âyetleri Tefsirleri,
İlmi, İçtimai ve Edebi Tefsirler yer alir.
2.
Kur'ân İlimleri: Erken dönemlerden başlayarak Kur'ân
ilimleriyle ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır.
3.
Batı'da Kur'ân ve Tefsir Araştırmaları: Hıristiyan ve yahudilerin İslâm'la ilgili
çalışmalarının tarihi sahabe dönemine kadar gitmekteyse de sistematik Kur'ân
araştırmaları daha sonradır. Calışmalarda en temel konu Hz. Peygamber'in
kişiliği ve onun Kur'ân'la ilişkisi olmuş, Kur'ân ise ilâhî kaynaklı olmayan ve
Hz. Muhammed'le ona yardım edenler tarafından uydurulan bir kitap olarak
nitelendirilmiş olmasi. Ancak iddiaları arasında ayrıntıda bir birlik olmadığı
görülmektedir.
Salebe kissasi sihhatinin tedkik edilmesi.
Problemler:
Salebenin vasifları:
Tarihi tenakuzlar:
Belazuriye göre ;
Rical kitaplarında Salebe kıssası hakkkında görüşler;
· Sahih diyenler.
· Böyle bir olay vuku bulmuştur ama kahraman başka biridir.
· Şüphe edenler.
Hadisin senedi zayıftır.
Salebe kısassı sebeb ifade etmede nass olmayan rivayetler grubuna girmektedir.
Tevbe suresinin 75 ayeti kerimesi nuzül sebebi olarak gösterilmektedir.
Hatanın sebebleri;
2.KİTAP: SA’LEBE KISSASI ESBAB-I NÜZULE YENİ BİR
YAKLAŞIM:
GİRİŞ:
Esbab-ı nüzul nedir?
Nüzul ortamında meydana gelen bir hadise
veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya meydana geldiği günlerde bir veya
daha fazla ayetin, olayı veya soruyu kapsayan özelliklerini içermek, cevap
vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile olan ve vahyin nazil olduğu
ortamı bize bildiren hadiseye Esbab-ı nüzul denir.
Kuran’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulü nasıl
değerlendireceğiz?
Esbab-ı nüzul ilmi, Kuran’ın anlaşılmasında
hep aynı ilke esas alınarak değerlendirilmiştir: Esbab-ı nüzulün faydaları.
Oysa kullanılan sistemin çeşitli eksikleri
mevcuttur. O halde esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımla yaklaşmak gerekmektedir.
İşte bu kitapta bunu bir örnek çerçevesinde ele almaya çalıştık.
Araştırmanın amacı: Kuran’ın anlaşılmasında
esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımın ilkelerini belirlemek ve bu ilkeleri bir
esbab-ı nüzul rivayeti üzerinde tatbik etmek.
I.
Sa’labe
hadisi:
Tevbe 75. ayetinin nüzul sebebi olarak
zikredilen sa’labe bin hatıb kıssası, rivayet farklılıkları bir yana
bırakılırsa, özetle şöyledir:
Sa’lebe, Hz. Peygamber’in huzuruna gelmiş:
“ya Rasulallah, Allah’a çok dua et de bana çok mal versin” demiş. Hz. Peygamber
de: “Ya Salebe, hakkını eda ettiğin az, takat getiremeyeceğin çoktan
hayırlıdır.” Diyerek cevap vermiş. Salebe dileğini tekrarlamış: “seni Hakk ile
gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin
hakkını veririm.
Bunun üzerine Rasulallah dua etmiş, o da bir
davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış.
Bir vadiye yerleşmiş ve cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile
uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyurmuş, denilmiş ki: “ malı
çoğaldı, vadi almaz oldu.” Hz. Peygamber: “vay Salabe’ye!” buyurmuş ve
sadakaları toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara
sadakalarını vermişler. Ancak salabeye Hz. Peygamber’in farzlarını açıklayan
fermanını okuyup sadakayı istediklerinde: “bu cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi,
hele siz gidinde bir düşüneyim.” Demiş. Tahsildarlar dönüp Rasullallah’a
geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden iki kere vay salabeye
buyurmuş. İşte bu sebebe bu ayetler
nazil olmuş. Sonrada Salabe sadakayı alıp kendisi getirmiş. Fakat Hz.
Peygamber: “Allah beni senin sadakanı kabulden men eyledi.” Diyerek kendisi
hakkındaki hükmü açıklamış. O zaman Salabe başına toprak saçmaya başlamış. Hz.
Peygamber de: “bu senin amelindir. Emrettim itaat etmedin.” Şeklinde cevap
vermiştir. Salabe Hz. Peygamber’in vefatından sonra sırasıyla Hz. Ebubekir’e,
Hz. Ömer’e getirmiş onlar da kabul etmemi. Salabe daha sonra Hz. Osman
zamanında helak olmuş.
II.
Hadis
kitaplarında Salabe kıssası:
Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı,
tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir, hadis
ilmi çerçevesinde mütalaa edilmekteydi. Daha sonra, tefsir tabiundan itibaren
yazılmaya başlanmıştır.
Hadis kitaplarında Salebe kıssasını rivayet
eden alimlerden bir kısmı kıssayı nakletmekle yetinmiş, bir kısmı da kıssanın
sıhhati üzerine görüş bildirmişlerdir.
III.
Tefsir
kitaplarında Salabe kıssası:
Tefsirlerinde Salebe kıssasını zikreden
müfessirlerin hadisi naklederken iki yol takip ettiğini görmekteyiz. Onların
ekseriyeti, kıssayı, Taberi’nin tefsir rivayetleri ansiklopedisi olarak tanınan
camiul beyan an tefsiri ayi’l-Kuran’ından nakletmişlerdir. Diğer müfessirler
ise Salabe kıssasını muhtelif tariklerle farklı kaynaklardan almışlardır.
Müfessirlerin Salabe kıssası hakkında
yaptıkları değerlendirmeleri ise kıssayı doğru kabul edenler ve etmeyenler
olarak iki gurupta toplayabiliriz.
IV.
Esbab-ı
nüzul’e yeni bir yaklaşım ışığında Salabe kıssasının değerlendirilmesi:
A)ilk olarak Salabe kıssası rivayetleri
hadis usulü açısından tenkid edilmelidir: zikredildiği üzere bu hadisin
senedi zayıftır. O halde, tefsir tarihinin en önemli eserlerinde nasıl olurda
böyle bir hadise yer verilmiştir? Bunun sebebini zahid-i kevserinin
el-Makalat’ında, müfessirer hakkındaki şu sözlerinde bulmak mümkündür: “ Kuran’ın
haberlerinin bazı yönlerini açıklamak için, bu haberlerin getirdiği problemleri
kendilerinden sonra gelecek tenkitçilere bırakarak nakletmişlerdir. Kuran’ın mücmel
bırakılmış bazı manalarının izahında birçok faydaların bulunması ihtimali
sebebiyle bu malumatın kendilerinden sonra gelecek olanlara ulaşmasını çok arzu
etmişlerdir. Müslümanlar nazarında bu rivayetlerin sıhhatine itikad olunan ve
iyice incelenmeksizin bütün illetleri ile hüccet olarak alınan birer gerçeklik
olmasını amaç edinmişlerdir.”
Hafız ibni hacer’in
lisanul mizan’da söyledikleri konuya daha da açıklık getirecektir: “ilk
muhaddisler mevzu hadisleri rivayet etmede senedi zikretmeye çok önem
veriyorlar, ona güveniyorlardı. İnanıyorlardı ki, hadisi, senedi ile
naklettikleri zaman sorumluluklarından kurtulacaklar ve hadisin durumunu,
senedini incelemeye yüklemiş olacaklardı.”
Öte yandan tefsir rivayetlerini eserlerinde nakleden âlimlerden bir
kısmı, senetleri hazfedilmiş rivayetleri çok kullanmışlardır. Esbab-ı nüzul
rivayetlerini senetsiz nakleden bu takva ve salah ehli âlimler, bu tavırları
ile bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Senedlerin hazfı ile
ihtisas isteyen bu bilgi alanı kıssacılara ve istismara açık hale gelmiştir.
B)Rivayetler tasnif edilmelidir: esbabı
nüzul rivayetlerinin yeni bir yaklaşımla tasnif edilmesi Kuran’ın
anlaşılmasında sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için son derece
gereklidir. Buda esbabı nüzul rivayetlerini çeşitleri açısından tasnif etmekle
mümkündür.
1) nüzul ortamına ait
ve o ortamın özelliklerini yansıtan müsned- merfu hadislerden oluşan esbabı
nüzul rivayetleri
2) ayet veya ayetlerin
manasının kapsamına giren, nüzul asrında gerçekleşmiş veya daha sonra meydana
gelmiş bir hadisenin yorum ile örneklendirildiği haberlerden oluşan (tefsir
için ) esbabı nüzul rivayetleri
Esbabı nüzul rivayetlerinin bu şekilde
tasnifinin tercih sebebi, diğer açılardan yapılmış tasnifleri değerlendiren,
bir sonuca bağlayan ve en önemlisi de hepsinin ana özelliğini içeren bir tasnif
olmasıdır. Sebeb-i nüzulü tayin etmenin yolu:
1. Salabe kıssası hakkında gelen rivayetlerin
kalıplarına bakılmalıdır. Bu ilke çerçevesinde ele alındığında Salabe kıssası
rivayetleri sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler gurubuna girmektedir.
2. Bu ayet için çeşitli Sebeb-i nüzuller
zikredilmiştir. Bu rivayetler yukarıda bahsettiğimiz şekilde tasnif
edilmelidir.
Ayrıca Esbab-ı nüzul rivayetleri Kuran’ın
yorum zenginliğini 3 şekilde engeller:
a. Her
ayette nüzul sebebi arama çabaları,
b. Ayeti anlam zenginliğini sebebi nüzulle
sınırlandırma ihtimali,
c. Ayetin sebebi nüzulünün olayın çevresinde
sıkışıp kalma tehlikesi.
C)Tarih ilminden
faydalanılmalıdır: Taberi Salabe kıssasının tarihi olarak hicri 9. yılını
vermiş ve bu yıl hadiseleri arasında bu olayı zikretmiştir. “Hz.
Peygamber hicretin 9. yılında İslam devletinin mali idaresiyle ilgili köklü
reformlara girmiştir. O ana kadar bu İslam ülkesinde resmen vergiler mevzu
bahis değildi. Müslümanlar sadaka vermek ve Allah yolunda mal ve paralarını
sarf etmek hususunda teşvik edilmekteydiler. Bu dönemde İslam devleti
sınırlarını savaşlarla genişletmekteydi ve bu durumda da doğal olarak gönüllü
olarak yapılan tahsisler pek az ihtiyacı karşılamaktaydı. İşte bu yüzden eski
günlerin sadakası müesseseleştirilmiştir: Toprak mahsulleri, ticari eşya ve
sermaye, ithalat, ihracat, hayvan sürüleri, madenler vs. diğer çeşitli mal ve
eşya üzerine asgari ödeme miktarları belirlenmiş, mali yükümlülükler konulmuş,
yıllık ödemeler için bir tahsilât zamanı tayin ve tespit edilmiş, tahsilâta
karşı gelenler devlet zoruyla yola getirilmişlerdir.”
Hamidullah’ın bu izahlarına
baktığımızda Salabe kıssasında da aynı şeylerin geçerliliği beklenmektedir.
Yani Salabenin bu eyleminin bir müeyyidesi olması ve kendine devlet cebrinin
uygulanması gerekmektedir. Ancak kıssanın seyrinden böyle olmadığını
anlamaktayız. Buradan da anlaşıldığı üzere tarihi hakikatler Salabe kıssasının
gerçekliğini onaylamamaktadır.
D)Kurani bütünlük ve
siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir: Tevbe suresinin bu ayetine
bütün olarak Kuran kavramı ve siyak-sibak bağlamında baktığımızda ayeti şöyle
anlamaktayız:
1. Allah’a ahd edip de ahdini bozan,
2. Vaadinin hilafına hareket eden,
3. Bu
eyleminin sonucunda kalplerine nifakın yerleştiği kişiler( yani insanlar)
karakterize edilmektedir.
Kuran, insana ayetlerinde ki hakikatleri
belli bir kişi veya anlayışa bağlamadan, yani şahısları ebedileştirmeden,
herkes için geçerli evrensel mesaj nokta-i nazarından ilahi ufuku yakalama imkânı
sunmaktadır.
Kuran
bunu yaparken inanan veya inkâr eden karakterlerin somut gerçekliklere ait iç
dünyalarını, hayatlarına yön veren genel ilkelerini ve karakterlerinin dış
çizgilerini vermektedir.
Tevbe
suresinin bu ayetinde de yapılan budur. Yani anılan karakteri tanıtmakta ve
hükmüne dikkat çekmektedir. Yoksa Kuran evrensel ve edebi mesajının muayyen
fertlerle kilitlenip kalmasını istemez.
SONUÇ:
Kuran’ın
anlaşılmasında esbab-ı nüzulün değerlendirilmesine yeni bir yaklaşım getiren
ilkeleri, bir ayet/hadise üzerine odaklayarak bu ilkelerin uygulanabilirliğini
gösterdik. Tevbe suresi 75. ayetine ve Sebeb-i nüzulü olarak nakledilen Salabe
kıssasına, önerdiğimiz ilkeler ışığında bakılmış olsaydı Kuran’ın anlam
zenginliği anlaşılacaktı. Çünkü Kuran’la aydınlanacak hayatımızın zenginliği,
onun zengin bir biçimde yorumlanmasıyla/pratiğe taşınmasıyla mümkündür.
SALEBE KISSASI
YUSUF ÇINAR
12912761
Tarih, hadis ve tefsir kaynaklarında yerini alan Sa’lebe
Kıssası Tevbe Suresi 75. Ayetin inişinde sebeb-i nuzul olarak görülmüş ve bu
bakış açısıyla ayet ele alınmıştır.
Bu noktada yapılması gereken incelemeleri ele alırsak
1- Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis
usulu açısından incelenmelidir.
Bu hadisin senedinin zayıf olmasına rağmen mühim kaynaklarda
nakledilegelmesi incelenmelidir. Bu konuda Zahid-i Kevserinin el-Makalat’ında
yer alan sözleri açıklayıcı olmaktadır. Eserinde Müfessirlerin ellerinde
bulunan malumatların hepsinin kendilerinden sonraki kuşaklara ulaştırılması
gibi bir görev edindiklerini ve bu malumatların iyiyce incelenmeksizin delil
olarak kabul edilmesi amacını taşımadıkları belirtilmiştir. Bu meyanda İbn-i
Hacer ve İbnu’s-Salahında sözleri mevcuttur.
Diğer yandan Abdulaziz Dihlevi bu rivayetlerin hicri birinci
asırda bilinmediğini sonradan ortaya çıktığını söylemiştir.
Bu konuda inceleme yapanlardan İbn Hazm ise “ Bu ayetin
hakkında indiği kişi hususunda ne bir delil be de bir nass vardır. Sa’lebe b.
Hatıb hakkında nazil olduğuna dair rivayet ettiğimiz eser de sahih değildir”
demiştir.
2- Rivayetler Tasnif Edilmelidir
Sa’lebe kıssasında ihtilaf edilmesinin sebebi; her ayete
sebeb-i nuzul arama çabalarının sonucunda bu tür sahih olmayan haberler sebeb-i
nuzul içerisine dahil edilmiş ve insanların fikri çerçevesi daraltılmıştır.
Diğer yandan ise tasnif konusunda düşülen hatadır. Esbab-ı nüzul rivayetleri ve
tefsir için esbab-ı nuzul rivayetleri olarak sınıflandırma yapılması halinde ihtilaf
ortadan kalkacaktır.
Dolayısıyla
a- Sa’lebe kıssasının rivayet sigasının
sebep ifade etmede nass olmadığı ebep ifade etmede nass olmayan rivayetler
arasında yer aldığı
b- Bu ayet için ele alınmış olan bir çok
sebeb-i nüzulden birisi olduğu ve sebeb-i nüzul yada tefsir için sebeb-i nüzul
olup olmadığının tasnifinin yapılması gerekmektedir ki araştıma sonucunda
tefsir için sebeb-i nüzul olduğu sonucu, ortaya çıkmaktadır.
3- Tarih İlminden Faydalanılmalıdır.
Tarihi gerçekler ile bu kıssanın uyuşup uyuşmadığına
bakılmalıdır. Hamidullah’ın yapmış olduğu açıklamalar ışığında Sa’lebe’nin bir
devlet cebri ile karşı karşıya gelmemesinin Sa’lebe kıssasının tarihi
gerçeklerle uyuşmadığı izlenimini oluşturmaktadır.
4- Kur’an’i bütünlük ve Siyak-sibak
bağlamında değerlendirilmelidir.
Kur’an-ı Kerim tek tek fertlerden ve muayyen olaylardan
bahsetmekten ziyade tüm Müslümanları ve onları ilgilendiren evrensel mesajları
yöneltme yoluna gitmiştir.
Netice olarak esbab-ı nüzulün değerlendirilmesi noktasında
yeni bir anlayışa sistemli bir yapıya ihtiyaç bulunmaktadır.
SA’LEBE KISSASI – ESBAB-I
NÜZUL’E YENİ YAKLAŞIM
İslam kültür tarihinde esbab-ı nüzul rivayetleri Kur'an-ı Kerim’in anlaşılmasında bir yol olmuştur. Ancak bu yolda kullanılan methodun ilkeleriyle birlikte ortaya konulmadığı da bir gerçektir. Usul açısından vaki olan bu eksiklik, esbabı nüzul rivayetleri, genel olarak da tefsir ilmi üzerinde tereddütlerin zuhuruna sebep olmuştur.
Tevbe suresi 75. Ayet-i
kerimesini anlama çabasında “doğruyu bulma” maksadıyla nakledilen Sa’lebe
kıssası, ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin sınırları
içerisinde bırakmıştır. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki “yorumları”
birbirine zıt olmuş ve bu Kur'an-ı Kerim’in yorum zenginliğini tehdit etmiştir.
Hâlbuki Tevbe Suresi 75. Ayetine ve sebeb-i nüzulü olarak nakledilen Sa’lebe
kıssasına, önerdiğimiz ilkeler ışığında bakılmış olsaydı, Kur'an-ı Kerim’in
mana zenginliği anlaşılacaktı. Çünkü Kur’an’la aydınlanacak hayatımızın
zenginliği, onun zengin bir biçimde yorumlanmasıyla/ pratiğe taşınmasıyla
mümkündür.
Salebe kıssası ile,
1. Kur'an-ı Kerim’in anlaşılması için esbab-ı
nüzul rivayetlerine bakarken siyak-sibak münasebetinin incelenmesinin önemi
anlaşılmış oldu.
2. Esbab-ı nüzul
rivayetlerinin ve rivayet yorumlarının birbirine karıştırılmamasının esas
alınması gerektiği anlaşılmıştır. Zira rivayetten sonra yapılan yorumun yeri
geldiğinde sanki rivayetten bile önce nakledilmiş gösterildiğine şahit
olunmaktadır.
3. Rivayetlerin sistematik
olarak isnadlarının çıkarılması önemlidir.
4. Bir esbab-ı nüzul
rivayetiyle Kur'an-ı Kerim ayetlerinin değerlendirilmesi yorumda sınırlılığa
sebep olacağından diğer yorumlar da dikkate alınmalıdır.
5. Esbab-ı nüzul
rivayetlerinde nakilden (sahih, zayıf, uydurma) ve istidlalden (re’y ve
ictihad) doğan ihtilaflar vardır. Bunun nedeni de her ayete nüzul sebebi
aramak, esbab-ı nüzul’le tefsir için yapılan rivayetleri birbirinden
ayırmamaktır.
6. Tarih ilminden
yararlanmanın da Sa’lebe kıssası çerçevesinde ne kadar önemli olduğu
anlaşılmıştır.
7. Sa’lebe kıssası rivayet kalıplarının da gösterdiği
ikinci tür esbab-ı nüzul rivayetlerindendir. Yani bu olay nüzul ortamında
cereyan etmemiştir veya etmişse bile ayetin inmesine sebep olmamıştır. Bununla
da anlaşılmıştır ki esbab-ı nüzul değerlendirmesi yapılırken çok yönlü
araştırma gerekmektedir. Çeşitli ilimlerden faydalanmak ve yorum genişliğine
önem vermek de esastır.
2.BÖLÜM
KUR’AN NEDİR?
-Kur’an Hz. Muhammed’e Arapça olarak indirilmiş bize tevatür yoluyla naklolunan ve Mushaflarda yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet edilen mucizevi bir kitaptır. Hz. Peygamber Kur’an-ı tebliğ ve tebyin etmiştir.
-Kitap olarak ise Kur’an iki kapak arasındaki yazılı yapraklardan oluştuğundan sonuç olarak o da bir kitaptır.
-Fakat anlam, içeriği ve özellikleri çok farklıdır.
-İçinde Allah’tan insandan, hayattan, tabiattan ve everenden bahseder.
-Peygamber kıssalarından, cennet-cehennem ve mükafattan bahseder.
-İnsan Kur’an ile zirvelere çıkabilir.
-Onunla amel edilirse, insan meleklerden bile üstün duruma gelir.
-Tabi bu onu anlamak ve onunla amel etmekle gerçekleşir.
-Kur’an vahiy yoluyla Peygambere indirilmiştir. Vahiy meleği Cebrail veya Ruh’ül Kudüs(a.s)’dır.
-Vahiy; ilham almak, haber ve mesaj anlamlarına gelir. Vahiy Peygambere otururken, yatarken, uykuda veya seferdeyken gelmiştir.
-Kur’an ayetlerden ve surelerden oluşur. Ayet Kur’an da delil, mucize, kıyamet alametleri ve Kur’an da ki cümleler anlamına gelir. Sureler ise; ayetlerle oluşturulmuş belirli bölümlerdir. Her birinin kendeine has isimleri ve konuları vardır.
-Kur’an da birçok konudan söz edilir. İnsan bu ayetlere muhatap bir varlıktır. Ona göre hayatını anlamlandırır ve hareket eder.
-Peygamber tefsiri; hali ve kavli’dir. Peygamber Kur’an-ın yaşanılabilir olduğunu göstermiştir. Ayetler kevni ve kavli’dir. Yani hem dünya hayatına dair hem de ahiret hayatına dair birçok meseleye değinmiştir.
-Kur’an hakkı batıldan ayıran, tilavetiyle amel edilen, insanın hayatını anlamlandıran, fıtratını hatırlatan ilahi bir kitaptır.
2.BÖLÜM
KUR’AN’IN KENDİSİNİ TEFSİR EDİŞ BİÇİMİ
-Kur’an’ın bir kısmı, bir kısmını tefsir eder.
-Kur’an içinde geçen mübhem ayetleri bir başka ayette açıkça zikretmiştir.
-Bu çerçeveden baktığımızda Kur’an kendi içinde bulunan ismi mefsulleri, zamirleri, bilinmeyen zaman ve mekanları, künyesiyle zikredilmiş isimleri bir diğer ayette bu yazdığımız bütün konuları açıklamışır.
-Kur’an da kelimeler bazen mecaz anlamlarında bazen de gerçek anlamlarında kullanılmıstır. Bunun nedeni ise kelimeleri daha tesirli hale getirmek içindir.Kur’an da buna çokça rastlıyoruz.Böyle kelimeler Kur’an da çokça gözükmektedir.Kullandığı mecazlar insanı gerçekten çok etkilemektedir.
-Ayrıca Kur’an kısaca geçtiği konulara daha sonraki pasajlarda tekrar dönüyor ve konu daha iyi analaşılıyor.Örneğin imandan bahsedilen ayetlerde imanın şartlarından pek fazla söz edilmez daha sonraki ayetlerde bunlara değinir.
-Bu da bize gösteriyor ki aslında Kur’an kendi kendisini tefsir etmiştir.Yani Kur’an ı Kur’an ile anlamak gerekir.
-Fakat zaman ve mekan, kişiler, teknoloji,tıp ilelediği için Kur’an’ı tefsirciler kendi dönemlerine göre anlamışlardır.Ve bizlere aktarmışlardır.